|
|
|
Alev Alatlı
|
|
|
|
|
|
İlhami Soysal, Masonlar ve Masonluk isimli kitabında şöyle
diyor
: "Komitenin (MBK) en yüksek iki rütbeli askerinden biri Orgeneral Fahri Özdilek bir masondur, başlangıçta sayısı kırk düye düşünülen ve sonuçta 38 kişi ile oluşan komitenin 39. Üyesi Kur. Alb. Ertuğrul Alatlı bir masondur. Komitenin İstanbul Valiliğine atadığı Orgeneral
Refik Tulga
bir masondur. İstanbul Belediye Başkanlığına getirdiği Şefik Erensü bir masondur. Eh, MBK’de durum böyle olunca, bakanlar kurulunda da masonların köşe başlarını tutmalarını yadırgamamak gerekir." (s.423)
Mason Ertuğru Alatlı’nın yazar ve profesör kızı Alev Alatlı’nın nasıl bir asil aileden geldiğni ispat etmek için uzun uzun anlattığı biyografisinden bir bölüm alayım : "1944’de, Menemen, İzmir’de
doğdum. Babam, Ertuğrul Alatlı, ailesinin izini ikinci Viyana kuşatmasında, kuşatmanın zamanının yanlış olduğunu söyleyerek muhalefet ettiği için zamanın sadrazamı Kara Mustafa Paşa tarafından boynu vurulan Rumeli
Beylerbeyi "İhtiyar" ya da "Uzun" ya da "Arnavut" İbrahim Paşaya kadar sürer. Dedem, İstiklal Savaşı gazisiydi: Prizenli Ahmet Seyfettin Bey. Anne tarafım da Rumellidir. Annemim babası
Selanik kadılarından, Halil İbrahim Uygur. Cumhuriyetten sonra ülkenin muhtelif yerlerinde ağır cezareisi olarak hizmet vermiş. Anne tarafımdan Üsküdarlıyız. Üçüncü Selim’in sermüezzini Sadullah Ağa’ya uzanan bir
geçmişimiz var. Tiyatro yazarı Musahipzade Celal bey, annemin büyük amcasıydı. " (http://www.alevalatli.com/bio.html)
Önce bir soyadı benzerliğine not düşeyim. Tansel-Emin Çölaşan çiftinin can dostu olan Karayalçın’lardan yani Murat Karayalçın’ın eşi Neşe
Hanım’ın kızlık soyadı da Alatlı. Akrabalar mı bilmiyorum.
Kendisinin Alev, kızkardeşinin de ismi Işıl Alatlı (bugün İbranice edebiyat eserlerini Türkçeye çeviren kişidir) olan hanımefedinin annesinin büyük
amcası Musahipzade Celal’e bakalım.
"Asıl adı Mahmut Celalettin; Müsahipoğlu da denir …Gazhane başkatibi Musahipzade Mehmet Ali Bey’in oğlu,… besteci İzzet Şakir Ağa’nın torunudur. Feyziye rüştiyesi’nde
ve, Numunei Terakki idadisi’nde okudu.." (Larousse)" Feyziye yani Işık Lisesi, Numune-i Terakki de iki Selanikli'nin kurduğu ve başlangıçta Sabetaycı okulu olan bir eğitim kurumudur
Musahipzade
Celal 1868 doğumlu. tiyatro yazarı, besteci, İ.Şakir Ağa’nın torunu. Musahip, padişahın kendisini eğlendirmesi için himetinde bulundurduğu kişiye verilen ad.
Peki
Musahipzade Celal Bey, ölünce nereye gömülmüş? Onu da M. Orhan Bayrak’ın "İstanbul’da
Gömülü Meşhur Adamlar" isimli kitabından buluyoruz: Karacaahmet 1. Ada'ya, çünkü burası özel bir bölüm ve burada yatıyor. Burası Karakaşlara ait bir yer. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Ertuğrul ALATLI'nın ölüm ilanı:
VEFAT
İstiklâl Savaşı Gazisi malûl Piyade Yüzbaşı Makedonya Pirlepe'li Ahmed Seyfettin Efendi'nin ve Nafiya Hanımın oğlu;
rahmetli Fürüzan Alatlı'nın eşi; Alev ve Işıl Alatlı'nın babaları, Akın ve Ayşe Baran'ın amcaları, Defne ve Vasıf Kortun; Funda ve Kaan Aktan; Mehmet ve Banu Koryürek'in dedeleri; Refika ve Murat Emre'nin büyük
dedeleri, "O" KUŞAĞIN SON TEMSİLCİLERİNDEN, Eski Genelkurmay Genel Sekreteri Danışma Meclisi Üyesi, Emekli Kurmay Albay (Harbiye, 1937), ERTUĞRUL ALATLI
(Sarıyer, 21 Ağustos 1916- Yeşilköy, 10 Kasım 2002) DEVLETİN TEK BİR ÇİVİSİNİN HESABINI SORAN, KAPUTUNU BOYATIP EŞİNE MANTO YAPAN, ULUSUNUN ANCAK HAYSİYET VE ÖZVERİ TEMELLERİ ÜZERİNDE YÜKSELEBİLECEĞİNİ BİLEN
EVLAD-I FATİHAN'DANDI. ASKER GELDİ, ASKER GİTTİ. RUHU ŞAD OLSUN.
(Levent Camisi, Öğle Namazı, 12 Kasım, Salı.)
Karacaahmet’e gömülen diğer bazı ünlüler kim peki ?
Mehmet Esat Bülkat Paşa: Bahriye Nazırı, Korgeneral, Vehip Paşa’nın (Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki komutanı) kardeşi; Kazım Taşkent’in amcası. 1. Ada
Cafer Tayyar Eğilmez: Tümgeneral, Trakya Kuvayı Milliye Komutanı, milletvekili; 1939 Şişli Terakki mezunu Ali Cafer Eğilmez’in ve 1944 Şişli Terakki Mezunu İsmail Hakkı
Eğilmez’in babası, 1. Ada
Seyit Ali Paşa: ( ?- 1826) 171. Sadrazam , Sadrazam M. Reşit Paşa’nın eniştesi; 1. Ada
Neşet Ömer İrdelp: İç Hastalıkları Profesörü, binbaşı, yazar, Istanbul Üni. Rektörü (1933), milletvekili (1934) Antropoloji Enstitüsü Kurucusu, Mustafa Kemal’in özel hekimi; 1. Ada
M. Emin Çınar: Tümgeneral, İstiklal Savaşı Kahramanı, Tümen Kurmay Başkanı; 1. Ada
Yakup Şevki Subaşı: Orgeneral, Ermeni Kırımı’ndan Malta Sürgünü, Ordu Komutanı; 1. Ada
75'inci yılda 75 başarılı kadın +++++++++++++
Türkiye'nin haftalık tek kadın dergisi olan mimoza'nın düzenlediği ‘‘75. Yılda 75 Başarılı Kadın’’ anketi sonuçlandı ve 75 kadına dün akşam
ATV 2000 binasında yapılan bir törenle ödülleri verildi. Cumhuriyete katkıda bulunmuş, çağdaş, Atatürkçü, çeşitli alanlarda başarılara ve ilklere imza atmış ve halen hayatta olan 75 kadın, kalabalık bir jüri
tarafından belirlendi. Sanat, politika, basın, eğitim ve iş dünyasının önde gelen isimlerinin belirlediği 75 kadın, hep bir arada muhteşem bir tablo sergilediler. Sayıları 300'ü bulan kadın adaylar arasından seçilen
75 başarılı kadın, alfabetik sırayla şunlar:
Deniz Adanalı, Adalet Ağaoğlu
, Nurcan Akad, Sezen Aksu, Türkan Akyol, Alev Alatlı, Refet Angın, Nejla Arat, Ayşenur Arslan,
Duygu Asena, Sıdıka Atalay, İmren Aykut, Lale Aytaman,
Oya Bayrı,
Semiha Berksoy, İdil Biret,
Peride Celal, Halet Çambel, Muazzez İlmiye Çığ, Tansu Çiller,
Gülten Dayıoğlu, Nazire Dedeman, Zeynep Değirmencioğlu, Filiz Dinçmen, Neşe Erberk, Meral Gezgin
Eriş, Leyla Gencer, Nur Ger, Zeynep Göğüş, Sabiha Gökçen, Fadime Göktepe, Nilüfer Göle, Müşerref Hekimoğlu,
Çiğdem Kağıtçıbaşı, Suna Kan, Yıldız Kenter, Yekta Kara, Suna Kıraç,
Mübeccel Kıray, Hülya Koç, Bahar Korçan, İonna Kuçuradi, Konca Kuriş, Ayla Kutlu,
Şefika Kutluer,
Perran Kutman, Sema Küçüksöz,
Piyale Madra, Betül Mardin, Güldal Mumcu, Nilüfer, Nesrin Olgun, Zeynep Oral, Nazan Ölçer, Vasfiye
Özkoçak, Güher-Süher Pekinel, Güler Sabancı, Gülsüm Sağlamer,
Türkan Saylan, Müzeyyen Senar,
Yaşar Seyman,
Gülriz Sururi, Meriç Sümen, Türkan Şoray,
Macide Tanır, Pakize Tarzi, Şirin Tekeli, Necef Uğurlu, Leyla Umar, Nermin Abadan Unat,
Mina Urgan,
Buket Uzuner, Jale Yılmabaşar, Berna Yılmaz. Ord. Prof. Dr. Sedat Alp, +++++++++++++++++++++++++ 1913 yılında Selanik'te doğdu. 1932 yılında devlet sınavını
kazanarak Almanya'da Eskiçağ tarihi, Hititoloji ve Sümeroloji öğrenimi gördü. 1949 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesinde ordinaryüs profesör oldu. Sedat Alp'in Hititolojinin
çeşitli dallarında pek çok keşif ve buluşları bulunmaktadır. Hititoloji üzerine çeşitli dillerde sayısız eseri yayınlanmıştır. Dünyanın çeşitli üniversitelerinde konuk profesör olarak çalışmış ve konferanslar
vermiştir. Alp, 1953 yılından bu yana Konya - Karahöyük kazılarının başkanlığını yapmaktadır. Alp, 1946 yılında Türk Tarih Kurumu üyesi olmuş, 1983 yılına dek kurumda çeşitli görevlerde bulunmuş ve kapatılmadan
önce kurumun son başkanlığını yapmıştır. Alp, İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Commendatore nişanı (1957), Federal Almanya Cumhurbaşkanı'nın liyakat nişanı (1972), Paris College de France madalyası (1980), Federal
Almanya Cumhurbaşkanı'nın yıldızlı liyakat nişanı (1991), İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Grande Ufficiale nişanı (1991) sahibidir. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
|
|
|
|
|
|
|
|
SON DAKİKA HABERLERİ İÇİN TIKLAYINIZ
|
|
|
|
Sonu zorlayanlar
“İsa, çarmıhta ölmeyi yeğlemişti, Sabetay Tzevi, Müslüman olup başını kurtarmayı tercih etti.” diyorlar. Buna karşın, Mesih beklentisi kaybolmuyor. Müridleri de
küsmüyor. “Yeni duruma uygun bir ilâhiyat” geliştiriyorlar. “Selanik’te ‘Donmeh’ mezhebini kurdular, mürşidlerini izlediler, Müslüman oldular. Gündüz camilerde, gece gizli sinagoglarında ibadet ederlerdi.
Yıl, 1665. Filistin’de, Gaza’da yaşayan, 1643 ya da ‘44 Kudüs doğumlu “Gazalı Nathan” diye tanınan saygın bir Yahudi ilâhiyatçısı, kıyametin pek yakın olduğuna hükmedip 1626 İzmir doğumlu Sabetay Tzevi’yi “mehdi”
ilân ediyor.
Sahte mehdiler, alışılmadık hadiseler değil; ancak bu defa Avrupa ve Anadolu Yahudiliği, entelektüel Yahudi çevrelerinin dışında hemen hiç bilinmeyen bir iştiyakla sarsılıyor. “Sabetay, A
şehrindeki Yahudilerin, B şehrindeki Yahudilere kendisinin C şehrinde yarattığı akıl almaz mucizeleri anlatan uzun mektuplar yazmalarını sağlıyor,” böylece kısa zamanda İzmir’de çok sayıda mürid ediniyor hatta bir
defasında kendisine inanmayan bir sinagogu zaptediyor. Müridleri, Tzevi’nin Padişah’ı tahttan indireceğine, yerine kendisinin geçeceğine inanıyorlar. Ne ki, Avcı Sultan Mehmet, tehditlere papuç bırakacak bir adam
değildir; Tzevi’ye, tövbe edip İslam’a ihtida ettiğini açıklamadığı takdirde boynunu vurduracağını söylüyor.
Dönmeler... “İsa, çarmıhta ölmeyi yeğlemişti, Sabetay Tzevi, Müslüman olup başını
kurtarmayı tercih etti,” diyorlar. Buna karşın, Mesih beklentisi kaybolmuyor. Müridleri de küsmüyor. Tersine mürşidi izliyor, “yeni duruma uygun bir ilâhiyat” geliştiriyorlar. “Selanik’te ‘Donmeh’ mezhebini
kurdular, mürşidlerini izlediler, Müslüman oldular. Gündüz camilerde, gece gizli sinagoglarında ibadet ederlerdi. Evlerinde İspanyolca, sokakta Türkçe konuşurlar, İbranice bilirlerdi. İslamiyet’ten nefret ederler,
Türklerle evlenmezlerdi,” diyor Scholem. (*)
Sabetayistler, muhafazakâr Yahudilerin lânetlemelerine rağmen Avrupa gettolarında yandaş bulmaya devam ediyorlar. Öte yandan, “Avrupa Aydınlanması”, Yahudi
yerleşimlerine Tevrat’ın yeniden yorumlanması gerektiği şeklinde yansıyor. Eski yasaklar caiz, hatta farz oluyor. Sabetaycılar kendilerini “kitaplı dinlerin vazettikleri değerlerin prangalarından kurtulmuş, yepyeni
bir dünyanın öncüleri olarak görmeye başlıyorlar”.
Frankistler ekolü “Donmeh” mezhebinden muhtelif tarikatlar türüyor. Bunların en radikallerinden birisi, Jacob Frank’ın kurduğu Frankistler.
Yahudi tarihinin en korkutucu gelişmelerinden biri olarak kabul edilen Frankistler, günahın “kurtarıcı gücü” olduğuna inandıklarından içlerinde yaşadıkları toplumların ahlâk anlayışı ne olursa olsun, istedikleri
gibi hareket ederler, özellikle de Tevrat’a aykırı davranışlarda bulunurlarmış. Jacob’un kendisi, tamamen dejenere olmuş, yoz bir adam, müthiş bir şeytani ikna gücü olduğu söyleniyor. Sahici Tanrı’nın henüz ortaya
çıkmadığını, dünyayı iyiliğin değil, kötülüğün yönettiğini anlatırmış. Kötü güçlerden korunmanın yolu, sessiz kalmak, hatta “crypsis,” takıyye. Bir vaazında, “Sizi gelmiş geçmiş tüm yasalardan, tüm töre, anane ve
inançlardan kurtarmaya geldim,” diyor, “Benim görevim, bütün bunları yok etmek. Ben yok edeceğim ki, iyilik kendini gösterebilsin.” Bir başka yerde de kendisinin bu dünyaya insanları yükseltmek için değil, batırmak,
gayya kuyusunun en dibine çekmek için geldiğini anlatıyor. Öyle aşağılık bir yer ki, “Ne bundan daha aşağısı var ne de buradan kendi gücünüzle çıkmanız mümkün. Buradan insanı ancak Efendimizin eli çıkarabilir.”
Jacob Frank, Ukraynalı, (Galicia) Lviv’den altmış kilometre ötede doğmuş. Asıl adı, Jacob Leibowicz.
Frankistlerin, sahici imana Tevrat ihlâl edilmeden ulaşılamayacağı düşüncesi, zaman içinde başta politika
olmak üzere hayatın diğer alanlarına da sıçrıyor. Geçmişi bir kalemde silecek dünya çapında bir ihtilâlin hayalini kurmaya başlıyorlar. Frankistlerin elleriyle gerçekleşecek “kıyamet”in sonunda açılacak tertemiz
sayfada insanlık yeniden doğacaktır. Öyleyse, kutsal kitaplarda kıyameti getireceği söylenen her türlü günaha bulaşıyorlar ki, dünya bir an önce batsın. Batsın ve yeniden kurulabilsin.
Frank, 1726-1791
yılları arasında yaşamış. Balkanları dolaşmış, diğer Sabetaycılarla istişare etmiş, beklentileri cevaplamaya karar vermiş, kendisini Mesih ilân etmiş. Doğu Ortodoksluğunu zayıflatmayı uman Katolikler, Frankistleri
himayeleri altına almışlar, buna karşın Frankistler de vaftiz gibi bazı Hıristiyan usullerini benimsemişler. Hatta Jacob Frank’ın kendisi Varşova’da vaftiz olmuş. Kirvesi, Polonya Kralı Üçüncü Augustus. Ancak,
Tevrat muhalefetleri cinsel sapıklıkların da ibadetten sayıldığı noktaya gelince Kutsal Engizisyon bunlara daha fazla tahammül edememiş, bu arada “Baron” unvanı ile de taltif edilmiş olan Frank’ı, on üç yıl kalacağı
bir kaleye hapsetmişler. Polonya’nın Ruslar tarafından işgali kurtuluşu olmuş; ama ülkesine dönmemiş, gitmiş Almanya’ya yerleşmiş, orada ölmüş. Daha hayattayken, müridlerinin bir kısmı topluca din değiştirmişler. Bu
defa Müslüman değil, Katolik olmuşlar. 1789.
Kıyamet saplantıları İyilik’in yeryüzünde hakim olmasının ancak kıyamet boyutlarında facialardan sonra mümkün olabileceği inancını, neolitik hatta
paleolitik dönemlere kadar sürüyorlar. Yazılı tarihte kıyametten ve dünyanın sonundan ilk bahseden (İ.Ö.) 628-551 Zerdüşt. Ona göre, “iyilik” ile “kötülük” arasındaki nihai hesaplaşma, “iyi”nin zaferi ile
sonuçlanıyor. Ateş ve kızgın lâvların mahvettiği dünyaya bir “Kurtarıcı,” Mesih, geliyor ki, bu Zerdüşt’ün kendisidir, ölüleri diriltiyor, hesaba çekiyor, kötüleri cehenneme gönderirken, iyiliğin hakim olduğu bir
dünya yeniden kuruluyor. Aynı beklenti, Hindistan’da da var; ancak onların nirvana/”Kurtuluş” reçeteleri farklı. Dünyanın suret değiştirmesi beklenmediği gibi, Mesih de beklenmiyor, bireyin kendisinin birtakım
psiko-zihni yöntemler kullanarak “cennet”e ulaşması gereğini savunuluyor. “İyi”nin galibiyetini sağlamak için çaba göstermek de, dinde zorlama da söz konusu değil.
Evrensel kurtuluş/salâh düşüncesinin
Mezopotamya’ya, İran-Hindistan aksından yayıldığına inanılıyor. Dünyanın cennete dönüşmesinin ancak kıyamet boyutlarında bir faciadan sonra mümkün olacağı şeklindeki vahiy kökenli mesihîlik doktrini, Marksizm’in de
özü. “Oyunun birinci perdesi, İran’da oynandı. İkinci perde, Mezopotamya’da, Daniel peygamber, Yahudileri “iyilik” cephesine yazdığı zaman. Üçüncü perdede, Frankistler gibi birtakım fanatik Yahudi tarikatlarının
kıyameti beklemektense hızlandırmak, Mesih’in bir an önce gelmesini sağlamak için uğraştıklarını gördük. Dördüncü perdeyi, Karl Marks açtı, oyunu kitlelerin anlayacağı şekilde popülerize etti. Komünistler, dünyanın
sonunun gelmesini bekleyen milenyumculardan bir adım önce geçtiler, kıyameti gerçekleştirmek için ellerinden geleni ardlarına koymadılar,” deniyor.
Marks’ın editörü olduğu Neue Rheinische’nin son sayısını
kırmızı mürekkeple basmasının nedeni, Frankistlerin Almanya’da yayınladıkları “Kızıl Risale” başlıklı bildirinin de kırmızı mürekkeple basılmış olmasıymış. Marks, o bildiriye gönderme yapıyordu, diyorlar.
Yeni Dünya Düzeni’ne bir de bu gözle bakınca, müthiş. Değil mi?
(*) Gershom Scholem, The Messianic Idea in Judaism, Schocken Books, New York, 1971, s. 77.
ALEV ALATLI 16.04.2004 CUMA Zaman
|
|