Devası olmayan dert
İbn-i
Sina'ya:
"Dünyada devası olmayan bir dert var mı?" diye sorduklarında ondan şu cevabı almışlar:
"Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır."
Cehenneme Gidecek Değilim
Emevi
Halifesi Muted'in vezirlerinden Ebu'l Hüseyin, kendini hicveden şair İbni'r
Rumi'yi evine davet ederek, hizmetçilerine zehirletmişti. Şair, az sonra
zehirlendiğini anlayınca kalkıp evine gitmek istemiş. Ebu'l Hüseyin ona:
"Ey Üstad, nereye gidiyorsun?" diye sormuş: O da:
"Göndermek istediğin yere," diye cevap vermiş. Ebu'l Hüseyin bir istekte bulunarak şöyle demiş:
"Öyle ise babama selam söyle. "Şair, şöyle diyerek bu isteği yerine getiremeyeceğini ima etmiş:
"Cehenneme gidecek değilim."
Sen yukarı gel de
Câhiz
anlatıyor.
Bir gün ordugahta askerler arasında çok uzun boylu bir kadın gördüm. Kendisine:
"Aşağı gel de yemek ye ," deyince, bana şöyle dedi:
"Asıl sen yukarı gel de dünyayı gör."
Alemin fazlalıkları
İlhanlı
hükümdarı Hülâgü Han Suriye Seferi'ne giderken, yolda saçı sakalı
birbirine karışmış, üstü başı perişan halde bir kısım insanları görmüş.
Ve hemen yanında bulunan alim Nasirüddn Tüsi'ye:
"Bu acaip kılıklı insanlar kimlerdir?" diye sormuş. Nasiruddin Tusi şöyle cevap vermiş:
"Dünyada dört sınıf halk vardır: Bunlar; tacirler, sanatkarlar, çiftçiler ve beylerdir. Bu acaip kılıklı kişiler ise bu saydıklarımın dışındadır. Yani sizin anlayacağınız bunlar alemin fazlalıklarıdır.
Arasındaki fark
Selçuklu
Sultanlarından biri Mevlana'yı ziyaret etmek istemiş. Bu ziyaretini gerçekleştirdiğinde
ona, saltanatları arasında ne gibi bir farkın olduğunu sormuş. Hz. Mevlana
söz konusu soruya şu cevabı vermiş:
"Senin saltanatın gözlerin açık olduğu müddetçe vardır. Oysa benim saltanatım, gözlerimi kapadığımda başlar."
O zaman gör kardeşliklerini
Mevlana
Hazretleri, müridleriyle birlikte bir gün yolda giderlerken birkaç köpeğin
sarmaş dolaş uyuduklarını görürler. O esnada müridlerinden biri, bu güzelliğe
gıpta eder ve şöyle der.
"Ne güzel bir kardeşlik örneği, keşke bütün insanlar bundan ibret alsalar."
Mevlana Hazretleri tebessüm buyurarak şöyle karşılık verir:
"Aralarına bir kemik atıver de o zaman gör kardeşliklerini."
İhtiyar olmuş olsaydı
Osmanlı
Padişahlarından I.Murat, Birleşik Avrupa Ordusunu I.Kosova Savaşı'nda
yendikten sonra savaş meydanını gezmiş ve yaralılar arasında yaşlı olan
kişileri göremeyince hayrete düşmüştü. Padişahın şaşkınlığını
yanında bulunan komutanlarından biri şöyle gidermişti:
"Padişahım, bunların yanında akıllı ve uslu bir ihtiyar olmuş olsaydı hiç böylesine bir harekete girişirler miydi?"
Düğüm atmayı ihmal etme
Her
baba gibi Nasreddin Hoca da kızının iyi yetişmesi için elinden gelen her şeyi
yapmış. Hoca, kızına iğneye ip takmasına gelinceye kadar bütün
bildiklerini öğretmenin sevincini yaşamaktaymış. Nihayet hocanın kızı
gelin olmuş. Ata bindirilip baba evinden ayrılıp dünya evi, diye tavsif
edilen yeni bir hayatın başlayacağı eve doğru bir hayli mesâfe almış. Bu
sırada Nasreddin Hoca, koşa koşa gelin olan kızının arkasından gelip çok
önemli bir şey unutmuşcasına kulağına gizlice şöyle demiş:
"Kızım, aman dikkat et! Sakın ola iğneye ip taktıktan sonra düğüm atmayı ihmal etme. Sonra dikiş tutturamazsın."
Siz Dışarı Çıkın
Nasreddin
Hocanın kadılık yaptığı zamanlarda, bir adam tarafından bir köpek öldürülmüş.
Bu suçundan dolayı o şahsı mahkemeye vermişler. Gün gelince mahkeme salonu
tıka-basa dolmuş tabii. Salonu dolduranların gürültü yapmaları dolayısıyla
rahatsız olan devrin kadısı Nasreddin Hoca, sinirlenerek şöyle demiş:
"Bu kalabalık da neyin nesi? Yahu! Siz dışarı çıkın da ölenin akrabalarından kimler varsa onlar gelsin içeri."
Şunu baştan söylesene
Nasreddin
Hoca tarlasında çalışırken oradan geçmekte olan birisi sormuş:
"Bey Amca! Falan köye kaç saatte gidebilirim?" Hoca, bu soruya herhangi bir cevap vermemiş. Adam aynı soruyu üç kere tekrarlamış; ama herhangi bir cevap alamayınca yoluna devam etmiş. Biraz yürüdükten sonra arkadan Hocanın:
"Evlat, gel!" dediğini işitmiş. Adam gelince de Hoca soruyu şu şekilde cevaplandırmış:
"Sen tam üç saatte oraya varırsın," demiş. Adam sinirli bir şekilde
"Be bey amca! Madem biliyordun, şunu baştan söylesene," deyince, Nasreddin Hoca şöyle savunmuş kendisini:
"İyi de, ben senin nasıl yürüdüğünü nereden bilebilirim ki."
Daha ne kadar gideceğiz?
Hoca
ile hanımı dört günlük yola daha yeni çıkmışlar. Hoca yola çıkar çıkmaz
hanımına:
"Daha ne kadar gideceğiz hatun?" diye sormuş.
Hanımı hocanın sorusunu şu şekilde cevaplandırmış:
"Bugün ile yarın gidersek daha iki günlük yolumuz kalır." Bunun üzerine hoca:
"Desene hatun, yolu yarıladık."
Allah'a (c.c) sığınırız
Timur,
Hocaya:
"Abbasi halifeleri kendilerine el-Mutasım billah, el Mutevekkil alâllah şeklinde lakâplar takınırlarmış.... Ben de Abbasi halifesi olsaydım benim lakâbım ne olurdu?" diye sorunca, Hoca'nın cevabı; "Allah (c.c) sığınırız" anlamında şu ifade olmuş:
"Neûzu billâh!.."
Hangi yöne sefere gideceğiz?
Padişah
Fatih Mehmet, nereye sefer düzenleneceğini hiç kimseye söylemezmiş. Bir gün
Kazasker merak ederek sormuş:
"Padişahım, hangi yöne sefere gideceğiz?"
Padişah bu soruya devlet sırrının ve bazı sırların hiç kimseye söylenmeyeceğine dair mesajlar içeren şu cümleyle karşılık vermiş:
"Eğer sakalımın tellerinden biri düşüncelerimi bilseydi, hemen koparıp yakardım."
Herkes yediğinden gönderir
Uzun
Hasan, Fatih'e kutu içinde bir hediye gönderir. Kutu açılınca içinden
akrepler ve yılanlar çıkar. Bunun üzerine Fatih de Uzun Hasan'a hediye
olarak bal gönderir. Bu durum bazılarının şu soruyu sormalarına vesile
olur:
"Padişahım neden böyle yaptınız?"
Fatih, şöyle yapar açıklamasını:
"Herkes yediğinden gönderir."