YENİ HİCRÎ YIL
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu'llàhi ve berekâtühû!..
Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra izleyicileri! Allah-u Teàlâ Hazretleri hem dünyada, hem ahirette her türlü hayırlara, mutluluklara, güzelliklere nâil eylesin, vâsıl eylesin, sahib eylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi müşerref eylesin...
Güzel bir cuma gününde, size söylemek istediğim şeylerden birisi, beni daha önce anında, gününde dinleyememiş kardeşlerim olabilir, hepsine tekrar sesleniyorum: Çarşamba günü girmiş olan yeni 1416 Hicrî Yılınız hayırlı olsun, uğurlu olsun, sevaplı olsun, fâideli olsun, gönlünüzce olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri bu yılınızı ve bundan sonraki mütebâkî bütün yaşantılarınızı, ömürlerinizi hayırlı eylesin, mutlu eylesin... İki cihanda aziz ve bahtiyar olun...
a. Kamerî Takvim
Biliyorsunuz, bizimle ilgili iki çeşit takvim var... Tabii takvim meselesine ansiklopedik bilgi olarak girecek olursak, çok çeşitli takvimler var... Türklerin kullandığı 12 hayvan yıllı takvim var; tavşan yılı, maymun yılı, bilmem ne yılı diye... İranlıların kullandığı takvimler var. Avrupalıların kullandığı takvimler var... Onların da çeşitleri, alt dalları var. Ama kısaca söylemek gerekirse sevgili dinleyiciler, insanoğlu bu yaşantısında zamanı ölçmek için iki ölçü kullanmış: 1. Güneş. 2. Ay...
Bazıları, Dünyamız Güneş'in etrafında dönüyor ya, işte bir dönüşün tamamlandığı zamana bir yıl demişler. Bu 365 gün tutuyor. Biz şimdi bunu kullanıyoruz. Ama daha önceleri bunu Avrupalılar kullanıyorlardı. Biz kamer, Ay yılını kullanıyorduk.
Kamer yılında esas Ay'dır. Ay'ın batı tarafından, Güneş battıktan sonra ilk defa yeni hilâl, nev hilâl olarak göründüğü zamandan, tekrar yeni hilâl olarak görününceye kadar geçen zamana bir ay demişler. Tabii zaman geçerken, ne oluyor arada?.. Hilâl gittikçe büyüyor, kalınlaşıyor, yükseliyor; iki hafta geçtikten sonra kocaman tepsi gibi dolunay oluyor. Ondan sonra, dolunay olduktan sonra da tekrar azalıyor, azalıyor... Sabahları doğu tarafında ince olarak görüyoruz. Derken bir iki gün görmüyoruz. Sonra batı ufkunda tekrar yeni hilâl görüyoruz.
İşte bir yeni hilâlden, bir sonraki yeni hilâle kadar geçen zamana, kamerî ay deniliyor. Kamerî aylar bizim için dînî bakımdan önemli. Onun için biz, kamerî aylara dînî bakımdan bağlıyız. Bir kere Ramazan ayımız kamerî bir ay... Ramazanı kollamak, takip etmek için, kamerî ayları kullanmış dedelerimiz. Ramazan'dan evvel Üçaylar, Receb, Şa'ban var... Sonra Peygamber Efendimiz'in doğumu kandili, Regaib kandili, Berat kandili, Mi'rac kandilimiz var... Kadir gecesi var.
Sonra hac var... Hac da kamerî aylara bağlı. Zilhicce ayının onunda Kurban Bayramı oluyor. Zilhicce'nin dokuzunda Arafat'a çıkması lâzım hacıların.... Binâen aleyh, bizim dînî yaşamımız kamerî yıla göre, kamerî aylara göre oluyor.
Kamerî ayların günlerine bağlı ibadetlerimiz var. Meselâ, kamerî ayların dolunay geceleri, yâni kamerî ayın 13'ü, 14'ü, 15'i... Ayın ondördü gibi diyoruz ya, ayın böyle yusyuvarlak dolunay olduğu, tepsi gibi olduğu zaman. O günlerde, daha doğrusu o gecelerin gündüzlerine eyyâm-ı biyz deniliyor. Biyz, beyaz kelimesinin çoğulu. Eyyâm-ı Biyz ne demek?.. Beyaz günler demek. Yâni, gecelerinde mehtap olduğu için beyaz denmiş.
Peygamber SAS Efendimiz, o mehtaplı gecelerin gündüzlerinde, eyyâm-ı biyz'da hep oruç tutmuş, mutlaka oruç tutmuş. E ne yapmamız lâzım?.. Bizim de, bir Arabî ayı takip etmemiz lâzım!.. "Arabî ayın biri, bak hilâl göründü... İşte ikisi, üçü, dördü... İşte ayın yedisi oldu, bak ay yarımay şeklinde görülüyor. İşte dolunay oluyor, bak ay yusyuvarlak çıkıyor..." diye o zaman, dolunay zamanlarında, ertesi sabahları oruca niyet etmek lâzım!.. Onüçü, ondördü, onbeşi Peygamber Efendimiz hep oruç tutmuş.
Bayramlarımız öyle... Kurban Bayramımız, Ramazan Bayramımız kamerî takvime göre hesaplanıyor. O halde kamerî ayları takip etmemiz lâzım!..
Ben bunun bir kolaylığını size söyleyeyim, sevgili Akra dinleyicileri! Ne yapabilirsiniz kamerî takvimi takip etmek için?..
Takvimi alırsınız. Takvimde kamerî ayın birinci günü oldu mu, Kur'an-ı Kerim'in birinci cüzünü okursunuz. O gün hep birinci cüzle ilgili konuşmalar yaparsınız, çalışmalar yaparsınız, okumalar yaparsınız. Kültürünüzü o birinci cüze yoğunlaştırırsınız. Birinci cüzle ilgili ayetleri okursunuz, tefsir kitaplarını okursunuz. Böylece okuduğunuz kitaplardan ve takvime bakmış olduğunuzdan, zininizde kesin çizgiler halinde, "Tamam bugün ayın biri!" diye kocaman belirmiş olur.
Ertesi günü ikisi olunca, Kur'an'dan hangi cüze geldik?.. İkinci cüze geldik. "Dur şunu okuyayım bugün, buradan ezberimi tazeleyeyim! Unuttuklarımı tekrar ezberleyeyim, hafızamı kuvvetlendireyim!" filân diye ikinci cüzü okursunuz. Kur'an-ı Kerim otuz cüzdür. Arabî aylar da bazan 29, bazen 30 oluyor. Binâen aleyh, Kur'an-ı Kerim'i ayda bir okumaya kendinizi ayarlarsanız, bu bir pratik çare size...
Ayda bir hatmetmeye ayarlarsanız kendinizi, her gün hangi cüzü okuyacaksınız?.. Arabî ayın kaçıysa, onu... "Arabî ayın 14'ü; tamam, 14. cüzü okuyacaksınız. Arabî ayın 27'isi; tamam 27. cüzü okuyacaksınız." diye, böyle Kur'an-ı Kerim okuyuşunuza bağlarsanız, dînî kitap okuma çalışmanıza bağlarsanız, o zaman gün gibi bilirsiniz. Bir de biraz merakınız olur da, akşamleyin camiye giderken, güneşin battığı tarafa bakarak; sabahleyin camiye giderken, gözünüzü kaldırıp gökyüzüne bakarak kameri takip ederseniz; işte hilâl, işte yarımay, işte dolunay... İşte ikinci yarımay, işte eski hilâl, köhne hilâl... Sabahleyin görünür o, sabahleyin namaza giderken... Bir nev hilâl var, yeni hilâl var, ay başında görülür. Bir de köhne hilâl var... Birisi yeni doğmuş, gittikçe büyüyecek; ötekisi dolunaydan sonra gittikçe küçülen, yok olan ayın son hilâli oluyor. Ona köhne hilâl deniliyor. Bunları da bilmiş olursunuz.
Böylece, Ramazanın başlangıcı ile ilgili gözlemler de yapmak gerekir, sevap onlar da... Onlara da âşinâ olmuş olursunuz. Her gününüzü de bilirsiniz, eyyâm-ı biyz oruçlarını da tutarsanız. Böylece kamerî takvim ile ilgili bilginiz olur.
Kamerî takvimin hoş olan, tatlı olan, sevimli olan bir tarafı vardır: Kamerî takvim aynı mevsimde durmaz. Her yıl 11 gün evvel gelerek, kamerî aylar döner. Mevsimlerin üzerinden döner. Böylece bakarsınız, Ramazan yazın sonundaydı, ağustosun başına geldi... Temmuza geldi, temmuzun başına geldi, hazirana geldi, mayısa geldi, ilkbahara geldi, kışa geldi diye yaşayan bir insan, --Allah cümlemize hayırlı, uzun ömür versin-- böyle ayların değişik mevsimlerde geldiğini görür.
Bakarsanız, birisi der ki:
"--Ben haccı çok sıcak günlerde yaptım. Aman Allah'ım ne kadar sıcak vardı. Yer kaynıyordu, ayağımı bastığım zaman altı kabardı." der.
Ötekisi de:
"--Yok. Ben haccı yaptığım zaman öyle soğuktu ki, sırtıma battaniye almak zorunda kaldım. Nasıl öksürük oldum da, yirmi günde, otuz günde zor geçti." filân diyebilir.
Bu neden?.. Çünkü, kamerî aylar mevsimlerin üzerinden dönüyor. Böyle hafif hafif dönüyor, muntazam bir dönüşle dönüyor. Yâni, Ramazan ayı her mevsimi şenlendiriyor, hac her mevsimi şenlendiriyor diyebiliriz. Ben bunu seviyorum, hoşuma da gidiyor. Böyle güzel bir şey oluyor. İşte kamerî aylar böyle...
Biz iki gün önce, çarşamba günü yeni kamerî bir yıla girdik. Bugün cuma olduğuna göre kamerî ayın üçü olmuş oluyor. Yeni bir yıl bu, taptaze bir defter önümüzde... Artık ilk iki günü nasıl geçirdiniz, bilmiyorum. Biz Akra'dan ilan etmiştik kardeşlerimize:
"--Aman salı günü oruç tutun, çarşamba günü oruç tutun!" diye söylemiştik.
Tabii perşembe de oruç tutabilirsiniz. Çünkü, pazartesi perşembe oruçları da var. Peygamber Efendimiz, "Pazartesi, perşembe günü oruç tutun! Bu günlerde kulların amelleri Allah'ın divanına arz olunur. Ben de amellerim Allah'a arz olunurken, oruçlu pozisyonda olmayı severim." buyurmuş. Pazartesi perşembe oruçlarını tutmak sünnet.
Bizim bir kardeşimiz vardı, --Allah selâmet versin-- hayırlara koşturan, kıymetli bir kardeşimiz. Cami yaptırır, hayırlara koşar... Kalp rahatsızlığı var. Hapları yutuyordu, bir akşam arkadaşımızın evindeyken. Dedi ki:
"--Hocam bu hapları yutuyorum ama, eğer pazartesi perşembe oruçlarını tutarsam, bu hapları yutmaya lüzum kalmıyor. Çünkü, perhiz yaptığım için dinç oluyorum, sıhhatli oluyorum. Hele bir de Arabî ayların eyyâm-ı biyz oruçlarını tutarsam, o zaman daha sıhhatli oluyorum." dedi.
Tabii, İslâm insanın hem ruhuna sıhhat vermek için, hem bedenine sıhhat vermek için, hem dünyasını mâmur etmek için, hem ahiretini mâmur etmek için bir hazinedir. İslâm'a uyan sıhhatli olur. İslâm'a uyan ruhen rahat olur. İslâm'a göre yaşayan uzun ömürlü olur. İslâm'a göre yaşayan insanlar topluluğu, toplumlar mutlu olur; kavga olmaz, çekişme olmaz, mutsuzluk olmaz... Dükkânını, tezgâhını bırakır, namaza gider insan. Neden?.. Hırsızlık yok, gayet rahat. Kimse kimseye yan bakmıyor, herkes herkesin hakkını kolluyor, zenginler fakirlere yardımcı oluyor. Mutlu bir toplum olur. Çünkü İslâm, iki cihanın saadetini insana sağlıyor.
Sevgili kardeşlerim, çarşamba günü oruçlu olmanızı size evvelce anons etmiştik. Perşembe günü de tabii, pazartesi perşembe orucu tuttuğunuz için oruçlu olabilirdiniz. Geldik cuma gününe... Bugün cuma günündeyiz. Üç gün olmuş. Yeni bir yıldayız, yeni bir defter elimizde... Aman bu güzel defterimize, yepyeni deftere, ciltli, yeni kaplanmış, sayfaları pırıl pırıl, köşeleri kıvrılmamış deftere, bu yıl güzel yazılar yazalım! Defterimiz karalanmasın, sayfaları yırtılmasın...
Ahirette insanın ömründen sorgu sual olacak; neler yaptığı ortaya dökülecek, göz önüne serilecek mahşer gününde... Allah yüzünüzü ak eylesin... Defter-i a'mâlimize güzel ameller işleyerek, sevaplar yazalım inşâallah... Bu defterimiz, bu yeni defterimiz hayırlarla dolsun...
b. Zamanın Kıymetini Bilin!
Muhterem kardeşlerim, tabii geçen geçti. Diyor ki İslâm büyüklerinden birisi: "Geçen geçmiştir, yapılacak bir şey yok..." Doğru, hakikaten geçti. Ne yapayım artık, ne yapabilirim, yapmadım zamanında, geçti, mazi oldu. "İstikbal, gelecek zaman, onu da bilemiyoruz." Yâni, yaşayacak mıyız, istikbâle ulaşabilecek miyiz; onu da bilemiyoruz. Geçmiş geçti, elimizde bir şey yok... İstikbal henüz gelmedi, getirmek için bir şey yok. O zamana çıkmak için de garantimiz yok... O halde nedir bizim için önemli olan?.. İçinde bulunduğumuz andır."
Onun için demişler ki: (Mâ madà fâte, ve'l-yüemmelü gaybün, feleke sâatü'lletî ente fîhâ.) "Geçen elden kaçmıştır, gelecek gayıbdır, belli olmaz ne olacağı; senin ancak işte içinde bulunduğun an vardır, onu güzel değerlendirmeye bak!" demişler.
Muhterem kardeşlerim! Zamanın kıymetini bilmek ve zamanı iyi değerlendirmek çok önemli. Onun için aman zamanınızı bir hazine gibi bilin, bir sermaye gibi bilin. Bakın geçen senenizi nasıl geçirdiyseniz geçirdiniz, bu yeni seneyi güzel geçirmeye gayret edin, boşa geçirmeyin; bir.
Boşun bir adı bizim İslâm edebiyatında, dini kitaplarımızda mâlâyânî'dir. Mâlâyânî ne demek? Bir anlamı olmayan demek, anlamsız, boş. Mâlâyânî söz, mâlâyânî iş...
"--Neden bu işi yapıyorsun?.."
"--Hiç..."
"--Faydası ne?.."
"--Sıfır..."
"--Niye bu sözü konuşuyorsun?.."
"--Hiç..."
"--Faydası ne?.."
"--Sıfır..."
"--Bu günü nasıl geçirdin?.."
"--Hiç..."
"--Niye yaptın?.."
"--Sıfır..."
İşte mâlâyânî... Boşa, mâlâyânîyle geçirmemek; bir. Ayrıca harama, gühana harcamamak daha önemli; iki. Yâni harama dalmaktansa, boşa geçirmek biraz daha ehven, hiç olmazsa boşa geçiyor. Öbür tarafta haram ve günah başkalarına zararlı, kendisine zararlı, ceza çekmeye sebep olacak. Binâen aleyh, harama ve günaha harcamamaya çok daha fazla dikkat edeceğiz. Boşa harcamamaya da çok dikkat edeceğiz; iki.
Biz onun için muhterem kardeşlerim, Başarının Prensipleri diye bir küçük kitap yazdık, lütfen o kitabı okuyun! Buna benzer tabii kitaplar var İngilizce yazılmış, Almanca yazılmış, batı dillerinde böyle, kütüphaneleri severseniz, kitapları okursanız, karıştırırsanız göreceksiniz çok güzel kitaplar vardır. Tabii İngilizce biliyorsanız onları okuyabilirsiniz. Çalışmanın prensiplerini öğrenmelisiniz, çalışmalısınız. Çalışmadan olmaz. Çalışmayana hayırlı sonuçlar gelmez ve sevaplar verilmez. Çalışmayana öylece ceza da gelir.
Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:
(Ve en leyse li'l-insâni illâ mâ saà) "İnsanoğlu neye sa'y u gayret ettiyse, çalıştıysa onun karşılığını görecek, başka bir şey değil." (Necm: 39) Yâni ahiret için de böyle.
(Felyevme lâ tuzlemü nefsün şey'en ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta'melûn.) Bu da Yâsîn Sûresi'nin dördüncü sayfasının sonundaki ayet-i kerime. Hepiniz belki ezbere biliyorsunuz... (Felyevme) "Bu mahşer gününde, ahiret gününde, (lâ tuzlemü nefsün şey'en) hiç bir kişi haksız bir muameleye uğramayacak, zulme uğramayacak. Hakkı verilmeme durumu yok, hakkını alamama durumu yok. Hiç kimse zulme, haksızlığa uğramayacak. Allah haksızlık etmeyecek. (Ve lâ tüczevne illâ mâ küntüm ta'melûn) Ey insanlar, o zaman işlediklerinizden gayri bir karşılık görmeyeceksiniz." Yâni, neyi işlemişseniz onun karşılığını göreceksiniz, işlediğinizin dışında bir karşılık görmeyeceksiniz. Genel hüküm olarak, hayır işlemişseniz, hayırla karşılaşacaksınız; şer işlemişseniz, şerle karşılaşacaksınız. Bir de:
(Femen ya'mel miskàle zerretin hayran yerehû, ve men ya'mel miskàle zerretin şerren yerehû.) Güneş bir koridora vurduğu zaman, görüyorsunuz zerreler uçuşuyor güneşin şuâında, hüzmeleri arasında. İşte ona zerre derler. "O zerre kadar hayrı olan, o hayrın karşılığını görecek. O zerre gibi hafif, küçük bir şey kadar bile şerri olan, şer işlemiş olan, onun da cezasını çekecek." (Zilzâl: 7-8) buyruluyor.
Yâni genel bir değerlendirme var. İyilik yapan iyilik bulacak ama, bu genel değerlendirmede inceden inceye, zerre kadar hayırlar, zerre kadar şerler ölçülüp, onun birikimi olan amel terazisindeki sonuç neyse, ona göre onun karşılığını görecek insanlar. O zerre gözünüzün önünden gitmesin muhterem kardeşlerim! Hani damlaya damlaya göl olduğu gibi, bu zerreler birleşiyor birleşiyor büyük sevaplar oluyor. Zerre zerre küçük şerler de birleşiyor birleşiyor, ahirette insanın cehenneme girmesine sebep oluyor.
Onun için, bir anınızı boş geçirmemeye, bir zerre hayrı küçümsememeye, bir zerre şerri de önemsemeyip aldırmamaya kapılmayın, o duruma düşmeyin ve ciddî olun! Ahiretteki hesabı unutmayın! Ahiretteki o hesaba göre zamanınızı iyi değerlendirin!.. Zamanımız bizim sermayemiz. Bu bir.
Zamanımızı değerlendirmek için formül nedir muhterem kardeşlerim?.. Diyor ki, Peygamber Efendimiz'den gelen hadis-i şerîfleri bize nakletmiş olan alimler ve dinimizin, sünnet-i seniyyemizin, Kur'an-ı Kerim'in ana mânâsını anlatan kitaplar: İnsan bilecek, alim olacak, hayrı şeri bilecek, ilim öğrenecek. İlim olmayınca kurtuluş olmaz. Onun için, bilmeye çalışacak, ilim sahibi olmaya çalışacak.
İlim; ilim bilmektir,
İlim; kendin bilmektir.
diye Yunus Emre'nin dediği gibi ilmi öğrenecek ama bir de ilmi hayra kullanmak için öğrenecek, ilmini, bildiği güzel şeyleri uygulayacak, kötü olarak bildiği şeyleri de yapmamaya dikkat edecek.
Buna da ne deniyor?.. İlmini uygulamak, ilmiyle âmil olmak deniliyor, bu da lâzım. Bilgi lâzım; ilim... Bilgisini uygulamak lâzım; icraat, amel... Sonra, o da yetmez, icraatını ihlâslı yapmak lâzım, temiz bir niyetle, hàlis bir niyetle, dindârâne bir duyguyla yapmak lâzım! İhlâs olmazsa, Allah amelleri kabul etmiyor. Niyeti güzel olacak, üç. Yâni kötü niyetli insan, karşısındakini aldatmak için iyi bir şey yaparsa, ona sevap verilir mi?.. Verilmez. Çünkü niyet kötü olunca, yapılan iyi şey niyete göre değerlendiğinden sevap alamıyor. "Maksadı kandırmaktı, karşı tarafa şirin görünüp, ondan sonra şu fesadı yapmaktı." derler, sevabı vermezler. İhlâs olacak, iyi niyet olacak.
Bir de dördüncü bir incelik vardır sevgili kardeşlerim: Yaptığın şeyleri ihlâslı da yapsan, yaptığın şey Peygamber Efendimiz'in tavsiyesine, sünnetine uygun olacak!.. Sünnetine uygun olmadığı zaman bid'at deniliyor. Bid'atları Allah kabul etmiyor, bid'atlardan kaçınmak lâzım! Bid'atların çeşitleri çoktur, her çeşidinden kaçınmak lâzım; sünnet-i seniyye-i nebeviyyeye sarılmak lâzım!.. Rasûlüllah gibi olmaya çalışmak lâzım! Rasûlüllah Efendimiz'in sünnetini tam tutmak lâzım!..
İki gün önce, Ahmed-i Yesevî Efendimiz KS'le ilgili konferans vereceğiz diye, kitaplarını evirdik çevirdik, araştırmaları okuduk. En bariz vasfı nedir Ahmed-i Yesevî Efendimiz'in?.. Yâni bizim bu bütün Türkistan'a ve bütün Türkiye'ye ve bütün tarihimize tesir etmiş en büyük evliyâullahtan, tarihimizin en büyük sîmalarından birisi, ne diyor: "İlim, sünnet-i seniyyeye sarılmak ve aşk." diyor. Yâni sarılacaksın, aşk ile, şevk ile aşık olacaksın.
Peygamber SAS Efendimiz Hıra mağarasına girip de orada ibadet edince, Kureyşliler tabii duydular, bildiler, gördüler; Muhammed-i Mustafâ, Ebü'l-Kàsım Muhammed-i Mustafâ aralarına gelmiyor. Nerede?.. Hıra mağarasına çekilmiş. Ne dediler?.. (Aşıka muhammedün rabbehû) "Muhammed Rabbine aşık oldu." dediler. Evet, bu aşk, aşık olmak, aşıklık Peygamber SAS'den bize gelmiştir. Hakîkî dindar olan Allah'ın aşıkıdır. Allah'ı sever, Allah için aşk ile, şevk ile, ihlâs ile, sünnet-i seniyyeye uygun olarak çalışır, çabalar. Çalışmamak yok, tembel durmak yok... Tembeli sevmiyor ve çok büyük sorumluluğu, vebâli var. Vazifesini yapmayan insanlara, tembel duran insanlara çok cezalar var...
Onun için bilgimizi arttıracağız bu sene... Ana prensibimiz: Her gün bilgimizi arttırmak, bilgimizi uygulamak ve bildiğimizi ihlâsla yapmak ve bilgimizi sünnet-i seniyyeye uygun olarak yapmak ve insanlara faydalı olmaya, ümmet-i Muhammed'e faydalı olmaya çalışmak esasına göre zamanımızı geçirelim!..
Niye söylüyoruz?.. Daha yeni yılın üçüncü günündeyiz, başındayız. Szlere hatırlatma olsun, şevk olsun, teşvik olsun. Bunu bu niyetle, bu teşvikle, bu şevkle yaparsanız, bütün seneniz sevap olur, ibadet olur, çok sevap kazanırsınız diye düşünüyoruz.
c. Aşûra Günü Orucu
İkinci bir husus sevgili kardeşlerim: Bu cuma değil de, önümüzdeki cuma günü Aşûrâ günü. Bu Aşûrâ sözünün her hecesi uzun: À-şû-râ'. Sonunda da hemze var.
Bu bir dînî gündür. Önümüzdeki cumaya rastlıyor. Aşûre günü de çok önemlidir. Tabii tarihî bir değeri var, dînî bir değeri var. Aşûre günü nedir?.. Àşûrâ günü, biz Aşûre diyoruz, kısa söylüyoruz, Muharrem'in 10'udur. Muharrem'in 10'u önemli. Dînî önemi var. Hazret-i Aişe-i Sıddîka Vâlidemiz RA (Kadın olunca radıya'llàhu anhâ denilecek.) bildiriyor ki:
"Peygamber SAS Efendimiz Mekke'deyken Aşûre gününde oruç tutardı. Yâni Muharrem'in 10'unda oruç tutardı."
Kureyş de, Aşûre gününe hürmet ederdi. Tabii Kureyş netice itibariyle kim? Hazret-i İsmail AS'ın, İbrahim AS'ın nesli. Yâni İsmail AS vasıtasıyla İbrahim AS'ın Hicâz'da neşv ü nemâ bulan, gelişen mübarek nesli. Arkasından o nesilden, o soydan Peygamber-i Zîşânımız geliyor. Şimdi tabii bu Kureyş peygamber soyu olduğu için, netice itibariyle peygamberlerin hayatlarında, tarihinde mühim olan olayları az çok an'anevî olarak kulaktan dolma da olsa biliyorlardı.
O Kâbe'ye de hürmet ediyorlardı, Kâbe de tabii, İbrâhim AS'ın binâsı, İsmâil AS'ın binası. Kâbe'ye de hürmet ediyorlardı da tabii şaşırdılar, sapıttılar da, Kâbe'yi putlarla doldurdular. Yâni Hazret-i İsmâil AS, İbrahim AS putları emretmedi onlara. Ama onlar şaşırdılar. İbrahim AS putları kırdı, sonra İbrahim AS'ın İsmail AS'dan gelen nesli Kâbe'yi putlarla doldurdu. Bu neyi gösteriyor?.. İyi yolda olan topluluklar dikkat etmezlerse, ayakları kayıp kötü yola düşebilirler.
İbrahim AS Nemrud'un zamanında onların puthanesine giriyor, putları parçalıyor, parça parça ediyor... Sonra onun neslinden gelen Kureyş kavmi, Kâbe'yi üç yüz altmış tane putla doldurmuşlar. Lât, Uzzâ, Menât, Hübel vs... çeşitli putlarla Kâbe'yi doldurmuşlar. Bu ibretli bir şeydir.
İsâ AS, insanları Allah'ın varlığına birliğine çağırmış; bugün hristiyanlar Hazret-i İsâ'yı çarmıha gerilmiş şekliyle karşılarına alıyorlar, Hazret-i İsâ'ya tapınıyorlar, puta tapınıyorlar, haça tapınıyorlar. Bu bir yanılmadır. Demek ki insanlar yanılabilir.
"--E onlar yanılıyor, biz yanılamaz mıyız?.."
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Yeni bir senede bu sözün üzerinde, sorunun üzerinde durun... Biz hak yoldayız, müslümanız ama, biz de dikkat etmezsek ayağımız kayabilir, yanılabiliriz. Şeytan boş durmuyor, insanın aklını çeliyor, insanlar şaşırabiliyor.
Hakikaten de bugün müslümanlara baktığımız zaman, Türkiye'ye baktığımız zaman, Türkiye'deki müslümanlara, Türkiye'nin insanına baktığımız zaman; Türkiye'nin %99'u müslüman, anası babası şehid, dedeleri şehid... Torunlara bakıyorsunuz İslâm'la, imanla, adaletle, kanunla, nizamla bağdaşmayan bazı şeyleri yapan insanlar çıkıyor. Neden?.. Şaşırabiliyor demek ki. Şaşırmamaya dikkat edelim!..
Şaşırmamanın çaresi nedir?.. Öze dönmektir, İslâm'a dönmektir, Peygamber Efendimiz SAS'in sünnet-i seniyyesine yapışmaktır.
Kureyş tutarmış Muharrem'in 10'unda orucu, Peygamber Efendimiz de tutarmış. Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere'ye geldiği zaman bakmış ki, orada yahudiler de tutuyorlar. Kureyş tutuyordu, Kureyşliler yahudi değil. Medine'ye geldiği zaman yahudi kabileler vardı Medine'de. Peygamber SAS baktı ki, onlar da tutuyorlar Muharrem orucunu. Sordu onlara, dedi ki:
"--Niye tutuyorsunuz?.."
Onlar da dediler ki:
(Fekàlû) "Yahudiler dediler ki: (Hàze'l-yevm, ellezî azhara'llàhu fîhi azze ve celle mûsâ AS) Bu Mûsâ AS'ı Allah'ın galip getirdiği, zuhura getirdiği gündür. (Ve benî isrâil) Benî İsrâil'i kurtardığı gündür." Kime karşı?.. (Alâ kavmi fir'avn) Firavun kavmine karşı gàlip eylediği, Firavun'u helâk eylediği, Mûsâ AS'ın etrafındaki mü'minleri kurtardığı gündür. Biz de bu güne hürmeten böyle oruç tutuyoruz." deyince; bakın, Peygamber Efendimiz çok mühim bir söz söylemiş cevabında... Buyurdu ki:
(Nahnü ehabbü min mûsâ minküm) "Mûsâ'yı biz sizden daha lâyık, daha yakın, daha sevgili ve onu daha çok benimseyen kimseleriz." dedi.
Biz Mûsâ AS'a daha yakınız. Neden?.. Mûsâ AS Allah'ın peygamberidir, Allah'ın emrettiklerini yerine getirmiştir. Peygamber Efendimiz de Allah'ın gönderdiği son peygamberdir, Allah'ın emirlerini yerine getirmiştir. Mûsâ AS'a uyuyoruz diyen insanlar, sonradan onun yolundan, rayından çıktığı için, onlar ona yakın değildir. Hristiyanlar Hazret-i İsâ'ya yakın değil... Yahudiler Hazret-i Mûsâ'ya yakın değil... Biz müslümanlar Hazret-i İsâ'ya daha yakınız, biz müslümanlar Hazret-i Mûsâ'ya daha yakınız. Onun için Peygamber SAS Efendimiz: "Biz sizden daha yakınız Mûsâ AS'a, tabii biz de tutarız." dedi ve bu Aşûre gününde oruç tutmayı emretti.
Yalnız bir incelik vardır: Biz eski hak dinlerden, hak peygamberlerden gelen bazı güzel şeyleri devam ettirebiliriz ama, yine de biz herhangi birisinin taklidi değiliz, onlardan yine farklıyız. Onun için, Peygamber SAS Efendimiz onlara benzemeyelim diye emretti ki:
"--Ya dokuzu ve onunu tutun, ikisini birden; yahut da onunu ve onbirini tutun! Böylece tam onlar gibi olmasın, bizim onlardan farklı olduğumuz belli olsun.
(Hàlifu'l-yehûde ve'n-nasârâ) [Yahudilere ve hristiyanlara muhalefet edin!] buyurmuş. Yâni yahudileri, hristiyanları taklid etmek, aynen benzemek dinimizde yok. Onun için, Peygamber SAS Efendimiz böyle bir gün fazlasıyla Aşûre orucu tutmayı emretmiş. Hadis-i şerîflerde böyle tavsiye ediliyor.
Evet, Aşûre gününde oruç tutulabilir. Tabii bir hafta sonra olduğu için, biz şimdiden size onun hatırlatmasını yapıyoruz.
d. Hasret-i Hüseyin'in Şehâdeti
Şimdi bir husus daha var sevgili kardeşlerim: Bu Aşûre günü, 10 Muharrem bir başka tarihi olayı da bizim kalbimize getiriyor, hatırımıza getiriyor. Acı bir olay da var. İslâm tarihi içinde maalesef... Peygamber SAS Efendimiz'in sevgili torunu, kucağına alıp, öpüp bağrına bastığı Hazret-i Hüseyin Efendimiz; Hazret-i Fâtımatü'z-Zehrâ ile Hazret-i Ali Efendimiz'in mübarek oğlu Hazret-i Hüseyin Efendimiz, Iraklılar tarafından davet edildi. O zamanki Irak'ta oturan Kûfe ahâlisi, "Gel, seni halife yapmak istiyoruz, müslümanların başına sen halife ol Hazret-i Ali Efendimiz gibi." diye, onu halife seçmek için Irak'a davet ettiler.
O da davete icabet etmek üzere Irak'a giderken, Kerbelâ denilen yerde Emevîler, Yezîd ibn-i Muaviye'nin komutanları emriyle onun yolunu kestiler ve Hazret-i Hüseyin RA Efendimiz'i mübarek hanımlarıyla, mâsum evlatlarıyla, fedâkâr, vefâkâr arkadaşlarıyla, kafilesindeki mücahid taraftarlarıyla orada, Kerbelâ'da şehid ettiler 10 Muharrem günü. Tabii bu da Allah'ın bir hikmeti.
Fuzûli şiirinde söyler: "Allah'ın sevgili kulunun nasibi şehid olmaktır. Ömrü saîd olarak geçer, vefatı şehîden olur."
Ca'fer-i Sâdık Efendimiz'den de dua naklediliyor, elini açıp dua edermiş Ca'fer-i Sâdık Efendimiz Rh.A. Bizim hem tarikatta büyüğümüz, hem dinde büyüğümüz, Peygamber Efendimiz'in sülalesinden, İmâm-ı Âzâm Efendimiz'in hocası, her yönden başımızın tâcı. Ca'fer-i Sâdık Efendimiz dua edermiş:
(Allàhümme ahyinî saîden ve emitnî şehîden) "Beni saîd bir kul olarak, mutlu bir kul olarak, ibadetinde, taatinde sana mut'î olarak yaşamış, böylece ebedî saadetin namzedi olarak yaşamış bir kul olarak yaşat yâ Rabbi; şehid olarak vefatımı nasib et." diye.
Tabii Peygamber Efendimiz'in mübarek torunu Hazret-i Hüseyin'in, o günde şehid olması da Allah'ın hikmeti. Yâni başka bir günde değil de, böyle bir mübarek günde şehid etmişler onu. Tabii şehid olmak, şehid olanın kendisi için büyük bir mertebedir. Şehadet mertebesine eriyor. Binâen aleyh çok güzel bir şeydir. Allah'ın şehidlere büyük ikrâmı olduğundan, bir şehidin daha ilk damlası yere damladığı zaman cennetteki makamı kendisine gönderildiğinden, geride kalanlara, yakınlarına şefaat hakkı olduğundan, şehid olmak bütün müslümanların arzusudur. Şehid olmayı istemeden, temennî etmeden, ondan kaçınarak ölen bir kimse, münafıklıktan bir çeşit üzere ölmüş olur diye de bildiriliyor. Yâni hepimiz candan şehidliği özleriz.
Tabii şehid olmak, şehid için güzel bir şey. Arkasında kalanlar için çok acı bir şey. Şimdi Karahitaylar, Ahmed-i Yesevî Efendimiz'in zamanında Moğollar, putperest, budist, gayr-ı müslim kafileler halinde İslâm ülkelerine hücum etmişler. Alimleri toplamışlar, bazılarını alnından, bileklerinden, bacaklarından şehirlerin kapısına çivileyip şehid etmişler. Tabii mübarek alim, İslâm'ı müdafaa etmiş, Peygamber Efendimiz'i müdafaa etmiş, böyle şehid olmuş.
Evet, şehadet ölen için yüksek bir mertebedir, geride kalanlar için de bir uzun büyük derttir, üzüntüdür, ayrı kaldık vah diye üzülürüz. Ama tabii, çok seviyoruz Hazret-i Hüseyin Efendimiz'i... Fakat bu Aşûre günündeki mâtem merasimleri yoktur. Biz şehid olanlardan bol şefaat isteriz. Ruhlarına Fatihalar okuruz, hatimler indiririz, severiz, gözyaşı dökeriz ama, onun bir ölçüsü vardır, o ölçü içindedir. Ve onu bir mâtem günü olarak düşünülmez.
Eğer mâtem günü olarak düşünülmesi gerekseydi her pazartesi günü mâtem günü olması lazımdı. Çünkü Peygamber SAS Efendimiz, pazartesi günü vefat etmişti. Ebûbekir-i Sıddîk Efendimiz de temennî edermiş, dermiş ki:
"--Ne zaman vefat etti Peygamber Efendimiz?.. Pazartesi günü. Ben de temennî ediyorum ki, pazartesi günü vefat edeyim!"
Hazret-i Ebûbekir-i Sıddîk hem pazartesi günü vefat etmiş, hem de Peygamber Efendimiz'in yaşı gibi altmış üç yaşında vefat etmiş. Yâni hem yaş bakımından, hem ölüm günü bakımından Efendimiz'e, her bakımdan uymak istiyor, tabii çok mübarek insan, pazartesi vefat etmiş.
Binâen aleyh, yâni sevdiğimiz insanların şehid edilmesi, vefat etmesi günlerini matem günü alacak olursak başta tabii pazartesi gününü matem günü edinmemiz gerekirdi. Halbuki dinimizde Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi vardır: Pazartesi perşembe oruçları çok sevaplı diye oruç tutuyoruz, öyle değerlendiriyoruz.
Hazret-i Ali Efendimiz RA'den rivâyet edilmiş, rivayetler de Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz, o da Hazret-i Ali Efendimiz'in evladındandır, sülâle-i tahiredendir, âl-i Rasûldür.
(Kâne aliyyün radıya'llàhu anhu ye'müru bi-siyâmihî) diyor kitabında. "Hazret-i Ali Efendimiz Muharrem ayında, Aşûre gününde oruç tutmayı emrederdi. (Ve kàlet lehüm àişete radıya'llàhu anhâ: Men ye'mürüküm bi-savmi yevmi âşûrâ?) Bunun üzerine, Hazret-i Aişe sormuş oruç tutanlara: 'Size bu Aşûre gününde oruç tutmayı kim söyledi bakalım?' diye.
(Kàlû: Aliyyun radıya'llàhu anh) Hazret-i Ali Efendimiz söyledi demişler. (Kàlet: İnnehû a'lemü bi-men bakıye bi's-seneh.) Buyurmuş ki: "O senenin öteki aylarını, günlerini en iyi bilen insandır. Yâni hangi ayları, hangi günleri mühimdir, hangi günleri sevaplıdır, hangi günleri oruç tutulacak, bilir."
Demek ki, onların içinden Aşûre gününde oruç tutmayı tavsiye ettiğine göre ve bir de Muharremin Aşûre günü oruç tutmayı Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi olarak, ayrıca Hazret-i Ali Efendimiz'in tavsiyesi olarak tutarız. Tabii seferde oruç tutmak mecburiyet değil ama, kim bilir belki o Kerbelâ şehidleri içinde de, oruçluyken böyle şehid olmuş olanlar vardır.
(Ve an aliyyin RA) Yine Hazret-i Ali Efendimiz RA ve KV'den rivâyet edilmiş. (Ennehû kàle) Buyurdu ki Hazret-i Ali Efendimiz: (Kàle rasûlü'llàh SAS) Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar: (Men ahyâ leyletü âşûrâe ahyâhu'llàhu teàlâ mâ şâe.) "Kim Aşûre gecesini ibadetle ihyâ ederse, Allah da onun hoşuna gidecek şekilde, onu ihyâ edecek ihsanlarda bulunur." diye Hazret-i Ali Efendimiz rivâyet etmiş.
Demek ki, Hazret-i Ali Efendimiz'in tavsiyesini tutarak, Ca'fer-i Sàdık Efendimiz'in yolundan yürüyerek, bu Aşûre gününün orucunu tutmaya da gayret edelim! Cuma mü'minlerin güzel günüdür, haftanın bayramıdır diye, cuma günü doğrudan doğruya oruç tutmak doğru değildir ama, perşembeden oruç tutulursa cuma günü de eklenebilir. Cuma günü oruç tutulursa, cumartesi de eklenebilir. O zaman, devamlı bir orucun bir günündeki parçası olmuş olduğundan, bir mahzur da olmaz.
Demek ki, bu cumadan size önümüzdeki perşembe cuma oruç tutmayı, tutarsanız sevaplı olacağını hatırlatmış olduk. Zaten cuma geceleri çok sevaplı, çok kıymetli gecelerdir, nurlu gecelerdir. Gecesi nurludur gündüzü nurludur cumanın... Önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece de, Hazret-i Ali Efendimiz'den rivâyet edildiği üzere, Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği şekilde geceyi güzel ibadetle, zikirle, namazlarla, dualarla, hayırlı, güzel bir şekilde geçirmeye gayret etmenizi şimdiden, bu cumadan önümüzdeki cumanın evvelinde hatırlatmış olduk.
Çünkü cuma namazında önümüze geldiğiniz zaman, veya radyoda bizi dinlemeye, radyoyu açtığınız zaman, günü geçmiş olacak. Oruca niyetlenme vakti geçmiş olacak. Belki siz sabahleyin kahvaltı etmiş olacaksınız. Onun için bu cumadan size hatırlatıyoruz: "Önümüzdeki perşembe 9 Muharremdir, 9 Muharrem'de oruç tutun, 10 Muharrem'de oruç tutun!.. Veyahut 10 Muharrem'de, 11 Muharrem'de, önümüzdeki cuma-cumartesi oruç tutun!" demiş oluyoruz. "Perşembe gecesinde de gàfil olmayın, gecenizi ibadetle değerlendirin!" diyoruz.
Tabii Hazret-i Hüseyin Efendimiz'e, o şehid-i Kerbelâ büyüğümüze de dualar edin, onun şefaatini isteyin, ruhuna hatimler indirin! Allah nasib ederse, sağ olursak, burada olursak; veyahut siz nerede olursanız olun, o perşembeyi cumaya bağlayan gecede Hazret-i Hüseyin Efendimiz'le ilgili konuşmalar yapılsın camilerde, toplantılar yapılsın!.. Hatimler indirilsin, zikirler yapılsın, ruhaniyetine istimdâd edilsin!
Allah-u Teàlâ Hazretleri o büyüklerimizin sevgisine, şefaatine, iltifatına, teveccühüne sevgili kardeşlerim, cümlemizi nail eylesin... Onlarla beraber bizleri de cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...
Biliyorsunuz Fâtıma Anamız cennetliktir. Peygamber Efendimiz müjdelemiştir. Allah Fâtıma Anamızla cennette bizi buluştursun... Hazret-i Ali Efendimiz şehiddir, cennetliktir, Aşere-i Mübeşşere'dendir; cennette buluştursun... Hazret-i Hüseyin Efendimiz şehiddir, cennetliktir; cennette bizi onlarla beraber eylesin, buluştursun... Ebûb Bekr-i Sıddîk Efendimiz, tabii hulefâ-i râşidînimiz, evliyâullah büyüklerimiz tabii, şehidler, alimler, fâzıllar, başımızın tâcıdır... Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi onların yolundan ayırmasın... Onların sevgisini kalbimizden eksik etmesin...
Hazret-i Ali Efendimiz nasıl yaşadıysa, Ca'fer-i Sàdık Efendimiz nasıl yaşadıysa; Hazret-i Hüseyin, Hasan Efendilerimiz, Fâtımatü'z-Zehrâ Anamız nasıl yaşadılarsa biz de onlar gibi Kur'an üzere, sünnet üzere, takvâ üzere, Allah'ın rızası yolunda, bid'atlardan uzak, ibadet ve taatle ömrümüzü geçirelim!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi iki cihanda bahtiyâr eylesin... Ahirette de o mübarek büyüklerimize kavuştursun... Onlara cennette komşu eylesin... Cümlemizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin, müşerref eylesin... Mükâfâtlarına gark eylesin... İki cihanda saadete nâil eylesin...
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu'llàhi ve berekâtühû!..
02. 06. 1995 - AKRA
.