SABIR, DUA VE ZAFER

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühü!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Geçen hafta size Mekke-i Mükerreme'den seslenmiştim, şimdi Medine-i Münevvere'den sesleniyorum.

a. Medine-i Münevvere'nin Görünüşü

Medine-i Münevvere'de konumu çok güzel olan bir otelde bulunuyoruz. Peygamber SAS Efendimiz'in mescidini yukarıdan, kuş bakışı gibi, yandan görüyoruz; eski kısım, Osmanlılar'ın yaptırdığı minareler, ondan sonra yapılan minareler, bu en son genişlemede eklenen minareler, bütün mescid-i şerif önümüzde tepsi gibi, masa gibi bulunuyor. Mescidin hafif basık, yirmi yedi tane kubbesi var. Yeni yapılan kısmın bazı yerlerini kubbeli yapmışlar ve bu kubbeler bulunduğu yerlerden raylı olarak, kayarak altlarındaki kapattıkları kısmı bazen açabiliyorlar. Bunları hep görüyorum.

Bir de karşıda Peygamber SAS Efendimiz'in, kabr-i saadetinin olduğu el-Kubbetül-Hadrâ hemen gözümün önüde, çok duygulandırıcı bir manzara... Peygamber SAS Efendimiz'in türbesinin çatısı yeşil renkli olduğu için, Arapça'da yeşil mânâsına gelen hadrâ kelimesiyle sıfatlanıyor, el-Kubbetül-Hadrâ deniyor. Yâni yeşile boyalı kubbe, yeşil kubbe; Peygamber Efendimiz'in türbesinin üstü...

Biliyorsunuz, bir de Osmanlı'da ve bizim şimdiki Türkiye'mizde bir Kubbe-i Hadrâ daha var, o da Konya'da... Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Hazretleri'nin kümbet şeklinde yapılmış kubbesinin üstünün rengi de yeşil olduğu için, ona da her halde bu Peygamber Efendimiz'in türbesine sevgiden dolayı, yeşilliğinden dolayıKubbe-i Hadrâ ismini vermişler.

Bu manzaralar gözümüzün önünde, Allah'a çok hamd-ü senâlar olsun. Böyle güzel şeyleri görmeyi nasib ediyor, elhamdü lillâh... Mescidimizin böyle tepeden, eski ve yeni kısımlarını, her şeyini görmek mümkün oluyor.

Mescid-i Nebî, Peygamber SAS Efendimiz'in mescidi... Kat kat, tekrar tekrar, asırlar boyunca büyütülmüş ve en son büyütülmesi de bu Suud hükümeti zamanında olmuş. Önleri, arkaları, çevre arazi de bahçe hâlinde istimlak edilmiş, binalar yıkılmış, dört kat kadar yerin altına garajlar filân yapılmış durumda... Arabalarımızı bazen o garajlara bıraktığımız oluyor, yürüyen merdivenlerle üste çıkıyoruz. Çok güzel bir genişletme tabii... Her taraf mermer döşeli, direkler mermer, gayet güzel... Gelenler bilir, gelmeyenlere Allah yakın zamanda buraları ziyaret etmeyi nasib etsin...

Odamızın bir penceresinden de meşhur, herkes tarafından bilinen, Medine'i Münevvere'nin Bakì' Kabristanı görünüyor. Bakì'; be, kaf, ye ve ayın ile; yâni bâkî, ebedî mânâsına gelen kelime değil de ayın ile bakì'... Aslı Bakì'ul-Garkat Kabristanı'dır. Yanlız garkat kelimesi bırakılarak Cennetül-Bakì' deniliyor. Cennet bahçe demek. Bakì' bahçesi, yâni Medine'de vefat eden mübareklerin gömüldüğü bahçelik gibi olan kabristan demek oluyor. Bakì' Kabristanı'nı da yukarıdan görüyoruz.

Tabii Osmalılar zamanıda burdaki meşhur kişilerin hem kabirlerinin neresi olduğu belli imiş, hem de kabirlerini üstünde türbeler varmış. Hz. Osman Efendimiz'in türbesi, sahabeden meşhur kimselerin türbesi, Peygamber Efendimiz'in kızlarının, zevcelerinin türbeleri... her şey belliymiş. Şimdi yukardan, ağaçsız, dümdüz, bize göre çok yadırgadığımız bir şekilde, sadece kumluk gibi, etrafı duvarlarla çevrilmiş bir düzlük olarak görünüyor.

Halbuki biz, kabristan deyince hep böyle selvi ağaçları, yeşillikler, kabir taşları filân düşünürüz. Kabristan kelimesi zihnimizde böyle yerleşmiştir. Bu Bakì' Kabristanı'nda hiç böyle bir iz, alâmet yok. Bu biraz, buralardaki insanların, kabre karşı, türbeye karşı, kabir taşına karşı fikirleri olduğundan kaynaklanıyor. Onların üstündeki türbeleri yıkmışlar, kabir taşlarını almışlar, dümdüz bir alan görünüyor. Tabii altında asırlar boyu buralarda yaşamış, vefat etmiş nice nice mübarek evliyaullah; sahabe-i kiramdan, Peygamber Efendimiz'in zevcelerinden, kızlarından, mübarek evlatlarından, nice nice mukarreb kullar var. Allah şefaatlerine erdirsin...

Yâni bir camımızdan da burayı görüyoruz, boydan boya her tarafı görebiliyoruz. Peygamber Efendimiz'in mescidini görebiliyorum, hem de Cennetül-Bakì'nin her tarafını görebiliyorum. Böyle bir güzel bir yerde, sizlere en güzel dileklerimizi, temennîlerimizi sunarız. Her şeyden önce Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasına ermenizi dileriz. Peygamber SAS Efendimiz'in şefaatine nâil olmanızı dileriz. Buralara, haclar ve umreler yapmak üzere, sevaplı ibadetler yapmak üzere gelmenizi dileriz. Çünkü bu Peygamber Efendimiz'in mesicidinde bir namaz, başka yerde kılınan bir namazdan bin kat daha sevaplı...

b. Müslümanları Sevmek ve Yardımlaşmak

Bu bin kat daha sevaplılığı noktaladıktan sonra, altını çizdikten sonra, Abdullah ibn-i Amr ibnül-As RA'dan rivâyet edilen ilk hadis-i şerifi size okumak istiyorum... Biliyorsunuz bu Abdullah dört Abdullah'dan birisi --rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn-- Mısır fatihi Amr ibnül-As'ın oğlu Abdullah rivâyet etmiş ki, Peygamber SAS Hazretleri şöyle buyurmuşlar:

(Nazarur-racüli ilâ ahîhi alâ şevkın hayrun min i'tikâfihî seneten fî mescidî hâzâ) Bakın şimdi bu mescidde namaz kılmak bin misli sevaplıdır deyince, arkasından bu hadis-i şerifi ne kadar anlamlı bulacaksınız. (Nazarur-racülü ilâ ahîhi) "Adamın kardeşine bakışı..." Burdaki adamdan maksat müslüman olan kişi, kardeşten maksat da din kardeşi... Yâni bir müslümanın din kardeşine bakışı...

Nasıl bakış?.. Bakışlar çeşit çeşit olabilir. Sevgiyle olur, düşmanlıkla olur, kinle olur, dik dik olur, yan yan olur... Nasıl bir bakış? (Nazarur-racülü ilâ ahîhi alâ şevkın) "Şevk üzerine, yâni o kardeşini severek, ona sevgi ve muhabbet göstererek, yakınlık duygularıyla, İslâmî güzel duygularla bakışı..." Kendi mescidini işaret buyurarak: (Hayrun min i'tikâfihî seneten fî mescidi hâzâ) "Benim bu mescidimde bir sene i'tikâf etmesinden daha hayırlıdır."

İ'tikâfı belki dinleyici olan bazı kardeşlerimiz bilmeyebilir. İ'tikâf; bir mescidde, ibadet etmek maksadıyla bir zaman kalmağa niyet etmeye ve kalmaya denir. Biliyorsunuz, sünnet olan i'tikâf Ramazan'da... Ramazan'ın son on gününde mescide gelirler; bazı ibadete düşkün, sevap kazanmak isteyen, durumu müsâid olan müslümanlar gelirler, on gün mescidde kalırlar. Eve gitmek yok, geceleyin de mescidde kalırlar, ibadet ederler. Ramazan'ın son on gününde böyle i'tikâf etmeye Peygamber Efendimiz de riâyet etmiş. Peygamber Efendimiz'in sünnetidir, hem de kuvvetli bir sünnettir. Hem de bir beldede hiç kimse, o beldenin mescidinde böyle itikâf etmezse, bütün belde ahâlisi, "Niçin bu sünneti yerine getirmediniz?" diye sorumlu olur ama, bazıları yapınca; "Eh bu beldeden de, bu sünneti yapanlar oldu." diye ötekilerinden sorumluluk kalkar. Sünnet-i kifâye deniliyor.

İ'tikâf çok sevap, çünkü artık evini de bırakıyor insan, eşini de bırakıyor, dünya işlerini bir tarafa bırakıyor ve bütün gününü yirmidört saatini mescidde ibadetle geçiriyor. Tabii belli, münâsib zamanlarda istirahat etme hakkı var... Bu çok sevaplı, yâni Türkiye'deki bir mescidde de sevaplı, cuma namazı kılınan bir mescidde daha sevaplı... Mahalle mescidinde de olabilir.

Bir de düşünün; bu sevaplı güzel ibadetin Peygamber Efendimiz'in mescidinde olmasını... Peygamber Efendimiz'in mescidinde olunca namazlar bin misli sevaplı ise, her halde i'tikâflar da bin misli sevaplı olur. Peki i'tikâf ne kadardı?.. Sünnet olan Ramazan'ın son on gününde, on günlük veya dokuz günlüktü; Ramazan'ın yirmi dokuz veya otuz çekmesine göre... Ama Peygamber Efendimiz burada diyor ki, hadis-i şerifindeki ifâde nasıl: (Min i'tikâfihî seneten) "Bir sene itikâf etmesinden..."

O zaman bayağı çok oluyor. Yâni kamerî seneyi 350 küsür gün, 354 gün, 355 gün olarak kabul edersek; 35, yirmidokuzdokuz gün de çektiğini düşünürsek 35-40 defa Ramazan itikâfı yapmak gibi sevap olacak.

Tekrar hadisin başına dönelim, hatırlayalım, nedir bu kadar sevap olan şey: Bir müslümanın, öteki müslüman kardeşinin yüzüne şevk ile, sevgi ile, merhametle, iyi duygularla, dostâne bir şekilde bakması... Burdan görüyorsunuz, müslümanın müslümanı sevmesi ne kadar sevap!..

Bunun karşılığında tabii, eski konuşmalarından dinleyen kardeşlerimiz hatırlarlar, başka hadis-i şerifler hatırlarına gelecektir; Kâbe-i Müşerrefe'nin ne kadar kıymetli, sevaplı, mukaddes, muazzam, heybetli olduğu belli... Ama bir müslümanın kalbini kırmak, Kâbe'yi yıkmaktan daha günah, daha tehlikeli!.. Onun için gönül yıkmamağa çalışmak lâzım, müslümanın müslümanı sevmesi lâzım!..

Buradan şu çok mühim noktaya ulaşıyoruz: Dinimizde müslümanın müslümanı sevmesi bir ibadettir, çok sevaplı ibadettir, çok kıymetlidir. Müslümanların birbirlerini böylece dinî duygularla, bu kadar candan sevmesi lâzım! Yâni ben müslümanım, Türkiye'de bulunuyorum, ama Bosna'daki kardeşimi de aynı muhabbetle severim, Özbekistan'daki, Kazakistan'daki kardeşlerimi de severim, İsveç'teki, Amerika'daki, Afrika'daki, Pakistan'daki, Malezya'daki, Avusturalya'daki kardeşimi de aynı muhabbetle severim. Çünkü Allah'a inanmışız, Allah'ın birliğini kabul etmişiz, tevhid akidesine bağlıyız, "Lâ ilâhe illallah" diyoruz, Peygamber SAS Efendimiz'e bağlıyız, bağlılığımızı ifâde ediyoruz.

(İnnemel-mü'minûne ihvetün) Bütün müslümanlar kardeş oldukları için, kardeşâne birbirlerimizi sevmemiz lâzım.

Tabii, sevme bir kuru ifâdeden ibâret değildir. Seven insan sevdiği için her şeyi yapar, her iyiliği yapar, her ikrâmı yapar, her fedâkârlığı yapar, her yardımı yapar. Onun için hepimizin bu kardeşlerimize yardım etmemiz lâzım! Yâni dünyanın neresinden olursa olsun, zengin olsun, fakir olsun, zenci olsun, beyaz olsun, sarı olsun, çekik gözlü, yuvarlak yüzlü olsun, mavi gözlü olsun; bütün müslümanların düşünülmesi lâzım, yardımına koşulması lâzım!.. Somali'deyse, Somali'ye yardım gitmeli, Kongo'daysa Kongo'ya yardım gitmeli, Kamboçya'daysa, Kamboçya'ya yardım gitmeli, müslümanlar birbirleriyle ilgilenmeli... Sevginin tabii sonucu yardımlaşmadır, yardımına koşmaktır, dar zamanında imdâdına yetişmektir.

Aziz ve muhterem kardeşlerim, hepimiz Ramazan geldi mi tavrımızı değiştiririz; "Oruç geldi, mübarek, on bir ayın sultanı Ramazan geldi." deriz. Kandiller geldiği zaman sabahlara kadar uyumayız; camilerin avlularına seccadelerimizi yayarız, sabahlara kadar otururuz. Yâni dinin kıymetini biliyoruz, sevabı kazanmağa çalışıyoruz.

Burada da öyle, perşembe günü mescidler hemen kalabalıklaşıyor, cuma günü kalabalıklaşıyor. Neden?.. Sevap çok diye... Civar kasabalardan herkes cemselerine atlıyorlar; cemse dediğimiz burda askerî kamyon mânâsına değil, böyle minibüs şeklinde yüksek tekerlekli, kuvvetli arabalarla köylerinden kentlerinden, Riyad'dan, Dammam'dan atlayıp geliyorlar: "Şu cumamızı Peygamber Efendimiz'in mescidinde kılalım bin misli sevap olsun!" veya "Mekke-i Mükerreme'ye gidelim, orada kılalım yüzbin misli sevap olsun!" diye koşuşuyor herkes... Sevabı biliyor ve sevabı kazamaya gayret ediyorlar; bu gözle görülüyor. Yâni caminin bir gün önceki kalabalığı ile bir gün sonraki kalabalıklığı gözle görülür şekilde farkediliyor ve konuşuyoruz aramızda arkadaşlarımızla burada...

Mâdem sevaba bu kadar düşkünüz, bütün müslümanlar düşkün, herkes maddî menfaati kadar manevî menfaatini da düşünür. O halde müslümanlar birbirlerini sevecek ve yardımlaşacak!

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Almanya'dayken beni bir cuma günü konuşturmuşlardı. Belki cuma değildi, herhangi bir gün de olabilir. Boşnak kardeşlerimizin camisinde konuşturmuşlardı, ondan sonra da onların camide lokal gibi kullandıkları oturma yerlerine, dinlenme yerlerine geçmiştik. Orada Boşnak kardeşlerimiz bize dediler ki:

"--Harp varken müslüman kardeşlerimiz bizimle ilgileniyorlardı; harp bitti, ilgi bitti..."

Bu çok yazık, çok yanlış! O söz hâlâ zihnime saplandı, yüreğimi de kanattı, yaraladı. Yâni müslümanların müslümanlara her yerde, her zaman yardımcı olması lâzım! Hiç bir yerdeki müslümanın yardımsız kalmaması gerekiyor, imdâdına yetişilmesi gerekiyor. Bu bizim vazifemiz... Elinizden geldiğince nereyle ilgileniyorsanız, neresiyle ilginiz varsa, tarihî bağlarınız varsa, babanızdan dedenizden, vayahut işiniz bakımından hangi taraf size uygun düşüyorsa, müslümanların yardımına koşun!..

c. Evde Namaz ve Kur'an

İkinci hadis-i şerife geçmek istiyorum, sevgili kardeşlerim; Peygamber SAS buyurmuş ki:

(Nevvirû menâzileküm bis-salâti ve kırâetil-kur'ân) Bu hadis-i şerif Enes RA'den, kısa bir hadis-i şerif.

Size bunu şu sebepten dolayı okuyorum, dinleyen kardeşlerimizin içinde sıhhî durumu, mâlî durumu buralara gelmeğe müsâit olmayan kimseler olabilir. Radyodan bizi dinliyorlardır, canları çekiyordur, istiyordur: "Ah biz de Mekke'ye gitsek, Medine'ye gitsek!" diye amma, sevap sadece Mekke'de, Medine'de değil.

Bakın Peygamber Efendimiz bu hadis,i şerifte buyuruyor ki: (Nevvirû menâzileküm bis-salâti ve kırâetil-kur'an) "Evlerinizi namaz ile, Kur'an-ı Kerim okuyarak nurlandırınız!" Yâni insanın evinde de yapabileceği ibadetler var, onları yapmalı... Camide cemaatle namaz kılmak sevap, camide namazını kılar, sünneti evinde kılar veyahut camide kılınacak namazaları camide kılar, diğen bazı güzel namazlar var, sevabı çok olduğunu Peygamber SAS Efendimiz bildirmiş, onları da evinde kılar. Evini de kabristan gibi ölüler diyârı gibi yapmaz, ibadetle nurlardırır, dinlendirir, canlandırır, güzelleştirir, zinetlendirir...

Meselâ evde kılınan namazlardan neler var?.. Geceleyin teheccüd namazı var. Teheccüd namazına kalkılır, taheccüd namazı kılınır, ev nurlanır, şenlenir, zinetlenir. Başka ne var?.. Meselâ duhâ namazı var, SAS Efendimiz kılmış. Sabahla öğlenin arası geniş bir zaman; o arada 9'da, 10'da, 11'de, öğlene 40-50 dakika kalıncaya kadarki zamanda iki rekât, dört rekât, oniki rekâta kadar duha namazı kılınabilir. Daha başka kaza namazları kılınır. Sevap olsun diye nafile namazlar kılınabilir, abdest aldığı zaman tecdîd-i vud' namazı kılınır... vs.

Demek ki, evlerimizi böyle namaz kılarak, bir de Kur'an-ı Kerim okuyarak ibadetlerle nurlandıracağız; Kur'an-ı Kerim'e çok çalışmalıyız, okunmasını bilmeliyiz, kıraatini bilmeliyiz. Anlamını bilmeliyiz, tefsirini bilmeliyiz. Ahkâmını bilmeliyiz, ahkâmına uymalıyız. Kur'an-ı Kerim'i öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz. Hepimiz Kur'an-ı Kerim öğretmeni, hepimiz Kur'an-ı Kerim öğrencisi olmalıyız.

Çünkü insanlar iki çeşittir: Birisi ilim öğrenen, ötekisi ilim öğreten; gerisinde hayır yoktur! Onun için her ev Kur'an öğretilen, Kur'an öğrenilen yer olmalı... Çocuklarımızı akşam toplayalım: "Bu eliftir, bu bedir, bu cimdir, bu ayındır..." diye harfleri öğretelim! Okumayı öğreterek, bu güzel kitabımızın okunmasından başlayarak, ev halkını anlamına, ahkâmına doğru bilgilendirmeliyiz. Tabii ahkâmını öğrenince de ahkâmına uymalıyız, sevgili kardeşlerim!..

d. Mü'minin Silâhı: Sabır ve Dua

Üçüncü hadis-i şerif, Peygamber SAS Hazretleri'nden İbn-i Abbas RA tarafından rivâyet edilmiş. Biliyorsunuz, bu ibn-i Abbas da Abdullah ismide, Abdullah ibn-i Abbas, Abbas'ın oğlu Abdullah... Bu da dört Abdullah'tan birisi, ashabın genç alimlerinden birisiydi, Allah şefaatine erdirisin. Peygamber Efendimiz'in amcası oğlu Abbas'ın oğlu Abdullah rivâyet etmiş ki, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:

(Ni'me silâhul-mü'min, es-sabru ved-duà') Ni'me edâd-ı tahsin, yâni beğenme edatıdır, (Ni'me silâhul-mü'min) "Mü'minin ne güzel silahıdır, ne kadar hoş bir silahtır, ne kadar mükemmel bir silahtır..." diyor Peygamber Efendimiz. Neymiş o silah, acaba kaç kurşun alırmış, kaç metreye kadar tesirliymiş, nasıl bir silahmış?.. Buyuruyor ki: (Es-sabru ved-duà') "Sabretmek ve dua etmek mü'minin ne kadar güzel silahıdır." diyor Peygamber SAS Efendimiz.

Demek ki, mü'min sabrederse, elinde silah varmış da sanki o silahıyla düşmanına ateş ediyormuş gibi sevapları kazanır ve silahla nasıl zafer kazanıyorsa, düşmanı yeniyorsa sabırla veyahut dua ile de öyle yener. Dua da mü'minin silahıdır, hem de çok kuvvetli bir silahtır. Mü'min çok aciz olabilir, hasta olabilir, zayıf olabilir, güçsüz olabilir; mevkîsiz, makamsız, rütbesiz, değersiz gibi görünen bir insan olabilir. Ama dua çok önemlidir. Dua ettiği zaman, Allah duasını kabul edince, mü'minin yardımına koşar, zâlimi de kahreder.

Dua gelmiş olan şeye de fayda eder, geleceğe de fayda eder. Yâni gelmiş olan belâyı kaldırmağa da yarar, gelecek olan belâyı durdurmaya da yarar. Gelmesin, dursun diye belânın durmasına da yarar. Onun için size iki tane silah öğretmiş oluyoruz.

Niye öğretiyoruz?.. Çünkü müslümanların maalesef düşmanları çok, ülkeleri güzel, geniş, maddî imkânları var, petrolleri var, madenleri var, altınları var, uranyumları var... Gelişmiş ülkeler, gayr-i müslim ülkeler bunları yağmalamak için çareler düşünüyorlar, tuzaklar düşünüyorlar, teşkilâtlar kuruyorlar, oyunlar ediyorlar. Müslümanlara sataşıyorlar, saldırıyorlar, harp çıkartıyorlar, katliam ediyorlar, topluca mezarlara gömüyorlar. Yerlerinden, yurtlarından sürüp çıkarmağa çalışıyorlar, fitne fesat çıkartıyorlar, birbirlerine düşürüyorlar, maalesef birbirleriyle savaştırıyorlar, Afganistan'da olduğu gibi... E o zaman demek ki, bu kadar düşmana karşı da müslümanın şöyle silahı olması lâzım: Birisi sabır, birisi dua...

e. Sabır ve Zafer

Peygamber SAS Efendimiz, bir başka hadis-i şerifinde buyurmuş ki:

(En-nasru meas-sabri) "Allah'ın zafer vermesi nusrete mazhar etmesi, insanları gâlip çıkarması sabır iledir." Yâni, "Kul sabrettiği zaman, sabrın sonunda zafere, galebeye, muzafferiyete, nusrete mazhar olur." demektir, bu da bir müjde tabii... Şiddetli zamanlarda sabretmeli, sebat etmeli, Allah'a dayanmalı, "Allah sabredenlerle beraberdir." diye sabretmeli!

(Vel-ferecü meal-kerbi) "Sevinç de gam, keder, üzüntü, sıkıntıyla beraberdir, onunla beraber olur." Yâni insan sıkıntıya tahammül ederse "El-ferecü ba'deş-şiddeh" dendiği gibi bakarsın o sıkıntının arkasından, Allah bir ferahlık, bir rahatlık, bir şenlik, bir hoşluk ihsan eder. Onlar yan yanadır, peş peşedir, birisinin arkasından ötekisi gelecek demektir.

Bu, Elem neşrahleke Sûresi'nin sonunda da tekrar ediliyor:

(Fe inne meal-usri yüsran) "Zorluğun yanında muhakkak ki kolaylık da vardır."

Evet, darda olan müslümanlara müjdeler olsun ki, zorluğun arkasından kolaylık vardır, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin yardımı yakındır! İnşaallah sabrettikleri takdirde, nusrete ve zafere nâil olacaklardır. Duayı unutmasınlar, sabırdan vazgeçmesinler; sabırsızlık gösterip, taşkınlık gösterip, edebe riâyet etmeyip, yakışıksız sözler söyleyerek Allah'ın mükâfâtını ellerinden kaçırmasınlar, yardımını geriye döndürmesinler! Sabr-ı cemîl ile sabretsinler, güzel dualar ile dua etsinler de Allah-u Teàlâ Hazretleri her türlü yardımlara mazhar eylesin...

Dilerim ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri sizleri, dünyanın ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirsin... Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin, aziz ve sevgili dinleyiciler!..

Es-selâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühü!..

25. 07. 1997 - Medine

Dervişân