İSMET PAŞA MUAMMASI - 4

Eylül 1941'de Amerikan Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Amiral Sterling, "TÜRKİYE'nin Boğazlar'ı açmasını, yoksa hücum edileceği" beyanatını verdi!.. Stalin ise "savaştan sonra TÜRKİYE'ye Suriye'nin kuzeyinin, 12 Ada'nın, Batı Trakya'nın ve Şarki Rumeli'nin verilmesi gerektiğini" belirtmişti!..

İşte İsmet Paşa bize bu kadar toprak teklif eden Stalin'i, "Boğazlar ve Kars-Ardahan'ı isteyecek" duruma getirmeyi başarmış kaabiliyetsizin biridir!.. Hoş, o iddia edilen talebin de bizi NATO'ya sokmak için uydurulmuş olduğu da söylenir ya, neyse!..

Çünkü o tarihte İsmet Paşa, hââ Almanlar'ın kazanacağı görüşünde idi, ve inadından TÜRKİYE'yi hem tehlikeye atıyor, hem de böyle imkanları kaçırmakta beis görmüyordu!.. ATATÜRK'ün Mc Arthur'a yaptığı açıklamaları (1933) bilmiyor, "Sovyetler'in bu savaştan TEK galip olarak çıkacağını" söylediğini hatırlamıyordu!.. Herkes Almanlar'a cephe alırken, biz o günlerde Almanlar ile 100 milyon liralık bir ticaret anlaşması imzaladık!..

1941 sonunda Almanlar Ukrayna, Kırım ve Kafkaslar'ı, Kuzey Afrika'yı işgal etmişler, Japonlar da Pearl Harbor'da Amerika'ya saldırmıştı... Türkiye iyice sıkıştı... Kazablanka(12.1.1942), Washington(12.5.1943), Kahire(22.11.1943), Adana, Quebec(2.8.1943), Tahran(28.11.1943), Moskova(19.10.1943) konferanslarında hep bizim savaşa girmemiz dile geldi... Churchill'e göre bütün planların anahtarı TÜRKİYE idi. İsmet nasıl olduysa, bu oyunlara gelmedi... Gözünü korkutan şey, harpten sonra Ruslar'ın TÜRKİYE'ye saldırma ihtimaliydi.

BATILILAR'ın bu konuda ancak "kurulacak Birleşmiş Milletler'in meseleyle ilgileneceği" teminatını vermişlerdir!.. Hani şu Bosna'yı bile koruyamıyan Birleşmiş Milletler!.. (14)

Churchill TÜRKİYE'nin bu endişesini Stalin'e bildirince, Stalin'in cevabı kısa ve kesin olmuştur... Sovyetler TÜRKİYE'ye yaklaşmak istemekte, ancak İsmet Almanlar'ı feda etmeye yanaşmamaktadır!.. Demekki, savaş sonrası karşılaştığımız sıkıntılı durum da, İsmet'in yanlış ata oynamasından dolayıdır.

1943 yılında çok enteresan bir gelişme oldu. Alman Büyükelçisi Von Papen İstihbarat şefi aracılığı ile Baüşbakan Şükrü Saraçoğlu'na Alman Genel Karargâhı'nın bir teklifini iletti. Almanlar 12 ADA dahil olmak üzere Ege Denizi'nde ellerinde bulunan bütün adaları Türkler'e devretmek istiyorlardı!.. Şükrü Saraçoğlu yazdığı cevabî mektupta "Bunun için şartlarının ne olduğunu" sordu. Ancak mektupta şöyle bir de cümle vardı:

- "Bu adaları İngilizler'e devredebilir miyiz?"

Böyle bir şey olabilir mi?.. Bu adalar zaten bizimdi!.. İtalyanlar "geçici" olarak el koyduklarını belirtmişler, sonra da ilhak ettiklerini açıklamışlardı!. Tıpkı İngilizler'in kiraladıkları Kıbrıs'a yaptıkları gibi!..

Neticede İsmet Paşa yazdığı kısa bir mektupla teklifi reddetti!..

Savaş boyunca bütün yatırımlar durmuş, ülke 1939-1945 arasında savaşa girmemesine rağmen büyük sıkıntılara düşmüştü... Halk başlangıçta davul-zurna ile elindeki at ve arabaları getirip orduya teslim etmiş, ancak sonradan bu hayvanların bakımsızlıktan öldükleri; insanlar açlıktan kırılırken, depolanan yiyeceklerin ambarlarda çürüdüğü görülmüş; suistimaller almış yürümüş, harp zenginleri türemişti. (15)

Bütün bunların sebebi, daha 20 yıl önce bir topyekün harp yaşamış, bütün imkanlarını seferber etmiş TÜRKİYE'nin, İsmet'in döneminde bir harp ve savunma teşkilatına gidemeyişi idi... O dönemde hazırlanan bir reform tasarısı ise, Başbakan Refik Saydam'ın ani ölümü ile rafa kaldırılmıştır... Bilindiği gibi Refik Saydam, herşeyin "A'den Z'ye bozuk" olduğunu söylemesiyle meşhurdur!..

Kemal Tahir savaş sırasında alınan kararları şöyle eleştirir:

- "Aynî yardım, harp içinde icat edilmiş, memurlarla halkın arasını açmaktan başka bir yararı olmayan sistemdi... Şeker 30 kuruşken evine bir kilo şeker alamıyan memura; kilosu 25 kuruştan 9 ila 45 kg. kadar şeker alma imkânı tanınmıştı... Memur bu parayı veya malı alır, iki kilosunu kendine ayırır, kalanı 50 kuruştan bakkallara devrederdi!.. Şeker de piyasada 200 kuruşa satılırdı!.."

- "İşte bu yüzden halk,

İsmet uludur, İsmet uludur...
Memurlar İsmet'in kuludur.
İsmet'ten başka yoktur tapacak!.. (16)

demeyi latife haline getirmişti!."

- "Sonra bu yardım 15 lira olarak nakit ödenmeye başladı... Perihan Altındağ (Sözeri) meselesinden sonra istifa etmek zorunda kalan Fuat Ağralı'nın yerine Maliye Vekili olan zat, değişiklik olsun diye bu parayı 6 ayda bir ödeme usülünü çıkartmıştı."

- "Dün sokak kadınlarını vilayete çağırmışlar, Varlık Vergisi için...(17) 500 lira istemişler her birinden...Vatan tehlikede imiş!.. Düşman gelirse ırzımıza geçermiş... Bu parayla ordu besliyeceklermiş..."

- "İsmail Ağa'dan da 700 lira istemişler... Halbuki İsmail Ağa geçenlerde İstanbul'da gavurların satılan mallarından 40.000 liraya bir gazino almıştı!"

TÜRKİYE'nin 2. Cihan Savaşı'na girmemesi de İsmet'in "siyasi başarıları"ndan sayılır... Alakası yoktur!..

Bir defa, savaşan BATI taraflarından şunu veya bunu tutmaya mütemail LEVANTEN UNSURLAR'ın toplandığı MASON DERNEKLERİ, 1935'de ATATÜRK tarafından kapatılmış, böylece MİLLİ SİYASET istiyenlerin önü açılmıştı!..

İkincisi İsmet, hayatı boyunca evhamlı ve korkak biri olduğu için, zaten savaşa giremezdi!.. (18) Ülkeyi korumaktan ziyade, kendi derdinden savaştan uzak durmuştur... Bunu da galip gelebilecek tarafa yaranarak yapmıştır.

Kemal Tahir, İsmet'in bu tavrını çok güzel teşhis etmiştir... Onun, "Köy Enstitüleri"ni aslında Almanlar'ın Nazi teşkilatına özenerek kurduğunu, ama Ruslar'ın galip gelmesi kesinleşince bu teşkilatın "milliyetçi" hüviyetini yok edip, hemen nasıl "komünist"leştirdiğini şöyle anlatır:

- "Köy Enstitüleri, günlük politikanın eğitime bulaşmasından öte bir şey değildir!..."

- "2. Dünya Savaşı içinde İsmet Paşa'nın TÜRKİYE politikası çok civelek bir politikadır... Başlarda ALMANLAR FRANSA'YI ÇİĞNEYİVERİNCE, İSMET PAŞA ALMANLAR'A DÖNDÜ!"

- "Almanya'da Nazi Partisi, TÜRKİYE'de Halk Partisi... Almanya'da Hitler'in sözü kanun, TÜRKİYE'de İsmet Paşa'nın... Almanlar her yere bir Nazi ajanı yerleştirmiş... İsmet Paşa şehirleri Halk Evleri ile avucunun içine almış ama, köyler boş!..."

- "Paşa askerlikten kurtulamadığı için, çavuş olan açıkgöz köy çocuklarını kurstan geçirip eğitmen yetiştirdi... Bunların her birini bir köye yerleştirdi... Bu eğitmenler köyleri avuçlarına alacaklar, sinek uçsa, İsmet Paşa'nın haberi olacak!.."

- "Ama hesap yanlış çıktı!.. Almanlar Sovyetler'in bozkırına yenildiler... İsmet Paşa da "Hadi göreyim sizi" deyip ortaya sürdüğü Turancılar'ı deliğe tıktı!.."

- "Yine AYNI MİLLİ EĞİTİM BAKANI HASAN ALİ YÜCEL'i, solcuları el üstünde tutan biri haline getirdi. DEVLET'i sol rüzgarların uğuldadığı Köy Enstitüleri şampiyonu yaptı!.."

- "İşte Köy Enstitülerinin temelinde bu rezillik yatar!.. Önce savaşı Almanlar'ın kazanacağı hesabına yatırım yapılmıştır, sonra Ruslar'ın kazanacağına!..."

- "Ruslar savaşı kazanıp üç ilimizle Boğazlar'ı isteyince, İsmet Paşa fırt diye döndü ve İngiltere-Amerika üstüne oynamaya başladı!.."

- "Demokrat Parti muhalefeti ağzını açar açmaz da, Köy Enstitüleri'ni taviz olarak kurban etti. Çünkü fonksiyonunu çoktan yitirmişti!.."" (İsmet Bozdağ, Kemal Tahir'le Sohbetler)

Mandacı İsmet başa geçtikten sonra Lozan'da kaptığı hastalık depreşir, korkunç bir BATICILIK başlar!.. Cumhurbaşkanlığı TÜRK MUSİKİSİ HEYETİ lağvedilir!.. Radyoda TÜRK MUSİKİSİ %10 nisbetine indirilir... Halkın ancak kahvelerde dinleyebildiği radyolardan sabahın 7'sinde bile senfoniler, konçertolar yayınlanmaya başlar!... Milli Eğitim Bakanlığı ŞARK KLASİKLERİ'ni tercüme ve yayın işini bırakıp, sadece Batı edebiyatına yönelir... Grek ve Roma medeniyeti sanki bizim öz medeniyetimizmiş gibi tarih kitaplarında en önemli yeri alır!.. TÜRK mimari eserleri yıkılmaya terkedilirken, onlar restore edilir... Eski yazı kitaplar, belgeler ambarlarda çürütülür!... TÜRK folklorü unutulmaya yüz tutar!..

CUMHURİYET döneminin ikinci ama çok büyük devalüasyonu 7.9.1946'da yapılır!.. Dolar 1.31 TL'den 2.83TL'ye fırlar!.. İsmet bununla da yetinmez, altın satışını serbest bırakarak "liberal" ekonomiye adımını atar.

Yukarıda Mandacı İsmet'in "savaştan sonra TÜRKİYE'ye Suriye'nin kuzeyinin, 12 Ada'nın, Batı Trakya'nın ve Şarki Rumeli'nin verilmesi gerektiğini" söyleyen Stalin'i, "Boğazlar ve Kars-Ardahan'ı isteyecek" duruma getirmeyi başarmış biri olduğunu söyledik. İsmet, aslında Ruslar Boğazlar'ı ve Kars-Ardahan'ı istediği bahanesiyle, hemen "Amerikan Mandacısı" yönünü açığa vurmuş, 1947'de Truman yardımına el açıp, 1950-1993 arasında her on yılda bir yaşanan ekonomik kriz ve ihtilallerin temelini atmıştır!..

Bu "Kars-Ardahan-Boğazlar" meselesinin ibret dolu bir hikâyesi vardır. Dönemin Moskova büyükelçisi Selim Sarper'dir, ve bu rivayet onun marifetidir. Selim Sarper aslında Türkiye'den daha çok Amerika'ya hizmet etmiştir. Yani tam bir Amerikan casusu idi. Böyle olması da normal karşılanmalıdır, çünkü kendisi bir "dönme" idi. Bütün dönmeler gibi dışı Türk ve Müslüman görünüşlü, ama özü Yahudi ve Sabetayist'ti. Ve bütün dönmeler gibi, Türkiye'den çok Batı'ya bağlıydı. Ama cibilliyetsizliğinin farkına varılmamış, 27 Mayıs ihtilalinden sonra bir kere daha ödüllendirilerek Dışişleri Bakanı yapılmış, ve A.S.D.'ye hizmete devam etmiştir.

Bu kişi, Türkiye'nin Moskova büyükelçisi olarak Sovyet yetkilileri ile yaptığı görüşmeleri, Türkiye'den önce Moskova'daki Amerikan büyükelçisi A. Harriman'a bildirirdi. Harriman da tabii ki aldığı bilgileri Washington'a iletiyordu!..

Selim Sarper namussuzu, 7 Haziran 1945 günü S.S.C.B. Dışişleri Bakanı V.M. Molotov'la bir görüşme yapmış, bu görüşmeyi mutadı veçhile Amerikan Büyükelçisi A. Harriman'la müzakere ettikten sonra, Harriman'ın direktifi ile, Türkiye'ye bir telgraf çekmişti. Bu telgrafta Molotov'un, "Türkiye'nin Sovyetler Birliği ile yeniden anlaşma imzalamak için 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile tesbit edilmiş olan Türk-Sovyet sınırında, Sovyetler lehine bazı düzeltmeler yapılması gerektiğini" belirttiği yazılıdır. Telgrafta bu "düzeltme"nin "Kars-Ardahan ve Boğazlar"ı kastettiği şeklinde bir ifade olmadığı gibi, böyle bir talebi ortaya koyan resmî bir belge veya nota yoktur!.. Bu iddiayı Feridun Cemal Erkin gibi hatıralarında dile getirenlerin dışında da, hiç bir resmî kayıtta yer almaz!..

Amerikan casusu ve Yahudi dönmesi Selim Sarper'in telaşla Ankara'ya telgraf çekmesine, her zamanki bu görüşmenin teferruatını Harriman'a anlatmış olmasına, onun da Washington'u haberdar etmesine rağmen, Amerikalılar'da bir heyecan uyanmamıştı. Kesin olan odur ki, Selim Sarper İsmet Paşa'yı kandırmıştı!.. Zaten İsmet'in fazla kandırılmaya ihtiyacı yoktu. Rauf Orbay'ın hatıralarında belirttiği gibi "İsmet Paşa Lozan'dan çok değişmiş ve kibirli ve de Batı hayranı olarak" dönmüştü ve hep öyle kalmıştı.

Bu iddianın dayandırıldığı öteki nokta, iki Gürcü profesörün 21 Aralık 1945 tarihli makalesidir. Bu kişiler makalede, Gürcistan'dan koparılmışolan bazı şehirlerin Türkiye'den geri alınması gferektiğini öne sürmekteydiler. Ancak bu Ruslar'ın resmî bir talebi olmadığı gibi, hadi Ardahan neyse de, ne Kars, ne de Boğazlar Gürcistan sınırındadır.

Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov'un bu konuda bir tek notası vardır, onun da tarihi 1945 değil; 30 Mayıs 1953'tür. Bu notada iki devlet arasında daha önce yapılan görüşmelerde Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Türkiye'ye karşı bazı toprak iddialarının, ve Sovyetler Birliği'ne Boğazlar cihetinden gelebilecek tehdidin bertaraf edilmesi hususunun" ele alındığı hatırlatılmış, ve "iyi ikomşuluk ilişkilerinin korunması namına Ermenistan ve Gürcistan hükümetlerinin Türkiye'ye karşı toprak iddialarından sarf-ı nazar ettikleri, ve Boğazlar güvenliğinin Sovyetler Birliği kadar Türkiye için de kabul edlebilir şartlar altında temini" dile getirilmiş ve "Sovyet Hükûmeti, Sovyetler Birliği'nin türkiye'ye karşı hiç bir toprak iddiasında olmadığını beyan eder," ifadesi de yer almıştır.

Gerçekte böyle bir talep yoktu. Ruslar tarafından Ne Kars, ne Ardahan, ne Boğazlar istenmişti!.. Son notadan anlaşıldığına göre, Ermeniler'in ve Gürcüler'in lafla bir takım talepleri olmuş, belki Gürcüler Ardahan'ı, Ermeniler de Kars'ı dile getirmiş , yazmış olabilirler ama, pek ciddiye alınmamıştır. Resmî bir belge de yoktur. Ruslar sonradan bunu defaatle açıklamışlardır.

Çok açıktır ki, bu mizensan Amerikalılar tarafından hazırlanmış, Harriman tarafından Selim Sarper'e dikte edilmiş, ve Molotov'la yapılan mülakat ta buna vesile teşkil etmiş, oyun sahneye konmuştu!.

Amaç, Türkiye ile Sevyetler Birliği arasındaki bir yakınlaşmayı engellemekti!.. Kısa bir süre sonra "Missouri" mizanseni devreye girecek, ve Türkiye'nin ABD ile yakınlaşması sağlanacaktı!..

O olayı da anlatalım... İsmet'teki bu iflâh olmaz BATI HAYRANLIĞI'nı farkeden Amerikalılar, 1944 yılında vefat etmiş ve Amerika'da gömülmüş olan Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi M. Münir Ertegün'ün kemiklerini çıkarıp, Missouri gemisine yükler ve Türkiye'ye gönderirler!.. Yıl 1946!!!

Ancak bu geminin bazı özellikleri vardır. 2. Dünya Savaşı'nın sonunu belirliyen Japonya'nın kayıtsız-şartsız teslim töreni, 1.9.1945 tarihinde bu gemide yapılmıştır. Gemi Pasifik'te fiilen görev yapmış, 270 metre uzunluğunda, 57.000 ton ağırlığında ve 1600 kişilik mürettabı olan muazzam bir savaş gemisidir!.. İçinde de sözümona bir "tören" kıt'ası vardır!... A.B.D. Başkanı Truman'ın temsilcisi de İsmet Paşa'ya Başkan'ın özel mesajını sunmak için sabırsızlanmaktadır!.

Gemi nihayet 5.4.1946 günü İstanbul'a varır. Üniformalı Joniler gemiden inip şehir içinde bir resm-i geçit yaparlar. Şehir kendileri için hazırlanmış, hatta genelev sokağı yeniden boyanıp badalanmış, o tarihe kadar "Rus salatası" diye bilinen yiyeceğin adı bile "Amerikan salatası"na çevrilmiştir.

Joniler bir gelirler, bir daha gitmezler!.. Türkiye'nin başına A.B.D.'nin belâ olması, işte bu Missouri zırhlısının meş'um ziyareti ile başlar!..

İşte son zamanlarda "TÜRKİYE tercihini BATI lehine yapmıştır" diye ifade edilen tutum, 1945'den sonra ne yapacağını bilemiyen İsmet'in tercihidir!.. Girilen ittifakların hepsi onun dönemindedir!.. ATATÜRK asla böyle bir tercih yapmamıştı!.. Ve BATI ile hiç bir ittifaka girmemişti!.

Arkası çorap söküğü gibi gelir... Amerika'nın Hıristiyan Emperyalist Batı'nın liderliğine geçtiği 2. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra "dünya"dan istekleri şöyle belirlenmişti :

- İnsanların özgürce, istedikleri siyâsî, iktisâdî, ve içtimâî sistemi seçmeleri,

- Ticarette fırsat eşitliği,

- Basının haber alma ve verme özgürlüğü,

- Amerikan eğitim kurumlarının faaliyetinin devam etmesi,

- Amerikan vatandaşlarının ve şirketlerinin haklarının korunması.

Şimdi herkes bunlardan ilk üçünün günümüzde pek revaçta olan "insan hakları, fikir özgürlüğü, vicdan özgürlüğü" gibi sömürgecilerin kandırma vasıtaları olduğunu görmüştür. Diğer ikisi de Amerika'nın dünyaya verdiği gözdağıdır!.. "Benim okullarıma, vatandaşlarıma, ne halt ederse etsin, dokunursan yakarım," demesidir.

İşte oldum olası mandacı İsmet, 1939'da başladığı Batıcı faaliyetini daha da ilerletti:

- 1 Nisan 1939 ... ABD ile Ticarî İmtiyaz Anlaşması

23 Şubat 1945 ... Karşılıklı Yardım Anlaşması ... 2 maddesi "yükümlü olduğu hizmette bilgilerin ABD'ye teslim edileceği..." ifadesi vardı.

- 6 Ekim 1949 ... Karşılıklı savunma Anlaşması ...

- 27 Aralık 1949 ... Türkiye-A.B.D. Eğitim Komisyonu Anlaşması ... Kurulacak komisyonda Amerikalılar'a imtiyaz, para Türkiye'den, harcama yetkisi ABD Büyükelçisi'nde.

- 18 Ocak 1950 ... Petrol Kanunu ... Belirli bölgelerimizde, bilhassa Erzurum-Kars yöresinde petrol arama yasağı, ve her şirketin en çok on sondaj yapabileceği sınırlaması... Yani, birileri "Türkiye'de petrol bulunmasın" demiş!.. Mandacı ismet ile CHP'li uşak ruhlu milletvekilleri de buna parmak kaldırmış!..

İş bu kadarla da kalmıyor!.. 1949 yılında, İsmet çok güvendiği Amerikalılar'a "Bize bir kalkınma planı hazırlayın," deyince, onlar da "Barker Planı" diye bilinen planı önümüze koymuşlar, "Siz soba, pompa, pulluk, çekiç, testere üretin. Atatürk zamanında kurulmuş olan şeker ve dokuma fabrikalarını da kapatın," demişlerdi!..

Öte yandan Atatürk'ün kapattığı Mason Dernekleri, savaş sonrasında 1948'de İsmet Paşa tarafından açılmıştır!.. Hem de kanunla mallarının devredilmiş olmasına rağmen, sanırız, "kanunsuz" şekilde!..

Ayrıca Lozan'da büyük mücadele ile kazandığımız "telif hakkı ödememe" imtiyazından, vazgeçmiştir!.. BATI'ya yaranmak için bir telif hakları konferansına delege göndermiş, sözleşmeye imza koydurmuştur!..

Bununla da yetinmemiştir!.. Yine Lozan'da binbir uğraşla Akdeniz sahillerimizdeki İtalyan emellerine set çekilmiş iken, İsmet Paşa, İtalya'dan borç alabilmek için "toprak satma" izni vermiş ve bu suretle bir miktar İtalyan gelip İzmir çevresine yerleşmiştir. (19)

Demiryolları tamamen ihmal edilir!.. Truman Planı, Marşal Yardımı derken, İsmet Paşa Amerika'ya gizli bir anlaşma ile "TÜRKİYE'de 50 yıl yeni demiryolu projesi yapılmayacağına" söz verir!.. AID kredileri Karayolları teşkilatını kurar, benzini, otomobil ve yedek parça fabrikası olmayan ülkeyi, ulaşımda tamamen DIŞA BAĞIMLI hale getirir!.. (20)

ABD'nin atom bombalı kaatil başkanı Truman savaş yıkığı Avrupa'ya Marshall Yardımı verirken, Türkiye ve Yunanistan'a da 12 Mart 1947'de Kongre'den geçirdiği kanunla Yunanistan ve Türkiye'ye de yardım kararı almıştı. Gavur gavuru kollar, ilk ağızda küçücük Yunanistan'a 300 milyon dolar, Türkiye'ye ise 100 milyon dolar verildi. Türkiye'nin o zamanki rezervi 245 milyon dolar olduğuna göre, bunun oldukça büyük bir miktar olduğu anlaşılır.

1948-1952 yılları arasında Marshall Yardımı çerçevesinde 352 milyon dolar alınır. Bunun yarısı Amerikan firmalarından mal alınsın diye şartlı verilmiş paradır, yani hemen Amerika'ya geri döner. Borcu bize kalır!.. 84 milyon doları yüksek faizli borçlanma, 73 milyon doları da hibedir. 17 milyon doları da "şarta bağlı" olarak verilir, artık "şart"ını Allah bilir!..

TÜRK HAVA KURUMU, KAYSERİ UÇAK FABRİKASI, DENİZYOLLARI, KIRIKKALE SİLAH FABRİKASI da bu ihmalden nasibini alır!!!. Bu kurumlar 1990'lara kadar kendilerini toparlıyamazlar!..

Öte yandan halkın dini ihtiyacı unutulur... İsmet'in ağzından bir kere bile "ALLAH" sözü çıkmaz!.. ATATÜRK'ün deneme mahiyetinde giriştiği "Türkçe Ezan" 1941 yılında İsmet tarafından MECBURİ hale getirilir, ARAPÇA EZAN yasaklanır!..Din adamı yetiştiren okullar kapatıldığı için halk cenazesini yıkatacak imam bulamaz hale gelir!.. Hele 2. Dünya Savaşı sırasında bazı camiler "zahire ambarı" haline getirilir!.. Bazısının da "ahır" olarak kullanıldığını iddia edenler vardır. (21)

Yani LÂİKLİK, 1937'de İsmet tarafından Anayasa'ya sokulmuş, onun eliyle bugünkü halini almıştır... Hatta 1948 yılında CHP Kurultayı'nda kendini bilmezin biri 52 maddelik bir "Kemalizm Dini" esasları sunmuştu!..

İsmet'in en büyük kötülüklerinden biri de ATATÜRK'ün adını kullanarak 1934'de terkedilmiş uydurma dilciliği sürdürmeye çalışmasıdır.

Bu konuda hiç vakit kaybetmemiş, ATATÜRK'ün azarlayıp kovduğu Nurullah Ataç gibi tipleri TÜRKÇE'nin ırzına geçmeleri için işbaşına getirmiştir... 1945 yılında yapacak başka hiç bir işi yokmuş gibi Anayasa'yı "öztürkçe"leştirdi.

Bunun neticesi olarak 1940-1980 arasında TÜRK DİLİ korkunç bir kıyıma uğramış, baba oğulu, oğul torunu anlamaz olmuştur... ORTA ASYA TÜRKLERİ ile DİL bağımız kopmuştur. (22)

MİLLİ ŞEF kasıntılığı, İsmet Paşa'dan onun kadrosuna da bulaşır. Halk ile aydınların, bürokratların bağı kopar, arası açılır... (23) Kültür, edebiyat, şiir ve sanatta korkunç bir yozlaşma başlar. (24)

Mandacı İsmet'in Doğu'da Kürtçülüğü önlemek için yerleştirilen göçmenleri ihmal edişini ve ağaların toprak işgaline imkan hazırlayışını anlatmıştık... Ama İsmet'in kara ihaneti burada bitmez!.. CHP'nin son iktidar yıllarında sessizce çıkartılan bir DEVLET Şurası tefsir ve kararıyla, "tapuya bağlanmış topraklar"ın dahi yeni sahiplerinden alınıp eski sahiplerine iadesi sağlanır!.. (25)

İsmet Paşa'yı başarılı gösterme çabası içinde olan Şevket Süreyya dahi, bu konuda şöyle der:

- "1950 seçimlerinden önce, Diyarbakır-Çinar'da 20 yıl önce oraya yerleştirilmiş, fakat bir türlü tapuları verilmemiş büyükçe bir "Rumeli göçmenleri köyü" halkının tekrar göçe hazırlandıklarına şahit olmuştum."

- "İki yaşlı Kürt çobanının şahitliğine dayanılarak, bu uçsuz bucaksız toprakların, isyandan sonra güneye kaçan beylere ait olduğuna hüküm verilmişti!..Burada yaşıyan göçmenlere mahalli idareler ve yerli memurlar tapu vermemişlerdi..."

- "Şikayet üzerine gelen hakim, gözleri yaşararak onlara topraklarını terketmeleri gerektiğini bildirmişti!.."

- "Göçe hazırlanan bu köy halkının toplandığı meydana bakan kahvenin duvarında ise CHP'nin seçim afişleri asılmıştı... Bunlarda 6 OK ve şu sloganlar görülüyordu:

KÖYLÜYE TOPRAK!.. TOPRAĞA TAPU!..

Alay edercesine!..İşin en enteresan yönü nedir, biliyor musunuz?.. TÜRKİYE'ye DEMOKRASİ getirdiği iddia edilen İsmet'in, iktidarda kalabilmek için DOĞU ve GÜNEYDOĞU'yu, bir zamanlar tepelediği isyancılara peşkeş çekmesi, ona bölgede oy sağlamadı!.. CHP orada da seçimi kaybetti!

Bir de ORMANLAR konusu var... Zamanımızdan 150 yıl kadar önce ülkemizde bulunan bir yabancı yazar General Moltke, ormanlarımızı şöyle tarif ediyordu:

- "ANADOLU öyle ağaçlık, ormanlık, cennet gibi bir yerdir ki; bir sincap İzmir'den Erzurum'a kadar hiç yere inmeden daldan dala sıçrayarak gidebilir!.."

Biz TİMUR'un fillerini ANKARA ORMANLARI'nda sakladığını TARİH'ten biliyorduk... Ama ANADOLU'da dünyanın en büyük arslanların yaşadığını, bunların sonuncusunun 1984 kışında köylüler tarafından Haymana yakınlarında vurulduğunu öğrenince, çok şaşırdık!.. Sanırız bu olayı çok az insan duymuştur... ANADOLU tabiat güzelliği bakımından böyle zengin bir ülkeydi!..

İşte o durumlardan bugünkü ÇORAK Türkiye haline gelişimizde de İsmet Paşa'nın büyük rolü vardır.

1937 yılında Zıraat Vekili Muhlis Erkmen Meclis'te şöyle diyordu:

- "Ormanlar inanılmayacak bir şekilde tahrip edilmektedir!.. Dün uzmanların kayda aldığı ormanlar, bugün yoktur."

Orman meselesinin halli için, toprak mülkiyeti meselesinin halli gerekiyordu!... Ormanları kurtarmanın tek yolu orman toprağını kamulaştırmak idi... O tarihte 2 milyon hektarı koruluk olmak üzere 8.5 milyon hektar ormanımız vardı... Böylece ormanlar ülkemizin ancak %10'unu kaplıyordu... Bunun en az %20 olması gerekirdi!..

Nihayet 3444 sayılı Orman Kamulaştırma kanunu çıkartıldı...(1937) Ormanlık bütün bölgeler DEVLET mülkiyetine geçirildi... Ancak gerekli tedbirler alınmadığı için, tepki gösteren bazı köylüler orman yangını çıkartmaya başladılar... Yine de ATATÜRK'ün son günlerinde de olsa, ormanlar bir ölçüde kurtulmuş oldu.

Bunun arkasından nicedir niyetlenilen toprak mülkiyetinin düzene sokulması geliyordu... Bütün vaadlere rağmen bu konuda bir kanun ancak 1945'de çıkarıldı. Ancak önemli maddeleri uygulanmadığı gibi Medeni kanunun 639. maddesi çarpıtılarak toprak yağmasına imkan tanındı... Reform Kanunu'nun başlıca muhalifleri Menderes, Cavit Oral, Emin Sazak, Şeref Uluğ gibi Meclis'teki toprak ağaları idi.

İsmet muhalefet görünce, kanunun çıkmasını sağlıyan Zıraat Vekili Şevket Raşit Hatipoğlu'nu görevden alıp yerine toprak ağası Cavit Oral'ı getirdi!.. 1950 yılında Oral'ın hazırladığı "tadilat" ile İsmet Paşa'nın hızlı toprak reformu sona erdi.

Bu orman ve toprak yağması Menderes, Demirel, hatta Özal zamanında da sürdü... DP daha iktidara gelmeden Refik Koraltan gittiği köylerde "Dağ sizin, orman sizin!.. El ne karışır!" diye propoganda yapıyordu!.. DP iktidara gelince tekrar korkunç bir orman yağması başladı... Koruculara, DEVLET memurlarına saldırılar arttı. Orman suçları sık sık affedildi... Sonunda ülke kel bir diyara döndü.

Bu yağma DEMİREL döneminde de kesilmedi... Çiller ise kanun çıkartarak ormanları "özel"leştirip satılığa çıkardı!.. Bütün bunlara rağmen her biri utanmadan "toprak kaybı"ndan, "ormanların korunması"ndan söz edip dururlar!..Bunların yüzleri meşin gibidir!.. Hiç utanma bilmezler!

Halbuki 1927 yılında dahi o bozuk sisteme rağmen ülkede toprak dağılımı şöyleydi:

Ekilebilir arazi...... 231.5 milyon dönüm (%31)

Orman...... 139.5 milyon dönüm (%18)

Mer'a...... 269.4 milyon dönüm (%36)

Dağ, taş..... 102.2 milyon dönüm (%13)

Bataklık, göl..... 13.6 milyon dönüm (%1)

Şimdi ne mer'a kaldı, ne göl kıyısı, ne de orman!... Üstelik bir de "özel orman" kanunu çıkardılar. "Al ormanı, kes, kıy, yak... bir kaç ağaç bırak, gerisini istediğin gibi kullan," diyorlar!.. Hani o vatan topraklarını gavurlara satanlar var ya, onlar diyor!..

Aslında herkes "hacıağa" tipinin Menderes döneminde ortaya çıktığını sanır... Evet, onun döneminde hacıağalar artmıştır ama, bu gelişmenin başlangıcı Refik Saydam'ın ölümü, Şükrü Saraçoğlu'nun Başbakan olmasıdır. (1942)

İsmet Paşa'nın bir de Türkiye'ye demokrasiyi hediye ettiğinden söz edilir... Bu da son derece yanlıştır. Bütün hayatı boyunca demir yumruklu bir diktatör olan İsmet'in, öyle kendiliğinden "demokrat" olmaya hiç hevesi yoktu!.. Ancak 2. Dünya Harbi'nin bitmesi ile bütün Avrupa'yı saran demokrasi havası ve artan Rus tehdidi, avucunu BATI yardımına açmaya hazırlanan İsmet Paşa'yı "demokratikleşme"ye zorladı... Tıpkı 1990'larda Avrupa Birliği'nin, bizi almak için bu konuda tavizler istemesi DEMİREL ve ÇİLLER'in "demokrat"laşması, hatta işe "Kürt Açılımı" diye başlayıp yürümeyince "demokratikleşme" diye devam eden Tayyip Erdoğan gibi!..

Demokrat Parti'yi kuran Bayar, Menderes, Koraltan ve Köprülü'nün verdiği meşhur takrirde tu cümleler yer almakta idi:

- "Bütün dünyada hürriyet ve demokrasi cereyanlarının tam bir zafer kazandığı, demokratik hürriyetlere riayet prensibinin milletlerarası teminata bağlanmak üzere bulunduğu şu günlerde, memleketimizde de bütün milletin aynı demokratik ülküleri taşıdığından şüphe edilemez."

Böylece iç ve dış baskılar sonucu İsmet, 1946 yılının Nisan ve Haziran ayları arasında yeni seçim kanunlarını çıkarttı ve kurulan partilere hazırlık fırsatı vermeden Temmuz ayında da seçim yaptırdı!.. CHP 400, muhalifler 50 milletvekili çıkarttı... Bu seçim tek dereceli ancak AÇIK OY, GİZLİ TASNİF gibi anlaşılmaz bir sistemle yapıldığından sonradan çok tartışılmıştır... Çünkü seçmen istediği partiyi sandık memurlarının gözü önünde işaretliyor, ama sayımlar gözlerden uzak bir şekilde yapılıyordu!.. Böyle bir seçimden sağlıklı sonuç çıkması beklenemezdi.

İsmet bu dönemde bir de Fevzi Çakmak'ın muhalefeti ile karşılaştı...Nihayet Mareşal Çakmak 11.4.1950'de ölünce, cenazesi siyasi bir gösteriye dönüştü... O gün radyo programlarında OYUN HAVALARI çalınması ise, uzun süre eleştirildi.

1947 yılından itibaren başlıyan BATI ve Amerika ilişkilerindeki gelişmeler, alınan krediler; 1949 yılında "yabancıların içişlerimize müdahalesi" haline dönüştü!... Amerika James M. Barker başkanlığında bir heyet İktisat, Ticaret, Ulaştırma, Sanayi ve Zıraat bakanlıkları ile ilgili çalışmalar yaptı, meşhur Barker raporunu hazırladı.

İsmet Paşa çok partili sisteme geçişten sonra CHP başkanlığını Hilmi Uran'a devredip kendi fahri başkan kaldı... (1947) Böylece ATATÜRK'ü taklit etmeye çalışmıştı. Ancak partinin idaresini hiç bir zaman başkasına bırakmadı!..

1950 seçimlerini DP kazandı... İsmet'i her fırsatta savunan Şevket Süreyya bile bu olayı şöyle yorumlar:

- "DP'nin plansız iktidarına, CHP kendi planlarını değerlendirmemekle bizzat zemin hazırladı... CHP'nin bu ihmali İsmet Paşa'nın hayatında çözemediğim bir gaflet düğümü olmuştur... Devlet kalkınma planlarını hazırlatan Fuat Sirmen, Nurullah E. Sümer gibi genç beyinler son kabinede de görevliydiler... Bunların hazırladıkları planları nasıl öne sürmedikleri anlaşılmaz."

Anlaşılmaz değil, açık!.. İsmet Paşa toprak kanununda ağaları koruyacak tadilatı yaparken seçimi kazanacağını düşündüğü gibi, uzun vadeli ve zahmetli planları da geriye atarak halka şirin gelen vaadlere sarılmıştır!.. Ancak bu konuda DP kadar fütursuz olamadığı için, seçimi de kazanamamıştır... Halk, yeni ağızların yeni yalanlarına daha çok inanır.

***

> İÇİNDEKİLER< > İSMET PAŞA MUAMMASI - 5 <> İSMET PAŞA MUAMMASI - AÇIKLAMALAR <