KÀDI MUHAMMED ZÂHİD PARSÂ RH.A HAZRETLERİ

Türkistan'da yetişen büyük velîlerdendir. İsmi, Muhammed ibn-i  Burhâneddîn'dir. Annesi, Yâkûb-i Çerhî Hazretleri'nin kızıdır. Zâhid ve Kâdı lakaplarıyla ve Semerkandî nisbesiyle bilinir. Semerkantlı olup, doğum târihi bilinmemektedir. Muhammed Zâhid Hazretleri Zayıf cüsseli, güler yüzlü, seyrek sakallıydı. Edebinden, üstazı Şâh Nakşibend KS Hazretleri'nin kapısında beklediğinden Parsâ (Derviş) denilmiştir. 1530 (H.936) senesinde Semerkand'a bağlı Hisar'ın Vahş köyünde vefât etti. Kabri oradadır.

Asîl ve ilim ehli bir âileye mensûb olan Muhammed Zâhid, küçük yaştan îtibâren ilim öğrendi.Temel dînî bilgileri öğrendikten sonra tasavvufa yöneldi. Nefsini ıslah edebilmek için çok gayretler sarf etti. Nefsin istediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle Allah-u Teàlâ'nın rızâsına kavuşmaya çalıştı. 1478 veya 1480 senesinde büyük velî Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'ne talebe oldu.

Muhammed Zâhid, Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin hizmetine girdi. On iki sene müddetle onun kalplere şifâ olan sohbetlerinde bulunup, velîlik derecelerinde yükseldi. Hocası Yâkûb-i Çerhî Hazretleri'nin torunu olan Muhammed Zâhid'e daha çok îtinâ ve iltifât gösteren Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri onu tam olarak yetiştirdi. İnsanlara İslâmiyet'in emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda hilâfet verdi. İlimdeki yüksek derecesi sebebiyle Kâdı, dünyâdan yüz çevirmesi sebebiyle Zâhid lakaplarıyla anılan Muhammed Zâhid Hazretleri, asrındaki âlimlerin en büyüklerinden ve evliyânın yükseklerindendi. Tasavvuf ilminde ve hallerinde mütehassıs ve ilâhî sırların gizliliklerine vâkıftı. Hocasının gönüllere şifâ olan sohbetlerini dinleyip yazdı. Hocasından dinlediklerini Mesmûât-ı Mevlânâ Kâdı Muhammed Zâhid adlı eserinde topladı. Farsça yazdığı bu eser, 155 varak olup, İstanbul Süleymâniye Kütüphânesi'nde vardır. Evliyâ zâtların hayatlarını, sözlerini, güzel hal ve kerâmetlerini de Silsiletü'l-Ârifîn adlı eserinde topladı.

Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri kendisinden sonra vazîfesini yerine getirmekle Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri'ni vazîfelendirdi. Vefâtına yakın talebelerini ve akrabâsını yanlarına çağırıp; "Bizim topluluğumuzdan her fert fakirlik veya zenginlikten birini seçer." Kâdı Muhammed Zâhid'e dönüp; "Sen hangisini seçerdin söyle?" buyurdu. Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri; "Benim seçeceğim, sizin münâsip göreceğinizdir." dedi. Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri hesaplarını tutan vazîfeliye emredip; "Mevlânâ Muhammed'e dört bin altın verin. O fakirliği seçmiştir. Bu parayı yanındaki fakirlerin ve dervişlerin ihtiyaçları için kullansın." buyurdu.

Kâdı Muhammed Zâhid hocası Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin vefâtından sonra Taşkent'e giderek insanlara hak yolu anlattı. Taşkent, Özbek Muhammed Şeybek Han tarafından alınıncaya kadar burada kaldı. 1503 senesinde Buhârâ'ya gitti. Muhammed Şeybek Han'ın kardeşi Mahmûd Sultandan îtibar gördü. Ona hocalık yaptı. 1510 senesinde Özbek kuvvetlerinin Ashâb-i krâm düşmanı Safevî hükümdârı Şah İsmâil tarafından Merv'den çıkarılması üzerine Buhârâ'dan ayrılarak Andican ve Aksi'ye gitti. Fergana'ya giderek Haydar Mirzâ Devle'yi sık sık ziyâret etti. Genç yaşta olan Haydar Mirzâ, Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri'ne talebe olup ondan istifâde etti. Gittiği yerlerde İslâmiyet'in emir ve yasaklarını anlatıp pek çok talebe yetiştirdi.

Sohbetlerinde hocası Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin buyurduklarını nakleder ve velîlerin hayatlarını anlatırdı. Bir sohbeti sırasında buyurdu ki:

"Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir. Dervişlik; gönlü, mâsivâdan, yâni Allah-u Teàlâ'dan başka her şeyden çevirmektir."

Dünyâya düşkün olmayanlarla, âhiret adamlarıyla oturmak, berâber bulunmak, çok tesirli ve faydalıdır. Önce tesiri anlaşılmasa bile, doğan bir çocuğun her gün yavaş yavaş büyüdüğü gibi, insan yavaş yavaş dünyâya düşkün olmaktan kurtulur.

İbn-i Abbâs RA; "Hâlbuki sen (Ey Resûlüm) onların içindeyken Allah onlara azab verecek değildi. İstigfâr ettikleri hâlde de Allah onlara azâb edecek değil." (Enfal sûresi: 33) meâlindeki âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken şöyle buyurmuştur: "İslâmiyet'in mevcûd olması, Resûlullah'ın mevcûd olması mesâbesindedir. Nasıl ki Resûlullah hayattayken azap kaldırılmış, insanlara azap gelmemişse, İslâmiyet'in bir yerde mevcûd olması ve İslâmiyet'e uymak sebebiyle de azap kalkar. İstigfâr etmek sebebiyle de azap inmez. İstigfâr, azâbın gelmesine mâni olur. Bir yandan Allah-u Teàlâ'nın emirlerine uymayıp, bir yandan da, "Estagfirullah, Estagfirullah" demek, istigfâr değildir. İstigfârın mânâsı; Allah-u Teàlâ'nın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. Allah-u Teàlâ'nın rahmetine ve mağfiretine yol açacak sebeplere yapışmak lâzımdır. Zulüm ve isyân gibi işleri yapmaktan sakınmalıdır."

Velîlerin hallerini ve üstünlüklerini anlatırken buyurdu ki:

Zünnûn-i Mısrî Hazretleri şöyle buyurmuştur: "Tasavvuf yolunda, Cenâb-ı Hakk'ın dostlarından, sevgili kullarından bâzıları o hâle gelmiştir ki, eğer bir büyük zât onlara Allah-u Teàlâ'nın muhabbetinden, azamet ve celâli ile ilgili sözler söylerse, muhabbetleri sebebiyle can verecek hâle gelirler."

Ömrünü İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve insanların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmaları için sarf eden Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri birçok talebe yetiştirdi. Silsile-i aliyye büyüklerinden Derviş Muhammed Hazretleri onun yetiştirdiği âlim ve velîlerdendir. 1530 (H.936) senesinde vefât eden Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri Semerkand'a bağlı Hisar'ın Vahş köyünde defnedildi. Kabri sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir. Kâdı Muhammed Zâhid Hazretleri'nin kız kardeşinin oğlu olan Mevlânâ Derviş Muhammed hazretleri onun vazîfesini yürüttü ve yolunu devâm ettirdi.

KALPTEKİ MUHABBET

Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'ne talebe olması şöyle oldu: 

Memleketi olan Semerkand'da kalıp ilim tahsîl ettikten sonra daha fazla ilim öğrenmek için Şeyh Nîmetullah adında bir ilim talebesiyle Semerkand'dan Hirat'a gitmek üzere yola çıktı. Şadman köyüne vardıkları zaman havanın sıcak olması sebebiyle orada bir müddet kaldılar. Onlar buradayken, köye Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri teşrif ettiler. Bir ikindi vakti Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin ziyâretine gittiler. 

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ona; 

"-Sen nerelisin?" diye sorunca, Muhammed Zâhid; 

"-Semerkandlıyım." dedi. 

Daha sonra Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri sohbete başladı. Çok güzel konuşuyordu. Konuşması sırasında Muhammed Zâhid'in kalbinden ve hâtırından geçenleri bir bir saydı. Hirat'a gitmek üzere yola çıkışının sebebini söyledi. Bunun üzerine Muhammed Zâhid'in kalbine Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'ne karşı sevgi ve bağlılık hisleri kuvvetlendi. Kalbi ona tutuldu. 

Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri ona; "Eğer maksadın ilim öğrenmekse o iş burada daha kolaydır." buyurdu. 

Fakat Muhammed Zâhid'in Hirat'a gitme arzusu devâm ediyordu. Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri onun kalbinden geçen bu düşünceyi de keşf edip yanına doğru yaklaştı ve; 

"-Hirat'a gitmekten maksadınız nedir? Söyle bana ilim mi öğrenmek, yoksa tasavvufta mı yetişmek istiyorsunuz?" buyurdu. 

Muhammed Zâhid,Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin heybetinden dehşete kapıldı ve sustu. Yanındaki yol arkadaşı; 

"-Onun asıl maksadı Hirat'a gidip tasavvuf yoluna girmektir. İlim öğrenmeye gidiyorum demesi bu maksadını gizlemek içindir." diye cevap verdi. Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri tebessüm etti ve; 

"Eğer böyle ise çok iyi ve güzeldir." buyurdu. 

Sonra alıp bahçesine götürdü. İnsanların gözünden kayboluncaya kadar birlikte yürüdüler. Sonra durup Muhammed Zâhid'in elini tuttu. Elini tutar tutmaz kendinde büyük değişiklik hisseden Muhammed Zâhid bayıldı. Ayıldığı zaman Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri; 

"-Herhalde sen benim yazımı okuyabilirsin." buyurdu. Cebinden bir kâğıt çıkarıp okuduktan sonra katladı ve Muhammed Zâhid'e verdi. Bu kâğıtta şöyle yazılıydı: 

"Bunu iyi muhâfaza et. Bunda ibâdetin hakîkati, itâat, huşû ve Allah-u Teàlâ'nın azameti karşısında insanın âcizliği yazılıdır. Bu saâdet Allah-u Teàlâ'nın muhabbetiyle ve onun Rasûlü Seyyidü'l-evvelîn vel-âhirîne tâbi olmakla ele geçer. Bunun için din ilimlerine vâris olan âlimlerin sohbetlerinde bulun. Onlardan faydalı ilim öğren. Tâ ki Rasûlüllah Efendimiz'e tâbi olmak sûretiyle mârifet-i ilâhiyyeye kavuşasın. 

Kötü din adamlarından uzak dur. Çünkü onlar dîni dünyâ malı toplamak ve makâma, mevkiye kavuşmak için âlet ederler. 

Helâl haram ayırmadan bulduğunu yiyen ve dîne uygun olmayan işler yapan câhil ve sapık tarîkatçılardan uzak dur. 

Yine Ehl-i sünnet îtikâdına uymayan sapık kimselerden de uzak ol." 

Mektubu verdikten sonra Fâtiha-i şerîfe okudu. Muhammed Zâhid'e Hirat'a gitmek üzere izin verdi. Mevlânâ Sa'düddîn Kaşgârî'ye vermesi için bir de mektup verdi. Mektupta Muhammed Zâhid'e yardımcı olunması ve korunması yazılıydı. Bu hareketleri gören Muhammed Zâhid'in kalbini Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'ne karşı muhabbet ve bağlılık kapladı. Fakat bir türlü Hirat'a gitme azminden de vazgeçemedi. Mektubu alıp yola çıktı. 

Yolda ilerledikçe bindiği hayvan yavaşladı. Bu sebeple Muhammed Zâhid yol almaktan âciz kaldı. Buhârâ'ya 36 km kadar mesâfe kaldığı sırada Muhammed Zâhid şiddetli bir göz ağrısına tutuldu. Günlerce orada kaldı. İyileşince yola çıktı. Bu sefer de Humma hastalığına tutuldu. O zaman eğer yola devâm ederse helâk olacağını anladı.

Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin huzûruna dönüp sohbet ve hizmetinde bulunmaya karar verdi. Geri döndü. Taşkent'e vardığı zaman kitapları ile binek hayvanını bir arkadaşına emânet bıraktı. 

Bu sırada Taşkent'te bulunan bir şeyhin talebelerinden biriyle karşılaştı. Ona; "Gel berâberce senin hocanı ziyârete gidelim." dedi. O kimse Muhammed Zâhid'e; 

"-Binek hayvanın ve kitapların nerede?" diye sorunca; 

"-Bir arkadaşıma emânet bıraktım." dedi. O kimse; 

"-Git onları getir. Benim eve bırak sonra berâberce ziyârete gideriz." dedi. 

Muhammed Zâhid hayvanını ve kitaplarını almak için giderken birisi ona gelip; 

"-Hayvanın ve eşyâların kayboldu." dedi. Muhammed Zâhid hayret edip düşünceli olarak giderken; 

"Herhalde ziyâretine gitmediğim için Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri bana kırıldı. Bu sebeple bineğim ve eşyâlarım kayboldu." diye kalbinden geçirdi. Bineğini ve eşyâlarını aramaktan vazgeçip her şeyden önce Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'ni ziyâret etmeye karar verdi. Tam bu sırada birisi gelip; 

"Binek hayvanın ve eşyâların bulundu." dedi. Binek hayvanını ve eşyâlarını emânet bıraktığı kimse gelip; 

"-Ey Muhammed! Senin binek hayvanını emânet aldığımda onu bir yere bağladım. Biraz sonra gözden kayboldu. Aramaya başladım fakat bulamadım. Üzgün üzgün geri dönüyordum, bir de ne göreyim, hayvan sokak ortasında insanlar arasında üzerindeki eşyâ ile beraber duruyor. Hayret ettim. O kadar kalabalık arasında ona kimse dokunmamıştı." 

Muhammed Zâhid binek hayvanını ve eşyalarını alıp Semerkand'a Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri'nin huzûruna gitti. Huzûra varınca, Muhammed Zâhid'e bakıp tebessüm etti ve; 

"-Hoş geldin." buyurdu.

-------

Muhammed Parsâ sıcak bir yaz gününde havuza ayaklarını sarkıtıp vecde geldiğinde, üstâzı Şah Nakşibend KS Hazretleri'nin suya dalıp, yüzünü Parsâ'nın ayaklarının altına koyarak "Yâ Rab! Bu ayaklar hürmetine bu yüzü yakma..." diye dua ettiği meşhurdur.

Kaynaklar:

1. Mehmed Zâhid KOTKU Rh.A, Tasavvufî Ahlâk, Sehâ Neşriyât, c.2, s.192, İstanbul 1991

2. Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, c.7,  s.363,  İstanbul 1992.

 

Silsile-i Şerîf

Dervişân