DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ


"ONBİNLER'İN RİCATI"NDA TÜRKLER

"ONBİNLERİN RİCATI" adlı eserin yazarı KSENOPHON, M.Ö. 430 yılında doğmuş, ünlü feylezof SOKRAT'ın öğrencisi olmuştur. Zamanında önemli olaylar cereyan etmiştir.

M.Ö. 404 yılında Pelopones Savaşı sona ermiş, Isparta'ya yenilen Atina, kötü şartlarla bir barış imzalamıştı. Üç yıl sonra İran kralı Artakserkses'in kardeşi genç Kyros, tahtı ele geçirmek için Ispartalı kuvvetler ve paralı askerler ile harekete geçmişti.

Aslında bu olayın bir öncesi vardı. İRAN kralı 2. DARA'nın iki oğlu (bir rivayete göre dört) olmuştu. Büyüğü ARTEKSERKSES, küçüğü KYROS idi... DARA her ikisini de iyi yetiştirmiş, çocuklar ata binmeyi, ok ve mızrak atmayı, avlanmayı öğrenmişlerdi. Sonra da satrap (vali) olarak İran eyaletlerine gönderilmişlerdi. KYROS; LİDYA, FRİGYA ve KAPADOKYA'ya vali tayin edilmişti... DARA ölünce, büyük oğlu ARTEKSERKSES tahta çıktı, ve çevresine uyarak kardeşi KYROS'u tutuklattı. Ancak annesi PARYSATİS'in ısrarı üzerine bağışladı ve batıdaki eski satraplığına tekrar atadı... Ne var ki, bu olaydan çok etkilenen KYROS, daha dönüş yoluna çıkar çıkmaz tahtı ağabeyinin elinden almak için planlar yapmaya başladı, ilk fırsatta ordu toplayıp harekete geçti.

İşte KSENOPHON, prens KYROS'un bu seferine katıldı, Batıda SARDES (Manisa) şehrinden yola çıkan bu ordu, Güney Mezopotamya'da KUNAKSA şehrine kadar gidip Kral ARTEKSERKSES ile çarpıştı. Prens KYROS öldü, ama Yunan ordusu, KSENOPHON'un iddiasına göre, galip geldi. Ondan sonra meşakkatli dönüş yolculuğu başladı...

Eser bu gidiş-dönüş yolculuğunu (M.Ö. 401-400) anlatır, çoğu "dönüş" kısmı ile ilgilidir. Eserin orjinal adı ANABASİS'dir. Yüzyıllardır okunan, o çağın çeşitli KÜÇÜK ASYA (ANADOLU) ülkesini, halklarını ve törelerini anlattığı için de klasikleşmiştir.

KSENOPHON'un bu dönüş yolculuğu sırasında rastladıkları KARDUKH kavmi ve ülkesi hakkında yazdıkları, kelime benzerliği ileri sürülerek KARDUK-Kürt bağlantısı kurulmuş, ve bölücüler tarafından "Kürtler'in o bölgede TÜRKLER'den çok önce var olduğu" öne sürülmüştür.

Biz de "Bakalım, kitap gerçekte KARDUKHLAR hakkında neler anlatıyor, başka anlattığı var mı, bir görelim," dedik, aldık okuduk, özetledik... Tesbitlerimizi size sunuyoruz.

KSENOPHON eserinin sonunda gezdikleri, gördükleri İran kralı ülkelerini sayıyor. Bunlar LİDYA (İZMİR bölgesi), FRİGYA (MANİSA bölgesi), LİKAONYA, KAPPADOKYA (KAYSERİ-NEVŞEHİR Bölgesi), KİLİKYA (NERSİN-ADANA bölgesi), FENİKE, SURİYE-ASURYA (YUKARI MEZOPOTAMYA), ARABİYA (GÜNEY MEZOPOTAMYA'nın çöl olan bölgeleri, şimdiki IRAK), BABİL, MEDYA, PAFLAGONYA, BİTHİNYA, AVRUPA TRAKLARI (yani şimdiki) TRAKYA ... Bunların birer valisi vardır.

Bir de saydığı halklar vardır. Bunlar harhalde çok küçük gruplar olduğu için bulundukları bölgelere adlarını vermemişlerdir. FASİANLAR, HESPERİTLER, KARDUKHLAR, KHALİBLER, KALDELİLER, KOLKHLAR, MOSSİNOİKLER, MAKRONLAR... KOİTLER ve TİBARENLER ... Bu son ikisine "özerk" demiş. (Ksenophon, Anabasis, Hürriyet Yayınları, 1974, İstanbul)

Biz eserden alıntılarımızı üç grupta yapacağız. Birincisinde KARDUKLAR hakkında yazdıklarını, ikincisinde diğer halklar hakkında yazdıklarını, üçüncüsünde ise TRAKLAR hakkında yazdıklarını vereceğiz... Başlıyoruz:

KYROS'un ordusu, önce FRİGYA'nın son şehri İKONİON'a (KONYA), sonra biraz yukarı çıkıp KAPPODOKYA'nın DANA şehrine ulaşır. Sonra aşağıya inip TOROSLAR'ı aşıp KİLİKYA'nın başkenti TARSOS'a (TARSUS), sonra İSKENDERUN yakınlarındaki İSSOS'a kadar iner. Oradan gene aşağı doğru inerek Suriye'yi aşar, FIRAT kıyısındaki THAPSAKOS'a varır., Nehri geçerler. Sonra ARAKSES ırmağı kıyısına (HABUR) varırlar. (Haritaya bakınız) Sonra bir başka ırmağa, KHALOS'a gelirler... KSENOPHON burada enteresan bir hususu dile getirir:

- "KYROS bundan sonra yüz ayak genişliğinde olan ve insana alışmış balıklarla dolu KHALOS ırmağına vardı. SURİYELİLER bu balıklara tanrı gözüyle bakıyor ve güvercinlere olduğu gibi onlara da zarar verilmesine izin vermiyorlardı." (sf. 29)

SURİYELİLER bu balıkları, bir balık suretine girmiş olan SURİYE tanrıçası ASTARTE'ye adamışlardı. ASTARTE'nin kızı SEMİRAMİS'in de, güvercine dönüştüğüne inanırlardı.

Bu ifade bize ŞANLIURFA'nın balıklı ırmağını, ve HZ. İBRAHİM'i yakmayan odunların balığa dönüştüğü efsanesini, ve bu yüzden kutsal sayıldığı için halk tarafından yenmeyen balıklarını hatırlattı. Ayrıca ANADOLU'da bilhassa ALEVİLER arasında yaygın olan güvercinlere dokunmama ve yememe âdetini de aklımıza getirdi. Bu da HACI BEKTAŞ-I VELİ'nin ANADOLU'ya güvercin donunda girdiği efsanesine dayanır.

Sonra ordu FIRAT nehrini sağına alarak aşağıya doğru ARABİYA çöllerine iner, PYLAİ şehrine varırlar. Sonra FIRAT'ın bir diğer kolunun karşı tarafına geçer, KHARMANDE adlı büyük bir şehire gelirler. Sonra BABİL'e doğru ilerlerler. BABİL'e varınca KYROS orduyu savaş nizamına sokar.

- "Yunanlar'dan 10,400 ağır piyade, 2.500 hafif piyade, ve KYROS'un BARBARLAR'dan (Yunan olmayan halklar) topladığı 100.000 kişi (sanırız abartılı bir rakam) ve yirmi kadar tırpanla donatılmış savaş arabası vardı. İran kralı ARTEKSERKSES'in ise, 1.200.000 (tabii abartılı bir rakam) askeri ve tırpanla donatılmış 200 savaş arabası vardı. Ayrıca iki ordunun arasında (düşman tarafından kazılmış) 5 kulaç (9 m.) eninde, 3 kulaç (5,5 m) derinliğinde bir hendek vardı. Bu hendek ovadan MEDYA SURU'na kadar uzanıyordu." (sf. 39) (Bazı yazarlar KSENOPHON'un MEDYA SURU ile bu bölgede olan SEMİRAMİS SURU'nu karıştırdığını belirtirler. SEMİRAMİS SURU, DİCLE kıyısında OPİS'ten başlayıp FIRAT'a doğru dümdüz 80 klm. uzanırdı.)

Ne var ki, Kral savaşmaz, geri çekilir... Savaş, BABİL yakınlarındaki KUNAKSA'da cereyan eder. KYROS ölür, başı ve sağ eli kesilir. Kral'ın birlikleri KYROS'un ordugâhını yağmalarlar, güzel sevgilisi Phokaiya'lı kadını ele geçirirler. Daha genç olan Miletos'lu sevgilisi yarı çıplak kurtulup kaçar. Bir süre sonra iki taraf ta çekilir. Kral elçi gönderir, teslim olmalarını ister. Reddederler. Aralarında DİCLE nehri vardır... KSENOPHON, Yunanlar'ın sonunda savaşı kazandığını iddia eder. Geri dönmeye, aslında ricat etmeye karar verirler. Yunanlar, komutanlar, subaylar birbirlerine ihanet etmeyeceklerine and içerler. BARBARLAR da dürüstçe kılavuzluk edeceklerine and içer. Komutanlardan KLEARKHOS, şöyle der:

- "Geldiğimiz yoldan dönersek, muhakkak ölürüz. Çünkü hiç yiyeceğimiz kalmadı. Kral'ın ordusundan elden geldiğince çabuk uzaklaşabilmemiz için (yolu) mümkün olduğu kadar uzun tutmamız gerek. Bir kez ondan 2-3 gün uzaklaşırsak, bize yetişebileceğinden korkmayız artık."

Bu tasarının amacı, Kral'ın elinden kurtulmak, ya da kaçmaktı. (sf. 59) Bundan da anlıyoruz ki, Yunanlar öyle savaş falan kazanmış değil. Ganimet alamadıkları için de yiyecekleri bile yok. Bir an önce kaçıp geriye dönmek istiyorlar... İşte bu noktadan sonra ONBİNLERİN RİCATI başlıyor... ve Kürt bölücülerin ilgisini çeken bölümler geliyor.

- "Şafakta Yunanlar 37 tekneden oluşan bir köprüden geçerek DİCLE'yi aştılar... 4 günde PHYSKOS ırmağına ulaşıldı... 6 gün MEDYA çöllerinde yürüdüler. Köyler yağmaladılar. Ordan DİCLE'yi solda bırakarak 4 gün yol aldılar, KAİNAİ şehrine vardılar. Bundan sonra 400 ayak genişliğinde bir ırmak olan ZAPATAS'ın (BÜYÜK ZAP) kıyısına vardılar. (sf. 69-70) Üç günlük yürüyüşten sonra, MEDYA SURU denen yere vardılar. İç kısımdan sur boyunca ilerlemeye başladılar. SUR, zift ile tutturulmuş, fırınlanmış tuğlalardan yapılmıştı. 20 ayak genişliğinde, 100 ayak yüksekliğindeydi. BABİL ülkesine pek uzak değildir." (sf. 87)

Bu MEDYA SURU, tabii ki MEDLER ile ilgili, ancak Kürt bölücülerin iddia ettiği gibi MEDLER, kürt falan değil... Bunu MEDLER sayfasında ele almıştık. Yine bölücülerin MEDYA diye adlandırdıkları bölge ile de alâkası yok!.. MEDYU SURU, söylendiğine göre, MEZOPOTAMYA'yı güneybatıdan kuzeydoğuya doğru kapatıyormuş... KSENOPHON ASUR ÜLKESİ'ne MEDYA der. Güney Azerbeycan'daki MEDYA'yı kastetmez... Yani, ZAP SUYU civarında da hiç "kürt" yok!..

Kral bir yolunu bulur, bir adamı vasıtasıyla Yunanlar'ın önde gelen komutanlarını bir çadıra çeker, tutuklatır, onları ve bazı subaylar ile askerleri öldürtür. Yunanlar, Kral'ın karşısında her yönden kuşatılmış, her yönden düşman halklar ve şehirlerle çevrilmiş, mal alacak pazarları kalmamış, kılavuzsuz, dönüş yolu aşılması imkânsız ırmaklar tarafından kesilmiş, gelirken onlara eşlik etmiş olan BARBARLAR tarafından terkedilmiş, süvariden yoksun, ümitsiz bir durumda kalırlar. Başlarında bir tek KSENOPHON vardır. (sf. 82-83) Bir konuşma yapar, sonunda "Burda kalıp aylakça bir ömür sürmeye, MEDLER'in ve PERSLER'in uzun boylu ve güzel kızlarıyla ilişki kurmaya alıştık mı, lotus yiyenler gibi dönüş yolunu unutmamızdan korkarım," der... "Önce elimizdeki arabaları, çadırları yakalım, çünkü taşınmaları zahmetli. Öbür yüklerin de gereksiz olanlarını elden çıkaralım. Yalnız savaşmaya, yemeye, içmeye yarayanları muhafaza edelim," diye devam eder. (sf. 95-96)

Öyle de yaparlar ve dönüş yoluna koyulurlar. Peşlerinde PERSLER ve diğer BARBARLAR vardır. Sık sık saldırıya uğrarlar. Bu noktada dikkat çeken bir şey anlatır KSENOPHON:

- "Yunanlar'ın süvarisi yoktu. Piyadeler uzaktan kaçan düşman piyadelerini yakalayamıyorlardı. BARBAR süvarileriyse, tersine, kaçarken bile hasımlarını yaralamaktaydılar. Çünkü bineklerinin üstünde geri dönerek ok atıyorlardı." (sf. 99-100)

Yunan komutan ve yazar KSENOPHON'u hayrete düşüren bu davranış, TÜRK süvarilerinin daima uyguladığı savaş tekniğidir... Yukarıda kullandığı "MEDLER ve PERSLER" ifadesinden, o tarihte bölgede hem PERSLER'in, hem de TÜRK olduklarını başka bir sayfada belirttiğimiz MEDLER 'in bir arada var olduğunu anlıyoruz. Onun için süvarilerin at üstünde dört nala giderken geri dönüp ok atmaları bizi şaşırtmıyor.

Sonunda Yunanlar DİCLE kıyısında LARİSSA (NEMRUD) adlı, eskiden MEDLER'in oturduğu şehre varırlar. PERSLER, MEDLER'in imparatorluğunu ele geçirmek için savaştıkları sırada, PERS kralı bu şehri kuşatmış, ama almayı bir türlü başaramamıştı. Halk şehri boşaltıncaya kadar da çekilmemişti. Yunanlar daha sonra MESPİLA (NİNOVA'nın bir parçası. LARİSSA-NEMRUD'u da içine alırdı) adında yine eskiden MEDLER'in olan bir şehrin yanında uçsuz bucaksız bir sura vardılar. Söylendiğine göre, MEDLER imparatorluklarını PERSLER'e kaptırdıkları zaman, (MED) kralının karısı MEDEİA buraya sığınmıştı. PERS kralı ne aç bırakarak, ne de zorla şehri ele geçirebilmiş, ama Zeus gök gürültüsü ile halkı dehşet içinde bırakarak şehrin alınmasını sağlamıştı. (sf.102-103)

Yunanlar ricate devam ederken DİCLE boyunca pek çok zengin köy olduğunu öğrenirler. Ancak peşlerindeki BARBARLAR köyleri yakmaya başlar. Komutanlardan biri "Onlar yakıyorsa, biz de yakalım," der. Bunun üzerine ordu çıktığı her köyü yakarak, BABİL ülkesi yönünde yakılmamış köylere geri döner. Düşmanlar ne olduğunu anlamaz, şaşkın şaşkın bakarlar. Ele geçirdikleri tutsaklar,

- "Güneydeki bölgelerin BABİL ülkesine, ve MEDYA'ya (ASUR ÜLKESİ) giden yol üstünde olduğunu,

- Doğuda yolun SUSA'ya PERS Kralı'nın yazlarını geçirdiği EKBATANA'ya ulaştığını, (SUSA, DİCLE'nin doğusunda yer alır. SUSİANA'nın başkentidir. EKTABANA, asıl MEDYA'nın başkentidir. HAZAR DENİZİ'nin güneyinde yer alır. SUSA, Kuzey Azerbeycan'da, EKTABANA Güney Azerbeycan'dadır. İkisi de TÜRK diyarıdır.)

- Irmağı aşıp batıya doğru ilerleyince LİDYA ve İONYA'ya ulaşıldığını,

- Kuzeyde dağlar aşılınca KARDUKHLAR ülkesine varıldığını,"

bildirdiler. (sf. 109-111)

İşte sonunda KSENOPHON'un ONBİNLERİN RİCATI kitabında KARDUKHLAR karşımıza çıktı!..

- "(Tutsaklar) BU HALKLARIN DAĞLARDA OTURDUKLARINI, ÇOK SAVAŞÇI OLDUKLARINI, ve KRAL'A BAĞIMLI BULUNMADIKLARINI, söylüyordu. Hatta, eskiden Kral'ın gönderdiği 120.000 kişilik bir ordunun onların ülkesine girdiğini, ama geriye tek bir kişinin bile dönmediğini söylemekteydiler. Bununla birlikte KARDUKHLAR, ovayı yönetmekte olan satrapla barış halindeymişler. İki ülke arasında ilişkiler varmış. Tutsaklar o ülkeyi aştıktan sonra, Orontas'ın yönettiği zengin ve kalabalık bir eyalet olan ARMENİYA'ya varacaklarını söylemişlerdi. Komutanlar dağlara ilerleyip KARDUKHLAR ülkesine girmeleri gerektiğini düşünüyorlardı." (sf. 111)

Eğer KARDUKLAR, bugünkü Kürtler'in atası ise, bizim onlara "Karlı dağların adamı, Dağ Türkü" dememizde bir mahzur yok, çünkü KSENOPHON bile öyle diyor!.. Zaten gelmiş geçmiş bütün yazarlar Kürtler'den bahsederken kötü şeyler söylerler, en iyisi gene bizim kullandığımız "Dağ Türkü" ifadesidir!.

Ancak biz daha önce, başka bir sayfada, "SAKALAR'ın (İSKİT) bölgeye gelip PERSLER ile savaştıklarını, HEREDOT'un M.Ö. 500'lerde yazdığı kitapta bunu anlattığını, fakat bölgede KARDUK diye bir halktan bahsetmediğini, ama KSENOPHON'da karşımıza birden bir KARDUK aşireti çıktığını" belirtmiştik. "Bu halkın SAKALAR'dan kopan bir kolun savunma için dağlara çekildiğini, ve 50-100 yıl içinde yeni bir halk oluşturduğunu" anlatmıştık...

Bunun tarihte pek çok örneği var.

1800'lerde isyan eden bir İNGİLİZ gemisinin tayfaları TAHİTİ adasından aldıkları kadınlar ve erkekler ile kaçıp PITCANE adasına sığınmışlar, ve yeni bir halk oluşmuştur...

Bir örnek te ORTA ASYA'da gördük. Orada DUNGAN diye bilinen bir halk ile karşılaştık. Tipleri KORELİLER'e benziyordu, ama o bölgedeki KORELİLER'den değillerdi. Yüzleri yuvarlak, çekik gözlü fakat ÇİNLİLER'den, JAPONLAR'dan ve yöne halkı ÖZBEK, KIRGIZ ve KAZAKLAR'dan da farklı idiler. Sorduğumuzda çok enteresan bir cevap verdiler. Yine 1800'lerde ÇİN bir hastalık dolaysıyla sıkıntıya düşünce OSMANLI DEVLETİ'nden yardım istemiş. Onlar da Arabistan'daki bazı elemanları ÇİN'e göndermiş. Bunlar sonra oraya yerleşmişler, oradan evlenmişler ve ayrı görüldükleri içinde TÜRK diyarına gelmişler. DUNGAN olarak ün yapmışlar.

İşte KARDUKLAR da HERODOT ile KSENOPHONE arasında ortaya çıkmış böyle bir halk topluluğudur. İster Kürt diye bilinsinler, ister TÜRK, değişmez!.. KARDUKLAR, TÜRKLER'in ataları OLAN İSKİT-SAKA boyundandır. Bu sebeple tutsakların yaptığı tanımlar da, ORTA ASYA'nın karlı dağlarında yaşamış olan Kürt boyuna uymaktadır, çünkü "kürt" kelimesi bir tek TÜRKÇE'de vardır, ve "kalın kar tabakası" anlamına gelmektedir.

Ayrıca KARLUK adlı, karlı bölgelerde yaşayan bir başka TÜRK boyu daha vardır ki, KARDUK kelimesi KÜRT'ten daha çok KARLUK'a yakındır. Aynı vezin ve kafiyededir.

Önemli bir diğer husus ta, Yunanlar'ın tutsaklar ile bu konuşması NEMRUD dağı civarında geçiyor. Ama tutsaklar KARDUKLAR için "kuzeydeki dağlarda" diyor!.. Yani, NEMRUD bölgesinde bölücülerin tabiriyle "kürt" yok!..

KSENEPHON müteakip sayfalarda KARDUK ÜLKESİ'ni anlatıyor:

- "Yunanlar, DİCLE'nin aşılması imkânsız olduğu yere varınca, ve sulara DİMDİK inen KARDUK DAĞLARI yüzünden kıyının izlenmesi de söz konusu olmayınca, komutanlar dağlardan ilerlemeye karar verdiler. Tutsaklar onlara, KARDUK DAĞLARI'nı aştıktan sonra, isterlerse DİCLE'yi ARMENİYA kaynağından aşacaklarını söylemişlerdi. Ayrıca FIRAT'ın kaynağının DİCLE'nin kaynağından uzak olmadığı söyleniyordu."

- "KARDUK ÜLKESİ'ni şöyle işgâl ettiler: Kheresophos, düşman farketmeden dağdaki geçide ulaştı. Ordunun geri kalan kısmı da onu izliyor, ve dağın kıvrımlarında kurulmuş köylere giriyordu. Bunun üzerine KARDUKLAR köylerini boşaltıp karıları ve çocuklarıyla tepelere kaçtılar... Ne kadar seslenildiyse, KARDUKLAR cevap vermediler. Dağdan inen son Yunanlar köye ulaştığında gece olmuştu bile. O sırada toplanan bir kaç KARDUK, arka sıralara saldırıp bir kaç askeri öldürdüler, biri kaçını da taşlarla ve oklarla yaraladılar. Daha kalabalık olsalardı, ordunun büyük kısmı yok olabilirdi. (Acaba ne kadarı sağ, bilmiyoruz.) O gece Yunanlar açık ordugâh kurdular. KARDUKLAR da dağlarda bir çember halinde pek çok ateş yakıp, bu ateşlerle haberleştiler. Gün doğarken komutanlar yola çıkılmasına, ancak tutsakların serbest bırakılmasına, düşmandan alınan eşyanın çokluğundan dolayı gereksiz olanların bırakılmasına karar verdi. Askerler karşı koymuyordı. Bununla birlikte tutuldukları bir kadın ya da güzel bir çocuğu gizlice geçirenler oldu." (sf. 112-114)

Ama Yunanlar'ın çilesi bitmez... İlerlerken yola hâkim olan bir tepeciğe varırlar... Tepeciğe saldırırlar... BARBARLAR (herhalde KARDULAR) onlara sapanla taş ve ok atar, ama yaklaştıklarını görünce beklemeyip kaçarlar. Yunanlar tepeciği aştıktan sonra, karşılarında gene düşmanın elinde olan başka bir tepecik bulunduğunu görürler.... Onu da alırlar. Çok daha sarp olan üçüncü bir tepecik kalmıştır. Yunanlar yaklaşınca, düşmanın bu tepeciği savaşmadan bırakması herkesi şaşırtır... KSENOPHON genç askerlerle tepeciğin doruğuna tırmanınca, arkadaki birliklerin yetişmesi için durmalarını söyler. O anda kurtulmayı başaran Argoslu Arkhagoras'ın geldiği görülür. Ama haberler kötüdür. Argoslu, "Tepecikten atıldıklarını, kayalardan atlamayan herkesin öldürüldüğünü" söyler. BARBARLAR bu başarıdan sonra gelip tepeciğin karşısındaki bir yüksekliğe yerleşirler. (sf. 118-119)

Demek ki, tepelerin terkedilmesi bir savaş taktiği imiş!... Kaçar gibi yapıp, pusuya düşürmüşler!.. Devam edelim:

KSENOPHON bir ateşkeş yaparak ölüleri toplamak için onlarla görüşür. BARBARLAR, evleri ateşe verilmezse ölüleri vereceklerini söylerler. Kabul edilir.... Yunan ordusunun tümü bir araya toplanır. Yiyecek dolu bir sürü evde konaklarlar. KARDULAR ile anlaşma yapıp ölülerini toplarlar. Sonra tekrar yola koyulurlar. Düşman hep çarpışarak ve dar geçitleri ele geçirerek yollarını kesmeye çalışır... Bazen yükseklere tırmananlar inerken BARBARLAR'dan zarar görür... "BARBARLAR öyle ayağına tez insanlardır ki, çok yakından kaçsalar bile kurtulurlardı. Ok atmada çok ustadırlar. Yaylarının uzunluğu 4-5 ayaktan, oklarının uzunluğu ise 3 ayaktan fazladır. Oklarını sol ayaklarıyla yayın aşağı kısmına basıp, kirişi kendilerine doğru çekerek fırlatıyorlardı."
(sf. 119-120)

- "Yunanlar o gün de KENTRİTES ırmağının (BOTAN ÇAYI) aştığı ovaya bakan köylerde açık ordugâh kurdular. 200 ayak genişliğindeki bu ırmak, ARMENİYA'yı KARDUKLAR ÜLKESİ'nden ayırır. Yunanlar orada ovayı yeniden gördüklerine sevinerek soluklandılar. Irmak KARDUK DAĞLARI'ndan 6-7 stadion (1-1,5 klm) uzaklıktaydı... KARDUK ÜLKESİ'ni aştıkları 7 gün boyunca tek bir gün bile savaşsız geçmemişti." (sf. 121)

Bu ifade çok önemli... KARDUK ÜLKESİ dağlık bir bölge... 7 gün dağlarda dolaşmışlar, sonra ovaya inmişler. Dağda dolaşmak öyle kolay değildir. Hele bir ordu için, hem de savaşarak, sipere yatarak, geceleri uyuyarak... Günde kaç kilometre gidilebilir ki?.. Bundan da anlıyoruz ki, KARDUK boyu ister TÜRK olsun, ister iddia edildiği gibi bizlerden farklı bir Kürt halkı olsun, hem SAYICA çok değil, hem de öyle BÜYÜK bir araziye yayılmış değil. KSENOPHON, Ermeniler'in yaşadığı yere ARMENİA diye ad vermesine rağmen, KARDUKLAR için sadece halkın adını kullanıyor, KARDUKYA demiyor!.. Bu bölge HARİTA'da görüldüğü gibi, VAN GÖLÜ'nün altında ERUH civarıdır. Belki de Yunanlar'ın dağdan indikleri nokta SİİRT şehrine yakındı.

Şunu kastediyoruz: SÜMERLER, ELAMLAR 5.000 yıl öncesinin büyük devletleridir... PERSLER, MEDLER (ki onlar görüldüğü gibi, ayrı) o dönemin, yani 2500 yıl öncesinin büyük devletleridir... Kürt bölücüler ise, kendilerinin 5.000 yıldır varolduklarını iddia etmelerine rağmen, bu KARDUK halkı ("kürt" olsa bile), BOTAN ÇAYI'nın az aşağısındaki dağ köylerinde yaşayan, devleti bile olmayan bir halk... Hem de 100 yıl öncesinde bile HERODOT'un farketmediği, o tarihte olmayan bir halk... Belli ki, bizim dediğimiz gibi İSKİT-SAKA akınları ile gelmiş, dağlarda sıkışıp kalmış, oraya yerleşmiş bir halk. Başka açıklaması yok. Kürtler'e hiç faydası yok!..

KSENOPHON'da bundan sonra KARDUKLAR'dan fazla bahis yok. Sadece BOTAN ÇAYI'nı geçmek isteyen Yunanlar'a saldırıyorlar. Onu da nakledip konuyu kapatalım:

- "Gün doğunca, ırmağın (BOTAN ÇAYI) öbür kıyısında, geçmelerine engel olmaya hazır, tepeden tırnağa silahlı süvariler, bu süvarilerin arkasında da ARMENİYA'ya girmelerine engel olmak için sıralanmış piyadeler gördüler. Bunlar ORONTAS'ın ve ARTUKHAS'ın emrinde paralı asker olarak çalışan ARMENLER, MARDLAR ve KHALDAİYALILAR'dı. Sonuncuların cesur ve özgür bir halk oldukları söyleniyordu." (sf. 121)

Yunanlar çayı geçmeye çalışır ama başaramazlar. Geri dönünce de bu sefer "bir gün önce kendilerinin bulunduğu yerde çok sayıda silahlı KARDUK toplanmış olduğunu" görürler. İleri gitseler silahlı adamlar, öbür yanda da geçecekleri sırada onlara arkadan saldırmaya hazır KARDUKLAR... büyük ümitsizliğe kapılırlar. Ancak ertesi sabah müsait bir yer bulurlar. KSENEPHON askerlerini KARDUKLAR'a karşı sıra halinde dizer ve bölükler halinde çaya doğru ilerliyerek suyu geçerler. KARDUKLAR artçıların ordunun geri kalan kısmından ayrıldığını ve sayılarının pek azalmışa benzediğini görünce, türkü söyleyerek hızlanırlar... Karşılarında ancak bir avuç insan kaldığını görünce yaklaşıp sapanla taş ve ok atmaya başlarlar. Yunanlar onlara koşar adım saldırınca, KARDUKLAR bunları karşılamazlar. Silahları göğüs göğüse çarpışmaya yeterli değildir. Yunanlar geri dönüp çayı aşarlar. KARDUKLAR'dan bir kaçı bunu farkedince koşup bir kaç askeri yaralar. Ancak Yunanlar artık karşı kıyıya çıkmıştır. (sf. 122-126)

- "Botan çayı aşılınca Yunanlar ARMENİYA'ya doğru ilerlemeye başladılar. KARDUKLAR'la bölge halkı ilişkilerinin düşmanca olması yüzünden ırmak boyunca yakınlarında şehir yoktu... Oradan DİCLE'nin kaynaklarından geçtiler." (sf. 126)... Ve yollarına devam ettiler.

Bakalım, nerelere gittiler.

*****

  • DİĞER BÖLÜMLER : "ONBİNLERİN RICATI"NDA TÜRKLER - 2 , OKURLARLA SOHBET - MEKTUPLAR/22 , BATI ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ , DÜNYA MEDENİYETİNDE TÜRKLERİN PAYI , TÜRKLERLE İLGİLİ LİNKLER , GİRİŞ