Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ALİ HAYDAR BAŞVEREN'İN ARAŞTIRMA YAZISI


ALEVİ-SÜNNİ SÜRTÜŞMESİNİN İÇYÜZÜ


BEŞİNCİ KISIM

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM: 12 İMAMLI ALEVİLİK TİMUR'UN SAYESİNDE ANADOLU'YA GİRDİ!

Cengiz'in ordusu Harzem devletini yıkmış, torunu Hulagu Bağdat'ı zaptedip, son Abbasi halifesi El Mutasım'ı bir çuvala koyup atlara çiğnetmişti. Bir süre sonra Anadolu Selçuklu İmparatorluğu yine Cengiz'in torunları İlhanlılar tarafından yıkılmıştı.

O yıllarda İran'da Erdebil'de Şeyh Safiyuddin adlı kişinin kurduğu sünni bir tarikat ön plâna çıkmıştı. Şeyh Sayiyuddin etkisini Anadolu'ya da yaymak istiyordu. Dönemin İlhanlı veziri de Şeyh'e büyük saygı gösteriyor, bu da şeyhin işini kolaylaştırıyordu. Ne var ki, bu akımın Anadolu'da fazla revaç bulmamasının sebebi vardı.

Hemen aynı tarihlerde Anadolu Hacı Bektaş, Mevlana gibi âlimlerin ve onların müritlerinin, halifelerinin, bunların yanısıra diğer Horasan Erlerinin, gerçek alevilerin irfanı ile yoğrulmaktaydı. Yunus Emre, Geyikli Baba, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Ahi Evran gibi muhterem zatların yanında Şeyh SaFiyuddin'in müritleri hafif kalıyordu. Yine de bu tarikatın HOCA ALİ vasıtasıyla Hacı Bayram'ın mürşidi Hamiduddin-i Aksarayî'yi etkilediği söylenir... ERDEBİL'i merkez edinmiş bu tarikatın çevresine pek çok Türkmen toplanmıştı. Bölge zaten şimdiki Güney Azerbeycan'dı, yani TÜRK diyarı idi. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 47)

Yıllar böyle geçti... Safiyuddin'in postuna oğlu Bedreddin (1335), onun yerine de oğlu HOCA ALİ geçti. İşte her şey dönemin ünlü hükümdarı Timur'un bu Hoca Ali'ye yakınlık göstermesiyle başladı.

Timur 1402 Ankara Savaşı'ndaki galibiyetinden bir süre sonra Şehzade Mustafa ile birlikte Semerkant'a dönmeye karar verdi. Yanına esir aldığı 30.000 kadar Sivaslı Türkmen ile, ta Moğol istilası sırasında Anadolu'ya yerleşmiş Kara Tatar diye bilinen soydaşlarını da aldı. Yolu üzerinde Hoca Ali'nin Erdebil'deki dergâhına uğradı.

Bu tarikat o dönemde hâlâ sünniliğe yakındı. Ankara Savaşı'nda Ahmed Yesevi Hazretleri'nin mânevî desteğini almış olan Timur'un, dönemin şeyhi HOCA ALİ'ye büyük zaafı olmasının sebebi de bu idi. (Bakınız: NOTLAR - 5B, 48)

Öyle olması gerekir. Çünkü Nakşıbendiliği Anadolu'ya getirenin de Timur olduğu rivayet edilmektedir. Timur'un şeriata düşkünlüğünü sezen Osmanlı ricali ve üleması, ona şirin görünmek için hemen bu akımı benimsediler. Bir müddet sonra da Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'ni 2. Murad'a gammazlıyacak kadar yobazlaştılar.

Timur, bir kaç gün Hoca Ali'nin misafiri oldu. sonra tekrar yola koyulurken yük olmasınlar diye, yanındaki esir Türkmenler'in idamını emretti. Hoca Ali, Timur'dan Türkmenler'i bağışlamasını ve onları kendisine mürit olarak vermesini istedi. Timur şeyhini kıramadı. Bu 30.000 Türkmen böylece can borcu ile, Hoca Ali'ye gönülden bağlandılar.

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TİMUR'DAN FATİH'E, HOCA ALİ'DEN ŞEYH CÜNEYD'E

Hoca Ali'den sonra yerine oğlu İbrahim, onun yerine de oğlu Cüneyd geçti. Şeyh Cüneyd, 2. Murad ile çağdaştır... Şeyhlik postu için amcası Şeyh Cafer ile mücadele etmiş, yenilince Anadolu'ya kaçmıştı.

Şeyh Cüneyd zamanında bölgede 4 büyük devlet vardı: Anadolu'da OSMANLI İmparatorluğu, İran'da AKKOYUNLU Devleti, Irak'ta KARAKOYUNLU Devleti ve Mısır'da MEMLÜK Devleti. Bunların hepsi de TÜRK devletleri idi. Şeyh Cüneyd etkisini işte bu ülkelerde göstermeyi planlıyordu. Ama işi pek te kolay değildi.

Karakoyunlu hükümdarı bir fırsatını bulup Anadolu'ya gelen Şeyh Cüneyd'i Endülüs'e sürdü. Ancak Cüneyd bir yolunu bulup oradan ayrıldı ve 2. Murad'dan Kurtbeli'nde oturma izni istedi. Padişah kendisine ve dervişlerine hediyeler verdi, ama izni vermedi. Cüneyd'in başvurduğu Karaman Beyi de aynı şekilde davrandı.

Şeyh Cüneyd bunun üzerine, Toroslar'da yaşıyan Varsak Türkmenleri'nin yanına gitti. Onlar kendisine ilgi gösterdiler. Çoğu müridi oldu.

Karaman Beyi olayı duyunca, Cüneyd'i tevkif ettirmek istedi. Şeyh İskenderun'a kaçtı. Bu sefer orada bir tekke kurdu. Epey taraftar topladı.

Sonra Samsun taraflarında, Canik dağlarına yerleşti. Bu bölgeler Yörgüç Paşa'nın Türkmen beylerini zor kullanarak hizaya getirdiği yerlerdi. Aradan çok zaman geçmediği için Türkmenler'in yarası daha kapanmamıştı. Bu sırada Padişah Fatih Sultan Mehmet idi. Şeyh Cüneyd Karadeniz'de kolayca güçlendi. Ancak Trabzon Rum İmparatorluğu'nu ele geçirmeye kalkınca, Fatih müdahale etti.

Cüneyd geri çekildi. Bu sefer Diyarbakır'a gitti. Nasıl Timur, Hoca Ali'ye yakınlık göstermişse, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan da Şeyh Cüneyd'e ilgi duydu. Bunda belki her ikisinin de Fatih'i rakip görmesinin etkisi vardı. Ayrıca Uzun Hasan'ın yanında Yörgüç Paşa'dan kaçmış Türkmenler de vardı... Bu Türkmenler zamanla Kürt aşiretlerle yakınlaşacak ve ilerde Kürt sayılacaktır.

Cüneyd bundan sonra Erdebil'e döndü. Uzun Hasan, Şeyh Cüneyd'e kız kardeşi Halime Begüm'ü verdi. Bu suretle Cüneyd, dinî hüviyetinin yanısıra, bir de hanedana mensup olma özelliği kazandı. Zaten hükümdar gibi giyinmesi, onun sadece dini bir lider olarak kalmak istemediğini ortaya koyuyordu.

ŞEYH CÜNEYD, SAFİYUDDİN'İN TARİKATINI YENİ BAŞTAN DÜZENLEDİ. BUGÜNKÜ İRAN ŞİİLİĞİ'NİN TEMELİNİ ATTI. ŞEYHLİK KIYAFETİNİ BIRAKTI. BİR HÜKÜMDAR GİBİ GÖSTERİŞLİ GİYİNMEYE BAŞLADI. FİKİRLERİ, TİMUR'LA BERABER GELMİŞ OLAN VE ERDEBİL'DE YAŞIYAN 30.000 TÜRKMEN'İN TORUNLARINI DA, TABİİ OLARAK ETKİLEDİ.

Şeyh Cüneyd, müthiş karizmasıyla, Göçebe Türkmenler'in eski Şamanistik doğaüstü güçler inancına seslenerek, onları kendisinde de böyle güç ler olduğuna inandırmıştı. R. Savory, bazı Türkmenler'in Cüneyd'e "ilah" gözüyle baktıklarını, oğlu Haydar'a da "ibnullah" (Tanrı'nın oğlu) diye hitap ettiklerini belirtir. (Iran, Under the Safavids) Haydar'ın oğlu Şah İsmail'in de pek çok Türkmen tarafından öyle görülmesi, ve Ali'yel özleştirilip "Şah'a gidelim" anlayışına varması bu noktada başlar.

Şeyh Cüneyd, bir süre sonra ılımlı Şii olan Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah'la çatışmıştır... Belki de Şiiliğe meyletmesi yüzünden, henüz müslüman olmamış Çerkezler üzerine gaza düzenlediği sırada, Sünnî Akkoyunlu hükümdarı ve kayınbiraderi Uzun Hasan tarafından gönderilen kuvvetler tarafından öldürülmüştür. Yerine de Şeyh Haydar geçmiştir.

Gerek 2. Murad, gerekse Fatih zamanında cereyan eden bu olaylar tahlil edilirse görülür ki, Şeyh Cüneyd son derece planlı hareket etmiş, dinî olmaktan çok siyasî bir amaç gütmüştür. Anadolu'nun tam merkezi Karaman Beyliği'ne yerleşme arzusu gerçekleşmeyince, önce güneyde İskenderun'da, sonra kuzeyde Samsun'da birer tekke kurmuş, arkasından doğuda Diyarbakır'da bir merkez oluşturmuştur. Sonra Osmanlı'nın düşmanı Akkoyunlular'la ittifak kurmuştur. Zaten güçlü olduğu İran'ın yanısıra Irak'a da el atmak istediği için, Karakoyunlular'la savaşa tutuşmuştur. Hz. Ali'ye olan sevgisini ön plana çıkarması, o zamana kadar ayırım yapmadan çeşitli Peygamber torunu imamlara inanarak yaşıyan Anadolu Türkmenleri arasında da kolayca taraftar bulmasını sağlamıştır... Ve daha önce de söylediğimiz gibi, Anadolu Türkleri arasında 12 İmam'lı alevilik Şeyh Cüneyd ile başlamıştır. Yani 1400'lerde, 15. asırda!..

Daha önce Ali sevgisi vardı, Hasan, Hüseyin sevgisi vardı. Ama 12 İmam'ın tamamı bilinmiyordu. Onlara bağlı bir sistem yoktu. Halbuki, Türkiye'de hem Sünni, hem de Aleviler arasında, tıpkı "Şii-Sünnî ayırımının Hz. Ali'nin elinden hilâfetin alınmasıyla başladığı" inancı gibi, Türk Alevilerin en baştan beri 12 İmam'ı tanıyıp sevdiği düşünülür. Ne Ahmed Yesevî'de, ne Hacı Bektaş'ta, ne Yunus'ta 12 İmam'ın adı geçmez.

Bu tesbitimizin delili Alevi-Bektaşi edebiyatıdır... Hemen bütün Alevi ve Bektaşi şiirlerini toplayarak 6 ciltlik Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi (Kültür Bakanlığı, 1998) halinde yayınlayan, ve bu suretle gözümüzü açan İsmail Özmen'e şükran borçluyuz.

Yunus'ta (1238-1320) Hasan-Hüseyin var,

Yalan dünya, Yalan dünya
Yalan Dünya değil misin?
Hasan, Hüseyin'i
Alan dünya değil misin?

der, ama ondan sonrası yok... (sf. 74)

Abdal Musa, ki 1300'lerde yaşamıştır, ona atfedilen şiirlerde "12 İmam" ve "imamlar" ifadeleri geçer ama (sf. 205), o şiirlerin Abdal Musa'ya ait olduğu kuşkuludur. Dili çok daha yenidir. Çok sonradan yazıldığı bellidir. Ayrıca, Abdal Musa'nın talebesi olan Kaygusuz Abdal, ki 14-15. asırda yaşamıştır; namazdan, farzdan, vacipten bahseder (sf. 222, 223,242), ancak 12 İmam'dan hiç söz etmez!..

12 İmam'dan söz edildiği, adlarının sayıldığı ilk şiire
Seyyit Nesimî'de (1369-1417) rastlıyoruz (sf 279):

Ol gül budağı, kim var anın iki goncesi
Biri Hasen'dürür, biri Şah-ı Kerbelâ
Zeynü'l-İbad ü Bâkır ü Sâdık İmam-i Hak
Mûsi-i Kâzım, ol Şeh-i Din Mûsi-i Rızâ
Şâhum Takıyy ü bâ-Naki hem Şâh-i Askerî
Sultan-i Din Muhammed-i Mehdî-i muktedâ

Bu da son derece normal, çünkü kendisi o soydan gelmekte!.. Ancak Seyyit Nesimî'nin o dönemde Anadolu Alevileri ve bektaşileri üzerindeki etkisinin fazla olmadığını sanıyoruz. Onun etkisi daha sonra, bilhassa Kul Nesimî'nin ortaya çıkması ve şiirlerinin Seyyit Nesimî'ye ait zannedilmesi ile artmıştır.

Bir sonraki şairimiz Sadık Abdal'dır. Paşaeli'nde, Dimetoka'da Fatih döneminde yaşamıştır ki, 15. Asır demektir. Şiirlerinde Hacı Bektaş-ı Veli'den, Abdal Musa'dan, Kızıl Deli Sultan'dan söz eder. Bir yerde de (sf. 402) şöyle der:

Ya'ni evlâd-ı Ali asl-ı şerif ile said
Cafer-i Sâdık'a o şah-ı Veli kıldı nazar

Bundan da anlıyoruz ki, evlâd-ı Ali'den, yani 12 İmam'ın tümünden haberdar. Zaten şimdi vereceğimiz şiirde hepsini sayar (sf. 403)

Mustafadır rehber-i bürhanımız
Dilde matlub ol Ali pinhanımız
Ol Hasen'dir râz-ı dilde gün gibi
Hem Hüseyin aşkına döktük kanımız
Rahm ü lütfunda Zeynelabidin
Serbeser kıldı müzeyyen cânımız
Tâlib ü tilmiz olduk Bâkır'ın
Ol bize keşfeyledi Kur'an'ımız
Cân ile Cafer'e olduk mürid
Cümle irşad eyledi irfanımız
Kıldı hem Mûsi-i Kâzım keşf-ı râz
Cümle sırrı bildirüp burhanımız
Hem Ali Mûsa' Rızâ(nın aşkına
Tâc-ı ulvi giydi dervişânımız
Hem Tâki aşkına kıldı içtinab
Masivadan, daima insanımız
Hem Naki kıldı bizi cümle pâk
Aşk-ı Hak(tır dilde her mihmanımız
Askerî'ye asker oldun cân ile
Nâci oldu cümle ol merdânımız
Çok hidayet eyledi Mehdi bize
Hem küşâde eyledi erkânımız
Sâdıka, bu fırka-ı nâcilerin
Ol imamlar şâhımız, sultanımız!

Bu şiirden anlıyoruz ki, Muhammed-Ali, Hasan-Hüseyin'i de kapsayan 12 İmam sevgisi 1450'lerde Balkanlar'a ulaşmıştır. Ancak bu 15. Asır eder. Görünüş odur ki, Hacı Bektaş'tan ancak 200 yıl kadar sonra Anadolu'da 12 İmam'a bağlılık yaygınlaşmıştır.

YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YİNE TÜRKMEN MESELESİ

1991 yılında meydana gelen Körfez Savaşı'ndan sonraki gelişmeleri bir hatırlayalım... Yüzbinlerce Iraklı Kürt ve Türk kuzeye Türkiye'ye, İran'a kaçtı. Güneyde ise Şiiler nereye gideceklerini bilemediler, İran'a sığındılar. Daha önce ve daha sonra Afganistan'dan, Bulgaristan'dan, Yugoslavya'dan, Sovyetler'den yüzbinlerce kişi Türkiye'ye sığınmıştı ama bunlar farklıydı. Bu kişilerin yerleştirilmesi, beslenmesi, iş bulunması, eğitimi çok büyük problemler yarattı. Özellikle güneyden gelenler dağlı oldukları için bulundukları yerleri talan ettiler, ormanları tahribata uğrattılar. Halk arasına yayılmalarında türlü mahzurlar görüldüğü için, belirli yerlerde kamplara toplandılar. Yine de yerli halk ile bu güneyli sığınmacılar arasında sürtüşmeler oldu. Benzer olaylar 2003'teki Irak Savaşı'nda, sonra 23011'den sonra Suriye çatışmalarında yaşandı.

Aslında bu olay, her savaş ve istiladan sonra cereyan eder... İşte Çengiz istilasından sonra Anadolu'ya nasıl bir akın olmuşsa, karışıklıklar çıkmışsa; bizce benzer bir Türkmen akını da Timur'un önü sıra oldu. (1400) Bunların göçebe olmaları dolayısiyle, 1200'lerde gelip te yerleşmiş olan atalarıyla sürtüşmeye girdiler. Bu yüzden de Çelebi Mehmed de, 2. Murad da Türkmen aşiretleriyle uğraşmak zorunda kaldı!.. O zamanlar "mülteci kampları" olmadığı için, dağılıp talana girişen, Devlet'in kurallarına uymayıp halkı tedirgin edenleri de tepelediler.

Artniyetli kişiler hep bu Türkmen sürtüşmesini emperyalizmle bağdaştırmakta, onların sömürüldüğünü, Selçuklu ve Osmanlı'nın da sarayında oturup keyfettiğini söylemektedirler. Daha önce yaptığımız tarihi incelemede gördük ki, hiç biri sarayında oturmamıştır!.. 1. Murad hepsini kazandığı 37 savaşa katılmıştı. Yıldırım Bayezid Haçlılara karşı direnmiş, Timur'a esir düşmüştü. Çelebi Mehmed 24 savaşta 40 yara almıştı.
2. Murad da ömrünü Haçlılar ile mücadele içinde geçirmişti... Kalkıp bu kişilere "rahatına baktı, Türkmenleri düşünmedi" diyen, olayı anlamamış demektir.

Hemen tekrarlıyalım ki, bu "Türkmen" kelimesi, çok önceki "müslüman olan Oğuz Türkleri" anlamına gelmiyordu artık. "Göçebe, yerleşik olmayan Türk" anlamına geliyordu. Daha önceden Selçuklu ve Osmanlı'nın ilk zamanlarında Anadolu'ya gelip yerleşenler de o tarihlerde Türkmen'di ama, artık Osmanlı halkı olarak biliniyor ve bu yeni gelenlerden farklı konumda bulunuyordu. Tıpkı şimdi büyük şehirlere göçedenler "gecekonducu" diye küçümseniyor, "şehirli-gecekonducu" gibi bir ayırım doğuyorsa, o dönemde de "Yerleşik Osmanlı- Göçebe Türkmen" sürtüşmesi oluşmuştu.

Ardı arkası kesilmeyen Türkmen akınını, o günün şartları içinde sorun yaratmıyacak şekilde karşılamak mümkün değildi. Bugün işgâl ve harp içinde olmamamıza rağmen, köyden şehirlere göçün yarattığı sorunları çözemiyoruz. O günkü liderleri bu açıdan suçlamak haksızlık olur. Hele bunu bir Osmanlı-Türk, sünni-alevi meselesi gibi göstermek son derece yanlıştır.

Hatırlanacağı gibi, Timur Orta Asya'da şeriat düzenini getirmiş, Tüzük'ü uygulamaya koymuştu. Çünkü o dönemin Türkleri samimiyetle müslüman olmuşlar, ancak Seyyitlerin bütün gayretlerine rağmen, çok geniş bir sahaya yayıldıkları için İslam'ı tam anlamıyla öğrenememişlerdi. Ve eğer öyle kalsalardı, bugünkü bir kısım dağlık yörelerde yaşıyan Kürt aşiretleri veya alevi vatandaşlarımız gibi hurafelere saplanıp kalacaklardı. Timur bu açıdan çok büyük bir görev yapmıştır. Doğru mu yaptı, tartışması bile gereksizdir!.. Eğer yanlış yapsaydı, Hoca Ahmed Yesevi'nin desteği onun olmazdı.

Şu halde olaya "Osmanlılar sünni, Türkmenler aleviydi" şeklinde bakmak, Hacı Bektaş'ın manevi himayesinin Abdal Musa ve Geyikli Baba vasıtasıyla Osmanlı'nın üzerinde olduğunu unutmak demektir. O hamiyet ile Yeniçeri teşkilatı kurulmuş ve Devlet'i 1600'lere kadar zaferden zafere koşturmuştu. O dönemin Osmanlısı, Türkmeninden daha az alevi değildi!.. Öte yandan İran'daki Şah İsmail'in Safevî tarikatı, dedesi Şeyh Cüneyd'e kadar sünnî idi!..

  • ÖNEMLİ SAYFALAR: FATİH'TEN YAVUZ'A , NOTLAR - 5B , HİLAFET VE İMAMET , 12 İMAM DÖNEMİ , ORTAASYA TÜRKLERİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU , SİTEMİZDEKİ SAYFALAR