“An’larda
birleşir hayat olur”
”
Hüzün bir yerlerde gizlenmiş olmalı” diye mırıldandı. Nasıl oluyor
da en mutlu anlarında bile bir parça hüznü mutlaka hissediyordu.
Neden onun teninden yayılan koku bütün benliğini sarıp sarmalıyor,
alıp uzaklara götürüveriyordu. O anlarda aslında vücudunun içinde
bulunmadığını, ağır ve gizemli bir ruh halinin kendine hakim
olduğunu hissediyordu.
Duvardaki
resmî seyrederken huzur bulurdu nedense. garip bir tılsımla
bağlanmıştı ona. O kirli kara elleri kendisine resmi uzatırken
hatırladı. Ne demişti sahiden “geçmiş zaman olur ki, bir derginin
kapağı oluverir hayat “ gibi bir şey. O anda kalakalmıştı öylece ve
hiç bir anlam verememişti bu olanlara. Resimdeki kraliçe cam göbeği
gözleriyle, gözlerinin içine bakarken dudaklarından “hüzün bir
yerlerde gizlenmiş olmalı” diye mırıldandı yeniden farkında olmadan.
...
XVI
Yüzyıl -Saray bahçesi- GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ;
“Kraliçem...”
“Evet
Othello”
“Şey.
aslında size yani hııı...”
Bir
süre sessizlik.
Kraliçe
yürümeyi kesip yüzüne bakarak;
“Söylemek
istediğin nedir? soylu şövalye “
Biraz
gerilerinde duran hizmetkarları süzerek cebinden çıkardığı fotoğrafı
kraliçeye uzattı. kraliçe eline aldığı şeye şaşkın şaşkın bakarken
sordu.
“Hangi
ressamın eseri bu ? Bu kadar küçük bir tablo hiç görmemiştim, hem bu
insanlar ne kadar garip giyimli...”
“Şey...”
“Bu
ressamı saraya getirin benim portremi de yapsın.”
“Bu
bir ressam işi değil kraliçem” Tedirgin.
“Her
ne iş yapıyorsa bıraksın iyi resim yapıyor.” Derin saptama hali.
Kraliçe ukalalığı.
“Yani
bu canlı eseri değil.” Nasıl anlatsam bilemiyorum hali.
Kraliçe
resimden gözünü ayırmadan;
“İlginç...
çok ilginç.” Şaşkınlık devam eder.
Sözüne
devam eder;
“Beni
şaşırtacak bu kadar şeyi nereden buluyorsunuz anlamıyorum, çılgın
birisiniz Othello.”
“Kraliçem,
elinizde tuttuğunuz bu zaman diliminden dört yüz yıl sonrasına ait
bir fotoğraf ve o resimdeki sarışın kadın sizsiniz.” Kendisine
inanılmayacağını kestiren beklenti konumu.
“Aslında
doğrusunu söylemek gerekirse şu anda size inanmıyorum ama bu
hikayenin nereye gittiğini de merak ediyorum. Peki bu kadının beline
sarılmış garip kılıklı erkek kim ?”
“Benim...”
Sorunun cevabını çoktan hazırlamıştı zaten.
“Bu
iddialarınıza bir açıklık getirmeniz gerekiyor galiba..” Cevap
bekleyen kraliçe duruşu.
“Konuya
baştan başlamak gerekirse ben, bundan 3000 bin yıl evvel “Bakav” adı
verilen bir kabilenin tanrılara seks yaparken güç vermesini sağlamak
için doğal ot otlardan yaptığı karışımın etkisi ile dünyaya gelmiş
biriyim. Sadece bundan öncesinde değil bundan sonraki zamanlarda da
yaşarım şu anda yaşadığım gibi. Mesela şöyle izah edeyim. Şu anda
burada sizinle konuşurken aynı anda zamanın başka bir yerinde yemek
yiyorum veya uyuyorum. Şimdi biz sarayın içinden bahçenin bu
köşesine gelene kadar geride binlerce kraliçe, binlerce Othello
bıraktık. yani etimiz kemiğimiz, kanımız aslında bir enerji huzmesi.
Onları kütlesel hale getiren bizim duyularımız. Geride bıraktığımız
enerji huzmeleri de durmadan boyu büyüyen bir yılan gibi uzayıp
gidiyor zamanın ilerisine doğru . Düşününce korkunç bir şey olarak
ürpereceksiniz ama aynı anda geçmişinizdeki siz ve geleceğinizdeki
siz sadece zaman dilimleri farklı olarak yaşıyorsunuz tabii ki bunun
bilincinde olmadan.
Bir
yılan düşünün ileriye doğru giden ve bu yılanın geriye gitme yetisi
yok. Bu geriye gidebilme yetisi ise çok az insanda bulunuyor. ve ben
bunlardan birisiyim. 3000 bin yıl evvel yapılan o karışım beynimdeki
duyuları güçlendirerek geride bıraktığımız enerjiyi görebilme ya da
onun içine tekrar geri girebilme yeteneğini kazandırdı. Bazen
sizlere de olur bu ama zayıf bir birleşme olduğu için günlük
hayatınız içinde bilincine varmazsınız. Hani ara sıra aklınıza anı
olarak gelen şeyler o anlarda duyularınızın hassaslığı ile o anlara
ulaşabilmenizdir. Bazen de yeni bir şey yaparken ve ya yeni bir yer
gördüğünüzde sanki o anı daha önce yaşamış gibi hissedersiniz. İşte
aslında o anlarda ya geride kalmış sizle ya da ilerde ki zaman
dilimlerindeki sizle yani enerji huzmenizle bağlantı konumundasınız
demektir bu. Başka bir işarette gördüğünüz rüyalardır. Uyku
esnasında beyin günlük hayatın yoğun etkilerinden kurtulup normalden
fazla kapasite ile çalışınca başka enerji huzmeleri ile
birleşebiliyorsunuz. Tabii bu biraz kontrolsüz
gerçekleşiyor.”
“Kraliçem
affedin soluk almadan bu kadar şey anlattığım için. Biliyorum ki
anlattığım şeyler çok garip hatta çılgınlık gibi gelebilir ama
lütfen daha önce bir çok konuda inandığınız gibi bu konuda da
güvenin bana. Böyle akıl almaz gelen bir şeyi size anlatma cüreti
gösterdiğim için kızmayın bana. Bunları size anlatmamın sebebi o
resmi açıklamaktı. elinizde tuttuğunuz o resim bir ressamın eseri
değil de çok uzun yıllar sonra bulunacak fotoğraf makinesi denilen
bir aletin sözünü ettiğim enerji huzmelerinin o an ki konumu bir
tablo gibi görüntüye dönüştürmesidir.” Tepki ölçme
konumu.
“Othello
bu anlattığın şeyleri bir başkası anlatsa ya zindanı boylardı ya da
yakılırdı . Fakat mantığım bunları kabul edemese de önsezilerim
senin tarafında. Garip olan odur ki söylediğin kelimelerin bir
çoğunu şimdiye kadar duymamış olmama rağmen anlamış bulunmaktayım.
Bu çelişki beni garip bir durumda bıraktı. Her zaman ki gibi yine
beni şaşırttın.”
Bir
süre sessizlik hakim oldu. İkisi de batmak üzere olan güneşin
ufukları nasıl kızıla boyadığını seyretti, beyinlerinde dolaşan
düşüncelerin ışığı ara sıra gözlerinin kızıllığında ateş böcekleri
gibi dolaştı. Kraliçe akşam serinliğinin açıkta kalan tenine
temasını o zaman hissetti, ürperdi. Bir kaç adım gerideki soylu
İngiliz tazıları bakımlı tüylerinin üzerindeki kızıllığa
aldırmaksızın bir büst gibi hareketsiz durmaya devam
ettiler.
“Othello...
Akşam yemeğinde devam edelim bu ilginç öykünüze. Hem havada
serinledi.”
“Buyurun
Kraliçem.” Muzipçe gülümseyerek, sol dizini kırıp reverans yaptıktan
sonra elini ileri uzattı. Kraliçe elini uzatılan kolun üzerine
koydu. Arkadaki hizmetkarlarla beraber saraya doğru yürüdüler.
Tazıların kızıl tüyleri dalgalanıyordu ahenkle ağır yürüyüşlerine
rağmen. Ağaçta tünemiş baykuş ilk akşamın gelişini müjdeledi
arkalarından.
Farklı
zaman dilimi -Akşam üstü- BUNLARDA BİRLEŞİR ;
Kalabalık
caddede iki insan sinemaların arasında ilerler.
Üstünde
baykuş resmi olan tabelâlardan caddeye dökülen ışıklar akşamı
müjdeler.
Havada
küçük tedirginliklerin kokusu var.
Kaldırımdaki
parke taşları küçük sevinçlerle donatılmış.
Yarı
doğal yarı yapmacık gülümsemeler yüzlerde gezinir.
Erkek
kızın koluna girmiş.
Kaçamak
temaslarla vücutlar birbirine küçük selamlar göndermekte.
Belki
binlerce kez görülmüş caddeyi ilk defa görür gibi pırıltılı gözler.
Kızın
gözünde küçük bir damla,
erkek
parmak ucuyla alıverir pırlantayı kızın gözünden.
“Güzel
bir filmdi.”
“Evet
çok güzeldi.”
“Sensin
di mi bay E...” Gülünür.
“Ana
nereye gidi yon. Ar tiz mi olcen. Götün mü kahtı.”
Gülünür.
Yorumlar
yapılır, sahneler tekrar tekrar çevrilir ayak üstü.
Memnuniyetlerden
bahsedilir, birlikte mutlu olunduğu üstü kapalı tasdik
edilir
“Operayı
sever misin ?” Erkeğe cevap bekler konumda bakıp.
“Çoook...”
Cevap verir sevinçle, ortak oldukları bir şey daha diye.
“Hakikaten
mi. Çok sevindim buna. ben arkadaşlarımı zorla götürüyorum
oysa.”
“İyi.
Bundan sonra sıkça gideriz. Ne güzel.”
Gözler
ve dudaklar gülümser birbirinin içinde, hiç gidilemeyecek opera
için.
Zamanın
içinden sular geçer,
Suların
içinden ay kırıkları.
Bay
E doymaz seyreder sinema koltuklarını.
Metalik
kumaş okşar öpülesi tenleri.
Bakışlar
hep güzele kürek çeker yakamozlu sularda.
Bahar
kokusuyla uyanır sabahlar.
Cep
dolusu gülücükler vardır günün içinde;
Her
baktığı tabelada onun adı.
Sevilmeyecek
bir şey yaratmamıştır tanrı.
Faks
mesajlarında telekomünikasyon seviler taşınır.
Bunlarda
birleşir aşk olur....
İlk
heyecanlar yaşanır, yaşamlar heyecanlanır.
Mesafeler
kalkar. öpüşülür ayaküstleri, sevişilir konuşmalar da.
Alamadıkları
hep yarına ertelenir. Aldıkları değeri bilinmez.
Daha
önceki korkular, kırılganlıklar çıkar ortaya.
Kazanmanın
getirdiği rehavet elindekini koruma çalışmasını durdurur.
Üretkenlikler
kaybolmaya başlar.
Kısır
telefon görüşmelerini seyreder kablolar.
Sıcaklıklar
hep ahizelerde kalır, gitmez tene.
konuşmalar
bir öncekinin üstünden geçer.
Özürler
fon müziği.
Öpüşmeler
hararetini yitirir.
Çin
seddi korkular dimdik ayaktadır .
Bunlarda
birleşir sıkıntı olur....
Beklentiler
yerini ağır bir gemi gibi tatminsizliğe bırakır.
İskele
alabanda son liman huzuru.
Tatminsizlik
sızlayarak doğurur hayal kırıklığını.
Hayal
kırıklığı sancılı postacı,
atar
kapının altından umutsuzluğu, mutsuzluğu.
Hesaplaşmalar
başlar önce içte,
sızlanmalar
daha sonra su yüzünde birer hava kabarcığı.
İstemeler,
istediğinden utanmalar, pişman olmalar,
Bunlarda
birleşir kaos olur....
Görüşülmeyen
süreler uzar fark edilmeden,
Hesap
kitap tutmaz bir türlü birbirini,
Herkesin
yüzünden mutluluk okunmaz artık.
Hüzünlü
kemancıdır artık geceler, yataklar pecmurde.
Bıçak
sırtı uykularda denge
Çizgili
yüzler başlar her yeni güne.
Her
zaman ki tadı yoktur çayın.
Her
zaman ki neşeli insanlar yoktur minibüste.
İhtiras
rüzgarları seyredilir boş koltukla, boooommm !!!
Artık
yaşananlar anı olur,
Bunlarda
birleşir mutsuzluk olur.....
Zamanın
içinde bir yer (Doktorun yanında) : GARİPTİR Kİ;
“Doktor.
Artık dayanamıyorum.”
“Neye
?”
“Hayatın
çelişkilerine. Hayatın çelişkilerine, oofff...”
“Nedir
bu çelişkiler?” Elindeki kalemle masanın üzerindeki çıplak kadın
resminin göğüslerin çevresini çizer.
“Yaşamın
sırrını bir türlü bulamıyorum. Bu sır kimin elindeyse Cola’nın
formülü gibi çok iyi saklıyor. Bir sır olduğunu her şeyin bu kadar
ucuz bir sebeple yaratılmadığını, belki bunda da ticari bir amaç
olduğunu düşünüyorum ama parçaları birleştirip tamamlayamıyorum.”
Aynı anda gözleri doktorun elindeki kalemi takip eder.
“Her
şey çift yaratılmış galiba .” Kaleminin ucundaki şekle
bakarak.
“Evet
doktor işte bir çelişki daha. Her şey çift yaratılmış diyorlar ama
tanrı tekdir. En azından hiçbir kayıtta çift olduğuna rastlanmamış.
Ya da hiç bir zaman restorantta iki kişilik yer ayırtmamış. Hat ta
geçen günler içinde Karun beyin söylediğine göre tanrıyı bir banliyö
treninde tek başına canı aşırı şekilde sıkkın bir halde burbon
içerken görmüş.”
“Tanrı
tek saptaması sadece tek tanrılı dinler için geçerli oysa çift
tanrılı dinler, karma tanrılı dinler, yaratılandan çok yaratanın
olduğu dinler, sallasan çarpar tanrılı dinler olmak üzere bir çok
din var. Bunlara ne dersin ?” Espri ile karışık yaptığı bu gönderme
doktoru belli belirsiz tedirgin etti. Bir anda hastasıyla kurduğu
iletişimi koparabilecek yerli yersiz espri yapmamalıyım diye
düşündü. Bu düşüncenin biraz da içindeki derinliklerde yer alan
tanrı korkusu ile bağlantılı olduğunu sezinleyerek.
“İşte
doktor sizin gözlerinizde de tanrı korkusu var. Tanrı bizi yaratmış
yeryüzüne salmış. İçimize kötülük yapabilmemizi sağlayan her türlü
güdüyü de vermiş sonrada; kötülük yapanı yakarım, yıkarım diye
tehdit ediyor. Kendisine övgüler yağdırmamızı, ondan daha büyük,
ulu, yüce bir varlık olmadığını kendisine defalarca söyleyip onu
ikna etmemizi bekliyor. Kendine yazdığı övgülerle ona dua etmemizi
istiyor. Bur da bir çelişki yok mu doktor ?” Parmağı ile masanın
kenarında ki çizgileri takip ederek.
“Tanrının
bunları istemesinin altında daha geçerli sebepler olabileceğini hiç
düşündün mü ?” O anda arabasının dikiz aynasındaki “Bu gün Allah
için ne yaptın” yazısını düşünür.
“Düşündüm
tabii, hem de çok düşündüm. Bir türlü geçerli bir mazeret bulamadım.
Neden övgülerin, boyun eğmelerin ve cezalandırılmanın gerekli olduğu
bir sistem yerine tam kendi istediği kalıplarda yanlışların olmadığı
bir düzen yaratmadığını çok düşündüm. Sadece “Sarı Çiçek” ilahi
grubunu yaratıp ta bütün gün kendine ilahiler, kasideler
okutmadığını çok düşündüm. Bütün bunlara rağmen tanrı varsa mutlaka
zaafları olan, fikirleri değişebilen, her şeye kadir olamayan bir
tanrı var demektir. Bur da deyinilmesi gereken bir nokta da “tanrı
insanları kendi siluetinden yaratmıştır” sözü. Bu ne demektir;
onunda içinde doğru gibi yanlışın da olduğu, hatalar
yapabileceğidir. Kendinde bulunan özelliklerde bir kul yaratıp ondan
sonra yaptığı hatalar yüzünden cehennemde çatır çatır yakmak da
neyin nesi oluyor. Siz çözdüyseniz bana da söyleyin a doktor. Söz
veriyorum vizite ücretinin iki katını veri cem. Hatta halkımın
açlıktan kıvrım kıvrım kıvranırken hala daha ihtişamlı camiiler
yapılması için verdiği bağışların mantığını kavrayabileceğim.”
Doktorun kadın resmine sutyen yapmasını seyrederek.
“Doğrusu
bunu bu kadar düşünmedim. O kadar çok düşünecek konu var ki ; yeni
aldığım evin taksitlerini, çocuğun kolej aidatlarını, eşimin
masraflarını düşünmekten tanrıyı düşünmeye bir türlü fırsat
bulamadım. Tanrı affetsin.”
“Amin...”
Bir süre sessizlik. Gülüşürler aşağıda kullar, her yerde
tanrı.
“Tanrı
bir, kadınlar iki. Çözemiyorum doktor. Eğer tanrı varsa çözemediğime
göre o da kadın tanrıdır mutlaka. Bu oluşumun hepsi belki de bir
kapris uğruna kurulmuş olabilir.” Doktorun arkasındaki resimde
fillerin ve atların bacaklarının gökyüzüne yükselişini inceler göz
ucuyla.
“Kadınlarla
ilgili ne düşünüyorsun. Sana çekici gelmiyorlar mı?” Kalemle
önündeki kadın resminin göbeğine tanrı yazdı, sonra baş harfini
karalayarak büyüttü.
“Olur
mu doktor. Kadınlar çıldırtır beni. Güzel bir kadını seyretmek
günbatımında Güneşin akşamı Aya teslim etmesi kadar ihtişamlı bir
tören gibi. Şiirlerin ilham kaynaklarıdır. Yaşama sebebidir. Çölde
soğuk suyla duş almaktır. Buluta dokunmaktır. Gökyüzünde uçmaktır.
Tatlı iç geçirmelerdir. Ohhh’dur.” Filler ve atlar tanrıya mı
gidiyordu acaba.
“Seyretmek
diyorsun ama beraber olmak değil!” Konudan kopmama mücadelesi içinde
akşam partiye Polin’de gelecek mi diye düşündü.
“Ama
öyledir. Her güzel kadını seyrederken zevk alırsın ama her güzel
kadınla beraber olduğunda mutlu olamazsın. Bazen bir şeye uzaktan
bakmak bakanın baktığı şeyi yüceltir. Ona onda olmayan değerleri
yükler. Ona senin görmek istediğin elbiseyi giydirir.” Bu saptamayı
kullanmaktan biraz sıkıldı. Daha önce kendisini tasvir ederken
kullanılmış olmasından..
“Karşı
cinsle birliktelikte en çok hangi anları seviyorsun ?”
Polin’in yatakta Taocu sevişmesini düşündü. Ayak parmaklarının ucu
titredi doktorun.
“Tanışmadan
önce gözlerinde gezinen açlığı seviyorum. Adını yeni söylemişken
vücudunu kaçamak dokunuşlarla tanımayı seviyorum. İlk konuşmalar
esnasında ki bakışlarını seviyorum. Filmlerde ki rollerini
seviyorum. Fotoğraf olmalarını seviyorum. Utanmaz oldukları anları,
kızıp öfkelendiği anları, rest çektiği zamanları seviyorum.”
“Helena’yı sarmak “ filmindeki heykeli düşündü,
gülümsedi.
“Helena’yı
sarmak adlı filmi seyrettiniz mi doktor ?”
“
Hııı... Evet seyrettim. O filmde en çok hangi kare hoşuna gitti?”
Kendisi küçük havuzun içinde Helena’nın vücuduna dökülen ışık
damlacıklarını düşündü.
“Evinde
camın önünde iken kameranın belinden yukarısını aldığı karede iç
çamaşırı ile gözlerinin ahenkli uyumu unutamıyorum.” Oturduğu yerden
biraz doğruldu.
“Kadının
yapabileceği en kötü hareket nedir peki ?” Evdeki karısını Taocu
sevişme aşamasında düşünüp midesi bulandı.
“Bu
soruyu sorarken benimle birlikte olan kadını kastettiğinizi
düşünüyorum ama bu düşüncem sadece benimle birlikte olan kadın için
geçerli değil. Bir kadının kendisine bakmaması, kırk kere röfle
yemiş süpürge saçlı halini, estetik görünüş cinayetleri işlemesi,
aşırı teslimiyetçi olması, istediklerini söyleyememesi bir de
bıyıklarının benden fazla olması dayanılmaz. Kaprisi de unutmamak
gerekir.” Aslında tüm düşündüklerimi söylemeye kalksa bu seansın
ücretini ödemek için 3 yıl sinemaya gitmemesi gerekirdi.
“Son
beraberliğindeki sana göre ters giden, olmasını beklediğin şey
neydi? İkili ilişkilerinde sevgiyi yakalayabiliyor musun ? aşk,
ihtiyaç, nedir sana göre adı ?..”
“Bu
soruyu kendime sorduğum da.... Gariptir ki;..”
Ayağa
kalktı, pencereye doğru yürürken bir taraftan parmağındaki baykuş
şekilli yüzüğü çevirerek camdaki şövalye aksini geçen gözleri ile
ufukta güneş ile ayın akşamı müjdelemesini seyre daldı. Sesler
gecenin içine uzadı, kayboldu. Düşünceler İmparatorluğu gecenin
tahtına salına salına kuruldu.”
Zamanın
kopma noktası (Doktorun yanında) : DÜŞÜ’YORDUM !
“Evet
düşler de yakamı bırakmıyor tabii ki; Devam eder;
“Bir
sinemada oturmuş film seyrediyorum. Birden kalkıp perdeye doğru
yürüyorum. Artık bende perdenin içindeyim; Kadınlar ağır aksak,
çıplak tenlerinden utanmadan geçiveriyorlar yalnızlık ülkesinden.
Her biri başka bir resmi gökyüzüne tırnaklarıyla çizerken olan
güzellikleri çağlayan oldu aktı gayya kuyusuna. Şehvet ve acı en
masum tavırlarıyla ve olanca hayvanlığıyla çığlıklar atarak, olanca
birleşmişlik ve yaratma güdüsüyle korku dolu cüretlerini unutarak
tanrıyı doğurdu köy çeşmesinin başında, bacaklarından ve beyin
kıvrımlarından akan özsuyu ve kanlara aldırmadan. Kan ve aşk akarken
sevişmelerden, korkulu jelatinlerle ellerini yıkadı tanrı, gülerek.
Kadınlar ve tanrı ayrı yaşamlar içinde aynı düşleri görerek ve aynı
kaderi yaşayarak ve kuru bir dal gibi titreyerek, henüz aslında
yaratmadıkları o insanı düşünüp senaryolar ürettiler. O’na
sundukları yaşamı diğerlerinden farklı kılarak, tekrar tekrar
ölümlere mahkum ederek korkularını bastırmaya çalıştılar. O ise
tekrar tekrar doğarak, aynı güneşi görmenin gururuyla ve bilinciyle,
benliğini yeryüzünde gezdirerek son bam sesi ritimli müzik eşliğinde
çığlıklar atarak “Seni kaçıncı doğuşumda göreceğim ruhumun
anlaşılmazlıklar bulmacası kadın... Ve tanrım seni kaçıncı yok
oluşumda bulacağım, ruhumun bilinmeyenler kıyısının korkusu,
sığınışı ve kaçışı...”
Sizi
sizden korunarak, sizi benden sakınarak, sizi sen ben gibi
içimde......
Kamera
uzaktan zoom yaparak yaklaşıp önce tanrıyı, sonra kraliçeyi ve
üçgenin diğer ucunda ki beni gösterip çevremizde artan bir ivmeyle
döndü.... döndü.... döndü.... Yineleyerek, yenileyerek, gelişerek
devam ediyor bütün bunlar doktor. Ben ise her defasında bildiğim
şeyleri tekrar öğreniyor, tekrar unutuyorum.” Doktorun yapacağı
yorum konusunda tahmin yürüttü.
“
Rüyalar ruhun yaşanamayanlarıdır. Rüyalar artakalanlarımızın
aynasıdır. Rüyalar yaşanmışlarımızın aç kalmış tarafıdır. Rüyalar
ölümden damıtılmış varoluştur.” Doktor hastasının önceki hayatında
yazdığı kitaptan alıntılar yaptığının farkında değildi.
“Doktor
görüyorum ki aslında benim çözümüm benim içimde ve ben bunca
yaşamıma rağmen hala aynı labirent içinde bir fare gibi dönüp
duruyorsam bunun açıklaması bu diyalog ta değil. Bu odada olan tek
şey; şu arkanızdaki tabloda bulunan atlar ve fillerin uzayan
bacakları ile sanatçının, gerçeği kendi yarattığı dünyada bulmasının
simgesidir.”
Bu
sırada sevgilisinin silueti kat kat beyaz şifon bir elbiseyle
belirdi karşısında. “Şu anda seni düşünüyorum. Duyuyor musun. Hadi
dinle.”
Nerden
geldiğini anlayamadığı bir şarkı doldurdu kulaklarını. Latince bir
ezgi ile beraber bir kadın sesi içindeki bütün koridorlara ulaştı.
“Bulut
gibi kaplar göğü ateş böcekleri
Öfkesiz
bir rüzgar eteklerini uçurur ve kadınlığını öper
Sayısız
yok oluşlar varlığının arkasında peşin sıra gelir
Geceyi
kaplar sarı saçlı gülümsemeler
Kemanlar
hala ağlar bitmeyen senfoniye
O
ise limanı her gördüğünde bir ümitle sığınır
Uzaktan
sakin olur da; içinde fırtına
Daha
yanaşmadan vazgeçişler şişirir yelkenleri
vazgeçişler
şişirir yelkenleri
İskele
alabanda türküleri ile yarışır zaman
Dolaşır,
dolaşır durur açık denizleri.
Sanırım
farkında olmaz
Geldiğinin
farkına kara liman.”
Şarkı
bitip siluet kaybolduğunda iki damla yaş ayakkabılarının üstüne
düşer.
Othello
/ 1996 |