TOKLUĞUN AFETLERİ VE AÇLIĞIN KERAMETLERİ

Ey azîz! Ehlullah demişler ki:

"Her kim yemek ve içmekten başka nîmet bilmiyorsa, onun ilmi az, aynı zamanda azabı çoktur."

Tokluk zekâyı mahveder. Midenin doluluğu hikmeti ifsad eder. Tokluk bütün dertlerin başıdır. Açlık da şifaların en iyisi ve en menfaatlisidir.

Tokluğa devam, çeşitli ağrı ve sızılara sebeptir. Az yemekte az hastalık vardır. Çok yemek hastalıkları mucibdir. Korkulu rüyalar görmeye ve ihtilâm olmaya sebep ou. Tokluğa devam, yâni çok eme hastalıkları tahrik eder, hikmetleri söndürür. Çok yemek kalbe kasâvet ve cesede illet getirir.

Hak Teàlâ bir kuluna inâyet ve ikram eylese, onun karnını taamdan, fercini (namusunu) de haramdan pâk eder. Hak Teàlâ kime ki ikram eder, ona az yemek, az uyumak ve az konuşmak ilham eder. Kim ki açlığın kıymet ve hikmetini bilmez (gerek oruçla, gerek riyazetle), safâ-yı fikri bulamaz.

Çok yemek insana hem maddî hem de mânevî zarardır. Çok uyku da insana keder verir Her kimin ki taamı az olur, onun elemi az olur, sıhhati de uzun olur. Mide olgunluğu ile sıhhat bir arada cem olmaz. İnsanın canı birçok çeşitli yemekleri ister ve hazırlar. Halbuki bunlar hastalıkları celb eder, sıhhati bozar.

Açlık enbiyâların yolu ve velîler makamıdır Açlık deniz gibidir ve zekâ kaynağıdır. Açlık ruhların da, bedenin de rahatıdır ve vücudu teşrihtir, yâni iyi anlamaktır.

Açlık dertlerin devasıdır ve akılların cilâsıdır. Açlık ruhun istediği bir gıdadır ve yaralı kalblere devâdır. Sıhhat açlık ağacının meyvasıdır; zîneti safvet ve iffettir. Açlık asil bir ihsandır ve vuslat-ı ilâhiyeye bir binektir. Açlık dertleri nefy eder, giderir, şifaların en kuvvetlisidir.

Açlık evliyâ-i kirâmın zînetidir ve düşmanlara azabdır. Açlık tasfiye-i ruhtur, ruhu pâk ve sàfî kılmaktır, gayb mütâlâasına sebeptir. Açlık vücuttaki kötü fikirleri kahreder ve nefsin hevâ ve hevesini, fenâ ve kötü arzularını öldürür; gönle hayat ve safha verir, ilmin inceliklerine ve dirinliklerine nüfûza sebeptir.

Açlık dünya talipleri için duraklamadır. Zâhid için açlık pür-hikmettir. Àrifler için açlık safvettir. Allah dostları için kurbettir. Açlık hakka vuslat için taharettir, temizliktir. Açlık nefislere zillet, kalblere rikkat verir. Semâvî ilimlerin ıttılâına dikkat verir.

Àrifin nûr-u hikmeti, açlık acılarını ve ızdırabını birçok günler söndürür ve bir şey yiyeceği vakit beş on lokma ile ve hazır olanla iktifâ eder.

Vesveseler şeytanın tohumudur. Ektiği yer ise tok ve dolu midelerdir. Kim ki Allah için bir gün aç kalır veya oruç tutar; onun kalbinde hikmetten başka bir kapı açılır. Açlık ilim ve zekâyı îras eder; tokluk ise cehil ve zulmet getirir. En güzel taam açlıktır; nefis sahipleri ise bundan çok korkar ve feryâd ederler.

Açlık Hazret-i Allah'ın ziyafetidir. Tokluk ise, akıl ve zekânın yokluğuna alâmettir. Kim ki nefs-i hayvânîsini açlıkla keserse, buna mukàbil nûr-u ma'rifetle hayât-ı kalbi satın alır ve kâr eder, kazanır.

Bend eden dehânı,
Seyr eder cihânı.

Yâni her kim ağzını kaparsa, cihanı seyr etmeğe istîdat kazanır.

O lokma ki, lezzetinden buldun zevki,
Keşki bulsa onu düşman halkı.

Yâni lezzetli yemeklere iltifat, Hak yolcusuna yakışır bir şey değildir. Onun için bu söz, bu gibi dünyaya meyli olanların zevk aldığı lezzetli yemekleri, dünyaperest düşmanlara lâyık görmektedir.

Kim ki karnını dolduruncaya kadar yer, o ancak hayvana benzer. Yâni hayvan doyduğunu bilmez, mütemâdiyen yer; böyle doyuncaya kadar yemek ehlullaha yakışmaz. Yukarıda dediği gibi açlığını giderecek kadar bir şeyle iktifâ eder.

Açlık yeryüzünde Hazret-i Hakk'ın kullarına lütfudur. Zîrâ onunla hem sıhhatlerini korurlar, hem de ibadete bol vakit bulurlar. Velîlerin karınları bu açlıkla doyar, yâni az yemekle doyar. Çünkü karınlar insanın bayşlıca düşmanıdır. İnsan onun keyfi için ne kadar yorulur ve zahmetlere katlanır.

Àriflerin yemesi, hemen ihtiyaçlmarı kadardır. Uykuları da öyle; ancak uyku galebe ettiği zaman biraz uyurlar, o kadar. Zîrâ ömürlerini uyku ve yemekle geçirmek akıl işi değildir. O gàfil kişi ise, ne kadar yerse yine hep inkârdadır. Hemen hersaat durmadan yemek ister.

İlim ve hikmet ancak açlıkla bulunur; cehil ve ma'sıyet de tokluktadır. Açlıkta olan zevki eğer yeryüzünün hükümdarları bilseler, muhakkak saltanatlarını terkederlerdi. Açlık ancak havâss-ı evliyâya mahsus bir ziyâfet-i ilâhîdir vesselâm.

Nazım

Geldi Ramazan ayı, ey yâr-i kamer-simâ,
Ol sàim ü az uyu, tâ kalbin ola binâ.

Hàlî ol u hàlî ol, nây ol leb-i nâyı bul,
Ney misli deminden dol, nûş et şeker ü helvâ.

Bu nehr-i şikemden gil, nezh olmalıdır her yıl,
Tâ ayn-ı hayât-ı dil, ten arzı ede ihyâ.

Savm ile ten ü cânı, pâk eyle yeme nânı,
Dolsun mey-i rûhânî, tâ mest ola her eczâ.

Bu demleri gûş eyle, meydir bunu nûş eyle,
Seller gibi cûş eyle, tâ kalbin ola deryâ.

Cû' oldu taâmullah, kt-ı dil-i hir âgâh,
Vermiş o kuluna şâh, kim aşk iledir şeydâ.

Hakkı dün ü gün dâim, ol kàim ü hem sàim,
Dol aşk ile ol hâim, koy sûreti bul ma'nâ.

TOKLUĞUN ZARARI, AÇLIĞIN FAYDALARI

Ey azîz! Ehlullah demişler ki:

Üç şey vardır ki, kalbe kasvet verir: Çok yemek, çok uyku ve çok söz.

Karınlar tok olunca, insâniyetteki rûhâniyet ölür. Ne zaman ki karınlar acıkır, o zaman rûhâniyet bedene rücû eder. Bedenin sıhhati az yemektir; ruhun sıhhati de az uykudur. Kim ki tok olur, midesini doldurursa, ondan akıl gider, bir daha dönmez. Az yemek uykunun azlığına, az uyku da az konuşmaya sebep olur.

Tokluk hastalıkları celbeder. Bâhusus rûhî hastalıklar ekseriyetle çok yemekten ileri gelir. Tokluk bütün hastalıkların başıdır. Açlık da bütün şifâların başıdır. Bütün vesvese ve evhamlar, belki de bütün nefsânî ateşler açlıkla söner. Nefsi aç olanın, vesvesesi yok olur. Hattâ deliler bile aç bırakıldığı zaman, delilikleri gidip akıllı olurlar.

Açlık ibret tarlasıdır ve hikmet kaynağıdır; ruhların kemâli, muhabbetin de anahtarıdır. Aynı zamanda ma'rifet kandilidir, hakîkat yoludur. Nefis feryâd ü figan eden bir marîza benzer; onun şifası açlıktır Tokluk ile gönülden hikmet gider. Açlık ile her ilim hasıl olur. Açlık gönüllerin safâsı, müttakîlerin yoludur.

Beyit

Acıkmak kim vücûduna safâdır,
Şiâr-ı evliyâ ve asfiyâdır.

Takàzâ-yı taâm olmaz velîde,
Velînin ktu çün zikr-i Hudâdır.

Açlık bütün ahlâk-ı hamîdelerin başıdır, kaynağıdır. tokluk ise, bil'akis bütün ahlâk-ı zemîmelerin menbaıdır. Karın aç olunca, bütün a'zâlar tok; karın tok olsa bütün a'zâlar aç olurlar. Açlık nefse zindendir, kalbe ise gülistandır. Toklarda vesveseler yetip yetişir ve sabit olur. Açlıkta olan vesveseler ise hem âtıl ve hem de bâtıl olur.

Kimin ki karnı aç olur; onun kalbi iki alemden geçip Mevlâ'ya huzur bulur. Açlı kabi hikmetle doldurur, tokluk da kalbi sağır ve dilsiz yapar. Açlık bedende hiffet (hafiflik) ve iffet, gözde ibret, gönülde hikmettir. Kalbin cilâsı iki şeye vâbestedir: Biri açlık, biri de gece uykusuzluğunda yapılan ibâdet, tâat ve dualardır.

Ekmek, yemek bedenin gıdasıdır; açlık da gönlün gıdasıdır. Bir şeyhin müridi birkaç gün aç kalıp şeyhinden ekmek istemiş. Şeyh efendi ona Allah zikrini tavsiye etmiş. Üç gün sonra derviş yine dayanamamış, tekrar ekmek istemiş. Şeyh efendi de bu defa ona, "Hayyü lâ yemût" zikrini tavsiye etmiş. Dördüncü gün derviş, zâkir ve sàim bir cezbe-i Hak ile iftar edip, berhudâr olmuştur; can ve gönül gıdasını almıştır. Devlet ve ma'rifet-i ilâhîye erişmiştir. Eczâ-yı vücûdu, şarâb-ı aşk-ı ilâhî ile dolup, meczûb-u ilâhî olmuştur.

İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin, tokluğun zararları ve açlığın faydaları hakkında uzun uzadıya söyledikleri sözler, şüphesiz hep ma'kul ve memduhtur. İnsan başına musîbetler gelip de, doktorların eline düşünce, bu sözlerin ve nasihatlerin ne kadar doğru olduğunu anlar. Fakat iş işten çoktan geçmiştir. En iyisi büyüklerin nasihatlerine kulak verip, îtidal üzere harekete etmektir. Bu sûretle hem sıhhatini korumuş olur ve hem de asıl mühim ve lâzım olan ruhunu ve gönlünü öldürmemiş olur. Zâten gönül öldükten sonra, cismin ve hayatın hiçbir kıymeti kalmaz.

Onun için, merhum kitabında az yemenin faydalarını yazarken, İsâ Aleyhisselâm'ın bir buyruğunu da yazmıştır. Şöyle ki:

"--Sizler karnınızı aç tutunuz, ola ki kalbinizle Rabbinizi göresiniz!" buyurmuştur.

Hadis-i şerifte de:

"--İnsan karnından daha zararlı ve şerli bir kap doldurmamıştır." buyrulmuştur.

Zîrâ buradan alınan gıdalarla, vücut her cihetten kesb-i kuvvet eder. Kendisi şişmanlar, kilosu artar, vücudun muvâzenesi bozulur. Bununla da kalmaz, kendisine bir azamet ve büyüklük gelir; kendisinden zayıflara, belki de emsallerine kafa tutmaya başlar. Çalımı değişir, döğüşten, kavgadan çekinmez, etrafındakilere zararlı olmağa başlar.

Tabii, bu kadarla da kalmaz, bu sefer şehvetinin de esiri olur. Artık hakkından gelinmez, tam bir haylaz olur. Şimdi insanlık nerede kaldı?.. Halbuki bu yemeklere ve zevklere iptilâ, insanın mertebe-i nebâtiyesidir. Şehvetlere iptilâsı da mertebe-i hayvâniyesidir. İnsan bu iki mertebeyi geçmedikçe insan olamaz.

Bu iki kuvvetin elinde esir olan kimsenin, hayvanlar mertebesinde ve belki de daha aşağı olduğu bir ayet-i celîlede beyan buyrulmuştur. (El-A'râf: 179)

Elbette hiçbir akıllıya yakışmaz ki, insana lâyık olan melekiyet sıfatını böyle âdî bir duruma düşürsün... Onun için o nefis denen zalimin elinden kurtulup, matlûb ve maksud olan kemâlât-ı insâniyeyi elde etmek için, muhakkak àrifler yoluna sülûk edip, tasfiye-i kalb ile ruhunu cilâlandırıp, kâmil bir ahlâka sahib olarak kemâlât-ı ihsâniyeyi elde etmek ve bu vesîle ile hem dünyasını hem de ahiretini ma'mur ettiği gibi, beşeriyete de faydalı bir insan olmak lâzımdır.

Nebâtî ve hayvânî mertebeleri aşarak kâmil ve olgun bir insan olabilmek için az yemenin şart-ı a'zam bir rükün olduğunu unutmamak gerekir. Yemek, içmek ve zevk ü safâ ile geçirilen ömürlerde ise, ne insanlık ve ne de matlûb olan kemâl elde edilebilir.

Bunun için İbrâhim Hakkı Hazretleri:

"--Bir insan ki kâmil, àrif ve gönül sahibi olmak ister; ona günde 150 gramdan 300 grama kadar gıda gerekir. Ekmeği, suyu, meyvası vs. hepsi bunun içinde olmalıdır. Evvelâ 300 gramda başlayıp, tedricen günde birkaç gram eksilterek 150 grama indirmelidir." der.

Belki ilk bakışta, bu bize biraz garip gelirse de, herhalde uzun tecrübelere dayanan bu hesap, pek yerinde olsa gerektir.

Bir vakitler Şam-ı Şerif'i ziyaret esnasında, beldenin şeyhülislâmı olan müftî-yi âm dedikleri zât bizi yemeğe davet etmişti. Sohbet esnâsında, kendisinin çok müşkül bir hastalığa tutulduğunu, bir türlü tedavi olamadığını, nihayet bir Rus doktorunun eserini okuyup, onun tavsiyesine uyarak kırk gün ılık maden suyuyla, biraz da meyva suyundan başka bir şey yeyip içmediği bir rejimi tatbike kalktığını anlattı. Neticede tam 27 gün sonra hastalıktan eser kalmadığını söyledi. Sofrada hizmet eden 20 yaşlarındaki torununun da bu perhize on gündür devam ettiğini anlatmıştı.

Buna benzer birçok misaller hepinizin ma'lûmudur. Açlıkta hem vücuda, hem de ruha şifa vardır Cesedi besleyip ruhu öldürmek, şüphesiz akıllı insanların kârı değildir. Bu sözler hem ilme ve hem de tecrübelere dayanmaktadır. "Tecrübe edilmiş şeyleri tekrar tecrübeye kalkmak, ahmaklıktır." derler.

Bu açlık devresi, tâ ölünceye kadar devam edecek demek değildir Muvakkat bir zaman nefsin ıslah ve terbiyesi içindir. Nefis kemhale eriştikten sonra, bu açlığa lüzum yoksa da, yine ipin ucunu bırakmağa gelmez. Zîrâ nefse pek emniyet edilemez. Perşembe, pazartesi oruçlarını, Arabî ayların 13, 14, 15. eyyâm-ı biyz denilen günlerini ve üçaylare tutmak suretiyle nefsin dizginlerini dâimâ elde bulundurmak lâzımdır. Azgın bir atın gemini bırakıvermek ne kadar tehlikeli ise, nefsi de kendi haline bırakmak o kadar, hattâ daha fazla tehlikelidir. Açlığa sabır, sabr-ı cemîldir.

Nazım

Her lâhza ol vahy-i a'lâ, ervâha eyler hoş nidâ,
Derd olma hâki etme câ, pâk ol, gel et azm-i semâ.

Her cân ki ol tenbel olur, çün derd-i hum ka'rın bulur,
A'lâ-yı humâ hoş gelir, ger bulsa kedretten safâ.

Olmazsa tende hâk-i nân, sàfî olur bu âb-ı cân,
Esrâr olur kalbe ayân, bulur kamu derdin devâ.

Cânın çü, şûledir hemân, nûrundan ekserdir duhân,
Dûd içre nûr olmuş nihân, dil hànesi bulmaz ziyâ.

Az olsa ger bu dûd-ı nân, kalbin bulur nûru ayân,
Rûşen olur hoş bîgümân, hem bu serâ hem ol serâ.

Seyr et mükedder olsa mâ, ne su görünür ne semâ,
Pinhân olur şems-i duhâ, gaym u duman olsa havâ.

Şu beyitler ne kadar canlıdır Cenâb-ı Hak hemen bizim gönüllerimizi uyandırsın da, şu dünya ile ahireti iyi bilmeyi bizlere nasîb eylesin... Zîrâ bu insanoğlu öyle bir ekmel tarzda yaratılmış iken, her an Cenâb-ı Hak'tan gelecek ilhamları almaya kabiliyetli ve müsteid olduğu halde, bunu zâyî etmesi kadar acı bir şey yoktur.

Hakk'ın kuluna verdiği o gönül aynasıyla her iki alemi de görmesi ve seyri mümkün iken, insanoğlunun onu çamura atması ve paslandırması hiç revâ mıdır?.. Onu her gün beş vakit ibadet ve tâatle cilâlandırmak yerine tenbellik edip, ibadet ve tâatten geri kalınca elbette bu ayna kararıp bozulacaktır. İşte buna meydan vermemek için hem ibadete devam edilir, hem de riyâzetlere; tâ ki bu ayna eski haline gelip parlasın.

Herkes bilir ki, su bulanık olduğu zaman ne dibi görülür, ne de semâ, gök görülür. Yine ma'lûmdur ki, hava bulutlu olunca ne güneş, ne ay ve ne de yıldızlar görünür. Bizim günahlarımız tıpkı bunun gibi; ya su çok bulanık veya hava çok bulutlu ki, güneşi görmek mümkün olamıyor. Ya o bulutlar çekilmezse, vay halimize!..

Onun için, açık, temiz ve güneşli bir hava, temiz ve berrak bir su istiyorsak, muhakkak tevbe edip Hakk'a dönmek, onun hem emirlerine hürmet ve riayet, hem de ekmek ve yemeği bir müddet azaltarak riyazetle o pislenen suyu temizlemek; hem de üzerimize çöken mânevî zulmet bulutlarını gidermeye çalışmak, elbette ilk vazifelerimizden birisidir.

Bak, zengin çocuklarının içinde yüksek tahsil yapanlar pek azdır. Ekseriyetle muvaffakıyet kazananlar fakir çocuklarıdır. Bir de at koşuları vardır burada koşacak hayvanları bile, önce riyâzete çekip yemlerini ve sularını keserler. Zîrâ işkembesi dolu ve tok olan hayvanın koşuda muvaffak olamayacağını erbâbı iyi bilir. Cahil olan bir kimse, onu koşuyu kazansın diye çok yedirir, içirirse, herkese gülünç olur. Atının kıymeti hemen düşer.

Öyle ise ey aziz ve sevgili kardeşim! Bu dünyaya bu kadar bel bağlayıp dünya ve ahiretini zâyî etme! Yine bak, insanın bir tahsil devresi var; tam gençliğin en kıymetli zamanı, lâkin istikbâlimi temin edeceğim diye nice seneler ne ızdırablar çekilir. Gece gündüz mütemâdiyen çalışmak; sabah git, akşam gel... Evde de rahat yok, hemen kütüphanenin başına geçip çalışmak lâzımdır. Eğer çalışmazsa, imtihanlarda muvaffak olması ne mümkün?..

İşte ahiret de böyle kardeşim! Bu dünya evinde dinine hizmet etmeyenler, ahiret selâmetini bulamazlar. Öyleyse sen gel, söz dinle; inatlıktan bir şey çıkmaz, tenbellik de bir fayda vermez. Yemeni, içmeni biraz kıs ve ibadete devam et! Peygamberimiz SAS Hazretleri'nin yolundan da ayrılma!..

Bugün bizim camimizde saçlı sakallı bir genç gördüm Namazdan sonra biraz konuştuk. kendisi Hollandalı bir hristiyanmış, müslüman olarak Yusuf ismini almış. Sekiz lisan biliyor. Müslümanlığı nasıl seçtiğini sordum. Şöyle dedi:

"--Okudum ve düşündüm. En doğru ve güzel yolu müslümanlıkta bulduğumuz için, evvelâ ben, sonra da babam müslüman olduk."

Aynı zamanda, Paris'te bulunan bir şeyh efendiden tarikat dersleri alarak, günde yedibin defa "Lâ ilâhe illallah" diyerek Allah'ı zikrediyormuş.

Allah-u Celle ve A'lâ, cümle mü'minleri sàlih ve kâmiller zümresine ilhak buyursun... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...


ÇOK YEMENİN ZARARLARI

İbrâhim Hakkı Hazretleri, çok yemenin on mazarratı olduğunu da kitabının 309. sayfasında şöyle zikretmektedir:

Ey azîz! Ehlullah demişlerdir ki, tâlib-i irfân olup, nebat ve hayvan mertebelerinden insan mertebesine yetmek ve tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb ve tahliye-i rûh etmek murâd eden kimseye lâzımdır ki, evvelâ karnını haramdan hıfz ve ıslah ede, sonra da yemeğini azaltarak, helâlin bile fazlasından sakınarak, ondan muhabbet ve ma'rifet yoluna doğru gide. Zîrâ insan karnının ıslâhı, cemii a'zâların ıslâhından daha çok zor ve meşakkatlidir. Zararı ise cümleden daha büyüktür. Zîrâ o bir madendir ki, cümle a'zâlara kuvvet ve zaaf ondan gelir. Afâtları pek çoksa da, biz on tanesini saymakla iktifâ edeceğiz:

1. Çok yemekle kalb katı olur; nurunun kayıp olması tehlikesi vardır. Nitekim, Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki:

"--Kalblerinizi çok yemekle öldürmeyiniz! Ekinleri çok suyun öldürdüğü gbi, muhakkak fazla yemekle de kalb ölür."

Yâni çok su içinde kalan ekinler büyümezler ve çürürler. Hattâ tanesi olduktan sonra bile çok suya, yağmura veya sellere mâruz kalırlarsa, onlar bile mahvolurlar. Bu, herkesin bildiği bir şeydir. İşte insan da böyledir.

2. Çok yemekte a'zâların fitnesi ve fesadı vardır. Karınlar tok olunca, onun verdiği kuvvetle gözlerin günah şeylere bakması, kulakların günah şeyleri dinlemesi, ağızların fenâ, faydasız ve boş sözleri söylemesi, ayakların günah yerlerine gitmesi ve ellerin de başkalarına zarar vermesi kolaylaşır ve çoğalır. Amma insanın karnı aç olursa, tabiatiyle bunların hiç birisini yapmağa gücü yetmez.

Binâen aleyh, insanın ef'âl ve ahvâli, ymesei ve içmesine göredir. Maâzallah, eğer bir de haram taam yerse, mutlaka ondan fenâ ve haram fiiller sâdır olur. Eğer helâlden dahi çok olursa, bu sefer gönül karalığı, basîretsizlik, tenbellik, atâlet, mekrûhât ve sagâir (küçük günahlar) sàdır olur. Şu halde yemekler insanlığın mi'yârı olmaktadır. Aynı zamanda da söz ve işlerimizin tohumu demektir.

3. Çok yemek ilim ve idrâki azaltır. Zîrâ, "Tokluk zekâyı giderir." demişlerdir. Eğer dünya ve ahiret hâcetlerinden bir şey dileyecek olursan, murâdın hasıl oluncaya kadar bir şey yemezsen murâdın çabuk hâsıl olur. Zîrâ, "Gıdanın buharı, fehim ve zekâya hicâbdır." demişler.

4. Çok yiyenin ibadeti az olur. Zîrâ beden ağırlaşıp hemen uyku basar, havâs ve kuvâsına fetret gelir ve leş gibi yatıp uyur. Halbiki, ibâdet bir san'attır ki, onun dükkânı hhelvet ve yalnızlık, âletleri de gayret ve mücâdeledir. Patlamayan veya mermisi olmayan silâh neye yarar?..

5. İbadet tadının azlığı vardır. Nitekim efdal-i ümmet olan Ebûbekr-i Sıddîk RA buyururlar ki:

"--İslâm'la müşerref olduğum zamandan tâ bu güne kadar, kat'iyyen karnımı doyurmuş değilim, Rabbimin ibadetinin lezzetinden mahrum olmayayım kaygısıyla... O zamandan bu zamana kadar, kana kana su da içmiş değilim, likàsı iştiyâkından fetret bulmayayım kaygısıyla.."

Bir kâmil demiş ki;

"--Tâatimin en lezzetli vaktini, karnımın çok aç olduğu zamanda bulmuşumdur."

6. Çok yiyeceklerde haram olma şâibesi nisbet olarak daha fazladır. O halde çok yemekle insanın haramlara düşme tehlikesi vardır. Zîrâ helâl damla damla, yâni az az gelir; haram ise, sel gibi çok çok gelir. Hadiste de vâkîdir.

7. Çok yemekte çok yorgunluk ve zahmet vardır. "Onları kazanmak ve hazırlamakta da, yedi türlü meşakkat mevcuttur." demişlerdir. Yemesi, hazırlaması, hazmı, def'i, ihrâcı, vakit zâyiâtı, hastalık tevlîdi... gibi.

8. Çok yemekte sekerât-ı mevt denilen ıztırablı hâlin şiddetli olma tehlikesi vardır Yâni tokluk, ölümün çok zor ve şiddetli olmasına sebeptir. Zayıf ve aç olanlar daha kavî olurlar. Bil'akis tok ve kuvvetli olanların da ölümleri, o kadar şiddetli ve ızdırablı olur. Buna dâir hadis de vardır.

9. Çok yemekte ar ve melâmet, pişmanlık vardır Çünkü, şehveti talebe ve fazla şeyleri almağa insanı mecbur eder. Halbuki helâline hesap, haramına da azâb olduğunu bilmeyen yoktur.

Az yemeyi îtiyad eden ve hazır olana kanaat edenler, bir çok kerâmetlere nâil olup mesrûr olurlar.

10. Çok yemekte vücûdun lüzumundan fazla kilo alması vardır ki, bu sebeple kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, rahat nefes alıp veremez. Sonra kollesterin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sabebidir. Sonra, böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur, vazifesini yapamaz olur. Daha sonra, mide tabiî halini kaybeder, büyür, elastikiyetini muhâfaza edemez. Bütün bunların neticesi olarak da tevessü-ü mide husûle gelir ki, yediklerini kolay kolay hazmedemez; bu yüzden bütün vücut rahatsız hale gelir.

Çok kere mide ülseri denilen, mide veya kalın barsakta çıban da husule gelir. İşte bu saydıklarımız, belki de daha bir çok rahatsızlıklar hep bu çok yeme ve çok içme neticesi meydana gelen zararlardır. Allah hepimizi bu gibi hastalıklardan muhâfaza buyursun, âmîn...

AZ YEMENİN FAYDALARI

Az yemenin sayısız faydaları arasında şunlar sayılabilir: Sıhhat-i beden, neş'e-yi dâimî, hâfızaya kuvvet, safâ-yı hatır, kalbin nûr ve cilâsı, zekâsında sür'at-i intikal, kıyâmet açlığını hatırlamak, fukarâ-yı müslimîne acımak, ibâdetlere devam, ibadetlerde huzû' ve huşû', abdestin muhafazası... Zîrâ çok yeyip içenin abdesti muhafazası da kolay değildir.

Artan yemek ve sâireyi başkalarına, fukarâya, yetimlere vermeye ve onların duâlarını almaya da vesîle olur. Halbuki, çok yiyenler bir şey artırıp da fukarâya vermeyi, belki hatırlarına bile getirmezler. İsteseniz de, ellerinden bir şey alamazsınız. Alsanız bile devede kulak kabîlinden olur.

Az Yemenin Çâreleri

Az yemenin yolu, evvelâ zararlarını göz önünde bulundurmak, sonra az yemenin faydalarını hatırlamaktır. Daha sonra, yemeklerin en güzelinden yiyesin ki, az ile doyasın. Bir de, yağlı olmak üzere bir kap yemek yiyesin. Daha kolayı, gecede ve gündüzde yalnız bir kere yiyesin.

Açlarla ve çok yiyenlerle beraber sofraya oturmayasın, yalnız başına yemeyi tercih edesin. Dah iyisi, tartı ile yiyesin. 300 gramdan başlayıp, hergün bir kaç grahm eksilterek 150 grama kadar inesin.

Rubâîyât

Nefsim beni çok yemekle eyler pür-gam,
Ağırlaşıp olurum esamm ü ebkem.

Az yeyip az içsem ola gönlüm hurrem,
Cismim hem olur hafîf ü cânım pür-dem.

Nefsim beni aldatmakta fırsat bekler,
Çün sofra bulur o dem çekip emekler.

Terğîb eder ifrâtı yemek, içmekler,
Düşman beni dostumdan alıkor eyler.

Her lokma ki sen serehle yersin ânı,
Gafletle dolup gönül olur zulmânî.

Hayvâna ver ol lezzet-i âb u nânı,
Hakkı ânı yâd edip ye kt-i cânı.

Her lokma ki lezzetinden buldun zevkı,
Ol lokmayı keşke bulsa düşman halkı.

Hayvana ver ol nebâtı sen, ey Hakkı,
Can lezzetin al gönülden, iste Hakk'ı.

AZ YEMENİN FAZÎLETLERİ

Ey azîz! Açlık hakkında ehlullah demişler ki: Açlık her derde devâdır.

Açlık iki kısımdır: Bir kısmı, sâlikler, dervîşân, ehl-i tarîk ve irfan yolcuları içindir ki, bunlara muhakkak riyâzât denilen az yemek mecburiyeti vardır. Zîrâ başka türlü işin içinden çıkamazlar.

Açlık aynı zamanda uykusuzluğu da mûcibdir. Uzlet ve halvet nasıl sükûtu mûcib ise, açlık da uykuyu giderir. Zîrâ halvette konuşacak kimse olmadğı gibi, aç kimsenin de canı konuşmak istemeyeceği tabiîdir. Bu açlık ancak sâliklere mahsustur. Bu da, sâlikin haline göre 10 günden 20 güne veya 40 güne kadar devam eder.

Bu müddet içinde hep oruçlu olması ve aldığı dersleri yapması lâzımdır. Bundan çıktıktan sonra yine yeme ve içmede îtidali bozmamak lâzımdır. Bazen yine riyâzât haline dönmesi münâsib olur. Nefsi boş bırakmamak bakımından bu lâzımdır.

Olgun ve kâmil insanların, yemeklerini âdetleri vechile yemeleri câizse de, ihtiyatı elden bırakmamak daha evlâdır. Bu riyâzatlarla sâlikler ve dervişler, kendilerine lüzumlu halleri elde edebildikleri gibi, kâmilîn ve muhakkıkîn makamlarına da erişerek, bazı esrarlara nâil olurlar.

Lâkin, "Hal veya makâm sahibi olacağım!" diyerek yapılan riyâzât ve açlıklar, çok büyük tehlikeler îrâs edebilir. Bazen, bu niyetle hareket edenlerin bir takım evham ve hayalâta kapılarak, velî olacağım derken deli olup çıkmalarından korkulur. Bu gibilere lâzım olan, devamlı oruç tutmak ve sünnet-i seniyye vechile yemeğini azaltarak, günde bir öğün yemeye kendisini alıştırmak ve haftada ancak iki kere katıkla yemeği yemektir.

Riyâzetin bize göre daha münâsibi, Peygamberimiz SAS Efendimiz'in buyruklarına uyarak, sahur yemeğini de bırakmamaktır. Zîrâ, sahur ymeğinde hem bereket, hem de sünnet-i seniyyeye riâyet vardır. Hele 21 kuru üzümle, biraz da ekmek olursa daha güzel olacağını zannederim.

Bu riyâzâtlarda mübtedîler için huşû', huzu', zül, meskenet, iftikar ve sukûnet husule gelir, fena hatıralar olmaz. Muhakkıkîn için ise açlıkta, rikkat, safâ, Hak ile ünsiyet ve havâtırın tamâmiyle kaybolması vardır.

Onlar böylece izzet-i ilâhiye ve saltanat-ı Rabbâniye ile şereflenerek, beşeri sıfatlardan temizlenir ve melekiyyet sıfatlarını kesbeder. Makamları ise, makàm-ı samedânîdir. Bu makam öyle âlî bir makamdır ki, onun ahvâl-i acîbesi ve esrâr-ı garîbesi vardır. Himmet sahiplerinin ve azîmet sahiplerinin açlıkla kesb ettikleri faydaları ve kemalleri saymakla bitirmek mümkün değildir.

Rübâiyât

Açlık ki tok eyler ol kamu a'zâyı,
Açlıkta bu nefis terk eder dünyâyı.
Hem açlık açar rumûz-ı her ma'nâyı,
Açlıkta bulur bu cân-ü dil Mevlâyı.

Nândan boş olan kimse ne pür-hikmettir
Gönlü gözü uyanık, işi ibrettir.
Açlık ki tamâm-ı hıffetü iffettir,
Her derde şifâdır ol, tene sıhhattir.

Hakkı, az yer eyle batna halkı mîzân,
Açlıkta yok ol, ziyân ki toklukta ayân.
Açlıktan olan ziyâna bestir bir nân,
Toklukta marazlara gerek çok dermân.

Hakkı, yemek az ye, az uyu, az söyle,
Cân sağlığı, dil hoşluğu bul sen öyle.
Her ne dilesen gönlümde bul zevk eyle,
Kim iki cihân saâdetidir böyle.

Bend eyle dehânı bu cihânı seyr et!
Koy hâbı gönüle her nihânı seyr et!
Aşk aça yürekte çün dehânı seyr et!
Deryâlar içip safâ-yı cânı seyr et!

Nefs ehline gerçi açlık olmuş zindan,
Ammâ ki gönül ehlinedir hoş seyrân.
Açlıkta gönül safâ bulur, lezzet-i cân
Pes cû'dur ehl-i Hakk'a Hak'tan ihsân.

Hakkà ki taam-ı enbiyâdır açlık,
Hem hâl ü makàm-ı evliyâdır açlık.
Hem safvet-i kalb-i asfiyâdır açlık,
Her derde devâ ve hoş nevâdır açlık.

Hakkà ki safâ-yı asfiyâ cû' olmuş,
Takvâ ne reşâd-ı etkıyâ cû' olmuş.
Hem fıtnat-i re'y-i ezkiyâ cû' olmuş.
Bel zirve-i cây-i irtikâ cû' olmuş.

Çok uyumak oldu ilm ü fazlı hâdim,
Nevvâm-ü ekûl olur alîl ü nâdim.
Şeb kàim ü gündüzü dahî ol sàim.
Tâ menba-ı ilm ü fazl olasın dâim.

Hakkı Hak için nehâr ü leyl ol kàim,
Ölmezden ölüp sen ol gamından hâim.
Oldukça bu nefs hay, gönüldür nâim,
Nefs ölse gönül bulur hayât-ı dâim.