Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'iN ARAŞTIRMA YAZISI



ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ


DÖRDÜNCÜ KISIM

ONBİRİNCİ BÖLÜM: İSLAM GAZİSİ SALÇUK



Konunun manevi yönü üzerinde derinleşmeden önce yine tarihle başlayalım ve Türk göçleri sırasında kurulmuş olan Türk devletlerine bir göz atalım.

Göktürk Devleti'nin ikiye ayrılmasından hemen sonra, aynı topraklar üzerinde Kutluk Devleti kuruldu (681-745). Bu devletten sonra da yine aynı topraklar üstünde bu kez Uygur Devleti, Türkler'in devlet geleneğini sürdürdü. 745 yılında kurulan bu devlet, sonradan Kırgızlar'ın hakimiyetine girmesine rağmen 1209 yılına kadar ayakta kaldı.

Türk göçlerinin yoğunlaştığı 900'lü yıllarda Horasan'da Tahiroğulları, Semerkant'ta Sâmanoğulları, daha doğuda Kaşgar'da Karahanlılar, Horasan'ın güneyinde Gazne'de de Gazneliler vardı.

Bu devletlerin hepsi de eğitime ve dine önem verirler, Ali soyundan seyyitlere büyük saygı gösterirlerdi. Seyyitlerin büyük prestiji olduğu gibi, vergi ayrıcalıkları da vardı. Sâmanîler, Tahiroğulları, Karahanlı hükümdarları Ali soyundan kız almışlar, böylece Peygamber sülâlesiyle akraba olmuşlardı. Bu devletler kendi içlerinde taht kavgalarıyla uğraştıkları gibi sık sık birbirleriyle de savaşmışlardır. Ancak Şii, İsmailî ayaklanmalarında birbirlerine destek olmaktan kaçınmamışlardır. Çünkü hepsi de mezhep çatışmalarının İslâm'a ve Türk'e vereceği zararları sezebiliyorlardı.

Meselâ, Müslüman olduktan sonra Karahanlı Devleti'ni kuran Saltuk Buğra Han, seyyitlerden, mensup olduğu Karluk Türklerini eğitmesini isterken, hasmı olan Sâmaniler, "Zeydi İsyanı"nda sıkışınca yardımına koşmuştu. Aynı Buğra Han, İsmaililer'in arasına karışmış, onları iyice tanıdıktan sonra zararlarını bertaraf etmek için hepsini tepelemişti.
(Bakınız: NOTLAR - 4B, 53)

TAHİROĞULLARI (821-873) Horasan'da

KARAHANLILAR (930-1210) Orta Asya, Türkistan'da

SÂMANLILAR (844-999) Maveraünnehir, Horasan'da

GAZNELİLER (962-1183) Afganistan ve Pakistan'da

varlık gösterdiler...

Görüldüğü gibi bu devletlerin üçünün kurulduğu tarihler birbirine yakındır ve kuzeyden gelen 200.000 çadırlık Oğuz grubunun göç ettiği zamana denk düşer. Selçuklu Devleti'nin kurucusu sayılan Salçuk da bu grubun içindeydi. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 54)

Salçuk'un babası Dukak, Oğuzlar arasında prestij sahibi, Yabgu yanında yeri olan bir adamdı. Salçuk 900 yıllarında doğmuştu. Babası öldüğünde 18 yaşlarındaydı. Ama kısa zamanda önemli mevkilere geldi, hatta zayıf bir kişi olan Yabgu'nun yerine gözünü dikti. Bu yüzden araları açıldı. Sonunda Salçuk mensup olduğu Kınık boyundan yakınlarıyla kaçmak zorunda kaldı. Hazar Denizi'nin kuzeyinde, Cend şehrine yerleşti (935 yılı). O tarihlerde Müslüman Türkler ve Araplar daha çok Asya'da kendilerine baskı yapan gayrımüslim Oğuzlar ve diğer Türkler'le savaşıyorlardı ve Cend de bu savaşın sürdüğü uç beyliklerinden biriydi. Salçuk valiye bir adam göndererek Müslüman olmak istediğini ve ailesine Müslümanlık esaslarını öğretecek fakihler talep ettiğini bildirdi... 950'lere gelindiğinde, Salçuk bir İslam gazisi olarak büyük ün sahibi olmuş ve etrafına toplananların sayısı çığ gibi artmıştı.

Hizmetlerinden son derece memnun olan Sâmani hükümdarı, Salçuk'a Buhara civarını otlak olarak verdi. Salçuklular hem devleti korumaya, hem de kendi arazilerini genişletmeye başladılar. En büyük oğlu Mikail (Mişel), bu savaşlar sonunda şehit oldu. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 55)

Bu esnada Karahanlılar, Samanlılar ve Gazneliler Türk ve Müslüman olmalarına rağmen, birbirleri ile Maveraünnehir, Horasan ve İran'ın egemenliği için mücadele ediyorlardı. Bu mücadelede Salçuk, işine gelen tarafı tutup güçlenmeye başladı.

999 yılında Gazneli Mahmut Horasan'ı tamamen ele geçirdi. Karahanlılar da Sâmanlılar'ı yenip Maveraünnehir'i ele geçirdiler (1001 yılı). Salçuklular da onlara tâbi oldular. 1007 yılında Salçuk 100 yaşını çok aşmış olarak vefat etti. Yerine oğlu Arslan (İsrail) yabgu oldu.
(Bakınız: NOTLAR - 4B, 56)

Bu sefer Karahanlılar ile Gazneliler arasında sürtüşme başladı. Gazneli Mahmut 1025 yılında Maveraünnehir'e girdi. Salçuklular'ı tehlikeli bulduğu için bir hile yanına çağırttığı Arslan Yabgu'yu Hindistan'a sürgüne gönderip bir kaleye hapsettirdi. Arslan o kalede 1032 yılında vefat etti. Oğlu Kutalmış, kale civarına gelip, onu kurtarmaya çalışmışsa da, imkânsız olduğundan babası ölünce geri dönmüştü.

Salçuk'un ölümünden sonra Arslan'ın yabgu olması, Mikail'in oğulları Tuğrul ile Çağrı'nın kendilerine ait gruplarla ayrılmasına yol açmıştı. Bunlar Buhara'da bulunuyorlardı ve kendi başlarına hareket etmeye başlamışlardı (1010'lar). Bu durumdan rahatsız olan Karahanlı Sultanı Buğra Han, Tuğrul'u yakalatıp hapsetti, ama ordusu Çağrı Bey'in kuvvetlerine yenilince serbest bırakmak zorunda kaldı.

Ancak bu olaydan sonra Tuğrul ve Çağrı, Buhara ve Semerkant yöresini terkettiler. Bunun sebebi ise, sayıları gittikçe artan Türkmenler'e yer bulma arzusu idi. Çağrı Rum diyarına, Tuğrul da çöle gidecekti. Çağrı, 1016 yılında Anadolu'ya gelip Vaspurakan Ermeni Krallığı'na saldırdı, Gürcü ülkesini işgâl etti. Ermeni Ani Krallığı ile yaptığı savaşta pek başarılı olamadı. Ama yine de geri döndüğünde Tuğrul'a, "Oralarda bize karşı çıkacak kimse göremiyorum" dedi. Bu olay prestijlerini arttırdığı için, etraflarına daha çok adam toplandı. Arslan Yabgu'nun ölümüne kadar, onun önemli kumandanları olarak kaldılar. Daha sonra bir süre, amcaları Musa ve oğlu Yusuf ile Selçuklular'ı ortaklaşa idare ettiler. O döneme kadar daha çok Karahanlılar'a tâbi olan Selçuklular, 1035 yılında Horasan'a göçüp oradaki Türkmenler'le birleştiler ve Gazneliler'e tâbi oldular, daha doğrusu tâbi olmak istediler. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 57)

Türkmenler 950'lerden itibaren sürekli göç ettikleri için gittikleri ülkenin yerli halkına ve yöneticilerine dert oluyorlardı. Gazneli Mahmut da onlarla çok uğraşmış, mümkün mertebe ülkesi dışında tutmaya çalışmıştır. Oğlu Mesut da Türkmenler'in dikbaşlılığından, kural tanımazlığından ve isyanlarından yıldığı için, 50 Türkmen şefini hile ile çağırtıp öldürtmüş, ama bu hareketi yeni bir isyana yol açmıştı.Yani, Türkmenler'in başına buyruk göçmen bir halk olduğu, yerleşik halklarla pek anlaşamadığı ta o tarinten bilinmektedir. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 58)

İşte Selçuklular Horasan'a yerleşirken, Gazneli Hükümdarı'na Türkmenler'i yola getireceklerini, zarar verenleri de süreceklerini bildirmişlerdi. Ama Cürcan'da bulunan Sultan Mesut bir kere yerleştiler mi, bir daha kurtulamayacağını anlamıştı. Bu yüzden üzerlerine ordu gönderdi. Bunlar Türkmenler'in bir kısmını katlettiyse de, arkadan gelenler büyük gruplarla karşılaşınca mağlup oldular.

Yapılan anlaşmayla, Selçuklulara sancak ve menşur ile üç eyalet verildi, karşılığında aileden biri Gazneliler'in yanında rehin tutuldu. Buna rağmen Selçuklular diğer Türkmenler'le birleşerek sınırlarını aştılar ve etrafta çapula devam ettiler. Nihayet Gazneli Sultanı Mesut bizzat ordusunun başında, Selçuklular'ı Horasan'dan sürmek için fillerle takviye edilmiş bir orduyla Dandanakan kalesi önünde saldırıya geçti. Ancak bir süredir devam etmekte olan çarpışmalar ordusunu yıpratmış, Selçuklular'ın aldığı tedbirler sonucu, kendileri aç ve susuz, hayvanları da otsuz kalmıştı. Mesut'a karşı olan bir kısım komutan ve asker, peyderpey Selçuklular'ın saflarına katıldı. Sonuçta Mesut, yenilmekten kurtulamadı. (1040 yılı)

Bu önemli savaş, Horasan'ın resmen Selçuklular'ın idaresine geçmesini sağladığı gibi, Gazneliler'in gittikçe gerilemesine ve Selçuklular'ın süratle yayılmasına yol açtı. Tuğrul Bey Nişabur'u kendine payitaht yaptı. Sonra Harzem ülkesini, Kirman'ı, Fars'ı ve tüm İran'ı zaptettiler. Ermenistan, Kafkasya, Azerbaycan ve Irak'ı aldılar. Gürcistan ve Abazistan'ı fethettiler. Bütün bunlar 15 yıl gibi kısa bir zaman içinde oldu. Daha sonra payitaht Rey'e nakledildi. Anadolu'da Trabzon'a kadar sefer yapıldı.

Eski Türk törelerine göre Tuğrul, büyük yabgu idi. İran ve Irak'a hükmediyordu. Kuzey Azerbaycan, Gürcistan ve Anadolu, ArslanIn oğlu Kutalmuş'un; Mezopatamya ve Suriye, Musa'nın oğlu İbrahim Yinal'ın idaresinde idi. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 59)

Selçuklular, Nişabur'u aldıktan sonra, özellikle Dandanakan Savaşı'ndan sonra, İslâm ülkelerindeki yağmalarına ve çapula son vermişlerdi. Yani artık Selçuklular da yerleşik bir toplum olma yolundaydılar. İşte aynı yıl, yani 1040'da, Karahan Sultanı Buğra Han, içyüzlerini öğrendiği İsmaililer'le savaşmış ve çoğunu yok etmişti. Tuğrul Bey de Halife'ye başvurarak Şii Buveyhiler'e karşı harekete geçmek istediğini söyledi, fakat sözünü dinletemedi!... 15 yıl sonra Halife'nin kendisi Tuğrul Bey'i çağırmak zorunda kalacaktı.

Bu arada göçe devam eden, ancak bağımsız kalmayı ve göçebe yaşamayı, yerleşik olmaya tercih eden Türkmenler, İslâm ülkelerindeki yerli halkla sürtüşmeye devam ediyorlardı. 1044 yılında Halife, meşhur âlim Maverdi'yi göndererek olaylardan Tuğrul'u sorumlu tuttuğunu bildirdi.

- "Zaptettiğin yerler sana yeter, İslam ülkesine zarar verme,"

dedi... Halife'nin o dönemde fazla gücü yoktu. Ama son derece dindar ve Halife'ye karşı saygılı olan Tuğrul Bey,

- "Ben dürüst davranıyorum, ama milletimden aç ve perişan olanlar kötü davranıyorsa ne yapabilirim?"

cevabını verdi. Ama yine de göçebeleri kontrolü kabullendi. Bir süre sonra Türkmenler, kendilerini denetim altına almaya çalışan Selçukluları hasım bildiler.

Böylece ortaya enteresan bir çelişki çıktı. Selçuklular hem Türkmenler'in iktidarıydı, hem de onlarla uğraşmak durumundaydılar!.. Yalnız bunu bazı tarihçi ve sosyolog geçinenlerin yaptığı gibi Selçuklu-Türkmen düşmanlığı şeklinde göstermek yanlış olur. Olaya, "Yerleşik şehirleşmiş Türkmenler ile hâlâ göçebe olan Türkmenler arasındaki farklı sorunlar" olarak bakmak daha gerçekçi bir değerlendirmedir. Selçuklu hükümdarları göçebe Türkmenler'e yurt bulmayı kendilerine ilk ve en önemli görev edinmişler, ama yersiz yurtsuz olanların itaatsizliklerini de hoş görmemişlerdir. Ortada iddia edildiği gibi bir "alevî katliamı" falan yoktur, huzursuzluk yaratanların tedibi, yola getirilmesi söz konusudur. (Bakınız: NOTLAR - 4B , 60)

Yine Diyarbakır Emiri Nasirüddevle, Türkmenler'den şikayet edince Tuğrul Bey,

- "Kullarımın senin memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir Suguur (uçbeyi) emirisin.
Onlara mal verip kâfirlere karşı kullanmalısın. Zira onların asıl maksadı Ermeni beldeleridir,"

demiştir.

1047 yılında Nişabur'a gelen kalabalık bir Türkmen grubuna oradaki Selçuklu Beyi İbrahim Yinal,

- "Rum diyarına gidiniz. Ben de arkanızdan geleceğim,"

diyerek yön göstermiştir... Böylece Selçuklular, akın akın göç eden Türkmenler'e hem yer buluyor, hem de âsi beylerini düşmanla meşgul ederek devlet düzenini koruyorlardı.

O tarihlerde Anadolu'da bir kısım Rum halkının yanı sıra, Bizans'ın İslâm saldırılarına karşı yerleştirdiği Müslüman olmayan Peçenek, Uz, Kuman gibi Türk boyları da vardı. Yani Anadolu 1071 tarihinden çok önceleri Türkleşmişti. (Bakınız: NOTLAR - 4B, 61)

Ne var ki, 928 yılında tekrar güçlenen Bizans, karşı hücuma geçip kaybettiği toprakları geri almış, Müslümanlar'ın elinde sadece Diyarbakır, Mardin ve Siirt kalmıştı.

İslam Devleti'nin Bizans'a sınır üç Suguur'u vardı: Doğu Anadolu (Ermeniye), Malatya (Ceziriye), Şam (Suriye)... Bu uçbeyliklerinin halkı hep harp içinde yaşardı. Bilhassa IX. Asır'dan itibaren de çoğunluğunu da Türkistan ve Horasan'dan gelen gaziler oluşturuyordu. Bu beylikler bir nevi askeri cumhuriyetlerdi. Halife'ye bağlıydılar ama kendi adlarına para bastırırlar, emir veya sultan diye anılırlardı... Türk masallarındaki "şehzâde, padişah kızı" diye geçen kişiler, elbette 36 Osmanlı padişahı ile ilgili değil; bu bölgenin, Horasan'ın, bütün Türk diyarının sayıları yüzleri bulan padişahlarından kalmadır.

Aşağı yukarı üç asır süren bu dönem (700'ler-1000'ler), bize Seyyit Battal Gazi gibi kahramanların, komutanların destanları ile intikal etmiştir.

Tuğrul Bey, Azerbaycan ile ilgilenirken, Kutalmış Ermenistan'a girdi. O tarihlerde Ermeniler Bizans hakimiyetindeydiler. 1045 yılında bir Bizans ordusunu yendiyse de, 1047 yılında yenik düştü. İşte bu yenilgiden sonra Anadolu'nun fethi sistemli bir şekilde planlandı. 1048'de Hasankale'de yeni bir muharebe oldu. Bizans ordusu yenildi. Yapılan anlaşmayla, o zamana kadar İstanbul'daki camide Fatımi Halifesi adına okunan hutbenin Abbasi halifesi ve Türk Hakanı adına okunması sağlandı. Halbuki adına hutbe okunan halife İslâm Devleti'nin lideri olmak bir yana, Bağdat'tan dışarı çıkamıyordu. Selçuklular'dan önce Endülüs, Mısır, Suriye, İran, Türkistan hep İslâm Devleti'nden (Abbasiler) kopmuştu. Ancak Tuğrul Bey, halifeye gösterilecek saygının İslâm'ın birliğini sağlamakta yararlı olacağı düşüncesindeydi.

Nitekim, çıkan bir Şii-Sünni çatışmasından sonra, Buveyhlilerden bezmiş olan Halife Kaim Biemrullah'ın daveti üzerine, bu konuya el attı. Mekke yolunu ıslah etmek ve hacıları emniyete almak için Bağdat'a gelerek Buveyhoğulları devletini yıktı. Çağrı Bey'in kızını da halifeye vererek onunla akrabalık kurdu. (1055)

Aslında Buveyhliler de Türk'tü. Kürtlük iddialıra doğru değildir. Deylem'de iken Alioğullarından Zeyd'in torunu Hasan'ın kurduğu devlet zamanında Alevileşmiş, sonradan kendileri İran'da bir devlet kurmuş ve Şiileşmişlerdi. Hatırlanacağı gibi, Zeydi Alevileri ilk üç halifeyi de kabul eden mutedil bir inanca sahiplerdi. Buveyhliler Bağdat'ı aldıktan sonra halifeye dokunmamayı menfaatlerine daha uygun buldular. Hatta Şii olmalarına rağmen, Fatımi Halifesi adına hutbe okutmaktan bile çekindiler. Bizce makbul olmayan yanları, Bizans'ın İslâm ülkesine yaptığı saldırılara (900'ler) ilgisiz kalmaları, böylece ülkenin bölünmesine, Müslümanlar'ın öldürülmesine veya tekrar Hıristiyan yapılmasına ses çıkarmamalarıdır. Bu açıdan Ali'ye pek uydukları söylenemez.
(Bakınız: NOTLAR - 4B, 62)

Tuğrul Bey'in tutuklattığı Buveyhli komutan Arslan Besasiri sonradan hapisten kaçtı. Arslan adından da TÜRK oldukları anlaşılır... Ürslan, dağılmış olan Buveyhliler'i etrafına topladı ve Selçuklular'ın isyanlarla uğraşmasından yararlanarak Bağdat'ı ele geçirdi. Halife kaçmak zorunda kaldı (1058) Besasiri bu sefer çekinmeden hutbeyi, Şii Fatımiler Halifesi adına okuttu. Böylece Orta Asya'nın, Selçuklular'ın dışında kalan ve Endülüs haricindeki bütün İslam ülkesinde Şiilik hâkim oldu!.. Ama bu ancak bir yıl sürdü... Tuğrul Bey tekrar Bağdat'a geldi, Halife'yi eliyle tahtına oturttu. Bu kez onun kızını kendine alarak akrabalık bağlarını pekiştirdi. (1059)

İbrahim Yinal Tuğrul Bey'e isyan etmiş, fakat yapılan savaş sonucunda yenilerek 1059 yılında idam edilmişti. 1060 yılında Çağrı Bey, 1063 yılında da Tuğrul Bey vefat etti. Yerine Çağrı'nın oğlu Alparslan geçti.

Alparslan önce Bizans'ın bir vilayeti olan Ermenistan'ı aldı. Gürcistan, Şirvan ve Halep'i zaptetti. Karşı hücuma geçen Bizans İmparatoru Diyojen, Türkler'in eline geçmiş olan Doğu vilayetlerini geri aldı. Malazgirt'i tahrip edip kale muhafızlarını idam etti. O sırada Alparslan ordusunu dağıtmıştı. Sulh istediyse de, İmparator Rey ve Bağdat'ı talep edince savaşmak kaçınılmaz oldu.

İmparatorun yanında 200.000, Alparslan'ın yanında ise düzenli 15.000 kişi vardı. 26 Ağustos 1071 Cuma günü Alparslan sabah namazını kılıp beyaz elbiseler giydi. Ordusuna döndü,

- "Artık ben bir hakan değil, neferim. Ölürsem bu elbise kefenim olsun,"

diyerek taarruz emrini verdi. Selçuklu ordusunun kahramanlığının yanında, Bizans ordusunda bulunan Uz, Peçenek gibi Türk boylarının, karşılarında düşman diye gördükleri kişilerin kendi âdetleriyle savaşan Türkler olduğunu öğrenmeleri ve Alparslan'ın saflarına geçmeleri, zaferi kolaylaştırdı.

Malazgirt savaşı ile Anadolu Selçuklular'a kesin olarak açıldı. Alparslan'ın ordusuyla birlikte Türkmen oymakları, onların peşine takılarak İran-Irak dağlarından kalkıp gelen Kürt aşiretleri Anadolu'ya girdiler... Kürtler'in Anadolu'daki varlığı böyle başladı. Yoksa öyle Kurti, Komagene gibi kelimelere bakarak 5000 yıllık bir tarih çıkarma çabaları boş ve temelsizdir.

Alparslan'a Esir düşen İmparator Diyojen, bir milyon dinar karşılığı serbest bırakıldı ama, İstanbul'a dönerken Ermeni Kralı tarafından yakalanıp gözlerine mil çekildi.

Alparslan, oğlu Melikşah'a bir de Bizanslı prenses aldı. Bununla, "kadının malı kocasının" töresi gereği Bizans'a tâlip olduğunu göstermek istiyordu. Sonra Melikşah'a, Semerkant'ta Kanklı bir Türk hakanının kızını daha aldı. Kendi kızını da Halife'nin torununa verdi.

Mekke'ye gidip nâmına hutbe okuttu. Böylece Kâbe ve civarı da Türk idaresine girdi. Bu arada isyan eden Buhara beyleri ile Harzemli Yusuf'a derslerini verdi. Tutuklanan Yusuf burada da kendisine kafa tutunca, cesur fakat tedbirsiz Hakan, sinirlenerek bırakılmasını emretti. Yusuf bir anda hançerini çekip Alparslan'ı şehit etti. (1072) Büyük bir Türk, gururu yüzünden 40 yaşında bu dünyadan göçmüş oldu.

Aynı tarihlerde Uygfuir Türkü Yusuf Has Hâcip, KUTATGU BİLİG adlı eserini yazıp Doğu Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han (Ebû Ali Hasan bin Süleyman Arslan)’a sunuyor, Kaşgarlı Mahmud da DİVÂN-I LUGAT-IT TÜRK'ü hazırlıyordu!..

Alparslan'ın oğlu Melikşah'a 10 milyon kilometrekarelik koca bir imparatorlukla birlikte, mükemmel bir devlet adamı olan veziri Nizamülmülk'ü devretmişti. Zamanında 200 kadar padişah, han ve şehzade önüne gelip bağlılığını bildirmişti. Alparslan, Türklüğe son derece bağlı, Türkçe konuşan, halifenin verdiği ünvanları kullanmayan, âlimlere, şâirlere destek olan muhterem bir zattı.

Bu arada Melikşah da yeni halifeye kızını vererek akrabalığı kuvvetlendirdi. Çok gayretli bir hakandı. Yemen'den Amuderya'ya, Anadolu'dan Hindistan'a dayanan koca imparatorluğu 12 defa dolaşmıştır. Hanedan mensuplarının çıkardığı isyanları bastırdı. Nizamülmülk ile birlikte pek çok iş başardı. Ülkeye yollar, çöllere kuyular açtırdı. Yeni şehirler inşa ettirdi. Ömer Hayyam'ın da katkısıyla meşhur Celâli Takvimi'ni hazırlattı... Melikşah dönemi Selçuklular'ın "Altın Çağı" idi. Hasan Sabbah'ın yarattığı tedhiş dışında ülkede asayiş hakimdi.

Ancak son yıllarında Nizamülmülk ile arası açıldı. Nizamülmülk, gelecekte büyük şehzade Berkyaruk'un sultan olmasını istiyordu. Melikşah'ın sevgili karısı Turhan ise, oğlu Mahmut'un veliaht olmasına çalışıyordu. Bu sebeple Nizamülmülk'ü kocasına kötüledi. Sonunda Melikşah, "Devletime ortak mısın?" diyerek vezirlik alâmeti olan börk ve diviti geri istedi. Nizamülmülk de,

- "Padişah bilsin ki onun tacı, tahtı ile benim börküm ve divitim birbirinden ayrılmaz şeylerdir. Ayrılırsa bâki kalamaz,"

dedi. Buna kızan Melikşah, Nizamülmülk'ü azletip, Turhan Hanım'ın tuttuğu Tac-ül Mülk'ü vezir yaptı. Bu kişi, içten pazarlıklı beceriksiz olduğu kadar da hırslı biriydi. Devletin başına belâ oldu.

Köşesine çekilen Nizamülmülk, geçmişte çok uğraştığı Hasan Sabbah'ın fedailerinden biri tarafından şehit edildi (1092). 33 gün sonra da Melikşah vefat etti. Böylece Nizamülmülk'ün işaret ettiği husus gerçekleşmiş oldu.

Yetkisi olmamasına rağmen, padişah eşlerinin devlet idaresine karışmasının acı sonuçlarından birincisi, Nizamülmülk gibi bir vezirden mahrum kalmak, ikincisi de böyle önemli bir mevkiye Tac-ül Mülk gibi hiç de ehil olmayan birinin gelmesi olmuştur. Böylece devlet de parçalanmıştır.

Halbuki Nizamülmülk, adı gibi devleti de nizama sokmuştu. Devletin evrak teşkilatını oluşturmuş, kademelerini tesis etmiş, toprakları IKTA sistemine göre başarılı askerlere tahsis ederek hem onları ödüllendirmiş hem de iyi idare edilmesini sağlamıştı. Bağdat'ta Nizamiye diye bilinen medreseyi kurmuş, ayrıca eğitim sistemini geliştirmişti. Arkadaşı olan Ömer Hayyam gibi pek çok şâir ve âlim onun da desteği ile sultanın iltifatına mazhar olmuşlar, değerli eserler vermişlerdir. Nizamülmülk'ün etkisi bizlere kadar uzanmıştır. O kadar ki, hâlâ askeriyede olduğu gibi, pek çok devlet binasının ana giriş kapısına "Nizamiye" denir. Nizamülmülk'ün "Siyasetnâme" adlı eseri, Makyavel'den çok önce devlet adamlarına ışık tutmuştu. Prensipleri hâlâ da geçerlidir.

Melikşah'ın ölümü üzerine, Turhan Hatun tahta 4 yaşındaki oğlu Mahmut'u geçirmek istemişti. Bu esnada Berkyaruk İsfahan'da, Mahmut da Bağdat'ta idi. Devletin bir tarafında Berkyaruk, diğer tarafında da Mahmut hüküm sürmeye başladılar. Bu esnada, daha önceden Fatımiler'den Suriye'yi alan Adsız'a yardıma gitmiş, ama onu öldürerek Suriye'de ıkta sahibi olmuş olan Tutuş ayaklandı. Tutuş, Melikşah'ın kardeşiydi. Horasan'da da Melikşah'ın öteki kardeşi Arslan Argun başkaldırdı. Melikşah'ın üçüncü oğlu Mehmet ise, kendisine ıkta olarak Berkyaruk tarafından verilen Gence havalisinde hutbeyi kendi adına okutmaya başlamıştı. Yani o da bağımsız olmak arzusundaydı. Daha sonra da dördüncü kardeş Sancar (Sencer) yine Horasan'da başına buyruk hareket etmeye başladı. Melikşah'ın diğer kardeşi Böri Pars ise Arslan Argun ile hareket ediyordu.

Mahmut iki sene sonra, 1094 yılında vefat edince taht, Berkyaruk'a kaldı. Ama 12 yıllık saltanatı; üç amca, üç kardeş ile taht mücadelesi, "Haşhaşî" fesatı ve anarşi ile geçti. Ondan sonra İsfahan'da sultan olan Gıyaseddin Ebu Seca, 14 yıl kadar hüküm sürdü. Bu devirde Haşhaşîler sultanı öldürmeye cesaret edecek kadar güçlenmişlerdi. Sonra, 1117 yılında Sancar hakan oldu. Sancar, Berkyaruk zamanında, daha 12 yaşında iken, Gazne seferine katılmış ve orayı zaptetmişti. Böylece Horasan, Sogd ve Semerkant da onun hissesine düşmüştü. Ama bu yerlerin beyleri, kendisini tanımadılar. Aslında Melikşah zamanında parçalanmış olan Selçuklu İmparatorluğu, böylece dağılmış ve tamamen taksim edilmişti. Ayrıca dışarıdan gelen baskılar bu dönemde çok artmıştı. Kuzeyden Karahıtaylar, Harzemşahlar, Şaman Oğuzlar ülkeye saldırıyorlardı. Selçuklular toparlanmaya ve birleşmeye çalıştılarsa da geç kalmışlardı.

Sancar isyanları bastırmaya uğraşırken, 1142'de Guz Türkmenleri'nin eline düştü. Ülkenin eserleri, kıymetli hazineleri yağma edildi. Sancar 1152'de esaretten kurtulduysa da bir daha saltanat tesis edemedi. 1157 yılında da vefat etti. İmparatorluğun doğusu Karahıtaylar ile Harzemşahların eline geçti (1187).

*****

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: BÖLÜNEN İMPARATORLUK , NOTLAR - 4B , HARİTALAR , 12 İMAM DÖNEMİ , SAYFALAR