Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
 

Light, ekstra light olayı

Belki sevgilinizin omzuna yaslamışsınızdır başınızı; ya da içinizi sel götürüyordur. Canınız sıkkındır belki, telesekreteriniz acı konuşmuştur. Yorgun ve bıkkınsınızdır, beklediğiniz unutmuştur sizi bir tren garında... Mutsuz da olabilirsiniz... Resimleri ortalarından yırtmış; mektuplarınızı postalamamışsınızdır... Olur ya, aşıksınızdır. Belki deli tay gibi mutlusunuzdur. Olur ha, olur. Belki de olmaz, insanlık hali!
Ben böyle olur olmaz zamanlar da müzik dinlerim. Bir çeşit pansuman niyetine. Dinlediklerimin arasında Bülent Ortaçgil de vardır. Onun "Yüzünü Dökme Küçük Kız"ını, "Benimle Oynar mısın"ını, "Bu Şarkılar Adam Olmaz"ını... Sanırım bu şarkılar, terekemden çıkacak demirbaşların arasına yazıldılar.
Bülent Ortaçgil'i tanıyanlar tanır. Medyatik değildir, ama aslında çok ünlüdür. Kendine has bir müzik adamıdır. Sessiz sakindir; ortalarda görünmez. Şarkıları televizyonlarda çalınmaz. Top 10 listelerine girmez. Televole filan demez. Ama ben severim. Uzun zaman sesi soluğu çıkmaz, karabatak gibi, bir albüm yapar ortadan kaybolur.
Demek ki, zaman Ortaçgil zamanıymış ve de kendi takvimine göre sırası gelmiş olmalı ki, yeni bir albümü çıktı piyasaya; "Light." Bildiğiniz "light." Yani kollestrolü, yağı, ya da etkin maddesi eksik, ya da normalinin neredeyse yarısı olanı... Ortaçgil'in "light"ı nasıl olur derken, bir de baktık ki, bizimle dalgasını geçmiş. Ada Müzik tarafından piyasaya çıkartılan kasette, akustik, klasik, elektrikli gitar, kopuz ve perdesiz yaylı tamburda Erkan Oğur, bas gitarda Gürol Ağırbaş, davulda Cem Aksel, vurmalılarda Hakan Beşer, piyanoda Ozan Doğulu eşlik etmiş Ortaçgil'e.
Bakalım neler demiş:
 

Albüme "light" demişsiniz "heavy" olsaydı ne olurdu kimbilir?

Albümün adı "light", ama içeriği "light" değil. Çünkü benim olabileceğim bir "light" katsayım var. Ondan daha fazla "light" olmam mümkün değil. İnsanları hafif gülümsetmek, her ürünün "light"ı olduğu gibi, Ortaçgil'in de "light"ı olabileceği gibi bir espri yaratmak istedim. Yaşamımızda, "light" diye bir sözlüğün yerleştiğini, her ürünün de bir "light"ı olduğuna göre "heavy"sinin de olabileceğini hatırlatmak istedim. Ortaçgil'in genel müzik birikimi içinde "light" diyebileceğimiz unsurlar var. O da isimle bir paralellik sağlıyor. Ama benim birincil amacım, insanlara bu "light" hayat biçimini şöyle bir hatırlatmak, düşündürmek.

"Light"ın sterilize edilmiş, hadım edilmiş gibi bir anlamı da var sanırım...

O da var. Yani içindeki nüvesi alınmış da, boşaltılmış gibi.
Burada da tam tersi gibi. Bülent Ortaçgil'den hiç duymadığım kadar sosyal içerikli ve direkt bir anlatım var.
Bu direkt anlatım benim olabildiğince "light" tarafımı temsil ediyor.

Bunu yaptığınıza göre, sizi de rahatsız edecek seyler olmaya başlamış Türkiye'de...

Biraz. Ben bugüne kadar böyle şeylerden söz etmedim, Söz etmesi gereken, o misyonu daha önce üzerine almış bazı insanlar vardı. Onlar da söz etmiyor. Sonuçta böyle şeyleri söylemek, benim biraz "light" tarafım. Ben direkt anlatımı seven birisi değilim. Her zaman insanlara katmanlı şarkılar yazıp, dinleyenin müzikten kendi katman seviyesine göre birtakım lezzetler çıkarmasını istedim. Bu benim stilim olarak gelişti ve bunu korudum. Bu albümdeki bazı şarkılarda, katman falan yok. Genel şarkılara baktığınızda benim tipik stilimi temsil eden bir sürü şarkı da var tabii.

Türkiye'nin yaşadığı kaostan müzik de payını alıyor mu? Türkiye'deki farklı müzikal dönemlere tanıklık etmiş biri olarak, bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin karmaşıklığı müzikte de yaşanıyor. Kafalar karışık Türkiye'de. Ve giderek insanlar, evde bilgisayarlarıyla "chat" filan ediyorlar. İnsanlar konuşamıyor birbirleriyle, bilgisayar aracılığıyla konuşuyorlar. Bundan daha acıklı bir yalnızlık olamaz. Türkiye'de eğitim almış, kalifiye insanlar var, ama bunların yetenekleriyle doğru orantılı işler yok. Köşe başlarını başka insanlar tutuyor. Benim gördüğüm, bir umutsuzluk hakim insanlar arasında, bir de bir umursamazlık. Özal'la birlikte tek dünyacı, bütün kriterleri tüke timle eşdeğer bir insan tipi yetişti. Bu insanlar her şeyi çok çabuk hal lediyorlar. Başarı hızlandı, ki buna başarı denebiliyorsa... Ne bileyim, batmak, çıkmak, bir günde ünlü olmak olağan hale geldi. Bir tek şeyin eksikliğini ben çok fazla hissetmeye başladım: Bu tarz insanların bilincinde emeğin değeri yok. Bir konuda enerjini yoğunlaştırıp, iğneyle kuyu kazarak, sonunda bir işi başaracağını düşünmek, -ki bunlar benim kuşağımın temel kriterleriydi bugün yok bunlar.

Müziğe nasıl yansıyor?

Müzik medyaya çok yapıştı ve görsel medya aracılığıyla iletiliyor insanlara. İnsanlar, yalnızlar ve evde oturup televizyonda ne bulurlarsa onu seyrediyorlar. Bu fasit bir daire. Televizyon diyor ki, "beni seyreden insanlar bunu istiyor o yüzden bunu yapıyorum", insanlar da diyor ki, "başka bir şey yok bunu seyrediyorum." Seviyesi, Türkiye'nin genel zevkinden de aşağıda bir müzik kulaklara ve gözlere yayılıyor. Marjinal denilen, popüler hale dönüşmemiş birtakım grupların çabaları falan yokmuş gibi. Onlar, iletişim araçlarından yoksun oluyorlar. Tamamen tüketim birimleriyle özdeşik müzikler çalınıyor.

80'lerde arabeskin kazandırdıkları, pop müziğe altyapı sağladı. Şimdi ise, pop müzikte bir arabeskleşme var. Ne dersiniz?

Şunu hep unutuyoruz. Bir şarkı yapıldığında, bir amacı, hedefi olmalı. Pop müzik dediğimiz türdeki şarkıları yapanların amacı, sadece ve sadece insanlara çağın yaşam biçimine uygun olarak o şarkıyı tükettirmek. Şarkılar bir şey söylemiyorlar. Ya da ben anlamıyorum. Benim için güzel bir şarkı, güzel bir müzik, bana yaşadığım için zevk vermeli. Ya da şükretmeliyim onu duydum diye. Buradaki amaç, bakkala git, ciklet al, çikolatalı ciklet çıktı onu da al... Bu şarkılar başka hiçbir şey söylemiyor bana. Dünyada da tamamen tüketime yönelik örnekler var. Şarkıyı üç dakika dinliyorsun, üç dakka sonra bitiyor. Fakat insanlar, bunlara giderek çok fena alışıyorlar ve canları bu kez her üç dakikada bir yeni bir şarkı istiyor. Çünkü o tüketim periyoduna giriyorsunuz. Tarkan kaset yaptı, iki ay sonra, yeni kaset nerede diye soruyor herkes. Ya da Tarkan yapmazsa Ayşe isteniyor, Ayşe olmazsa, Mehmet soruluyor. Halbuki üretilen o kadar çabuk tüketilmeyecek bir şey olsa... "Benimle Oynar mısın" öyle bir albüm. Fakat dikkat ettiyseniz hiçbir televizyon kullanmadı.

Başka sanatçılar da okumadı. Siz mi saklandınız yoksa talep mi gelmedi?

Valla demek ki, şarkı söyleyen insanlar bunları sevmediler. İnsanların rağbet etmedikleri doğru, henim saklandığım da doğru. Çabuk tüketilmeye uygun bir insan değilim. Bu tüketim ortamında "ekstra light" bir insan olmak lazım. Binlerce kişiyi tanıyan, her yere gidebilen, belirli bir şekilde pazarlama stratejisi güdebilen bir adam olmadığım için, o pazarın içinde olmadım. Kendimi de sakındım. İnsanın en radikal olduğu, dünyayı değiştirmek istediği, zorlu kararlarını ve düşünce yapısını oluşturduğu en verimli çağları gençlik çağlarıdır. Türkiye'de üniversite yıllarından sonra insanlar, bir yerlere yuvarlanıyorlar. Beni çoğunlukla gençler dinliyor. Peki -ben 48 yaşındayım- benim yaşıtlarım nerede? Beni 1974'de dinleyip, "Benimle Oynar mısın?"la anılarını paylaşan insanlar nerede? Onlar hayatın köşelerinde dolaşıp duruyorlar.

Siz bir dönemler bireysel oluşunuzla, tekil şarkılar söylemekle suçlandınız. Bu sizi hiç rahatsız etmedi mi?

Aslında övünç duyuyorum böyle olmaktan. Benim mantığıma ve düşünce biçimime göre, birey kendini ne kadar derinlemesine incelerse, diğer bireyleri de anlaması o kadar kolay. Bireye yönelik yapılan eleştiriler bazıları tarafından "tu, kaka" ediliyor. Önce toplu olarak değiştirelim şu dünyayı, sonra bireyi düşünürüz deniliyor. Ama kendini değiştiremeyen insanların dünyayı değiştirebileceğine inanmıyorum.

Müziğinizde kesin önermelerden neden uzak duruyorsunuz?

Ben öyleyim. Aynı olaya farklı açılardan bakan insanlar, aktarmak gerektiğinde olayı farklı biçimleriyle verirler. Bu nedenle, doğruların tek olduğuna inanmadım hiç. Nereden baktığınıza bağlı. İnsanın olaylara bakış konumu da zaman içinde değişebiliyor. Örneğin, gençliğinde radikal eylemler yapmış insanlar, şimdi bambaşka bir ekolün, bambaşka bir yerinde duruyorlar. Değişmişler. Onlar değişmeden önce, etkiledikleri, peşlerinden sürükledikleri ve canını yaktıkları insanları bir düşünsünler bakalım. Keskin yargılarla, ne kadar insanı etkilemişlerdi, ne hale soktular?

Söylediklerinizde bir kızgınlık var...

Hissediyorum tabii. Yani ben, hayatta kuzeye giderken, fikir değiştirip, güneye gitmedim. Kuzeye giderken, arada bir kuzeybatı, kuzeydoğu yapmış olabilirim. Çünkü gençken de öyle yolların göreceli olduğunu düşünebiliyordum. Kesin inandıkları "doğru budur" dedikleri zaman bile, o doğruya sorum vardı.

Kendinizi apolitik buluyor musunuz?

Türkiye'deki insanların tek ilgisini çeken şey, güncel politika. Bense, güncel politikaya pek ilgiyle bakmıyorum açıkçası. Şarkılarım tamamen politika dışında diye düşünülebilir. Ama genel bir politik tavrım var tabii ki. Güncellikle oyalanıp, o ne demişti, bu ne demişti, ya da şu parti, bu parti diye kısıtlamadım kendimi. Bir dünya görüşüm var ve bu görüş, ortanın solundan, uçlarına doğru giden bir görüş. Benim böyle bir görüş sahibi olmam, başka görüş sahiplerini anlamaya çalışmamı engellemedi. İki insan tartışır, birbirlerine girerler, bir taraf diğerini mat eder. Hiçbir zaman, mat eden düşünce, öbür düşünceden üstündür, diye düşünmedim. Ben hep, o insan daha iyi tartışıyordu, diye düşündüm. O nedenle fikirlere değil, fikirleri savunan insanlara tepki duydum.

Müziğiniz hep yumuşak. Hiç bağırmak, sert müzik yapmak istemediniz mi?

İstedim ama yapamadım. Bazı durumlarda ya sesim yetmedi, ya bağıramadım. O bir şekilde yapmayı hep düşündüğüm ama yapamadığım şeylerden birisi olabilir.

Yumuşak bir söz de küfür gibi gelebilir...

Bir televizyon programına katılmıştım. Sunucu bana, o kadar yumuşak sesiniz var ki, o kadar dinlendirici ki, her gece yatmadan önce sizi dinliyorum falan. Bu söz, bana hakaret aslında. Dinlendirici bir şarkı yaptığımı sanmıyorum. Fazla bağırmasam bile...

Size bir uzman sorusu sorayım: Aşk var mı?

"Bir Tek Aşk Var", diye şarkı yaptım. Tabii ki, onun da şekli şemali değişiyor. Aşk dediğimiz, muhtemelen, karşı cinsten bir insanla yaşadığımız bir olay. O değişmiyor. O, işin çılgınlığı, kaptırmacası, onun içinde kaybolup gitme değişmiyor.

Son zamanlarda aşkın ve romantizmin nostaljisi yapılıyor. Sanırım biraz da bağlılığın nostaljisi bu...

Bence şöyle bir nostalji bu; aşk, karşılıksız bir şey. Ben kendimi ne kadar kaptırıp yok olabiliyorsam, o denli iyi tanıyorum demektir. Ama ilişki başka bir şey. İlişkinin bir saatliği var, altı saatliği var...

Yıllarca süren karı-koca ilişkisi var...

Var da var. Aşk çıkarlarla olmuyor. "Bana bir şey olmasın, ama bir tane yumruk atayım karşı tarafa" diye aşk olmuyor. Yumrukları siz yiyorsunuz. Çünkü korunmuyorsunuz, gardınız düşüyor. Ancak, korunmuyorsanız aşık olabilirsiniz. Korunuyorsanız, onun adı başka bir şey. İlişki, milişki v.s. Ama mutlaka yaşıyorsunuz. Başka çaresi yok. Hangi ülkede, hangi statüde, hangi cinsten olursanız olun, buna benzer şeyler yaşayacaksınız.

Sizin kuşağınızdaki müzisyenler, hatta bırakanlar bile, yeniden müzikten para kazanmaya başladılar, fırsatlar çoğaldı. Siz neden bu trendin dışındasınız?

Ben çoğunlukla sağ cebimdeki mühendisliği kullandım. Müzikten ben hiç para kazanmadım açıkçası. Buna seviniyorum, çünkü, para kazanmak için elimde bir tek müzik olsaydı, belki de, böyle bir müziği dinleyemeyecekti insanlar. Mecbur olacaktım belki de başka şey yapmaya. Bu biraz bilinçli olarak, biraz da şansla olmuştur hayatımda. Çünkü 24 yaşında "Benimle Oynar mısın"ı yaptığım zaman, müzisyenliğe soyunabilirdim. Bu tür riskler taşıdığını biliyordum olayın.

Allahtan altın bileziğiniz varmış.

Allahtan... Ama onun da getirdiği bir şey oldu ve ben 13 yılımı kaybettim müzikle ilgili olarak. Şarkı yazabilecekken, başka şey yapmak zorunda kaldım. Sonunda ise, ne olacaksa olsun dedim.

Albümleriniz neden bu kadar aralıklı?

Tüketim mantığıyla her yıl bir kasetim çıksın, satsın, ben de ona uygun para alayım diye düşünmüyorum. Bir albüme uygun konsept ne zaman ortaya çıkıyorsa, o zaman yapıyorum. Mesela diskografime baktığınız zaman ilk albümüm "Benimle Oynar mısın" 1974'de. Ondan sonraki albümüm, 1986'da. Buna rağmen 90'da "İkinci Perde" yayınlandı, 91'de Oyuna Devam yayınlandı. Demek ki o yıl öyle geçmiş bir yıl.

Eskimiş şarkıları "best of" yapıyorlarmış, siz ne yapıyorsunuz?

Eski şarkılarımın yeni formlarıyla ilgili, canlı kaydedilecek bir proje var. O projede birkaç tane eski şarkı kullanacağım. "Benimle Oynar mısın"daki şarkıların çoğunun şimdi aldığı şeklini kullanacağım. Şarkı yaşayan bir şey. Tom Jones, 32 yıl önce söylediği "Dilayla" adlı şarkıyı, aynı vurgulamalarla, aynı orkestrasyonla 98'de bir kez daha söylüyor. Bunun, fabrika bantında 32 yıl vida sıkmaktan bir farkı yok. Şarkılar yaşayan şeyler. Yapmak istediğimi, basındaki arkadaşlar "best of' diye yorumladılar. "Best of"la alakası yok. 24 yıllık şarkının ne hale geldiğini göstermek istiyorum. Keşke daha başka türlü yapsaydım dediğim şarkıları yeniden yorumlamak istiyorum. Bunun için dört yıl beklemeye de gerek yok. Yakında ortaya çıkacak.

Sibel KİLİMCİ