Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Sevmeyi bilmek gerekir !

Doğrusu ben önceleri  bocaladım biraz, sahip olma iç güdüsüyle koparmaya çalıştım o papatyayı, oysa kopardığın bir çiçeği ne kadar sevmeye vaktin kalabilir ki... Şimdi o papatya kendi toprağında ve benim içimde yaşayacak biliyorum sonsuza kadar. 

Hiç bir zaman küçümsememeli sevginin gücünü, çünkü o her zaman en güçlü olandır. Ve yaşanılanlar ancak sevgi içinde varsa değerlidir, bakidir.

Sevmek; Hani Güle Güle filmindeki gibi sevdiğin yanında olmasa da, ona sahip olamasan da bir ömür boyu saygıyla, kutsanmışlıkla içinde yaşatabilmekmiş ...

Bir insanı inandığı değerler temsil eder ve inandığı değerleri yaşadığı kadar vardır.

Othello 10.01.2001

 

ŞÖVALYENİN AYAK SESLERİ

Acaba kendimizi en çok savunduğumuz zaman mı alıyoruz en büyük yaralarımızı, en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba. Rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı. En çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor? Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba?

"Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzsche' ye aldanmayıp her şeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz?

İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi  gizlediğimiz, hiç bir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna donuyor?

 Schiller' in o muhteşem "Eldiven" şiirinde anlattığı hikayeyi belki daha iyi okumalıydık, oradaki şövalyenin adim seslerini belki daha çok duymalıydık.

Hep erken öleceğini düşünen, hayati bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller' in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi olumunu bilen birçok şeyi bilebilir çünkü.

 Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu,hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar. Borazanlar çalınıyor ve aslanlar çıkıyorlar arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar. Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.

-Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.

Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor. Bir şövalye diğerlerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor. Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor. Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.

 Nietzsche "Tanrıyı ve insanları deneme," diyor.

 Schiller eldiven şiirini yazıyor. Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve her şeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.Kendimizle ve korkularımızla öylesine doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz. 

Mutlulukla aramıza, korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.......