Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ

ONSEKİZİNCİ BÖLÜM: ŞEYH BEDREDDİN'İN GİRİŞİMLERİ

Bedredddin devrin idaresini beğenmiyordu. Bütün dinlere mensup olanlara kapısını açmıştı. Şeyh Bedreddin'in bu fikirleri, 500 yıl sonra ortaya çıkacak komünizme benzer görünüyordu ama, onun gibi sosyal emperyalizm amacı gütmüyordu. Amacı bir süper yönetici sınıf yaratmak ta değildi. Yine de kendisini Şiilikle, Mazdekiliğe meyyal olmakla itham edenler çıkmıştır.

Nazım Hikmet'in de Şeyh Bedreddin'e olan hayranlığı, Türk toplumu içinde Marks'tan çok önce bir "komünist" yakalamasından dolayıdır. Gerçekten de Şeyh Bedreddin çağımızda gördüğü bütün ilgiyi din ve tasavvuf bilgisine değil, bu yönünün aydınlarımızın (!) ilgisini çekmesine borçludur. Zamanımızın çoğu din adamı ise, Şeyh Bedreddin'i dinden çıkmış sayar.

Aslında Şeyh Bedreddin, İslam'ın temel esaslarından miras ve şahsi mülk, ticaret gibi esaslarına aykırı bir tez atmış görünmektedir. Ancak bunu ne şiilikten, ne de Mezdekilikten almıştır. O bunu Türk'ün Orta Asya'da geliştirdiği ve ta Kuzey-Güney Amerika'ya yayılan ve kızılderili gelenekleri arasında yer alan ortak yaşam prensiplerinden almıştır. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 42)

Şeyh Bedreddin çok yakından biliyordu ki, eski Türklerde beylerin ne kadar serveti varsa, hepsi İL'indi, yani ülkenin ve halkının!.. Bey ve hatunlar sık sık şölenler verirler, bu sofralarda zengin-fakir ayırımı yapılmadan herkes yer içerdi. Bunlar arasında çıplak olanlar, bu vesile ile giydirilir, borçluların borçları ödenir, düşkünlere yardım edilirdi. Türkler böyle ziyafetlerde kımız içer, kopuz çalar; böylece aile ve boy fertleri bir araya gelme fırsatı bulurdu. Bu âdet Bedreddin'in müritlerine şarap içme, saz çalma olarak yansımıştı.

Türk kadını kaç-göç bilmez, erkeğinin daima yanında olurdu. Daha önce de söylediğimiz gibi, zayıf olduğu için, tecavüz vakalarında kadın suçlanmaz, itibarını kaybetmez, hatta doğurduğu çocuk cemiyet dışı sayılmazdı. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 43) Bunun yerine tecavüz eden erkek ayaklarından yay gibi eğilmiş iki ağaca bağlanır, ve ağaçlar bırakılarak ikiye parçalanırdı.

Bedreddin'in bu düşünceleri Türkmen kökenli Anadolu halkı arasında, bilhassa Bursa, Aydın, Konya vilayetlerinde yayıldı. Sakız'a, Girit'e kadar uzandı. Düşüncelerini yayma görevini daha çok Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal üstlenmişti. Her ikisi de tarikat gereğince Bedreddin'in halifesi idi.

Halk Börklüce Mustafa'ya "DEDE SULTAN" demeye başladı. Karaburun'a yerleşip etrafına adam toplamaya girişti. Bu arada hıristiyanlara önem verdiğinden, Giritli bir papaza deniz üzerinde yürüyerek gittiği de rivayet edilir. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 44) Bu arada Torlak Kemal de Manisa civarına yerleşmişti. (1414)

Nihayet, tarikatın büyümesinden ürken Çelebi Mehmed, üzerlerine asker gönderdi. Saruhan valisi Süleyman Bey ile ordusu, 6000 derviş tarafından yokedildi. Bu olay taraftarlarını arttırdı. Arkadan gelen bir ikinci orduyu da alt ettiler. Bu zafer dervişlerin durumunu kuvvetlendirdi. Her kim Osmanlı'ya yardım ederse öldürüleceğini ilan ettiler, ve hemen tarikate girmesini istediler... Böyle bir kararı Şeyh Bedreddin'e bağlamak yanlış olur. Bizce bu doğrudan Börklüce Mustafa'nın fikridir.

Gaile iyice büyüdü. Sultan Mehmed 12 yaşındaki oğlu Murad Çelebi'yi bir ordu ile üzerlerine gönderdi. Bu ordu İzmir'den Çeşme'ye kadar kime rastladıysa kesti. Nihayet Karaburun'da iki ordu karşılaştı. Dede Sultan'ın yanında 10.000 derviş vardı. Bunların 4.000'i savaşta öldü. DEDE SULTAN yaralı olarak ele geçirildi, türlü işkenceye rağmen tarikatten dönmedi. Müridleri ise "Yetiş DEDE SULTAN!" diye haykırarak kendilerini kılıçların üzerine attılar. Dede Sultan da çarmıha gerildi, cesedi köy köy dolaştırıldı.

Bedreddin felsefesi İzmir-Aydın yöresinde yüzyıllarca yaşadı. Ama en önemlisi DEDE ünvanının tarikat içinde kullanılmaya başlaması idi. Böylece BABALIK DÖNEMİ sona ermiş, ve Anadolu alevileri arasında zamanımıza kadar gelecek olan DEDELİK sistemi başlamıştı. Bu sistemin İzmir-Aydın bölgesinden Doğu Anadolu'ya nasıl gittiğini ise ilerde göreceğiz.

Börkluce Mustafa'nın idamı ile hüküm yine kendini göstermişti. ŞEYH BEDREDDİN'in halk yararına düşünceleri, Borklüce Mustafa'nın elinde Devlet'e kafa tutma aracı haline gelince, kafası yuvarlanıp gitmişti. İktidarda olan ne kadar kötü olursa olsun, dini öne sürüp Devlet'e başkaldıran, ilerde de daima aynı akıbete uğrayacaktır.

Dede Sultan'a işkence edilmiş olması ise, tasvip edilemez. Ne var ki, henüz toparlanmakta olan Devlet, caydırıcı davranmak istemişti.

Ordu sonra Manisa tarafına yürüyüp Torlak Kemal'in 2-3.000 müridi ile çarpıştı. Onlar da yenildi. Torlak Kemal asıldı. (1417)

Şeyh Bedreddin Börklüce Mustafa'nın ayaklandığını duyunca, bundan kendisinin sorumlu tutulacağını düşünerek İznik'ten kaçtı. Karısını, çocuklarını, torunlarını geride bırakmıştı. Asıl amacı Merv, Buhara, Semerkant, Taşkent gibi dünyanın en büyük İslam âlimlerinin toplandığı yerlere gitmekti.

Kastamonu'ya geldiğinde İsfendiyar Bey karşı çıkıp Şeyh'i sarayına getirdi. Tanrı'nın takdiri, o gece İsfendiyar Bey'in bir oğlu oldu. Bey çocuğu getirip Şeyh Bedreddin'in kucağına koydu. Bedreddin de bir hurma çiğneyip bebeğin ağzına akıttı. Sağ kulağına EZAN okudu, sol kulağına KAMET getirdi. Adını İsmail koydu. Böylece 1000 yıl önce ARSLAN BABA'nın dilinin altına Peygamberimizce konup ta, AHMED YESEVİ'ye ulaşan hikmet sembolü HURMA kıssası tekrarlanmış oldu.

Ancak İsfendiyar Bey, İran ve Turan hükümdarı Timur'un oğlu Şahruh'un zalim bir hükümdar olduğunu söyliyerek, Şeyh Bedreddin'i Türkistan'a gitmekten caydırdı. Bedreddin Kırım'a doğru yola çıktı ama, oraya da varamadı. Eflak sahillerinde gemisi saldırıya uğradı. Bedreddin de bir süre dolaştıktan sonra Bulgaristan'da Deli Orman mevkiindeki Dobruca'ya geldi.

Tarih kitaplarının çoğu, her nedense onun burada huruca karar verdiğini yazıyor ve olayı şöyle anlatıyor:

Bir yandan taraftarlarını arttırırken, bir taraftan da etrafa şöyle bildiriler göndermeye başladı:

- "Bundan sonra padişahlık benimdir. Sancak isteyen, danışmanlık isteyen, her ne isteyen varsa, yanıma gelsin!"

Sultan Çelebi Mehmed o tarihlerde Selanik'te bulunuyor, şehri zaptetmeye çalışıyordu. Bedreddin'in ayaklanmasına son derece üzüldü. Bu meseleyi halletmeden başka bir işe girişmek istemedi, Serez'e çekildi. O sırada Şehzade Murad Anadolu'daki Börklüce ve Torlak isyanını bastırmış, serbest kalmış ve Rumeli'ye geçmişti. Bu ikisinin kötü akıbeti Bedreddin'in etrafındaki pek çok dervişin ayrılmasına sebep oldu. Serez'de ümitsiz bir muharebeden sonra da Şeyh, ele geçti.

Bezmi Nusret Kaygusuz ise, Şeyh Bedreddin'in bir akıl ve mantık ustası olduğunu söyleyip, böyle aptalca bir davranışta bulunmıyacağını belirtiyor ki, biz de katılıyoruz. Ona göre, Şeyh Bedreddin bütün bu olanlardan üzüntü duymuştu ve Sultan'a "Nur-ul Kulub" (Kalplerin Nuru) adlı kitabını sunarak özür dilemek niyetindeydi.

Ancak o tarihlerde Rumeli'de Bektaşilik yaygındı. Bunun sebebi de SARI SALTUK diye bilinen Mehmet Buhari'nin 1325 yılında Köstence ve Varna taraflarına gelip halkı dergâhına çekmesi idi... Bilindiği gibi Sarı Saltuk Hacı Bektaş-ı Veli'nin manevi halifelerindendir. Rumeli'deki Babaeski, Baba Dağı gibi yerler hep bu Bektaşi izlerini taşır.

İşte bu Bektaşiler Şeyh Bedreddin'in düşüncelerini kendilerine yakın buldukları için onu bırakmadılar. Nereye gittiyse hürmetle karşılandı. Bunu padişaha abartarak ilettiler. Hatta peygamberlik iddiasında bulunduğunu söylediler. Bu da akla Baba İshak olayını getirdi. Sultan Mehmet Şeyh Bedreddin'in üzerine 200 atlı gönderdi. Şeyh ise o sırada yola çıkmış, Serez yakınlarına gelmiş idi.

Şeyh Bedreddin kötü durumda olduğunu görünce kendi rızası ile teslim oldu, aman diledi. Padişahın iradesi üzerine âlimler heyeti toplanarak günlerce çalıştı. Mevlana Haydar:

- "Şeyh Hazretleri, nedir bu inadın?.. Bunca âlim fikirlerinin isabetsizliğini deliller ile gösterdiği halde, hâlâ en doğrusu benim fikrimdir, diyorsun."

Şeyh Bedreddin cevap verdi:

- "Karşımdaki âlimlerin hangisi kitap sahibidir?.. Aralarında kitaplarımdan feyz almamış var mıdır?.."

Bir rivayete göre Sultan Mehmed de kendisine bazı sorular sordu:

- "Ne için ulul emre muhalefette bulundun?"

- "Sen niye hakka aykırı hareket edip benim hacca gitmeme izin vermedin?"

Sonunda fetva verildi: "Kanı helâl, malı haramdır!.."

Başka bir rivayete göre Şeyh'e sorulmuş:

- "Zeyd, zamanın padişahına huruç ettikte, hakkında ne lâzım gelir?"

- "İdamı gerekir!.."

demiş ve kendi idam fetvasını imzalamış.

Bedreddin'in verdiği cevap doğrudur!.. Her kim olursa olsun, devrin Devlet reisine beşeri hataları, veya kişisel düşmanlığı, siyasi emelleri hatta ülke menfaati bahanesiyle başkaldıran herkesin cezası, İslam kurallarınca idamdır. Zaman ve tarih bunun bir İLAHİ HÜKÜM olduğunu göstermiştir.

Kaçınılmaz son gelmişti. Serez çarşısında bir siyaset sehpası kuruldu. Şeyh Bedreddin yüzünde ulvi bir ifade ile ruhunu teslim etti. (1420) Tanrı rahmet eylesin!..

Serez'e defnedilen Şeyh Bedreddin'in kemikleri, Lozan Anlaşması üzerine 1924 yılında İstanbul'a getirildi, bir süre depolarda saklandıktan sonra, 1961 yılında Cağaloğlu'ndaki Sultan 2. Mahmut türbesinde toprağa verildi. Yeri bellidir, ancak mezar taşı yoktur.

Şeyh Bedreddin'in aynı tarihlerde Rumeli'ye gelen ve 1422 yılında ortaya çıkıp saltanat iddiasında bulunan Şehzade Mustafa'yı desteklediği de söylenir.

Bilindiği gibi Şehzade Mustafa babası Yıldırım Bayezid ile birlikte Timur'a esir düşmüş, Timur'un vefatından bir süre sonra serbest bırakılarak Anadolu'ya dönmüş, Rumeli'de ortaya çıkmıştı.

Şehzade Mustafa'nın ayaklanması 2. Murad dönemine denk gelir. Taraftar toplamasını güçleştirmek için kendisinin asıl şehzade olmadığı öne sürülmüş, bu yüzden de tarihe Düzmece Mustafa olayı olarak geçmişti.

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: AYDIN BEYLİĞİ VE ŞEHZADE MUSTAFA , NOTLAR - 5B , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR