MÜ'MİNLERİN KARDEŞLİK VAZİFELERİ

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak ve Rabbül-Felak Hazretleri Sûre-i Hucurat'ta mü'minlerin kardeş olduğunu bildirmiş; bunu da bir edâ-yı tahsis ile te'kid buyurmuştur. Böylece:

"Mü'minler ancak kardeşlerdir." fermân-ı celîlesi sàdır olmuştur. Bu edâ-yı tahsis bir de alimler hakkında sàdır olmuştur ve; "Allah'tan korkanların ancak ulemâ olduğu" beyan buyrulmuştur. Buna binâen ulemâ-i kirâm hazretleri buyurmuşlar ki: Havf ve haşyet yâni Hak korkusu, ilmin mülâzimidir. Bu sebeple havf ü haşyetten, yâni korkudan àrî olan, kaçınılması ve sakınılması lâzım olan günahları irtikâb eden kimselerin ilim sahibi olmaları, yâni hakîkî ulemâdan olmaları mümkün olmaz. Çünkü ilmin sıfatı olan haşyet kendisinde olmadığından, bildiklerinin hiçbir kıymeti olmaz. Bunun gibi, kardeşlik haklarına riayet etmeyen Müslümanların, mü'minlerin de kıymeti o kadardır.

Hazret-i Ömer RA'ın halife-i rûy-i zemin olduğu halde, bir kölesine karşı gösterdiği şefkat ve merhameti, insanlara ve bâhusus mü'minlere bilfiil göstermesi ne kadar şayan-ı takdir ve tebriktir. Bu halin bütün müslümanlarca, birbirlerine karşı kardeşlik haklarına riayeten yapılması elbette çok lâzımdır. Zîrâ bütün mü'minlerin bir cesed gibi yekpâre olduklarını bir hadis-i şerif ifade etmiştir. Binâen aleyh nasıl bir taraflarının ağrıması ve sızlaması, bütün vücudun rahatsız olmasına sebeb oluyorsa, mü'min ve müslümanlardan birinin rahatsızlığı da hepsini rahatsız eder. Eğer rahatsız olmuyorsa ve hiç umursamıyorsa, onun imanının çok zayıf olduğunun alâmetidir.

Çünkü meselâ, el veya ayak parmaklarının bir sebepten nâşi kesilmesinden haberi olmayan bir insanın, ya morfinlenmiş veya ölüme yaklaşmış olduğu anlaşılır. Bu hal ancak ölüm hali olabilir. Artık kendisinden faydalanmak mümkün değildir. İşte bunun gibi hakîkî mü'min, kardeşinin sürûru ile mesrur, gam ve kederiyle mağmum ve mükedder olur.

Bu sebepten, insanın nefsiyle mücâhede edip onu kemâle ulaştırması en mühim vazifelerinden biridir. Bir mü'minin bir mü'min kardeşini hasbeten lillah sevmesi, imanın lezzetini bulmasına kâfîdir. Biribirlerini hasbeten lillah sevenlerin, Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri'nin nihayetsiz eltàf-i sübhàniyyesine nâil olması, melekleri bile imrendirmiştir. Halık-ı Zülcelâl Hazretleri'nin de kendisini sevdiğini beyan buyurmaları ve bâhusus kıyamet gününde nail olacağı hususi ikram ve ihsanlara peygamberlerin, sıddıkların ve şühedânın bile gıpta ettiklerinin pek açık bir lisânla beyan buyrulması, kardeşlik haklarına riayetin ne kadar kıymetli ve ehemmiyetli olduğunu pek güzel bir şekilde izah etmektedir.

Onun için, hac vazifesini yapan bir müslümanın bir gazasının kırk hacdan; hac vazifesini yapmayanın bir haccının da kırk gazadan hayırlı olmasının hikmeti ne güzel anlaşılır. Binâen aleyh, mü'min dâimî bir cihad halindedir. Bu cihad, Allah-u Teâlâ'ya hiçbir sûretle isyan etmeyip, emirlerini tutup, yasaklarından kaçmaktır.

Abdullah ibn-i Mübârek KS buyurmuşlar ki:

"Asıl cihad nefsi ve hevâsıyla olan mücâhededir. Zîrâ düşmanla cihad her zaman olmaz. Bazan muharebe olsa da, bazan da sulh ve selâmette olunur. Halbuki nefsi ve hevâsıyla mücâhede ölünceye kadar, geceli gündüzlü devam etmektedir. Çünkü küffâr ile muharebede gàlib olursa ganimete nâil olur. Şayet ölürse, o zaman da en büyük mertebe olan şehadet mertebesine ulaşır. Halbuki şeytanı, nefsi öldürmeğe imkân yoktur. Amma şeytan bizi aldatmak sûretiyle öldürürse, --ki bu Allah-u Celle ve A'lâ'ya itaatten uzaklaşmak ve ona karşı asi olmaktır-- o zaman ebedî bir hüsrâna düşüleceği pek âşikârdır."

Bunun için, Hàtem-i Esam nâmıyla meşhur, abid ve zâhid bir zât demiş ki:

"Hudut bekçiliği nefsimedir, silâhım da amelimdir. Dinim ganimetim, şeytan düşmanım, ben de nefsimle dâimâ gazâdayım. Yâni benim hududum ancak nefsimdir. Onu yanlış yollara gitmekten korumak da elbette benim vazifemdir. Binâen aleyh, onun bekçiliği en büyük ve en mühim bekçiliktir."

Efendimiz SAS Hazretleri, ashàb-ı kiram hazerâtına:

"--Râbıta-i İslâm'ı en iyi bir şekilde muhafaza etmek, müslümanlar arasında İslâm bağlarını sağlamlaştırmak ve onu daima ayakta tutmak için, en sağlam ve mu'temed olan şey nedir?" demişler.

Ashàb-ı kiram hazerâtı da, evvelâ namazı öne sürmüşler;

"--Namazdır." demişlerse de, Efendimiz SAS Hazretleri:

"--O bir hasenedir, güzel şeydir, amma o değildir." buyurmuş.

Sonra orucu söylemişler.

"--O da bir hasenedir, güzel şeydir, amma o da değil!" buyurmuşlar.

O zaman:

"--Öyleyse cihaddır." demişlerse de, Efendimiz Hazretleri:

"--Hayır o da hasenedir, güzeldir, fakat rabıta-ı İslâmın, yâni İslam bağlılığının en kıymetli mutemedi, temeli ve en sağlamı, en iyisi ve en güzeli, kişinin Allah yolunda, Allah için, yâni hasbeten lillâh mü'min kardeşini sevmesi ve hudud-u ilâhîyyeyi tecavüz edip isyan vadilerine sapmış, hevâ-yı nefislerinin ve şehvetlerinin kurbanı olarak evâmir-i ilâhîyyeye muhalefet ve mümâneat ile ömrü azizlerini ifnâ etmiş kimselere de, yine Allah için gazab etmektir; onlarla dostluk ve ahbaplığı kesmektir. Bu âsîler isterse babaları veya kardeşleri ve sâire olsun..." buyurmuşlar.

Bu, Allah için sevmek ve Allah için gazab etmektir ki, buna el-hubbü fillâh, el-buğzu fillâh derler. En efdal ameldir. Bu olmadıkça diğer yapılan amellerin ind-i İlâhîde kabule şayan olmadığı Cenâb-ı Hakk'ın Mûsâ Aleyhisselâm'a olan hitâb-ı celîlinde beyan olunmuştur. Şöyle ki:

"--Ya Mûsâ, benim için neler yaptın?" dediği zaman, namazından, orucundan, sadakasından bahsedince:

"--Onlar senin içindir: Namazın bürhan, orucun kalkan, sadakan ise sana gölge, zekâtın senin için nurdur. Binâen aleyh benim için ne yaptın?.." deyince:

"--Yâ Rabbi, delâlet buyur, bilemedim!" demiş.

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri de:

"--Benim için hangi dostumu sevdin, hangi düşmanıma buğz ettin?" buyurmuşlardır.

Bundan anlaşılıyor ki, efdal-i a'mâl, hubbu fillâh ve buğzu fillâhtır. Bu sebepten her mü'min ve muvahhidin, Allah'ın dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmesi şarttır. İmanın kemâli bununla mukayyeddir. Ve bu sûretle daimî bir mücâhede ve mücadele içinde, sevap üzerine sevap alınır ki, bunların sevabını hiç bir amel ile elde etmeye imkân yoktur. Bu haslet Cenâb-ı Hakk'ın çok sevdiği bir ameldir.

Onun için, buna sahib olan bahtiyarlar, kıyamet gününde herkesin havf ve hüzün içinde feryad ü figanlarla bir kurtuluş ve bir selâmet yolu aradıkları zamanda, Cenâb-ı Hakk'ın Arşının gölgelerinde, nurdan ve incilerden kürsüler üzerinde, nurdan esvablar içinde nurânur olacaklardır. Peygamberlerin, şehidlerin ve sıddıkların gıbta ettikleri fevkalâde saltanatlar içinde ve Cenâb-ı Hakk'ın himâyesinde olduklarından, kendilerine hiç bir korku ârız olmayıp;

"Lâ havfün aleyhim velâ hüm yahzenûn" sırrına mazhar olacaklardır.

Binâen aleyh sevmek-sevilmek kadar mühim ve çok elzem bir amel bulmak mümkün değildir. Râbıta-i İslâmın esasını ve kökünü teşkil etmektedir Bunun ise, ancak hakîkat-i imanda birleşmekle mümkün olabileceği muhakkaktır. Yoksa iman ve İslâm'dan uzak olan kimselerin birleşmeleri ve sevgileri, ahiret alemi için hiçbir sevap ve değer taşımaz. Onların birbirleriyle sevgileri mutlaka bir menfaate dayandığı için, devamı da mümkün olmaz.

"El mu'minune vel muslimune kel cesedil vahid" [Mü'minler ve müslümanlar bir vücut gibidir.] sırrının tecellisi ancak ve ancak, Hak için bilâ-garaz sevişenler arasında tahakkuk edebilir. Bu sûretle kurulan cemiyetler de dâimâ ve en iyi bir şekilde pâyidâr olabilirler.

a. İmâm-ı Gazâlî KS'nin Kardeşlik Hakkındaki Îzahâtı

Kardeşliklerin birbirlerine karşı olan ihtiyacı, iki elin birbirlerine olan ihtiyacı gibidir. Gerek elleri yıkamakta ve gerekse sâir işlerde birbirine yardımı sayesinde işlerinde muvaffak oldukları ma'lumdur; halbuki bir el ile bunlar mümkün değildir. Buna binaen iki şahsın bir vücut gibi olmasının lüzum ve ehemmiyeti bildirilmiş oluyor. Bu sevgiyi Gazali üç kısma bölmüş: 1. Ednâ, 2. Evsat, 3. A'lâ.

1. Ednâ kardeşlik; birbirlerine karşı olan haklarda, kardeşini en az kendi evinde bakmağa mecbur olduğu hizmetkârlar mesâbesinde tutup, kardeşinin ihtiyacını, o istemeden evvel îfâ etmesidir. İstedikten sonraki verişi, hukuka riayetsizliğin alametidir ve kusurundan neş'et eder.

2. Evsat olanı da; kardeşini kendi yerine koyması, gerek malında ve gerek evinde ikàmete me'zun ve serbest olmasına razı olup, her cihetten kendi ihtiyaçlarında kardeşiyle müsâvi olmasını candan istemesidir. Hatta bazıları esvaplarını yırtarak ikiye bölmek sûretiyle ikramda bulunmuşlardır. Bütün bunların içten gelen bir arzu ve tam bir sevinç ve sürur ile olması şarttır.

3. A'lâya gelince, kardeşini kendi nefsine her bakımdan tercih etmesidir. Hattâ kendi muhtaç iken ekmeğini, suyunu, veya esvabını kardeşine vermektir ve hatta ölüm pahasına olsa dahi, bu mürüvveti ve bu ikram ve ihsanı yapmakdan kaçınmamaktır. Mâzîde bunların isbatı çok görülmüştür.

İhyâ-yı Ulûm'un 2. cildinin 150. sayfasında beyan olunduğu vechile Cüneyd-i Bağdadi (Rh.A)'in devrinde, aleyhlerinde yapılan bir ihbar üzerine, bir topluluğun katledilmesine hükm olunmuş. Adetleri bir hayli olan bu zavallıların içlerinde bulunan Ebül-Hüseyin Nûrî Hazretleri, sırası en gerilerde olduğu halde, ilk maktulün kendisi olması için, celladın önüne hemen atılmasıyla şaşıran celladın;

"--Niçin böyle yaptınız?" demesi üzerine:

"--Kardeşlerimin bir müddet daha yaşamalarını istiyorum da, onun için yapıyorum." demiş.

Bu keyfiyet hükümdara arz edilince, bu güzel hareket takdirle karşılanır, o cemaatın durumu daha dikkatle araştırılır, mâsumiyetleri meydana çıkar ve cümlesi afv olunurlar. Aleyhlerinde bulunanların cezalarının afvını da Cüneyd Hazretleri ve rüfekası hükümdardan taleb ile, cümlesinin birden afva mazhariyetlerine, işte o Ebül-Hüseyin Nûrî Hazretlerinin hayatını bile kardeşlerinin hayatına tercih edişi sebep olmuşdur. Müslümanlıkta en üstün makam bu makamdır ki, ancak hakiki müslümanlara ve sıddıklara mahsustur ve sevişenlerin en son dereceleridir. Bu üç mertebenin dışında olan sevgiler ve kardeşlikler, ancak bir merasimden ve isimden ibarettir. Hiç bir faydası ve kıymeti yoktur.

İşte bu muhterem ve âlîcenab insanlar, birbirlerinin evlerini ziyaret ettiklerinde, evlerinde olmasalar bile, kendi evlerinde imiş gibi yemek ve içmekte ve hattâ paralarında bile tasarruf etmekte idiler. Kardeşlik sevgi ve teklifsizliğinin icabı olan bu halin verdiği sevinçle, ev sahibi olan zâtların hizmetkârlarını ve câriyelerini azad ettikleri beyan edilmektedir. Bu bahtiyar kardeşlerin bir şeye ihtiyaçları olup da kardeşine arz ettiği zaman, kesesini önüne atıp, "İstediğin kadar al!" derlermiş.

Ca'fer ibn-i Muhammed Hazretleri düşmanlarının bile ihtiyaçlarını red etmemiş ve kardeşlerinin ihtiyaçlarını gidermeyen insanı, kardeşten bile saymamışlardır. Hattâ bu gibilerin cenaze namazlarını kılar gibi dört tekbir alıb, onları ölülerden addetmelidir, demişlerdir. Zîrâ bunlar kardeşlerinin bütün hallerini tarassud edip, evlerinin ihtiyaçlarını haberleri olmadan te'min ederler, borçlarını bile birbirlerinden haberdar olmayarak öderlermiş.

Binâen aleyh, insan kendi ihtiyacını ve çocuklarının ihtiyaçlarını nasıl düşünürse, kardeşlerinin ihtiyacını da aynı şekilde ve belki daha ehemmiyyetli olarak düşünmesi ve yapması lâyık ve lâzımdır. Daha a'lâsı, bazılarının kardeşlerini evlâd ve efrad-ı ailesinden daha üstün tuttukları da mervîdir. Zîrâ ehl ü ıyal insanı dünyaya sevk eder, kardeşler ise birbirlerine dâimâ ahireti hatırlar.

Hazret-i Hasan RA:

"--Bizim kardeşlerimiz bize evlâd ve iyalimizden daha sevgilidir." buyurmuştur.

Binâen alâ zâlik, ihvan arasında ayrılığa ve nefrete sebep olacak her şeyden son derece sakınmak ve kaçınmak lâzımdır.

Meselâ şakalaşma, eğlenme, istihzâ ve onu küçümseme gibi şeylerden tevakkî şarttır. Bunlardan kaçınmanın yegâne çaresi ise, insanın kendi varlık ve benliğini yenmesine bağlıdır. Varlığını ve benliğini yenemeyen insanlar, cemiyete faydalı olamazlar ve kardeşliklere hiçbir zaman devam edemezler.

Bu sebepten büyüklerimizin bizlere olan tavsiyeleri, kendimizi daima başkalarından aşağı görmekdir. Herkes kendini böyle görünce, o zaman insanların ve bâhusus kardeşlerin birbirlerine sevgi ve samîmiyeti fazla olur. Birbirlerine karşı saygı ve sevgileri artar ve dâim olur.

Sevginin devam ve bekàsına sebeb olan şeylerden birisi de kardeşlerin arzularına her zaman ve her şeyde hemen muvâfakat etmek ve hiç bir sûretle itiraz etmemektir. Hattâ, "Kalk gidelim!" denince; "Nereye?" diyeni bile makbul saymamışlardır. Bu muvafakatlarla birlikte bir de kardeşlerine karşı hizmeti cana devlet bilmeli ve mümkün olan her nevi yardımlardan geri kalmamalıdır. Muhtaç olanları, zuafâyı ve çocuklarını okutamayan zavallıları ve bâhusus yetim ve miskinleri bulup yardımlarına koşmalıdır.

Kardeşler arasında hediyeleşmek de, sevginin artmasında başlıca sebeplerdendir. Hediyeyi de yerine göre ve lâyıkı vechile yapmak lâzımdır. Güler yüz, tatlı dil de doğrusu yabana atılmaz, hele tatlı dil ve güler yüzle verilen selâmların kıymetine baha biçilmez.

Kardeşlere karşı saygısızlık, hürmetsizlik veya tahkirâmiz hareketler, vâhi ve çirkin sözler, yüksek sesle konuşma, benlik, kibir ve gurur alâmeti olmakla beraber, hiçbir müslümana kat'iyyen yakışmayan pek çirkin vasıflardan ma'duttur. Çünkü mâdem ki müslüman müslümanın kardeşidir, hiç olmazsa onun bütün hukuklarını kendi hakları gibi bilmesi lâzımdır. Kendisine yapılmasına razı olmadığı bir hareketi, kardeşine karşı yapması elbette çok adice bir işidir. Onun için arkasından bile, gaybubetinde dahi haklarını muhafaza ve müdafaa şarttır.

Zîrâ kardeşinin, hattâ bir yabancının bile velev düşmanı dahi olsa, bir takım köpekler tarafından ısırılacağını görünce, acaba o anda vicdanı olan bir insan seyirci kalabilir mi? Nerede kaldı ki, canı gibi kıymetli kardeşinin ırzını, namusunu, şeref ve haysiyetini lekelerken susup durmak! Elbette doğru olmaz. Çünkü ırz, namus, şeref ve haysiyet her şeyden üstün ve kıymetlidir.

Onun için, Cenâb-ı Hak da Kur'an-ı Keriminde gıybeti haram kılmış ve ölü kardeşinin etini yemeye teşbih buyurmuştur.

Bir de kardeşlerinde kat'iyyen kusur aramağa ve görmeğe kalkma! Çünkü kusursuz insan bulunmaz. Peygamberler ve büyük velîler müstesna, hemen hemen herkesin iyi ve kötü tarafları vardır. İyiliği gàlib olanlara àdil denmiştir. Kardeşlerinin özürlerini kabul edip kusurlarını görmemek mü'minlerin şanından olup, kusur aramak da münafıkların alametidir buyurmuşlardır.

Kardeşler arasında münâfereti ve sevgisizliği doğuran sebeplerden birisi de, münakaşa ve mücadeledir. Bu huy çok mezmumdur. Ekseriyetle kendi zekasının üstünlüğünü göstermek için, benliğinde mündemic kibir ve gururdan ileri gelir.

Ebu'd-Derda RA Hazretleri, bir çiftçiyi tarlasını sürerken görmüş; bakmış ki öküzden biri kaşınmak için durunca, derhal eşi olan öteki öküz de durmuş. Bu hali görünce ağlayarak:

"--Şu hayvanlar bile birbirlerine muvafakat ediyorlar da, bu insanların (ve bâhusus tarikat kardeşlerinin) birbirlerine muhalefeti, mücadele ve münakaşası ne kadar çirkindir!" buyurmuşdur (İhyâ, c. 2, s. 157)

Ebû Hüreyre RA Hazretleri'ne bir tavsiyede bulunan Efendimiz SAS Hazretleri:

"--Komşuluk ettiğin kimseye komşuluk hakkını güzel edâ et, yâni ona ikram ve ihsanda bulun ki, tam müslüman olasın!" buyurmuştur.

Bir kimse tam ve kâmil mü'min ve müslim olamaz, kendisi için sevdiği şeyleri mü'min ve müslüman kardeşleri için de sevmedikçe ve istemedikçe... Bir de, Müslüman kardeşine yük olmak, onu köle gibi kullanmak ve ondan istifade etmek için kardeş olunmaz. Belki onun yüklerini azaltmak ve ondan kendisinin ıslahına lâzım olan şeyleri öğrenmek için kardeş olunur.

Hazret-i Ömer RA Hazretleri bile, Selman-ı Fârisî RA Hazretleri'ne gelip:

"--Benim hakkımda sana kerih gelen ne gibi şeyler işitiyorsun?" demiş.

O da özür diledikten sonra:

"--Sizin iki takım esvabınızın olduğunu ve onun birini gece, birini de gündüz giydiğinizi ve yemeklerinizde iki kap yemek bulunduğunu işitiyorum." buyurmuşlar.

Hazret-i Ömer RA Hazretleri:

"--Başka var mı?" deyince;

"--Hayır!" diye cevap vermişler.

Bundan anlaşılıyor ki, insan kardeşini, kendi ayıblarını ve kusurlarını öğrenmek için kardeş ediniyor, yoksa onun ayıplarını ve kusurlarını görmek için değil.

Ebû Bekir el-Kettânî (Rh.A) Hazretleri anlatılıyor:

"--Bir kişi bana musàhib oldu, fakat onun sohbeti bana çok ağır geliyordu. Bir gün kendisine epeyce bir şeyler hediye ettim; fakat bir türlü o sıklet ve ağırlık benden gitmedi. Nihayet kendisini evime götürdüm ve yüzümü yere koydum; kendisinden ayaklarıyla yüzüme basmasını istedim. O, yüzüme ayaklarını koydu, sonra benden o ağırlık ve sıklet gitti."

Yâni insanların benliği her şeyi mahv etmekte, tevazu ve mahviyet de her şeyi halletmektedir.

b. Kusurlarından Nâşi Kardeşleri Terk Etmemek

Ebüd-Derdâ RA Hazretleri bu hususta buyurmuşlar ki:

"--İnsan bazan dürüst, bazan da eğri olabilir. Bunun için hemen şu veya bu kusuru vardır, diye terk olunmaz."

İbrâhim en-Nehâî (Rh.A) Hazretleri:

"--Kardeşini, yaptığı günahtan nâşi sakın terk etme! Çünkü bugün günah işlerse, umulur ki yarın da terk eder. Hele alimin hatasını kat'iyyen söylemeyiniz ve ondan ayrılmayınız, tevbesini bekleyiniz." buyurdu.

Yine iki kardeşten biri yoldan çıkmış. Diğer kardeşine demişler ki:

"--Senin kardeşin yoldan çıktı."

O da Cenâb-ı Hakk'a ahd etmiş ve yalvarmış ki:

"--Yâ Rab! Benim kardeşime salâh-ı hal nasib edinceye kadar yiyip içmeyeceğim."

Tam kırk gün bu hal ile geçmiş. Fakat Cenâb-ı Hak da bu sàdık kardeşinin duasını kabul edip, yoldan çıkan kardeşine salâh-ı hal nasib etmiş.

Hazret-i Ömer RA Hazretleri hakkında da buna benzer bir rivayet vardır. Şöyle ki:

Hazret-i Ömer RA'ın Şam'da bir kardeşliği varmış. Onun yoldan çıktığını duyunca, kendisine bir mektub göndermiş ve Kur'an'dan, Cenâb-ı Hakk'ın günahları afvedici ve tevbeyi kabul edici ve aynı zamanda şedidül-ikàb olduğunu bildiren Hâ-mîm Suresi'nin başındaki ayetleri yazmış. Bu mektubu alan kardeşi de Hazret-i Ömer RA'a dua ile birlikte tevbekâr olmuştur.

İster kardeş, ister yabancı biri, çamura, batağa veya denize düşerse, sen de onu orada görüp kurtarmağa gücün yeterken bırakıp geç sen, revâ ve hak mıdır, insana yakışır mı?.. Elbette günahlar da böyle bir bataklıktır. Düşenlerin kurtarılması için çalışmak, hem insânî, hem vicdânî ve hem de kardeşlik, dinî sevgi ve muhabbetin icabı, bir vazife-i mühimmedir.

İhmal edenler, muhakkak mânevî mes'uliyetten kendilerini kurtaramazlar. Cenâb-ı Hak cümlemizi afv ü mağfiretine mazhar eyleyip tevfîkàt-ı samedâniyyesine nâil eylesin de, din kardeşlerimizi candan sevmek ve sevginin icabı olan her çeşit yardım, muàvenet ve muvâfakatleri îfâ etmek nasib eylesin ve ahirette Allah için sevişenlere va'dolunan Cennetin yüksek makamlarına eriştirsin... Lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn sırrına nâil eylesin... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn, salevâtullàhi aleyhim ecmaîn...

GÜMÜŞHÂNELİ HAZRETLERİ'NİN NASİHATLARI

1. Mahviyyet ve tevaz icabı, kendinizi dâimâ câhil ve avam addediniz.

2. Amelleriniz, tahsilleriniz ve ahlâkınız bakımından alim olunuz ve nâsa akılları ereceği kadar söyleyiniz.

3. Birbirinize arka çevirmeyin, buğzetmeyin, ayrılmayın, hased etmeyin, kardeş olunuz.

4. Alimlerin zalimlerinden ve inatçılarından olmayınız.

5. Dâimâ müzâkere ve hakkı izhar için ilminizi ve tetebbûlarınızı artırınız.

6. Cemâate, cumaya, bayramlara, evradlarınıza, va'd ve ahdinize riâyetkâr olunuz.

7. Cemaati, zekâtı, haccı, orucu, emâneti, emr-i bil-ma'rufu terk edenlere yakın olmayınız.

8. Avretlerini açanlara, gençlere yâni saç ve sakalı bitmeyenlere yakın olmayınız ve kadınlara benzemeyiniz.

9. Muhkem binâlar ve kabirlerini taş ve kireçle yapanlara yakın olmayınız. Binâlara kurban kesmeyiniz.

10. Faiz, haram nesne ve yetim malı yemeyiniz ve yiyenlere yakın olmayınız.

11. Zulmen gasb olunan malı yemeyiniz ve gàsıblara yakın olmayınız.

12. Ulemaya, meşâyıha, vâlideyne ezâ etmeyiniz, kalblerini kırmayınız ve inad etmeyiniz.

13. Sakallarınızı kesmeyiniz ve kısaltmayınız. Adette ve hey'ette yehud ve nasàrâya benzemeyiniz.

14. Ehl-i zinâya ve livataya, deyyuslara, fuşuh işleyenlere ve rüşvet alanlara yakın olmayınız.

15. Dalâlet fırkalarına, ilhadcılara, sihirbazlara, tenbellere, tenâsuha inananlara yakın olmayınız.

16. Kâhinlere, yıldıza bakanlara, falcılara, cin ve ifrit sahiblerine yakın olmayınız.

17. Huddam sahiplerine, vefk sahiplerine, gizli şeyleri bilirim diyenlere yakın olmayınız.

18. Tılsım bilgilerine, ilm-i felâsifeye ve sözlerine yakın olmayınız.

19. Her nevî şarap ve müskirat içenlere yakın olmayınız.

20. Her çeşit ilaca ve ecnebi memleketlerinden gelen ilaçlara ve küffar eliyle yapılan eşyaya yakın olmayınız. (Kendiniz yapınız demektir.)

21. Ressamlara, oyunculara, çalgıcılara yakın olmayınız.

22. Vücudlarına dövme yapanlara ve saçlarını siyaha boyayanlara yakın olmayınız.

23. Ecnebi yâni yabancı, nikâhla helâl olan kadınlara bakmayınız ve yakın olmayınız.

24. Kefere, putperest ve müşriklerin kestiklerine yakın olmayınız.

25. Ashàb-ı kirâma ve evliyâullaha sebbedenlere, müctehidîn, sâdât ve selefe ta'n edenlere yakın olmayınız.

26. Harb meydanından, tâundan, vebâ ve itâat-i meşâyihdan ve ülül-emre itâatten kaçanlara yakın olmayınız.

27. Taamlara ve cenazelerdeki bid'atlara yakın olmayınız.

28. Nemmamlara ve Kur'an ve hadis'ten gayri şeylerle ta'viz edenlere yakın olmayınız.

29. Hiç bir israfa ve israfçılara yakın olmayınız.

30. Diyâr-ı küfürden gelen yağ, şeker ve sâir yiyeceklerle, kap ve esvablara yakın olmayınız. (Kendiniz yapınız demektir.)

31. Zalimlerin kapısına, oyun, eğlence ve töhmet yerlerine (plaj, dans yeri, balo ve emsâli) yakın olmayınız.

32. Evkafın sattığı emlâke, fâsid ve noksan alışverişe, ham meyvaları alıp satmaya ve vakıf malının tebdil ve tağyire yakın olmayınız.

33. Kuş uçurmağa, nefes ve celb-i havas ve dâvet-i cine yakın olmayınız.

34. Kefere sözlerine ve haram sözlere ve efrenc sözlerine (şehinşah gibi) yakın olmayınız.

35. Amirlik, imamlık, kadılık gibi şeylere ve salihleri azil, zalimleri tâyine yakın olmayınız.

36. Ayakta, yollara ve mübarek yerlere işemeyiniz.

37. Yolları kapatmak ve onlara pislik dökmek ve geçenlere eza veren muzır şeyleri atmağa yakın olmayınız.

38. Zühd, verâ, velâyet, keşif, keramet, ilhamat, Allah'ı ve Rasûlüllahı gördüm iddiasında bulunmayın!

39. Yüksek binalara, köşklere, bineklere ve her türlü zînet ve zayiata yakın olmayın.

40. Mescidlerde seslerinizi yükseltmeyin ve çocuk, deli ve dilenciyi sokmayın!

41. El ve başla selâm vermeyin! Alimden gayrının elini öpmeyin! Hiç kimseye eğilmeyin ve sarılmayın!

42. Kuş uçurmayın, süt kuzusunu kesmeyin, evde köpek bulundurmayın!

43. Haktan meyl eden müftülere ve muhaddislere, dinini bilmeyen doktorlarla, müflis tâcirlere yakın olmayın!

44. Hırsızlara, hàinlere, ganimetten çalanlara, harbden kaçanlara, yetim malı ve haram yiyenlere yakın olmayın!

45. Baston ve her çeşit küffar adetlerine yakın olmayın!

46. Memleketin saadet ve selâmeti için siyaseti sağlam ve dürüst yapın!

47. İcrâ-yı hudûd-u şer'iyyeye ve erkân-ı dîne ve mazlûma yardım ediniz!

48. Zulmü terk ile, bütün maàsîden istiğfar ediniz!

49. Hak sahipleriyle helâllaşın, kimseyi incitmeyin ve tahkir etmeyin!

50. Bütün işlerinizi ve niyyetlerinizi tashih ediniz!

Bazı Hatimler:

Hatm-i Besmele-i şerif: 1200

Hatm-i Salât-ı Münciye: 40

Hatm-i Sûre-i Feth: 100

Hatm-i Sûre-i Yâsîn: 70

Hatm-i Tehlîl: 70. 000

Hatm-i Lâ havle-i şerif: 1000

ABDÜLHÀLiK-I GUCDÜVÂNÎ HAZRETLERİ'NİN NASÎHATLERİ

Bu risâle (1) şeyhler şeyhi, pirler sultanı, veliler kutbu, ulu makamlar, yüksek kerametler, gayb aleminden gelen vâridat ve kudsî keşifler sahibi, Hàce Abdülhàlik-ı Gucdüvânî (Kaddesallàhu rûhahül-azîz) tarafından, özlü sözler halinde, tarikat mensublarından bir müride emir buyrulmuş nasihatlerini ihtivâ eder. Bahis konusu müridin, Hàce Evliyâ-i Kelân olduğu nakledilir.

____________________

(1) Fatih Millet Kütüphanesi, Farsça 827, s. 346 ve devamından alınmıştır.

Kim bu ince vasıflarla sıfatlanırsa, ma'rifet çeşmesinden bir damla onun canı dimağına akar ve ebediyyete kadar mest-i ilâhî olur. Müridlerin uyanıklarının hepsi bu cinsten bir mestliğe dalmışlardır. Yâ Rab, pâk kullarının canlarına açtığın o esrârdan, bir koklam da biz bîçârelerin canına nasîb eyle!..

Hazreti Şeyh KS, her tarikat mensûbuna önce takvâyı emretmiştir. Çünkü, tarikate sülûk edenlerin ilk makamı takvâdır. Buyurdular ki:

1. Ey oğulcağızım! Sana vasiyet ederim ki, takvâyı kendine şiar edinesin! İbadet cinsinden vazifelerine sımsıkı sarılasın! Ahvâlini kontrol edesin! Dâimâ, hatâlardan korku halinde olasın!

2. Allah'ın (CC) hukukunu ve Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri'ne olan borcunu ödeyesin! Anne-babanın, bütün şeyhlerinin hukukunu gözetesin ki, Hak Teàlâ da seni hıfz eyleye...

3. Senin üzerine bir vecibe olsun ki, Kur'an-ı Kerim okumayı aslâ bırakmayasın! İster zàhiri, ister bâtını olsun, hep Kur'an'da gözet ve oku! Gizli veya âşikâr, Kur'an'ı ibret ve tefekkürle kan ve gözyaşlarıyla oku! Her bir hâlini Kur'an'a döndür ve benzet! Zîrâ halk içinde Cenâb-ı Hakk'ın hucceti Kur'an'dır.

4. İlim öğrenmekten bir adım uzak kalma! Fıkıh ve hadis ilmini öğren! Câhil sofulardan uzak ol ki onlar, din yolunun hırsızları ve müslümanlığın yol kesicileridir.

5. Üzerine borç olsun ki, sünnet-i şerifeye sımsıkı sarılasın ve selef-i sàlihînin imamlarının yoluna gidesin! Çünkü, dinde yeni çıkan her şey sapıklıktır.

6. Gençlerle, kadınlarla, ehl-i bid'atle, zenginlerle sohbet etme! Çünkü senin dinini alıp götürürler.

7. Dünyalıktan iki somuna razı ol ve helâl ye ki, bütün hayırların anahtarı budur. Haramdan uzak ol!

8. İnsanlardan kaç ve fukara ile sohbet eyle! Kendi tenha mahallinde otur ki, seni ateş yakmasın.

9. Helâl giyin ki, ibadetlerin tadına erebilesin!

10. Allah'ın celâlinden daima kork ve unutma ki, bir gün hesab mahallinde ayakta durdurulacaksın.

11. Gece ve gündüz çok namaz kıl ve cemaati terk etme; amma, imam veya müezzin olma!

12. Kıballere, kitap sayfalarına adını yazma! Mahkemelerde zaruret olmadan bulunma! Sultan ile sohbet etme! Büyüklerin nasihatlarından dışarı çıkma! Arslandan kaçar gibi insanlardan kaç!

13. Üzerine borç olsun ki, az şöhretli olasın! Dindarlığın herkesin diline düşmesin. Yine üzerine borç olsun da seyahat et ki, nefsin hor olsun.

14. Şeyhlerin gönüllerini gözle ve dikkat eyle! Hânegâh inşa eyleme, hânegâhda oturma!

15. Birinin medhiyle mağrur veya kötülemesiyle gamlı olma. Halkın medhi de, zemmi de, nazarında aynı olmalıdır. Halkla iyi huyla geçim eyle.

16. Üzerine borç olsun, edebli ol. Bütün halka, onların küçük veya büyüğüne merhamet eyle. Yine üzerine borç olsun ki, gülmeyesin; çünkü, gülmek gaflettendir ve gönlü öldürür.

Hazret-i Muhammed SAS Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"--Benim bildiğimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız!"

17. Allah'ın mekrinden emin bir hal takınma! Fakat onun rahmetinden ümid de kesme! Havf ve recâ arasında yaşa ki, tarikat saliklerinin makamı budur. Bazan havf, bazan da recâ...

18. Yine Şeyh KS buyurdu ki: Ey oğulcuğum! Şeyh, müridin babası gibidir. Hattâ oğluna babasından daha da şefkatlidir. Çünkü onu Allah'a yakınlık makamına erdirir.

19. Gücün yeterse kadı olma! Çünkü o zaman dünyanın tàlibi olursun ve dünyayı taleb ederken, din elinden gider. Nefsin müştak ise, daima mücâhedede ol! Dâimâ ahiretin gamını çek, ölümü çok hatırla!

20. Başkanlık isteyici olma ki, kim başkanlık severse, ona tarikat salikidir demek lâyık olmaz.

21. Üzerine borç olsun, daima oruç tut; çünkü oruç insanı mahfuz tutar.

22. Fakr içinde pâkize ol! Dünyadan perhizkâr ve ahirete râgıb ol! Dindar ve vefâlı ol! Fakih, alim ve sabit-kadem ol!

23. Allah CC yolunda, şeyhlere hem mal, hem beden ve hem de can ile hizmet et! Onların seyir ve sülûküne ihtimam göster. Şeyhlerden ne görürsen inkâr etme; (şeri'ate muhalif olması hali müstesnâ), çünkü inkâr edersen, şeyhlerden bir şey elde edemezsin!

24. Devlet adamlarının kapısından bir şey isteme! Yarın için azık biriktirme! Allah'ın rızka kefil olduğuna güven. Çünkü Kur'an'da buyruluyor ki:

"Vema min dàbbetin fil ardı illâ alâ'llahi rızkuha" (Hûd 6) [Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir.]

25. Tevekkül makamına ayak bas ki, Allah-u Teàlâ buyurur:

"Ve men tevekkelalâ'llahi fehüve hasbühü" (Talak 3)"Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona kâfî gelir." Bilesin ki, rızık bölüşülmüştür. Allah sana ne vermişse, halka bezl eyle!

26. Buhül ve hasedden uzak ol; çünkü, cimrilik ve kıskançlık, yarın Cehenneme atılacaktır.

27. Dış görünüşünü süsleme ki, dışı süslemek, için harablığının alâmetidir.

28. Allah'ın va'dine güven! Bütün yaratıklardan ümid ve tama'ı kes; onlarla ünsiyet etme! Doğruyu söyle ve korkma! Dâimâ Hak ile beraber ol, mahlûkattan kimseyle sohbet etme; Allah-u Teàlâ'dan uzak düşersin!

29. Üzerine borç olsun ki, kendi nefsinin ihtiyacı peşinde ol! Kendi nefsini aziz tut; çünkü seni taşıyıcıdır.

30. Dilini tut, halka daima nasihat eyle!

31. Sana borç olsun ki, yeme ve içmeyi azalt! Az uyu ve az söyle! Yemeğe muhtaç olmadıkça asla bir şey yeme ve mâzeret olmadan asla söz söyleme! Uyku sana galebe çalmadıkça uyuma ki, bir miktar uyuduktan sonra namazı daha dürüst ve daha çok kılarsın.

32. Semâ' meclisinde çok oturma ki, zamanla semâ' çok nifak çıkarır. Semâ' bir çok gönlü öldürür. Semâ'ı inkâr da etme ki, semâ'ın erbabı çoktur ve semâ' revâ değildir; ancak bir kimseye ki, gönlü diri, kendi ölü ola... Kimde ki, bu hàlet bulunmaz; oruç ve namazla meşgul olursa daha uygundur.

33. Gönlün dâimâ gamlı, gözün yaşlı, amelin hàlis, duan mücâhede, elbisen yıpranık olmalıdır. Arkadaşların derviş, evin mescid, malın fıkıh, zînetin zühd, munîsin ulu Rabbin olmalıdır.

34. Kendisinde şu beş hasleti bulmadığın kimseyi arkadaşlığa kabul etme;

1) Ahireti dünyaya tercih etmeli.

2) İlmi dünya ameline tercih etmeli.

3) Horluğu rağbetliliğe tercih etmeli.

4) Gizli ve aşikar ameli gözetici olmalı.

5) Ölüme hazırlıklı olmalı.

35. Yine buyurdu ki: Ey oğulcağızım! Seni dünya mağrur etmesin, aldatmasın. Üzerine borç olsun ki, halvette yalnız olasın, kırık gönüllü olasın, Tâ keramete nâil oluncaya kadar Allah korkusunda müstağrak olasın. Dünyadan uzak şöyle yaşa ki, yabancı bir ülkede sanki gurbettesin. Dünyadan soyulmuş ve pâk ol ve tertemiz dışarı çık! Çünkü yarın hangi tàifeden olacağını bilemezsin.

36. Yine buyurdu ki: Ey oğulcuğum! Bu zikrettiğim vasıflara dikkat et ve ezberle! Ben yakınlarımdan öğrendiğim ve işlediğim gibi, sen de bunları katında tut ve işle ki, Hak Teàlâ da sana dünya ve ahirette nazar kıla...

Bu zikredilen evsaf, müridlerden birinde zàhir olursa, ona şeyhlik verilmesi lâyık olur. Kim onları tahakkuk ettirirse, ona maksad hasıl ve maksud elde edilmiş olur. Fakat, bu mertebe herkese değmez.

Hàce Evliyâ-i Kelân diyor ki:

"Şeyhim bunları söyledikten sonra elimi tuttu ve son olarak şöyle dedi:

'--Sana vacibdir ki, yaşadığın müddet benim mescidimde bulun! Terkedersen, özrün apaçık ve meşrû özür olsun."

Dualar...

HER MÜSLÜMANIN BİLMESİ LÂZIM OLAN 54 FARZ'IN BEYÂNI

1. Allah-u Teàlâ'yı bilip daima zikr etmek.

2. Helâlinden yemek ve içmek.

3. Abdest almak.

4. Beş vakit namaz kılmak.

5. Cünüplükden gusletmek.

6. Kişinin rızkına Allah-u Teàlâ'nın kefil olduğunu hak bilmek.

7. Helâlden pâk libas giymek.

8. Hakk'a tevekkül etmek.

9. Kanaat etmek.

10. Nîmetlere mukabil Hak Teàlâ'ya şükretmek.

11. Hak'tan gelen kazàya razı olmak.

12. Belâlara sabretmek.

13. Belâlara sabretmek.

14. İhlâs üzere ibadet etmek.

15. Şeytanı düşman bilmek.

16. Kur'an'ı huccet tutmak.

17. Ölümü hak bilmek.

18. Hak Teàlâ'nın sevdiğini sevip, sevmediğinden kaçmak.

19. Babaya ve anaya iyilik etmek.

20. El-emrü bil-ma'ruf, ven-nehyü anil-münker yapmak.

21. Akrabayı ziyaret etmek.

22. Emânete hiyânet etmek.

23. Dâimâ Allah-u Teàlâdan korkup, ferahı terk etmek.

24. Allah-u Teàlâ'ya ve Rasûlüne itaat etmek.

25. Günahlardan kaçıp ibadetle meşgul olmak.

26. Din reislerine itaat etmek.

27. Aleme ibret nazarıyla bakmak.

28. Tefekkür etmek.

29. Dilini fuhuş sözlerden korumak.

30. Kalbini pâk tutmak.

31. Hiç kimse ile alay etmemek.

32. Harama bakmamak.

33. Sözlerinde sàdık olmak.

34. Kulağını münkerâtı dinlemekten men etmek.

35. İlim taleb etmek.

36. Kile ve terazisini hak üzere tutmak.

37. Hakk'ın azabından emin olmayıp dâimâ korkmak.

38. Fukaraya sadaka vermek ve yardım etmek.

39. Hakk'ın rahmetinden ümidini kesmemek.

40. Nefs-ü hevâsına uymamak.

41. Allah rızası için yemek yedirmek.

42. Kifayet miktarı rızık taleb etmek.

43. Malının zekâtını vermek.

44. Hayız ve nifas halinde iken eşine yaklaşmamak.

45. Cemi mâsiyetten kalbini pâk tutmak.

46. Kibirliliği terk etmek.

47. Baliğ olmamış yetimin malını muhafaza etmek.

48. Taze gençlere yakın olmamak.

49. Mâlî ve bedenî kudreti olduğu zaman hac etmek.

50. Zulümle kimsenin malını yememek.

51. Hakk'a şirk koşmamak.

52. Zinâdan kaçınmak.

53. Şarap ve içki içmemek.

54. Yalan yere yemin etmemek.

Hased, kibir, riya, hırs, gazab, şehvet, gaflet, şöhret, kin gibi şeylerden uzak olmak da kalb temizliğinin alâmetlerindendir. Bunları tekrar tekrar dikkatle okuyup ve belleyip amel etmeğe çalış ki, Allah-u Teàlâ'nın makbul ve memduh kullarından olasın... Ve sallallàhu alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Mızraklı İlmihal'i muhakkak bul ve dikkatle oku, o sana yeter ve artar. Bu elli dört farz da oradan alınmıştır. (Mızraklı İlmihal, s. 49)

PEYGAMBER SAS EFENDİMİZ'İN MUAZ İBN-İ CEBEL'E NASİHATLERİ

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz elimden tuttu, biraz yürüdükten sonra buyurdular ki:

"--Yâ Muàz! Sana Allah-u Teàlâ'dan korku üzere olmanı, sözlerinde doğru olmanı; ahdine vefa, emaneti edâ, hıyanetliği terk, yetime merhamet, komşu haklarına riayet, kinini ve gayzını yutmak, yumuşak konuşmak, bol selâm vermek, imama itaat etmek, Kur'an'ın mânâsına vukuf peyda etmek, ahireti sevmek, hesaptan havf etmek, emelini azaltmak, amelini güzel etmek, hiç bir müslümanı şetm etmemek, yalancıları tasdik etmemek, sàdıkları tekzib etmemek, imâm-ı àdile àsî olmamak, yer yüzünde fesad çıkarmamak hususlarını tavsiye ve vasiyyet ederim.

Yâ Muàz! Allah-u Teàlâ'yı her taş ve ağacın bulunduğu yerde zikr eyle! (Yâni dünya taş ve ağaçtan hali olamayacağından, dâimâ zikr eyle demektir.) Günah işleyince hemen akabinde tevbe eyle! Gizli günahlarına gizlice, âşikâr günahlarına da açıkça tevbe eyle! (Yâni tevbekâr olduğunu aleme beyan eyle!) (Et-Tergîb, 4/107)

Bu nasihatler ne kadar kıymetlidir. Hemen Cenâb-ı Hak cümlemize tevfîkını refik eyleye... Ve sallallàhu alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Aynı kitabın tevbe bahsinin 18. hadisinde de şöyle denilmektedir:

Efendimiz SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Günahlarına tevbe edip nedâmet eden kişi, Allah-u Teàlâ'nın rahmetine mazhar olmakta; kendi amellerini beğenen mütekebbir ve iftiharcı kişi ise, gazab-ı ilâhîyeye intizardadır. Çünkü, mürâi ve kezzabdır.

Ey Allah'ın kulları! Biliniz ki, her amel sahibi yaptığı amelle karşılaşacaktır. Kimse dünyadan çıkmaz, işlediği iyi ve kötü amelini görmedikçe... Yâni hâl-i ihtizarda iyiler yapmış oldukları iyiliklerin mükâfâtını, kötü iş işleyenler de cezalarını görmedikçe ruhları kabzolunmaz. Bütün amellerde itibar sonlarınadır.

Gece ile gündüz, insanları Hak'ka götüren binekler ve vasıtalardır. Binâen aleyh, bu gece ile gündüzde ahirete ve Allah-u Teàlâ'ya gidişi güzel ediniz! Yâni hayırlı amelleri çoğaltıp kötü hareketlerden uzak durunuz!

Tevbeyi te'hirden sakınınız! Belki tevbeyi ve iyi amelleri çoğaltınız. Çünkü ölüm size ansızın gelir. Sizden birinizi, yâni sizleri, Allah-u Teàlâ'nın hilmi aldatmasın. Muhakkak cennet ve cehennem, sizlere ayakkabınızın tasmasından daha yakındır."

Bu teşbih, nîmet ve azabın bize sür'atle erişmesini anlatmak içindir. Ruhun çıkışından sonra mutî olan mü'minler itaatlerinin sevabını, asiler de isyanlarının cezasını görürler. Àkil olan, Allah-u Teàlâ'ya tevbe edip, ibadet ve taate devam eder. Zîrâ ömrün ne zaman biteceğini Allah-u Teàlâ'dan başkası bilemez.

Sonra Efendimiz SAS Hazretleri: "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür." meâlindeki ayet-i kerimeyi okudu. (Et-Tergîb, 4/90)

ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ÎTİKAD HAKKINDA BİR NAZMI

Nev'i râbi: Îtikad-ı kalbi tashih ve ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine tatbiki bildirir.

Ey aziz! Ma'lûm olsun ki, sahabe-i güzin hazeratı ve onlardan sonra gelen tabiîn ve eimme-i din-i mübîn ve selef-i sàlihîn (Radıyallàhu teàlâ anhüm ecmaîn) cümlesinin îtikadı bu manzumenin mezâmininde nizam bulmuştur.

Hudâ Rabbim, nebîm hakkà Muhammed'dir Rasûlüllah.
Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah.

Akàid içre ehl-i sünnet oldu mezhebim cem'an,
Amelde Ebû Hanife mezhebimdir mezhebim vallah.

Dahi zürriyyetiyim Hazret-i Adem nebînin, hem
Halîl'in milletiyim, dahi kıblem Kâbe beytullah.

Bulunmaz Rabbimiz'in zıddı ve ne emsâli àlemde,
Ve sûretten münezzehtir, mukaddestir teàlâllah.

Şerîki yok, berîdir doğmadan, doğurmadan ancak;
Ehaddır, küfvü yok, İhlâs içinde zikreder Allah.

Ne cism ü ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir.
Yemez, içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah.

Tebeddülden, tegayyürden dahi elvân ü eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfatullah.

Ne göklerde, ne yerlerde, ne sağ ve sol ve ön ardda;
Cihetlerden münezzehtir ki, hiç olmaz mekânullah.

Hudâ vardır, velî varlığına yok evvel ü âhir;
Yine ol varlığıdır kendinden, gayrı değil vallah.

Bu alem yoğ iken ol var idi, ferd ü tek ü tenhâ;
Değildir kimseye muhtac o, hep muhtac gayrullah.

Ana hadis hulûl etmez ve bir şey vacib olmaz kim;
Her işte hikmeti vardır, abes fi'l işlemez Allah.

Hulûl etmez o zât abde, ve hiç bir ferde zulmetmez.
İbâdın aslâhı lâzım değil kim, halk ede Allah.

Ana bir kimse cebr ile bir iş işletemez aslâ;
Ne kim kendi murad eyler, vücûda ol gelür billâh.

Anın herbir kemâli bî-tegayyür hàsıl olmuştur;
Ki, yoktur muntazır olunacak hiç bir kemâlullah.

Sıfât-ı bâ-kemâliyle o dâim muttasıftır kim;
Kamu noksan sıfatlardan beridir zül-celâl Allah.

Sekizdir çün sıfat-ı zâti, ilim ile irâdettir;
Hayat u kudret u halk u basar, sem' u kelâmullah.

Alîm oldur ki, ilmine erişmez kimsenin aklı;
İhàta eylemiştir cümle bu eşyayı ilmullah.

Mürîd oldur, dileyici ve her şey üzre kàdirdir;
Ne kim diler, olur peydâ alâ vefk-ı murâdillâh.

Cemî-i hayr ü şerri ol diler, takdîr ü halk eyler;
Velî hayrı sever, ancak ki sevmez şerleri Allah.

Basîr oldur hakîkatte, ki hep eşyâya nâzırdır;
Velî gözden münezzehtir, basardır min sıfatillah.

Semi' oldur, her âvâzı işitir sır ile cehri;
Münezzehtir kulaktan ol, sıfattır anda sem'ullah.

Mütekellimdir ol ammâ berîdir dilden, ağızdan;
Hurûf ü lafz u savt ile değil vasf-ı kelâmullah.

Sübutiyye sıfatı kim ne aynıdır ne gayridir.
Kadîm u dâim u zâtiyle kàimdir sıfâtullah.

Hakk'ın mükrem ibâdıdır melekler yerde göklerde;
Avâmından avâm-ı nâsı efdal eylemiş Allah.

Yemek, içmek, hem erkeklik, dişilik yoktur onlarda;
Hakk'a hiç àsî olmazlar, mutîdirler li-emrillâh.

Ve Cebrâil ü Mikâil ü İsrâfil ü Azrâil;
Mukarrebdir, peygamberdir bu dördü hep emînullah.

Hakk'ın yüzdört kitabı kim, nebîler üzre inmiştir;
Kütübdür anların dördü, suhuf yüzü kelâmullah.

Zebûr'u verdi Dâvûd'a, dahi Tevrât'ı Mûsâ'ya;
Ve hem İncîl'i İsâ'ya, getirmiş Cebrâil vallah.

Habîbullah'a Kur'an'ı getirdi hàcet oldukça;
Yigirmiüç yıl itmam eyleyib, kat' oldu vahyullah.

Dahi ben enbiyâ hakkında bildim, ismet ü fıtnat,
Nezâfet hem emânet, sıdk ile tebliğ-i hükmüllah.

Gadirle kizb ü humk u kitmân ü hıyânetten
Münezzehtir, müberrâdır cemî-i enbiyâullah.

Nebîler ismini bilmek dediler ba'zılar vâcib,
Yigirmisekizin bildirdi Kur'an'da bize Allah:

Biri Âdem, biri İdrîs ü Nûh ü Hûd ile Sàlih,
Hem İbrâhim ü İshàk ile İsmâil zebîhullah.

Dahi Ya'kb ile Yûsuf, Şuayb ü Lût ile Yahyâ;
Zekeriyyâ ile Hârûn, ah-i Mûsâ kelîmullah.

Ve Dâvud u Süleymân, ve dahi İlyâs u Eyyûb'dur,
Birisi Elyesa'dır, dahi İsâ'dır o rûhullah.

Birisinin ismi Zül-kifl, ve biri Yûnus nebîdir hem,
Hitâmı ol habîb-i Hak Muhammed'dir Rasûlüllah.

Uzeyr ü, Lokmân u Zül-karneyn'de ihtilâf olmuş,
Ki, ba'zı enbiyâdır der, ve ba'zı der veliyyullah.

Cemî-i enbiyânın evvelidir Hazret-i Adem;
Kamudan efdal u âhir Muhammed'dir Habibullah.

İkisinin arasında katı çok enbiya gelmiş.
Hisâbın kimseler bilmez, bilir anı hemân Allah.

Risalât-ı rüsûl, mevt ile bâtıl olmaz ol kat'à,
Ve efdaldir melekler cümlesinden enbiyâullah.

Bizim Peygamberin ahkâm-ı şer'i öyle bâkîdir,
Ki ehl-i mahşeri bu şer' ile fasl edecek Allah.

Ve Mir'ac-ı Nebî haktır, ana şahsıyla muhtastır;
Çıkıp fevkal-ûlâya Hakk'ı görmüştür Habîbullah.

Cihan cümle cihâtıyla ve eczâ ve sıfâtıyla,
Hem ef'al-i ibâdın hayr ü şerri, cümle halkullah.

Anın ilm ü murad u halk u takdiriyle hâdistir;
Ki yoktur Hàlik u bâri iki àlemde gayrullah

İbâdın ihtiyârı vardır ef'àlinde cüz'îce
O ef'àl üzre bulmuşlar sevâb u hem ikàbullah

Ol ef'àlin cemîlidir, Hakk'ın hubb u rızàsıyla;
Kabîhinde bulunmaz ne muhabbet, ne rızàullah.

Sevâb ifdàlıdır Hakk'ın, ve adlidir ikàb anın;
Vücûb îcâbsız Hakk'a, be-istihkàk-ı abdullah.

Mukàrindir bu fi'le istitâat kim, o kudrettir;
Bulunsa istitâat olunur teklîf-i şer'ullah.

Ki abdin kendi vüs'unda ne kim olmaz, anı aslâ,
Ana din içre teklif etmemiştir ol rahîm Allah.

Haram erzaktır, herkes yer içer kendi rızkın hep;
Ve kimse kimsenin rızkın alıp ekl edemez vallah.

Ecel vaktinde meyyittir o maktûl, ve ecel birdir
Ve hâl-i ye'sin imânı değil makbûl indallah.

Heyulâ yoktur, ezhân içre bir cüz olduğu haktır;
Ki ol vasf-ı tecezzîden müberrâdır der ehlullah.

Kabirde meyyite Münker-Nekir dört şey suàl eyler;
Ki Rabbin kim, nebin kimdir, nedir dinin ve kıblen gâh?

Cevabın verenin, canıyla cismi zevk eder anda;
Şaşıp küffar u àsîler çeker anda azâbullah.

Bu dünyaya gelen gider, ki kalmaz canlı hiç kimse;
Dahi yevm-i kıyâmette eder emvâtı ba's Allah.

Verirler defter-i a'mâlini her âdemin anda;
Kiminin sağ eline, kimine soldan maàzallah.

Kitâbıyla hisâbı var, Hudâ'nın rûz-ı mahşerde;
Sorarlar herkesin ef'àl ü akvâlin bi-emrillâh.

Kebâirle segàir ehline ol gün, şefâatler
Ederler enbiyâ ve ehl-i ilm ü evliyâullah.

Ameller vezn olundukta sıratı geçmemiz haktır;
Ve kevserle sekiz cennet, verir mü'minlere Allah.

Giricek cennete mü'minler, anda çok bulup ni'met;
Görürler şüphesiz anda niteliksiz cemâlullah.

Ve cennetle cehennem şimdi var, ehliyle bâkîdir.
Cehennem yedidir, ehlin yakar dâim o nârullah.

Kazà ile gelir her hayr u şer, Tanrı cenâbından;
Bulur hayr, ehlini dâim; olur şer, ehline hemrâh.

Ve Peygamber ne kim eşrât-ı saatten haber vermiş;
İnandım cümlesin izhâr eder vaktında hem Allah.

Çıkar yer dabbesi, Deccâl ü Ye'cûc ile Me'cûcu;
Doğar gün mağribinden, çün iner gökten o Rûhullah.

Kebîre mü'mini îmândan ihrac eylemez dahi,
Ne küfre dâhil u ne tâatin habt ede indallah.

O isyan, eylemez anı muhalled hem cehenemde;
Meğer kim îtikad eyler helâl anı, maàzallah.

Hudâ afv eylemez şirki ve illâ andan ednâyı;
Dilediği kulundan her günahı afv eder Allah.

Kebâirsiz kaçan câiz, ikàb olmak sagàirle
Ve bî-tevbe giden câiz, kebâirden geçe Allah

Kabul eyler duàyı Hak Teàlâ, kendi fazlıyla;
Ve hàcât-ı ibâdı hem kaza eyler Raûf Allah

Dahi İslâm ile îman, ikisi şey'-i vâhiddir.
Cenâb-ı Hak'tan ol, her ne getirdiyse Rasûlüllah.

Kamusun dil ile ikrâr u tasdîk eyledim bil-kalb;
Birine yoktur inkârım, inandım şüphesiz vallah.

Çü din a'mâli îmandan muhakkak başka, hàricdir.
Pes, îman izdiyâd u nâkıs olmaz, hıfz ede Allah.

Dimem kim inşaallah mü'minim, bil mü'minim hakkà;
Bu mânâ ile iman, kisbî ve mahlûktur lillâh.

Ve amma Tanrı'nın kendi kuluna ma'rifet gencin,
Hidâyet kıldığı mânâ ile vehbîdir ol billâh.

Ve iman-ı mukallid hem sahîh olmuştur, amma kim
Ol istidlâl-i aklı terk ile, âsim olur billâh.

Kerâmât-ı velî haktır, nebîsi mu'cizâtıdır;
Keser az müddet içre çok mesafe evliyâullah

Bulurlar vakt-ı hàcette, taàm u hem libâs anlar.
Behâim hem cemâd, anlarla söylerler biiznillah.

Gehî su üzerinde meşy ederler vecd ü hàletle
Havada gâh uçarlar, hark eder âdâtını Allah

Erişmez bir velî, hiçbir nebînin rütbesine hem;
Ana ermez ki, andan sâkıt ola emr ü nehyullah.

Ve efdal evliyâ Sıddîk-ı Ekber, ba'dehû Fâruk;
Ve Zin-nûreyn'den sonra Ali'dir ol veliyyullah.

Bu dördü hem hilâfette, bu tertib üzre kàimdir.
Bu çar-yârdan sonra hem efdal evliyâullah

Kalan ashabıdır ki, cümlesinin zikri hayr olsun;
Cemi-i âl ü ashàb-ı kirâmı sevmişem fillâh.

Aşere-i Mübeşşere ve Fâtıma, Hasan, Hüseyin
Bu ümmetten bunlara, cennet ile neşhedü billâh.

Ve gayri kimseye aynıyla cennetlik denilmez kim;
O gayba hükm olur, gaybı ne bilsin kimse gayrullah.

Ve ashàb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetten,
Cemî-i tâbiîn olmuştur efdal evliyâullah.

İmamül-müslimîn, sultân-ı müslim hür mükellef hem,
Kureyşî, tàhir olmalı, edip tenfîz-i hükmüllah.

Velî Hàşimli ma'sûm, efdal olmak şart değildir kim;
O fısk u cevr için hiç mün'azil olmaz bi-şer'illâh.

Ve berr ü fâcire uyup, namazım kılarım bile
Hem anların cenazesi namazın kılarım Allah

Ve huf üzre hazarda, hem seferde mesh câizdir;
Ve müskir olmayan temr ü ineb suyu mübâhullah.

Tasaddukla duamızdan bulur emvâtımız ni'met;
Ve fazl-ı emkine, eşhàs u ezmân haktır eyvallah.

Bilinmez müşrikin etfâli, cennette mi, nârda mı?
Ve küffara Kirâmen Kâtibîn vermiş kerîm Allah.

Ne kim ma'dumdur, ol şey'-i mer'î addolunmaz hem
Mükevven kâinata benzemez şeydir Teàlellah.

İsâbet-i nazar câiz ve sihr insana vâkîdir.
Beşer aklından efdaldir ulûm-u enbiyâullah.

Delile müctehid evvel bakıb eyler isabet, hak;
Ve sonra hükme bakdıkta, hatâsın afveder Allah

Ki hak birdir, muayyendir ve Kur'an u hadis ancak,
Ne mikdar olsa mümkün zàhirine hamlolur hergâh.

Bu zàhirden ol ehl-i bâtının da'vası mânâya,
Udûl u hem nusûsu redd ü istihfâf-ı şer'ullah.

Hem istihlâl-ı zenb u rahmet-i Hak'tan yeis, hem de
Azabından emin olmak, bu cümle küfrdür billâh.

Ve lafz-ı küfrü tav' ile ve kâhin sözlerin tasdik
Küfürdür, lâkin inkârı yeniden tevbedir lillâh.

Huda otuziki farzı ibâdına buyurmuştur.
Kamusun farz bildim, boynuma aldım, bi-tav'illah.

Şürutu beştir İslam'ın ki, tevhid ü salat u savm
Zekât u hac ganiler hakkında farz eylemiş Allah.

Namazın şartı, hariçte olanlar altı farz olmuş
Ve erkânı içinde oldular hem altı farzullah.

Dışındaki tahâret, setr-i avret, vakti bilmektir;
Ve abdest almak u niyyet, hem istikbâl-i Beytullah.


Namaz içinde tekbir ü kıyam ile kırâettir.
Rükû u ka'de-i uhrâ, ikişer secdedir lillâh.

Vüdun farzı yüz yumak, yedini mirfâkıyla hem.
Başa mesheyleyip, ayakları guslet dedi Allah.

Ve guslün farzı üçtür, kim temazmuzdur hem istinşâk;
Üçüncü cümle a'zâsın yumaktır tevbeten lillâh.

Teyemmüm eylemek vacibdir abdest ile gusl için.
Su bulunmazsa, ya kudret yok isedir bu şer'ullah.

Anın rüknü iki vurmak, şürûtu beş: Biri niyyet.
Saîd ü tàhir u mesh, biri acz-i ibàdillah.

Ve savmın farzı üç: Niyyetle ekl ü şürbü terk etmek.
Fecir doğdukta, gün batınca imsak oldu emrullah.

Dahi haccın furûzu üç: Biri ihrâma girmektir.
Biri vakfe cebel üzre, ziyâret oldu Beytullah.

Haramı îtikad etmek haram, andan sakınmaktır.
Helâli hem helâl etmek, budur cümle furûzullah

Hem ashàb-ı güzîn ü tabiîn ü müctehidînin
Ne kim var, ehl-i sünnet vel-cemaat cümle ehlullah

Kamunun îtikadın bu yüzon beyt içre bil Hakkı,
Budur hak mezheb ancak, bunda sâbit eylesin Allah.

Eğer benden küfür, amd u hatàen sàdır olduysa;
Ben o küfrün cemîinden berî oldum li-vechillâh.

Dahi şer'a muhàlifse, eğer ef'âl ü akvâlim,
Ben anlardan rücu' ettim ve tübtü kurbeten lillâh.

Ne kim kılmış Habîbullah bize tebliğ-i ahkâmı,
Kabul ettim anı, âmentü billâhi ve hükmillâh.

Dilim ikrârını kalbimle tasdîk eyledim candan,
Senin hıfzında îmânım, emânet olsun ey Allah!