Mevlânâ Hàlid-i
Bağdâdî KS
Mehmed Zâhid
Kotku Rh.A
Boyu uzun, cüssesi büyük, rengi beyaz ve pembe karışımı, gözleri iri ve siyah, burunlarının ortası yüce, dişleri seyrek, yüzü nurlu ve güleçti. Sakalı siyah ve büyükçe, göğsü geniş, kolları uzuncaydı. Vekar ve mehâbeti görenleri hemen hürmete sevk ederdi. Zamânının allâmesiydi. Hadis, fıkıh, mantık, mutavvel, kelâm ve hikmet gibi ulûm-u âliyeye, usûl-ü hendese, ilm-i hey'et ve diğer fünûn-u zâhire ve ulûm-u nâfiaya vâkıfdı. Erbâb-ı kulûb, sohbetine can atardı. Nakşiye, Kàdiriye Sühreverdiye, Çeştiye, Kübreviye Tarîklerinden icâzetli mürşiddi ve müceddiddi. Çok hadîs okurdu.
Binlerce adam yetiştirdi. Divânı ve te'lifâtı meşhurdur. Hazret-i
Osman RA neslinden Hasan ibn-i Ahmed'in oğludur. Nesebi; veliyyü'l-kâmil
pîr Mikâîldir. Halk arasında altı parmak denilmekte ma'rûftur.
Alimü'l allâme şeyh Hâlid KS zâhirî ve bâtınî bütün ilimlerde
yed-i tûlâ sâhibidir. Sarf, nahiv, fıkıh, mantık, hendese, hadîs
ve tasavvufa derin nüfûz ve bilgileri vardır. kendileri ehl-i sükûtdur.
Vâlidelerinin nesebleri, veliyyü'l-kâmil Fâtımîdir. Kürtlerce pîr
Hızır denmekle ma'rufdur. Tevellüdü takrîben 1190'dır. Baban sancağının Müşkül ve suûbetli ibârelerden her ne sorulsa derhal cevap verir bir kuvve-i hâfızaya ve hâriku'l-âde zekâya mâlikdi. Normalin üstündeki ilmiyle iştihâr edip, şöhreti bütün aktâr-ı arza yayıldı. Bazı medrese müderrisliği teklif edilmişse de, zühdünden nâşî: "Ben bu makâma ehil değilim" diyerek kabul etmedi. Bilâhare Sündüc taraflarına giderek, hesap, hendese, usturlab-ı felekiyeyi, Sündüc'de âlim müdekkik ve her derdin şifâsı, o zatın işâretinde olan Şeyh Muhammed Kâsım-ı Sündücî'den ikmâl-i ilim ederek vatanına dönmüştür. Süleymaniye'deki âlim şeyh-ı muhterem Abdülkerîm 1213 tâûndan vefât edince, onun medresesine müderris olarak tâliblere neşr-i ulûma başladı. Dünyaya ve ehline meyil vermeyip, ibâdetini Cenâb-ı Hak'ka hasr etti. Hak yolunda tebliğ-i ahkâmda, lâimin levminden korkmazdı. Sözleri te'sirli, sîreti makbûl idi. Her hususda azîmetle amel eder, akrânı kendisine hased ederlerdi. Fakr, kanâat, sabır ile muttasıf ve azîz idi. Bütün vaktini istiğrâk halinde îfâya ve tâata hasr etmişdi. 1220'de Beytullahi'l-Harâm'a
haccın şevkı cezb etti ve hayrü'l-enâm aleyhi's-salâtü ve's-selâm
Efendimiz'in Ravza-i münevveresini zîyaret muhabbeti düştü. Bütün
alâkalardan sıyrılarak Allah CC ve Resûlü SAS'in yoluna muhâceretle
Musul, Diyarbakır, Rehâ, Şam, Halep, Hicaz'a azîmet etti. Mezkûr
beldelerde meşhur muhaddislerden Şeyh Muhammed Küzberî'ye uğrayarak
sohbetlerinde bulundular. O zâttan hadîs dinledi ve hadîs aldı. O zât
Mevlânâ Hâlid'i KS kendine yakın kıldı ve onun husûsî tilmîzi
şeyh Mustafa Kürdî'den, şeyhine inâbeten Kâdirî'den icâzet aldı. Mevlânâ KS buyurdu ki: Medîne-i Münevvere'de
nasîhatti ile teberrük etmek için sâlihlerden bir kimse aradım. Gördüm
ki, bir adam abdest alıyordu. Fakat evvelâ ayağını, sonra kolunu yıkadı
ve daha sonra yüzünü yıkadı. Kalbime, "Bu adam abdest almasını
bilmiyor" diye geldi. O anda bana doğru döndü ve sert sert bana
baktı, dedi ki: "Mekke'ye varınca böyle şeylere karışma!"
Büyük adam olduğunu hemen anladım. Özür diledim ve sordum;
Yemenliymiş. Bir câhilin bir âlimden isteyeceği nasîhatı istedim.
Birçok nasîhat ettikten sonra buyurdu ki: "Mekke'de zâhir şerîata
muhâlif bir kimsenin hareketini görürsen inkâra tasaddû etme."
Vaktâki Harem-i Şerîfe vardım ve o zatın ettiği nasîhat ile amel
etmeği tasarladım. Bir deve kurban etmenin sevabını almak için
erkenden Harem-i Bundan sonra vatana avdet edip zühdünü artırmış, evvelki seyyiâtını da hasenât etmişdir. Bir gün, Abdullah Dehlevî KS Hazretleri'nin dervişlerinden bir Hindli geldi. Mevlânâ KS ile görüşdü ve kendi şeyhinin nakşî tarîkatından ve ahlâk-ı Muhammedî ile mütehallık, hakîkat ilmine âlim ve âmil bir mürşid-i kâmil olduğunu, Cihânâbâd'a gidip onun hizmetine sülûk ederse murâdına nâil olacağını söyledi. Bu Hindlinin sözleri kalbinde nakş oldu ve gitmeğe karar verdi. Tedrîsât vazifesini terk etti. Beyaz develerle ıssız sahrâyı tay ederek Tahrân'a vardı. Orada İsmâil Kâşî isminde bir müctehidle tanışarak uzun mübâhaselerden sonra İsmâîl Kâşî'yi mebhût etmişdir. Sonra Bestam'a gitti. İmâm-ı tarîkat Bâyezîd-i Bestâmî KS Hazretlerini ziyâret etmiş ve bir Fârısî manzûme ile medh etmişdir. Harkan, Semman ve Nişabur'a uğramış oralardaki evleyâullahı zîyaret etmişdir. Oradan (Tavs)a varmış, orada bulunan Seyyid Celîli'l- Me'nûs, İmâm Alî Rızâ'yı ziyâret etmişdir. O beldede bid'atler çok olduğundan, durmadan yoluna devam etmişdir. Oradan Herat'a varıp ulemâsıyla sohbet, mübâhase ve muhâvere etmişdir. Efgan ulemâsı Hâlid-i Bağdâdî KS'yi, sâhili olmayan bir denize teşbih etmişler ve cümlesi fazlını i'tirâf etmişlerdir. Oradan vedâından, bir kaç mil gittikten sonra, acâib haller görmeye başladı. Yol esnasında Kandehar, Kâbil ve Dârü'l-ilim'de müşâvere ettiler. Bu beldeler ulemâsı da, mûmâileyhi korkunç bir sel ve şiddetli fırtına gibi tavsîf ettiler. Oradan âlim-i tahrîr, veliyy-i kebîr şeyh Muammer Senâullah en-Nakşıbendî'nin yanına varıp, ondan dua ve imdâd istediler. Mevlânâ KS buyurur ki: "O gece vâkıamda yüzüme mübarek dişlerini geçirdi ve beni çekmeğe başladı. Fakat ben çekilmedim. Sabah olunca huzuruna vardım. Ben rü'yamı söylemeden dedi ki: "Sir alâ bereketillâhi teâlâ ilâ hizmet-i ahînâ ve seyyidinâ eş-şeyh Abdullah"; O'nu işâret ederek, "Senin fütûhun ve maksûdun şeyhinin yanındadır. Oradan vesîka alınır ve ahidler dahî oradandır" dedi. Ben anladım ki, şeyhimin kuvvetli câzibe-i himmeti beni kendine çekmişdir. O kasabadan da ayrılarak Cihânâbâd ismiyle ma'rûf (Delhi)ye gittim. Delhi'ye tam bir senede varabildim. Kırk konak kala nefâhat ve işârâtı gelmeğe başlamışdı. Ben varmadan havassı eshâbına benim geleceğimi haber vermiş." Şeyhına kavuşduğu zaman, Mevlânâ KS bir Arapça kasîde ile şeyhini medh ve himmetini taleb ve Cenâb-ı Hak'dan kabûlünü ricâ ile, matlûbuna vâzıl olduğu için Hâlık-ı zü'l-Celâle hamd ve senâda bulunmuşdur. Delhi'ye varıp şeyhine kavuştuktan sonra, havâyic-i seferiyesinden artan her nesi varsa hepsini müstahaklarına dağıttı. Ondan sonra Hind diyarı meşâyıhının şeyhi, tarîkler kutbu, hakîkatler ma'deni, kâmil ve mükemmil şeyh Abdullah Dehlevî KS'den ahz-i feyz etmişdir. Orada telkîn olunan zikir ve mücâhede ile beraber, bir zâviyenin hizmetiyle de meşgul olmuş, beş ay içinde ehl-i huzûr ve müşâhede sâhibi olmuşdur. "O, Allah'ın ihsânıdır; onu dilediği kimselere verir" (2/63) ve "Allah çok büyük ihsân sâhibidir." (2/64) Cenâb-ı Hak'kın bazı sevgili kullarına bahş ve ihsan ettiği bu devlet için, kulun iftihâra hakkı yoktur. Hâlık-ı zü'l-Celâl istediğini bir lâhzada vâsıl-ı gâye kılar; bazılarını da birkaç senede. Nitekim, Minhâcü'l-Abidîn'de, Abdullah Dehlevî Hazretleri KS eshâbına mübârek elleriyle yazdıkları mektubunda, Mevlânâ Hâlid KS Hazretlerinin, evliyâ indinde meşhur olan (Fenâ ve Beekâyı-etemmeyn) ile nâil merâm olduğunu beyân buyurmuşlardır. Bir sene şeyhine hizmet ettikden sonra müşterşidini irşâd ve sâlikini terbiye için, vatanına avdet etmek üzere izin çıkdı. Şeyhi, Abdullah Dehlevî KS, Mevlânâ Hâlid Hazretlerini dört mil mesafeye karar teşyi ettiler. Elli gün süren kara ve deniz yolculuğUndan sonra memleketine vâsıl oldular. Fakat yol esnasında yiyip içmeyi terk edip, yalnız zikir ve ibâdetle gıdâlandılar. Avdetinde Şirâz ve Isfahân taraflarında da irşâd kasdıyla va'z ve nasîhatte bulunduysa da, Râfizî ulemâsı çekemediler. Karşılıklı münâzaraya girişdiler ve neticede âciz kaldıkları için mûmâileyhi katle tasaddî ettilerse de bir şey yapamadılar. Hattâ keskin kılıçlarını sıyırarak üstüne yürüdülerse de muvaffak olamadılar ve geri dönüp kaçtılar. Ondan sonra Hemedâna (Sündüc)e geldi 1226'da Süleymânniye'ye vâsıl oldular. Vatanının ileri gelenleri, ikrâm, i'zâzla karşıladılar. Şeyhinin işâretle o sene (Zor) beldesine gitti. Evliyâyı ziyâretten sonra, Gavs-ı a'zam Abdülkâdir Geylânî KS Hazretlerinin zâviyesine indiler. Orada halkı ahkâm, esas üzere irşâd etmeğe başladı. Beş ay bu hizmete devamdan sonra tekrar vatanına avdet ettiler. Fakat memlekette muâsırları hased ederek adâvet ve iftirâ ile hücum etmeğe başladılar. Onların yaptıkları çok çirkin iftiralara karşı hüsn-ü muâmele ile dua ederdi. Süleymâniye'de ikinci defa olarak 1228'de münkirler, iftirânın büyüğünü ele alan ehl-i garaz, Cenâb-ı Hak'kın şiddetli ikâbından dahî korkmadan, Bağdad valisi, Sâid Paşa'ya içerisi küfür ve dalâlet ile dolu bir mektup mühürleyip gönderdiler. Bununla Mevlânâ KS'nın Bağdâd'ın çıkarılmasını istediler. Bağdât vâlisi, mektubu sâbık müftülerden Mehmed Emîn Efendiye gönderdi. Bu arada Bağdât ulemâsı da idâre-i maslahat için, Mevlânâ Hâlid Hazretlerine: "Siz yine eski vatanınıza teşrîf edin" diye tavsiyede bulundular. Bunun üzerine tekrar vatana döndüler. Bu seyahatte, Kerkürk, Erbil, Musul, Amâdiye, Ayıntab (Antep), Halep, Şam, Medîne-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme ve Bağdât halkı çok istifâde ettiler. Mûmâileyh KS Hazretleri gâyet cömert, ahlâkı hamîde sâhibi, ezâya mütehammil, lisânı belîğ ve tatlı idi. Allah yolunda kendini levm edenlerin levminden sakınmaz, azîmet ile amel eder, eytâm ve erâmili korur, kendi yemeğini yer, kimseden taâm kabul etmezdiler. Makâmât-ı Harîrî üzerine te'lifi varsa da tekmil olmamışdır. Cibrîl'in hadîsi üzerine şerhi vardır ki, orada akâid-i İslâm'ı cem etmiştir. Farsça yazılmıştır. Esâsen ekserî eserleri Farsçadır. Bir de divânı vardır ki, onu 1235'te tertib etmiştir. Usûl-ü hadîs, tasavvuf ve rüsûm tedrîs eder ve hastaları tedavi ederlerdi. Mûmâileyh ehli ıyâlıyla
Bağdâd'dan Şam'a geldiler. Kınvat Mahallesi'nde yüksek bir ev alıp
bir kısmını câmiye vakf ettiler. Beş vakitte namazı orada kılarlar,
harâba yüz tutmuş eski camileri ta'mîr ve ihyâ ettirirlerdi. Bu
haller 1238'de olmuştur. Muhîtine cûd ve sehâsını, ilim, hikmet ve
fazîletlerini neşr etti. Çok mürîdlerini başka beldelere göndererek
tarîkat-i Aliyye-i Nakşîbendiye'nin nûrlarını dünyaya yaymışlardır.
Mevlânâ Hàlid KS Hazretleri'nin Müridlerine Vasiyeti Besmele, hamdele, salveleden sonra:
Her yaptığın işte maksadın Hak'ka yaklaşmak olsun. Yaşadığımız her dakîkanın hesâbını mutlakâ Allah (CC)'a vereceğiz. Kaynak: Tasavvufî Ahlâk 2 |