Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

" Tanrı ve Kadını anlatırken "

  Bu öyküyü; hayatı enine çizgili pijamalarla yaşayan, günlük hayatın dönencesi ve kaosu içinde birazcık düşünebilen, sevgiyi ve hayatı kendine göre yorumlayabilen, kişilik mozaiğini oluşturabilmiş, ne yaptığını, neden yaptığını bilen, bir ölçü olsa bile standartların dışına çıkmış, mutlu yaşamak adına bir şeyler üretme çabasında olan,,,, korkularını büyük bir ustalıkla hayatın sonuna kadar taşıyabilen, TSE standartlarının tescilli markası konumunda, gururlu ve içine kapanık, öpmekten, sevmekten, sevişmekten korkan, hayatını vitrin süslemekle geçiren, çözümleri kaçarak elde eden, kızan, sevinen, üzülen, seven ama bunları ustalıkla içinde saklayabilen, sevgiyi toprağın ta dibine gömen bütün şaşkın, bilinçsiz, aciz, kompleksli, aydın, güçlü, soylu, elindekilerin bilincinde olan; pinpon toplarına, eski eşyalara, bir damla gözyaşına ve bütün zaman dilimlerindeki güzel insanlara adıyorum.

Othello

 

İÇİMDEKİ BAYKUŞ

  “An’larda birleşir hayat olur”

” Hüzün bir yerlerde gizlenmiş olmalı” diye mırıldandı. Nasıl oluyor da en mutlu anlarında bile bir parça hüznü mutlaka hissediyordu. Neden onun teninden yayılan koku bütün benliğini sarıp sarmalıyor, alıp uzaklara götürüveriyordu. O anlarda aslında vücudunun içinde bulunmadığını, ağır ve gizemli bir ruh halinin kendine hakim olduğunu hissediyordu.

Duvardaki resmî seyrederken huzur bulurdu nedense. garip bir tılsımla bağlanmıştı ona. O kirli kara elleri kendisine resmi uzatırken hatırladı. Ne demişti sahiden “geçmiş zaman olur ki, bir derginin kapağı oluverir hayat “ gibi bir şey. O anda kalakalmıştı öylece ve hiç bir anlam verememişti bu olanlara. Resimdeki kraliçe cam göbeği gözleriyle, gözlerinin içine bakarken dudaklarından “hüzün bir yerlerde gizlenmiş olmalı” diye mırıldandı yeniden farkında olmadan. ...

 

XVI Yüzyıl -Saray bahçesi- GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ;

“Kraliçem...”

“Evet Othello”

“Şey. aslında size yani hııı...”

Bir süre sessizlik.

Kraliçe yürümeyi kesip yüzüne bakarak;

“Söylemek istediğin nedir? soylu şövalye “

Biraz gerilerinde duran hizmetkarları süzerek cebinden çıkardığı fotoğrafı kraliçeye uzattı. kraliçe eline aldığı şeye şaşkın şaşkın bakarken sordu.

“Hangi ressamın eseri bu ? Bu kadar küçük bir tablo hiç görmemiştim, hem bu insanlar ne kadar garip giyimli...”

“Şey...”

“Bu ressamı saraya getirin benim portremi de yapsın.”

“Bu bir ressam işi değil kraliçem” Tedirgin.

“Her ne iş yapıyorsa bıraksın iyi resim yapıyor.” Derin saptama hali. Kraliçe ukalalığı.

“Yani bu canlı eseri değil.” Nasıl anlatsam bilemiyorum hali.

Kraliçe resimden gözünü ayırmadan;

“İlginç... çok ilginç.” Şaşkınlık devam eder.

Sözüne devam eder;

“Beni şaşırtacak bu kadar şeyi nereden buluyorsunuz anlamıyorum, çılgın birisiniz Othello.”

“Kraliçem, elinizde tuttuğunuz bu zaman diliminden dört yüz yıl sonrasına ait bir fotoğraf ve o resimdeki sarışın kadın sizsiniz.” Kendisine inanılmayacağını kestiren beklenti konumu.

“Aslında doğrusunu söylemek gerekirse şu anda size inanmıyorum ama bu hikayenin nereye gittiğini de merak ediyorum. Peki bu kadının beline sarılmış garip kılıklı erkek kim ?”

“Benim...” Sorunun cevabını çoktan hazırlamıştı zaten.

“Bu iddialarınıza bir açıklık getirmeniz gerekiyor galiba..” Cevap bekleyen kraliçe duruşu.

“Konuya baştan başlamak gerekirse ben, bundan 3000 bin yıl evvel “Bakav” adı verilen bir kabilenin tanrılara seks yaparken güç vermesini sağlamak için doğal ot otlardan yaptığı karışımın etkisi ile dünyaya gelmiş biriyim. Sadece bundan öncesinde değil bundan sonraki zamanlarda da yaşarım şu anda yaşadığım gibi. Mesela şöyle izah edeyim. Şu anda burada sizinle konuşurken aynı anda zamanın başka bir yerinde yemek yiyorum veya uyuyorum. Şimdi biz sarayın içinden bahçenin bu köşesine gelene kadar geride binlerce kraliçe, binlerce Othello bıraktık. yani etimiz kemiğimiz, kanımız aslında bir enerji huzmesi. Onları kütlesel hale getiren bizim duyularımız. Geride bıraktığımız enerji huzmeleri de durmadan boyu büyüyen bir yılan gibi uzayıp gidiyor zamanın ilerisine doğru . Düşününce korkunç bir şey olarak ürpereceksiniz ama aynı anda geçmişinizdeki siz ve geleceğinizdeki siz sadece zaman dilimleri farklı olarak yaşıyorsunuz tabii ki bunun bilincinde olmadan.

Bir yılan düşünün ileriye doğru giden ve bu yılanın geriye gitme yetisi yok. Bu geriye gidebilme yetisi ise çok az insanda bulunuyor. ve ben bunlardan birisiyim. 3000 bin yıl evvel yapılan o karışım beynimdeki duyuları güçlendirerek geride bıraktığımız enerjiyi görebilme ya da onun içine tekrar geri girebilme yeteneğini kazandırdı. Bazen sizlere de olur bu ama zayıf bir birleşme olduğu için günlük hayatınız içinde bilincine varmazsınız. Hani ara sıra aklınıza anı olarak gelen şeyler o anlarda duyularınızın hassaslığı ile o anlara ulaşabilmenizdir. Bazen de yeni bir şey yaparken ve ya yeni bir yer gördüğünüzde sanki o anı daha önce yaşamış gibi hissedersiniz. İşte aslında o anlarda ya geride kalmış sizle ya da ilerde ki zaman dilimlerindeki sizle yani enerji huzmenizle bağlantı konumundasınız demektir bu. Başka bir işarette gördüğünüz rüyalardır. Uyku esnasında beyin günlük hayatın yoğun etkilerinden kurtulup normalden fazla kapasite ile çalışınca başka enerji huzmeleri ile birleşebiliyorsunuz. Tabii bu biraz kontrolsüz gerçekleşiyor.”

“Kraliçem affedin soluk almadan bu kadar şey anlattığım için. Biliyorum ki anlattığım şeyler çok garip hatta çılgınlık gibi gelebilir ama lütfen daha önce bir çok konuda inandığınız gibi bu konuda da güvenin bana. Böyle akıl almaz gelen bir şeyi size anlatma cüreti gösterdiğim için kızmayın bana. Bunları size anlatmamın sebebi o resmi açıklamaktı. elinizde tuttuğunuz o resim bir ressamın eseri değil de çok uzun yıllar sonra bulunacak fotoğraf makinesi denilen bir aletin sözünü ettiğim enerji huzmelerinin o an ki konumu bir tablo gibi görüntüye dönüştürmesidir.” Tepki ölçme konumu.

“Othello bu anlattığın şeyleri bir başkası anlatsa ya zindanı boylardı ya da yakılırdı . Fakat mantığım bunları kabul edemese de önsezilerim senin tarafında. Garip olan odur ki söylediğin kelimelerin bir çoğunu şimdiye kadar duymamış olmama rağmen anlamış bulunmaktayım. Bu çelişki beni garip bir durumda bıraktı. Her zaman ki gibi yine beni şaşırttın.”

Bir süre sessizlik hakim oldu. İkisi de batmak üzere olan güneşin ufukları nasıl kızıla boyadığını seyretti, beyinlerinde dolaşan düşüncelerin ışığı ara sıra gözlerinin kızıllığında ateş böcekleri gibi dolaştı. Kraliçe akşam serinliğinin açıkta kalan tenine temasını o zaman hissetti, ürperdi. Bir kaç adım gerideki soylu İngiliz tazıları bakımlı tüylerinin üzerindeki kızıllığa aldırmaksızın bir büst gibi hareketsiz durmaya devam ettiler.

“Othello... Akşam yemeğinde devam edelim bu ilginç öykünüze. Hem havada serinledi.”

“Buyurun Kraliçem.” Muzipçe gülümseyerek, sol dizini kırıp reverans yaptıktan sonra elini ileri uzattı. Kraliçe elini uzatılan kolun üzerine koydu. Arkadaki hizmetkarlarla beraber saraya doğru yürüdüler. Tazıların kızıl tüyleri dalgalanıyordu ahenkle ağır yürüyüşlerine rağmen. Ağaçta tünemiş baykuş ilk akşamın gelişini müjdeledi arkalarından.

 

Farklı zaman dilimi -Akşam üstü- BUNLARDA BİRLEŞİR ;

Kalabalık caddede iki insan sinemaların arasında ilerler.

Üstünde baykuş resmi olan tabelâlardan caddeye dökülen ışıklar akşamı müjdeler.

Havada küçük tedirginliklerin kokusu var.

Kaldırımdaki parke taşları küçük sevinçlerle donatılmış.

Yarı doğal yarı yapmacık gülümsemeler yüzlerde gezinir.

Erkek kızın koluna girmiş.

Kaçamak temaslarla vücutlar birbirine küçük selamlar göndermekte.

Belki binlerce kez görülmüş caddeyi ilk defa görür gibi pırıltılı gözler.

Kızın gözünde küçük bir damla,

erkek parmak ucuyla alıverir pırlantayı kızın gözünden.

“Güzel bir filmdi.”

“Evet çok güzeldi.”

“Sensin di mi bay E...” Gülünür.

“Ana nereye gidi yon. Ar tiz mi olcen. Götün mü kahtı.” Gülünür.

Yorumlar yapılır, sahneler tekrar tekrar çevrilir ayak üstü.

Memnuniyetlerden bahsedilir, birlikte mutlu olunduğu üstü kapalı tasdik edilir

“Operayı sever misin ?” Erkeğe cevap bekler konumda bakıp.

“Çoook...” Cevap verir sevinçle, ortak oldukları bir şey daha diye.

“Hakikaten mi. Çok sevindim buna. ben arkadaşlarımı zorla götürüyorum oysa.”

“İyi. Bundan sonra sıkça gideriz. Ne güzel.”

Gözler ve dudaklar gülümser birbirinin içinde, hiç gidilemeyecek opera için.

Zamanın içinden sular geçer,

Suların içinden ay kırıkları.

Bay E doymaz seyreder sinema koltuklarını.

Metalik kumaş okşar öpülesi tenleri.

Bakışlar hep güzele kürek çeker yakamozlu sularda.

Bahar kokusuyla uyanır sabahlar.

Cep dolusu gülücükler vardır günün içinde;

Her baktığı tabelada onun adı.

Sevilmeyecek bir şey yaratmamıştır tanrı.

Faks mesajlarında telekomünikasyon seviler taşınır.

Bunlarda birleşir aşk olur....

İlk heyecanlar yaşanır, yaşamlar heyecanlanır.

Mesafeler kalkar. öpüşülür ayaküstleri, sevişilir konuşmalar da.

Alamadıkları hep yarına ertelenir. Aldıkları değeri bilinmez.

Daha önceki korkular, kırılganlıklar çıkar ortaya.

Kazanmanın getirdiği rehavet elindekini koruma çalışmasını durdurur.

Üretkenlikler kaybolmaya başlar.

Kısır telefon görüşmelerini seyreder kablolar.

Sıcaklıklar hep ahizelerde kalır, gitmez tene.

konuşmalar bir öncekinin üstünden geçer.

Özürler fon müziği.

Öpüşmeler hararetini yitirir.

Çin seddi korkular dimdik ayaktadır .

Bunlarda birleşir sıkıntı olur....

Beklentiler yerini ağır bir gemi gibi tatminsizliğe bırakır.

İskele alabanda son liman huzuru.

Tatminsizlik sızlayarak doğurur hayal kırıklığını.

Hayal kırıklığı sancılı postacı,

atar kapının altından umutsuzluğu, mutsuzluğu.

Hesaplaşmalar başlar önce içte,

sızlanmalar daha sonra su yüzünde birer hava kabarcığı.

İstemeler, istediğinden utanmalar, pişman olmalar,

Bunlarda birleşir kaos olur....

Görüşülmeyen süreler uzar fark edilmeden,

Hesap kitap tutmaz bir türlü birbirini,

Herkesin yüzünden mutluluk okunmaz artık.

Hüzünlü

Hüzünlü kemancıdır artık geceler, yataklar pecmurde.

Bıçak sırtı uykularda denge

Çizgili yüzler başlar her yeni güne.

Her zaman ki tadı yoktur çayın.

Her zaman ki neşeli insanlar yoktur minibüste.

İhtiras rüzgarları seyredilir boş koltukla, boooommm !!!

Artık yaşananlar anı olur,

Bunlarda birleşir mutsuzluk olur.....

 

Zamanın içinde bir yer (Doktorun yanında) : GARİPTİR Kİ;

“Doktor. Artık dayanamıyorum.”

“Neye ?”

“Hayatın çelişkilerine. Hayatın çelişkilerine, oofff...”

“Nedir bu çelişkiler?” Elindeki kalemle masanın üzerindeki çıplak kadın resminin göğüslerin çevresini çizer.

“Yaşamın sırrını bir türlü bulamıyorum. Bu sır kimin elindeyse Cola’nın formülü gibi çok iyi saklıyor. Bir sır olduğunu her şeyin bu kadar ucuz bir sebeple yaratılmadığını, belki bunda da ticari bir amaç olduğunu düşünüyorum ama parçaları birleştirip tamamlayamıyorum.” Aynı anda gözleri doktorun elindeki kalemi takip eder.

“Her şey çift yaratılmış galiba .” Kaleminin ucundaki şekle bakarak.

“Evet doktor işte bir çelişki daha. Her şey çift yaratılmış diyorlar ama tanrı tekdir. En azından hiçbir kayıtta çift olduğuna rastlanmamış. Ya da hiç bir zaman restorantta iki kişilik yer ayırtmamış. Hat ta geçen günler içinde Karun beyin söylediğine göre tanrıyı bir banliyö treninde tek başına canı aşırı şekilde sıkkın bir halde burbon içerken görmüş.”

“Tanrı tek saptaması sadece tek tanrılı dinler için geçerli oysa çift tanrılı dinler, karma tanrılı dinler, yaratılandan çok yaratanın olduğu dinler, sallasan çarpar tanrılı dinler olmak üzere bir çok din var. Bunlara ne dersin ?” Espri ile karışık yaptığı bu gönderme doktoru belli belirsiz tedirgin etti. Bir anda hastasıyla kurduğu iletişimi koparabilecek yerli yersiz espri yapmamalıyım diye düşündü. Bu düşüncenin biraz da içindeki derinliklerde yer alan tanrı korkusu ile bağlantılı olduğunu sezinleyerek.

“İşte doktor sizin gözlerinizde de tanrı korkusu var. Tanrı bizi yaratmış yeryüzüne salmış. İçimize kötülük yapabilmemizi sağlayan her türlü güdüyü de vermiş sonrada; kötülük yapanı yakarım, yıkarım diye tehdit ediyor. Kendisine övgüler yağdırmamızı, ondan daha büyük, ulu, yüce bir varlık olmadığını kendisine defalarca söyleyip onu ikna etmemizi bekliyor. Kendine yazdığı övgülerle ona dua etmemizi istiyor. Bur da bir çelişki yok mu doktor ?” Parmağı ile masanın kenarında ki çizgileri takip ederek.

“Tanrının bunları istemesinin altında daha geçerli sebepler olabileceğini hiç düşündün mü ?” O anda arabasının dikiz aynasındaki “Bu gün Allah için ne yaptın” yazısını düşünür.

“Düşündüm tabii, hem de çok düşündüm. Bir türlü geçerli bir mazeret bulamadım. Neden övgülerin, boyun eğmelerin ve cezalandırılmanın gerekli olduğu bir sistem yerine tam kendi istediği kalıplarda yanlışların olmadığı bir düzen yaratmadığını çok düşündüm. Sadece “Sarı Çiçek” ilahi grubunu yaratıp ta bütün gün kendine ilahiler, kasideler okutmadığını çok düşündüm. Bütün bunlara rağmen tanrı varsa mutlaka zaafları olan, fikirleri değişebilen, her şeye kadir olamayan bir tanrı var demektir. Bur da deyinilmesi gereken bir nokta da “tanrı insanları kendi siluetinden yaratmıştır” sözü. Bu ne demektir; onunda içinde doğru gibi yanlışın da olduğu, hatalar yapabileceğidir. Kendinde bulunan özelliklerde bir kul yaratıp ondan sonra yaptığı hatalar yüzünden cehennemde çatır çatır yakmak da neyin nesi oluyor. Siz çözdüyseniz bana da söyleyin a doktor. Söz veriyorum vizite ücretinin iki katını veri cem. Hatta halkımın açlıktan kıvrım kıvrım kıvranırken hala daha ihtişamlı camiiler yapılması için verdiği bağışların mantığını kavrayabileceğim.” Doktorun kadın resmine sutyen yapmasını seyrederek.

“Doğrusu bunu bu kadar düşünmedim. O kadar çok düşünecek konu var ki ; yeni aldığım evin taksitlerini, çocuğun kolej aidatlarını, eşimin masraflarını düşünmekten tanrıyı düşünmeye bir türlü fırsat bulamadım. Tanrı affetsin.”

“Amin...” Bir süre sessizlik. Gülüşürler aşağıda kullar, her yerde tanrı.

“Tanrı bir, kadınlar iki. Çözemiyorum doktor. Eğer tanrı varsa çözemediğime göre o da kadın tanrıdır mutlaka. Bu oluşumun hepsi belki de bir kapris uğruna kurulmuş olabilir.” Doktorun arkasındaki resimde fillerin ve atların bacaklarının gökyüzüne yükselişini inceler göz ucuyla. Atlar Ve Filler

 

 

 

“Kadınlarla ilgili ne düşünüyorsun. Sana çekici gelmiyorlar mı?” Kalemle önündeki kadın resminin göbeğine tanrı yazdı, sonra baş harfini karalayarak büyüttü.

“Olur mu doktor. Kadınlar çıldırtır beni. Güzel bir kadını seyretmek günbatımında Güneşin akşamı Aya teslim etmesi kadar ihtişamlı bir tören gibi. Şiirlerin ilham kaynaklarıdır. Yaşama sebebidir. Çölde soğuk suyla duş almaktır. Buluta dokunmaktır. Gökyüzünde uçmaktır. Tatlı iç geçirmelerdir. Ohhh’dur.” Filler ve atlar tanrıya mı gidiyordu acaba.

“Seyretmek diyorsun ama beraber olmak değil!” Konudan kopmama mücadelesi içinde akşam partiye Polin’de gelecek mi diye düşündü.

“Ama öyledir. Her güzel kadını seyrederken zevk alırsın ama her güzel kadınla beraber olduğunda mutlu olamazsın. Bazen bir şeye uzaktan bakmak bakanın baktığı şeyi yüceltir. Ona onda olmayan değerleri yükler. Ona senin görmek istediğin elbiseyi giydirir.” Bu saptamayı kullanmaktan biraz sıkıldı. Daha önce kendisini tasvir ederken kullanılmış olmasından..

“Karşı cinsle birliktelikte en çok hangi anları seviyorsun ?”

  Polin’in yatakta Taocu sevişmesini düşündü. Ayak parmaklarının ucu titredi doktorun.

Taocu“Tanışmadan önce gözlerinde gezinen açlığı seviyorum. Adını yeni söylemişken vücudunu kaçamak dokunuşlarla tanımayı seviyorum. İlk konuşmalar esnasında ki bakışlarını seviyorum. Filmlerde ki rollerini seviyorum. Fotoğraf olmalarını seviyorum. Utanmaz oldukları anları, kızıp öfkelendiği anları, rest çektiği zamanları seviyorum.” “Helena’yı sarmak “ filmindeki heykeli düşündü, gülümsedi.

“Helena’yı sarmak adlı filmi seyrettiniz mi doktor ?”

“ Hııı... Evet seyrettim. O filmde en çok hangi kare hoşuna gitti?” Kendisi küçük havuzun içinde Helena’nın vücuduna dökülen ışık damlacıklarını düşündü.

Helena“Evinde camın önünde iken kameranın belinden yukarısını aldığı karede iç çamaşırı ile gözlerinin ahenkli uyumu unutamıyorum.” Oturduğu yerden biraz doğruldu.

“Kadının yapabileceği en kötü hareket nedir peki ?” Evdeki karısını Taocu sevişme aşamasında düşünüp midesi bulandı.

“Bu soruyu sorarken benimle birlikte olan kadını kastettiğinizi düşünüyorum ama bu düşüncem sadece benimle birlikte olan kadın için geçerli değil. Bir kadının kendisine bakmaması, kırk kere röfle yemiş süpürge saçlı halini, estetik görünüş cinayetleri işlemesi, aşırı teslimiyetçi olması, istediklerini söyleyememesi bir de bıyıklarının benden fazla olması dayanılmaz. Kaprisi de unutmamak gerekir.” Aslında tüm düşündüklerimi söylemeye kalksa bu seansın ücretini ödemek için 3 yıl sinemaya gitmemesi gerekirdi.

“Son beraberliğindeki sana göre ters giden, olmasını beklediğin şey neydi? İkili ilişkilerinde sevgiyi yakalayabiliyor musun ? aşk, ihtiyaç, nedir sana göre adı ?..”

“Bu soruyu kendime sorduğum da.... Gariptir ki;..”

Ayağa kalktı, pencereye doğru yürürken bir taraftan parmağındaki baykuş şekilli yüzüğü çevirerek camdaki şövalye aksini geçen gözleri ile ufukta güneş ile ayın akşamı müjdelemesini seyre daldı. Sesler gecenin içine uzadı, kayboldu. Düşünceler İmparatorluğu gecenin tahtına salına salına kuruldu.”

 

Zamanın kopma noktası (Doktorun yanında) : DÜŞÜ’YORDUM !

düş“Evet düşler de yakamı bırakmıyor tabii ki; Devam eder;

“Bir sinemada oturmuş film seyrediyorum. Birden kalkıp perdeye doğru yürüyorum. Artık bende perdenin içindeyim; Kadınlar ağır aksak, çıplak tenlerinden utanmadan geçiveriyorlar yalnızlık ülkesinden. Her biri başka bir resmi gökyüzüne tırnaklarıyla çizerken olan güzellikleri çağlayan oldu aktı gayya kuyusuna. Şehvet ve acı en masum tavırlarıyla ve olanca hayvanlığıyla çığlıklar atarak, olanca birleşmişlik ve yaratma güdüsüyle korku dolu cüretlerini unutarak tanrıyı doğurdu köy çeşmesinin başında, bacaklarından ve beyin kıvrımlarından akan özsuyu ve kanlara aldırmadan. Kan ve aşk akarken sevişmelerden, korkulu jelatinlerle ellerini yıkadı tanrı, gülerek. Kadınlar ve tanrı ayrı yaşamlar içinde aynı düşleri görerek ve aynı kaderi yaşayarak ve kuru bir dal gibi titreyerek, henüz aslında yaratmadıkları o insanı düşünüp senaryolar ürettiler. O’na sundukları yaşamı diğerlerinden farklı kılarak, tekrar tekrar ölümlere mahkum ederek korkularını bastırmaya çalıştılar. O ise tekrar tekrar doğarak, aynı güneşi görmenin gururuyla ve bilinciyle, benliğini yeryüzünde gezdirerek son bam sesi ritimli müzik eşliğinde çığlıklar atarak “Seni kaçıncı doğuşumda göreceğim ruhumun anlaşılmazlıklar bulmacası kadın... Ve tanrım seni kaçıncı yok oluşumda bulacağım, ruhumun bilinmeyenler kıyısının korkusu, sığınışı ve kaçışı...”

Sizi sizden korunarak, sizi benden sakınarak, sizi sen ben gibi içimde......

Kamera uzaktan zoom yaparak yaklaşıp önce tanrıyı, sonra kraliçeyi ve üçgenin diğer ucunda ki beni gösterip çevremizde artan bir ivmeyle döndü.... döndü.... döndü.... Yineleyerek, yenileyerek, gelişerek devam ediyor bütün bunlar doktor. Ben ise her defasında bildiğim şeyleri tekrar öğreniyor, tekrar unutuyorum.” Doktorun yapacağı yorum konusunda tahmin yürüttü.

“ Rüyalar ruhun yaşanamayanlarıdır. Rüyalar artakalanlarımızın aynasıdır. Rüyalar yaşanmışlarımızın aç kalmış tarafıdır. Rüyalar ölümden damıtılmış varoluştur.” Doktor hastasının önceki hayatında yazdığı kitaptan alıntılar yaptığının farkında değildi.

“Doktor görüyorum ki aslında benim çözümüm benim içimde ve ben bunca yaşamıma rağmen hala aynı labirent içinde bir fare gibi dönüp duruyorsam bunun açıklaması bu diyalog ta değil. Bu odada olan tek şey; şu arkanızdaki tabloda bulunan atlar ve fillerin uzayan bacakları ile sanatçının, gerçeği kendi yarattığı dünyada bulmasının simgesidir.”

Bu sırada sevgilisinin silueti kat kat beyaz şifon bir elbiseyle belirdi karşısında. “Şu anda seni düşünüyorum. Duyuyor musun. Hadi dinle.”

Nerden geldiğini anlayamadığı bir şarkı doldurdu kulaklarını. Latince bir ezgi ile beraber bir kadın sesi içindeki bütün koridorlara ulaştı.

Latin

“Bulut gibi kaplar göğü ateş böcekleri

Öfkesiz bir rüzgar eteklerini uçurur ve kadınlığını öper

Sayısız yok oluşlar varlığının arkasında peşin sıra gelir

Geceyi kaplar sarı saçlı gülümsemeler

Kemanlar hala ağlar bitmeyen senfoniye

O ise limanı her gördüğünde bir ümitle sığınır

Uzaktan sakin olur da; içinde fırtına

Daha yanaşmadan vazgeçişler şişirir yelkenleri

vazgeçişler şişirir yelkenleri

İskele alabanda türküleri ile yarışır zaman

Dolaşır, dolaşır durur açık denizleri.

Sanırım farkında olmaz

Geldiğinin farkına kara liman.”

Şarkı bitip siluet kaybolduğunda iki damla yaş ayakkabılarının üstüne düşer.

Othello   / 1996