MİLLİ MÜCADELE

Bu bölümden itibaren son asrın önemli olaylarının BİLİNMEYEN yönlerini vermeye çalışacağız... Bilinenlerin de gözden kaçan ÖNEMLİ noktalarını vurgulıyacağız. Bunların bir kısmı NUTUK'ta anlatılanlardan farklı olabilir. (1)

Yazacaklarımız sadece şahsî bir savunma olan NUTUK'tan değil; pek çok "devrim tarihi" kitabından, TV ve radyo programlarından, gazete makalelerinden farklı olacaktır. Çünkü bizim tarihimiz, görünüşü Türk, ama ruhu ve beyni yabancı olan kişiler tarafından bir kandırmaca şeklinde yazılmıştır.

Daha önce de söylediğimiz gibi, bizce MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK bu ülkenin gelmiş geçmiş insanlarının en önemlilerinden biridir, belki de en önemlisidir. Öyle olduğu için de ATATÜRKÇÜ olmak gerekir! Ama Atatürkçülüğün ne olduğunu bilmeden değil!..

ATATÜRKÇÜ olmak, "ülkeye ondan daha çok hizmet eden, insanımızı ondan daha iyi tanıyan, ve meselelerimizi ondan daha iyi teşhis edip, ondan daha iyi çözümler bulan birisi çıkana kadar; ATATÜRK'ün doğrularını uygulamak" demektir. Yoksa onu bir mitoloji kahramanı gibi putlaştırmak, hayatını ve icrataını yalanlarla donatmak değil!..

Biz 1993 yılından beri araülıksız oluşturmakta olduğumuz bu sitede, bu sayfaya kadar onun geleceğimize ışık tutacak sözlerini, ilkelerini ve ülküsünü verdik. Cumhuriyet'le birlikte başlayan vahşi Batıcılık gereği yalan dünyayı incelemeyi, ATATÜRK DÖNEMİ'nde çevresindekilerin etkisiyle meydana gelen hatâları, noksanları ileriye bıraktık. Bütün bu hatâları ona yıkan, onu zihnimizden, hatta tarihimizden çıkarmaya çalışanlara inat, biz de aynı konulara değindik... Bu bölümden itibaren AÇIKLAMALAR sayfalarında ve "SULTAN VAHDEDDİN HAİN MİYDİ?" ayaklarımızın yere basmasını sağlayacak gerçekleri bulacaksınız.

Bir kere daha söyleyelim: Biz ATATÜRK'ü çok severiz. TÜRKİYE'yi onun sağlam tesbit ve teşhislerinin, tam bağımsız devletçi siyasetinin kurtaracağına inananlardanız!.. Ancak ATATÜRK'ün gerçek yüzü anlaşılmadan ve onun döneminde ve daha sonra onun adına yapılan hataları düzelmeden sürdürülen bir "atatürkçülük" hiç bir işe yaramaz!

Bu kısa giriş açıklamasından sonra MİLLÎ MÜCADELE öncesi olayları sıralıyarak başlıyalım. Önce bir kronoloji:

- 1905 - Japonya'nın Rusya'ya saldırması. Rus-Japon savaşı... Rusya'nın mağlup olması.

- 1908 - İKİNCİ MEŞRUTİYET 'in ilanı... 31 Mart Vak'ası... Harekat Ordusu'nun SelÂnik'ten İstanbul'a gelişi... (Yalakaların İddia ettiği gibi Mustafa Kemâl bu ordunun "kurmaybaşkanı" değildir.) (2) Abdülhamid'in tahttan indirilişi...

- 1911 - Trablusgarp Harbi ...

- 1912-1913 - Balkan Harbi ...

- 1914-1918 - 1. Cihan Savaşı (3)...
Sebepleri: Fransa 1871'de kaybettiği Alsace-Lorraine bölgesini geri almak ister...
Avusturya-Macaristan Akdeniz'e inmek ister...
Almanya Doğu Avrupa ve Ortadoğu'da sömürge ister...
Rusya Boğazlar'ı ister ve Akdeniz'e inmek amacındadır.

HEGEL'in (1770-1831)GÜÇLÜ DEVLET ve ALLAH fikri, KONT GOBINEAU'nun (1816-1882) IRKLARIN EŞİTSİZLİĞİ, ÜSTÜN IRK anlayışı, NIETZSCHE'in ÜSTÜN İNSAN fikri Almanya'yı hep etkilemiştir. Çünkü bu düşünürlerin hepsi Alman'dır... Acaba TÜRKİYE'yi ve TÜRKLER'i etkiliyen böyle mütefekkirler, düşünce adamları var mı?

Almanya, İtalya, Belçika 1848-1871 yılları arasında MİLLET kavramını geliştirdiler. Japonya da aynı yıllarda geri kalmışlığın zincirini kırdı. Sonra sömürgecilikte geri kaldıklarını düşünerek daha bir hızla ve gaddarca savaşlara yol açtılar. Bilhassa Almanya ve Japonya. Bu hırsın sonucu büyük devletler gruplaştılar, küçükler de onların peşine takıldı.

İtilaf Devletleri: İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, ABD, Yunanistan.

İttifak Devletleri: Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, OSMANLI DEVLETİ.

İngiltere Kıbrıs'ı(1878) ve Mısır ve Sudan'ı(1882);
Fransa Cezayir ve Tunus'u;
İtalya Trablusgarp (1911), Rodos ve 12 Ada'yı işgal etmişti. Hepsi aslında OSMANLI'nındı!

Mısır ve Sudan Türkiye'nin 4 katı, Cezayir 3 katı, Libya 2,5 katıdır! Yani Türkiye'nin 10 katı kadar toprak kaybetmiş olduk!

Avusturya Veliahdi'nin Saraybosna'da bir suikast sonucu öldürülmesi (28 Haziran 1914) üzerine, Sırbistan ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında çıkan savaştan hemen sonra, 2.8.1914'de Enver ve Sait Halim Paşalar Padişah ve hükümetten bile gizli olarak, Almanlar ile bir anlaşma imzaladılar. Buna göre Rusya Avusturya-Macaristan'a savaş açarsa, Osmanlı Almanya'nın yanında savaşa girecekti! OSMANLI saldırıya uğrarsa Almanya yardım edecekti. Savaş sırasında OSMANLI ordusunu Alman subayları yönetecekti!..

Enver Paşa yine hükümetten habersiz aynı gün seferberlik ilan etti. Yine aynı gün Meclis-i Mebusan tatil edildi. Böylece Enver'in başkanlığında bir diktatörlük fiilen başlamış oldu.

Halbuki suikast olayı üzerine Avusturya-Macaristan 2 Temmuz'da Sırbistan'a harb ilan etmiş, Rusya seferberlik ilan edince (31 Temmuz) Almanya Rusya'ya savaş açmış (1 Ağustos), yani savaş fiilen başlamış bulunuyordu!.. Bizim yaptığımız anlaşma bir "savunma işbirliği" anlaşması değil; bir savaşa girme taahhüdü idi!

Nitekim 3 Ağustos'da Almanya Fransa'ya, 5 Ağustos'ta da İngiltere Almanya'ya savaş ilan etti. Bizim sırtımızdan toprak vaadi alan İtalya 1915'de, Yunanistan 1917'de savaşa girdi. ABD'nin savaşa girişi de Alman denizaltılarından bunaldığı 1917 yılıdır. Buna mukabil Ekim İhtilali'nden sonra Rusya savaştan çekildi. (1917)

Sömürgeler ile birlikte savaşa 1.170.935.000 nüfusun yaşadığı ülkeler katılmıştı. İttifak ordusu 22 milyon, İtilaf 43 milyon idi. ölüm İttifak safında 17 milyon, İtilaf safında 22 milyondu. Toplam savaş giderleri 186 milyar dolardı. OSMANLI'ya savaş 1,430 milyar dolara mal olmuştu.

Goeben ve Breslau zırhlılarının sığınması 11 Ağustos, bunların Karadeniz'de Rus sahillerini bombalaması 29 Ekim ve Rusya'nın Kafkasya'dan saldırması 1 Kasım, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı'ya harb ilanı 5 kasım tarihlerinde oldu. Bunun üzerine OSMANLI DEVLETİ de istemediği halde savaşa girdi. Padişah 7 kasım'da halife sıfatıyla Cihad-ı Ekber ilan etti, ama Müslüman sömürgelerin buna cevap verme imkânı yoktu. Aksine zaman içinde OSMANLI topraklarındaki sözde Müslüman liderler OSMANLI'ya HAÇLILAR'ın yanında cephe alacak, ve onu arkadan vuracaklardı!

Medine müdafii Fahreddin Paşa, Dünya Savaşı sırasında Faysal'a 30.000 tüfek, fişek ve para verdi. Herif Mekke'ye gitti, bunlar ile aleyhimize isyan çıkarttı. Fahreddin Paşa , savaş sona erdiğinde, Padişah fermanına rağmen, Medine'yi terketmeyi reddetmiş, son ana kadar çarpışmayı sürdürmüştür.

İngilizler Şerif Hüseyin'i de 400.000 altına ve krallık vaadi ile satın aldılar. İsyan ettirdiler. Hüseyin'le oğlu Faysal İngiliz'le birleşip bizi sırtımızdan vurdu. Aslında her ikisi de Peygamberimiz'in torunu Hz. Hasan'ın soyundandı. Ama peygamber soyundan hain gelmez diye bir kural yok. Nuh'un oğlu da babasına isyan etmişti. Bunlardan biri Irak, biri Arabistan, bir başkası da Ürdün kralı oldu. Ancak 1924 yılında İngilizler Vehhabi Suud ailesini kışkırtarak Kral Hüseyin'i devirdiler. OSMANLI'ya ihanet eden bu üçlüden hiç biri iflah olmadı.

- Balkan ve Cihan savaşlarının sorumlusu Enver Paşa Harbiye Bakanı iken DEVLET'in kıt imkânlarını, parasını bol keseden dağıtmıştır. Bilhassa Dönmeler (4) ondan çok para almışlar ve yemişlerdir. Sadece Ali Heba adlı Mısırlı'ya 3 milyon altın vermiştir!.. Biz ise İSTİKLAL SAVAŞI'nı Ruslardan aldığımız 10 milyon altın ile yürüttük. Rıza Nur, Enver Paşa'nın şahsına bir milyon altın aldığını, başkalarından hediye de kabul ettiğini öne sürer. Aldıysa bile bunları herhalde Türkistan seferinde kullanmıştır.

Enver Paşa'nın Doğu seferi istenilen sonucu vermedi. . Suşehri'ne 3.000 kişi varabildi... 26.000 kişiyi ALLAHUEKBER Dağı kar ve soğuk yedi bitirdi. (90.000 rakamı yalandır, ordunun mevcudu bile o kadar değildi.)

İttihatçıların hepsi Enver Paşa gibi iyi niyetli, cesur, vatanperver; ancak ahmak denecek kadar saftı. Tarih ve siyaset açısından cahildiler. EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI ülkelerinden hiç birine güvenilemeyeceğini bilmiyorlardı. Ayrıca dönmelerin, Yahudiler'in avucunda oyuncak idiler. Talat' Paşa'nın başmüşaviri sırdaşı Yahudi Metr Salem ile Amanuel Karasu idi. Yapacağını bunlara sorardı. Onlar da bu bilgileri Fransızlar'a, İtalyanlar'a satarlardı. İkisi de müthiş zengin olmuştur.

O dönemde Türkiye'de burjuvalar, yani zenginler ve bürokratlar Fransız, karacı subaylar Alman, denizci subaylar da İngiliz hayranı idiler. Savaş sonrası bir de Amerikan mandacıları çıktı.

Aslında biz 1. Dünya Savaşı'nda Güney Cephesi hariç, yenilmedik. Galiçya'da, Kafkasya'da, Çanakkale'de zaferler kazandık. Kaldı ki, güneyde, Kut'ul Amare'de İngiliz Kralı'nın damadı General Sir Charles Townshend'i ve İngiliz ordusunu esir bile etmiştik. Rahmetli Kemal Tahir "Kelleci Mehmet" adlı romanında bir askerin ağzından Kut'ül Amare savaşını anlatır.

Polonya'nın güneyi ile Ukrayna'nın doğusunu kapsayan Galiçya biri 1914, diğeri 1917'de olmak üzere iki defa Ruslar'ın saldırısına uğradı. Her ikisinde de Almanlar'ın ve müttefiklerin desteği ile geri çekildiler.

Kafkas Cephesinde Ruslar ve Ermeniler savaşın başında Trabzon, Bitlis, Muş ve Van şehirlerini ele geçirecek şekilde ilerlemişler, ancak 1917 Rus İhtilali'nden sonra Rus ve Ermeniler çekilmiş, Türkler Bakü'ye girmiş, Dağıstan'a kadar ilerlemiş idi. Bu savaş sırasında müttefikimiz Almanlar'ın Gürcistan hükûmeti ile bir olup bizimle savaşması, Hıristiyan Batılılar'a asla güvenilemiyeceğinin en büyük delilidir!

1915 Çanakkale Savaşları ve zaferimiz herkesin mâlûmudur... Güneyde Süveyş Kanalı cephesi 1915 yılında açıldı. Ancak başarılı olunamadı, Türk ordusu geriye çekilmeye başladı. Kemal Tahir, Basra cephesinde geri çekilme mecburiyetinde kalışımızın sebebini, ordumuzda düşman hattındaki tel örgülere kesecek tel makası olmayışına bağlar!.. 1914'de açılan Irak cephesinde ilerleyen İngiliz birlikleri Kut-ül Amare'de durduruldu. İngilizler kuşatmaya dayanamayıp teslim oldular. (1916) Hem de başlarındaki İngiltere Kralı'nın küçük kızı ile evli General Townshend, karısı ile birlikte!.. İngiliz tarihçisi James Morris, Kut'un kaybını "Britanya asker tarihindeki en aşağılık şartlı teslimi" olarak tanımlamıştır.

Kut'ül Amare Savaşı

İngilizler Halil Paşa'ya Townshend'in serbest bırakılması için 2 milyon altın rüşvet teklif ettiler ama o kabul etmedi. Kral damadı Townshend ancak mütareke ile kurtulabildi!

Kanal savaşı hezimetinden sonra Filistin'e çekilen Türk ordusu 1916'da isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin'in ihanetine uğradı. Ondan sonra ordu büyük kayıplar vererek geri çekilmeye başladı, ve bu çekilişi Mustafa Kemâl'in 7. Orda komutanı tayin edilmesi dahi önleyemedi. Çekiliş mütarekeye kadar sürdü. Böylece Hicaz'ı, Filistin'i, Lübnan'ı, Ürdün'ü Arabistan'ı, Irak'ı, Kuveyt'i Emirlikler bölgesini ve Yemen'i kaybettik ki, hepsi Türkiye'nin 2 katından büyüktür.

- ŞARK MESELESİ çerçevesinde OSMANLI topraklarını yutmak isteyen BATILILAR, savaş öncesinde olduğu gibi savaş sırasında da çeşitli gizli anlaşmalar yapmışlardı. Bunlardan İSTANBUL Antlaşması diye bilineni (18 Mart-10 Nisan 1915) İngiltere, Fransa ve Rusya arasında idi. Buna göre Boğazlar, Marmara Bölgesi, Kocaeli Yarımadası, İmroz ve Bozcaada Rusya'ya bırakılıyordu!..

Londra Antlaşması'na göre (26 Nisan 1915) Antalya ve çevresi, 12 Ada, Rodos ve Trablusgarb İtalya'ya veriliyordu!..

Sykes-Picot Antlaşması (26 Nisan 1916) Erzurum, Van, Bitlis ve Trabzon'u Rusya'ya; Kayseri, Zaza, Eğin gibi sözde "Ermeni" bölgelerini Fransa'ya; Bağdat ve Basra'yı İngiltere'ye veriyordu!..

Saint Jean de Maurienne Antlaşması (17 Nisan 1917) savaşa girme karşılığı 12 Ada ve Antalya yöresine ek olarak Güneybatı Anadolu, İzmir, Aydın ve Konya'yı İtalya'ya veriyordu!..

Yani gavurlar savaş boyunca her Nisan ayında toplanıp OSMANLI DEVLETİ'ni dişlemeyi âdet edinmişlerdi!..

Bir de 2 Kasım 1917'de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour'un deklarasyonu vardı ki, "Filistin Toprakları'nın yahudilere verilmesi"ni talep ediyordu. Ayrıca "TÜRKİYE'nin 100 Paylaşım Tasarısı" (Djuvara, Paris, 1915) diye kitaplar yayınlanıyordu. Mesele OSMANLI DEVLETİ'nin parçalanmasında değil, lokmaları kimin yutacağına gelip düğümleniyordu!

İtilaf devletleri kendi aralarında San Remo'da anlaştılar (24 Nisan 1920) sonra bu hususları Sevr'de OSMANLI heyetine dayattılar.(10 Ağustos 1920) Yunanistan'a 12 ADA dışındaki Ege adaları, Çatalca'ya kadar bütün Trakya ve İzmir; Fransa'ya Suriye ve Çukurova; İngiltere'ye Irak ve Filistin; İtalya'ya Antalya civarı ve uzun bir kıyı şeridi; Ermeniler'e koca bağımsız bir devlet; Kürtler'e de bol keseden özerklik verdiler. OSMANLI Heyeti'nin imzaladığı bu antlaşmayı Sultan Vahdeddin tasdik etmedi. Bunun üzerine diğer devletler de tasdik etmediler, böylece antlaşma ölü doğdu... O yüzdendir ki, MUSTAFA KEMÂL, NUTUK'ta SEVR'den "proje" diye bahseder. (Yani yalakaların uydurduğu "Sevr'i yırttık" ifadesi palavradan ibarettir! Rahmetli ATATÜRK'ün böyle bir iddiası olmamıştır. Ne var ki, Sevr Projesi'nin bazı maddeleri daha sonra sinsice Lozan Antlaşması'na sızmıştır.)

Padişah imzalamadı ama, İtilaf Devletleri Sevr'den vazgeçmediler. Fiilen de uygulamaya kalkıştılar. Bununla da yetinmiyen BATILILAR ve onların Yunan, Ermeni gibi uşakları Karadeniz'de Pontus Devleti kurmak için, güney ve güneydoğuda Fransızlar'a yardım için, ve TÜRKLER'i de bölerek Konya'da yeni bir Selçuklu devleti kurmak için Anadolu'ya yayıldılar. Her yerde yerli hainlerden yardım gördüler.

Bütün bunlara ek olarak Boğazlar İtilaf devletlerinin ortak kontrolüne giriyor, İstanbul "Vatikan" usûlü bir şehir haline getiriliyor, OSMANLI Padişahı'nın lütfen ikamet etmesine izin veriliyordu!.. Sonradan Bursa, Balıkesir Yunan işgaline uğrayacak, Zonguldak'ta İtalyanlar hak iddia edeceklerdi!

TÜRKLER'e ne mi kalıyordu?.. Kastamonu, Yozgat, Ankara, Kayseri ve Sivas bölgesinden 200.000 km. kare kadar toprak... Bütün büyük şehirler ve ticaret merkezlerinin bu bölgenin dışında kalması bir yana; aydın tabaka ve meslek erbabı da onlardan koparılıyor, geriye sömürge ve köle olmaya mahkûm bir "köylü devleti" bırakılıyordu!..

1.Cihan Harbi sırasında dahi Suriye, Irak bizimdi. Mısır Hidivliği, Bulgaristan Prensliği, Kırım Hanlığı, Eflak Boğdan Voyvodalıkları, Mekke Şerifliği, Arabistan, Rumeli-i Şarki Vilayeti, Sisam Beyliği gibi topraklar sözde de olsa bağlı idi. Ayrıca Kıbrıs, 12 Ada, Tunus, Cezayir, Libya gibi işgâl edilmiş bölgelerden de vazgeçilmiş değildi!.. Kemal Tahir toprağın 4.383.000 km. kare, nüfusun da 43 milyon olduğunu belirtir. Ayrıca CİHAD'a icabet eden olmamıştı ama, HİLAFET'in dünya müslümanları üzerinde hâlâ etkisi vardı. Düşman ordularındaki müslüman askerler bize silah doğrultmaktan hoşnut değillerdi.

Bu gerçek, bir kaç yazar hariç, hâlâ gözlerden saklanmakta, hatta İnkılâb Tarihi derslerinde bile yeteri kadar işlenmemekte, böylece BATILI HIRİSTİYAN EMPERYALİSTLER'e karşı bir husumet uyanması önlenmeye çalışılmaktadır. O tarihlerde TÜRKİYE'yi lokma lokma bölüp yutmak istiyenler; bugün hâlâ çevirdikleri onca dolaba rağmen "dost ve müttefik" addedilmektedir... Sırtlan yiyicilikten vazgeçer mi hiç?

- 1917 İhtilali'nden sonra Ruslar çekilirken ordusundaki Ermeniler Erzincan-Bayburt tarafında büyük katliam yaptılar. Böylece 1895 yılından beri sürdükdükleri isyan ve katliama yenilerini eklediler... Amerikan tarihçileri dahi 1915 yılından sonra Doğu'da 2,5 milyon MÜSLÜMAN'ın katledildiğini, buna mukabil Ermeni kaybının 400.000 civarında olduğunu söyler.

OSMANLI DEVLETİ ile Rusya arasında 8 Aralık 1917'de savaş son verildi.

Ruslar yenilince Kars'ta bir devlet kuruldu. Mütarekeden sonra İngilizler Kars'a girip burayı Ermeniler'e verdiler.

- 4 Haziran 1918 Osmanlı-Azerbeycan anlaşması imzalandı.

Bu anlaşmaya dayanarak Nuri Paşa 8500 kişi ile Azerbeycan'a girmiş, Bolşevik ve Ermeniler'den Bakü'yü kurtarmıştır. (15 Eylül 1918)

Bakü 1. Dünya Savaşı sonlarında İngilizler'i çağırmıştır. Ama Ermeniler İngiliz desteğinde TÜRKLER'i kırmıştır. Sonra TÜRK ordusu Bakü'yü almış, TÜRKLER'i kurtarmıştır. Yusuf İzzet Paşa komutasındaki bu ordu, Kafkas Dağları'na kadar ilerlemiştir. Mondros Mütarekesi'nde biz Kafkaslar'da idik.

Ancak bazı açıkgözler Kafkasya'da Azeriler'e para diye Osmanlı sancaklı padişah armalı cigara kâğıdı kapaklarını yutturmuşlardı!.. Köylülerden ayakbastı parası tahsil etmiş, makbuz istiyenlere bir kağıda beş kuruşun tuğralı tarafını basarak makbuz diye vermişlerdi...

Bedava ekmek pişirmek istemiyen fırıncılardan ilk dört tanesini Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa astırmıştı da, senelerce gelmelerini gözledikleri Osmanlı Türkleri'nin Çar ordusundan beter olduğu inancı bütün Kafkasya'da yayılmıştı!...

TÜRKİYE Mondros ile 30 Ekim 1918'de BAKÜ'yü boşaltmak zorunda kaldı. Azeriler 12 Ocak 1920'de Gürcüler ile birlikte Paris'te bağımsızlıklarının tanınacağına dair söz aldılar. Ama sonradan her üç ülke de Bolşevik işgaline uğradı.

- O tarihlerde 10 milyon olan TÜRKİSTAN'ın MÜSLÜMAN ve TÜRK nüfusuna rağmen, 16 nazırdan 12'si 300.000 kadar olan Rus, Yahudi ve Ermeni nüfus içinden seçiliyordu. 36 âzâlı parlamentoda 11 TÜRK, idarede ise hiç denecek kadar az TÜRK vardı.

BAKÜ'ye gelip yardım istiyen TÜRKİSTAN TÜRKLERİ:

"Şimdi bizim kalbimiz tamamiyle BÜYÜK TÜRKİYE'ye iltihak ihtirası ile çarpıyor. Bütün TÜRKLÜĞÜN BİRLEŞMESİ ancak bizim ulvi maksatlarımıza uyan yoldur. Bugün arzumuz emelimiz budur. Bu muallâ emel küçük büyük bütün halkın ve sınıfların en kutsal gayesidir," demişlerdi.

Bulgaristan 1918 başlarında Romanya ile mütareke yaptı, ve savaştan çekildi. Böylece Almanya ile bağlantı koptu. Zaten Almanya da 11.11.1918'de Fransa ile bir mütareke imzalıyarak mağlubiyeti kabul edecekti. Ortadoğu topraklarında geriliyen, ancak henüz yenilmemiş olan Osmanlı Devleti Talat Paşa kabinesinin çekilmesi ile savaşı bırakmak zorunda kaldı.

Sultan REŞAD, 3 Temmuz 1918'de vefat etti. Yani MÜTAREKE'den sadece üç ay önce!.. Yerine 57 yaşında olan VAHDEDDİN geçti. O tarihten bir müddet evvel MUSTAFA KEMÂL rahatsızlanmış, KARLSBAD'a kaplıca tedavisine gitmişti. Haberi orada aldı. VAHDEDDİN'in cülusunu bir telgrafla tebrik etti. Hemen arkasından Padişah'tan "dönseniz iyi olur" mealinde bir telgraf aldı ve 2 Ağustos 1918'de yurda döndü. 5 Ağustos'ta Sultan VAHDEDDİN'le görüştü.

Yeni padişahla birlikte barış teşebbüsleri de arttı. İngilizler ENVER PAŞA'ya şu teklifte bulundular:

- Arabistan'ın bağımsızlığı,

- Suriye ve Ermenistan'ın özerk olması,

- Mezopotamya ile Filistin'in MISIR gibi OSMANLI egemenliğinde, ancak İngiliz himayesinde olması,

- ÇANAKKALE'den geçiş serbestisi sağlanması

karşılığında

- Kapitülâsyonların kaldırılması,

- TÜRKİYE'ye cömert ekonomik yardımlar yapılması,

- ENVER PAŞA'ya iyi bir meblağ ödenmesi.

ENVER PAŞA bu teklifleri reddetmiştir!.. Dikkat edilirse, bu teklif, ERMENİSTAN bölümü ve OSMANLI borçları hariç, bizim MİLLÎ MÜCADELE'den sonra elimizde kalanlardan iyidir!

- 30 Ekim 1918 MONDROS MÜTAREKESİ ... İmzalayanlar: Rıza Tevfik ve Rauf Orbay'dı. Rauf cahil, durgun zekâlı, idaresizdi. Ancak çok cesur ve atılgandı. Ayrıca iyi dil bilirdi. (5)

Rauf Orbay Mondros'ta TÜRKİYE'nin başına gaileler açan 7. maddeyi kabul etmişti. Sonra "İngilizler beni aldattılar, söz verdiler tutmadılar" diye kendini savunmuştur!.. BATILILAR hangi verdikleri sözü tuttular ki??? (6)

Mütarakeye göre biz gavur esirleri ve Ermenileri serbest bırakıyoruz, ancak gavurlar TÜRK esirleri bırakmıyorlardı. 7 ve 24. maddeler ülkeyi işgâl imkânı tanıyordu.

MUSTAFA KEMÂL, 30 Ekim'de General LİMAN VON SANDERS'in yerine Yıldırım Orduları Kumandanlığı'na getirildi. 31 Ekim'de Adana'ya gidip göreve başladı. Ancak 7 Kasım'da bir fermanla Yıldırım Orduları lağvedildi. MUSTAFA KEMAL Harbiye Nezareti emrine verildi, Paşa 13 Kasım'da istanbul'a döndü.

MUSTAFA KEMAL, MONDROS MÜTAREKESİ'ni şöyle yorumlar:

- İhtilaf Devletleri'nin herhangi sevkülceyş noktasını işgal hakkını haiz olmalarını, "emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda" şart-ı sarihiyle tayin etmiştir. (7. Madde)

- 10. madde yalnız "Toros tünellerinin Müttefikler tarafından işgali"ne münhasırdır.

- 12. madde "hükümet muhaberatı müstesnad olmak üzere" telsiz, telgraf ve kabloların murakabesini tecviz ediyor.

- 15. madde "Memalik-i Osmanıyye dahilindeki hudud-u hadidiyenin yalnız ve ancak murakabesi" mevzuu bahistir.

- 16. Madde Kilikya'daki ordularımızdan "mahallinin inzibatı için iktiza eden kuvvetin orada terki ve mütebakisinin 5. maddeye tevkifan terhisi" pek sarih olarak mezkurdur. Ve bundan başka hiç bir kayıt ve şart yoktur.

- 24. Maddede vilayat-ı sittenin herhangi bir kısmının işgali hakkını İhtilaf Devletleri'ne muhafaza ettiren sebep "bu vilayetlerde iğtişaş zuhuru hali" olacağı sarihtir.

- Bu maddelerin mazmunları ile tatbikatı arasında tetabuk var mıdır?..

- Müterakename'nin ilk akdolunduğu zamanlarda İngilizler Musul'u işgal etti! Müterekename'nin aktinde bizim ordularımız Musul'da, İngilizler cenupta idi. Oradaki komutanla igfalkârâne temas ederek askerlerini Musul'a soktular.

- İstanbul'u berri ve bahri kuvvetleriyle işgal ettiler. Bu hususta mütarekenamede müsaade var mıdır?..

- Adana havalisini, Urfa'yı Ayıntap ve Maraş'ı evvela İngilizler ve badehu Fransızlar işgal ettiler. Buna dair de Mütareke'de bir madde yoktur.

- İtalyanlar Antalya'yı işgâl ettiler. Muhrip bulunmadığımız Yunanlılar da İzmir ve havalisini işgâl ettiler.

- Hülâsa Mütarekename'yi baştan başa hurdahaş ettiler!..

- Memleketin dahili asayişini temin ve muhafaza için lüzumu kadar asker silah altında terkedilecekti. İlk zamanlarda 80.000'i mütecaviz bir kuvvet kâfi görüldü. Bilâhare İhtilaf Devletleri 43.000'e tenzil ettiler. Bir müddet sonra bu miktarın da altına inildi. Milletimizi, memleketimizi tamamen müdafaasız bırakmak maksadını takip ettiler.

- Mütarekenamenin aktinde hür ve müstakil yaşamaya layık bir Osmanlı milleti, kabul ettikleri halde, 1-2 ay geçtikten sonra bu kanaatlerinden tecerrüt ediyorlar.

- Ecnebiler kendi menfaat-ı iktisadiye ve siyasiyelerini tatmin edebilmek için aleyhimize icat ettikleri iki mütaalayı yürütmeye başladılar.

- Bu mütalaalardan birincisi güya "milletimizin anasır-ı gayrımüslimeyi müsavat ve adalet düsturuna tevkifan idareye gayrı muktedir olduğu..." İkincisi de güya "milletimiz heyet-i umumiyesiyle kaabiliyetten mahrum bulunduğu"ndan, bahçe halinde bulunan yerlere girmiş ve oralarını harâbezâra çevirmiş!!'

Amerika Reis-i Cumhuru Wilson 14 maddeden ibaret bir programla ortaya çıktı.(1917) Bu program, güya milletlerin kendi mukadderatına hakimiyetini temin ediyordu. Programın 12. maddesi TÜRKİYE'ye yönelikti.

Ama Mütarekename gibi, 8 Ocak 1918'de dile getirilen Wilson Prensipleri de tümü Amerika'nın, Batı Avrupa'nın ve küçük hıristiyan devlet ve halkların lehine; TÜRKİYE ve TÜRKLER, MÜSLÜMANLAR aleyhinedir. İnsanî hiç bir yanı yoktur!.. Denizlerde güvenliğin sağlanması, ekonomik serbestliğin sağlanması, Boğazlar'ın ticaret gemilerine açılması gibi hep kendi menfaatlerine yöneliktir. Sonradan galip devletlerin toprak ve savaş tazminatı almaması ve milletlerin kendi geleceklerini tayin hakkı gibi iki madde daha eklemişse de (11 Şubat 1918) bunlar uygulanmamış, hele EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI DEVLETLERİ'nin pençelerinde inleyen mazlum milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkı hiç bir şekilde dile getirilmemiştir.

12. maddede, OSMANLI egemenliği altındaki halkların özerkliği ve bağımsızlığı, Türkler'in oturduğu bölgelerin (lûtfen) onlara bırakılması, Boğazlar'ın uluslararası güvenceye alınmasından söz edilir. Ancak aynı "humanist" Wilson başka devletlerin boyunduruğu altında yaşıyan Türkler, Araplar, Hintliler, Çinliler, Endonezyalılar, hele kendi cenderesinde olan Filipinliler, Kızılderililer ve Zenciler'e aynı hakları tanımaz!. Kimse de bunu böyle anlayıp hesabını sormamıştır.

İnanmadınız mı?.. O zaman WILSON PRENSİPLERİ'ni bir bir okuyun, bakın bakalım, mazlumlar lehine bir tek kelime var mı?

1 - Galip devletler, yenilen devletlerden toprak ve savaş tazminatı almayacak. (Bu maddenin kastı "yenilen Hıristiyan devletler"dir. Onların toprakları alınmayacak, sömürgeler el değiştirmiyecekti. Hiç te öyle olmadı)

2 - Devletlerarası antlaşmalarda açık diplomasi esası uygulanacak. (Yani gizli antlaşmalar hukûken geçersiz sayılacak... Bu da uygulanmamış, OSMANLI DEVLETİ aleyhine yapılmış olan anlaşmalar gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.)

3 - Ülkelerin karasuları dışındaki denizlerde tam dolaşım serbestliği sağlanacak.

4 - Uluslararası ekonomik engeller kaldırılacak ve devletler arasında eşitlik sağlanacak. (Bu eşitlik kavramına en başta A.B.D. ve Batı Avrupa ülkeleri karşı çıkmış, hiç bir zaman uygulamamışlardır. Uluslararası ticarette aldıkları mallarda da sattıkları mallarda da fiyatı hep kendileri belirlemişlerdir.)

5 - Silahlanmanın azaltılması yolunda karşılıklı güvenceler verilecektir. (İlk silahsızlanma çağrı olmasa da, azaltma çağrısı gibi görünür. En başta A.B.D. buna ters davranır.)

6 - İşgal edilmiş olan tüm Rus topraklarının boşaltılacak ve Rusya’nın kendi kendisini istediği gibi yönetmesi yolunda önlemlerin alınacak. (Komünist ihtilâl oldu ya, engelleyemediklerini itiraf ediyor.)

7 - Belçika’nın egemenlik haklarına hiçbir biçimde dokunulmaksızın boşaltılması ve yeniden kurulması sağlanacak.

8 - İtalyan sınırlarının ulusal temele göre düzeltilmesi sağlanacak. (Ama İtalya'nın Anadolu'yu işgaline ses çıkarılmayacak.)

9 - Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndaki uluslara en serbest biçimde özerklik elde etmek için gereken olanakların verilecek.

10 - Romanya, Sırbistan, Karadağ'ın boşaltılması, Sırbistan'ın denizde serbest ve güvenli bir kapı elde etmesi, Balkan devletlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin ulusallık bakımından tarihsel temellere göre dostça düzenlenmesi, Balkan devletlerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlıkları ve sınırlarının dokunulmazlığı yolunda uluslararası garantilerin verilmesi sağlanacak. Oturanları kuşkusuz biçimde Leh olan bölgeleri içine alan bir Lehistan'ın kurulması sağlanacak. Denize kapısı bulunan bir Polonya devleti kurulacak. (Tabii Balkanlar'da ve o bölgelerde yaşayan TÜRKLER ve MÜSLÜMANLAR aleyhine)

11 - Büyük ve küçük ulusların siyasî bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin karşılıklı güvenliğinin garanti altına alınabilmesi için, devletlerarası anlaşmazlıkları barış yoluyla çözecek uluslararası bir örgüt kurulacak. (Cemiyet-i Akvam'ın ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın kurulması bu prensipe dayanır. Ancak maksat emperyalist devletlerin diğer devletleri denetim altında tutmalarıdır. Bu Yüzden SEVR'in ilk maddeleri OSMANLI DEVLETİ'ne Cemiyet-i Akvam'ı kabul etmesini dayatıyordu. Bu cemiyet Paris Konferansında kurulmuştur. Bu madde Wilson Prensiplerinin uyulan tek maddesidir.)

12 - OSMANLI İMPARATORLUĞU’nda Türkler'in oturduğu bölgelerin egemenliği sağlanacak; diğer bölgelerdeki uluslara da kendilerini geliştirme hakkı verilecektir. (Savaş sonunda OSMANLI DEVLETİ'nin devam edeceği, fakat, parçalanacağı vurgulanmıştır. Bu madde “savaştan sonra mağlûb devletlerden toprak alınmayacaktır” maddesi ile çelişmektedir. O ifadenin sadece Hıristiyan ülkeler için olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu madde azınlıklar için ilham kaynağı olmuştur. Öte yandan bu madde, iyimser bir yorum ile, Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu’da başlayan işgallerin hukuk dışı; bu durum karşısında TÜRK Kurtuluş Savaşı'nın ise hukuka uygun olduğunu gösterir. Ne var ki, emperyalist Hıristiyan Batılılar işgal edilen yerlerin azınlıklara ait olduğunu ileri sürmüşler, işgali haklı göstermişlerdir.) BOĞAZLAR bütün ulusların ticaret gemilerine açık olacak. (Ama A.B.D. istediği zaman, istediği ülkeye ambargo uygulayacak. KÜBA'ya yaptığı gibi!)

13 - Tüm Fransız topraklarının kurtarılacak. 1871 yılında Prusya’nın Alsas-Lorren’i almakla yapmış olduğu haksızlığın düzeltilmesi yani bu toprakların yeniden Fransa’ya verilmesi sağlanacak. (Bu madde “savaştan sonra mağlûb devletlerden toprak alınmayacaktır” maddesi ile çelişmektedir.)

14 - Sömürgeler üzerindeki isteklerin serbestçe ve tam bir yansızlıkla incelenecek ve bu bölgeler halkının çıkarları da göz önünde tutularak bir sonuca bağlanacak. (Bu madde hiç uygulanmadığı gibi, kastı da zaten "sömürülen halkların çıkarları" değildir. O yüzdendir ki, sömürgeler bağımsızlığa kavuştuktan sonra dahi sömürge olmaktan kurtulamamışlardır.)

Aslında ABD Monroe Doktrini gereği 1823'den 1917'ye kadar Avrupa işlerine karışmamayı prensip edinmişti... Onu savaşın içine çeken, Almanya'nın denizlerde ABD'yi taciz etmesi idi. (1917) Bu arada hiç alâkası olmadığı halde OSMANLI DEVLETİ'nin paylaşılması meselesine de burnunu soktu. Bu hususta kendisini ilgilendiren belki bir tek Boğazlar'dan geçiş ve serbest ticaret konusu vardı.

Ancak Amerikan hükümeti Akdeniz'de limanı olacak bağımsız bir Ermenistan kurulması, OSMANLI'nın Avrupa'daki topraklarının alınıp Bulgaristan'a verilmesi, Boğazlar ve Marmara'da uluslararası denetim ve ayrı bir "Konstantinopolis Devleti" kurulması, Güney Anadolu'da İtalya'ya toprak verilmesi, Yunanların Batı Anadolu ve İzmir konusundaki taleplerinin kabulü, Fransız mandasının benimsenmesi ve "Kürdistan" dediği bölgenin ayrı, özerk bir statüye kavuşması hususlarını dile getirmiştir.

Amerikan halkı bu konulara tamamen ilgisizdi. Ülkede sadece 1915 tehcirinden sonra göç hakkı tanınan Ermeniler meseleye vakıftılar. Ancak Ermenistan mandası düşüncesi, ABD Senatosu'nda dahi kabul görmedi... ABD 1924'den sonra, bizimle barış dahi imzalamadan tekrar kabuğuna çekildi, ta 2. Cihan Savaşı'na kadar...

1. Dünya Savaşı sonunda üç imparatorluk yıkıldı. Biri Çarlık Rusyası ve Romanof sülâlesi... Yenenlerin safında olmasına rağmen parçalandı, 1917'den sonra eski müttefiki İngiltere ve Amerika'nın saldırısına uğradı... İkincisi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Habsburg sülâlesi... Avusturya ve Macaristan bölündü, toprakları üzerinde Çekoslavakya ve Yugoslavya kuruldu... Üçüncüsü Osmanlı Devleti ve hanedanı...

İşin enteresan tarafı, toprakları üzerinde, Ermenistan hariç, hiç bir bağımsız devlet kurulmadığı halde 4,4 milyon km. kareden 200.000 km. kareye düşürülüyor, yani Arabistan yarımadası (Ortadoğu), Ege Adaları, Trakya ve Anadolu'nun deniz sahilleri, göl kıyıları, en verimli toprakları, madenleri İtilaf devletlerince paylaşılıyordu!.. İşte sonradan "dost" ve "müttefik" diye boynuna sarıldığımız ABD'nin de katkısı ile Türkiye'nin başına örülen çorap buydu!..

Almanya, Avusturya ve Macaristan'da yenilgi baskısı ile saltanat kaldırılıp Cumhuriyet ilan edildi... Daha sonra TÜRKİYE'de de SALTANAT ve HİLÂFET'in kaldırılması bilhassa İNGİLTERE tarafından desteklenmiş, hatta baskı yapılmıştır... Burası enteresandır. Çoğu Avrupa devletlerinde KRALLIK ve HANEDANLAR sürerken, neden "mağlup" devletlere rejim değişikliği bastırılmış, hanedanlar yıkılmıştır?..

Sultan VAHDEDDİN, İTTİHAT VE TERAKKİ baskısından kurtulduktan sonra, İSTANBUL'da idareyi tamemen kendi ellerine almak, ülkeyi Meşrutiyet'le değil, ağabeyi Sultan 2. ABDÜLHAMİD gibi Mutlakiyet'le yönetmek istemiştir. İşte bu yüzden ilk olarak 18 Aralık 1918'de Meclis'i feshetti!.. Dahasonra yeni seçimler yapıldı, yeni Meclis oluştu.

Ocak 1919'da toplanan Paris Konferansı'na İtilaf yandaşı 32 ülke katıldı. Bunlar OSMANLI hariç, yenilen ülkeler ile barış taslağını hazırladılar.

Almanya ile Versailles Antlaşması yapıldı. (28 Haziran 1919) Alsace-Lorraine Fransa'ya, Batı Prusya Polonya'ya, Büyük Okyanus'taki sömürge adaları ve Çin'deki kapitülasyon hakları Japonya'ya bırakıldı. Afrika'daki sömürgeleri Fransa, İngiltere ve Belçika arasında paylaşıldı. Büyük ticaret gemilerine el kondu... ve 10 yıl bedava kömür vermesi istendi. Mecburî askerlik kaldırıldı, ordusu kısıtlandı.

Avusturya-Macaristan'la Saint-Germain Antlaşması yapıldı. (10 Eylül 1919) Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya'ya bağımsızlık tanındı. Tirol ve Trieste İtalya'ya verildi. Mecburî askerlik kaldırıldı. Ordusu kısıtlandı.

Bulgaristan'la Neuilly Antlaşması yapıldı. (27 Kasım 1919) Güney Domruca Romanya'ya, Batı Trakya yoğun Türk nüfusa rağmen Yunanistan'a verildi. Bulgaristan'ın Ege ile bağlantısı kesildi. Zorunlu askerlik kaldırıldı, ordu kısıtlandı.

4 Haziran 1920'de İtilâf Devletleri Avusturya İmparatorluğu'ndan kopardıkları mağlup Macarlar'la, Trianon Barış Antlaşması'nı imzaladı. Toprakları 330.000 km²’den 92.000 km²’ye, nüfusu 22 milyondan 7,5 milyona düştü. Mecburi askerlik hizmeti kaldırılarak, ordusu 35.000 kişi ile sınırlandırıldı... Görüldüğü gibi mağlup ülkelere uygulanan bu madde, şimdi (2013) nâmağlup TÜRKİYE'ye, AKP iktidarı eliyle uygulanmak isteniyor!.. VATAN HİZMETİ olan askerlik yerine, "profesyonel ordu"diye yutturulan PARALI ASKERLİK getirilmek isteniyor ki, vatana ihanettir! Mutlaka vazgeçilmesi gerekir!

- İngiliz donanması İSTANBUL'a 13 Kasım 1918'de girdi. Zamanla İstanbul'daki düşman askeri sayısı 81.000'e ulaştı. (7)

- İşgâl zamanı bir gün MUSTAFA KEMÂL, Pera Palas'ta çay içerken, onu görüp tanıyan General Harrington, masasına davet etmek istedi. Bir İngiliz subayı geldi Paşa'ya:

- "Paşa Hazretleri, General Harrington sizi masasında görmekle çok mutlu olacağını söylüyor," dedi.

MUSTAFA KEMÂL o yana bile bakmadan:

- "Biz yerliyiz. Harrington cenapları MİSAFİR sayılır, o bizim masamıza buyursun!"

dedi. Cevabı duyan İngiliz subaylarının suratı asıldı. Biraz sonra MUSTAFA KEMÂL onların masasına göz bile atmadan kalkıp odasına çıktı.

- Mustafa Kemâl savaş sırasında İstanbul'a geldiğinde 5 Ağustos ve 9 Ağustos 1918 tarihlerinde iki defa Sultan Vahdeddin'le görüşmüştü. Son görüşmesi ise 18 Aralık 1918 tarihinde olmuştu.

- 20 Aralık 1918 gecesi MUSTAFA KEMÂL'in evinde, ALİ FUAT (CEBESOY) ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:

- "Benim anladığım, İngiltere'yi 'Hindistan yollarının en kuvvetli bekçisi olduğumuza ve Musul vilayeti elimize geçtiği takdirde, petrollerinin işletilmesinde kendisiyle anlaşacağımıza' inandırabilirsek; pekalâ onunla anlaşabiliriz... ve icabında şimal komşularımıza karşı da iyi bir destek olur."

- "İngiltere'nin bizimle yeniden harbe girmek ihtimali var mıdır?"

- "Hayır. O ne yapıp edip HAKEM durumunda kalmak ister."

Aynı toplantıda Misak-ı Millî, Hilâfet ve Saltanat meselesi, hatta Cumhuriyet ihtimali dile gelmişti. (Kutsal İsyan, cilt 1, sf. 259-261)

Bu görüşme üzerine ALİ FUAT PAŞA kumandanı olduğu 20. kolordunun başına dönmüş, Konya ve Niğde'deki silah arkadaşları verilen talimat üzerine bütün işe yarıyabilecek eşya, silah ve cephaneyi toplatmışlardı. Kilikya'daki 7. ordu çekilmeden önce orada direniş örgütlerinin tohumları serpilmişti. 20. Kolordu Konya Ereğlisi'ne, oradan da Aksaray-Kırşehir üzerinden staretejik konumu olan Ankara'ya çekilmişti. ANKARA'nın önemi buydu!

Ankara valisi İngiliz yanlısı idi. Bir İngiliz Muhipleri Cemiyeti Şubesi açılmış, yurtsever kişiler sürgün edilmiş, İngiliz birliği takviye edilmişti. Geri dönen Ermeni ve Rumlar, İngiliz altını ile kurulan ispiyon ağı ve yılgın Ankara halkı hiç ümit verici bir durum yaratmıyordu.

Ali Fuat Paşa muzaffer bir kumandan gibi askerlerine bando-mızıka resmi geçit yaptırdı. Halkın moralini yükseltti. Bir gün bir İngiliz yüzbaşı gelip küstahça:

- "Askerlerinizde Alman palaska tokası gördüm. Bunları neden bana haber vermediniz?"

diye sordu. Ali Fuat Paşa cevap vermeyince de sinirlenip bağırmaya başladı. Paşa sükunetini bozmadan kendisini sömürgede sanan İngiliz'e sordu:

-"Rütbeniz nedir?"

- "İngiliz yüzbaşısı."

-"Öyleyse sizden yüksek rütbede bulunan bir TÜRK subayı karşısında olduğunuzu unutmayınız, ve ona göre konuşunuz."

Yüzbaşı şaşırdı, öfkeden kıpkırmızı kesildi. Bu adam delirmiş miydi?

- "Ne diyorsunuz?.. Ne diyorsunuz?"

diye kükredi. Paşa durgun sesiyle:

- "Ne dediğimi şimdi anlarsınız,"

diyerek zile bastı. İçeri giren iki ere:

- "Oğlum, alın bunu, Merkez Komutanlığı'na götürün. Bir hafta müddetle kendisine talim ve terbiye öğretsinler!"

emrini verdi... Gerçek TÜRK subayı İŞGÂL altında bile haysiyetini kaybetmez! (Kutsal İsyan, cilt 1, sf.269-275)

Fener Patrikhanesi 9 Mart 1919'da bir bildiri yayınlıyarak Rumlar'ı OSMANLI teb'alığından "âzât" etmişti! Böylece OSMANLI DEVLETİ ile ilişkileri kestiğini açıklıyordu. Ayrıca İstanbul'un Yunanistan'a bağlanmasını, Kuzey ve Doğu Anadolu'da Portus Devleti kurulmasını talep etmişti!..

Bu tutum da şimdiki Patrik bozuntusu Bartolameos efendinin davranışından farklı değildir. Adam tüm görevi boyunca İstanbul'a "Vatikan" statüsü sağlamaya çalışıyor... İlk yapılacak iş, bu tutumundan vazgeçmediği ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne sadakatini açıklamadığı takdirde, yurt dışına sürüleceğini açıklamaktır! (2005)

Milliyetçilik heveslerine kapılmış olan Kürt aydınları da; Ermeniler'i Amerikalılar almaya kalkınca, İngilizler'in himayesiyle "bağımsız" olma çabalarına girmişlerdir.

Çerkezler ise 1921 yılında bir kongre toplıyarak "Şark-ı Karib Çerkezleri Temin-i Hukuk Cemiyeti" kurmuşlar, Yunan ordusunun himayesi altında örgütlenmişler, Adapazarı dolaylarında bir devlet kurma çabalarına girmişlerdi!

Hepsi bir büyük ülkeye yamanarak, ona hizmet sunarak sözde bağımsızlık sağlamak peşindedir. Aslında bu kocasının baskısından kaçıp geneleve düşen kadının haline benzer.

Halbuki ÇEÇEN halkı 1,5 milyon nüfusu ile koca Rusya'ya kafa tutup tek başına bağımsızlık mücadelesine girişmiştir. (1997) Bizim MİLLİ MÜCADELE'mizden sonraki tek örnektir!

19 Nisan 1919'da Kâzım Karabekir Paşa Samsun'a çıktı oradan Erzurum'a gidip ordunun başına geçti.

- 15 Mayıs 1919 İzmir Yunanlar tarafından işgâl edildi. Yunan savaş gemileri limandaydı. Ayrıca işgalden sevinç duyan yerli Rumlar alanı doldurmuş, bayram havası yaşıyorlar, yapıların damlarına, çatılarına çıkmış, balkonları, terasları doldurmuş halde sevinç çığlıkları atıyorlardı. Pasaport'taki rıhtım boyunda esir diye getirilmiş başka Türk subayları da tek sıra olarak yanyana dizilmişlerdi ve başlarında Evzon denilen özel kılıkta giyimli Yunanlı erler de bulunmaktaydı. Bir Yunan subayı, yanında bir Efzun eriyle, tek sıra dizilmiş olan Türk subaylarından biri önünde duruyor, onlara kollarını yana kaldırtıp indirterek "Zito Venizelos!" yani "Yaşasın Venizelos!" diye bağırmalarını söylüyordu. Kollarını yana kaldırtıp indirtmek özellikle aşağılamak, küçük düşürmek içindi. Bu arada yapıların damlarındaki, çatılarındaki, evlerin balkonlarındaki Rumlar, alanı dolduranlar, alay ederek kahkahalar savuruyorlardı. Tutuklanıp Pasaport'ta getirilmiş olan MİRALAY SÜLEYMAN FETHİ BEY, Yunan subayının dediğini yapmadı. Subay buyruğunu birkaç kez yineledi, ancak FETHİ BEY onu duymamış gibi davrandı. Subayın Fethi Bey'in omuzlarındaki albaylık apoletlerini sökmek istemesi üzerine, elini şiddetle iterek, "Onları sen takmadın ki sen sökesin!" diye bağırdı. Bunun üzerine, Yunan subayının Efzun erine verdiği bir komutla, önce bir, sonra ikinci ve üçüncü bir kez, nihayet toplam 22 kez süngülenerek şehit edildi MİRALAY FETHİ BEY!

Yunanistan'ın bu savaştaki durumunu Bülent Tanör çok güzel açıklamaktadır...(Bakınız: Kurtuluş, Cumhuriyet Yayını) Bazı Lâtin Amerikan ülkelerinin 1960'larda yapmaya çalıştıklarını Yunanistan 1920'de yapmıştır. Yani asıl EMPERYALİST KAPİTALİST BATI BLOĞU'na tâbi olarak onun hizmetlerini görerek yayılma, toprak ve pazar elde etmeye çalışmıştır.

Yunanistan'da 1909'daki devrimle Venizelos; İngiliz, Fransız sermayedarları ile ortak olan Yunan burjuvazisi desteğiyle iktidar olmuştu. Kendilerine yakın topraklarda yayılma sahaları aramaya başladılar. Bundan da "Megalo İdea" doğdu... Biz bunu Kurtlar Sofrası'nda kemiklere razı olan çakalların haline benzetiyoruz.

Maalesef 1947'den itibaren Mandacı İsmet'in BATI'ya yamanmasıyla birlikte, TÜRKİYE'ye de bu duruma düşmüş, hatta 1991'de TÜRK Cumhuriyetleri'nin bağımsız olmasından itibaren bunu açık açık ifade etmekten kaçınmamıştır. Çakallığın, kemik artıklarına talep olmanın adı da "Orta Asya'ya BATI'yla birlikte girmek" olmuştur!

Aslında pek az kimsenin farkında olduğu, ancak Mustafa Armağan ile Prof. Dr. Mehmet Çelik'in dile getirdiği gerçek şudur ki, İngilizler Yunanlar'ı BİZİ MEŞGUL ETSİNLER diye işgâle teşvik etmiştir. Biz Batı'da Yunan'la meşgul olalım ki, onlar petrol bölgesi güneyi, yani Arabistan yarımdasını istedikleri gibi bölsünler, sun'i devletler kursunlar, tamamen kendilerine bağlasınlar!.. Maalesef TÜRKİYE bu oyuna gelmiş, ve Yunan'ın yenilmesiyle millî mücadele bitti sanmıştır. Halbuki daha kurtarılacak çok yer vardı! Onların hepsini Lozan'da bol keseden bağışladık!

- MÜTAREKE'den hemen sonra İSTANBUL'da resmî bir işgâl yoktu ama şehir müttefik askerleri ile doluydu. İlk gurur kırıcı olay İZMİR'in işgâli değil, FRANSIZ Doğu Orduları Başkumandanı General FRANCHET d'ESPEREY'in 8 Şubat 1919'da şehre BEYAZ bir AT üzerinde girmesi olmuştu. Bu küstah adam bu davranışıyla sözde FATİH SULTAN MEHMED'in 1453'de İSTANBUL'a aynı şekilde girişinin intikamını alıyordu!..

Millet infiale kapılmıştı. Bir çözüm aranıyordu. Tek kurtuluş yolu silahlı mücadele idi. Bu işi askerlerden biri yapması gerekirdi. Bir general ANADOLU'ya gönderilecek, bir ordu kurulacak, bu suretle barış görüşmeleri masasına güçlü bir şekilde oturulacaktı!

Şimdi anlatacaklarımız ise, hemen HİÇ bilinmez!.. HİÇ dile gelmez!..

O günlerde Saray'a yakın olanların anlattıklarına göre, Mart 1919'da bir gün ERENKÖY'de bir köşkte gizli bir toplantı yapıldı. Direniş hareketi liderliğinin NURİ PAŞA'ya verilmesi kararlaştırıldı. Toplantıya katılanlar dağılmak üzere iken köşke bir otomobil yaklaştı ve otomobilden Miralay REFET (BELE) BEY indi. Geç kalmıştı!.. NURİ PAŞA'nın lider seçildiğini öğrenince, "Kanaatimce münasip değil. İşin, mâzisinde daha büyük muvaffakiyetleri olan ve daha meşhur bir askere verilmesi lâzım. Meselâ MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya... ÇANAKKALE müdafaası hâlâ hatıralarda,"

dedi. Sokağa çıkmış olan askerler, tekrar köşke döndüler ve meseleyi tekrar müzakere etmeye başladılar. Sonunda REFET BEY haklı bulundu! Bir tek kişi karşı çıktı, Harbiye Nâzırı ŞAKİR PAŞA!.. Karar BÂBIÂLİ'ye o tarihte Sadrazam olan DAMAD FERİD PAŞA'ya gönderildi. BÂBIÂLİ'de muhtemel adayların bulunduğu bir liste yapılmış, en başa da MUSTAFA KEMÂL'in adı yazılmıştı. Her ismin yanına da destekleyen ve itiraz edenlerin gerekçeleri sıralanmıştı. ŞAKİR PAŞA'nın MUSTAFA KEMÂL'e itirazı şöyleydi: "En iyi askerimizdir, ama bence bazı sebeplerden dolayı muvafık değildir. Üstelik CUMHURİYETÇİ olduğu söylenir!"

Listeyi Sultan VAHDEDDİN'e bizzat Sadrazam DAMAD FERİD PAŞA götürdü, "MUSTAFA KEMÂL PAŞA'yı istiyorlar," dedi!..
(Bu bölümdeki hadise, Sultan VAHDEDDİN'in kayınbiraderi ve yaveri Kaymakam ZEKİ BEY'in yeğeni SADUN ATIĞ tarafından anlatılmıştır. NURİ PAŞA'nın, ŞAKİR PAŞA'nın, DAMAD FERİD PAŞA'nın ve yakınlarının eğer varsa hatıraları araştırılmalı, doğru olup olmadığı ve teferruatı tesbit edilmelidir.)

Sultan VAHDEDDİN bu listeyi bir tek ablası MEDİHA SULTAN'ın oğlu SAMİ BEY'e (aynı zamanda DAMAD FERİD'in üvey oğludur) gösterdi, fikrini sordu. "Sence hangisi daha iyi asker, ENVER mi, MUSTAFA KEMÂL mi?" SAMİ BEY, "Hanedanınızı düşünün. CUMHURİYETÇİ olduğundan söz etmişler," dedi dayısına. VAHDEDDİN, "Nerede? Hangi hanedan? Hepsi hanendegân (şarkıcı) oldu. Mademki 'en iyi askerimizdir,' diyorlar, onun gitmesi lâzım. CUMHURİYET, vesaire gibisinden şahsî fikirleriyle bu işin alâkası yok!" dedi ve kararı imzaladı, sonra bir tek cümle ekledi: "BU ADAM BU İŞİ YAPACAK!"

Sultan VAHDEDDİN'in tasdiki, yeğeni SAMİ BEY tarafından MUSTAFA KEMÂL'e iletildi... Ancak SAMİ BEY'in sonraları "Gitmeyi değil, kalıp HARBİYE NÂZIRI olmak istiyordu. Ama ANADOLU'ya geçtiği takdirde vaziyeti kurtarıp çok daha faydalı işler yapabileceğini İKNA ettik," şeklinde dile getirdiği bir iddiası daha vardır. Seneler sonra VAHDEDDİN sürgünde bulunduğu SAN REMO'da bir gece çocukları ve yeğeninin önünde bazı evrakı imha ettiği sırada, SAMİ BEY "hiç olmazsa listeyi ve ŞAKİR PAŞA'nın kırmızı mürekkeple yazdığı MUSTAFA KEMÂL'e muhalefet şerhini saklamasını" istemiş, ancak VAHDEDDİN dinlememiş, evrakı yakmıştır. (Murat Bardakçı , Şahbaba , Pan Yayıncılık , İstanbul, 1998 , sf. 125-127)

MUSTAFA KEMÂL, yolculuk arefesindeki günlerde Nişantaşı'ndaki HARİCİYE KONAĞI'nda sık sık göründü. DAMAD FERİD PAŞA ile bir odaya kapanıp saatlerce birşeyler konuştular... Ama esas buluşmalar FERİD PAŞA'nın Erenköy'deki konağında, geceleri, ve gizli olurdu. Bu buluşmaları FERİD PAŞA'nın ALMANYA'dan getirdiği SUSAN RUFF adlı hizmetçisi ayarlardı. Bu genç kadın çapkın olduğu şüphe götürmeyen FERİD PAŞA'ya hizmetçilikten başka hizmetler görüyor olsa gerekti.

Gece yarısına doğru FERİD PAŞA konaktaki herkesi evine gönderir, SUSAN RUFF ile yalnız kalır, genç kadın aşağıya iner, arka taraftaki kapıda bekler, kapı vurulunca açar, kaputunun yakasını kaldırıp yüzünü gizlemiş olan misafiri FERİD PAŞA'nın yanına götürürdü. Bu esrarengiz misafirin sabahın 4'ünden önce konaktan ayrıldığı pek vaki değildi. Konağın sâkinleri arasında olan çocuklar FERİD PAŞA'nın bir şeyler çevirdiğini farketmişlerdi ama gizli misafirin kim olduğunu ancak sonraki yıllarda gazetelerdeki resimlerini görünce anladılar.

Bahriye Nâzırı AVNİ PAŞA ve Dahiliye Nâzırı Mehmet Bey, MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın ANADOLU'ya geçisinin hazırlığını üstlenmiş iki önemli isimdi, ama HİÇ bahisleri geçmez.

AVNİ PAŞA, Harbiye Nâzırı (muhalif) ŞAKİR PAŞA'nın damadıydı, ve Sultan VAHDEDDİN'in en güvendiği, yakın çevresinde tuttuğu kişilerden biriydi. MUSTAFA KEMÂL'i de harb yıllarından tanıyordu. MEHMET ALİ BEY ise MUSTAFA KEMÂL'in çocukluk arkadaşı ALİ FUAT (CEBESOY) BEY'in kuzeniydi. DAMAD FERİD PAŞA'ya yakındı. MUSTAFA KEMÂL'i ona AVNİ PAŞA tanıştırmıştı. Böylece VAHDEDDİN'le irtibat AVNİ PAŞA yoluyla, Sadrazam FERİD PAŞA ile irtibat ta MEHMET ALİ BEY aracılığıyla kuruluyordu. MUSTAFA KEMÂL PAŞA ve arkadaşlarını SAMSUN'a götürecek BANDIRMA gemisinin tedariki ve hazırlanması da AVNİ PAŞA'ya düşmüştü.

Görüldüğü gibi MUSTAFA KEMÂL'in SAMSUN'a çıkışı öyle bize okullarda ve uyduruk tarih kitaplarında anlatıldığı gibi "15 Mayıs'ta Yunanlar İZMİR'e çıktı, 16 Mayıs'ta MUSTAFA KEMÂL bir gemiyle yola koyuldu, 19 Mayıs'ta SAMSUN'a çıktı," şeklinde olmamıştır!.. Zaten olamaz da!.. O kadar kişiyi nereden, ne zaman topladı? Maddî imkânı nasıl sağladı? Ha deyince gemi bulmak kolay mı?.. Bu sorular HİÇ sorulmaz!..

Gerçek şu ki, MUSTAFA KEMÂL'in ANADOLU'ya geçiş hazırlıkları EN ÜST DÜZEY'de, ve tam İKİ AY sürmüştür!.. Mart ortalarından Mayıs'ın 16'sına kadar!

Sultan VAHDEDDİN'in MUSTAFA KEMÂL'in ismini onaylamasından sonra, PAŞA'ya ANADOLU'yla hangi kılıf altında gönderecekleri konusunda çalışma yapıldı, bulunan çözüm, yani "MUSTAFA KEMÂL PAŞA'nın 9. Ordu Müfettişliği'ne tayini" hakkındaki irade (PADİŞAH emri) o zamanın RESMÎ GAZETE'si olan TAKVİM-İ VAKAYİ'de 30 Nisan 1919 günü yayınlandı.

Harbiye Nezareti aynı gün, yani 30 Nisan 1919'da SADARET makamına bir yazı gönderdi ve "3. Kolordu ve 15. Kolordu bölgelerindeki TRABZON, SİVAS, ERZURUM, VAN ve SAMSUN'daki mülkî memurların MUSTAFA KEMÂL PAŞA tarafından yapılacak (her türlü) tebligata (kayıtsız şartsız) uymaları" hususunda bir TAMİM çıkarılması istedi. Bu tamim son derece önemlidir, MUSTAFA KEMÂL'e gereksiz direnmeleri önlemiştir.

MUSTAFA KEMÂL PAŞA aynı gün, yani 30 Nisan 1919'da Harbiye Nezareti'ne "SAMSUN'a götüreceği karargâh mensupları"nın listesini verdi!.. Bu liste "emr-i şifahi-yi Nezaretpenahiye tevfikan" yani "Harb Bakanlığı'nın sözlü emri gereğince" hazırlanıp verilmişti! İşin enteresan tarafı, bu hazırlığı yürüten "MUSTAFA KEMÂL'in ANADOLU'ya gönderilecek görevli kişi" olmasına muhalefet eden HARBİYE NÂZIRI ŞAKİR PAŞA idi!

6 Mayıs 1919 günü karşılıklı yazışmalarla geçti. Önce ŞAKİR PAŞA müfettişlik bölgesindeki faaliyeti ile ilgili talimatnâmeyi MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya verdi... Sonra MUSTAFA KEMÂL "İTİLAF DEVLETLERİ ile imzalanmış MÜTAREKE metniyle, bilmesinde yarar olan diğer yazışmaların Hariciye Nezareti'nden alınıp kendisine verilmesini" istedi. Bazı evrak o gün alınıp kendisine verildi... MUSTAFA KEMÂL ayrıca kullanılacak 6 adet MÜHÜR'ün kazınıp kendisine verilmesini yazıyla istedi.

HARBİYE NÂZIRI ŞAKİR PAŞA tarafından MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya verilen TALİMATNÂME, OSMANLI tarihinde bir paşaya verilen en geniş yetki belgelerinden biriydi. KEMÂL PAŞA, sadece askerî erkâna değil, mülkî erkâna da (sivil yöneticilere) emir verme hakkına sahip oluyor, tayin ve görev değişikliği yetkilerini de kapsıyordu! Açıkçası MUSTAFA KEMÂL çok geniş bir bölgede kimseye tâbi olmadan PADİŞAH VEKİLİ gibi hareket edebilecekti!.. Bu inanılmaz bir güç idi!.. MUSTAFA KEMÂL'in bu talimatnâmenin hazırlanmasında etkili olduğu, hatta bazı cümleleri çok ustaca hazırlayıp metne dahil ettirdiği inancındayız,

MUSTAFA KEMÂL bu yetkileri HEMEN kullanmaya başlamış, 9 Mayıs 1919'da SİVAS'taki 3. Kolordu Komutanlığı'na çektiği telgrafta Kumandan Albay SELÂHATTİN BEY'e "kendisini SAMSUN'da beklemesi" talimatını vermişti.

13 Mayıs 1919'da MUSTAFA KEMÂL Matbuat Umum Müdürlüğü'ne bir yazı gönderdi, "14 Mayıs günü Genel Kurmay Başkanlığı'nda bir toplantı planladığını, karargâh görevlilerinin bu toplantıdan haberdar olabilmesi için haberin GAZETELER'de duyurulmasını" istedi!.. Bundan da anlıyoruz ki, MUSTAFA KEMÂL faaliyetini fazla gizli tutmamış!.. Harbiye Nezareti'ne gönderdiği yazıda ise "karargâhın ÜÇ AYLIK TAHSİSAT'ının PEŞİN verilmesini, beklenmeyen masraflar için (ayrıca) bir miktar ÖDEME yapılmasını, iki binek otomobili tahsis edilmesini" talep etti!

Ancak iş OSMANLI tarafında bitmiyordu. BOĞAZLAR'dan çıkış ancak Müttefikler'den alınacak vizeyle mümkündü! KARADENİZ, İNGİLİZ donanmasının işgâli altında idi. Bu yüzden MUSTAFA KEMÂL PAŞA, 14 Mayıs 1919'da maiyetindekilerin listesini bir yazıyla Harbiye Nezareti'ne gönderdi ve "İNGİLİZLER'den vize alınmasını" istedi. Aynı gün, daha vize alınmadan, herhalde yola çıkacağına son derece emindi ki, SAMSUN'a şifreli bir telgraf çekti, "CUMA günü öğleden sonra BANDIRMA vapuruyla SAMSUN'a hareket edeceğini, beraberinde 23 subay olduğunu," bildirip "kalacak yer teminini" istedi!..

MUSTAFA KEMÂL PAŞA ve CEVAD PAŞA 14 Mayıs 1919 akşamı NİŞANTAŞI'ndaki konakta Sadrazam DAMAD FERİD PAŞA ile akşam yemeği yediler. Yemekten sonra harita üzerinde SAMSUN havalisindeki durum tartışıldı. Sadrazam, ertesi MUSTAFA KEMÂL PAŞA'ya "ertesi günü ZÂT-I ŞÂHÂNE'yi ziyaret etme" talimatı verdi. Bu ifadeden, bu buluşmadan Sultan VAHDEDDİN'in haberi olduğu, hatta bu randevuyu ve talimatı PADİŞAH'ın verdiğini ve yemeğin bu amaçla düzenlendiğini anlıyoruz... Yoksa, SADRAZAM bile olsa, birisi istedi diye, "Git, PADİŞAH'la görüş," dedi diye PADİŞAH'la görüşülemez!.. Bunun daha önce iki örneğini görmüştük.

MUSTAFA KEMÂL Anadolu'ya geçmeden önce (8) 6. defa VAHDETTİN'i görmeye gittiğinde, Padişah kendisine şöyle hitap etmiş:

- "Paşa, paşa!..Şimdiye kadar DEVLET'e çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Fakat bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa!.. DEVLET'i kurtarabilirsin."

Arkasından MUSTAFA KEMAL, geniş bir örgüt istiyen çalışmaları için bir tahsisatın verilip verilmeyeceğini sorunca PADİŞAH:

- "Muktezi her türlü masrafın iş'arınız ve tensibinizle verilmesi hususunda Sadrazam Paşa'ya derhal irade edeceğim,"

demişti. (Kutsal İsyan, cilt 2, sf. 212-213)

Yani VAHDETTİN, MUSTAFA KEMÂL'e altın ve para vermiştir. Bu hususun artık CUMHURİYET TARİHİ'nde yer alması gerekir.

Gerçek şudur ki, sarhoşu, aptalı, delisi vardır ama, HİÇ BİR OSMANLI PADİŞAHI "HAİN" DEĞİLDİR!

- İttihat ve Terakki kadrosu bütün vatanperverliğine, idealist girişimlerine rağmen koca bir imparatorluğu elden çıkarmamıza neden olmuş; MUSTAFA KEMÂL kadrosu ise yeni bir DEVLET kurmuştur... Bu iki kadro da az farkla hemen hemen aynı insanlardır. MİLLÎ müadele'nin önde gelen beş ismi KÂZIM KARABEKİR, ALİ FUAT CEBESOY, REFET BELE, RAUF ORBAY ve MUSTAFA KEMÂL idi.

Son dönemdeki OSMANLI kadroların hemen hepsi Saray'a karşı bir azınlığın örgütlenmesidir. KUVA-YI MİLLİYE kadrosu ise daha ilk baştan Saray'a karşı olmadığını, dış düşmana karşı olduğunu açıkça söylemiş anti-emperyalist bir kadrodur.

Bu anti-emperyalist yapıyı hazırlayan elbetteki Mondros Mütarekesi idi. Mütareke OSMANLI Devleti'ni tasfiye edip TÜRKLER'i Orta Anadolu'ya hapsedince, o güne kadar Saray'a karşı olan kadrolar, karşılarında istedikleri "özgürlük, eşitlik, meşrutiyet, adalet" gibi şeyleri verecek Saray kalmayınca, emperyalist güçlere karşı cephe oluşturdular.

Ordusuz kalmış subaylar, idealistler, aydınlar ve başıbozuklar... Bunlar, yani KUVA-YI MİLLİYE çok yönlü ama tek hedefli bir kadro hareketidir. Ama kitlesel bir halk hareketi değildir. Kütlesel bir hareket olsa, İstiklal Mahkemeleri'ne ne ihtiyaç vardı?.. Kitlesel bir hareket olsaydı, Sakarya Subay Savaşı olmazdı. Halk ancak Sakarya'dan sonra zafer kesinleşince toplu olarak harekette yer almıştır. Bu gecikmede 1910'dan beri süren aralıksız savaş ve yoksulluğun etkisi büyüktür.

- Ermeni göçü Orta ve Doğu Anadolu'da yeni bir durum ortaya çıkarmıştı. Ermeniler'in boşalttıkları topraklar, evler ve işyerleri; Kürtler, Lazlar, Çerkezler arasında bölüşülmüştü. TÜRKLER bu talandan hiç yararlanmamışlardır. Karşıda ise Sovyetler kurulmuş, Ermenistan meydana çıkmıştı. Bir orduları vardı, ve TÜRKİYE üzerine yürümeye hazırlanıyorlardı. Mücadelenin Doğu'da başlaması bu potansiyel direnmeden dolayıdır... (9)

Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra karargâhını 25 Mayıs 1919'da Havza'ya taşımış ve Havza Tamimi''ni 10 Haziran 1919'da burada hazırlamıştır.Tamimde:

- "İstanbul Hükûmeti’ne ve İtilâf Devletleri temsilcilerine etkili telgraflar çekilerek işgâller protesto edilmelidir."

- "İşgâlleri protesto etmek için mitingler düzenlenmelidir."

- "Bu mitingler sırasında düzenin korunmasına dikkat edilmeli, Hıristiyan halka karşı bir saldırı ve düşmanlık yapılmasından sakınılmalıdır,"

deniyordu. Tamimin ardından İstanbul Hükûmeti İngiliz baskısıyla MUSTAFA KEMÂL'i ilk defa İstanbul'a geri çağırmıştır. Ancak MUSTAFA KEMÂL geri dönmemiştir.

- Havza'dan Amasya'ya geçen MUSTAFA KEMÂL, 22 Haziran 1919'de Erzurum'da bir kongre toplanacağını bildiren Amasya Tamimi'ni yayınladı. En önemli maddesi şu idi:

"MİLLETİN İSTİKLALİNİ, YİNE MİLLETİN AZİM VE KARARI KURTARACAKTIR!"

- 23 Temmuz 1919'da toplanan Erzurum Kongresi Kararları:

- "MİLLİ HUDUT DAHİLİNDE VATAN BİR BÜTÜNDÜR. ONUN MUHTELİF KISIMLARI BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ!"

- "Hükûmetin yıkılması halinde HER TÜRLÜ YABANCI İŞGAL VE MÜDAHALESİNE karşı MİLLET BİRLİKTE MÜDAFAA VE MUKAVEMET EDECEKTİR."

- "MANDA VE HİMAYE KABUL OLUNAMAZ!" (10)

- 4-11 Eylül 1919 toplanan Sivas Kongresi Kararları:

- "OSMANLI toplumunun bütünlüğü, İSTİKLAL'imizin temini, HİLÂFET ve SALTANAT'ın korunması için KUVA-YI MİLLİYE'yi âmil ve MİLLİ İDARE'yi hâkim kılmak esastır."

- "TÜRK VATANI'nın tamamiyetini ve TÜRK MİLLETİ'nin TAM İSTİKLÂL'ini temin etmek için icabederse ayrıca bir HÜKÛMET kurulacaktır." (11)

MUSTAFA KEMÂL İstanbul'a dönmeyince, İstanbul Hükûmeti görüşmek istedi. Yeni Bahriye Nazırı Salih Paşa (Kezrak) başkanlığında bir heyetle Amasya'da buluşma kararlaştırıldı. Millî Mücadele ekibiyle Salih Paşa ekibi arasında 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde yapılan bu görüşmelere Amasya Mülâkatı denir. Bu görüşmelerde 5 protokol imzalanmış, Hilâfet ve Saltanat hakkında karşılıklı teminatlar verilmiş, hatta barış konferansına gidecek kişilerin isimleri belirlenmişti. Ama savaş sonrasında bu uygulanmadı, çünkü aradan pek çok olay geçmişti.

MUSTAFA KEMAL şöyle diyordu:

- "Mütareke aktolunduğu gün, hudut İskenderun Körfezi cenubundan ANTAKYA'dan, HALEP ile Katma istasyonu arasında, ÇARABLUS köprüsü cenubunda Fırat nehrine mülaki olur. Oradan DİRİZOR'a iner; badehu Şark'a temdit edilerek MUSUL, KERKÜK, SÜLEYMANİYE'yi ihtiva eder."
(28 Aralık 1920, Misak-ı Millî sınırları... MİSAK-I MİLLÎ'yi İSTANBUL'da açılan OSMANLI MECLİS-İ MEBUSAN'ı hazırladı ve kabul etti... 17 Şubat 1920)(12)

- "ŞARKÎ TRAKYA hinterlandımızın gayr-ı kabil-i fek bir kısmını teşkil etmekte ve TÜRK ekseriyetini haiz bulunmaktadır. TRAKYA'nın diğer aksamı için biz maalmemnuniye rey-i amm'a müracaat olunmasını kabul edeceğiz."

Kasım 1919'da İngilizler, aralarındaki anlaşma icabınca GÜNEYDOĞU bölgesinden çekilip gitti. Yerini Fransızlar'a bıraktı. Sözde HIRİSTİYAN halkı MÜSLÜMANLAR'ın saldırısından korumak için bir de ERMENİ gönüllülerden bir alay oluşturuldu. Bunlar 1915'de tehcire tabi tutulmuş çoğu hain ve çeteci Ermeniler idi. Asıl maksat bölgede BATI'ya bağlı bir ERMENİSTAN kurmaktı. Ermeniler halka çok zulüm yaptılar. Kendilerine ait olduğunu öne sürüp toprağını, evini, malını aldılar. Direnenleri öldürdüler.

Bu arada işgal altındaki GÜNEY ve GÜNEYDOĞU ANADOLU kendi başının çaresine bakmaya başlamıştı. MUSTAFA KEMÂL de bazı değerli kişileri bölgeye kurtuluşu örgütlemek üzere göndermişti. Bu kişilere halkın kolay hatırlıyacağı çarpıcı kod adlar veriliyordu. KİLİKYA diye bilinen ADANA yöresine Yüzbaşı Osman Bey'in adı TUFAN, MARAŞ'a giden Binbaşı Kemâl Bey'in adı DOĞAN, Yüzbaşı Ratip Bey'in adı SİNAN, ANTEP'e gönderilen Teğmen Mehmet Sait'in adı da ŞAHİN Bey olmuştu. KILIÇ ALİ Bey de o bölgede idi.

Bu kişilerin akıllara durgunluk veren kahramanlıkları; Maraş, Antep, Urfa ve Adana'yı Fransız ve Ermeni işgalinden kurtarmıştır. Bu bölgelerdeki çarpışmaların her biri küçük te olsalar, en az bir İnönü "zaferi" kadar önemlidir. Ancak nedense gözardı edilir.

Yine aynı şekilde TÜRK büyüklerinden, kahramanlarından çoğunun adını insanımız duymamıştır. Bunlar hakkında yazılmış kitaplar, romanlar hep baskısı tükenmiş, unutulmuştur. "Aydın"larımız Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibilerinin hikayelerini dile getirir, anma törenleri düzenlerler de, bu ülkenin kurtuluşu için canını tehlikeye atmış, tek başına büyük işler başarmış BULGAR SADIK, HASAN TAHSİN, EYÜP SABRİ, ŞAKİR ZÜMRE, FUAT BALKAN, ESAT TOMRUK, DEMİRCİ EFE, YÖRÜK ALİ EFE, KARAYILAN gibi kahramanlar hakkında tek cümle bile bilmez! Hasan İzzettin Dinamo'nun Kutsal İsyan eseri bu kişilerin hayat hikâyelerini pek güzel kaleme almıştır.

- 8 Şubat 1920'de milli kuvvetler Fransızlar'ı ve Ermeniler'i tepeliyerek URFA'ya girdi. 9 Şubat'ta Fransızlar MARAŞ'ı terketti. Hemen arkasından ANTEP kurtarıldı. Bölgede kalamıyacaklarını anlıyan Fransızlar ANKARA ile anlaştı ve 5 Ocak 1922'de ADANA'dan da çekildi.

- 17 Şubat 1920'de MİSAK-I MİLLÎ'yi OSMANLI MECLİS-İ MEBUSAN'ı hazırladı ve kabul etti. (12)

- 16 Mart 1920'de İngilizler Şehzadebaşı Karakolu'nu basıp uyuyan askerlerimizi şehit ettiler. İSTANBUL işgalini resmen açıkladılar. Ertesi gün MECLİS- MEB'USAN'ı basıp milletvekli Rauf Orbay ile Kara Vasıf'ı tevkif ettiler.

- Kızılay'ın İstiklal Savaşı'nda çok hizmeti oldu. Kervanlar ile Samsun'dan Ankara'ya çok silah ve malzeme nakletmiştir. Anadolu'dan İngiliz'in topladığı top, tüfek, cephane İstanbul'da depolanmış, İngiliz ve Fransız askerlerinin denetimine verilmişti. Silahlar bu askerlerden para ile alınır, ANADOLU'ya gizlice gönderilirdi.

- MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ'nin önemli isimleri ve Dr. Rıza Nur'un onlar hakkındaki değerlendirmeleri:

İsmet Bey (Paşa) Amerikan mandacısıdır... Ne babası, ne anası, ne ailesi hakkında hiç bir yerde fazla bir bilgi yoktur. Herkes onu Malatyalı diye bilir. Ancak aslen "Bitlisli olduğunu" Rıza Nur'a söylemiş ve "Bitlis'te Türk var mı?" diye sormuştur!.. Malatya'da ailesi "Haçikler" diye bilinir. Bu kelime Ermeniler'e verilen addır. Babasının Malatya ile bağlantısı ise, orada "mahkeme başkatipliği" yapmasından ibarettir! MİLLİ MÜCADELE'ye sonradan katılmıştır.

Ali Kemal İngiliz yanlısı... Abdullah Cevdet Kürtçü... Hüseyin Cahit (Yalçın) Dönme ... Eski Maliye Bakanı Cavit yahudi dönmesi... İsyancı Anzavur Çerkez...

Celalettin Arif (Meclis-i Mebusan başkanı) Doğu illerini Türkiye'den koparmak istiyordu... Ahmet Cevat Emre Giritli'ydi... İbrahim Tali Lübnan dağlarından gelme bir Dürzi'ydi... Bekir Sami Osetyalı'ydı.

Halide Edip dönme idi. Sultanahmet'teki ateşli konuşmalarıyla tanınmasına, Anadolu'da MUSTAFA kEMAL'in yanından ayrılmamasına rağmen, Amerikan mandacısı idi. Ecnebi etkilerden kurtulamamış, sonunda eşi Adnan'la birlikte yurt dışına sürülmüştür.

Hanzadeler, İngiliz teşviki ile isyana hazırlanıyordu.(1919) O dönemdeki İngiliz casusları Arnavut, Kürt ve Arap idi.

Bütün bu ve benzeri kişiler zaman zaman TÜRK'ten ayrı biri gibi davranmış, etnik köken ve düşünce tarzlarıyla MİLLİ MÜCADELE'ye zarar vermişlerdir.

Amerikan mandacıları, İngiliz muhipleri, Fransız hayranları, Çerkez, Kürt, Ermeni, Rum bölücülerin yanısıra bir de "Federasyoncular" vardı. Aralarında Kara Vasıf Bey'in de bulunduğu bu grup 11 Aralık 1918'de bir "Milli Kongre" toplamıştı. "Anâsır-ı Osmaniye itilâfı" ile bir İslam Konfederasyonu fikrini ortaya attı. Bunların bir kısmı İngiltere'den medet umarken, bir kısmı da Amerika'nın destek sağlıyacağını düşünüyorlardı... Enver Paşa da Rusya'da aynı fikirler peşinde koşuyordu.

Bizce elbette TÜRK ve MÜSLÜMAN milletler arasında konfederasyon olabilir. Ancak bu TÜRKİYE'nin bölünmesi ile değil; tam tersine diğer ülkeler ile bir araya gelmesi ile ve TÜRKİYE'nin önderliğinde mümkün olabilir. Yoksa Özal'ın düşündüğü gibi önce Güneydoğu'yu TÜRKİYE'den koparıp devlet yapmak, sonra onu sözde federasyon şeklinde bağlamak tarzı çözümler asla kabul edilemez. PKK'nın Ermeni asıllı lideri Artin Apo'nun öne sürdüğü tarzda bir konfederasyon da mümkün değildir. Ancak Suriye, Irak, Kafkas ülkeleriyle ve Türkiye arasında bir konfederasyon olabilir.

- Öte yandan Hamdullah Suphi (Tanrıöver) TÜRK'tür, TÜRKÇÜ'dür. Ancak bunu millî duygulardan ziyade, mevki ve şöhret için kullanmıştır. İyi hatiptir. Ama bütün söylediği 20-30 kadar güzel cümledir. Her nutkunda bunları tekrarlar. Türkocağı'nın tepesine bu sayede yerleşmiştir. Millî Eğitim Bakanı olmuştur.

Rauf Orbay Abaza idi... Tevfik Bıyıkoğlu (Cumhurbaşkanlığı başkatibi) Keldani'ydi...Ethem, Reşit, Tevfik kardeşler ise Çerkez'di.

Fevzi Çakmak İstanbul'da Harbiye Nazırı idi. Başta MİLLÎ MÜCADELE'ye karşı çıkmış, MUSTAFA KEMÂL'i tutuklamak üzere Sivas'a kadar gelmiş, Mart 1920'de Anadolu'daki komutanları uyaran üç tamim göndermişti. Ancak Nisan ayında Anadolu'ya geçip Millî Mücadele'ye katıldı.

KÂZIM KARABEKİR Erzurum'daki 15. Kolordu'nun başında idi. Önce İngilizler'in çekilmekte olduğu DOĞU ANADOLU'yu güvenliğe kavuşturup, sonra bütün gücümüzle BATI ANADOLU'yu düşman işgâlinden kurtarmayı savunmuş ve bu hususta büyük gayret göstermiştir. MUSTAFA KEMÂL'in askerî açıdan en büyük destekçisiydi.

Bunlardan başka bir de kahraman, vatarperver komutanlar vardı ki, bunlar bir şekilde maalesef MİLLÎ MÜCADELE'nin dışında tutulmuşlardır. Kıskançlık, rekabet ve ihtiras yüzünden...

Tarihçi Cemal Kutay o dönemin ileri gelenlerini "MİLLİ MÜCADELE'ye ÖNCEDEN KATILANLAR, SONRADAN KATILANLAR" diye ikiye ayırır... İşte bir de bu üçüncü grup vardır ki, KATILMASI ENGELLENENLER'dir... Önceden katılanların hepsinin MİLLİYETPERVER, FEDAKÂR olduğunu, sonradan katılanların ise hep İKTİDAR HIRSI ile malûl olduğunu belirtir. Nitekim İsmet Paşa'nın icraatı, sonradan MUSTAFA KEMÂL'i gölgelemiştir. Fevzi Paşa da İsmet'i hep desteklemiş, hatta hiç sevilmemesine rağmen ATATÜRK'ten sonra cumhurbaşkanı olmasına ses çıkarmamıştır.

- 1. Düzce, Anzavur, 2. Düzce, Bolu, Yozgat, Viranşehir, Zile, Erbaa, Koçgiri, Konya isyanları... Başlangıçtaki bazı isyanların bastırılmasında ÇERKEZ ETHEM'in büyük rolü olmuştur. Kendisi ordudan ayrılma bir çavuş ve TEŞKİLÂT-I MAHSUSA'dan idi. Ancak 5000 süvari ve 500 piyade askeri vardı. Sonradan burnu büyümüş, MUSTAFA KEMÂL'i bile asacağını söylemeye başlamıştır.

- ANKARA yöresinden AZERBEYCAN'a dayanan bir KIZILBAŞ (Alevi) şeridi vardır. Bunlar Sünniler'e fena gözle bakarlar. Diğer kesimlerdeki Sünniler de Aleviler'e kötü gözle bakar, "kestiği yenmez" der. Hatta cahil Sünniler "Bir alevinin müslüman olması için, önce Hıristiyan olması gerektiğini" bile öne sürerler. Hepsi cahillikten, İSLAM'ı bilmemektendir!..

Koçgiri Kürt isyanı sırasında (16 Mart-17 Mayıs 1921) Koçgiri, Aleviler'e adam göndermiş, ALLAH'tan onlar, "Biz Alevi'yiz ama Kürt değiliz, TÜRK'üz" diye isyana katılmamışlardı. Aslında "koçgır" Ortaasya'da koç anlamına gelen öz-be-öz TÜRKÇE bir kelimedir. Aşiret aslında TÜRKMEN'dir.

İngilizler Anadolu'da isyanlar çıkarırken Rum'u, Ermeni'yi, Çerkez'i, Kürt'ü kışkırtıyorlardı. KIZILBAŞLAR'ı, TÜRKMENLER'i ayırıyorlardı.

Abdülhamid zamanında Ermeniler KIZILBAŞLAR'ı "siz Ermeni'siniz, zorla müslüman yapıldınız" diye az daha kandırıyorlardı. Rus tarih kitapları onları da sayarak "ANADOLU'da 3 milyon Ermeni var" diye yazar... İtalyanlar da Konya halkına "siz TÜRK değilsiniz, SELÇUKLU'sunuz," diyerek Mevlevi Abdülhalim Çelebi ile "Selçuklu Devleti kurmak" için anlaşmıştı!..

Onun için mezhep farkı gütmeden, etnik köken ayırımına girmeden mutlak surette TÜRK MİLLİ BİRLİĞİ'ni hedeflemek şarttır!.

***

> GİRİŞ < > MİLLİ MÜCADELE - 2 < > SEVR ANTLAŞMASI - İNGİLİZCE METİN < > ÇANAKKALE GÜNLÜĞÜ < > UNUTULMAYAN MANŞETLER <