Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A
TASAVVUF KUR'AN VE SÜNNETE DAYANIR
Tasavvuf çok sevimli bir konudur. Çok saygıdeğer bir konudur, çok önemli bir konudur. Hem tarihi yönden önemlidir; hem insan olmak dolayısıyla, gönlümüz olduğu için, iç alemimiz olduğu için önemlidir. Dünya var oldukça, insanoğluyla beraber tasavvuf var olmuştur; mistisizm diyoruz buna...
Tabii, İslâm'ın tasavvufu da İslâm'cadır, başka tasavvuflara benzemez. Hint tasavvufuna, Yunan tasavvufuna, Yahudi tasavvufuna, İran tasavvufuna, İslâm'dan önceki kültürlerin tasavvufuna benzemez. Çok büyük farklar var...
Çünkü, İslâm tasavvufunun kaynağını Kur'an-ı Kerim ve Peygamber SAS Efendimiz'in hayatı, sîreti, sünneti teşkil etmiştir. O damgayı vurmuştur. Nasıl başka dinlerde İslâm'ın hakikatleri yoksa, kaybolmuşsa; İslâm kaybolan hakîkatleri dile getiriyorsa, tevhid akîdesinin bayrağını dikmişse fikir kalesinin burcuna; İslâm tasavvufu da tabii, öteki mistisizm cereyanlarından, mistik felsefelerden çok farklıdır. Kökü, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.
Tabii, --boya yapan, resim yapan kardeşlerimiz bilirler-- beyazı hangi rengin yanına getirirseniz, karıştırırsanız, o rengin açığı olur. Kırmızıyla karıştırırsanız, pembe olur. Beyazı çok olursa, çok açık pembe olur. Kırmızısı çok olursa, koyuya doğru gider. Yeşile karıştırırsınız, maviye karıştırırsınız, çeşitli başka renklere karıştırırsınız. Beyaz beyazlıktan çıkar ama, yine açık bir renktir, güzel bir renktir.
Ben buna benzetiyorum. İslâm tasavvufu, koca İslâm alemine yayıldığı için, Atlas Okyanusu'ndan Hint Okyanusu'na, Sibirya Bozkırlarından Afrika'nın güneyine kadar, dünyanın çok büyük bir yerine yayılmış olduğu için, gittiği yerlerdeki boyalar, biraz onun beyazına renk katmıştır. O halde bölge bölge tasavvuflarda fark vardır. Meselâ; Hindistan'daki tasavvufla, Afrika'daki, İspanya'daki tasavvuf aynı değildir. Anadolu'daki tasavvuf ile Yemen'deki tasavvuf aynı değildir. Horasan'daki tasavvufla Mısır'daki tasavvuf arasında nüans farkları vardır. Zevk ve görünüm farkları vardır.
Bu genişlik içinde, yayıldığı yerlerden renk aldığı için, aldığı renkler, alıntılar fazla ise, biraz da çizginin dışına kaçmış taraflar da olabilir. O zaman, İslâmî ölçüler içinde tasvib edilemeyecek bir takım görünümler; İslâm'da, Kur'an'da, Peygamber Efendimiz'in sünnetinde olmayan bir takım görünümler olabiliyor.
--Nerden oluyor?..
--Mahalli kültürlerden giren unsurlardan... Müslüman olan unsurların, eski kültürlerini unutamamalarından ve o kültür unsurlarını yeni İslâmî hayatlarında az çok yaşamalarından kaynaklanıyor.
Yakın misalini söyleyeyim: Tasavvufî bir konu için davet edildiğim için, iki ay önce Sudan'a gitmiştim. Koca salonda bize Türk heyeti diye büyük pâye verdiler. Ayrı masa verdiler, imkânlar verdiler... Salona baktığım zaman, ordaki tasavvuf ehli insanlar arasında o kadar çeşitli insanlar gördüm ki, bir tanesi çok dikkatimi çekti. Bir başlığı var başında; miğfer gibi ama, madenî değil... İki ucundan dal gibi, aşağı yukarı bir metre uzunluğunda bir şeyler çıkmış; o da dallanmış geyik boynuzu gibi...
Tabii, ben çok garipsedim. Avrupalıların filimlerinde hani Avrupalı kâşifler Afrika'ya gittiği zaman, yerlilerin kendilerine hücumu sahnelerinde göreceğimiz başlık gibi bir şey... Merak ettim, bizim arkadaşa "Git anla bakalım, bu kimmiş?" dedim. Kàdirî Tarikatı mensubu imiş. Abdulkadir-i Geylânî Efendimiz'in tarikatının mensupları...
--E, bu kıyafet nedir?..
--İşte mahalli bir kıyafet...
Buradaki Kadirîler'de öyle bir başlık göremezsiniz. Bunlar biraz farklı şeyler, bölgesel farklar oluyor. Ama ana çizgiyi göz önünden geriye bırakmamak lâzım!.. Her müessesede böyle şeyler olmuştur. Her müessesenin fertlerinde nüans farkları olmuştur. Meselâ; öğretmenlik mesleği, doktorluk mesleği...
Doktorluk mesleği nasıl bir meslektir?.. Asil bir meslektir. İnsanoğlunun sıhhatine hizmet ediyor. Hattâ Hipokrat yemini ediyorlar ki; "Hastamın renk, dil, ırk, mezheb, inanç farkına bakmadan tedâvi yapacağım!" diye doktor yemin ediyor, taassuba düşmeyeceğini söylüyor. Ama buna rağmen, doktorların birkaç tanesi kürtaj yapabilir, yakalanabilir, ceza yiyebilir... Birkaç tanesi mesleğini kötüye kullanabilir. Bunlar o mesleği boyamaz.
Öğretmenlik asil bir meslektir. Birkaç tanesi talebesinden rüşvet almış, notu değiştirmiş diye gazetede duyarsak, bu öğretmenlik mesleğine gölge düşürmez.
Onun için tasavvuf, genel ölçüleri itibariyle Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamber Efendimiz'in sünnetine dayanan bir yol... Dinin özü, dinin yaşanan şekli... Söz şekli, edebiyatı, kitaplara yazılan yazısı değil de, hayattaki uygulanışı...
Diyorlar ki: "Fıkıh ilmi, insanın lehine ve aleyhine olan, yapması gereken ve yapmaması gereken şeylerin bilgisidir." İslâm hukukudur yâni... Hayatın herhagi bir faaliyetinin İslâm'a uygun olup olmadığını; sevap veya günah, mekruh veya mübah olduğunu anlatan ilimdir. Buna fıkh-ı zâhir diyorlar. "Nasıl abdest alacağız, nasıl namaz kılacağız?.. Nasıl zekât vereceğiz?.." Fıkh-ı zâhir bunları anlatıyor.
Tasavvufa da fıkh-ı bâtın diyorlar. Yâni, insanın iç aleminin Allah'ın rızasına uygun olması için, sevap olması için, güzel olması için, riayet edilmesi gereken kaideler, esaslar nelerdir; bunu anlatan ilim...
Bir kısmı, "Takvâ yoludur." demişler. Biliyorsunuz, bazı insanları hayret ve takdirle karşılarsınız. Birisi ondan bahsederken derler ki, "Haa, o takvâ ehli bir insandır. Haram yemez, harama bakmaz... Sözünde durur, kale gibi sağlamdır, çok dürüsttür, takvâ ehlidir. İşte tasavvufa, takvâ yolu diyorlar.
Başka bir isim: "Tasavvuf ihsân yoludur." Yâni, Allah'ı görüyormuşça, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek o şuur içinde çok müeddeb ve çok mükemmel bir kul olarak yaşama yolu... İhsan...
(El'ihsânü en ta'büdallahe keenneke terâhu fein lem tekün terâhu fe innehû yerâke) hadis-i şerifini bilir erbabı... Kulluğun en yüksek derecesi, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek, insanın her hareketine çeki-düzen vermesi, güzel yapması... İşte tasavvuf, bu yoldur diyorlar.
Kur'an-ı Kerim'den gelme bir başka tabir daha var, onu da hatırlayacaksınız: "İlm-i ledün" deniliyor. Tasavvuf ilm-i ledündür. Mûsâ AS ile Hızır AS'ın, Kehf Sûresi'nde anlatılan kıssasında, Hızır AS'dan bahsedilirken deniliyor ki:
(Ve allemnâhu min ledünnâ ilmâ) "Biz o şahsa --Hızır AS'a-- kendi indimizden, katımızdan, dergâhımızdan ilimler öğretmiştik." Yâni Mûsâ AS'ın bilmediği birtakım bilgilerle mücehhez Hızır AS...
Musâ AS da, diyor ki:
(Hel ettebiuke alâ en tüallimeni mimmâ ullimte rüşdâ) "Ben sana tabi olsam ey Hızır, sen bana Allah'ın sana öğrettiği bilgileri bu esnada öğretir misin?.. Taleben olayım, yanında bulunayım, çömezin, danişmendin olayım; bana öğretir misin?" diyor, bir müddet yanında geziyor ya!.. İşte bu bilgiye ilm-i ledün bilgisi deniyor. Görüyorsunuz, hepsi Kur'an-ı Kerim'de olan kavramlar, sözler ve fikirler...
Niçin bu konuda döne döne aynı şeyi söylüyorum? Çünkü bazıları diyor ki: "Tasavvuf başka bir dindir." Bunu diyen yazarlar var, Türkiye'de yaşayan... Tasavvuf İslâm değilmiş... Neymiş?.. Başka bir dinmiş... İslâm'dan gayri bir şeyi hiç kimse istemez, biz de istemeyiz. Biz kendimizi öyle görmüyoruz ama, o diyor ki: "Tasavvuf ayrı bir din..." Yâni reddediyor, İslâm dışı demek istiyor. Ben onun için bu konu üzerinde duruyorum.
Bakıyorsunuz Suudî Arabistan'da, tasavvuf erbabına karşı bir karşı tavır var... Devletin resmî ideolojisi tasavvufa karşı... Vehhâbî cereyanı tasavvufun karşısında... Üniversitelerinde tasavvufun aleyhinde tedrisat yapılıyor. Düşmanları var, hasımları var...
Onun için diyoruz ki, tasavvuf Kur'an'dandır, Peygamber Efendimiz'in sünnetindendir. Bunu kısaca da olsa bastırarak açıklamam lâzım. Çünkü, bu benim hem vicdan borcum, hem de ilim adamı olarak söylemem gereken bir nokta... Bir yanılmayı, yanlışlığı düzeltmem gerekiyor.