|
Cemil Ipekçi: SABATAY SEVI'NIN TORUNUYUM Cemil Ipekçi, iki elbise giyiyor. Biri is yasaminda ortaya çikan
Cemil.,Digeri ise özel yasaminda ortaya çikan simarik, egoist yani "Öz" Cemil. O, bugüne kadar hiç olmadigi açiklikta Cemil Ipekçi'yi sadece Aksiyon'a anlatti
Cemil Ipekçi'yi tanimayan yoktur. Modaci olarak
bilinse de kendisini tasarimci olarak tanimlayan Cemil Ipekçi, 17. yüzyilda mesihlik iddiasinda bulunan Sabatay Sevi'nin öz torunu
Sabatay Sevi, 1626'da Izmir'de dogdu. Onun yasadigi yillarda Yahudi dünyasi oldukça
büyük sorunlar yasiyordu. Polonya ve Rusya'da büyük kitle katliamlari yapilmis, ayrica anti-semitik hareketler de tüm dünyada etkinlik kazanmisti. Çekilen tüm sikintilar ve acilar Yahudileri Kabala'nin (Gelenek anlamina gelen
Ispanya'da gelisen Yahudi Mistisizmi. Kabala ilmi; varligin gizemi, yaratilis, önceden olmus ve sonradan olacak, hayatin sirri, yildizlarin dünya üzerindeki etkisi, rüyalarin açiklanmasi, seytanlarin ve kötü ruhlarin kovulmasi,
hatta muska yapilmasi gibi konularla ilgilenir) mistik dünyasina itmisti, artik beklenen kurtarici gelmeliydi. Ayni yillarda Osmanli ülkesinde de karisikliklar yasaniyordu. O tarihlerde Musul civarinda Seyid Abdullahoglu
Muhammed mehdiligini ilan etmisti. Iste tüm bu olaylar ve bunalimlar genç Sabatay'in üzerinde derin etkiler birakti. O beklenen Mesihin kendisi olduguna inaniyordu. 31 Mayis 1665'te Sabatay mesihligini ilan eder ve önemli bir
taraftar kitlesi toplar. Ortodoks Yahudiler ise ona inanmazlar ve onu kadiya, daha sonra da Osmanli Sultanina sikayet ederler... Fazil Ahmet Pasa, isin esasini ögrenmek için, Sevi'nin derhal tutuklanarak Istanbul'a
gönderilmesini ister. Edirne sarayinda, Sadaret Kaymakami Mustafa Pasa, Seyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padisah'in imami meshur Vani Efendi'den olusan bir divan kurulur, Padisah Sultan IV. Mehmet de divani 'Kafes'ten'
izlemektedir. Divanda, Padisah'in hekimbasisi Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlik yapar. Sabatay Sevi'den Mesihliginin alameti olarak bir mucize göstermesi istenir. Mucize, atilan oklarin vücuduna
islememesi seklinde olacaktir. Bu teklifi duyan Sevi, dehsete düser ve kendisinin Mesihlik iddiasinda bulunmadigini, bunun bazi Yahudiler tarafindan çikarilmis bir sayiadan ibaret oldugunu söyler. Sevi, Hayatizade'nin tavsiyesi
üzerine Kelime-i Sehadet getirir. Divan huzurunda Müslüman olan Sabatay Sevi, Aziz Mehmet Efendi adini alarak 150 akçelik bir maasla Saray kapiciligi görevine getirilir. Sevi'nin Müslüman olmasi bütün Yahudi dünyasinda sok
etkisi yapar. Büyük çogunluk onun Mesih olmadigina inanarak Ortodoks inancina geri döner, ikiyüz ailelik bir topluluksa din degistirerek onun yolundan gider. Selanik'e yerlesen bu toplum pratikte Zohar'a dayanan mistik bir
yasami benimser, Yahudi inancini sürdürür, fakat resmen Müslüman milletine dahil olarak yasarlar. Iste tarihte 'Dönmeler' olarak adlandirilan cemaat böylece dogmus olur.
Buraya kadar aktarilan bilgilerin bir kismi Ilgaz
Zorlu'nun Evet Ben Selanikliyim, bir kismi da Ahmet Hikmet Eroglu'nun Osmanli Devleti'nde Yahudiler adli kitabindan alinmis satirlar.
Sabatay'in öz torunu Cemil Ipekçi'yi tanimayan yoktur. Türkiye'de oldugu
kadar uluslararasi tasarim dünyasinin taninmis kisilerinden birisi olan Cemil Ipekçi iste bu Sabatay Sevi'nin öz be öz torunu. Sevi'nin de dedeleri olan Ipekçi'nin atalari 1480'de Endülüs'ten gelip önce Venedik'e, oradan
Kayseri'ye, daha sonraki yillarda da Izmir'e yerlesmis bir aile. Sabatay Sevi Osmanli'ya gelirken onun diger erkek kardesi de Iskoçya'ya gider. Iki ailenin irtibati Ipekçi'ye göre kalmamistir artik. Sabatay Sevi'nin yukarida
bahsettigimiz Mesihlik iddiasinda bulunmasi ve padisahin huzurunda kendisinden, bu iddiasini ispatlayacak bir mucize göstermesi istenmesi karsisinda, bunun olmayacagini anlayinca Müslümanligi kabul ettigini açiklamasi
sonrasinda da Selanik'e zorunlu olarak yerlesir Ipekçi'nin dedeleri.
"Sabatay Sevi benim soyum, kimseyi ilgilendirmez" Herkesin kimlikle etiketlendigi bu dönemde yillardir kapali kalan, ritüelleri
tartisilan bir cemaat-aile mensubu olmak Ipekçi'nin deyimiyle kimseyi alakadar etmez: "Bizimkinde Sabatay Sevi bilindigi için Dönme oldugu da biliniyor. Ama herkes Islam'a bir yerden dönmüs. Biri 500 yil önce Musevilikten
dönmüs, biri 700 yil önce. Sabatay seni-beni ne alakadar eder? O benim kanim. Kimseye yargilama hakkini da vermiyorum". En önemli ritüellerinden biri -gel ki Cemil Ipekçi babasinin kusaginin bu kurali artik ihlal ettigini
söylüyor ama- Sevi'nin torunlarinin aile arasi evlenmeleri kurali: "Çok uzun yillar aile arasi evlenmisler. Ama benim anne ve babamin döneminde bozulmalar oldu. Annemle babam akraba degil. Annem Bektasi mesela. Babamin
yegenleri de yabanci ile evlendi. Ondan önce aile disi evlenemezdin zaten". Sevi'nin torunlarinda eski geleneklerin saglamligi yemek kültüründe de etkisini sürdürüyor: "500 sene evvelki neyse ayni yemekler hala var.
Ispanya'da bile kalmamis, unutulmus ama bizde olan çesitler. Mesela Tüy Beyaz diye bir köfte çesidimiz var. Cevizle kiyma çekiliyor, içine fistik ve yumurta konuyor. Sonra patlican böregimiz. Buradaki ile alakasi yok. Erikli
baligimiz var." Cemil Ipekçi Sabatay Sevi'nin dört çocugundan biri olan Osman'in soyundan geliyor. Ipekçi'nin anlattigina göre diger kardeslerin soyundan gelenler arasinda ise bugünün taninmis aileleri bulunuyor:
Dilber, Germen, Bezmen, Tokay ve Atabek'ler. Cemil Ipekçi'nin dedeleri daha çok ticaretle mesgul olmus Osmanli'da. Son dönemde ise kumas isine girmis aile. Ipekçi soyadi da zaten buradan geliyor. Ipekçi'nin üvey büyükbabasinin
(onun asil büyükbaba ve büyükannesi Tokay ailesi) babasi Kani Ipekçi, Karaköy'de bir manifatura dükkani açarak ticarete atilir. Cemil Ipekçi, Sabatay Sevi'den bugüne kadar bütün aile fertlerinin ne is yaptigina, nerede
oturduguna dair bilgileri elinde bulunduruyor. Aileyi konu alan bir kitap hazirligi sürdügü için bilgileri bize vermeyen Ipekçi, kitabin kis sonuna kadar çikacagini söylemekle yetiniyor.
Babasi evlatlik veriliyor
Ipekçi'nin asil dedesi Mahir Tokay. Mahir Bey, sarayin doktorlugunun yaninda Güzel Sanatlar Akademisi'nin kurulusunda görev almis ve anatomi dersleri de vermis birisidir. Tokay, ayni zamanda Selaniklilerin de doktorudur.
Ipekçi'nin babasi doktor Nejat Bey ise, Mahir Tokay ile Ganimet Hanim'in dördü kiz bes çoçugunden en büyügü olarak dogar (Digerleri Sabahat, Melahat, Vildan, Rezan). Cemil Ipekçi'nin asil büyükannesi Ganimet Hanim, kardesi
Sevkat Ipekçi'nin hiç çocugu olmadigi için en büyük oglu Nejat'i dogar dogmaz kizkardesine evlatlik verir. Daha sonra kendisine 'evladimi kaybederek sevgimin bedelini çok agir ödedim' dedirtecek bu olay sonucunda Ganimet
Hanim'in torunlari olan Sevkat, Cemil ve Kenan da bir türlü öz babaanne sevgisi ile sevemezler onu: "Bayramlarda öpemezdim onu, yabanci gibi gelirdi bana. Çok üzüldügünü yillar sonra anladim". Iste bu aileye evlatlik
verildigi için Cemil Bey'in soyadi da Ipekçi olarak kalir yillar boyunca. (Cemil Bey, yeni yeni Tokay soyadini kullanmaya basliyor. Tokay, soyadi kanunu çiktigi zaman babasi tarafindan alinmis. Babasi Nejat Bey, en sevdigi
sarap markasi olan Tokay'i soyad olarak tercih etmis.) Bu nedenle küçük Cemil, dedesi olarak kendi adini aldigi Cemil Bey'i, büyükannesi olarak da Sevkat Hanim'i bilir. Dede Cemil Ipekçi, Türkiye'de ilk sinema salonu kuran ve
isleten birisidir. Fitas, Yeni Melek, simdiki Emek gibi sinema salonlari ile ilk kurulan film stüdyosu Ipek Film'in isleticisi olan dede Cemil Ipekçi 1970'de iflas edince aile bu alandan çekilir. Dede Cemil Ipekçi'nin annesi
ile Isik Lisesi'nin kurucusu Fevziye Hanim ve Abdi Ipekçi'nin anneleri ayni aileye mensup ve kardestir. Geçmiste hep aile içi evlilik oldugu için aileler içiçe geçmis neredeyse.
Anne tarafi Bektasi Cemil
Ipekçi'nin babasi Nejat Bey, Sabatay'in torunlarinda siki olan bu aile içi evlenme gelenegini asmayi basarir ki akrabasi ile evlenmez. Nejat Ipekçi ilk evliligini Sahire Hanim'la yapar. Bu evliliklerinden Sevkat (1944), Cemil
(1948) ve Kenan (1951) dogar. Daha sonra bir evlilik daha yapar ama çocugu olmaz. Esi Sahire Hanim da oldukça köklü bir aileden gelmektedir. Sahire Hanim'in annesi, yani Cemil Ipekçi'nin anneannesi Müesser Hanim, meshur Karaköy
Börekçisi Hasan Bey'in (Halk arasinda yagma Hasan'in Böregi diye bilinen tabirin sahibi) kizidir. Hasan Bey, Safranbolulu ama Karakeçili Asireti'ne mensuptur. Ipekçi'nin anne tarafindan dedesi Ekrem Sanvar ise Osmanli zamaninda
Abdülhalim Efendi'nin yaverligini yapmis, daha sonra cumhuriyet döneminde Macaristan ve Paris'e kültür atasesi olmus, ardindan da Istanbul Emniyet Müdürlügü vazifesinde bulunmus biridir. Aile bunun disinda da birçok emniyet
mensubu çikarir. Türkiye'nin ilk kadin emniyet müdürü Ipekçi'nin yengesi Feriha ile dayisi Adnan Sanerk ailedeki diger eski emniyet mensuplaridir. Simdiki nesilden ise dayisinin kizi Nurdan Canca (Yalova Emniyet Müdürü) ile
kocasi Nadik emniyette görevlerini sürdüyor.
Anne tarafindan Bektasi olan Ipekçi'nin anneannesi Müesser Hanim'in büyükdedesi Bektasi dedelerinden Istanbul Emirgan'da tekkesi bulunan Nafi Baba'dir. Ipekçi'nin dedesi
Ekrem Sanvar'in babasi ise Kuleli'nin cografya hocalarindan Remzi Bey'dir. Onun da ailesi Istanbul alindiginda surlarin içinde yasayan Bizansli bir ailedir. Ekrem Bey'in annesi Makbule Hanim'in babasi ise sarayin
müneccimbasisidir. Görüldügü gibi Cemil Ipekçi'nin anne ve baba tarafi da saraya yakin bir hayat sürmüstür. Ama özellikle anne tarafinin sarayla daha bir içli disli olmasi onlarda bir saraylilik izi birakir sanki: "Anne
tarafim müthis magrurdular. Dayilarimin, hayatlarinda hiç rica ettiklerini duymadim. Paralari kalmis kalmamis, hanedan bitmis bitmemis umurlarinda degil. Leyla Teyze (Ünlü soprano Leyla Gencer) ile konusurken basi yukarida,
havaya dogru dururdu." Sizlerin de kafasi karisti biliyorum. Ipekçi'nin anne ve baba tarafi o kadar kadar grift ki tarihin sayfalarinda bir an kayboldum sandim. Sabatay Sevi'den tutun da Bektasilige, Bizans'a kadar
özellikle anne tarafi çok milliyetli olan Ipekçi, 'Ben hakiki Osmanli'yim' diyerek isin içinden çikiyor. Benim de aklima Osmanli deyince böyle bir mozaik geliyor zaten. Endülüsten gelen Yahudiler'e bildiginiz gibi Osmanli kucak
açmis ve dini bir baski kurmadan kültürlerini sürdürebilme imkani saglamisti. Ipekçi'nin bu yüzden Osmanli'ya bakis açisi, birçok aydininkinden farkli. Belki anne tarafinin sarayli olmasinin da bunda etkisi vardir: "Biz
Osmanli'yiz kardesim. Bunu kabul etmedigimiz sürece bir adim ilerlememize imkan ve ihtimal yok. Bir defa Osmanli'yi yabanci da olsam severdim. Ama liseyi bitirene kadar sevmememiz ögretildi, lise sona kadar Fatih, Yavuz aman
muhtesem savaslar yapti, Malazgirt Savasi muhtesem... Son iki seneye geldik... Memleketi sattilar diye veryansin ediyoruz. 700 yillik Osmanli döneminde tabii ki iyi padisahlar da kötü padisahlar da vardir. Memleketi kötü idare
etmis diye onlari atarsak o zaman cumhuriyet dönemini hiç almamamiz lazim. Geçmisi olmadan insan var olamaz. Amerikalilar olmayan geçmisleriyle ayakta kalabilmek için bir geçmis ortaya koymaya çalistilar. Osmanli yasaklar
koymamis, hiç bir toplumu dininden vazgeçirmemis. Osmanli Sirplari kiliçtan geçirseydi bugün Bosna sorunu yoktu."
Ailemde namaz kilan hiç görmedim Ipekçi'nin bu Osmanli sevgisi simdi daha iyi
anlasiliyor. Osmanli'nin tamamen yikilmasi ve Balkanlar'da yeni ülkelerin ortaya çikmasi ile 1920'lerde, bu ülkelerdeki yerlesik halk da yerinden yurdundan olur. Ipekçi'nin ailesi de mübadeleye maruz kalir. Selanik artik onlara
kapilarini kapattigi için onlar da Istanbul'un yolunu tutarlar. Geldikleri Istanbul'da da geleneklerine bagliliklarini rahatça devam ettirme imkani bulurlar. Serbest ortam Cemil Bey'in küçüklügünde de devam eder. Ipekçi'nin
hatiralarinda küçüklügünde anneannesi ile her pazartesi gittikleri Nafi Baba Tekkesi ziyaretleri tazeligini korumaktadir. Aile büyükleri ile beraber mezarlik ziyaretlerini eve dönüste ifa edilen 'sükür secdesi' izlerdi hep.
Baba tarafi ise din konusunda daha genis düsünmektedir: "Babam dine çok genis açidan bakan birisiydi. Namaz kilmazdi. Ben ailemde namaz kilan hiç görmedim. Yaslilarimda da." Bunda Sabatay Sevi'de oldugu gibi görünüste
Müslüman ama içte Yahudi mistisizminin kurallarina uyan bir yasam sürmelerinin etkisi var miydi? Ipekçi'ye göre "Hayir. Göstermelik Müslüman belki ilk yüzyilinda olabilir. Ama babam dogdugu zaman göstermelik degildi. Bence
devamli pratik yapmaktan artik sey olmuslardi, Islamdilar. Belki Anadolu'nun batisindakiler kadar. Adamlari içki içer, ama herbiri camiden kalkar, mevlüt okunur, Kur'an okunur. Herkesin evinde dualar yazar. Ama tabii ki sey
adeti bittigini zannetmiyorum. Bir asiret olduklari için..."
'Topkapi Sarayi benimdi' Üç kardesin (digerleri Sevkat ve Kenan) ikincisi olarak dogan küçük Cemil'in çocuklugu Istanbul'daki Hidiv Köskü'nün
yaninda Karaköy Börekçisi Hasan Bey'in Köskü'nde geçer. Cemil Ipekçi, bu köskün genis odalarinda, hasir sandiklarin içinde saatlerce süren düslerden bir dünya kurar kendine: "O odalara girer saatlerce ben sultanim diye
düsünür oyalanirdim. Topkapi Sarayi'na girdigimde de kendimi hep öyle hissediyorum. Sanki Topkapi Sarayi hep benimdi, ben de orada yasiyordum." Cemil Ipekçi, yedi yasinda geçirdigi hastalik yüzünden çok simartilir.
Çocuklugunda onu etkileyen bir hadise de dokuz yasinda iken annesi ile babasinin ayrilmasidir. Onun disinda mutlu bir çocukluk devresi geçirir. Bugünün taninmis tasarimcisi (Kendisine modaci denilmesini istemiyor. Ona göre moda
tacirlerin ortaya attigi bir kavram. Modayi takip edenler de kendine güveni olmayan insanlardir) Cemil Ipekçi kumasla çok erken yasta tanisir. Ipekçi bes yasinda bebeklerine paltolar-elbiseler diker. Aslinda Ipekçi, giyinmekten
nefret eden birisidir. Bu yüzden magara devri insanlarina özendigini söylemekten de kaçinmaz. Bu yapida birisi olmasina ragmen niye tasarimci oldugunu ve niye insanlari hep giydirmek istedigini de bilemez.
'300-500 defa sure okurum' Ipekçi aslinda bes-yedi yaslarinda iken balet olmak ister. Ancak babasi izin vermeyince içinde bir ukde kalir. Yine çok iyi piyano çalabilen Ipekçi'nin, oryantal dansör olmak da bir diger
tutkusudur: "Mesela bir Misir tapinaginda oryantal dansör olup saatlerce halhallar bilegimde o tamburlarin sesiyle dönmek isterdim." Dans ederek ibadet edebilecegini düsünür Ipekçi. Hatta oturup hayal kurmak bile ona
göre bir ibadettir: "Duanin sadece surelerle olmadigini, bir seyi severken, öperken Allah'a dogru çekildigimi hissederim. Veya burada oturup hayal kurmanin bile dua oldugunu düsünürüm." Ipekçi, Bektasi bir anne ile
Selanik kökenli bir babanin çocugu olarak böyle bir kültür ortaminda yetistiginden olacak Islam'in uygulamalarina farkli bakar. Ibadette sekil kabul etmez. Bes vakit namaz kilmakla Allah'in mutlu edilemeyecegini düsünür. Ibadet
yaparak Allah'i degil kendimizi mutlu edecegimizi söyledigimde de "Kendi mutlulugumuz için ise o zaman Allah'i karistirmayalim bu ise" demekle yetinir. Çevirenin kendi hislerini de kattigini düsündügü için tercüme
veya tefsirlere kaynak gözüyle bakmaz. Küçüklügünde babasi ona Arapça ögretmek ister ama o ögrenmez: "Arapça ögrenmemekle çok büyük hata ettim. Babam çok ögretmek istemisti. Kur'an'i çok okudugum ve böyle ayetleri sevdigim
için hep ögrenmem gerektigini savunmustu. Fakat çocuk tembelligi iste." Bunun için Kur'an'i Türkçesinden okur. Bolca dualar eder, nazara fazlaca inanir: "Normal sureleri çok okudugumu biliyorum. Hele Felak,
Ayet'el-Kürsi ve Nas surelerini günde üçyüz-besyüz defa okurum herhalde".
Ipekçi'nin tasarimci olmasini istemeyen babasi Nejat Bey, onun iktisat okumasindan yanadir. Ilk ögrenimine 1955 yilinda Isik Lisesi'nde
leyli olarak baslayan Ipekçi sonra Sisli Koleji'ne geçer. Dokuzuncu sinifta iken disiplini sevmeyen yani deprestigi ve okumak istemedigi için bir yilda onikiye yakin okul degistirir. Sonunda Tarhan Koleji'ni bitirir. Ipekçi,
babasinin istegi dogrultusunda yurtdisina uzak bir akrabasinin yanina gider iktisat okumasi sartiyla. Daha dogrusu babasi onu iktisat okusun diye yurtdisina gönderir ama...: "Babam beni bir-iki sene iktisat okuyor
zannetti. Ben Belçika Kraliyet Akademisi'ne (Royal Academy of Art) girmistim bile." Basta izin vermeyen babasi daha sonraki yillarda onun tasarimci olmasindan memnun olacaktir.
"Hep sakladigim bir seydi" Onun içinde, disiplini sevmeyen ya da 'Öz Cemil' diye tanimladigi bir baska Cemil daha ortaya çikmaya baslar lise yillarinda: "Sinirlarimi çizdim. Dogdugum bu formda, 98 kilo,
1.60 boyunda, çok sessiz, içine kapanik, kimseyle konusmayan, hiç arkadas sevmeyen bir Cemil'in istedigi basarilari elde etmesine imkan yok" deyip insanlara nasil davranmasi gerektigi konusunda senelerce çalisir. 50 yasini
astigi bugünlerde ise Ipekçi, tekrar çocukluguna döndügünü düsünür. Özellikle o esas kisiliginde var olan ama senelerce uyutmaya çalistigi kisiligi ile çatismaya baslar: "Insanlari çok seviyorum ama taviz vermeyi hiç
sevmiyorum. Insanlarin zannettigi kadar çok uysal da degilim. Esas kisiligimde ben son derece hirçin, simarik belki egoistim. Bunlarda 'Öz Cemil'i buluyorum. Sen bana kirilabilirsin ama seninle konusmak istemiyorsam
konusmuyorum. Üzülürsen o senin sorunun." Iste bu Öz Cemil'dir. Bize konusan Cemil'in Öz Cemil'le bir ilgisi yoktur. Öz Cemil, Ipekçi'nin son üç yildir sürekli gidip kaldigi yer olan Bodrum'da ortaya çikan Cemil'dir.
Dolayisiyla Istanbul Ipekçi'nin reel, Bodrum ise hayal dünyasidir. Biz Öz Cemil'in disindaki diger Cemil'le; kurallara uyan, konusma bitene kadar kalkip gitmeden sabirla sorularimiza cevap veren Cemil'le konustuk. Iste bu
Cemil, bize bugüne kadar hiçbir gazete veya dergiye konusmadigi kadar da açik konusur, söyleyeceklerini saklamaz: "Kendimi çok iyi tanimladigimi zannediyorum. Cemil, Cemil'i hiç bir zaman bu kadar açik anlatmadi. Kendimi
hiç bir zaman için simarik veya kaprisli olarak tanimlamamistim. Hep sakladigim birseydi." Ama iki Cemil'in bir ortak noktasi vardir. Ikisi de hüzünlüdür. Sevgi ve aska tutkun olanlar ona göre hayatlari boyunca bu hüznü
hep tasirlar. O da böyle biridir.
'Ben neyim?' Babasina ragmen tamamladigi Belçika'daki üniversite egitiminden sonra 1971'de Türkiye'ye dönen Ipekçi Tahtakale'deki Zeki Triko'da çalismaya baslar: "Belime
kadar saçlar, kulagimda küpeler, bu kadar topuklar ayagimda. Tahtakale'nin sokaklarinda... Bütün insanlar dükkanlardan disari firliyorlardi, Mars'tan birileri gelmis diye. Zaten sasirmasalardi tuhafima giderdi. Beni inceleme
altina aldilar. Ben neyim, hangi cinsim? Erkek mi, kadin mi, gay mi? Ama sonunda hallettiler ve bir yere oturttular." Halkin merakli bakislara ragmen birbirine söyledigi "Bak Avrupa'dan gelmis, modaci imis" sözü
ona moral kaynagi olur. Yillar ilerler, Ipekçi de 1975'te kendi isini kurar. Bir "Çingene" sevgilisinin etkisinde kalarak bu yillardaki tasarimlarini Çingene diye imzalar ve yine Çingene Butik adiyla bir isyeri
açar kendine. Ipekçi'yi yasadigi asklar sürükler hep. Sevdigi ile beraber 1977 sonunda onbes günlügüne gidecegi Nice'ten tam alti yil sonra 1984'te döner Türkiye'ye. Dönüste kulüp isletmeciligi isine girer, Etiler Gala'yi açar.
1985'te ise Cemil Ipekçi magazasini açarak eski isine agirlik verir. Iki atölyesinde yüze yakin kisi çalistirir. Artik büyümeye baslamistir. Bu dönemde kendi deyimiyle çevresinde 'yiyiciler' de çogalir. 1991 senesine
gelindiginde ise birden bire hacizler gelmeye baslar, iflas eder. Hiç ara vermeden yeni bir is yeri açar kendine. Ama bu sefer eski savurganligi yoktur. Yogurdu üfleyerek yer: "Ben tüccar yaratilmamistim. Ama 1991'den
sonra çok iyi bir tüccar oldum. Artik bir liranin bile çok iyi hesabini yapiyorum." Zaman azaliyor 1993 yilinda, hayatta en çok deger verdigi varligi annesini kaybeder. Hayatinin en ciddi sokunu yasar. O ana
kadar parasini idaresinden tutun da karsilastigi maddi-manevi sikintilara karsi hep annesinin yardimiyla gögüs geren Ipekçi, bu zamana kadar aklina bile gelmeyen, kendisi için olmadigini düsündügü ölümü hatirlar-tanir:
"Ölümle tanisinca insan korkuyor. Vaktinizin azaldigini hissetmeye ve vaktin çok kiymetli oldugunu düsünmeye basliyorsunuz. Bir sürü küçük aptalliklari artik yapmaman gerektigine inaniyorsun." Bir de Zeki Müren'in
ölümü onu böyle etkilemistir. Bodrum'a gitme fikri de böyle bir dönemden sonra belirir kafasinda zaten. Geçen aylarda 51 yasini kutlayan Cemil Ipekçi, 50 yasindan sonra insanlarin tekrar çocukluga döndügünü düsünür. Kendini
yeni dogmus gibi hisseden Ipekçi, 51 degil 1 yasindadir, hayata ilk basladigi korkulari ile birlikte: "Korkuyorum. Korkularim basladi çocukluktaki gibi. Asik olmaktan, isten korkuyorum. Liseyi ve üniversiteyi bitirdigimde
de böyle heyecanlarim vardi. Tekrar ayni seyleri hisediyorum." Bu yeniden dogusun ilkinden bir farki vardir. Ipekçi, bundan sonraki yasaminin çok kalabalik ve profesyonel oyuncularla oynanacak bir oyun olmadigini
düsünmektedir.
Iste size Cemil'in agzindan bugüne kadar hiç anlatilmayan, açiklanmayan en detayli, Sabatay Sevi'nin torunu Cemil Ipekçi'nin hikayesi.
CEMAL A. KALYONCU BIR SONRAKI SAYFA ICIN TIKLAYINIZ!
|