MENDERES DÖNEMİ - AÇIKLAMALAR
(1)- MENDERES Dönemi tarihimizde bir dönüm
noktasıdır... ATATÜRK'ün sayesinde kurtulduğumuz bir hastalığa tekrar
yakalanmamız, tekrar BATI HEGOMONYASI'na boyun eğmemiz onun zamanında olmuştur.
Bazıları bu hususu unutup, ülkeye DEMOKRASİ'nin MENDERES ile geldiğini,
halkın SİYASET'te onunla söz sahibi olduğunu öne sürer. O zaman SİYASET
TARİHİ'ne kısa bir göz atmak gerekir.
TÜRKİYE'de SİYASET, OSMAN BEY'den GENÇ OSMAN'a kadar (1627) sarayın işi idi.
Yani padişahlar ne olacağına karar verirdi. ORDU ve ULEMA padişahı denetler,
çizgiden çıktı mı, ağırlığını koyardı. Bu dönemin özelliği SİYASET'in HALKTAN
YANA yürütülmesi idi. Ondan sonra SİYASET'e karışanın sayısı çoğalmıştır.
DEVLET'te yabancıların, GALATA sarraflarının etkisi artmıştır.
TANZİMAT (1839) devrinde SİYASET halkın malı olmadı. Siyasetle ancak
nazırlar, vezirler uğraşırdı. Bir de tabii bize karışan, bizi idare eden
yabancılar!..
MEŞRUTİYET (1908) devrinde SİYASET gitti, POLİTİKA geldi ve sokağa düştü.
MASONLUK gibi yabancı örgütler politikada baş köşeye oturdu ve bizi 1. CİHAN
HARBİ'ne soktu. Her iki dönemde de POLİTİKA HALKA RAĞMEN, HALKA KARŞI yürütüldü.
MİLLİ MÜCADELE'de ve ATATÜRK döneminde SİYASET, HALKLA BERABER, HALK İÇİN
yürütüldü...Bazı uygulamaların HALKA RAĞMEN yapılması, bu dönemin şimdiye kadar
yaşadığımız en DEMOKRATİK dönem olmasına engel değildir.
İSMET PAŞA iktidarı bir nevi padişahlıktı. Gah SİYASET, gah POLİTİKA yapıldı,
ikisi de HALKTAN BİHABER, HALKTAN UZAK idi. Onun için İSMET PAŞA HALK'ın
tepkisini çeken kişi haline gelmiştir.
DEMOKRAT PARTİ iktidarı ise halkın SİYASET'e katıldığı değil, POLİTİKA'ya
bulaştığı yıllardır... Ondan sonra da "aydın"ların CHP ile birlikte HALKA RAĞMEN
POLİTİKA anlayışı ile, DP devamı partilerin HALKLA BİRLİKTE POLİTİKA anlayışı
çekişip durmuştur. Ancak bunların hiç biri gerçek SİYASET değildir.
Hemen tekrarlıyalım ki, biz SİYASET kelimesini DEVLET ve MİLLET İŞLERİ'ni
şahsını düşünmeden, gerektiğinde canını tehlikeye atarak YÜRÜTMEK olarak
alıyoruz. POLİTİKA dediğimizde ŞAHIS, PARTİ, AİLE, BÖLGE MENFAATİNİ HER ŞEYDEN
ÜSTÜN TUTMA'yı kastediyoruz... Gerçek DEVLET ADAMI ve SİYASETÇİLER ile
POLİTİKACILAR'ın yaptıkları, bu kıstasla değerlendirildiğinde, turnusol kağıdı
gibi MÜSBET veya MENFİ renk vereceklerinden, kolayca tesbit edilebilir.
3. SELİM (1789) ve 2. MAHMUD (1808) döneminde FRANSIZ hayranlığı
başgöstermiş, GAVURLAR İÇİŞLERİ'mize, DIŞİŞLERİ'mize, MALİYE ve ORDU'muza
MÜDAHALE'ye başlamıştı... TANZİMAT, İNGİLİZLER'in Fransızlar'ı geri plana atıp
hemen her şeye müdahale ettiği, TİCARET'imizi ele geçirdiği dönemdir. Bu dönemde
PAYİTAHT; sultanları ve DEVLET yöneticilerini kontrole almaya çalışan İNGİLİZ,
FRANSIZ, ALMAN, RUS diplomatların mücadele alanı haline gelmiştir... MEŞRUTİYET
ise ALMANLAR'ın bu mücadeleden galip çıkıp hemen bütün İTTİHATÇI üst kadroyu
kendine bağladığı dönemdir. İTİLAFÇILAR ise İNGİLİZ yanlısı idi.
İşte MİLLİ MÜCADELE ve ATATÜRK dönemi, bütün bu DIŞ MİHRAKLAR'ın DEVLET
KADROLARI'nda devre dışı bırakıldığı, hatta birbirine karşı kullanıldığı dönem
olması hasebiyle, SİYASİ TARİH'imizde büyük önem taşır.
MEŞRUTİYET döneminde aydınlar "önce yol mu, mektep mi?" diye tartışırlardı...
CUMHURİYET'in ilk yıllarında da "Zıraat mı, sanayi mi?" tartışması sürüp
gitmiştir. Memlekette sanayi de, sanayici de, teknik eleman da yoktu. İğneden
ipliğe, undan şekere her şey dışardan geliyordu.
ATATÜRK sermayesiz, sanayisiz, enerji gücü olmayan, iktisadi örgütü
bulunmayan, borçlu, yıkık bir ülke devralmıştı. Ülkede ekonomik açıdan önce
TEMEL İHTİYAÇLAR'ın karşılanması, ASAYİŞ'in sağlanması üzerinde durulmuştur.
İKTİSADİ ve ENDÜSTRİYEL anlamda ilerleme ancak 1930-1938 arasında
yapılabilmiştir.
Bu dönemde uygulanan DEVLETÇİLİK, KARMA bir sistemdi. REKABETÇİ değil,
TEŞVİKÇİ idi. 1930 devletçiliği hem bu tartışmaları kaldırarak SANAYİ ve
ZIRAAT'ı, DEVLET ile HALK'ın birlikte yürüteceğini göstermiş; hem de sonuç
alarak "ebediyyen SÖMÜRGE olacağımız" fikrini yıkıp atmıştı.
İSMET PAŞA dönemi ilk gününden itibaren bir "milliyetsiz şef" diktatörlüğüne
dönüşmüş, 2. Dünya Harbi'nin çıkmasıyla da ülke bir durgunluğa girmişti. Harbe
girmememize rağmen, memurlar dışındaki halk kesimleri çok ezildi. İSMET PAŞA'nın
durduk yerde RUSLAR'ı düşman edinmesi, 1947'den sonra EMPERYALİZM ve YABANCI
ETKİSİ gene ülkemize musallat olmasına yol açtı. İSMET'in halktan gördüğü tepki,
MENDERES'in iktidarına imkan hazırladı.
(2)- Bu özellik, sonradan DP'den doğan bütün partilerin ATATÜRK'e olan
tavrını belirler. DEMİREL'in, ÇİLLER'in (veya benzerlerinin) ATATÜRK'ten söz etmeleri SUN'İ bir
sevgiyi yansıtır. Onu sadece politikalarına ÂLET etmişlerdir. Her ikisinin de
"1946 ruhunu canlandırmak" iddiası, o tarihten önceki hiç bir şeyi, ve MİLLİ
MÜCADELE RUHU'nu önemsemediklerinin delilidir.
Mesut YILMAZ'ın ANAP'ı da "Özal ruhunu canlandırmak" peşinde koşması onların
da ATATÜRK'ü ve MİLLİ MÜCADELE RUHU'nu unuttuğunu österir. Ne MENDERES'in, ne
DEMİREL'in, ne ÖZAL'ın bu ülkenin geleceğine ışık tutan bir tek PRENSİP'i
yoktur.
İşin kötüsü, bu tavır CHP'den doğma partilere de yansımış, onların
şuuraltlarına sinmiş olan İNÖNÜ'ün MANDACILIK sevdasını hortlatmıştır. İki
istisna olay dışında... Ki, onlar da 1963, 1974 KIBRIS harekatıdır.
CHP'nin ve eski SHP'nin ATATÜRK'le bağlantısı romantik bir nostaljiden
ibarettir! İSMET PAŞA'dan itibaren CHP'de ATATÜRK'ü hatırlatan hiç bir şey
kalmamış, ECEVİT dahil CHP'den doğan partiler de bilerek veya bilmiyerek
ATATÜRK'ü kendi politik çıkarları için istismar etmişlerdir.
Şurası çok acıdır ki, ATATÜRK'ü en iyi tanıyanlar, ona karşı olan MSP-RP tarzı "dinci" sayılan
kesimdir. Genelde ATATÜRK'e karşı olmalarına rağmen TAM İSTİKLAL, MİLLİ SİYASET
gibi mefhumları en çok onlar savunur. Solun AYDINLIKÇI (Perinçek) kesimi ise
ATATÜRK'ten yanadır, ve onun TAM İSTİKLAL, ANTİ-EMPERYALİST prensiplerini içten
benimsemiştir.
(3)- Kore 1945'de ikiye bölünmüştü... Bu ülke daima Çin, Rusya veya
Japonya'nın kontrolünde olmuştur..1894 yılına kadar Çin himayesinde feodal bir
imparatorluktu. O tarihte Çin yenilince, Japonlar'ın himayesine geçti. Ancak
Rusya Japonya'nın karşısına dikildi. 1904'de Japonya Rusya'yı yendi ve 1910'da
Kore'yi bir eyalet olarak ilhak etti.
1945'de Sovyetler Kuzey Kore'ye, Amerikalılar Güney Kore'ye girerek Japonya
ile savaştılar...O tarihlerde Japon emperyalistlerin Koreli genç kadınları Japon
askerleri için açtıkları genelevlerde çalışmaya zorlamaları, bu zalim milletin
yüzkarasıdır.
Japonya ABD'ye yenilince, Sovyetler Kuzey Kore'yi işgal etti. Sonra Çin de
devreye girdi. Nihayet 25.6.1950'de harp başladı. 1945'de kurulmuş olan
Birleşmiş Milletler ABD güdümünde olduğu için Kızıl Çin'i adamdan saymadı, üye
kabul etmedi, Kore görüşmelerine davet etmedi.
TÜRKİYE bu savaşa balıklama daldı, BATILI sayılma sevdası ile!.. Savaş ve
asker gönderme kararı Meclis'ten geçmedi!... ABD'nin zoru ile 16 ülke sembolik
yardımlar ile savaşa katılırken, MENDERES 4000 kişilik bir kuvvetle ve zayiatı
kapatma taahhüdü ile girdi. Savaş bir yıl sürdü. Başladığı noktada bitti. Biz
5000 şehit verdiğimizle kaldık.
Amerikan askeri ajandasında TÜRK kayıpları yer almadı. Zaten Almanlar da 1.
Cihan Harbi'nde Galiçya'daki TÜRK kayıplarını vermeye tenezzül etmezlerdi.
(4)- Burada önemli olan husus, ATATÜRK'ün tutarlı DIŞ SİYASET'inin TAMAMEN
terkedilmiş olmasıdır!.. Önce 2. CİHAN HARBİ sırasında İSMET'in bocalaması,
sonra BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e girmesi, arkasından bizi ilgilendirmeyen bir hususta
TÜRK kanının dökülmesi ve NATO'ya girilmesi!..ATATÜRK'ün "TÜRLER'in artık başkaları için dökecek kanı yoktur!" prensibinin çiğnenmesi!..
Bütün bunlar sadece ATATÜRKÇÜ DIŞ SİYASET'ten sapma değil; MENDERES'in açık
ifadesi ile HÜKÜMRANLIK HAKLARI'ndan, TAM İSTİKLAL'den ve MİLLİ İRADE'den büyük
tavizler verilmesi anlamına gelir.
Bu ne demektir?.. Yabancıların sadece DIŞ İLİŞKİLER'imize değil; İÇ
İŞLER'imize de karışmaları demektir!..YABANCI kelimesi burada "hafif"
kalmaktadır. Sanki sadece "bizim dışımızdakiler" anlamına gelir gibidir.
HAYIR!..TÜRKİYE'nin GERÇEK DOST'u olmadığına göre; YABANCILAR iki gruptur: DOST
GÖRÜNENLER ve DÜŞMANLAR!..
Şu halde böyle anlaşmalar yapar, böyle ittifaklara girersek; DOST
OLMAYANLAR'a, hatta DÜŞMANLAR'ımıza DIŞ ve İÇ İŞLERİMİZ'e KARIŞMA, hatta
YÜRÜTME, ve hatta MENDERES'in ifade ettiği gibi İSTEMEDİĞİMİZ ŞEYLER'i YAPMA
hakkını vermiş oluruz! İSTEDİĞİMİZ ve bizim MENFAATİMİZE UYGUN ŞEYLER'i YAPAMAMA
durumunda kalırız!
İşte bu noktada, ATATÜRK'ün uzun süre CEMİYET-İ AKVAM'a niye girmediği
daha iyi anlaşılmaktadır... ATATÜRK, böyle bir davranışın TAM BAĞIMSIZLIK ve
MİLLİ HAKİMİYET esaslarından vazgeçmek olduğunu biliyordu. O tarihte gücü
yetmediği için, MUSUL-KERKÜK meselesinin CEMİYET-İ AKVAM'da görüşülmesine razı
olmak durumunda kalmış, karar da aleyhimize verilmişti. Hem de bölgenin TÜRK
nüfusunun çoğunlukta olmasına rağmen!
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'e girdiğimiz 1947'den itibaren, ne oradan ne de daha
sonra girdiğimiz NATO, CENTO, İMF, AVRUPA KONSEYİ, GÜMRÜK BİRLİĞİ, GATT, WTO, AGİT, MAİ, vesaireden
bizim lehimize TEK bir KARAR çıkmamıştır. Tam tersine bu kurumlarda alınan
kararlar hep bizim aleyhimize olmuş, bize dayatılmış ve ülkeyi kötüye götürmüş,
iflasın ve bölünmenin eşiğine getirmiştir.
Herkesce kabul edilmesi gereken kural şudur ki, hiç bir ULUSLARARASI ANLAŞMA
veya KURULUŞ MİLLİ MENFAATLER'e ve KARARLAR'a ters olamaz!.. Tam aksine, böyle
kuruluş ve anlaşmalara MİLLİ KARARLAR'ın daha kolay uygulanacağı ümidi ile
girilir!.. Bunun dışında bir zihniyet besliyenler, sadece ve sadece yabancıların
uşağı, köpeğidirler!..
(5)- Aslında SOVYETLER'in Çekoslovakya'yı işgal ve komünistleştirmesi üzerine
İngiltere, Fransa, Belçika, Luksemburg ve Hollanda BATI AVRUPA BİRLİĞİ'ni
kurmuşlardı.(1948) Ayrıca ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Norveç, Danimarka,
Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Portekiz, İspanya NATO'yu oluşturdular.
Asıl adı KUZEY ATLANTİK PAKTI olan ve sembolü HAÇ şeklinde bir yıldız olan bu
savunma kuruluşunun, bizden başka bütün üyeleri coğrafi olarak ATLANTİK ülkesi
idi ve hıristiyandı!.. Bizim girmemiz ve KIBRIS olayının alevlenmeye başlaması
üzerine, Yunanistan da NATO'ya alındı. (1955) Yani YUNANİSTAN'ın NATO'ya girişi
bize karşı korunması amacına yöneliktir, SOVYETLER'e değil!
Gene ATATÜRK'ÜN DIŞ SİYASETİ açısından değerlendirilirse, NATO'ya girilmemesi
gerekirdi. Çünkü ATATÜRK, 20 yıllık MİLLİ MÜCADELE ve CUMHURBAŞKANLIĞI döneminde
BATI'nın EZELİ DÜŞMAN olduğunu unutmamış, ve hiç bir BATILI ÜLKE ile İTTİFAK'a
girmemişti. TÜRKİYE, EMPERYALİST BLOKLAR'dan hiç birinde yer alamaz,
almamalıydı.
(6)- 2. DÜNYA HARBİ'ne kadar TÜRKİYE bütün dünya devletleri ile normal siyasi
münasebet kurmuş, ancak bir ittifak içinde yer almamıştı. SOVYETLER BİRLİĞİ ile
dosttu. BALKAN PAKTI ve SADABAT PAKTI ile de komşularıyla olan ilişkilerini
düzene sokmuştu. TÜRKİYE'nin kendine BATI'da müttefik araması, İSMET PAŞA'nın
tercihidir, ATATÜRK'ün değil! SOVYETLER ile arasının bozulmasına sebep İSMET
PAŞA'dır, ATATÜRK değil!
STALİN 28.6.1945'de TÜRKİYE'den toprak talebinde bulundu. Buna göre KARS ve
ARDAHAN SOVYETLER'e verilmeli, ayrıca BOĞAZLAR'da kontrol hakkı tanınmalıydı.
1925 TÜRK-SOVYET saldırmazlık anlaşmasının yenilenmesi için bu hususlar şart
koşulmuştu. İSMET PAŞA bunun üzerine BATI ile yakınlaşmış, ancak esas ittifakı
1951'de NATO'ya giren MENDERES kurmuştur. 1949'da kurulmuş olan NATO'ya alınmak
için de 1.7.1950'de, yani ayağının tozu ile KORE'ye asker göndermişti.
Menderes'in dikkat etmediği husus, NATO protokolü ve antlaşmasının bir
"TÜRK-AMERİKAN ikili anlaşması" haline dönüşmesi idi. Yani TÜRKİYE NATO içindeki
diğer üyelerden farklı bir konumda görülmüş, ATATÜRK'ün:
- Biz "birleşme" derken, bir KUVVETLİ
ile bir ZAYIF'ın birleşmesini kastetmiyoruz. Zira böyle bir birleşme, ZAYIF'ın
KUVVETLİ'ye esir olması ile sonuçlanır! tesbiti doğru çıkmış, TÜRKİYE NATO'nun HAMMALI
olmuştur. TÜRKİYE'deki üs ve tesislerin NATO'ya mı, ABD'ye mi ait olduğu hep
tartışılagelmiştir.
İSMET PAŞA'nın NATO konusunda "tereddüt belirttiği, eşitlik istediği"
iddiaları vardır. Ancak ne yapılması gerektiği konusunda bir çalışması veya
teklifi yoktur. Nitekim ilerde iktidara geldiği dönemlerde de bu hususta bir
beyanda ve girişimde bulunmamıştır.
Celal BAYAR 1950 seçimlerinden hemen sonra İSMET'e sorar: "NATO'ya neden
girmediniz?" diye...İSMET'in cevabı dikkate değer: "Aldılar da, girmedik mi?.."
Yani her ne kadar NATO'ya girmek MENDERES hükümetinin marifeti ise de,
MANDACI İSMET'in buna dünden hazır olduğunu unutmamak gerekir. MENDERES'in
günahı, olmadık tavizler karşılığında bu başarıyı(!) elde etmesidir.
Nitekim TÜRKİYE'nin NATO'ya mal bulmuş mağribi gibi dalmasından cesaret alan
ABD, TÜRK hükümetine haber dahi vermeden IRAK'a müdahale için İNCİRLİK hava
alanına asker indirmişti!.. Bunda ne BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, ne NATO ile alakası
olmayan; hatta "iki devlet arasında anlaşma" değeri bile taşımayan tebliğlerin
MENDERES tarafından imzalanıp ABD'ye imtiyazlar tanınmasının sebep olduğu
aşikardır.
"İkili Anlaşma" diye bilinen bu tebliğlerin gerçek sayısı ve mahiyeti aradan
45 yıl geçmesine rağmen bugün dahi belli değildir. Ne acıdır ki, hemen hepsi
hâlâ yürürlüktedir ve hiç bir iktidar onları kaldırmaya teşebbüs etmez. Tersine
ÖZAL zibidisi gibi ÇEKİÇ GÜÇ işgaline imkan tanıyan yeni anlaşmalar imzalarlar!
(7)- MENDERES'in BAĞDAT PAKTI da bir düşüncesizlik eseridir. Tam MISIR'ı
ziyaret edip bir yakınlaşma kuracağı sırada ortaya çıkmıştır. İNGİLİZ ve
FRANSIZLAR'ın MISIR'a saldırması bu ülkeyi ARAPLAR'a ve bize yaklaştıracakken,
mütecaviz İNGİLİZLER de BAĞDAT PAKTI'na katılınca biz MISIR ve ARAP ülkelerine
düşmanlığımızı ilan etmiş olduk! İNGİLİZLER'i ORTADOĞU'ya yeniden sokan ülke
haline geldik!
(8)- Bu yargılamanın yapılamayacağı çok acı bir olayla ortaya çıkmıştı. 1959
yılında sarhoş iki AMERİKALI'nın kullandığı araba nöbet yerine gitmekte olan bir
MANGA inzibat erine çarpmış, 10 askerimizin ayakları kaldırımla otomobil
tekerleği arasına sıkışarak kopmuştu. Bu iki sarhoş gavuru tutuklamak isteyen
polislerin karşısına ABD yetkilileri dikilmiş ve subaylarımızın diş gıcırtıları
arasında suçluları alıp gitmişlerdi!..
İşte o çok methedilen, "rahmetli" diye anılıp "evliya" gibi türbeler dikilen
MENDERES, bizi böyle KÖLE mevkiine düşürmüş namussuzun biridir!.. Kendisini hiç
affetmeyiz. Ahırette iki elimiz yakasındadır! En azından o 10 ere 20 ayak borçludur!..
(9)- 1990'ların başında ERBAKAN'ın TÜRK ve MÜSLÜMAN ülkelere daha fazla ilgi
göstermesi üzerine DEMİREL Efendi ile ÇİLLER sık sık "ATATÜRK'ten beri
değişmeyen DIŞ POLİTİKA"dan bahsetmeye başladılar...Biz hep tekrarlıyor ve kesin
deliller ile ispatlıyoruz ki, şimdiki "dış politika" (eğer böyle bir şey var
ise), hiç bir yönüyle ATATÜRK'ÜN DIŞ SİYASETİ'ne benzemez!..Yakından uzaktan
alakası yoktur!..DIŞ İLİŞKİLER ilk defa İSMET ile 1940'larda bozulmuş,
1950'lerde MENDERES ile UYDU DEVLET konumuna indirilmiştir...Buna ne İSMET, ne
onun partisi CHP, ne DEMİREL, ne ÖZAL, ne de ÇİLLER,
ne ECEVİT, ne YILMAZ, ne de ERDOĞAN karşı çıkmıştır!
ATATÜRK'ün son derece tutarlı ve hala geçerli DIŞ SİYASET'ini şu anda savunan
TEK parti İP'dir, TEK LİDER de DOĞU PERİNÇEK'dır!.. TÜRKEŞ dahi nedense AMERİKANCI
olup çıkmıştı! Yerine geçen BAHÇELİ ise Avrupa
Birliği için her türlü sömürge antlaşmasına imza
baztı...
(10)- DEVLET İDARESİ daima MAKRO PLAN ve KARARLAR ile yürür!.. Yani sadece
PARÇA'ya bakarak değil, BÜTÜN'ü hiç bir zaman gözden kaçırmadan götürmek
gerekir...ATATÜRK böyle yapardı...Ancak ne İSMET, ne MENDERES, ne de sonradan
gelenler bu gerçeği görebilmişlerdir. Kendileri de "küçük" bu adamlar, her
meseleye MİKRO seviyede bakmışlar, DEVLET'i adeta bir ŞİRKET yönetir gibi
idareye kalkışmışlardır. MENDERES'in o göklere çıkartılan MAKİNALI TARIM
politikası bir yandan bizi dışarıya muhtaç ederken, bir yandan da HALK'ı işsiz,
VATAN'ı çöl yapmıştır.
(11)- Ama itiraf edelim, her ne kadar AZİZ NESİN'e "Yedek Parça", "Düdüklü Tencere" gibi
hikayeleri yazdırtacak sıkıntılar yaşanmışsa da, 1950-55 döneminde bilhassa DIŞ
YARDIM ve KREDİLER'in etkisiyle GÖSTERİŞLİ hızlı bir KALKINMA'nın sağlandığı da
inkar edilemez. Ormanların, meraların yok olması
pahasına da olsa!..
Ne var ki TARİH TEKERRÜR'den ibaretti!..Nasıl mı?.. 1855'de KIRIM HARBİ
sırasında İLK DIŞ BORC'u alan 550 yıllık OSMANLI DEVLETİ 1875'de, yani sadece 20
yıl sonra İFLAS'ını ilan etmek zorunda kalmıştı...Böylece DIŞA BAĞIMLI olmanın
bedelini çok ağır ödemişti!
TARİH'ten DERS almayan MENDERES te, İSMET'in giderayak başlattığı DIŞ BORÇLA
KALKINMA furyası ile ülkeyi ancak 7 yıl idare edebilmiş, işler 1955'den sonra
bozulmuş, 1958'den sonra da İFLAS'ın işaretleri görülmeye başlamıştı.
BATI'nın, özellikle "KÜÇÜK AMERİKA
olacağız" diye özendiği ülkenin aslında
kendisini ve TÜRKİYE'yi bir inek gibi sağdığını nihayet farkeden MENDERES, çıkar
yolu BATI'nın rakibi SOVYETLER BİRLİĞİ ile ilişkileri güçlendirmekte buldu.
Başka ne yapabilirdi ki?..
Aslında bu SENARYO defalarca tekrarlanmıştı. Daha önce de BATI'dan destek
görmeyen 2. MAHMUD, ABDÜLAZİZ ve 2. ABDÜLHAMİD RUSYA'ya yakınlaşmayı denemişler
ve bunlardan ikisi TAHTTAN İNDİRİLMİŞ, BİRİ ÖLDÜRÜLMÜŞTÜ!. 2. MAHMUD da meşhur
İNGİLİZ TİCARET ANLAŞMASI'nı imzalamış, TANZIMAT'a yol açmıştı. MENDERES'ten
sonra da DEMİREL BATI KREDİLERİ ve İSRAF'la ülkeyi 70 CENT'E MUHTAÇ hale
getirecek, İHTİLAL'le düşecekti!
DEMİREL'den sonra ÖZAL, hem KREDİ alacak, hem halka KEMER SIKTIRACAK, hem de
bir MİRASYEDİ gibi paraları ÖZEL UÇAKLAR'a, MERCEDESLER'e, AVİZELER'e yatıracak,
ama kafasını kullanıp tekmeyi yemeden kendini CUMHURBAŞKANLIĞI'na "TERFİ"
ettirecekti!.. Böylece ülkeyi İFLAS ettirip kaçtığında HÜKÜMET, onun "DAHİ" 24
OCAK KARARLARI'ndan 14 yıl sonra, İFLAS'ı belgeliyen 5 NİSAN KARARLARI'nı almak
durumunda kalacaktı!.. 1999 yılında soluğu kesilmiş Ecevit, "Amerikan garantili
tahvil" çıkarmaya kalkacaktı!..
TARİH bilen, GEÇMİŞTEN DERS alan SİYASET ve DEVLET ADAMLARI VE BÜROKRATLAR
yetiştirebilseydik, hiç değilse MENDERES'ten sonra benzer oyunların
tekrarlanmasından kurtulurduk!