Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

TÜRK'E IŞIK TUTANLAR - 3

TÜRK'e ışık tutanlar saymakla bitmez... Bunlar arasında MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ, YUNUS EMRE hazretleri de vardır. Ancak bu muhterem zatlar Alevi-Sünni bütün milletimiz tarafından gayet yakından tanındığı için sayfamıza almadık. HACI BEKTAŞ-I VELİ Hazretleri'ne de çok sık anılmasına rağmen, tam olarak düşüncelerin bilinmediği inancıyla yer verdik. HACI BEKTAŞ'ın, sanki Sünniler'den farklı bir din ortaya koymuş gibi tanıtılmasını önlemek istedik.

***

HACI BEKTAŞ-I VELİ

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, İmam Musa Kâzım yoluyla Hz. Ali soyuna bağlıdır. Babasının adı İbrahim-al Sani'dir. Horasan emiri olduğu söylenir. Hacı Bektaş'ın doğum tarihi belli değildir. Hayatı menkıbelerle doludur. Bu menkıbeler, "Velayetname" adlı bir kitapta toplanmıştır.

İlk hocası Ahmed Yesevi'nin halifesi Şeyh Lokman-ı Perende idi. Ancak Bektaş, hocası ne anlatmaya başlasa sonunu ondan önce getirirdi.

Bir seferinde Lokman Perende hacca gider. Arafat'ta, "Bugün Arife, bizimkiler evde pişi hazırlıyorlardır, şimdi burada olsa da yesek," der. Bu sözü Bektaş'a malum olur. Lokman'ın karısına, "Bir tepsiye birkaç pişi koyun, bana verin," der. Göz açıp kapayıncaya kadar Arafat'a yetiştirir. O tarihten sonra kendisine "Hacı" denir.

Gene menkıbeye göre, bir gün Ahmed Yesevi 99.000 halifesini toplar. Hz. Muhammed'den intikal eden emanetleri ortaya koyar. Bunlar, taç, hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadedir. Peygamber'den Ali'ye, ondan imamlara, İmam Rıza'dan da Ahmed Yesevi'ye intikal etmiştir.

"Kim darıçeçinin üstüne seccade salar, namaz kılar, darılar da kımıldamazsa, bu emanetler onundur," der. Hacı Bektaş, Pir'in niyetini sezdiği için, Horasan'dan kalkıp Türkistan'a gelmiştir. Selam verir, ortaya çıkar ve denildiği şekilde namaz kılar. Emanetleri alır. Ahmed Yesevi, "Müjde olsun ki Kutb-ül Aktab'lık senindir. 40 yıl hükmün vardır," der. Bunun üzerine oradaki halifelerden biri ortada yanan ateşten bir dal alır, Rum diyarına doğru fırlatır. Dal nereye düşerse, Hacı Bektaş oraya yerleşecektir. Dal gelir, Suluca Karahöyük'e düşer. Buranın şimdiki adı Hacı Bektaş kasabasıdır.

Ahmed Yesevi Hazretleri, 1166 yılında HAK'ka kavuşmuştur. Hacı Bektaş 1270 yılında vefat ettiğine göre, aynı devirde yaşamaları tarih olarak mümkün değildir. Zaten hocası da Ahmed Yesevi'nin halifesi Lokman Perende, yani ondan sonra görev yapmış bir kişiydi.

Naklettiğimiz menkıbe, bir manevi beraberliğe işaret ettiği gibi, başka bir çok sırrı da gizler.

Seyyahat emrini alan Hacı Bektaş önce Necef'e, sonra Mekke ve Medine'ye gider. Halep, Elbistan ve Kayseri'yi dolaşır. Bir ara Sivas'a uğrar. O sıralar Sivas civarında Baba İshak ayaklanmış, Selçukluları uğraştırmaya başlamıştır. Kardeşi Menteş isyancı Türkmenlere katılır ve orada şehit düşer. Bu olay üzerine Hacı Bektaş bir gerçeği fark eder ve esas yoluna koyulur. Suluca Karahöyük'e gelip yerleşir.

Hacı Bektaş'ın fark ettiği gerçek, Hz. Hasan'dan beri değişmeyen hakikattir. Hatta Hz. Ali de bu hükme uymuştur. Ortada bazı haksızlıklar olsa da, İslam'ın, Devlet'in birliği için sabır göstermek ve haksızlığın başka yollardan giderilmesini beklemek gerekir. Böyle yapmayıp da baş kaldıranlar Ali Oğulları dahi olsa, hükme karşı geldiklerinden keffaretini başlarıyla ödemişlerdir. Anadolu'da bu tarihten sonra görülecek ayaklanmalarda da aynı şey olacaktır.

İşte bu açıdan Hacı Bektaş ile, kendisi gibi muhterem bir zat olduğuna inandığımız kardeki Menteş farklıdır. Menteş, bir başka Horasan Eri olan baba İshak ile Baba İlyas'ların safında yer almış, zaten müşgül durumda olan Anadolu Selçuklu Devleti bu isyanla daha da müşgül duruma düşerek sonunda istilaya uğramıştır. Başkaldıranlar da kurtulamamıştır.

Ama Hacı Bektaş; tıpkı Hz. Hasan'ın, hilafetin sona erdiğini ve devrin imamet devri olduğunu, hilafet denilen şeyin saltanata döndüğünü görüp her türlü talebinden vazgeçmesi gibi, kılıçla devlete karşı hak aramaktan vazgeçip Horasan'dan atılan yanmış dalı yeşertmiştir. Derler ki bu ağaç hâlâ Hacı Bektaş türbesinin bahçesinde durur.

Böylece Hacı Bektaş kendini HAKK'a ve halka vakfeder. Civardaki taş ve tuz madenlerinin işletilmesini sağlayarak yöre halkına maddi imkânlar temin eder. O tarihte Kapodokya olarak bilinen bölgenin hemen tam ortasına düşen bu yerde sadece Türkleri ve Müslümanları değil, Hıristiyanları da çevresine toplayarak kendine bağlar. Çağdaşı Mevlana ile haberleşir. Yunus'u Taptuk'a o gönderir. Geyikli Baba ve Abdal Musa'yı halifesi olarak başka yerlere gönderir. Ama hiçbir zaman siyasetle hilafetle uğraşmaz. Sünni-Alevi ayrımı bilmez. Zaten ne onda, ne piri Ahmed Yesevi'de , ne de Anadolu'ya gelen Mevlana dahil Horasan Erleri'nde Alevi-Sünni diye bir mesele yoktur ki!.. Hepsi kitabı, sünneti bilen, Ali'nin yoluna baş koymuş kişilerdir.

Hacı Bektaş 60-70 yıllık ömrü boyunca çok şeyler yapmıştır. Ama bize kendisinden pek fazla bir şey intikal etmemiştir. "Fevaid" ve "Makalat" en meşhur eserleridir.

Hayatında bir tarikat kurmamıştır. Bektaşi tarikatı kendisinden 200 yıl sonra Balım Sultan tarafından bugünkü haline getirilmiştir. Hacı Bektaş geçmişte bazı solcuların iddia ettiği gibi bir halk ihtilalcisi değildir. O bölücü, ayırımcı, fırsatçı ve anarşist olmadığı gibi, tam tersine Anadolu'da bir Türk varlığının yok edilemez şekilde yerleşmesi, çöken Selçuklu hanedanının yarattığı boşluğu birlik ve dirlik duygusunun alması için var gücüyle çalışmıştır.

Gerçekten de Hacı Bektaş'ın ve onun halifesi olmaya layık Abdal Musa, Geyikli Baba gibi değerli zatların, Yunus Emre'nin, Şems'in ve Mevlana'nın; Türklerin bu sıkıntılı günlerinde bir arada Anadolu'da olmaları ne büyük bir lütuftur. Bu lütfun zahiri sebebi de Türkistan ve Horasan'daki Cengiz istilasıdır.

Hacı Bektaş'dan çağdaşları hiç bahsetmez. Onu, ne Şems'in kitabında, ne Mevlana'nın eserlerinde, ne de Yunus'un şiirlerinde bulabilirsiniz. Hacı Bektaş insanları hem etkilemiş, hem de usta bir çömlekçi gibi testide el izi bırakmamıştır. İşte bu yüzden gerçek bir velidir.

Hacı Bektaş Alevidir, Ali'nin yolundadır. Bu yüzden de Alevilerin, Bektaşilerin piridir. Ama eserleri Kitab'a ve sünnete uygundur. Yani aynı zamanda Sünni'dir. "Bu nasıl olur?" demeyin. O tarihte ikisi birbirinden ayrı değildi ki!... Biri sadece şeriat; öteki hem şeriat, hem tarikat mertebesini gösterirdi. Bunun için eserlerinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman aleyhinde bir tek kötü söze rastlanmaz. Aynı şey yine Alevi olan Yunus Emre için de, Şems-i Tebrizi için de geçerlidir.

Hacı Bektaş menkıbelerde nakledildiği gibi Osmanlı Ordusu'nda Yeniçeriliği şahsen kurmamıştır. Bu olaydan 30-40 yıl önce HAKK'a kavuşmuştu. Ama manevi desteğini vermiştir. Halifelerinden Abdal Musa Bursa'ya, Orhan Bey'e gelerek böyle düzenli bir ordunun kurulmasını tavsiye etmiş padişah da uygulamıştı. Geyikli Baba'nın da gelip ilk kurulan Yeniçeri birliğine dualar ettiği rivayeti vardır. İşte bunun içindir ki Yeniçeriler Hacı Bektaş'ı kendi pirleri bilirlerdi. Osmanlı padişahları da Yeniçeri Ocağı'nın bir numaralı eri sayılırdı. Hacı Bektaş Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar Osmanlı Devleti'nin manevi hamiliğini yapmış, sonra bu görevi bir başkasına devretmiştir.

Hacı Bektaş'ın felsefesi burada da dile getirmeye çalıştığımız İslam anlayışıdır. Ama Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat ehli hakkında ne düşündüğünü kendisinden dinleyelim.

- "Hak taala adamı dört güruh kıldı. Dört dürlü taatları vardur ve dört dürlü arzuları vardur ve dört dürlü halları vardur."

- "Evvel güruh abudlardur. Bunlar şeriat kavmidur. Şeriat kapusu ulu kapıdur. Pes imdi!.. Gey sakınmak gerek. Çalab taalanın buyurduğın cehd eyleyüb dutmak gerek."

- "Amma abıdlarun taatları namaz kılmakdur ve oruç dutmaktur ve zakat virmekdür ve hacca varmakdur, gusul eylemekdur, dünyayı terk idüp ahıratı sevmekdür."

- "(Amma bunlar) kavmu avamdur ve halları biri birin incitmekdür. Kibir ve hased ve buğuz ve buhul ve adavat bunlarda hemen bakıdur."

- "İkinci güruh zahıdlardur, bunlar tarikat kavmudur. Taatları dün-ü gün Tanrı'ya zikr itmekdür, Bismillahirrahmannirrahim'i cümle işde yâd kılmakdur. Halleri ilm-i ledündendür."

- "Kendi bilülerine hoşnud olmuşlardur. (Ancak) bilmezler kim kandan geldiler ve kancaru varurlar."

- "Üçünci güruh ârıflardur, bunlar marifat kavmudur. Ârif gerekdür kim hem arı ola ve hem arıdıcı ola. Ârıflar katında her sözün 300 yüzi ve bir ardı vardur ve maani ehli katında 72 yüzi ve bir ardı vardur."

- "Pes imdi, şöyle bilmek gerek: Kem kendüyi arıtmayan, ayrukları arıtamaz."

- "Şeriat katında tene arısu degse, teni arıdur ve hem cenabatı giderür. Kim ârıflar katında ne ten arı olur ve ne cenabatı gider."

- "Pes imdi, adam gerek kim suya yaraya, su gerek kim badasta yaraya ve abdast gerek kim namaza yaraya ve namaz gerek kim Çalab'a yaraya!.."

- "Vay sana içünde kibr-ü hasad, buhul, adavat, tama, öyke ve gaybat, kahkaha ve maskaralık, bunlardan maada nice dürlü şeytan fiili olsa, suyla yunub nice arınasın?.. İmdi şöyle bil, arınamazsın!.."

- "Ârıfların taati tefekkürdür. Hem dünyayı hem ahıratı terk itmekdür ve dahi vilayet beklemekdür. Arzuları Çalab Taala'ya varmakdur."

- "Dördüncü güruh muhıblardır, bunlar hakikat kavmudur. Muhıb teslim u rıza içinde olsa gerek. Muhıblarun taatı münacatdür ve seyirdür ve müşahadadur ve Çalab Taala'yı bulmakdur. Ve halları biriküp bir olmakdur."

- "Âbıdların, zâhıdların, ârıfların taatları ve arzuları ve halları biri biri katında reva olmaz!.. İlle ki muhıblarun katında rava olur."

- "Kul, Çalap TANRI'ya 40 makamda ulaşur. O 40 makamun 10'u Şeriat içindedür, 10'u Tarikat içindedür, 10'u Marifat içindedür ve 10'u Hakikat içindedür,"

der Hacı Bektaş... ve bu 40 makamı tek tek anlatır ki, hepsi 4 Kapı, 40 makam diye Alevi-Bektaşi inancının temelini teşkil etmiştir.

Burada önemli olan bir husus şudur: Hacı Bektaş'ın çok iyi ifade ettiği gibi, dört mertebeden hiç birinin ibadeti, beklentileri ve halleri birbirine uymaz. Onun için de kişiler birbirlerinin farklı görünen hal ve davranışlarını müsamaha ile karşılamalıdır.

Bu anlayış Şeriat mertebesinde çok zordur. Bu mertebedeki kişi kendinden üst mertebede olanların halini, hissettiklerini bilemez. O, ancak İslami bir müsamaha ile "onun inancı ona, benimki bana" derse, huzur bulur, sürtünmelerden kaçınır.

Ama tarikat mertebesine eren kişi artık şeklin ardındaki manayı sezmeye başlamış demektir. Kendisi de Şeriat kapısından geçtiği için, henüz orada olanların ham davranışlarına mutlak surette müsamaha göstermesi, hatta onlara yardımcı olması gerekir.

Buradaki hitabımız gerçek Alevileredir. Onlar Tarikat mertebesinde oldukları için, Şeriat mertebesinde gördükleri Sünnilere müsamahalı olmalıdırlar. "Yezid" gibi alçaltıcı ifadelerden kaçınmalı, hatta onları infiale sevk edecek abdest, namaz, oruç tartışmalarına girmemelidirler. Tam tersine, tartışmadan, yumuşak ve olgun bir tarzda ve gerçeklere dayanan şekilde düşüncelerini dile getirmelidirler.

Şurası muhakkak ki, böyle yapılmazsa, kişi kendine Alevi bile dese, o da şekildedir. Daha Şeriat mertebesini aşamamıştır.

Sünnilere gelince, onlar da Alevileri "namaz kılmıyor, oruç tutmuyor" diye suçlamaktan vazgeçmelidirler. Bunlar kişinin kendi ile TANRI arasındaki meselelerdir. Hafız dediği gibi, "Ben ister iyi olayım, ister kötü sana ne? Sen kendi derdine bak!" veya Hacı Bektaş'ın dediği gibi, "Kişi kendini arıtmadan başkasını arıtamaz" önce kendiyle uğraşmalıdır. Kaldı ki, kendine Sünni diyen ama namaz kılmayan, oruç tutmayan nice insan olduğu gibi; tutup da halka kazık atarak tüm bu ibadetleri yapmamış durumuna düşen nice Sünniler vardır. Bunlar insanlar arasında ayırım ve düşmanlık yaratmak için yeterli sebepler değildir. Kur'an'ın açık hükümlerine de aykırıdır(58)

Sırf bu hususu vurgulamak ve Hacı Bektaş'ın 4 Makam'daki 40 Kapısı'nın nasıl birleştirici olduğunu göstermek için, hepsini sayıyoruz. (MAKALAT'tan)

I - ŞERİAT

1- Şariatun evvel makamı İman getürmekdür.

2- İkinci makam ilim öğrenmekdür. (Dikkat: Namazdan önce ilim!)

3- Üçüncü makam namaz kılmakdur ve zekat vermekdür ve oruç tutmakdur ve güci yiterse hacca varmakdur ve hem gaza eylemekdür ve cenabattan yunmakdur.

4- Helal kesb kazanmakdur, ribayı haram bilmekdür.

5- Nikah kılmakdür.

6- Hayıs ve nifaslı cimayı haram bilmekdür.

7- Sünnet-ü cemaat ehlinden olmakdur.

8- Sefakatdur.

9- Aru yimek ve aru geymekdür.

10- İyiliği buyurmakdur, hem yaramaz işlerden sakınmakdur.

II- TARİKAT

1- Tarikatun evvel makamı pirden el alup tevbe kılmakdur.

2- Mürid olmakdur.

3- Saç gidermekdür ve libas döndürmekdür.

4- Mücahadada göyünmekdür.

5- Hizmet eylemekdür.

6- (ALLAH'a karşı suç işlemekten) Korkudur.

7- Ümid tutmakdur.

8- Hırkadur, zenbildür, mikrasdur, saccadadur, subhadur. Ve ibratdur, hidayatdur.

9- Sahib-makam ve Sahib-camiyyat, Sahib-nasihat ve Sahib-mahabbat olmakdur.

10- Aşkdur, şavkdur ve safadur ve fakirlikdur. (Mala kıymet vermemek)

III- MARİFET

1- Marifatun evvel makamı edepdür.

2- Korkudur.

3- Perhizkerlikdür.

4- Saburdur, kanaatdur.

5- Utanmakdur.

6- Cömertlikdür.

7- İlimdür.

8- Miskinlikdür. (Tembellik değil, sükunet, tevekkül, fakir de olsa istememek))

9- Marifetdür.

10- Kendinü bilmekdür.

IV- HAKİKAT

1- Hakikatun evvel makamı doprak olmakdur. (tevazu)

2- Yetmiş iki milleti ayıplamamakdur.

3- Elinden geleni men kılmamakdur.

4- Herkesin ondan emin olmasıdur.

5- Mülk ıssına yüz sürüp yüz suyın bulmakdur.

6- Sohbette Hakıykat sırlarını söylemekdür.

7- Seyr-i sülükdür.

8- Sırdur.

9- Münacaatdur.

10- Çalab Taala'ya ulaşmakdur.

İşte Ahmed Yesevi budur... İşte Hacı Bektaş budur... Ve işte Türk'ün İslam anlayışı budur... Bu anlayışla yeşeren Anadolu, Osmanlı Devleti'nin doğmasına, büyümesine ve üç kıtayı kaplamasına zemin teşkil etmiştir. Bu anlayışla Osmanlı Türkleri; Rumları, Ermenileri, Bulgarları, Macarları, Sırpları, Romenleri, Çekleri ve Lehleri huzur içinde yaşatmış ve 600 yıl idare etmiştir. Bu anlayışla Arnavutlar ve bir kısım Balkan halkı Müslüman olmuştur.

Şimdi denilebilir ki, Seyyid Nesimi namaz kılmaya gerek kalmadığını söylüyor, Hallac-ı Mansur "Enel HAK", Bayezid-i Bistami "Kavuğumun altında ALLAH'tan başka nesne yoktur" diyor... Ahmed Yesevi, Hacı Bektaş sırlardan bahsediyor... Bütün bunların daha önce makbul saymadığımız İsmaililer'den, Fatımiler'den, Haşhaşîler'den farkı ne? Onlar da bunlara benzer laflar etmiyorlar mıydı? Öyleyse ???

Buna bir örnekle cevap vereceğiz: Bal makbul, hatta KUR'AN'da adı methedilerek geçen bir yiyecek türüdür. Ağzınıza koyarsanız, tat verir, karın doyurur ve hatta hastalıkları giderir. Ama saçınıza sürerseniz, pislik olur. Yıkanana kadar rahat edemezsiniz.

İşte her şeyin iki yönü vardır. İyiye de, kötüye de kullanılabilir. Arabacı küfreder hakaret olur, Neyzen Tevfik aynı kelimelerle şiir söyler, latife olur. Yezid adı bile Bayezid-i Bistami'ye değince güzelleşir (Çünkü Bistamî'nin esa adı EBA YEZİD'dir!). Yezid'in şiiri Hafız'ın Divanı'na girizgah olunca onda kir-pis kalır mı?..

Hacı Bektaş, Ahmed Yesevi ve Seyyid Nesimi, HAKK'a giden yolda ne derlerse makbuldür. Çünkü hedef bellidir. Aynı şeyi Ebu Tahir dese; amacı Kâbe'yi basmak, Hacer-i Esved çalmak olduğundan mundar olur. Adının "temiz" olması, onu kurtaramaz!..

Bu meseleyi çok iyi anlamak gerekir. Din niyet ile, tarih ise netice ile değerlendirilir. Meymun'un, Zikraveh'in, Ebu Tahir'in, Karmat'ın niyeti de, yaptıklarının sonucu da İslam'a zarar vermiştir. Öte yandan Nesimi'nin, Ahmed Yesevi'nin ve Hacı Bektaş'ın niyeti de, yaptıklarının neticesi de bizler için hayırlı olmuştur.

İşte bu bakımdan iki grup aynı şeyleri söylemiş bile olsalardı, AK ile KARA kadar birbirlerinden ayrı olurlardı.

Bu yüzden bir Alevi'nin "Biz 72 millete bir gözle bakarız" deyip, Sünniler'e düşman olması düşünülemez! Yine bu kişinin elinden, dilinden, belinden milletin emin olmaması da kabul edilemez!..

***

  • Önemli Sayfalar: ÜÇ TEMEL TARİKAT , NOTLAR - 4B , OSMANLI DEVLETİ BEKTAŞİLİK ÜZERİNE KURULMUŞTUR! , TABLOLAR , KAYNAKLAR , SAYFALAR