BALKANLAR VE ADALARDA TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI

Zalim, emperyalist, Hıristiyan Batılılar hem kendileri soykırım yapmışlar, hem de bu kelimeyi icat ederek suçu başkalarının üzerine atmışlardır.

En çok konuşulan "Naziler'in yaptığı Yahudi soykırımı"dır. 6.000.000 Yahudi'yi gaz odalarında zehirliyerek, fırınlarda yakarak öldürdükleri söylenir...

Şimdi bir düşünün!.. Bizim Avrupa'da 2.000.000 km. kareye yakın toprağımız vardı. Taa Polonya'dan, Çekoslovakya'dan, Macaristan'dan, Yugoslavya'dan, Bulgaristan'dan, Yunanistan'dan, Romanya'dan, Arnavutluk'tan kovulduk, öldürüldük, sürüldük, küçücük Trakya'da ve Anadolu'da kalabildik. Hâkim, idareci unsurduk!.. Buna rağmen "6 milyon kaybımız var," diyebildik mi?

6 milyon insanı sayması bile zordur. Onları zehirliyecek gazı, yakacak benzini, gömecek toprağı bulmak, hele harp sırasında neredeyse imkânsızdır. Siz hiç Avrupa'nın bir yerinde böyle bir kıyıma işaret eden toplu mezar bulunduğunu duydunuz mu? Bulunanlar üçer beşer yüzlük, taş çatlasa bin kişilik yerlerdir. Bin kişilik mezar bile olsa, ondan tam 6.000 tane gerekir ki, 6.000.000 Yahudi'yi gömesin!.. Ne İsrail, ne Avrupa ve Amerika'daki Yahudi tarihçiler(!) bu 6 milyon Yahudi'nin isim listesini verememiştir. Tam tersine, böyle bir kıyım olmadığını, bunun bir propogandadan öteye gitmediğini söyleyen pek çok bilim adamı, hatta Yahudi bilim adamları vardır. İşte bu kitaplardan biri:

Bir önemli nokta da, "soykırımı Naziler'in yapmış olması"dır!.. Naziler kim?.. Zalim, emperyalist, hıristiyan Almanlar!.. Ama dikkat edin, hiç bir Batılı "Alman" demez!.. hep "Naziler" der!.. Böylece kimliksiz, dinsiz, hatta hayalî bir güruh suçlanır. Sanki Naziler uzaydan geldiler, Yahudi soykırımı yapıp, sonra birden yokoldular!.. Şimdiki Almanlar son derece masum!.. Bu yüzden AVRUPA BİRLİĞİ'nin başını çekmesine, hatta HİTLER'in NAZİ İMPARATORLUĞU'nu, AVRUPA BİRLİĞİ adı altında yeniden kurmasına kimse ses çıkarmıyor!.. İşte NAZİ İMPARATORLUĞU:

Ve işte AVRUPA BİRLİĞİ... Dikkatli bakın!.. Bugünkü AVRUPA BİRLİĞİ, HİTLER'in MUSSOLİNİ ve FRANCO ile işbirliği yaparak oluşturduğu AVRUPA'dır! İkisinde de savaş çıkaran baronların ini İSVİÇRE (ortadaki renksiz bölge) yok!..

Kısacası, Almanlar Yahudiler'i öldürdü ama, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, "YAHUDİ SOYKIRIMI YOKTUR," derken, son derece haklıydı!.. 2007 yılında topladığı konferansta bu gerçeği bütün delilleriyle ortaya koymuştur. Aşağıda toplantıya katılan soykırım karşıtı yahudiler:

Aynı şekilde, Ermeniler'in ve onlara arka çıkan emperyalist Hıristiyan Batılı devlet ve sözde bilim adamlarının öne sürdüğü "1.5 milyon Ermeni katledildi," iddiası da tamamen uydurmadır!.. En büyük delili, 1925 yılında, yani sözde katliamdan sadece 10 yıl sonra, Paris'te toplanan konferansta, Bogos Nubar Paşa, "Ermeni kaybının 250.000 olduğunu, buna hastalar, yaşlılar ve sefaletten ölenlerin dahil olduğunu" belirten bir mektup sunmuştur. Ermeni delegenin verdiği rakamın abartılı olduğu kesindir, buna rağmen 250.000 sayısı verilebilmiştir. Sonra bu olay unutulmuş, Türk askerinin Kıbrıs'a çıktığı 1974 yılına kadar ağza bile alınmamıştır. Ondan sonra da her on yılda artarak önce 500.000, sonra 1.000.000, daha sonra da 1.500.000'a çıkmıştır!.. Halbuki 1915 yıllarında Türkiye'de yaşayan Ermeniler'in sayısı bile 1.5 milyon değildi!

Bütün bunlar zalim, emperyalist, Hıristiyan Batılılar'ın 1096'da başlayan Haçlı Seferleri'nden beri yaptıkları TÜRK ve MÜSLÜMAN SOYKIRIMI'nı ve diğer halklara uyguladıkları soykırımları örtmek için ön plâna çıkarılan olaylardır!

Zalim, emperyalist, Hıristiyan Batılılar'ın başkalarına uyguladıkları soykırımların haddi hesabı yoktur.

- HAÇLI SEFERLERİ'nde ANADOLU'da, ARABİSTAN'da (ki o zaman Selçuklu Devleti'nin toprağı idi) ve KUDÜS'te yaptığı TÜRK ve MÜSLÜMAN katliamı,

- 1450'lerdeki KAZIKLI VOYVODA'nın Müslüman Türkler'e, hatta kendi halkına yaptığı katliam,

- 1390'lardan itibaren artan ve 1492'de zirveye çıkan ENDÜLÜS'teki (İspanya-Portekiz) MÜSLÜMAN soykırımı,

- 1492'de başlayan İSPANYA ve PORTEKİZ'in başını çektiği AZTEK, MAYA ve İNKA soykırımı ve köleciliği,

- 1500'lerden başlayıp 1900'lere kadar süren HOLLANDA, FRANSA ve İNGİLTERE'nin yürüttüğü KIZILDERİLİ soykırımı,

- 1700'lerden başlayıp 1960'lara, hatta günümüze kadar süren HOLLANDA, BELÇİKA, İTALYA, PORTEKİZ, FRANSA ve İNGİLTERE'nin AFRİKA kıtasında yürüttüğü zenci köleciliği, sömürgecilik ve katliamı,

- HOLLANDA'nın bugünkü ENDONEZYA, MALEZYA ve SİNGAPUR'da yürüttüğü sömürgecilik ve katliam,

- İNGİLTERE'nin Pasifik adalarında ve AVUSTRALYA, YENİ ZELANDA'da yürüttüğü sömürgecilik ve aborigin (yerli halk) soykırımı,

- İNGİLTERE'nin bugünkü PAKİSTAN, BANGLADEŞ ve HİNDİSTAN'da yürüttüğü sömürgecilik, TÜRK, MÜSLÜMAN ve HİNDU katliamı,

- Yine İNGİLTERE'nin ÇİN'de yürüttüğü inanılmaz sömürgecilik ve ÇİNLİ katliamı,

- RUSYA'nın KORKUNÇ İVAN (1400'ler) ile başlayan ve DELİ PETRO (1700'ler ile devam eden TÜRK BOYLARI ve MÜSLÜMAN katliamı,

- BALKANLAR'da RUSYA'nın, SIRBISTAN'ın, YUNANİSTAN'ın 1877'den itibaren yaptığı TÜRK ve MÜSLÜMAN soykırımı,

- 1823'den itibaren MORA YARIMADASI'nda, EGE ADALARI'nda, bilhassa GİRİT ve KIBRIS'ta yapılan TÜRK ve MÜSLÜMAN soykırımı,

- ANADOLU'da ve bugünkü ERMENİSTAN, GÜRCİSTAN ve AZERBEYCAN'da ERMENİLER'in yaptığı TÜRK ve MÜSLÜMAN soykırımı,

- YUNANLAR'ın TRAKYA ve ANADOLU'da 1919-1922 yılları arasında yaptıkları TÜRK ve MÜSLÜMAN soykırımı,

- İNGİLTERE, FRANSA ve AMERİKA'nın GÜNEYDOĞU ASYA'da (eskiden Hind-i Çinî diye bilinirdi) bugünkü VİYETNAM, KAMBOÇYA, LAOS ve TAYLAND'da uyguladığı katliam,

- Hıristiyan Batı destekli İSRAİL'in FİLİSTİN'de yapmakta olduğu MÜSLÜMAN ARAP katliamı,

- AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ve İNGİLTERE'nin 1991'den beri IRAK'ta ve AFGANİSTAN'da uyguladığı MÜSLÜMAN ARAP ve TÜRKMEN katliamı.

Zalim, emperyalist, Hıristiyan Batılılar bununla da yetinmemişler, sözde sömürgeciliğin sona erdiği 1960'lı yıllardan itibaren kurulan sözde bağımsız ülkelerde çeşitli etnik grupları birbirleri aleyhine kışkırtmışlar ve çıkardıkları iç savaşlarda bu halkların birbirini kırmasına sebep olmuşlardır. Bunlardan ilk akla gelenler,

- KAMBOÇYA'da KIZIL KMERLER'in uyguladığı katliamda ülke nüfusunun yarısına yakını yok edilmiştir.

- NİJERYA'da, KONGO'da, ANGOLA'da, LİBERYA'da, ÇAD'da, KENYA'da ve daha pek çok yerde AFRİKALI KABİLELER birbirini kırmıştır. Örnek olarak 1960'larda NİJERYA, BİAFRALILAR'ı ablukaya almış, açlıktan ölüme mahkûm etmişti. 1990'larda TUTSULAR ve HUTULAR birbirlerini inanılmaz vahşetle katlettiler.

Bunlar ve bilhassa TÜRKLER'e yapılan zulüm ve soykırım, hiç unutmamamız gereken ibret verici olaylardır... MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ün,

- "Millî hayatımızda yediden yetmişe hepimizin bilmesi gereken zafer günlerimiz olmakla beraber, ACISINI DÜNYA DURDUKÇA İÇİMİZDEN ATAMIYACAĞIMIZ MİLLÎ FELÂKET GÜNLERİMİZ DE VARDIR... 1877 Rus Harbi sonu büyük muhaceretleri!.. TÜRK'ÜN AVRUPA'DAN ÂDETA KÖKÜNÜN KAZINMASI İSTEĞİYLE HORTLAYAN HAÇLI ZİHNİYETİNİN GİRİŞTİĞİ TOPLU KATLİAMLAR!.. 1912 Balkan Savaşı ve TÜRKLER'e reva görülen zulüm ve İŞKENCELER!.. Tarihin bu acı mirasları her TÜRK'ün kalbinde unutulmamak üzere dünya durdukça muhafaza edilmelidir,"

ifadesi, VASİYET'tir!.. Her yıl bu acı günler hatırlanmalı, şehitlerimiz hayır dualarla yâdedilmelidir!.. Yine ATATÜRK'ün,

- "Milletimizin kalbinde HİSS-İ İNTİKAM olmalı!.. Bu alelâde bir intikam değil; hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların mazarratlarını izaleye matuf bir intikamdır," (16.3.1923)

sözü gereği, yüreğimizde düşmanın artniyetine direnebilecek güçte bir İNTİKAM hissi bulundurmak zorundayız.

Ne kastettiğimizi anlamak için aşağıdaki resme tekrar tekrar ve dikkatle bakınız. AÇ ve AÇIKTA bırakılan TÜRKLER'i, ve onların AÇLIKTAN kemirdikleri AĞAÇ KABUKLARI'nı göreceksiniz!.. Ta insan elinin yetişebildiği yerlere kadar!... O çok reklâmı yapılan nazi kamplarında bile böyle bir zulüm uygulanmamıştır!

İşte bunun için 1800'lerden beri BALKANLAR'DA, ADALARDA ve daha sonra 1919-1922 tarihleri arasında ANADOLU ve TRAKYA'da YUNAN İŞGÂLİ sırasında uygulanan TÜRK ve MÜSLÜMAN SOYKIRIMI'nı, bir nebze olsun anlatmak istiyoruz... ERMENİ ÇETELERİ'nin ANADOLU'da yaptıkları zulüm ve katliamı biz anlatmayacağız. Onu çok iyi anlatan YUSUF HALAÇOĞLU gibi uzmanlar var.

Aşağıda okuyacaklarınız, cereyan etmiş olan vahşet ve zulmün BİNDE BİRİ bile olmadığını unutmayınız!

***

Aşağıda okuyacaklarınız, KADİR MISIRLIOĞLU'nun muhteşem eseri TÜRK'ÜN SİYAH KİTABI - YUNAN MEZALİMİ adlı kitaptan son derece kısaltalarak alınmıştır. Kolay anlaşılması için OSMANLI TARİHİ kitabından ilâveler yapılmıştır.

SIRP İSYANI (1804-1816)

Sırbistan'da kurulmuş olan âdil düzen zamanla bozulmuş, ahali kalelerde oturan yeniçeri dayılarının keyfî davranışlarına maruz kalmışlardı... 1794'de Belgrad valiliğine gönderilen Hacı Mustafa Paşa reayayı koruyucu tutumundan dolayı Sırplar arasında "baba" diye anılmaya başlamıştı. Ancak keyifleri kaçan yeniçeriler 1801'de Hacı Mustafa Paşa'yı öldürdüler, ve ülkede bir baskı rejimi yarattılar.

O dönemde sadece Sırbistan'da da değil, ülkenin dört bir yanında eşkiyanın, ağaların, âyânın, derebeylerinin ve yeniçeri dayılarının zulmü ve baskısı vardı. Devlet bunlarla başa çıkamıyordu. Ama bu baskı ve zulüm hiç bir zaman toplu katliam, toplu ırza tasallut ve toplu talan şeklinde değildi. Ne varki, isyanlar ile birlikte durum değişti. Türkler ve müslümanlar hep ezilen taraf oldu!

Yeniçeri dayıları daha sonra Knez adı verilen Sırp ileri gelenlerinden bir kaçını ldürdüler. (1804) Bunun üzerine Sırp isyanı başladı. Asiler KARA YORGİ adlı Knez'i başkan seçtiler. KARA YORGİ, Sırp Millet Meclisi'ni (Skupçina) topladı. SKUPÇ İNA, KARA YORGİ'yi Baş Knez seçerek Sırbistan'ın istiklalini sağlayıncaya kadar Osmanlı Devleti ile savaşmaya karar verdi. Bu adam dağda eşkiyalık, Avusturya ordusunda askerlik yapmış biri idi. Yeniçerilere karşı gerilla taktiği uygulamaya başladı. "Padişaha sâdık bir kul olduğunu" ilan ederek müslümanların bile desteğini sağladı. Bu sıralarda Ruslar, Eflâk ve Boğdan'a girdiler ve 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı de başladı. Çar, Sırp asilerine, Türklere karşı beraber savaşmak için anlaşma teklifinde bulundu. Sırp asileri, Ruslardan gördükleri destek ve teşvikler sonucu, Bosna'ya hücum ettiler. Drina Nehri'ni geçen Sırplar; Bosna'ya ait Yadar, Rodiyavana ve daha birkaç nahiyeyi aldılar ve hatta Kuzey Bosna'da bulunan Böğürdelen Kalesi'ni zapt ederek halkını kılıçtan geçirdiler. Böğürdelen katliamından sonra, Drina bölgesinde bulunan daha birkaç Bosna arazisi ve halkı Sırp asilerinin hücum, yağma ve baskısına mâruz kaldı. Bu olaylar sonucu, Karadağ ve Sırbistan'da yaşayan çok sayıda Müslüman, Bosna'ya iltica etmek zorunda kaldı. Ancak tüm bu gelişmelere ve saldırılara rağmen Bosna halkı, Bosna'yı korumak için saldırılara karşı koydu ve mücadelesini sürdürdü. Hatta, Banyaluka ve civarında Sırplar lehine reaya tarafından başlatılan bazı ayaklanmaları da bastırdı. Sırplar'ın ve KARA YORGİ'nin gerçek amacını başlangıçta anlayamayan Bosnalılar, bu amacı kısa sürede fark ettiler ve Sırp saldırılarına karşı genel bir harp hazırlığına başladılar.

1807 yılında kaptanlar, beyler ve diğer Bosna ileri gelenleri eyaletin merkezi olan Travnik'te toplanarak Vali MEHMET HÜSREV PAŞA'ya Bosna'yı ve dinlerini ölünceye kadar savunacaklarına dâir söz verdiler. Toplantı ve alınan kararlardan sonra, ihmal edilen kalelerin tahkimatına başlandı. Hudut bölgelerinde zarar gören halka, mal ve canlarının güvenliğini korumaları için silah dağıtıldı.

Sırbistan'a karşı hazırlıklar devam ederken 1808 yılında Sırplar, Bosna'daki Ortodoks reayı ayaklandırmak için teşebbüse geçtiler ve bunda sınırlı da olsa muvaffak oldular. Özellikle Gradikça halkının ayaklanmaya katılmaları bütün Sava Nehri boyunca birçok Hıristiyan halkın da bu ayaklanmaya katılmasına sebep oldu. Bosna beyleri bu isyanları yer yer bastırmaya muvaffak oldular.

1809 yılı baharında Ruslarla harp yeniden başlayınca, Sırplar Karadağlılar'la birlikte Bosna-Hersek'te taarruza geçtiler. KARA YORGİ, 1806 yılında olduğu gibi, bu defa da Karadağ ile birleşmek ümidiyle Yenipazar istikametinde hücumlarını artırdı. Gladniça'yı ve Bosna'dan Rumeli'ye giden yolların kavşak noktası olan Senice'yi ele geçirdi. Bosna halkı ve beyleri, Sırp saldırılarına karşı mücadelelere devam ederken, Osmanlı Devleti, Niş'te bulunan Serasker HURŞİD PAŞA'yı Sırp problemini çözmek için görevlendirdi. Bosna Valisi İBRAHİM HİLMİ PAŞA ve 30.000 kişilik Bosna Ordusu (Ordunun dörtte birini Hristiyan reaya teşkil ediyordu.) ile Niş'ten hareket eden Serasker HURŞİD PAŞA, koordineli olarak Sirbistan'a hücuma geçtiler. Bosna ve Osmanlı birlikleri, 10 Temmuz 1810'da Drina'yı geçti ve Belgrad üzerine yürüdü. Ancak, Ruslar'ın Sırplar'a yardımı sebebiyle Belgrad ele geçirilemedi. 1810-1811 yılını her iki taraf hazırlıkla geçirdi.

Sırbistan sorunu, giderek Rusya ve Avusturya arasında bir anlaşmazlık konusu halini almaya başladı. KARA YORGİ, gelişen durumdan da istifade ederek Aralık 1808'de kendisini bütün Sırplar'ın başkanı ilan ettirdi ve verasete dayanan Sırp monarşisini kurdu. Avusturya Başbakanı Metternich, doğmakta olan Sırbistan hakkında şunları söyledi: "Doğmakta olan Sırbistan, Rusya ile Avusturya arasında bir oyuncaktan başka bir şey değildir. Böyle olmaktan ise Sırbistan'ın Türkler'de kalması daha hayırlıdır."

Sonunda Rusya'nın baskısı ile Kuzey Sırbistan'a muhtariyet addedilebilecek imtiyazlar tanındı. Miloş Obrenoviç adlı bir domuz tüccarını Baş Knez seçtiler. (1812) Daha sonra MİLOŞ OBRENOVİÇ isyan etti, ve Sırplar 1829 Edirne Anlaşması ile yarı bağımsızlık elde ettiler.

Bu isyanlar sırasında Türk ve Müslüman ahali büyük kayıplara uğradı ve sağ kalanlar göç etmek zorunda kaldılar.

YUNAN İSYANI (1815-1930)

OSMANLI DEVLETİ'nden koparak ilk devlet haline gelen YUNANİSTAN'dır. Sultan 2. Mahmud zamanında Ruslar'ın teşviki ile MORA'da isyan çıkarmışlar ve Türkler'i öldürmeye başlamışlardı. Aslında YANYA'da TEPEDELENLİ ALİ PAŞA vardı ve Rumlar'ı kontrol altında tutuyordu.

Rumlar çoğunluk olarak Mora, Tesalya ve Ege Adaları'nda bulunmaktaydı... Eski Grek medeniyetine sempati duyan Batılı ülkeler, ve Ortodokslar'ı hakimiyetine almak isteyen Rusya'nın teşviki ile Mora'da isyan çıktı. Zaten 1758-1774 Rus harbi sırasında bazı Ruslar Mora'ya yerleşmiş ve milliyetçi kışkırtmalara başlamıştı... Etniki Eterya Cemiyeti 1814 yılında iki Rum ve bir Bulgar tarafından kurulmuştu. Amacı Yunan Patriği'nin idaresinde Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmaktı. Rus Çarı'nın harp yaveri Aleksandr İpsilanti cemiyetin esas yöneticisi idi. Aleksandır, aslında Rum olup, Türkler'e ihanet ederek Rusya'ya kaçmış olan Konstantin İpsilanti'nin oğlu idi. Etkili mevkie gelmesini de, o dönemde Rus Dışileri Bakanı'nın Rum asıllı olmasına borçluydu!

O dönemde Mora, Tepedelenli Ali Paşa'nın idaresinde idi... Paşa'nın doktoru Rum olduğu ve Paşa onu akıllıca kullandığı için, Rumlar'ın faaliyetinden haberdar idi. Komitacıların Yanya Rum despotuna yazdıkları mektubu eline geçirmişti. Despotu çağırmış, mektubu uzatmış, "okusanız da bir dinlesem," demişti!.. O an despota korkudan nüzul indi ve öldü!

Ali Paşa, Babıâli'yi de isyan hazırlığından haberdar etti... Ancak Sultan 2. Mahmud'un mühürdarı olan Halet Efendi, hem Rumlar'la menfaat ilişkisi olduğu için, hem de Ali Paşa kendisine göndermekte olduğu hediyeleri kestiği için, konuyu önemsiz gösterdi!.. Üstelik Ali Paşa aleyhine tezvirlerde bulundu. İngiliz elçisinin isyan uyarması üzerine, Mora'ya birini göndermek zorunda kaldı, ama gönderdiği kişi Etniki Eterya gizli üyesi Nikola Moruzi idi!.. O da Rum ahalinin sadakatini bildiren raporlar düzdü!

Bu arada Ali Paşa Ovlonya mutasarrıfı İbrahim Paşa'yı hapsetmiş, onun sancağını da kendi idaresine almıştı. Sultan 2. Mahmud bu densiz olaya çok hiddetlendi ve Ali Paşa'nın cezalandırılmasını istedi.

Halbuki Tepedelenli Ali Paşa eskiden bir çete reisi olmasına rağmen, pek çok yararlılığı görülmüş dirayetli bir devlet adamı idi. Oğulları, torunu da devlet hizmetinde paşa olmuştu. Rumlar'ı da tam denetim altında tutuyordu. Kendisine Yanya dışındaki yerlerden el çekmesi emrolundu. Paşa af diledi. Ancak Halet Efendi affın kabulüne engel olduğu gibi, Paşa'nın vezirliğini de geri alındı. Bunun üzerine Paşa isyan etti!.. Üzerine Hurşit Paşa komutasında ordu gönderildi.

Rumlar hem Tepedelenli Ali Paşa'nın itibardan düşmesi, hem de ordunun onunla meşgul olmasını fırsat bilerek isyan vaktinin geldiğine karar verdiler. İpsilanti, önce Eflâk ve Boğdan'da (Romanya) isyan başlattı. Devlet böylece müşgül durumda kalınca, Mora Rumları da isyan ettiler. (1820) Patras Patriği Pol Germanos bütün Rumlar'ı Türkler'e karşı savaşa davet etti. Tüccar Rumlar'ın 600 kadar gemisi vardı. Bunlar Ege adalarına isyanı yaydılar. İslâm ahali ve askerler kalelere kapanarak kendilerini savunmaya koyuldular. Fakat merkezden yardım görmedikleri için, kaleler teker teker asilerin eline geçti. Asiler ele geçirdikleri şehirlerde müslümanları öldürdüler, mallarını yağma ettiler.

İstanbul'da Fener Patriği Gregoryos'un hem Etniki Eterya üyesi, hem de isyanın teşvikçilerinden olduğu anlaşılınca, Patrikhane'nin orta kapısına dinî elbiseleri ile asıldı. Onunla birlikte bir çok metropolit asıldı. Patriğin asılması, Rumlar'ı kinlendirdi. O tarihten beri Orta Kapı kapalıdır ve Rumlar "aynı yerde bir müslüman din liderini asmadıkça" kapıyı açmayacaklarını beyan ederler!.. Eskiden Heybeliada Ruhban Okulu'nun bitiren papazlar bu kapı önünde aynı yemini tekrarlardı!

Bu arada Tepedelenli Ali Paşa ele geçmiş ve idam edilmişti. Bu, o bölgede büyük bir otorite kaybı yarattı. Hürşit Paşa serbest kalan ordusuyla isyancıların üzerine yürüdü, ancak yeterli olmadı. 1826'da, bütün bu karışıklıkların arasında yeniçerileri topa tutarak ortadan aldırmış ve böylece ordusuz kalmış olan Sultan 2. Mahmud, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Mehmet Ali Paşa, "Girit ve Mora valiliği kendisine verilmesi" kaydı ile oğlu İbrahim Paşa'yı görevlendirdi. İbrahim Paşa 400 gemi ve 16.000 kişilik bir ordu ile geldi, Osmanlı kuvvetleri ile birleşti ve dört yıldır bastırılamayan isyanı hızla bastırdı. (1827)

Ancak büyük devletler müdahale ettiler. Ruslar ve İngilizler 4 Nisan 1827'de Sen Petersburg Protokolü'nü imzaladılar. Buna göre Yunanistan, Osmanlı Devleti'ne bağlı muhtar bir devlet haline gelecek, ve bütün Türkler Mora'yı terkedecekti!.. Daha sonra Fransa'nın da katıldığı aynı yönde Londra Muahedesi imzalandı. (6 Temmuz 1827)Osmanlı Devleti baskıyı kabul etmedi. Bunun üzerine bu üç devletin donanmaları Osmanlı ve Mısır donanmalarının bulunduğu Navarin'i bastılar, ve Türk gemilerini batırdılar, 10.000'den fazla askerimizi ne olduğunu anlamadan öldürdüler. (20 Kasım 1827) Böylece Meternich'in ifadesiyle "Navarin ile tarihte yeni bir devir" başlamış oldu!..

Ortada bir harb yokken Türk donanmasının yakılması üzerine Osmanlı Devleti tzminat ve tarziye (özür) istedi. Tabii kabul edilmedi. Fransızlar İbrahim Paşa kuvvetlerinin Mısır'a götürülmesi için gemiler yolladı ve 30.000 asker ile Mora'yı işgal etti. Rusya Osmanlı Devleti'ne harb açtı! (1828)

Tarih kitaplarımızda "reformcu, devrimci" diye adlandırılan Sultan 2. Mahmud, işte devletimizin başına böyle büyük gaileler açmıştır!.. Dirayetli Alemdar Mustafa Paşa'nın öldürülmesine göz yumması, Tepedelenli Ali Paşa'yı isyana sevkedip öldürtmesi, Yeniçeri ordusu zamansız ortadan kaldırması, çevresindeki ihtiraslı kişilerin telkinlerine kapılması, Rus savaşında mağlup olup ağır şartlar taşıyan Edirne Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalması (1829), Cezayir'in Fransa tarafından işgal edilmesi (1830), daha sonra gereksiz yere Mısır'la savaşıp devleti Rusya'nın himayesine muhtaç etmesi (Hünkariskelesi Antlaşması ile) ve nihayet 33. DERECEDEN MASON MUSTAFA REŞİT PAŞA'nın teşviki ile, tümüyle İngiliz Büyükelçisi Canning tarafından hazırlanmış olan, kapitülasyon niteliğindeki 1838 İngiliz Ticaret Antlaşması'nı imzalayıp Tanzimat'ın yolunu açması, ülkeyi batırmıştır!

Yunanistan'ın Mora yarımadası ve Kiklat Adaları'nda kuruluşu da, bu Edirne Antlaşması sonucunda oldu.

MORA YARIMADASI VE ADALAR KATLİAMI :

1820 “Mora İsyanı” sırasında, isyancıların parolası: “Hiçbir Türk kalmayacak, ne Mora’da, ne de dünyada” idi. Nisan ayında ayaklanma, genelleşmişti. Her yerde, daha önceden kararlaştırılmış bir işareti almış gibi, köylüler ayaklanmakta ve yakalayabildikleri bütün Türkleri, erkeği ile kadını ile çocuklarıyla kıyımdan geçirmekte idi."Hiçbir Türk kalmayacak, ne Mora'da, ne dünyada!" ağızdan ağza dolaşarak bir kökten kazıma savaşının başlangıcını ilan eden şarkı böyle diyordu. Mora'nın Müslüman nüfusu 25.000 kişi olarak hesaplanmıştı. Ayaklanmanın patlak vermesinden sonraki üç hafta içinde, kentlere kaçabilenler dışında bir tek Müslüman bırakılmamıştı. ( Thomas Gordon, History of The Greek Revolution s.149 Edinburg and London, 1832) Buna rağmen Avrupa başkentlerinde “Türkler'in zalimlikleri" anlatıldı ve masum Yunan halkının özgürlüğü için yardım kampanyaları başlatıldı ve gönüllüler toplandı, canavar ruhlu isyancılara katıldılar!

W. Allison Philips adlı bir İngiliz tarihçisinin kaleminden :

- "Yunanistan'da Türkler'in telef edilmesi, savaş zamanlarının olağan telâfatı değildi. Türklerin hepsi, kadınlar ve çocuklar da aralarında olarak, Yunan çetelerince alınıp götürülüyor ve öldürülüyordu. Tek istisna az sayıda kadınla çocuğun köleleştirilmesiydi."

"Üç gün boyunca zavallı (Türk) yerleşimciler bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlar ve çocuklar öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler... Kıyım öylesine b üyük ölçüdeydi ki (çete reislerinden) Kolokationes'in kendisi bile, kasabaya girdiğinde, Yukarı Hisar kapısından başlayarak "atımın ayağı hiç yere değmedi" demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, (Türk) cesetlerinden bir halı ile döşenmişti."
(The War of Greek İndependence, 1821 to 1833, New York, 1897, s.60–61; Justin Mc Carty, Ölüm ve Sürgün s.9 Çeviren Bilge Umar, İnkilâp, İstanbul –1998)

Sakız Adası’nda bulunan, Nea Moni Manastırı’nda sergilenen “Türklerin eseri” olarak sergilenen o kurukafalar, Rumlar tarafından katledilen Türklere aittir. Bunun tesbiti de DNA araştırmaları ile mümkündür sanıyoruz.

Sakız Adası’nda, Mora İsyanı sırasında Rum eşkıyası; yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde Türklere saldırılar düzenledikleri gibi, 1821 yılında da Sisam adasında silahlanarak, irili ufaklı 77 parça donanma ile Sakız’a hücum ettiler. O sırada Sakız Muhafızı olarak Mehmet Emin Vahit Paşa görev yapıyordu. Yanında sekiz yüz kadar adamı olan paşanın yardımına Aydın Vilayeti merkez sancağı olan Sığla Sancağı Beyi İlyaszade Hacı İlyas Ağa kumandasında altı yüz kadar asker geldi. Vahit Paşa bu gücü yeterli görmeyerek Bâbıâli’den ayrıca asker gönderilmesini istedi ise de Bâbıâli; İstanbul’da bulunan Sakızlı Rum tüccarların verdiği yalan teminata kanarak kuvvet göndermedi. Kısa zaman sonra da eşkıyalar, altı bin kişilik bir güçle Sakız’a çıktılar. Bütün Sakızlı Rumlarlar ayaklanarak bunlara katılınca, askerler kasabayı bırakarak kaleye çekildi. Günlerce süren bir çatışma başladı. Sakız kasabası çatışma ve yangından harabeye döndü.

Olay haber alınınca İzmir’den ve diğer sahillerden Çeşme Limanı’na çok sayıda Türk birikti. O tarihte İzmir mevki kumandanı Camgözoğlu Süleyman Ağa idi. Süleyman Ağa; Bâbıâli’ye sormadan oluşturduğu gönüllü kıtasını kendi adamlarından Yusuf Bayraktar isminde bir kahramanın emrine vererek yardıma gönderdi. Ancak Yunan gemileri aradaki boğazı tutmuş olduklarından ilk anda Sakız’a geçemediler. Bu ablukayı iki kişi yarabildi. Bunlardan biri Çeşmeli Ömer Reis’ti. Teknesine aldığı doksan iki kişi ile bir gece yarısı gizlice Sakız’a geçti. Diğeri ise Çeşmeli Ali Reis’in hazırladığı gemilerle ablukayı yaran ve müfrezesiyle birlikte Sakız’a çıkan Yusuf Bayraktar’dı. Bu sayede Rum eşkıya; Sakız Kalesi’ni alamadı.

Bu arada adanın Fransa Konsolosu; Vahit Paşa’ya giderek yardım önerdi. “Sakız sahilinde duran Fransız gemisiyle, İlyas Ağa ve diğerlerini Anadolu yakasına geçirmeye ve gemiden mühimmat vermeye hazır olduğunu” söyledi. Ancak amacı; kale içindekilerin güçlerini anlamaktı. Vahit Paşa; oldukça sert bir cevap verdi : “Başım sıkışırsa cephaneleri ateş verir, bütün memleketi yakarım!”

O günlerle ilgili halk arasında yayılan bir söylenceye göre; Yusuf Bayraktar; Sakız’da, Rumlar tarafından ablukaya alınır. Ortalığın zifiri karanlık olduğu bir gece yarısı gerçekleşen bu ablukada tek başına çarpışan, ancak takatı kesilen Yusuf Bayraktar’ı yarılan bir duvarın içinden çıkan aksakallı bir ihtiyar kolundan tutarak ablukanın dışına götürür.

Savaşın başlamasından yaklaşık üç hafta sonra İstanbul’dan Nasuhoğlu Ali Paşa Kumandasında gelen Osmanlı donanması Sakız önüne demir attı. Eşkıya gemileri Sakız’ın arka tarafına kaçtılar. Bunun üzerine Çeşme sahilinde bekleyen Aydın’dan gelen bir Zeybek kıtası ile Manisa Sancak askeri adaya çıktı. Kale çevresindeki şiddet bir çatışmada eşkıya alt edildi. Otuz top ellerinden alındığı gibi pek çok gemileri de ele geçti. Sakız dağlarına kaçan bazı çetecileri Zeybek ve Manisa kıtaları; Alaiyeli Abdi paşa kumandasında bir tarama hareketi yaparak temizledi. Yapacak bir şeyi kalmayan Yusuf Bayraktar müfrezesi İzmir’e döndü.

Bu başarının ardından Vahit Paşa; civar adalardaki eşkıyanın da temizlenmesi gereğini ileri sürdü. Ancak Amiral Nasuhoğlu Ali Paşa bu teklifi kabul etmedi ve görevinin Mora isyanını izlemek olduğundan söz ederek, diğer adalar için donanmadan gemi ayırıp veremeyeceğini söyledi. Amiral; Vahit Paşa’yı, Vahit Paşa da amirali Bâbıâli’ye şikâyet etti. Saray entrikaları Sonucunda Vahit Paşa görevden affını istemeye mecbur oldu. İstanbul yönetimi Vahit Paşa’nın Anadolu yakasına geçmesine izin verdi ve Alaiyeli Abdi Paşa, onun yerine Sakız kumandanı olarak atandı.

Ancak sonradan gelişen olaylar, Vahit Paşa’ya hak verdirmiştir. Hem Mora'da, hem Sakız Adası'nda hem diğer adalarda Türk ve müslüman halka büyük bir katliam ve sürgün uygulanmıştır. Sonra Türkler'in kafatasları "Türkler'in kestikleri Rum kafatasları" diye sergilenmiştir!

GİRİT ADASI :

1645 yılında, Sultan İbrahim zamanında Hanya kalesinin fethi ile başlayan Girit savaşı, 25 yıl sürmüş, 1669 yılında ve 4.Mehmet zamanında Fazıl Ahmet Paşa'nın adanın çoğunu fethetmesiyle sonuçlanmıştır. Nihayet 1715 yılında Damat Ali Paşa'nın Suda, Spinalunga ve Granbusa kalelerini de almasıyla adanın tümü Türkler'in eline geçti ve ondan sonra imtiyazlı bir eyalet olarak varlığını sürdürdü.

Mora İsyanı sırasında Girit Rumları kurdukları Heteria cemiyetinin propogandası ile isyan ettiler. Dağlık köylerde yaşayan Rumlar Türkler'le meskûn kasaba ve köylere hücum ettiler, silahsız erkeleri öldürdüler, kadınlara, kızlara saldırdılar, evleri yağmaladılar. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 1925 yılında Mora isyanını bastırınca ada duruldu. Ancak 1830 yılında Yunan krallığının kurulması ile Girit Rumları tekrar isyan ettiler. 1831 yılında Mehmet Ali Paşa'ya Girit valiliği verilince isyan bastırıldı. Mehmet Ali Paşa 1840 yılında yerini Mustafa Naili Paşa'ya bıraktı. Ancak Yunan mültecilerin tahrikleri ile adada yer yer isyanlar başladı. 1866 yılında Ruslar'ın Hanya konsolosunun da teşviki ile Rum papaz ve öğretmenlerin kışkırttığı Rumlar teşkilatlanarak büyük bir isyan başlattılar. Hatta bir hükûmet kurarak adanın Yunanistan'a ilhakını ilân ettiler! Avrupa devletlerinin baskıları ile tavizler peşpeşe geldi. Önce sancaklarda mutasarrıfların yarısının İslam, yarısının Hıristiyan olması kabul edildi. 93 Harbi sırasında (1877) tekrar isyan eden Rumlar'a "özerk" denecek kadar serbest bir idare sistemi sağlandı. Devlet ricâlinin bir kısmı,şimdikiler gibi "ver, kurtul" zihniyetinde idi, ancak Sultan 2. Abdülhamid bunu şiddetle reddediyordu. Rumlar bir türlü dek durmayınca, 1889 yılında Şâkir Paşa adaya gelerek umumî af ilan etti, ancak Rum hakları da fermanla önemli ölçüde kısıtlandı. 1896'da saldırılar ve çatışmalar tekrar adaya yayıldı. Küstah Yunan prensi George adaya gemiler gönderip asker çıkardı. Osmanlı Devleti'nin müdahalesiyle gemileri geri çekti, ancak askerler adada kaldı. Ancak büyük devletlerin baskıları ile adadaki Osmanlı askeri sayısı azaltıldı ve Osmanlı sancağı ancak Hanya kalesinde dalgalanır oldu. Adanın valisi olarak da Prens George seçildi. Böylece ada fiilen kaybedilmiş oldu! Prens George 1900 senesinde Hanya kalesindeki Osmanlı sancağının yerine Yunan bayrağı çektirdi. 1908 yılında adanın Rum millî meclisi Yunanistan'a ilhakı kabul etti. 1910 yılında müslüman mebusları meclise kabul etmemeye karar verdiler! Ada Balkan Harbi'ni müteakip Londra veBükreş antlaşmaları ile resmen Türkiye'nin elinden çıkmış oldu. (1913)

Tahmiscizâde Mehmed Mâcid "Girit Hatıraları" kitabında şöyle yazıyor:

- "TÜRKLER'e âit büyük koyun sürülerinin yayıldığı yeşil otlakların arasından neşeyle akıp giden derelerin fısıltılarında, sanki hunhar Girit palikaryalarının öldürdükleri, diri diri yaktıkları TÜRK kızlarının, beşikteki TÜRK yavrularının yürekleri yakan iniltileri, bugün hâlâ yankılar yapıyor!.."

- "Gök gürültüleri âdeta 1283 (1867) tarihinde patlak vermiş olan isyanı bastıran, veeşkiya sürülerini imha eden Serdar Ömer Paşa'nın emrindeki 100.000 TÜRK askeri ile yerli mücahitlerin top ateşlerinin gürültülerini andırıyor!.."

- "Adanın batısındaki Seline kazasını süsleyen yüzbinlerce zeytin ağaçlarının dalları, sanki 1312 (1896) senesinde Kadano köyünde albay Vassos kumandasındaki 17.000 kişilik düşman kuvveti tarafından kuşatılan ve tam 45 günlük bir mukavemetten sonra, ecnebî (Hıristiyan Batı) askerlerinin müdahalesiyle Hanya kalesine çekilen 700 kadar TÜRK'ün kahramanlık hatırası karşısında hürmetle sallanıyor!"

- "Yine o tarihte Akrator yarımadasında bulunan İsternis köyü eşkiyalar tarafından kuşatılmak üzre iken, köydeki TÜRK aileleri daha önce davranrak kaçıp şehre sığınmışlardı. Fakat köyün yardımsever zenginlerinden Mehmed Ağa kaçmağa muvaffak olamayıp, karısı ve çocuklarıyla birlikte evinde mahsur kalmıştı. Bir kaç gün devam eden müdafaası sırasında, pencerelerden yağdırdığı kurşunlarla cânilerden bir kaçını yok eden Mehmed Ağa, bilâhare namusunu eşkiyalara çiğnetmemek için son kurşunlarını karısıyla kızlarına sıkarak onları öldürmüş, ve nihayet kendisi de intihar etmişti!"

- "23 Ocak 1312'de (1897) Hanya'da Rumlar'ın müslümanlar üzerine kurşun yağdırmağa ve müslümanların da buna şiddetle karşılık vermesiyle âniden patlak veren kavga, kanlı isyan hareketine bütün Rumlar'ın katılması lüzumunu ihtar eden bir işaret teşkil ediyordu! Gerçekten 2-3 gün zarfında isyan adanın her yerine yayıldı. Her tarafta silah sesinden, köyleri şehirleri bir ateş yığınıhaline çeviren yangın çatırtısından, yaralıların, dul kadınların, şehit yetimlerinin iniltisinden başka bir şey işitilmiyordu!"

- "Adanın doğusundaki İstiye kazasından gelen vatandaşlarımız Rum barbarları tarafından camilere kapatılıyor, dinamit veya petrolle ateşe veriliyordu! 3-4 gün içinde 1000'den fazla TÜRK kardeşlerimiz en vahşi, en alçakça bir şekilde imha edildi."

- "Hanya'da bulunan Fransız konsolosu Blanc,Türklüğe aşırı derecede düşman idi. Fransa Dış İşleriBakanlığı'na çektiği telgrafta İstiye civarında meydana gelen fecî katliamın güyâ TÜRKLER tarafından Hıristiyanlar'a karşı yapıldığı yolunda malûmat vermek gibi alçakça bir harekete tevessül etmişti! Blanc'ın çektiği bu telgraf, Fransa kamuoyunu TÜRKLÜK aleyhine galeyâna getirdi ve o gün Paris Üniversitesi'ndeki TÜRK öğrencilere saldırıda bulunuldu."

- "Adaya çıkan itilaf devletlerine mensup taburların, özellikle Fransız müstemleke müfrezelerinin müslümanlara karşı giriştiği aralıksız tecavüzler pek şiddetli, pek alçakça, ve pek terbiyesizce idi. Hele bir gün Provilia köyündeki Fransız karakolu erlerinden biri^Gani bir asabiyetle silahına sarıldığı gibi, 'TÜRK, TÜRK, TÜRK!' diye bağırıp koşarken, yolda her rastladığı müslümana ateş ediyordu! Bu azgın canavar Ali Şahane adlı bir zavallıyı şehit ettiği gibi, 4-5 masum TÜRK kardeşimizi de ölüm derecesinde yaralamıştı!"

- "Beyannâme ilan edildiği günde (4 Ocak 1898) adada 100.000'e yakın TÜRK vardı... Onu ilan eden (Emperyalist Hıristiyan Batı Avrupalı) devletler, Girit eşkiyasını açıktan açığa desteklemişlerdir. Beyannâmede şehirlerde mahsur kalmış köylü TÜRK ahalinin köylerine dönebilecekleri açıkça belirtildiği halde, o yolda hiç bir adım atılmamıştır!"

- "TÜRKLER'den bir çok zevatın başlarından fesler kapılıp yırtılmak, Müslüman evlerinin kapılarına şiddetle vurularak TÜRKLÜK, MÜSLÜMANLIK hakkında en çirkin küfürler ve tehditler savurmak,şapkalarını yoldan geçen İslâm kadınlarının şemsiyelerinin üzerine atıvermek, minare alemlerine nişanalarak binlerce kurşun sıkmak, ezan okuyan müezzini taşa tutmak, aksakallı yaşlılarımıza yol ortasında saldırmak, merkep köpek gibi hayvanları Mehmet, Mustafa, Hasan gibi isimlerle çağırmak, Ramazan günlerinde Müslümanlar'a zorla şarap içirtmek, istavroz çıkarttırmak, resmî dairelerde çalışan bütün TÜRK memurların görevlerine son vermek, Müslümanlar'ın zeytinliklerini, bağ ve bahçelerini yağmalamak, Hıristiyanlar arasında eksik olmayan hırsızlık olaylarını Müslümanlar'ın üzerine atmak, din kardeşlerimin kaatillerini, yakalanmış olmalarına rağmen beraat ettirmek veya 4-5 ay sonra serbest bırakmak... gibi ihanet ve hiyânetler ard arda devam ediyordu."

- "Ahh, hiç hatırımdan çıkmıyor...Sevgili mehmetçiklerimiz 1314 (1898) Ekiminde adadan ayrılıyorlardı... Birdenbire evimizin önüne gelen bir bando takımı 'Siz TÜRKLER'i kesiniz! Zâlimi parçalayınız!' anlamındaki eski Yunan marşını çalmaya başladı!"

Zulüm ve eziyet adanın Yunanistan'a geçmesi ile de bitmez!..

- "İstiklâl savaşını müteakip, Anadolu'dan göç eden Rum muhacirlerin Hanya'ya geldikleri günlerde, bir çete reisi Provilia köyünde oturan Havva ismindeki güzel bir kızı, önce Hıristiyan yapmak, sonra da onunla evlenmek sevdasına düşmüş...Bir akşam arkadaşlarıyla kızı zorla kaçırıp uzak köylere götürmüş. Kıza Hıristiyanlığı kabul etmesini ve kendisiyle evlenmesini teklif etmiş. Fakat bu dindar ve iffetli TÜRK kızı yapılan teklifi şiddetle reddetmiş. Bunun üzerine tam kırk gün ölümle tehdit edilerek dövülmüş, elbiseleri parça parça edilmiş. Nihayet müslümanların şikâyeti üzerine konsolosların müdahalesiyle kızın ailesine iadesi sağlanmış."

Rahmetle andığımız Mehmed Mâcid'in şu ibret verici sözleriyle Girit meselesini bitirelim:

- "GİRİT ADASI, ne MELİK MOLLA EBU ABDULLAH ES-SAFİR'in PADOL tepesinde ağlayarak KRAL FERDİNAND'a teslim ettiği (ENDÜLÜS'ÜN SON KALESİ) GIRNATA gibi,
Ne de ARNAVUT HASAN TAHSİN PAŞA'nın emri altındaki 40.000 askere bir kere bile silah patlatmadan BALKAN ordularına teslim ettiği SELÂNİK gibi,
savunmasız olarak düşman tarafından zaptedilen bir Müslüman memleketi değildi!"

- "GİRİT ADASI ancak İNGİLTERE, FRANSA, RUSYA ve İTALYA'nın askerî müdahalesi üzerine, TÜRK askerlerinin adadan uzaklaşmak zorunda kalmasından, ve yerli halkın savunma silahları ellerinden alındıktan sonra, YUNANİSTAN'a peşkeş çekilebildi!"

BALKAN HARBİ (1912) :

Balkan Savaşı; Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne harp ilan etmesi ile başlamıştır... Bulgar Kralı Alman asıllı Ferdinand, "Hıristiyanları esaretten kurtarmak için Türkler'e harb açmak zorunda kaldıklarını" söylemişti. Savaş sırasında Yunan ve Bulgar sansürüne ilâveten Rus sansürü de etkili idi. Sadece Hrıstiyanların hissiyatını okşayan haber ve yazılara imkân tanınıyordu. Türkler zulüm ve vahşete kalkışmış gibi gösterilerek dünya kamuoyu aldatılmakta idi. Gerçekleri ortaya koymaya çalışan Piyer Loti ve Klod Farer önceleri hakarete uğramışlar ve kendilerine inanılmak istenmemişti!

Ancak bütün sansüre rağmen Balkan devletlerinin giriştikleri tüyler ürpertici zulümler en sonunda gizlenemeyecek hale gelmiş, bir çoğu resmî vesikalar her tarafta görülmeye başlamıştı. Saldırgan çarıklı komitacıların din gayretinden ziyade; yağma, talan, ırza tecavüz, ve kinlerini tatmin etme peşinde oldukları meydana çıkmıştı. Bu zalimler müslüman evlerinden tatmin olmadıkları takdirde, hıristiyan evlerine de saldırıyorlardı! Müslüman kadınları zorla hıristiyan yapmak için ölüm ve ırza geçme tehdidi ile kiliselere götürüyorlar, istemeyerek hıristiyan olanlara dahi sonradan tecavüz ediyorlardı!

Balkan orduları, tıpkı 2. Mahmud döneminde Yeniçeriler'in ortadan kaldırmasının yarattığı boşluk gibi, Meşrutiyet ve particiliğin yarattığı boşluk içinde olan Osmanlı ordusunun zaafından istifade ederek, 15 gün içinde hudutlarımızı geçmiş, Türk beldelerini yağma, talan ve tahribe koyulmuşlardı... Geçtikleri yerlerde evleri, ekinleri yakıyor çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden ele geçirdiği köylüleri çeşitli işkencelerden sonra öldürüyorlardı... Genç kız ve kadınları ise öldürmeden evvel döverek, zorlayarak ırzına geçiyor, bir kısmını da kiliselere götürerek zorla Hıristiyan yapıyorlardı. Reddedenleri, diğerlerinin gözleri önünde yavaş yavaş, en âdi usüllerle öldürüyor, geri kalanlara korku salıyorlardı... Memeleri, tenasül uzuvları kasatura ile kesilen, saçlarından asılan kadınlar... gözleri oyulan, kulakları, burunları, dilleri kesilen veya duvarlara kulaklarından çakılan erkekler... ağlamalarına engel olmak için kundaklarında süngülenip parçalanan çocuklar... bunlar her yerde tekrarlanan mezalimin alelâde hadiseleri idi!

Bu kanlı-kinli Haçlı ordusuna, yol üzerindeki yerli Hıristiyanlar da iltihak ediyor, bu yüzden Müslümanların çoğu nereye kaçsa kurtulamıyor, yakalanıyor, öldürülüyor, öldürülüyor, öldürülüyorlardı!..

Her nasılsa kaçabilenler, aç, çıplak, perişan kafileler halinde gündüzleri ormanda, ağaçların arasında saklanıyor, geceleri de soğukta, karda, tipide yol almaya çalışıyorlardı!.. Bunun ne demek olduğunu, 24-35 yaş arasındakiler hem Bosna facialarından, hem de Kosova felâketinden dolayı bilirler. Böyle perişan kafileler televizyon ekranlarına yansımıştı. (1990'lar)... Ama çekilen acıların ne kadar büyük olduğu, yaşamadan bilinmez, filim gibi seyretmekle olmaz!

Camilere giren komitacılar, duvarlarda asılı duran âyet levhalarını yerlere atıyor, Kur'an-ı Kerimleri parçalayarak ayaklar altında çiğniyordu!.. Bunu da yaşadık. Amerikan askerleri, Guantanamo işkencehanesinde yıllardır tutulan Müslümanlar'ın elinden aldıkları Kur'an-ı Kerimleri (hâşâ!) tuvalet kâğıdı olarak kullanmışlardı!.. (2000'ler)

Tekkeler, zaviyeler ahır haline getiriliyor, türbeler içindeki evliya mezarları kaldırılarak saman ve arpa deposu yapılıyor, şehitlerimizin mezar taşları ile helâ inşa ediliyordu. Çiftlik sahibi beylerin bütün malları yağma ediliyor, kendileri de çiftlik kapısına ayağından asılıp altına ateş yakılıyordu!

Bütün bu vahşete rağmen, korkunç bir karşı propoganda ile "Türkler'in Hıristiyanlar'a zulmettiği" Avrupa'da yayılıyor, bunun için hayalî kartpostallar, broşürler bastırılıyor, haberler, kitaplar yayınlanıyordu. DİMİTRİ KİTSİKİS adlı Rum'un YUNAN PROPOGANDASI (İstanbul, 1963'de tercümesi yayınlandı) adlı kitabı bu işin nasıl yapıldığını anlatmaktadır.

Yine de yabancı gazeteciler arasında şahit oldukları manzara karşısında isyan edenler de çıkıyordu. Bunlardan birisi şöyle yazmıştı:

- "Trakya ve Makedonya'da nazarlara çarpan facialar, ilk çağın ve orta çağın zulüm ve vahşetlerini fersah fersah geçmiştir!"

- "Her nereden geçiyorsak, parça parça olmuş cesetler, yangınlar içinde yakılıp yıkılmış köyler, tahrip edilmiş çiftlikler, yağma edilmiş ev ve dükkânlar, kiliseye çevrilmiş camiler, açlıktan can çekişen binlerce aile, ırz ve namuslarına tecavüz edilmiş yüzlerce genç kız..."

- "Hasılı, tüyler ürpertecek facialar, tasvir ve yazmakla bitmeyecek zulümler görüyoruz. Ey medenî Avrupa! Bu zulümlere daha ne kadar müddet seyirci kalacaksın?"

Bu tarz bilgileri ihtiva eden vesikalardan bazıları şunlardır:

- Fransız subayı Mösyo Folon'un Deba gazetesinde yayınlanan raporu,

- Jandarma müfettişi Fransız generali Buman'ın gönderdiği resmî rapor,

- Paris'te Fransızca yayınlanan Jön Türk gazetesinin"Müttefiklerin Dosyası" ser'i yazısında yer alan vesikalar...
Daha sonra bu vesikalar Jan Rupi yazdığı "Doğu Savaşı ve Balkan Hükûmetlerinin Zulümleri"
adlı kitaba da girmiştir.

- "Balkan Zulümlerinin Vesikalarını Yayınlama Cemiyeti"nin yayınladığı belgeler,

- Selânik Valisi'nin 9 Aralık 1912 tarihli raporu,

- İstromca Müddeiumumisi'nin 24 Ocak 1913 tarihli raporu,

- Ecnebi gazetecilerin kendi gazetelerinde yayınladıkları raporlar.

- Balkan Savaşı'nında Yunanlar, girdikleri şehirlerdeki hapishanelerden kaatilleri çıkararak, her birine resmî bir sıfat veriyor, sonra bunların öldürdükleri insanların üzerinden çıkan paradan hisse veriyorlardı!.. Bunu Osmanlı tâbiyetinde olan Rum doktor Andoki'ye dahi uyguladılar. Andoki'yi öldüren kaatile, bankadaki parasının bir kısmını verdiler. Karısının feryatlarına aldırmayarak mallarını müsadere ettiler!

- SİROZ, DRAMA, KAVALA, NUSRETLİ ve DEMİRHİSAR halkı tepeden tırnağa Bulgarlar tarafından soyuldu!.. DEDEAĞAÇ ve ISTROMCA'da evlerin pencerelerinde solmuş bir perde dahi bırakmadılar!.. Sandıklardaki kefen bezlerini dahi aldılar! Yerli Bulgar ahali askerlere ve komitacılara yardım ediyordu. Herkesin mâlî durumu az çok bilindiğinden, bir şeyler gizlediğinden şüphelenilenlere, çok ağır zulüm ve işkence tatbik ettiler!

- DEDEAĞAÇ'ta yanlışlık olmasın diye Hıristiyan evlerinin kapısına haç işareti koymuşlardı. Fakat sonradan çapulculuğun ölçüsünü öyle kaçırdılar ki, Rum evlerine de daldılar!.. İtalyan rahipleri silah tehdidi ile soydular!.. Fransız rahiplerin ellerindeki paralar da aynı şekilde gaspedildi. Bulgar ordusu şehre girince, kumandan General Kenol'a şikâyette bulunuldu. Ancak general toplanan paradan geri alabildiğini kendi cebine attı!

- Bulgar papazları, zaptedilen her şehir ve köye ordunun önünde giriyorlar, Müslümanlar'ın mal, can ve ırzlarını "helâl" ilân ediyorlardı!.. Kocaları, babaları öldürülen genç kız ve kadınlar yaka paça kiliseye getirilerek din değiştirmeye zorlanıyorlardı!..

- Bulgarlar İSTROMCA'da gruplar halinde genç Türk kızlarını kiliseye götürerek hıristiyanlaştırdılar!.. Kabul etmeyenler, diğerlerinin gözü önünde gözleri oyularak, memeleri hançerlenerek yavaş yavaş öldürüldüler!.. Diğerleri can korkusu ile papazın dedilerini tekrar etmek zorunda kaldılar!

- 5 Kasım 1912'de İSTROMÇA askerî Valisi, şehrin Rum metropolitine "bütün ahaliyi Hıristiyan yapması" için bir emir gönderdi!..
8 Kasım'da 300 Boşnak aile, ölüm tehdidi ile kiliseye götürülerek zorla hıristiyanlaştırıldı.

- RAHMANLI'da önce katliam yapıldı, sonra sağ kalan ahalinin tamamen Hıristiyan olması lüzumunu ilan ettiler!. Kabul edilmezse, halkı camiye doldurarak imha edeceklerini bildirdiler. Neticede kabul etmeyenleri söyledikleri gibi öldürdüler!

Garşofi imzası ile Bulgaristan'dan gönderilen bir mektupta:

- FİLİPE'ye bağlı ÇORYANO nahiyesi imamı MUSTAFA EFENDİ, bir Bulgar papazı tarafından 27 Kanunisâni 1913'de tevkif edilerek TOLAŞTIR nahiyesine getirildi. Müslümanlar'ın zorla Hıristiyanlaştırılması ayinini müteakip, papaz, imama dönerek , 'Eğer köyünün İslamlar'ına da Hıristiyanlığı kabul ettiremezsem, seni asacağım,' dedi. İmam jandarmaların muhafazası altında köyüne döndü. O gece evvela kızlarını ve karısını boğazladı, sonra kendisini astı!"

- "Şikâyet üzerine FİLİBE kumandanı GENERAL İLYOF, Müslüman köylerine gitti, ama TEŞPİNO'ya bağlı DORKOBO ve KOSTONDOVO köylerine varır varmaz camileri yıktırdı!.."

- "Bulgarlar, İslamlar ile meskûn köylerde her türlü vahşeti irtikap ediyorlar! Müslüman kızlarının zorla Hıristiyanlar ile evlendiriyorlar!.. Yüzlerce fukara ve zuafa, aç-bîilâç sokakta dolaşıyorlar, zerre kadar merhamet görmüyorlar!"
(Avram Galanti, Tarih Dünyası cilt 3, sf. 21, 1951)

Bulgar ordusu, Bulgar ve Yunan çeteleri için ırza tecavüz alelâde bir hadise idi!.. Bunun benzerine, 1990'ların başında Sırp, Hırvat çetelerinin Bosna'da uyguladıkları zulüm ve tecavüzleri ile şahit olduk!.. Onbinlerce Müslüman kadın, komşularının bile tecavüzüne uğradı! Sırplar genç Müslüman kadınlardan çeteler için genelevler oluşturdular. Aynı davranışı, Japonlar 1940'larda Kore'ye girdiğinde, askerleri için yapmıştı!

Zincirini koparmış gibi saldıran bu vahşi eşkiyalar takattan kesilinceye kadar tecavüzlerine devam ediyor, mecalleri kalmayınca da zavallı kadınların tenasül uzuvlarını kasatura ile kesiyor, öldürüyorlardı! Kadınlara kocalarının önünde bile tecavüz ettiler!.. Kurşuna dizmek veya işkenceyle yavaş yavaş öldürmek üzere bağladıkları erkeklerin gözleri önünde kızlarını kirlettiler!..

___________________

DÜNYADA TÜRK SOYKIRIMINI BELGELEYEN KİTAPLARDAN BAZILARI :

- Anadolu'da Yunan Zulüm ve Vahşeti (I, II ve III. Kısımlar) , Ankara Matbuat ve İstihbarat Matbaası, 1338 (1922)

- Bulgar Mezalimi , İstanbul, 1325 (1909)

- Bulgar Vahşetleri , İstanbul, 1328 (1912)

- Bursa Vilâyetinde Yunan Fecaii , Bursa Vilayet Matbaası, 1342 (1925)

- Pierre Loti , Can Çekişen Türkiye, İstanbul , 1329 (1913)

- Dimetoka'da Kanlı Bir Levha , 1325 (1909)

- İzmir ve Mülhakatı ile Civarında Yunan İşgâlinden Mütehaddis Fecaii Hakkında Vürûd Eden Raporlar ile Bazı Muharrerat ,
Hilâl Matbaası, İstanbul, 1335 (1919)

- İzmir Fecai

- Şeyh Müşir Hüseyin Kaydavi , İslâma Çekilen Kılıç, yahut Alemdârân-ı İslâmı Müdafaa , İstanbul , 1919

- Ahmed Cevad , Kırmızı Siyah Kitap , İstanbul, 1329 (1913)

- Lozan Zabıtları (4 cilt ve ekleri) , Ahmet İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık Osmanlı Şirketi, İstanbul, 1341 (1925)

- Makedonya'da Yunan Mezalimi , İstanbul, 1914

- Müslümanlara Mahsus, İstanbul , 1329 (1913)

- Orta Anadolu'da Yunan Mezalimi (I,II,III ve IV. cüzler) , Orhaniye Matbaası, İstanbul, 1337 (1921)

- Pontus Mes'elesi , Ankara Matbuat ve İstihbarat Matbaası , 1338 (1922)

- Türkiye'de Yunan Fecaii Cilt I-II , Matbua-i Ahmet İhsan ve Şürekâsı, İstanbul , 1338 (1922)

- Türk Kaatilleri ve Yunanlılar , Matbaa-i Amedi, İstanbul, 1322 (1906)

- Şeyh Müşir Hüseyin Kaydavi , Türkiye İslâm İmparatorlunun İstikbâli , İstanbul, 1919

- Pol Hevri , Türkiye Nasıl Paylaşıldı? İstanbul , 1329 (1913)

- Yürekler Acısı , Matbuat ve İstihbarat Matbaası , Ankara, 1337 (1921)

- Zavallı Pomaklar , İstanbul, 1330 (1914)

- Teoman Ergene, Türk Ortodoksları , İstanbul, 1951

- Dimitri Kitsikis , Yunan Propogandası , İstanbul , 1965

- Kadir Mısırlıoğlu, Yunan Mezalimi , Sebil Yayınevi, İstanbul, 1977

- Kadir Mısırlıoğlu, Lozan - Zafer mi, Hezimet mi ? , Sebil Yayınevi, İstanbul, 1971

- Mehmet Arif , Başımıza gelenler , 3 Cilt , Tercüman, 1001 Eser

- Hasan İzzettin Dinamo , Kutsal İsyan - Kutsal Barış , 15 cilt

- H.Yıldırım AĞANOĞLU , Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanların Makûs Talihi: Göç , Kum Saati Yayınları, İstanbul 2001

- Zekeriya Türkmen , Belgelerle Yunan Mezalimi , Ocak Yayınları; 2000

- Mehmet Gökhan , Kıbrıs'ta Rum - Yunan Mezalimi , Yeni Avrasya Yayınları , 2003

- YUNAN MEZALİMİ , Yeni İstanbul Yay. , 1970

- Mustafa TURAN , Yunan Mezalimi (İzmir, Aydın, Manisa, Denizli - 1919-1923) , Ankara, 1999

- Murat Özcan , Tarihin Işığında Yunan Mezalimi , IQ Kültür-Sanat Yayıncılık , 2003

- Ömer Seyfettin , Bomba

- Ömer Seyfettin , Beyaz Lâle

- Halide Edib Adıvar , Vurun Kahpeye

- Halide Edib Adıvar , Türk'ün Ateşle İmtihanı

- Mehmet Perinçek , Ermeni Devlet Adamı B.A. Boryan'ın Gözüyle Türk-Ermeni Çatışması , Kaynak Yayınları, 2007

- Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri , Kaynak Yayınları, 2007

- Ovanes Kaçaznuni , Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir şey Yok , Kaynak Yayınları, 2005

- A.A. Lalayan , Taşnak Partisi'nin Karşıdevrimci Rolü , Kaynak Yayınları, 2007

- Kızıl Kitap, Taşnak Mezalimi , Kaynak Yayınları, 2007

- A.B. Karinyan , Ermeni Milliyetçi Akımları , Kaynak Yayınları, 20 2007

- Selami Kılıç , Ermeni Sorunu ve Almanya , Kaynak Yayınları, 2007

- Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1921) Cilt 1-2
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları

- Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri (1914-1918) Cilt 1-2 ,
Genel Kurmay Başkanlığı Basımevi , ANKARA

- Bitlis'te Ermeniler ve Ermeni Mezalimi , Bitlis Valiliği Kültür Yayınları

- Doç.Dr.Dr . Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözü İle Van'da Ermeni Mezalimi , Cedit Neşriyat

- Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermeniler Tarihi, Kültür-Sanat Yayıncılık

TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI İLE İLGİLİ SİTELER :

YUNAN MEZALİMİ

Yunan Mezalimleri “Batı Anadolu”

KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİNDE KOCAELİ - YALOVA – İZNİK ÇEVRESİNDE RUM VE ERMENİ TERÖRÜ

YUNAN MEZÂLİMİ

İZMİR'İN İŞGALİ

Sürgün yurdu Anadolu

ŞARKÖY, İPSALA VE KEŞAN’DA BULGAR ASKERLERİYLE RUM VE YUNAN ÇETELERİ

FOTOĞRAFLARLA ERMENİ MEZÂLİMİ

ERMENİ MESELESİNDE İDDİALAR VE GERÇEKLER

ERMENİ MESELESİ ÜZERİNE TÜM BELGELER

ERZURUM VE ÇEVRESİNDE ERMENİ MEZALİMİ

ERZİNCAN'IN İŞGALİ VE ERMENİ MEZALİMİ

ERMENİ MEZALİMİ : KATLİAM RESİMLERİ İLE VİDEOLARI

ERZURUM’DA ERMENİ MEZALİMİNE ŞAHİT RUS YARBAYI TWERDO KHLEBOF’UN HATIRALARI

*****

> İÇİNDEKİLER < > BALKANLAR'DA TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI - 2 < > PONTUS HAYALİ VE KARADENİZ BÖLGESİNDE TÜRK SOYKIRIMI < > PONTUS HAYÂLİ VE TÜRK VE MÜSLÜMAN SOYKIRIMI - TTK < > ERMENİ SOYKIRIM YALANI -İNGİLİZCE SİTE < > LOZAN ANTLAŞMASI <