MUKADDİME

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi Rabbil-àlemîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Pek muhterem ve aziz kardeşlerim!

Racîm olan şeytanın şerlerinden Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne sığınır; Rahîm ve Rahmân olan Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri'nin ism-i şerifini yâd ile bu eseri yazmağa başlarım. Sebebi şudur ki:

Bu aleme gelen her canlı, muayyen ve mukadder olan ömrünü bitirir ve mecbûren geldiği bu alemi terk edip, bir daha gelmemek üzere gider. Bu herkes tarafından görülmekte ve bilinmektedir. Ancak buradaki kalış müddetince yaptığı iyilik veya kötülüğü de kendisiyle beraber gitmektedir ki, artık bundan sonra yapacağı hiçbir şey kalmamıştır. Yalnız şu var ki, üç ameli onun hesabına, kıyâmete kadar yaşamakta devam edecektir:

Bunlardan birisi; sadaka-i câriye'sidir ki, bunlar sağlığında yaptırdığı cami, mekteb, medrese, hastane ve benzeri, insanlara faydalı te'sislerle çeşmeler, köprüler ve sâir hayırlardır. Diğer taraftan, günahı mûcib kötü adet ve an'aneler ve küfrü mûcib fenâ ameller işlerse [bırakırsa]; bütün bunlar da sadaka-i câriye gibi, defter-i a'mâline günah olarak yazılır durur.

İkincisi; ilm-i nâfi'dir ki, bırakılan ilmî eserler bu meyanda zikr olunabilir.

Üçüncüsü; arkasından kendisi için dua edecek ve başkalarının da hayır dua ile anmasına vesile olacak sàlih bir evlât bırakmaktır.

Bu fakîr-i pür-taksir kardeşiniz de, ihvân-ı müslimîne bir hediye kalmak ve ba'demâ hayırla yâdımıza vesile olmak ümidiyle, şu kitapçığı yazmağa cesaret ettim. "Her câhil cesur olur." fehvâsınca, vaki olacak hata ve kusurlarımın afvını ve erbâbı tarafından da tashîhini ayrıca rica ederim.

Hepimizin ma'lûmudur ki bu dünya muvakkat bir alemdir. Ahiret alemi ise bâkîdir. İnsanlar bu imtihan evinde ahiretini kazanması için çalışmalıdır. Nezü billâh, kazançların en güzeli olan ahiretini kaybedip imansız gitmek, felâketlerin en büyüğü ve en acısıdır.

Hadis-i şerif kitaplarında beyan buyrulduğu gibi, insan imanlı olarak yaşayıp imanlı olarak öldüğü takdirde, onun cennetteki makamı kendisine gösterilerek, "İşte senin yerin!" denir. O mevtâ da o güzel yerin hayranı olur, kendisini nimetler içinde bulur ve kabri nurla doldurulup genişletilerek, (ravdatün min riyâdıl-cenneh), yâni cennet bahçelerinden bir bahçe olur. İçinde zevk ü sefa ile yaşar. Her ne kadar cesedi çürümüş olsa dahi, ruhen o nîmetlere nâil olur.

Maazallah, bu dünyanın fitnelerine kapılıp da imansız olarak veya imanını zâyi ederek ahirete göçerse, ona da cehennemdeki yeri gösterilip, "işte senin de yerin burasıdır!" denir ve sabah akşam her gün o azab, belâ ve felâket yeri kendisine arz olunur. Bu suretle ta kıyâmete kadar bu hal devam eder. Bu gibilerin de kabirleri (hufratün min huferün-nîrân), yâni cehennem çukurlarından bir çukur olur. Envâ-ı çeşit azablarla rûhen muazzeb olur durur. (Et-Tergîb, 4/361-363)

Tabii bu kötü durumdan kurtulmak için, Cenâb-ı Hak'kın bizlere verdiği hayat, sağlık, afiyet, akıl, zekâ gibi sayılmakla bitmez nîmetlerinin kadrini bilmek lâzımdır. Bunlardan âzamî derecede istifade fırsatını kaçırmamak, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak, aynı zamanda sevgili Peygamberimiz Efendimiz SAS Hazretleri'nin sünnetlerine de uyarak, şu fâni dünyadan iman ile göçmek, ne büyük bir nîmettir.

TEVBE VE İSTİĞFAR

Değirmenin dönmesi, nasıl suyun veya cereyanın gelmesine vâbeste ise, insanların ve bilhassa erbâb-ı tarîkin, feyz-i ilâhîye nâil olabilmesi de, bir takım evrad ve ezkâra devam etmeğe bağlıdır. Bu hususta, şimdiye kadar yazılmış bir çok eser mevcuttur. Bu fakîr-i pür-taksir de, bunlardan ve hadis kitaplarından, zikir, tesbih, tahmid ve istiğfara müteallik ve faydalı olanlarından bir miktarını, sabah-akşam okumakta olduğumuz evrâdı toplayarak kardeşlerimizin istifadelerine sunuyorum. Bunlara devam ettikleri müddetçe, Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri'nin sonsuz lütuflarına nâil olacakları ümidiyle ve bazı arkadaşlarımın isteklerine uyarak, bunların faydalarından bazılarını bu kitapçıkta zikretmeyi münâsib gördüm:

İnsan yeni bir çamaşır veya elbise giyinirken nasıl yıkanıp temizlenerek dışını temizlerse, okuyacağı evrad ve ezkâr için de abdest alıb günahlardan pâk olur. Ancak iç kısmının da günahlardan pâk olması için, güzel bir tevbe lâzımdır. İstiğfarlar pek güzel bir tevbedir. Efendimiz SAS Hazretleri de bütün günahlardan àrî olduğu halde, sırf ümmetine ve bizlere örnek ve nümûne olmak için, hem de terfî-i derecâta vesîle olacağından, günde yüz kere istiğfar buyururlardı. Onun için, bizim de her gün en aşağı yüz kere istiğfar etmemiz bir sünnet-i seniyye olmuş olur.

Sonra Allah Celle ve A'lâ Hazretleri, Kur'an-ı Keriminde istiğfar ile emir buyurmuştur. Binâen aleyh, başı sıkılan ve arzularına nâil olmak isteyen her mü'min ve muvahhid için istiğfardan daha iyi ne devâ olabilir? Bu sebeple büyüklerimiz, kendilerine iltica eden herkese, her dertliye ve her ihtiyaç sahiplerine istiğfarı tavsiye buyurmuşlardır.

Seyyidül-İstiğfar'a gelince:

(Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî, ve ene abdük, ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü, ezü bike min şerri mâ sana'tü ebûü leke binîmetike aleyye ve ebûü bizenbî, fağfirlî fe innehû lâ yağfiruz-zünûbe illâ ente.) (1)

(1) [Allahım, sen benim Rabbimsin, senden başka ilâh yoktur. sen beni yoktan yarattın. Ben senin kulunum, sana verdiğim sözde gücümün yettiği kadar duruyorum. Yaptığım günahların kötülüğünden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ikrar ederim, kusur ve günahlarımı da itiraf ederim. Benim suçlarımı ört, bağışla; senden başka günahları bağışlayacak yoktur, ancak sen varsın.] (Zübdetül-Buhàrî, 1377; Şeddâd ibn-i Evs RA'den.)

Bunu iki cihan serveri, sevgili Peygamberimiz Efendimiz SAS Hazretleri, Buhàrî ve Zübdetü'l-Buhàrî ve sâir hadis kitaplarında da beyan buyrulduğu gibi, sabah-akşam üçer kere her kim okursa ve o gün emr-i Hak vâkî olur da ahirete göçecek olursa, cennetlik olacağını tebşir buyurmuşlardır.

İstiğfarları, her namaz sonunda dahi üç kere okumak bir emr-i mesnundur ve emr-i peygamberîdir. (Et-Tergîb, 2/403)

Bu istiğfarlar hakkındaki tergîb ve teşvikler pek çoktur; hattâ sokak, çarşı ve pazarlarda ve bâhusus mü'min kardeşler için yapılan istiğfarların ecir ve mükâfâtı hakkında, pek çok eser vârid olmuştur. Bilhassa cuma namazının arkasından, hem de yerinden kalkmadan yüz kere:

(Sübhànallàhi ve bihamdihî sübhànallàhil-azîm, ve bihamdihî estağfirullàh) (2) dese ve yatacağı vakit de üç kere:

(2) [Allah'ı hamd ile tesbih ve takdis ederim. Azametli Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih eder, kemâl sıfatlarıyla tavsif ederim. Allah'a hamd ve şükür ederek ondan mağfiret dilerim.]

(Estağfirullàhellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyel-kayyûm, ve etûbü ileyh)'i okusa; (3) Cenâb-ı Feyyâz-ı mutlak Hazretleri'nin o kimseyi mağfûrîn zümresine ilhak buyuracağı gibi, ana ve babasının da bir çok günahlarının afv buyrulacağı beyan buyrulmuştur.

(3) [Kendisinden başka aslâ ilâh bulunmayan, Hay ve Kayyûm olan Allah'tan mağfiret taleb ederim, ona dönerim.]

Onun için, din kardeşlerimin bu büyük nîmetten âzamî derecede istifadede bulunmalarını ümid ederek sözü biraz uzatmış oldum. İstiğfarın fazîletleri hakkındaki rivayetler pek çoktur. Biz burada bu kadarla iktifa ediyoruz.

İkinci tesbihata gelince:

(Vehdinî liahsenil-ahlâk, lâ yehdînî liahsenihâ illâ ente, vasrif annî seyyiehâ lâ yasrifü annî seyyiehâ illâ ente, lebbeyke ve sa'deyke vel-hayru küllühû fî yedeyke, veş-şerru leyse ileyke ene bike ve ileyke, tebârekte rabbenâ ve teàleyte nestağfiruke ve netûbü ileyk.)

Bu, bizim namaza başlarken okuduğumuz Sübhàneke'nin yerine diğer mezheblerden birinde okunan duadır. Bu dua, tevhid, tesbih, tahmid ve istiğfarı hâvî olmakla beraber, Cenâb-ı Hak'tan bizi, en iyi ahlâka ulaştırmasını ve kötü ahlâklardan koruyup, muhafaza etmesini, o kötü ahlâkları bizden uzak etmesini ve nasib etmemesini temenni ve niyaz ile, Hakkı öğmek ve istiğfar ile sona ermektedir.

Üçüncüsüne gelince:

(Allàhümmağsil annî hatàyâye bimâis-selci vel-bered, ve nakkı kalbî minel-hatàyâ kemâ yünakkas-sevbül-ebyadu mined-denes, Allàhümme bâid beynî ve beyne hatàyâye kemâ bâadte beynel-meşrikı vel-mağrib.)

Bu da bizim Sübhàneke'miz gibi diğer bir mezhebin namazda Fâtiha'dan evvel okunan bir duadır ki meali; kişinin günahlardan ve hatalardan temizlenmesini, beyaz elbiselerin kirlerden korunduğu gibi kendisinin de hatalardan böylece korunmasını ve hatalarla kendi arasının, şark ile garbın, yâni doğu ile batının arasının uzaklığı gibi uzak olmasını; bunların birleşmesi nasıl mümkün değilse, kendisiyle günahlarının arasının da böylece açık ve uzak olup, günahlardan mahfuz kalmasını Cenâb-ı Hak'tan tazarru ve niyaz etmesidir.

İstiğfar hakkında bir çok ayet-i celîle ve bir çok da ehàdis-i nebeviyye olduğu cümlenin ma'lûmu olmakla beraber, hassaten bir hadis-i şerifte beyan buyrulan darlık ve meşakkatlerden, gam ve kederlerden kurtulmaktır. Aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın o müstağfire, yâni istiğfara devam eden kuluna, hiç ummadığı yerlerden rızıklar vereceği müjdelenmiştir. Binâen aleyh, insanın hem rahatı, hem de bol rızıklarla merzuk olabilmesi için, istiğfara çok devam etmesinin lüzûmu beyan buyrulmuştur. Gaflet edilmemesi tavsiye olunur.

Peygamber SAS Efendimiz'in de günde yüz kere istiğfara devam ettikleri kuvvetle mervîdir. (Riyâzus-Sàlihîn, 1/14)

Zikr-i ilâhîye evvelâ istiğfardan başlamak lâzımdır. Çünkü istiğfar sabun gibidir, mânevî kirleri giderir. Sonra zikr-i ilâhîye devam edilince çok faydalı ve te'sirli olacağı tabiîdir.

ALLAH'I ZİKRETMENİN LÜZUMU

Zikrullah hakkındaki ayet-i kerime ve ehàdis-i nebeviyelerin ne kadar çok olduğu erbâbına malumdur. Hazret-i Allah'ın (celle şânühû) kitab-ı azîzinde kullarına hitaben: "Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ!" buyurması ve ehl-i imana Hakk'ı çok zikretmeyi tavsiye ve emretmesi ve kulun Hàlik'ın zikri anında onunla beraber oluşu kadar acaba şâyân-ı iftihar bir şey olur mu?..

İşte bu sebepten kula yakışan en önemli vazife, dâimî sûrette gece, gündüz, her fırsatta Halikının zikriyle meşgul olub, gönül aynasını cilâlandırması ve böylece Hakk'ın rızasını kazanıp, çeşitli eltàf-ı sübhàniyyesine nâil olarak, dünya ve ahiret saadetlerini kazanmasıdır ve bu ne büyük bir devlettir.

Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz'den, "Amellerin Allah-u Teàlâ'ya en ziyade sevgilisi veya efdal ve akrab olanı hangisidir?" diye sorulduğu vakitte:

"Ölürken bile, dilin zikrullah ile meşgul olarak Mevlâsına kavuşmasıdır." buyurmuşlardır. (Tergîb Trc. 3/331)

Hattâ diğer bir hadis-i şerifte; Mi'rac gecesinde Arş-ı A'lâ'nın nuru içinde garkolmuş bir kimse gördükleri zaman, Peygamber Efendimiz SAS, Cebrâil AS'a veya başka bir meleğe sormuşlar ki:

"--Bu büyük eltàf-ı sübhàniyyeye mazhar olan zat bir melek midir?"

"--Hayır, melek değildir." denilmiş.

"--Öyle ise, Peygamber midir?" diye tekrar sormuşlar; ona da:

"--Hayır!" diye cevap vermişler.

"--Öyle ise kimdir o?" deyince:

"--Bu bir kişidir ki, dünyada iken lisânıyla dâimâ Allah-u Teàlâ'yı zikreder ve gönlü de mescidlere yâni camilere bağlı bulunurdu. Yâni, kulakları ezân-ı Muhammedîde olmakla beraber, vaktinden evvel camiye gider, ibadetleriyle meşgul olurdu. Aynı zamanda kendisinin bu hayata kavuşmasına sebep olan ve gece gündüz büyütmek için her türlü meşakkatlere göğüs geren, nafakasının te'mini ve istikbalinin güzel olabilmesi için çalışan ana ve babasına karşı kat'iyyen isyan etmez ve onları zerre kadar incitmemeğe gayret ederdi. Üstelik ellerinden gelen her iyilik, ihsan ve atıyyelerle onları taltif etmeği vazife sayardı." diye cevap verildi. (Tergîb Trc. 3/331)

Bunu yapabilen öyle bahtiyar ve mes'ud bir insandır ki, ahiret gününde herkes kendi başının kurtulmasını isterken, o zâkirin her şeyden emin ve nurlara gark olmuş halde, o günkü dehşetli manzarayı makamından seyr etmekte olduğu beyan buyrulmuştur. Zîrâ yüzlerce köle azad etmenizden ve pek çok tasaddukta bulunmanızdan, hattâ altın, gümüş infak etmenizden ve düşmanla karşılaşıp dövüşmenizden ki, siz onların boyunlarını vurursunuz, onlar da sizin boyunlarınızı vururlar; işte bunların hepsinden en hayırlısının zikrullah olduğu bildirilmiştir. Ayrıca, insanları Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin azabından kurtaracak yegâne şeyin yine zikrullah olduğu belirtilmiştir.

İmam Tirmizî'nin beyan ettiği bir hadis-i nebevîde ise, kıyâmet gününde ind-i ilâhîde efdal-i ibâdın kim olacağı sualine karşı;

"--Allah-u Teàlâyı çok çok zikredenlerdir." buyrulmuştur. O zaman;

"--Fî sebîlillah muharib ve mücâhid olan gazilerden de mi hayırlı ve efdaldir?" sualine karşı:

"--Evet, o gazi eğer düşmanla döğüş esnasında kılıncı kırılıp kanlar içinde kalsa dahi, yine zikrullah üstündür. Yâni Allah-u Teàlâ'yı çok zikredenler, bunlardan derece itibarıyle efdal ve a'lâdır." buyurduğu gibi, yataklarında dahi Hakk'ın zikriyle meşgul olan zevât-ı muhteremenin bile yüksek derecelere nâil olacağını bildirmiştir.

Dört şey kimde bulunursa, ona dünya ve ahiretin bütün hayırları verilmiş sayılır:

1. Allah-u Teàlâ'nın verdiği nîmetlere şükür.

2. Allah Celle ve A'lâ Hazretleri'ni dâimâ zikir.

3. İbtilâlara sabır.

4. İffetine ve kocasının malına hıyanet etmeyip, emirlerine itaat eden kadın.

İşte bu esvafı hàiz olan bahtiyarlara, dünya ve ahiret nîmetleri verilmiş demektir. Hem de Allah-u Zül-celâl vel-kemâl Hazretleri'ni zikr edenlerle etmeyenler, ölülerle dirilere benzetilmiştir. Burada Hakk'ı zikreden kimse hayat sahibine, zikirden gàfil olan zavallılar da ölülere teşbih olunmuştur. Hayat sahibinden her zaman faydalanmak nasıl mümkünse, zâkirden de aynı faydanın hasıl olacağı; ölülerden nasıl fayda hasıl olamazsa, zikrullahtan haberi olmayan gàfillerden de böylece bir fayda elde edilemeyeceği ve olamayacağı da pek âşikâr bir şeydir.

Binâen aleyh, insanların çok uyanık olması gerekir. Bu gibi Hak'tan gàfil olan kimselerden bir hayır beklenmesi, zehirden şifa beklemek kadar hatalı bir şeydir. Bu sebeptendir ki, gerek mücahidlerin cihadından, gerekse sàlihlerin namaz, oruç, zekât, hac ve sadakalarından ecirce daha büyük olanı;

Allah'ı çok zikredenler olduğu buyrulmuştur ki, Allah Sübhànehû ve Teàlâ'yı zikredenlerin derecelerinin ne kadar yüce olduğu böylece görülmektedir.

Hattâ bir rivayette:

"Zikrullahtan daha üstün sadaka olmaz." buyrulmuş olmakla, zikrullahla meşguliyetin sadaka dağıtmaktan efdal olduğu da belirtilmiştir.

Çok zikirle meşgul olmayanların, imandan uzak oldukları da ifade buyrulmuştur. (Et-Tergîb, 2/401)

Artık bu beyan olunan hadis-i şeriflerle, insan insaf edip, Hakk'ın zikrini en mühim vazife bilerek, Ehl-i sünnet vel-cemaatten olan bir mürebbî bulmalıdır. Bu mümkün olmazsa, bu eser onun için en güzel bir mürşid ve mürebbi olarak kâfî gelir. Çünkü Allah-u Teàlâ'nın azabından insanları kurtaracak olan şeyin, ancak zikrullah olduğu ayrıca tasrih buyrulmuştur.

TOPLU OLARAK ZİKİR YAPILMASI

Zikrullah herkesin kendisine düşen bir vazifedir. Fakat bunun toplu olarak yapılmasında pek çok faydalar vardır ki, bunu yalnız başına yapılan zikirde bulmak mümkün değildir. Çünkü toplu olarak yapılan zikrullaha melekler de iştirak ederler. Onlarla birlikte oturup, semâ ile yer arasını doldururlar. Bu şekilde Ademoğlunun Hàlik-ı Zülcelâl'ı zikri, onların da hoşuna gider.

Ademoğlundan sàdır olan zikrin, meleklerden sàdır olan zikirden eşref ve a'lâ olduğu bildirilmiştir. Zira Ademoğlundaki dünyevî meşguliyetlerle birlikte bir de şehvet ve nefis gibi azılı düşmanların tasallutlarını düşünürsek, hak vermemek mümkün değildir. Hatta bu bahtiyar zâkirlerin arasında bir de başka niyetle gelmiş, zikirden gafil, belki de onların ne yaptıklarını görmek veya tarassud etmek, gözlemek maksadıyla dahi gelmiş bir kimse bulunsa, onun da onlarla birlikte mağfiret-i ilâhiyyeye mazhar olacağı beyan buyrulmuştur. (Et-Tergîb, 2/402)

Enes ibn-i Mâlik RA'ın beyan buyurduğuna göre: Bir kavim ancak Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasını kasd ederek zikrullah için toplanmış olsalar, semâdan bir münâdi tarafından kendilerine, "Seyyiatınız hasenata tebdil olduğu halde kalkınız!" diye nidâ edilir ki, buradan kalkıp giderken seyyiatınız hasenata çevrilmiş ve günahlardan tamamıyla temizlenmiş bir halde ayrılmış olursunuz demektir.

Yine Enes RA'ın beyan ettiği diğer bir hadis-i şerife göre, Cenâb-ı Hakk'ın bir takım seyyar, yâni gezici melekleri vardır ki, onlar dâimâ zikrullah meclislerini ararlar. Onları buldukları zaman etrafını ihata edip, onlarla birlikte durarak ellerini semâya, Rabbül-izzete çevirip derler ki:

"--Ey Rabbimiz! Biz senin öyle kullarını bulduk ki, onlar senin nîmetlerini ta'zim edip kitab-ı ilâhîyyeni okumakta ve Nebiyy-i Muhteremine (SAS) salât ü selâm etmekte ve senden dünya ve ahiretlerini taleb etmektedirler."

Mukabeleten Cenâb-ı Feyyâz-ı mutlak da:

"--Onları benim rahmetime gaşyediniz!" buyurur.

Bir rivayette, "Onlarla beraber oturanları da..." buyrulmuştur.

Diğer bir rivayete göre de, zikir meclisine, meleklerden bir cemaat iştirak edip, onların her türlü zikirlerine tahmid, tesbih, tekbirlere beraberce devam ederler. Cenâb-ı Hak da meleklerine:

"--Şâhid olunuz, ben onları mağfiret ettim." buyurur.

Melekler:

"--Yâ Rabbi, onların arasında filan ve filan da vardı, bunlar yanlışlıkla gelmiş kimselerdir." deyince, Cenâb-ı Hak:

"Onlar öyle bir kavimdir ki, onlarla oturup kalkanlar dahi şakî olmayacaklar." buyurur ki ne kadar şâyân-ı dikkattir. (Et-Tergîb, 2/402)

Binâen aleyh, ehl-i insafın, bunlar hakkında söylenen her türlü sözleri bırakıp, bir an evvel aralarına karışmayı bir nimet, devlet ve saadet bilmeleri iktiza eder.

Rasûlüllah Efendimiz SAS:

"--Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri, kıyâmet gününde bir kavim ba's eder ki, yüzleri nurdan pırıl pırıl, inciden minberler üzerine oturmuşlar, bütün insanlar onlara gıbta ederler. Halbuki bunlar, ne enbiyâ ve ne de şühedâdırlar." deyince, bir a'rabî, iki dizi üzerine gelerek:

"--Yâ Rasûlallah, onları bize beyan et ki, biz de onları bilelim!" dedi.

O zaman, Efendimiz SAS buyurdular ki:

"Onlar, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızası için birbirleriyle muhabbet kuran, muhtelif kabilelerden ve muhtelif mahallerden, Allah'ın zikri için toplanmış kimselerdir." (Et-Tergîb, 2/406)

Her zaman Hakk'ın zikri için toplanan kimselerin etrafını, melekler çevirip onları rahmet-i ilâhiyyeye gark etmeleri suretiyle üzerlerine mağfiret-i ilâhîyye nazil olacağı ve Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin onları kendi indinde bulunan meleklerine zikredeceği; yâni "Bakın benim şu kullarıma, beni nasıl anıyorlar!" diye medhedeceği, Müslim, Tirmizî ve İbn-i Mâce Hazerâtı tarafından rivayet edilmiştir.

Tirmizi'nin bir rivayetine göre de:

"--Cennet bahçelerine uğradığınız vakit onların meyvelerinden yiyiniz!" buyrulunca;

"--O cennet bahçesi nedir?" denilmiş.

Cevâben:

"--Zikir meclisleri, yâni halka-i zikirdir." buyrulmuştur. (Tergîb trc. 3/335, Zikir ve Dua bl.)

Görülüyor ki, insanların toplu olarak, gerek cehrî ve gerekse hafî zikir meclislerinin, melekler tarafından aranmakta oldukları ve onlardan çıkan mânevî râyiha-i tayyibelerle ve gayet güzel kokularla onları buldukları, tanıdıkları ve onlarla zikirlere iştirak edip, o mânevî hazdan nasiblerini almakta oldukları beyan olunurken; zımnen bizlerin de melekler gibi ashab-ı zikri bulup, onlarla hemhal olmamıza işaret ve tavsiye vardır.

ZİKRULLAH YAPILMADAN VE SALEVAT GETİRİLMEDEN DAĞILAN MECLİSLERİN AKIBETİ

Cümlenin ma'lûmudur ki, insanın en şerefli ve en aziz ve kıymetli vakitleri, Hàlik-ı Zülcelâl Sübhànehû ve Teàlâ Hazretleri'yle beraber bulundukları zamandır; şeref ve izzet, sahibül-mülk vel-melekût olan Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri'nin maiyyetinde bulunmaktır. Bu devlet ve saadet bulunmaz bir nîmet-i uzmâ olup, bundan haberdar olmayan gàfillerin, o aziz, kıymetli ve bir daha ele geçirilmesi mümkün olmayan nefeslerini boş yere zâyi edip, telâfisi olmayan hayatlarını ellerinden kaçırmaları ne kadar acı bir şeydir. Bunu bize izah eden dört hadis-i şerif zikrolunmuştur ki, hülasa olarak kardeşlerime bildirmeyi ve duyurmayı bir borç addederim.

Hepimiz biliriz ki, yerlerin şerefi o yerlerde sâkin olan insan ve eşyalarla kàimdir. Meselâ: Gayet güzel bir orman içinde, soğuk, tatlı, leziz ve bol miktarda akar sular, çağlayanlar var. İlim sahipleri ve güzel, kıymetli bir çok mâbedlerle dolu olan böyle bir yerin değeriyle; çorak, susuz, mâbedsiz ve ilim sahiplerinden mahrum bir yerin değeri hiç müsâvi olur mu?.. Onun için insanlar daima böyle güzel yerleri ararlar ve oralarda sâkin olmayı isterler. O hava ve sulardan, manzaralardan istifade etmek fırsatını kaçırmamağa çalışırlar.

Gerek ilim ve gerekse zikir meclisleri de bu maddi güzelliklerden ve fânî faydalardan daha mühim olan ebedî hayat faydalarını kazanmağa vesîledirler. Ahireti kazanmak insanın birinci vazifesiyken, nefis, şehevât ve şeytanın iğfallerine kapılıp da günahlara giriftar edecek işlerde ve yerlerde bulunan, zikrullah ve salevatlardan mahrum olan zavallıların hâlinin ne kadar üzücü ve acıklı olduğu, Et-Tergîb'in 2. cildinin 410. sayfasında beyan buyrulan hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır.

Ebu Hüreyre RA Hazretleri'nin rivayet ettiği üç hadis-i şerifle, Abdullah ibn-i Mugaffel RA'ın rivayetlerinde şöyle buyrulmuş:

Burada Allah-u Tebâreke ve Teàlâ Hazretleri'nin zikrinden hàlî olan meclislerden kalkanlar, ancak bir merkeb cifesinin başından dağılanlara benzetilmiş ve kıyâmet gününde de bu hallerinden dolayı nâdim ve pişman olacakları bildirilmiştir.

Filhakîka, böyle bir hayat nimetine bir daha kavuşmak imkânı olamayacağından, bu fırsatı kaçırıp da hevây-ı heveslerine mağlub olanlar, o aziz ve kıymetli nefeslerini ve saatlerini zayi ettiklerine ne kadar acısalar yine azdır.

Binâen aleyh, bu gibi günahı ve nedâmeti mucib olan yerlere sokulmamakdan daha iyisi yoktur. Cenâb-ı Hak cümlemizi hıfz ve himâyesinden bir an ayırmasın... Âmin, bi-hürmeti seyyidil-mürselîn.

Meclislerdeki Hatâ ve Kusurların Afvına Sebep Olan Bir Dua:

(Sübhànekellàhümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike lek, estağfiruke ve etûbü ileyk.) (1)

(1) [Yâ Rabbi, seni hamdinle tesbih ederim, senden başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim; senden mağfiret taleb eder ve sana dönerim.] (Et-Tergîb, 2/411)

Her kim bu duayı, bulunduğu meclisten kalkarken üç kere okursa, oradaki günahların mahv ve izâlesine sebeb olacağı gibi, Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve tahmid edip şehadet kelimesini de okumasıyla, Hak Celle ve A'lâ'ya istiğfar ve rücûunun ayrıca mükâfâtını alacağı âşikârdır.

Onun için her meclisten, gerek bir iş için ve gerekse bir sohbet için buluşulan her toplantıdan kalkarken unutulmaması elzem olan bu duayı okumadan kalkmamanızı tavsiye ederim.

KELİME-İ TEVHİD'İN FAZÎLETLERİ

Hazret-i Ebüd-Derdâ RA'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

"--Bir kimse günde yüz kere Lâ ilâhe illallah derse, kıyamet gününde, Allah-u Teàlâ Hazretleri, o kulunun yüzünü ayın ondördüncü bedir gecesindeki parlaklığı gibi ba's ve haşr edecek ve sevap cihetinden onun ameli derecesine hiç kimsenin ameli ref' olunmayacaktır. Ancak onun kadar ve daha ziyade diyenlerinki müstesnâdır." (Et-Tergîb, 2/449)

İmâm-ı Buhàrî'nin Ebû Hüreyre RA'den rivayet ettiği hadise göre:

"--Yâ Rasûlallah, kıyâmet gününde şefaat-i seniyyelerinize en ziyâde lâyık olanlar kimler olacak?" sualine cevâben:

"--Sahih bir îtikadla evâmir-i ilâhiyyeye ittibâ ve nevâhîden ictinabla beraber, şer-i şerifle àmil ve müstakim olduğu halde, bütün kalbiyle Lâ ilâhe illallah diyenler, kıyâmet günü şefaatımla en bahtiyar olacaklardır." buyurmuşlardır. (Et-Tergîb, 2/412)

Müslim'in rivayetinde ise, "Bir kimse Lâ ilâhe illallah diye şehadet getirirse, Allah-u Teàlâ o kimse üzerine cehennemi haram kılar." buyrulmuştur.

Buhàri ile Müslim'in müttefikan rivayet ettikleri hadis-i şerifte ise, Efendimiz SAS'in arkasında Muaz RA ile bir yere giderlerken, "Yâ Muaz ibn-i Cebel!" diye üç kere seslenmişler. O da, "Lebbeyk ve sa'deyk yâ Rasûlallah!" deyince; buyurmuşlar ki:

"Kim bütün kalbiyle inanarak, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah rasûlü olduğuna şehadet getirirse, muhakkak Allah-u Teàlâ Hazretleri o kulunu nâra, yâni cehenneme haram kılar." (Et-Tergîb, 2/413)

Ve yine;

[Kim Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer ve Allah o kulunu cehenneme haram kılar.] gibi ehadis-i nebeviyyeler en büyük tebşîratlardır.

Fakat, bu kelime-i tevhidi söylemekle yapılan başka günahlar veya şeriatin haricindeki hareketler, namazı inkâr, ve sâir feraizi inkâr veya küfrü mucib olan şeriat-i Ahmediye ve sünen-i nebeviyyeyi tahkir ve istihzâ veya bunlara mümâsil işler yapılmadıkça demekdir. Yoksa her fenalığı yapıp da sonra benim tevhidim var demek abes olur.

Çünkü, Zeyd ibn-i Erkam RA'ın naklettiği bir hadiste:

"Her kim ihlâs ile birlikte Lâ ilâhe illallah derse, cennete dahil olur." buyrulmuştur. "İhlâs nedir?" diye sormuşlar. O da: "Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin yasak ettiği şeylerden bu şehadet sözünü uzak tutmasıdır." diye cevap vermişlerdir.

Tirmizi'nin rivayetinde ise:

"Her kim ihlâs ile kelime-i tevhidi söylerse, muhakkak semâ kapıları açılır, hatta Arş'a kadar sevabı gider; büyük günahlardan sakındığı müddetçe..." buyrulmuştur. (Râmûz, 377/2)

Ebû Saîd el-Hudrî RA ın rivayetinde ise, Mûsâ AS'ın;

"--Yâ Rab, bana bir şey ta'lim et ki onunla seni zikredeyim ve sana dua edeyim!" demesi üzerine, Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri:

"--Lâ ilâhe illallah de!" buyurmuştur.

Tekrar:

"--Yâ Rab, bütün kulların onu söylüyor." deyince, Cenâb-ı Hak Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri:

"--Lâ ilâhe illallah de!" buyurmuş.

"--Yâ Rab, bana mahsus bir şey istiyorum." demesi üzerine, Hallâk-ı alem Celle ve A'lâ Hazretleri buyurmuşlar ki:

"--Yedi kat gökler ve yedi kat yerler terazinin bir gözüne, Lâ ilâhe illallah da diğer gözüne konmuş olsa, kelime-i tevhid ecir ve sevab cihetinden onlardan ağır gelir".

İsmullàhın üzerine ağır gelecek hiçbir şey olmadığı da bildirilmiştir.

"LÂ İLÂHE İLLALLÀHU VAHDEHó LÂ ŞERÎKE LEH" DEMENİN FAZÎLETLERİ

Her kim günde on kere:

(Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) (1) derse, Hazret-i İsmâil neslinden on köle azad etmiş gibi sevaba nâil olacağı ve tam bir ihlâsla kalben tasdik, lisânen de söylediği takdirde, Hazret-i Allah Celle ve A'lâ'nın o zikri söyleyen kuluna re'fet ve rahmet nazarıyla bakacağı ve onun tevhidini ve şükrünü kabul edip, taleb ve isteklerine icâbetle hacetlerini de kaza edeceği gibi, bu tesbihi zikredenlerden daha çok bir sàlih amel sahibi de bulunmayacağı ayrıca bildirilmiştir. (Et-Tergîb, 2/418)

(1) [Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur; o tektir, ortağı yoktur. Mülk onundur, hamd ona mahsustur ve o her şeye kàdirdir.]

Efendimiz SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:

"Duaların en hayırlısı, Arafe gününde yapılan duadır. Ben ve benden evvelki bütün peygamberlerin dualarının en hayırlısı da, (Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) zikridir." (Feyzül-Kadîr, 3/4005)

Hattâ bunu günde yüz defa söylemenin fezàili çok yüksek olmakla beraber sabah ve ikindi, hatta akşam namazlarından sonra, çarşı ve pazarlarda dahi söylemenin fezàili saymakla bitmez ve tükenmez."

Bazı rivayetlerde ise:

(Lâ ilâhe illallàhu vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, biyedikel-hayru ve hüve alâ külli şey'in kadîr.) olarak da bildirilmiştir. (Et-Tergîb, 2/449)

Bununla beraber, "Allah-u Tebâreke ve Teàlâ Hazretleri'nin rızası kasdıyla hangi şekliyle denirse densin, Allah-u Teàlâ Hazretleri bu kelime-i tayyibenin okunduğundan nâşi, o kulunu cennetine ve nîmetlerine kavuşturur." buyrulmuştur.

Binâen aleyh, bu gibi fezàil-i kesîreyi câmi olan ve Peygamberimizle beraber bütün büyük peygamberlerin okuduğu bu çeşid tevhidlerin okunması ve vird edinmesinin bir çok dünyevi ve uhrevi hayırları, nîmetleri ve pek çok faydayı calib olduğu akl-ı selim sahiblerince ma'lûmdur. Gaflet edilmeyip bu fani dünyada ebedi ahiret nîmetlerine mazhar olabilmek için elden gelen gayreti sarf etmenin ne kadar münasib olacağı cümlenin ma'lûmudur.

TESBİHLERİN FAZÎLETLERİ

Efendimiz SAS Hazretleri, Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri'ne en sevgili kelâmın:

(Sübhànallàhi ve bihamdihî) sözü olduğunu, Ebû Zer Hazretleri'ne vâkî olan hitabında beyan buyurmuş olmakla beraber, yine:

"İki kelime vardır ki, dile gayet kolay, hafif, mizanda ise sevab bakımından gayet ağır, bununla beraber Rahman olan Hazret-i Allah'a da çok sevgilidir. Onlar da:

(Sübhànallàhi ve bihamdihî sübhànallàhil-azîm) sözleridir." buyurmuşlardır.

Yine Ebû Zer RA dan rivayet olunur ki, Rasûl-i Ekrem SAS Hazretleri:

"--Dikkat ediniz, Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne en sevgili olan kelâmı size haber vereyim mi?" buyurdular.

Ben de:

"--Allah-u Teàlâya en sevgili olan kelâmı bize buyurun yâ Rasûlallah!" dedim.

Efendimiz SAS de:

"--Tahkik Allah-u Teàlâya en sevgili kelâm (Sübhànallàhi ve bihamdihî)'dir." dediler.

Müslim'in diğer bir rivayetinde, Rasûl-i Ekrem SAS Efendimiz'den efdal-i kelâm sual olunduğu vakit, "Allah-u Teàlâ'nın melekleri veya kulları için seçtiği (Sübhànallàhi ve bihamdihî) kelâmıdır" buyurmuştur.

Yine Hakim'in rivayetinde, Efendimiz SAS Hazretleri buyurmuşlar ki: "Bir kimse Lâ ilâhe illallah derse cennete dahil olur veya cennet ona vacib olur." Ayrıca, "Her kim, yüz kere Sübhànallahi ve bihamdihî derse, Allah-u Teàlâ o kuluna 124.000 hasene yazar." Ashàb-ı kiram:

"--O takdirde bizden kimse helâk olmaz." deyince:

"--Evet sizden biriniz dağların bile tahammül edemiyeceği kadar hasenatla gelir de, sonra Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nîmetlerle karşılaştırınca nîmetler ağır gelir. Fakat yine Cenâb-ı Hakk'ın rahmet, fazl, ihsan, lütuf ve keremiyle müsamaha olunarak afv-i ilâhîye mazhar olurlar."

Diğer bir hadis-i şerifte ise: "Her kim gece kalkıp namaz kılmaktan veya malından infak etmekden veya düşmanla cenk etmekden korkarsa (Sübhànallàhi ve bihamdihî) tesbihini çok etsin. Çünkü bu tesbih, Allah-u Teàlâ'ya, bir dağ kadar altını infak etmekten daha sevgilidir" buyurmuştur.

Ebu Hüreyre RA Hazretleri'nin rivayetinde: "Her kim günde yüz kere (Sübhànallàhi ve bihamdihî) derse onun günahları --deniz köpükleri kadar çok olsa dahi-- mağfiret olunur," buyrulmuştur. (Et-Tergîb, 2/422)

Mus'ab RA'ın rivayetinde: "Biz Rasûlüllah Efendimiz'in yanlarında bulunuyorduk. Bize buyurdular ki:

"--Sizden biriniz günde bin hasene kazanmaktan aciz misiniz?" deyince, mecliste oturanlardan birisi:

"--Bizden biri nasıl bin hasene kazanabilir?" diye sordu.

O zaman Efendimiz SAS Hazretleri şöyle buyurdular:

"Yüz kere Cenâb-ı Hakk'ı tesbih eder, ona karşılık bin hasene sevabı yazılır veya bin günahı silinir." (Et-Tergîb, 2/423)

Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz Hazretleri: "Benim 'Sübhànallah, vel-hamdülillah, ve lâ ilâhe illallah, vallàhü ekber.' demekliğim, güneşin üzerine doğduğu her şeyden bana daha sevgilidir." buyurdukları gibi;

"Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne de kelâmların en sevgilisi şu dört kelâmdır:

(Sübhànallah, vel-hamdülillah, ve lâ ilâhe illallah, vallàhu ekber.) buyurdular. Bunların hangisiyle başlansa zarar etmez. Yâni evvelâ, Lâ ilâhe illallah, veya Elhamdü lillâh, veya Allàhu ekber deseniz de câizdir.

Ümm-ü Hàni RA diyor ki: Rasûl-i Ekrem SAS Hazretleri'ne bir gün uğradığında dedim ki:

"--Yâ Rasûlallah, artık yaşım ilerledi ve zayıf düştüm. Bana bir amel tavsiye buyur ki, ben onu oturduğum yerde yapayım!"

Buyurdular ki:

"--Yüz kere tesbih eyle! Çünkü bu tesbih, İsmail evlâtlarından yüz köle azad etmeğe muadildir.

Yüz kere Allah'a hamd eyle! Bu da senin için yüz atı, eğeri, gemi ve yükleriyle beraber fî sebîlillâh vermeye muadildir.

Yüz kere de Allàhu ekber de! Bu da senin için kabul edilmiş ve kilâdelenmiş yüz deveyi kurban etmeye muadildir.

Yüz kere de Lâ ilâhe illallah de. Bu da senin için gök ile yerin arasını sevapla doldurur ve o gün senin amelinden efdal hiç bir amel sahibi bulunmaz, ancak senin yaptıklarını yapanlar müstesnâ..."

Abdestle namaz imanın yarısıdır. "El-hamdülillah" kelimesinin sevabı mizanı doldurur. "Sübhànallahi vel-hamdülillah"ın sevabı ise, gökle yer arasını doldurur. Namaz nurdur, sahibini günahlardan korur ve doğru yola sevk eder; ecri, sevabı ahirette sahibine nur olur, kalbi de hakayık-i ilâhîyyeye karşı münkeşif olur. Dünya ve ahirette zàhir ve bâtını nurlu olur. Sadaka burhan olur. Şöyle ki: Kıyâmet gününde maldan sorulduğu vakit sadakaları alâmet olur. Sadaka fâilinin imanına hüccettir; çünkü münafıklar îtikatsızlıklarından nâşi sadaka vermezler. Şu halde sadaka, imana alâmet oldu.

Sabır ziyâdır. Sabrın ziyâ olması da, taatlara nefsini cebr ve yasaklara karşı da onu men etmektir. Bir de belâ ve felâketlerde feryad etmemelidir. İbrâhim el-Havas'a göre sabır, kitap ve sünnet üzere sebattır. Ebû Ali ed-Dekkak (Rh.A) ise; "Sabrın hakîkati, takdire itiraz etmemektir." buyurmuştur.

Kur'an-ı Kerim de, emirlerine imtisâl ettiğin takdirde lehine, aksi halde ise aleyhine hüccettir. Her insan kendi nefsi için çalışır. Bazısı tâat-ı ilâhiyye sebebiyle kendisini azab-ı ilâhîden kurtarır; bazısı da nefsini şeytan ve hevâsına satarak kendini helâk eder.

Et-Tergîb vet-Terhîb, c. 2, sayfa 427'de zikredilen hadis-i şerif ise, her türlü hayırları kendisinde toplamıştır. Bir kere nezâfete davet eder, iç ve dış temizliğine teşvik eder; hased, kin, gazab, ucüb, riya, hırs, şehvet ve bütün ezâlardan azade olmak, amel-i sàlihlerle birlikde evâmir-i ilâhîyyeye icâbetle beraber beş vakit namazı erkânına riayetle kılmak, zekâtı vermek, fukaraya zuafaya yardımda bulunmak, ihtiyaç sahiblerine elden gelen hizmetleri esirgememek ve sâir ibadet ve taatleri îfâyı ihmal etmemek, sabır, şecâat, metânet, azim, adalet, hikmet, kanaat, zühd, takvâ gibi mekârim-i ahlâkı dahi elde etmeğe çalışmak yolunu gösterir. Bilhassa, müslimîni irşada, evâmir-i ilâhîyyeye imtisâle ve nevâhîden ictinâba sa'y ve gayreti müstelzimdir.

Cenâb-ı Hak Sübhànehû ve Teàlâ'dan, selâmet, hidayet, sàlih amellere muvaffakıyyet ve Efendimiz SAS Hazretleri'nin sünnet-i seniyyesine ittibâlar nasib ve müyesser eylemesini temenni ve niyaz eyleriz.

Ebû Zer RA Hazretleri, beşinci müslümandır. Zühd ve takvâsı çok yüksek, dünyaya hiç meyil ve muhabbeti olmayan, para ve servetlerin biriktirilmesine kat'iyyen razı olmayan, seçkin bir sahabe idi. O anlatıyor ki, ashab-ı kiramdan bazıları Rasûl-i Ekrem SAS Efendimize:

"--Yâ Rasûlallah, zenginler, malları çok olanlar çok sevab alıyorlar. Çünkü bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar, tuttuğumuz orucu onlar da tutuyorlar ve aynı zamanda mallarından fazlasını da tasadduk ediyorlar." dediler.

Efendimiz SAS Hazretleri de:

"--Cenâb-ı Hak sizler için de tasadduk edecek şeyler ihsân etmedi mi?" buyurarak her tesbihin bir sadaka, her tekbirin bir sadaka ve her tahmidin bir sadaka, emr-i ma'rufun bir sadaka, münkerattan nehyin bir sadaka, hattâ muamelât-ı zevciyyenin dahi sadaka olduğunu bildirince;

"--Yâ Rasûlallah, bizim şehvetlerimizi icrâda da mı sadaka ecir ve sevabı vardır?" demişler.

Efendimiz SAS de:

"--Evet eğer siz şu şehvetlerimizi haramda kullanmış olsanız, nasıl günah işlemiş olursanız; helâle kullandığınız için de, böylece sevaba ve ecre nail olursunuz." buyurmuşlardır. (Et-Tergîb, 2/429)

Ve yine, "Her insanın vücudunda üçyüzaltmış mafsal, yâni oynak yerleri yaratılmış olup, bunların her birine şükren-lillâh birer sadaka lâzım olduğu; binâen aleyh, her kim ki Allah-u Teàlâ'ya tekbir, tesbih, tahmid, tehlil ve istiğfar eder ve müslümanların yollarından onlara ezâ veren taş, diken, kemik ve sâire gibi şeyleri kaldırır ve emr-i ma'ruf, nehy-i münker yaparsa; bu, üçyüzaltmış mafsalın şükrü olarak sadaka yerine geçeceği gibi, cehennemden de kendisini kurtarmış olduğu halde akşama dahil olur." buyrulmuştur.

İbn-i Ebî Evfâ RA'ın rivayeti ise çok şâyân-ı dikkattir. Bir a'rabî:

"--Yâ Rasûlallah, Kur'an-ı Azîmüşşan'ı tam ve güzel okumağa çok çalışıyorum, yoruluyorum, yine de lâyıkı vechile okuyamıyorum. Bana öyle bir şey öğretiniz ki Kur'an-ı okumuş gibi çok sevap alayım!" dedi.

Efendimiz SAS Hazretleri ona:

"--(Sübhànallahi vel-hamdülillahi velâ ilâhe illallàhü vallahu ekber) de!" buyurunca; a'rabî bunları tekrarladı ve parmaklarıyla saydı ve sordu:

"--Yâ Rasûlallah, bunların hepsi Rabbim içindir; benim için ne var?" dedi. Yâni, "Benim için bir şey yok mu?" demek istedi.

Bunun üzerine Efendimiz SAS Hazretleri:

"--Sen de;

(Allàhümmağfirlî, verhamnî, verzuknî, vehdinî) [Allahım beni bağışla, bana merhamet et, bana rızık ver, bana hidâyet ver!] de, buyurdular.

A'rabî bunları öğrenip gitti. Efendimiz Hazretleri:

"--A'rabî muhakkak elleri hayırla dolarak gitti." buyurdular. (Et-Tergîb, 2/430)

Onun için bu (Allàhümmağfirlî, verhamnî, verzuknî, vehdinî) duasını iki secde arasında okumak, hem secdeler arasındaki durmayı te'min eder, hem de güzel bir yalvarış yapılmış olur ki, makbûl-ü ilâhi olacağına şüphe yoktur.

Ebû Hüreyre RA'ın rivayetinde ise, Efendimiz SAS Hazretleri, ashàb-ı kirâm hazerâtına:

"--Kalkanlarınızı alınız!" deyince;

"--Yâ Rasûlallah, hazır bir düşman mı var?" diye sormuşlar.

Cevaben:

"--Hayır, velâkin cehennem ateşinden korunacağınız kalkanı alınız! Bu kalkan, (Sübhànallàhi vel-hamdü lillàhi velâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber)'dir; bunu deyiniz. Çünkü kıyâmet gününde bunlar sizin önünüzden ve ardınızdan gelecekler, yâni sizin necâtınıza sebep olacaklardır." buyurdular.

Bunlar bâkî olan, sàlih ve makbul amellerdendir. Binâen aleyh hiç gaflet etmeyip, her halde, her gün en az yüz kere söylemek her mü'min ve muvahhide elzemdir. Çünkü izni, şâri-i din Rasûl-i Ekrem Efendimiz vermiştir. Arkasından, (Velâ havle velâ kuvvete illâ billâh) denilirse daha a'lâ ve efdal olur. Zîrâ bazı rivayetlerde bu da vardır. (Et-Tergîb, Zikir ve Dua bl.)