Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

TASAVVUFA GİRİŞ

Evvelâ berâberce tevbe edelim:

Estağfirullàh... Estağfirullàh... Estağfirullàh...

Estağfirullàh el'azîm elkerîm ellezî lâ ilâhe illâhû... El hayyel kayyûme ve etûbü ileyh...

Allàhümme ente rabbî... Lâ ilâhe illâ ente halaktenî... Ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü ebûu leke bini'metike aleyye ve ebûu bizenbî fağfirlî fe innehû lâ yağfiruz zünûbe illâ ente...

Yâ Rabbenâ! Yapmış olduğumuz, bugünkü yaşımıza kadar işlemiş olduğumuz hatalarımızı, günahlarımızı, suçlarımızı, kusurlarımızı lütfunla, kereminle bağışla... Bundan sonraki ömrümüzde bizi günahlara, hatâlara bulaşmadan sevdiğin kul olarak yaşamayı nasib eyle...

İnsan böyle günah işlemiş olabilir, suçu olabilir. Allah-u Teâlâ Hazretleri Gaffârüz zünûbdür, günahları afv ü mağfiret edicidir. Settârül uyûbdur, ayıpları örtücüdür. Afüvdür, affetmeyi sever. Kerimdir, günahlara nazar etmeyip kulunun işlediği ufak tefek hayırları çok mükâfatlandırıp, onu ahirette bahtiyar etmeğe rahmeti geniştir, adeti böyledir. Yeter ki, kul hatasını anlasın, Allah'a dönüş yapsın...

Allah'a dönüş yapmağa tevbe derler. O halde anlaşılıyor ki, tevbe sadece "Tevbe yâ Rabbî!" demek değildir. Tevbe aslında insanın hayatını değiştirmesi demektir. Hayatının akışını, yönünü, yaşam tarzını değiştirmesi demektir. O bakımdan Allah'a tevbeyi güzel yapmak lâzım!..

Hazret-i Ali Efendimiz RA, Kûfe mescidine girmiş, bakmış ki orda birisi kenara çekilmiş, "Tevbe yâ Rabbî!.. Tevbe yâ Rabbî!.." diyor. O zaman demiş ki:

"--Bak, güzel tevbe ediyorsun ama, şunu bil ki, sadece sözle, 'Tevbe yâ Rabbi!' demek, yalancıların tevbesidir."

Çünkü sözle söylüyor ama, hali devam ediyor. İnsanın halini döndürmesi lâzım, iyi bir insan haline gelmesi lâzım!..

Meselâ, Allah saklasın kumar oynuyorsa, kumarı bırakması lâzım; Allah etmesin içki içen bir kimseyse içkiyi bırakması lâzım!.. Kötü alışkanlıkları varsa, onları bırakması lâzım!.. Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönüş bu...

Kesin bir dönüş yaparsa insan, böyle kesin dönüşe tevbe-i nasûh, çok samîmî tevbe derler. Nasûh, çok samîmî demek... Böyle bir dönüşle dönenin eski günahları ne kadar çok olursa olsun, Allah affeder. Kàtil bile olsa, zâlim bile olsa affeder. Hattâ hadis-i şeriflerde bu hususta örnekler verilmiştir.

Onun için Allah'ın rahmetinden hiç ümid kesmemek lâzım! Allah'ın rahmetini dilemek, istemek lâzım!..

Tarikata girişte ilk yapılan iş tevbedir. Yâni, o zamana kadar yapılan hataları silmiş, temizlemiş oluyor bir insan... İnsanın sadece hatası yoktur boynunda... Hatâsından, kusurundan, suçundan başka bir şeyler de vardır; nelerdir?.. Kul hakları olabilir. Birisinin hakkını yemiştir, hakkı üzerine geçmiştir; kul hakları olabilir.

Kul haklarını da tevbe etmek silmez. Tevbe yâ Rabbi diyor burda ama, kulun hakkı üzerinde duruyor; olmaz!.. Kulun hakkını götürüp sahibine vermiş olmak lâzım!.. Onun için Allah-u Teâlâ Hazretleri kul haklarını affetmiyor, sahibiyle helâlleşmeyi gerekli görüyor.

İnsanın üzerinde kimin hakkı olur?.. En çok annesinin hakkı olur, babasının hakkı olur, kardeşlerinin hakkı olur... Komşularının hakkı olur, hocasının hakkı olur... Ayrıca beşerî münasebetlerden dolayı birbirlerine hakları geçer insanların... Onun için helâlleşmek iyidir.

Hakkı olan kimselere, "Bak kardeşim, senin bana hakkın geçti, hakkını helâl et!" demek lâzım!.. "Ne istiyorsan bu dünyada vereyim, ahirette benden isteme!" demek lâzım!.. "Ben senin üç defa yemeğini yemişim, şöyle olmuş, böyle olmuş... Tamam, iste vereyim! Al hediyem olsun, böylece ödeşelim!" diye gönlünü hoş etmek lâzım!..

Bazen de, mirasta filân bozuk taksimler oluyor. Biliyorsunuz cumhuriyet kanunları bir başka türlü taksim yapıyor, Allah'ın kanunları bir başka türlü olabiliyor. Mirasın taksimi şeriata göre başka oluyor, kanunlara göre başka oluyor. Bazan bunu uygulamıyor insanlar... Bilmeden de uygulamadıkları olabiliyor. Eşit olarak bölüyorlar malları... Ama İslâm'da, kızların hissesi erkeklerin hissesiyle eşit değildir. Bu sefer erkeğin hakkı geçiyor.

Bu dünyada birbirleriyle dost olabilirler ama, ahirette insanın başı sıkıştığı zaman, "Benim kimde hakkım vardı?" diye ona çare aramağa başlar. "Hâ, kardeşimde hakkım vardı." der, gidip onun yakasına yapışmak ister. Annesinden davacı olur, babasından davacı olur.

Niye dâvâcı olur meselâ:

"--Yâ Rabbi! Annem beni İslâmî terbiye ile yetiştirmedi. Babam benim eğitimimi güzel yapmadı, davacıyım ondan!" der.

Sıkıştı ya... Allah onu sıkıştırıyor, cehenneme girecek, pabuç pahalı... O zaman anasından, babasından şikâyetçi olabilir.

Onun için bir ayet-i kerimede buyruluyor ki:

(Yevme yefirrül mer'ü min ehîh) O günde kişi kardeşinden kaçacak! Aman şu beni görmesin yakama yapışır, hakkını ister diye...

(Ve ümmihî ve ebîh) Annesinden kaçacak, babasından kaçacak. "Evlatlık vazifesini iyi yapmadım; şimdi babam benim yakama yapışırsa, annem benden hakkını isterse..." diye...

(Ve sàhibetihî ve benîh) Hanımından kaçacak, çoluk çocuğundan kaçacak.

(Liküllimriin minhüm yevmeizin şe'nün yu'nîh) O gün herkesin işi başından aşkın olacak, kendisine yetecek bir telaşı olacak.

Binâen aleyh, tarikata giren bir insan mâdem ahiret saadetini kazanmayı esas alıyor; mâdem "Dünyada ahirette ben Allah'ın sevgili kulu olayım da, bahtiyar olayım, cennetlik olayım, iki cihan saadetine nail olayım!" diye bunu istiyor; bu iki cihan saadetini elde etmesine mani olan şeylerin bir kısmı da kul haklarıdır, onları da ödemeye girişecek. Helâlleşecek, dargınlarla barışacak, hak sahiplerine haklarını verecek. Mânevî hakkı olanlara da, "Senin bana çok hakkın geçti, çok iyiliğin dokundu. Allah razı olsun, hakkını helâl et!" filân diyecek, gönlünü almağa çalışacak.

Peygamber Efendimiz çok vefalı bir insandı. Bir sefer kendisine bir iyilik yapmış insanı unutmazdı. Hicrette kendisine yardım etmiş, bir tas süt ikram etmiş kimseleri bile hiç ihmal etmimiştir. Ömrünün sonuna kadar kollamıştır, taltif etmiştir, hediyeler göndermiştir, bir şeyler yapmıştır dâimâ... Tabii bizim de onun gibi güzel ahlâka sahib olmamız uygun olur.

Günahlarından, kul haklarından başka neleri vardır insanın?.. Namazları, oruçları, eğer kılmamış ise; kılmadığı namazlar, tutmadığı oruçlardan dolayı da vebali olabilir. Bunun vebali sanıldığından çok daha ağırdır. Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şerifleri var, bildiriyor. Bir tanesi çok korkunç, Riyâzüs Sâlihîn'de var, sahih bir hadistir:

Peygamber Efendimiz Cebrâil AS'la giderken birisinin ötekisinin başına kocaman bir kayayı pat diye vurup, kafasını ezip parçaladığını görüyor. Parçaları yerlere saçılıyor. Fakat Allah'tan tekrar kafası bir araya geliyor... Tekrar vuruyor, tekrar parçalıyor... Tekrar bir araya geliyor, tekrar parçalıyor... Tabii, bu bir azab... Soruyor:

"--Yâ Cebrâil kardeşim, bu adam buna niçin böyle vuruyor?.. Bunun sebebi nedir, ne suçu var bu vurulanın?" diye soruyor.

O zaman Cebrâil AS buyuruyor ki:

"--Yâ Rasûlallah! Bu adam bu aklıyla dünyada iken duydu, öğrendi namaz kılmanın farz olduğunu; fakat kılmadı. Onun için böyle kafasına kafasına vuruluyor." dedi.

Başa kakmak deriz ya biz de dünyada... Onun kafasına öyle vuruluyor.

Bir namaz kılmamanın cezası böyle beyni parçalana parçalana azab görmekse, insanın bu dünyada iken namazları kılması lâzım; bir... Kılınmadığı namazları ödemesi lâzım; iki...

Biliyorsunuz, kılınmayan namazlar ödenecek ki borç kalmasın! Bir de, "Yâ Rabbi! Ben vaktinde kılamadım, beni bağışla... Bir hata oldu, işte ödüyorum diye tevbe edecek ve ödeyecek. Adetâ bir borç gibidir o da; borcunu ödediği gibi, namaz oruç borçlarını da birer birer ödemesi lâzım!..

Siz daha umûmiyetle gençsiniz. İnşaallah namazları bırakmamışsınızdır. Bırakılmış namazlar, tutulmamış oruçlar filân da varsa, onları ödemeye girişin! Ahirette bunlardan dolayı da başınız sıkıntıya düşmesin...

Devamlı abdestli gezin! Tarikatımızın usüllerinden birisi de budur. Abdestli gezeceksiniz.

Niçin insan abdestli gezer?.. Her şeyin bir sebebi, mantığı olması lâzım! Peygamber Efendimiz abdestli olmaya çok dikkat edermiş. O kadar dikkat edermiş ki, eskiden evlerde yüznumara yoktu, uzakta abdest bozulurdu. Sonra eve gelinir, abdest alınırdı. Abdest bozduğu yerde su yok... O zaman şartlar ibtidâi, şimdiki imkânlar yok... Döşeli borular, çeşme, akarsu filân gibi şeyler bahis konusu değil...

Orda abdestini bozdu, gelip burda abdest alacak. Orada su olmadığı için teyemmüm abdesti alırmış, sonra gelirmiş burda normal abdestini alırmış. Niçin böyle yapıyor?.. O aradaki kısa fasılada bile abdestsiz kalmamak için...

Peygamber Efendimiz'in kendisi o kadar güzel bir insan olduğu halde, o kadar Allah'ın sevgili bir kulu olduğu halde böyle yapmasının bir sebebi var, faydası var diye, büyüklerimiz de öyle yapmışlar. Şeyhlerimizin hayatlarını okuduğumuz zaman, evliyâullahın hayatını okuduğumuz zaman, onların da böyle yaptığını görüyoruz. Bir çok şahsın özel hayatında da bunu gördüm. Hem devamlı abdestli geziyorlar, hem de suyun olduğu yere gelinceye kadar teyemmüm ediyorlar.

Bunun faydası nedir?.. Abdestli olan bir insana şeytan tesir edemez. Abdest insanın mânevî bakımdan korunmasını sağlıyor, adetâ bir zırh gibi oluyor, şeytan ona tesir edemiyor.

Ondan sonra, insanın hayırları işlemesi kolay olur, şerleri işlemesi zor olur. Şeytan çünkü yanına yaklaşamıyor. Hayrı çok olur, bereketi çok olur, sevabı çok olur.

Bir insan böyle abdestli gezdiği zaman, gece abdestli yattığı zaman, melekler etrafında kendisine dua ederler.

O halde iyi bir durum bu... Bu durumu da devamlı sağlamaya gayret etmek lâzım!.. bizim büyüklerimiz bunu da yapmışlardır. Siz de devamlı abdestli gezmek prensibine sarılın!..

Sonra her gün zikir vazifeleriniz olacak tarikata girdiğiniz için... Bu zikir vazifelerini yapacaksınız. Zikir nedir?.. Zikir bir ibadettir. Nasıl bir ibadettir?.. Çok kolay bir ibadettir. Hasta olan da yapabilir, ihtiyar olan da yapabilir, yatalak olan da yapabilir, felçli olan da yapabilir... Yeter ki aklı olsun!

Aklı varsa zikri yapabilir. Çok kolay bir ibadettir, çok sevaplı bir ibadettir. Kolay olduğu için sevabı az değildir, sevabı çoktur. Kolay olmasının aksine, sevabı çoktur. Biliyorsunuz:

Bir kez Allah dese aşk ile lisân,
Dökülür cümle günah misl-i hazân!..

Bir kere bile Allah demenin sevabı çok... Lâ ilâhe illallah demenin sevabı çok... Estağfirullah demenin sevabı çok... "Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed" demenin sevabı çok... Bunlar hakkında yüzlerce hadis-i şerif var... Sevabının çok olduğu kesin... Siz de bir hadis kitabı okursanız, meselâ Riyâzüs Sàlihîn okuyun!.. Riyâzüs Sàlihîn'in İngilizcesi de var, Türkçesi de var, açıklaması da var, Arapçasının açıklaması da var...

Kitabı okursanız, onun içinden bu gerçekleri öğreneceksiniz. Peygamber Efendimiz'in zikre ne kadar düşkün olduğunu öğreneceksiniz.

İlk başta delil olarak gösterilen ayet-i kerime, bismillâhir rahmânir rahîm:

(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ ve sebbihûhu bükreten ve esîlâ) "Ey iman edenler, Allah'ı çok zikredin, sabah akşam onu tesbih edin!"

Tesbih de bir çeşit zikirdir, "Sübhânallah" demektir. Allah'ı çok zikredin, çok tesbih edin diye bildiriyor.

Sonra, sevdiği kulları, çok büyük mükâfatlar verdiği kulları anlatan bir ayet-i kerime var; şöyle başlıyor:

(İnnel müslimîne vel müslimât) [Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar...] diye başlıyor. En sonunda da, (Vez zâkirînallàhe kesîran vez zâkirât) "Allah'ı çok zikreden beyler ve çok zikreden hanımlar... (Eaddallàhu lehüm mağfireten ve ecran azîmâ.) Allah bunlara çok büyük ecirler hazırlamıştır, mağfiretine mazhar edecektir. Affettiği kulları arasına bunları dahil edecektir." diye bildiriliyor.

Demek ki, zikir Kur'an-ı Kerim'de seksen küsur yerde emredilen bir ibadettir. Kolay bir ibadettir, sevabı çok olan bir ibadettir. Şerefi çok büyük bir ibadettir. Çünkü sen Allah'ı zikrettikçe, Allah da seni zikreder. düşünebiliyormusun ki, kâinatı yaratan, alemlerin Rabbi seni zikrediyor. Allahın bir kulu zikretmesi onun için hem çok büyük şereftir, hem de kimbilir o zikirden neler neler kazanacaktır o kul... Onun için zikir vazifeleriniz olacak, zikir vazifelerinizi yapacaksınız!

Zikir vazifelerini bütün müslümanların yapması lâzım ama, herkes her konuda ciddî ve titiz olmuyor, çalışkan olmuyor, vazifelerini yapmıyor. İbadetlerini bile yapmıyorlar. Onun için insanların eksikleri olabiliyor.

Biz müslümanlığı tam yapmak isteyen insanlar olduğumuz için, zikir vazifelerini de ihmal etmiyoruz. Bir de zikrin sevabı çok olduğundan, zikreden insanların kazancı birden büyüyor. Allah'ın sevgili kulu olması hızla mümkün oluyor.

İnsan Allah'ın sevgili kulu olmak için ne yapacak?.. Hadis-i şerifte bildiriliyor ki: "Kulum bana farz ibadetlerini yaptıkça, ben o kulumu iyi bir kul olarak sayarım, severim. Nafile ibadetleri yaptıkça da, kulum bana yakınlaşmaya devam eder." Yâni farzlardan ayrı fazîlet babından ibadetleri yapa yapa kulum bana yakınlaşmaya devam eder. Yâni Cenâb-ı Mevlâya ulaşmaya doğru bir gidiş var... (Hattâ ühibbehû) Nihayet ben o kulumu severim." Nafile ibadetleri yapa yapa nihayet Allah o kulu seviyor. Sevdiği zaman evliyası oluyor işte... O zaman kerametleri, her şeyi oluyor.

İşte Allah'ın o rızasını kazanmak için, en kestirme yol, en çok sevap kazanma şekli zikirdir. Onun için, tarikatta zikir vazifelerinizi yapacaksınız.

--Başka insanlar yapmıyor, başka insanlar ihmal ediyor, başka insanlar içki içiyor, başka insanlar namaz kılmıyor... Başka insanlar şöyle, başka insanlar böyle...

Bize başka insanlar lâzım değil, bize Peygamber SAS Efendimiz lâzım!.. Evliyâullahın zihniyeti önemli, alimlerin sözleri önemli... Başka insanlar bizim için örnek olamaz. Kötü insan örnek olmamalı, iyi örnek olmalı!..

Hattâ, Mecelle'de de bir kaide vardır... Mecelle büyük bir hukuk eseridir, Osmanlıların en büyük eserlerinden biridir: "Bâtıl makîsün aleyh olmaz!" Yâni, bâtıl örnek alınmaz!..

--Efendim, falanca adam şöyle yapmış, ben de öyle yapıyorum.

İyi ama onun yaptığı zaten batıl; sen o batılı ne diye örnek alıyorsun? O örnek olmaz ki... Sen diyebiliyor musun, "Peygamber Efendimiz böyle yapmış, ben de öyle yapıyorum!" diye... Batıl örnek olmaz, hak örnek olur; kötü örnek olmaz iyi örnek olur.

Peygamber yaptıysa, sen de yap! Ama, şeytan yaptıysa, sen yapma!.. Şeytanın yaptığı örnek olmaz. Şeytan, "Ben ondan daha hayırlıyım demiş, Adem AS'a secde etmemiş. Allah da onu cennetten koğmuş. O zaman sen şeytanın yaptığını yapmamak için, kibirlenmeyeceksin. Kibir şeytanın huyudur; kibirlenme, şeytanın yaptığını yapma!..

Her gün zikirleriniz olacak. Niye her gün... Çünkü, zikir dervişin gıdasıdır. Derviş mânevî gıdasını zikirden alır. İnsan yemek yemediği zaman halsiz düştüğü gibi, gıda aldığı zaman kuvvetlendiği gibi, derviş de zikirle kuvvetlenir.

--Zikri ne zaman yapabiliriz?..

Her zaman yapabilirsiniz. Zikrin mecburi bir zamanı olmadığı gibi yasak bir zamanı da yoktur. Bütün gün, istediğiniz bir zaman yapabilirsiniz. Ne zaman işlerinizi bitirirseniz, ne zaman "Oh tamam, işler bitti, şöyle bir kenara oturayım!" diyebiliyorsanız, o zaman yapın zikir vazifenizi...

--Benim oturacak hiç halim olmuyor; yaşlı annem babam var, üç tane çocuğum var, evin işleri var, çok çalışıyorum. Sabahtan akşama bîtab düşüyorum...

Tamam, sen de o zaman gezerken zikrini yap! Oturarak yapamıyorsan, gezerken yap!..

--Misafir odasında oturamıyorum, oturma odasında oturamıyorum...

Mutfakta yap!.. Patates soyarken yap, domates doğrarken yap!..

Hattâ geçen gün bir yerdeydik. Boyacılar geldi, aldı eline fırçayı, şarkı söyleyerek boya yaptı. Peki o şarkı söyleyerek yapıyor da, sen neden yaptığın işi zikrederek yapmıyorsun?..

Nasıl mücahidler düşmana saldırırken Allah Allah derlermiş, zikrederek savaşırlarmış; sen de zikrederek yemek yap! Zikirli yemeğin feyzi bereketi de çok olur, yiyene de faydası olur. Tamam, zikrederek yap!..

Her zaman için mümkün, hiç bir mâzeret yok... Benim beş çocuğum var... İsterse dokuz tane olsun... Benim işim çok... İstersen yirmidört saat çalış... Arada yapabilirsin.

Bir de tabii serbest, tam usûlüne uygun yapmak istiyorsanız, sakin bir yerde, tenha, temiz bir yerde diz çökerek oturursunuz. Gözünüzü yumarsınız, tadını çıkarta çıkarta yaparsınız zikrinizi...

Evelâ 25 defa Estağfirullah çekeceksiniz.

--Niye?..

Namazı bitirdiğimiz zaman bile "Estağfirullah" diyoruz da ondan... Sağa sola selâm verince bile üç defa "Estağfirullàh... Estağfirullàh... Estağfirullàh..." diyeceksiniz, ondan sonra "Allàhümme entes selâmü ve minkes selâm, tebârekte yâ zelcelâli vel ikrâm." diyeceksiniz.

Halbuki namaz bir ibadet, güzel bir şey... Namazı kıldığımız zaman bile Estağfirullàh diyorsak, günün içinde namaz kılmadığı zaman nice hataları vardır insanın... Tabii, onlar için bir "Estağfirullàh" demek iyidir işe başlarken...

Nasıl temiz bir insanız hepimiz, elhamdü lillâh müslüman temizdir. Temizlik imanın yarısıdır. Nasıl sofraya otururken elimizi yıkıyoruz. Hem de yıkadığımız zaman katran gjbi simsiyah akıyor su... Şaşırıyoruz, "Allah Allah!.. Yâ kirli bir şey yapmadım, ne oduna ne kömüre bulaştım; yine de şu akana bak!" diyoruz. Çünkü, bilmeden insanın elleri kirleniyor. İşte bilmeden gönlü de kirlenirs

Onun için 25 defa "Estağfirullah" diyerek başlayacaksınız ki, bir mânevî temizlik olsun.

Sonra bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyacaksınız. Bunların sevabını Peygamber SAS Efendimiz'e ve Peygamber Efendimiz'den bize kadar gelmiş geçmiş pirlerimizin, şeyhlerimizin ve evliyâullah büyüklerimizin ruhlarına hediye edeceksiniz.

Biliyorsunuz bu iş nasıl geldi bize kadar: Peygamber Efendimiz insanları hak yola davet etti, yaşadı. Ondan sonra vefat etti, ahirete göçtü. Ondan sonra Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz geldi, hulefâ-i râşidîn geldi. Ondan sonra evliyâullah geldi, mürşid-i kâmiller, büyük alimler, Allah'ın sevgili kulları, mübarek kulları geldi. Bu irşad vazifesini yaptılar, yaptılar, yaptılar... Buna tarikat diyoruz. Sonra vazife Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hocamız'a geldi. Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hocamız da, "Evlâdım benden sonra bu vazifeyi sen yapacaksın!" dedi. Biz de bu vazifeyi yapıyoruz.

Bizden önce Peygamber Efendimiz'e kadar büyüklerimiz bu vazifeyi yaparak elden ele bayrağı devrettiler. Bayrak bize böyle geldi. Binâen aleyh, bunların hepsi bizim büyüklerimizdir.

Kimlerdir o büyüklerimiz: Bahâeddin Nakşıbend Efendimiz büyüğümüzdür, İmâm-ı Rabbânî Efendimiz büyüğümüzdür, Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz büyüğümüzdür, Şehâbeddin Sühreverdî Efendimiz büyüğümüzdür... Kitaplarını yayınladık, dergilerde verdik.

Hàlid-i Bağdâdî Efendimiz büyüğümüzdür, Mevlânâ Hazretleri yine büyüğümüzdür, akrabamız olan bir tarikattandır... Geçen gün rüyasını gördüm, Şâzelî Tarikatı büyükleri büyüklerimizdir. Yâni zikre oturduğumuz zaman onlara bir Fâtiha, üç Kulhüvallah gönderiyoruz. Bu gider; sen okursun, Allah onlara bildirir. Onlar da sizi bilirler. Dünyadan filânca şahıs bana Fâtiha gönderiyor, sevaplı şeyler gönderiyor, evlâdım benim diye sever.

Evliyâullah'ın ruhlarının hürriyeti vardır ahirette, serbestliği vardır, tasarrufatı vardır, vazifeleri vardır. Onlar insanların rüyasına girerler, hak yolu gösterirler, nasihat ederler. Öyle kabiliyetleri vardır evliyâullahın...

Onun için onlara birer Fatiha, üçer İhlâs-ı Şerif hediye edin, işe başladığınız zaman...

Sonra gözünüz kapalı üç rabıta yapacaksınız.

Rabıta tefekkür mânâsınadır burda... Üç tefekkür ve tahayyül yapacaksınız. Tahayyül, hayal etmek demektir.

Birincisi rabıta-i mevt... Yâni, bu hayatın fâni olduğunu, bir gün gelip öleceğinizi, öldükten sonra kıyametin kopmasından sonra kabirden kalkacağınızı, mahşer yerinde toplanacağınızı, Allah'ın insanları muhakeme edeceğini, sevapların günahların tartılacağını, iyilerin bir tarafa, kötülerin bir tarafa ayrılacağını; iyilerin sıratı geçip cennete varıp ebedî saadete ereceğini, kötülerin cehenneme atılıp yanacağını biliyoruz. Bunları düşünmeye rabıta-i mevt yapmak denir.

İnsan bunları düşününce, cennete girenlerin ne kadar mutlu olduklarını, cehenneme atılanların da nasıl cayır cayır yandığını, nasıl feryad ettiğini, pişman olduğunu düşünecek, hayalinde göz önüne getirecek bunları... İçindeki kendi nefsine diyecek ki:

"--Ey nefsim aklını başına topla, divânelik etme! Bu hayatının kıymetini bil, ahirette cehennemlik olmamak için şimdiden tedbirini al!.. Cenneti kazanmaya sebe olacak işleri yap, cehenneme düşmeye sebep olacak işleri bırak!.. Cehennemden kendini koru, cenneti elinden kaçırmamağa gayret et! Hayatının bir saniyesini bile boş geçirme, harcama, zâyi etme!.."

İşte bu düşünmeye, bu tahayyüle rabıta-ı mevt denir. Bunun aslı Peygamber Efendimiz'in tavsiyesidir. Efendimiz ölümü çok düşünmemizi tavsiye ediyor.

Ölüm biraz acı bir şeydir, korkunç bir şeydir amma, bu nefis ölüm korkusundan başka bir şeyle de ıslah olmaz. Nefsi ıslah etmek için en iyi çare bu olsa gerek ki, Peygamber Efendimiz ölümü düşünmeyi tavsiye ediyor.

Hadis-i şerifler vardır camilerin duvarlarında yazılı:

(Accilû bit tevbeti kablel mevt) "Ölüm gelmeden evvel tevbenizi yapmakta acele edin! Dönüşü" diye...

Yaşa da bakmaz, sıraya da bakmaz. Bakarsınız beş tane kardeşten en küçüğü ölür... Bakarsınız, dede yaşar da torun ölür... Bakarsınız hastanın başında bekleyen insan ölür de hasta kalır.

Bir ay kadar önce bizim köyde akrabamız böyle oldu. Yatalak bir hastamız vardı, 16 yıldır yatalak... Kocası ona bakıyor, kızı bakıyor, kızının evinde... Kızı öldü. Hasta duruyor, bakıcısı gitti. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığından ölüme hazırlıklı olmak lâzım ve tedbirini alması lâzım insanın...

Sonra neyi düşüneceğiz?.. Rabıta-i mürşid... Birinrcisi ölümü düşünmek, ikincisi insanın mürşidini düşünmesi...

Nerde olursanız olun... Biz şimdi Türkiye'ye döneceğiz, siz burda kalacaksınız. Veya siz falanca yere gideceksiniz, biz falanca yere gideceğiz. Nerde olursak olalım bizimle irtibat kuracaksınız, zikre oturduğunuz zaman... Gözünüzü kapatacaksınız, bizi böyle karşınızda göz önüne getireceksiniz, bizimle mânevî bağlantınızı kuracaksınız.

Bu neye benzer?.. Radyonun düğmelerini karıştırıp da istasyonu bulmaya benzer. Veya televizyonun düğmelerini ayarlayıp da görüntüyü getirmeye benzer. Onun için bu bağlantıyı kuracaksınız.

İnsan bu bağlantıyı kurduğu zaman ne olur?.. Bu bağlantıyı kurduğu zaman, büyüklerin mânevî halleri, feyizleri ona intikal eder. Yaptığı ibadetin tadını duyar, faidesini görür, feyzi çok olur, içi dışı nurlanır, tarikatta ilerler. Bu ilerlemeye seyr-i sülûk diyoruz. İnsanın tutturduğu yolda yürümesi, ilerlemesi diyoruz. Eğer bunu güzel yaparsa, tasavvuftaki ilerlemesi Rasûlüllah'la buluşmaya gelir. Rasûlüllah'la buluşmayı yaparsa, Allah'la buluşmaya gelir. Bunlara fenâ fiş şeyh, fenâ fir rasûl, fenâ fillah, bekà billâh deniliyor... Fenâ demek, kavuşup beraber olmak demek...

Onun için, bu rabıta-i mürşidi de güzelce yapın! Bunu yaptığınız zaman feyziniz, zikir yaparken aldığınız mânevî duygular daha kuvvetli olacak, tarikatta ilerlemeniz daha iyi olacak.

Üçüncüsü: rabıta-i huzur... Huzur rabıtası... Bu ne demek?.. Senin Allah'ın huzurunda olduğunu düşünmen demektir. Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:

(Ve hüve meaküm, eyne mâ küntüm) "Siz nerde olursanız olun ey kullar, Allah sizin yanınızda!.."

--Biz onu göremiyoruz.

Evet göremezsiniz;

(Lâ tüdrikühül ebsâr ve hüve yüdrikühül ebsâr) "Kullar onu görmeze ama, o kulları görür." Bizim gözümüz görmeğe müsait değil, onun için göremiyoruz. Güneşe bakamıyoruz, bakarsak gözümüz kör olur. Ama o bizi görüyor, her halimizi biliyor, her yaptığımızdan haberdar... Onun için bunu düşünmek gerekiyor.

Gözünüzü kapattığınız zaman, Allah'ın huzurunda olduğunuzu düşüneceksiniz. "Sen beni görüyorsun, benim söylediklerimi biliyorsun! Söylemesem, içimden geçenleri biliyorsun!.. Sen alemlerin Rabbisin, ben seni kulunum... Sen her şeye kadirsin, ben senin lütfuna muhtacım... Ben fakirim, ben muhtacım, ben acizim... Sen bana lütfedersen, benim halim iyi olur. Ben senin iyi kulun olmak istiyorum, bana yardım etmeni istiyorum. Bana yardım et de ben de senin sevdiğin kullardan olayım, iyi kullardan olayım, iyi işler yapabileyim... Ömrümü rızana uygun geçirebileyim yâ Rabbi!.." diye dua edeceksiniz.

Neden?.. Dua edene Allah istediğini vereceğini bildiriyor da ondan... Rabbimiz buyuruyor ki Kur'an-ı Kerim'de:

(Ve kàle rabbüküm üd'ûnî estecib leküm) "Bana siz dua edin, ben sizin duanıza karşılık veririm, istediğinizi ihsan ederim." buyuruyor.

Onun için isteyeceksin! Amma, "İstedim de vermedi." demeyeceksin. Neden?.. Çünkü, senin istediğin zamanda verecek diye bir şey yok... Sen bazan verdiğini anlayamazsın.

Kendi hayatımdan bir misâlle açıklayayım, iyi kalsın hatırınızda: Ben evlendiğim zaman, tayinim Ankara'ya oldu. Ankara İlâhiyat Fakültesi'ne asistan gittim. Bir odalık bir ev buldum. Bir oda, bir mutfak; başka bir şey bulamadım, ayaklarım patladı. İstiyorum ki, fakülteye yakın olsun, her an evle irtibatlı olayım! Çünkü yeni evliyiz. Evde hanımı bıraktığım zaman, o korkar; ben de ondan korkuyorum, onun başına bir şey gelmesin diye... Yabancı bir yere gittik çünkü... Anamızın babamızın dizinin dibinden ilk defa ayrılıyoruz. Onun için girdik böyle bir eve...

Ondan sonra o bir odalı evde, mahalleli bizi tanıdı. Bir dul kadın vardı, bahçesinde müstakil müştemilâtlı bir evi vardı, üç odalı... Onun kiracısı çıkarken, kendisi haber gönderdi: "Size vereceğim, buraya gelin!" dedi. Biz de oraya geçtik.

Ama biz ilk defa istanbul'da evlenmiştik. Eşyalarımızı bir kamyona yüklettik. Gerede'de bütün saksılarımız donmuş, sıfırın altında kaç derece soğukta... Eşyalar yıprandı. Ankara'ya geldik. Ondan sonra da ordan öteki eve geçtik. Ben elimi açtım, dua ettim:

"--Yâ Rabbi, bizi evden eve gezdirme! Bundan sonra kendi evimize çıkart!.." dedim, "Bundan sonra kendi evimize çıkalım!" diye dua ettim.

Ondan sonra bir zaman geldi. Bizim tanıdığımız birilerine giderken, gelirken onların mahallesindeki evleri beğendik. Bahçeli evler, iki katlı villalar, üst katları manzaralı, güzel... Bizim hacı hanım --o zaman hacı değildik de-- dedi ki:

"--Oraya taşınalım!"

"--Yâhu hanım etme eyleme! Bu evlerin parası şu kadar, biz bunun parasını veremeyiz!" derken, neticede bir kış günü oraya taşındık. Evler güzeldi, ben de memnun oldum. O zamanın parasıyla doksan lira para verdik.

Oraya taşınınca, ben kendi içimden dedim ki: "Allah duamı kabul etmemiş. Çünkü, burdan kendi evimize çıkalım dedik ama yine kiraya çıkıyoruz." dedim. Kiralık bir eve gidiyoruz, üst kat, manzaralı, balkonu geniş, bütün ova ayağının altında; fakat kira...

Aradan birkaç sene geçti, o ev bizim oldu. Kiracı gittiğimiz ev bizim oldu. Demek ki duamız kabul olmuş, kendi evimize taşınmışız. Bizden önce kimse girmemişti eve, sıfır...İlk defa biz girmiştik, ev bizim... Meğer ev bizimmiş... İlkönce kendi evimize biraz kira verdik, ondan sonra ev bizim oldu. Yâni, "Allah'a dua ettim, Allah duamı kabul etmedi." demeyin!..

Allah duayı üç şekilde kabul eder:

1. Ya istediğinizi aynen verir.

2. Ya istediğinize daha uygun olanı verir. Sizin istediğiniz pek uygun değildir de...

Meselâ, siz istersiniz ki, "Bana bir külüstür, eski araba olsa da razıyım!" dersiniz, Allah size Mercedes verir. Mercedes daha iyi değil mi?.. Daha iyi... Demek ki istediğim olmadı demeyeceksiniz; daha iyisini veriyor.

3. Ya da, bu dünyada verilmeyecek bir şey istediyseniz, ahirette sevabını verir.

Meselâ, ben hatırlıyorum: Hocamız vefat edeceği zaman başucunda bekliyoruz. Canımız gidiyor, vefat etmesin Hocamız diye... Benim babam filân hatırlıyorum:

"--Yâ Rabbi, benim ömrümü al, ona ver! Ben öleyim, o kalsın!" diye dua ediyordu.

Allah senin ömrünü almadan ona ömür vermeye kàdir değil mi?.. Kàdir... İlle bir yerden alıp öbür tarafa ekleme mecburiyeti yok Allah için... Dilerse onun da ömrünü, diğerinin de ömrünü uzatabilir.

Çok dua ettik ama Hocamız öldü. Neden?.. Kader... Kader değişmez tabii, ömrü o kadar... Çare yok...

Peygamber Efendimiz'in ölümünü de kimse istemedi, inanamadılar. Hazret-i Ömer kılıcı çekti, "Kim Peygamber öldü derse, kafasını uçururum!" dedi, "Ölmedi!" dedi. İnanamıyor bir türlü... Peygamber efendimiz yatıyor orda, o "Kim öldü derse, keserim!" diyor.

Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz ayet-i kerime okudu:

(Vemâ muhammedün illâ rasûl) "Muhammed de bir rasuldür. (Kad halet min kablihir rusül) Ondan önce nice peygamberler yaşadı, öldüler; o da bir peygamber, o da ölecek! (Efe in mâte ev kutilenkalebtüm alâ a'kàbiküm?) Eğer o ölürse, veya şehid edilirse, topuğunuzun üzerinde dönüp de eski hayatınıza mı gideceksiniz, vaz mı geçeceksiniz İslâm'dan?.. İslâm devam edecek!"

Bu ayet-i kerimeyi okuyunca, Hazret-i Ömer sakinleşti. "Bu ayeti evvelce biliyordum ama, hiç böyle düşünmemiştim, o mânâya almamıştım." diyor. O zaman anladı. Ne yapalım dediler, tedbir almağa filân başladılar.

Peygamberler ölüyor, herkes ölecek. Sen ölmesin diye dua ediyorsun, çok yaşasın diye dua ediyorsun. Ama kader... O zaman ne olur?.. Senin istediğin şey bu dünyada Allah'ın vermeyeceği bir şeyse, olmayacak bir şeyse; o zaman ahirette sevap verir.

Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kitabında anlatıyor ki, o da hadis-i şeriften almış zâten... Ahirette kulun hesabı görülürken bakacakmış ki, yığın yığın sevaplar var... Şaşıracakmış ve soracakmış Allah'a:

"--Yâ Rabbi bu sevapları nerden kazandığımı da bilemiyorum ben... Nerden geldi bunlar?"

Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuracakmış ki:

"--Ey kulum, bunlar senin dünyada ettiğin duaların mükâfatıdır. O zaman istediğin şeyler benim kader-i ilâhime uygun olmadığından verilmedi; bugün bu mükâfat verilmiş oluyor sana... Duanın karşılığı bu olmuş oluyor."

O zaman kullar diyeceklermiş ki:

"--Keşke dualarımızın hepsi böyle olsaymış da, burada çok büyük sevap kazansaymışız." diyeceklermiş.

Ondan sonra Allah'ın huzurunda olduğunuz mânâsını kaybetmeden, elinizde tesbihle zikre başlayın!..

1. Yüz defa "Estağfirullah..." deyin!.. Hadis-i şerifte vardır, Peygamber Efendimiz SAS'in tavsiyesidir.

2. Yüz defa "Lâ ilâhe illallah" deyin!..

3. Bin defa "Allah..." deyin!.. Her yüz defasında "İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî" deyin!.. Bu da hadis-i kudsîden alınma bir sözdür. "Yâ Rabbi! Maksudum sensin, ben senin rızanı istiyorum." demektir.

4. Yüz defa salevât-ı şerife getirin! Bu da hadis-i şerifte vardır.

5. Yüz defa da Kul huvallàhu ehad'ı okuyun!.. Bu da hadis-i şerifte vardır. Hadis-i şerifleri uygulamış oluyorsunuz. Zikri hadis-i şeriflere uygun olarak yapmış oluyorsunuz.

Bu zikirleri böyle yaptıktan sonra dualar edeceksiniz. Kendinize dua edeceksiniz; dünyanıza ahiretinize... Bu bencillik değildir, normaldir, isteyebilirsiniz.

Annenizi, babanızı duadan unutmayacaksınız! Çünkü annesine babasına duayı terkeden kulu Allah sevmez. Ama insanın şeyhi Peygamber vekili olduğu için, anne babasından önde gelir. Hocanızı da duadan unutmazsınız.

Ondan sonra müslümanlara dua edersiniz. Konu komşunuza, sevdiklerinize dua edersiniz. Böylece yakınlarınıza, sevdiklerinize dua edersiniz. Allah ondan dolayı da mükâfatlandırır.

Tabii, zikir bu kadarcık değildir. Zikir başka zaman da yapılabılır. Onu da zikr-i kalbî ile yaparsınız.

Şimdi ben size zikir telkin edeyim, beni dinleyin:

--Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah...

Buyrun, siz de hep beraber söyleyin, Allah şahid olsun:

--Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah...

--Allah...

--Allah...

--Allah...

--Allah...

--Allah...

--Allah...

--Şimdi ağzınızı kapatın, gözünüzü de kapatın!.. Allah demeyi içinizden devam ettirin, sessiz olarak...

.................

Allah mübarek etsin... İşte böyle sessizce, dil dudak kıpırdamadan, kimse anlamadan yapılan zikre de zikr-i kalbî derler. İçinden yapıldığı için, kalbinden yapıldığı için kalbî deniliyor. Bunun sevabı çok yüksektir. Bunu kimse bilmez, gösteriş tehlikesi olmaz, başkasının dikkatini çekmez. Melekler de duymazmış, bilmezmiş bunu... Allah'ın bildiği bir zikir...

Bir defa bu şekilde Allah derse insan, bunun sevabı dörtmilyon dokuzyüzbin misli fazladır. Hadis-i şeriflerde böyle bildiriliyor. Çok sevabı vardır. Bir defa diyorsun, beş milyon misli sevap alıyorsunuz aşağı yukarı...

Onun için bu zikre de devam edin! Yolda, işte, vasıtada, otururken, yürürken, hattâ yatakta uyumadan yatarken kalbiniz "Allah... Allah... Allah..." diye zikretsin!..

Hocamız'la böyle seyahat ederdik de, bazan bir yerde misafir olduğumuz olurdu. Bir seferinde Ankara'da bir evde misafirdik, salonda yatıyorduk. Horul horul uyuyordu, bir taraftan da kendisinden muntazaman, "Allah... Allah..." diye ses geliyordu. Ben hayret ettim.

Hocamız'la her zaman aynı yerde yatamazdık. Seyahat münasebetiyle böyle aynı odaya, yan yana düştük. O salonun öbür tarafında yatıyor, horul horul uyuyordu. Çünkü yaşlı, yoruldu. Bir taraftan da muntazaman "Allah... Allah... Allah..." diye ses geliyordu. Uyurken de zikre devam ediyordu. Böyle çok enterasan bir şey...

Siz de böyle zikri her zaman yapın; her zaman beş milyon, beş milyon, beş milyon... Bu beş milyon lira olsa, beş milyon lira bile bayağı bir paradır. Allah'ın mükâfatı hiç şüphe yok ki liradan kıymetlidir. Böyle bir sevap alırsanız hızlı gidersiniz, Allah'ın rızasını çabuk kazanırsınız.

Tabii, ana çizgiyi, ana çerçeveyi iyi bilmek lâzım!.. Bizim yolumuz iyi müslüman olmak yolu, Peygamber Efendimiz'in yolu, sahabe-i kirâmın yolu, Kur'an yolu; bunu iyi bileceğiz. Bu çerçeveden dışarı çıkmamak lâzım!.. Çünkü, bir çok insanlar din namına çerçeveden dışarı çıkıyorlar, başka şeyler yapıyorlar, günahlara giriyorlar, haramlara bulaşıyorlar... Hem dünyaları mahvoluyor, hem ahiretleri mahvoluyor. O bakımdan an çerçeveyi unutmayalım!..

Onun için size tavsiye ediyorum, Riyâzüs Sàlihîn kitabını okuyun! Peygamber Efendimiz'in tavsiyelerini duymuş olun!.. İngilizcesi var, Türkçesi var, açıklaması var; her şeyi var... Çokbulunan bir kitap, belki karıştırsanız, kütüphanenizde zâten şimdi bile mevcut olan bir kitaptır. Bunu okuyun da, bakalım Peygamber Efendimiz nasıl bir kimseymiş, neler tavsiye etmiş; onları öğrenmiş olun!..

Namazları evvel vaktinde kılın!.. Namaz çok kıymetli bir ibadettir, evvel vaktinde namazı kılın!..

Bizim Hacı Hanım bu hususta hatırınızda kalsın, bir nümûne olarak... Müezzin minareden inmeden namaza durur. Bazan ben seslenirim, "Hacı hanım bir şey..." filân diyeceğim; bakarım, "Allahu ekber!" demiş, namaza durmuş.

Peygamber Efendimiz'e soruyorlar:

"--En sevaplı ibadet nedir?" diye...

"--(Essalâtü lievveli vaktihâ) Namaz ama, ilk vaktinde kılınan..." diyor.

Namaz ilk vakitte kılınırsa, çok nurlu olur. Ortasına doğru kılınırsa, biraz nuru azalmış olur. Sonuna doğru kılınırsa, çok daha azalmış olur. En son sıkışık zamanında kılınırsa, artık bitmek üzere olan bir mum gibi olur. Yâni sevabı az olur.

Farz namazları evvel vaktinde kılacağız.

Farz namazlardan ayrı öteki namazları, fazilet namazlarını, nafileleri kılacağız. Nafile namazları kıldığımız zaman, Allah'ın sevgisini kazanırız. "Bak, kulum mecbur olmadığı şu ibadetleri de severek yapıyor!" diye Allah sever.

Onun için, onlardan bazılarını büyüklerimiz bize tavsiye etmiş. Ama büyüklerimiz nerden almış?.. Onlar da hadis-i şeriflerden almış. Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği namazlardır. Zâten büyüklerimizin en büyüğü de Peygamber SAS Efendimiz...

1. Sabah namazından sonra uyumayıp, Kur'an okuyup, Evrad'ımızı, dualarımızı okuyup, güneşin doğmasından yarım saat geçinceye kadar meşgul olup işrak namazı kılmak... Bu çok sevaptır, bir...

Ne zaman kılınıyor?.. Güneş doğduktan yarım saat, kırkbeş dakîka sonra kılınabiliyor.

Bunun sevabı ne?..

(Keecri haccetin ve umretin tâmmetin tâmmetin tâmmetin) O gün sanki tam bir hac ve umre yapmış gibi sevabı vardır. SAS Efendimiz, üç defa tam bir hac ve umre demiş. Yanlış duyduk demesinler, şaşırmasınlar diye üç defa söylemiş. Sahih hadistir bu, İmam Tirmizî rivayet etmiştir.

Bu işrak namazını kılın, o sabah bir hac ve umre sevabını kazanmış olursunuz.

Hac ve umre nasıl bir ibadettir?..

(Elhaccül mebrûru leyse lehû cezâün illel cenneh) "İyi bir hac yaptı mı insan, mükâfatı cennetten başka bir şey değildir." Cennete götüren bir ibadettir hac... Onun için, sabahleyin bir hac yapmış olma sevabını kazanmak çok büyük bir sevaptır. Bunu kaçırmamağa çalışın!

--Uykum var...

Uykunu sonra uyu!.. Bu sevabı kazan, ondan sonra uyu!..

2. Sabahla öğlen arası geniştir, altı yedi saat vakit vardır. Bu arada bir duha namazı vardır. Öğlene kırkbeş dakika kalıncaya kadar kılınabilir. Dört rekât, iki rekât veya daha fazla olarak onu da kılın!..

Bir insan duha namazı kılmaya devam ederse, Allah onu muhsinîn ü muhsinât kulları zamresine katar. Allah'ın sevdiği bir kullar grubudur bu muhbin kullar zümresi... Onların arasına katılır insan...

3. Akşam namazının sünnetinin arkasından, Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği sevaplı namazlardan birisi olarak evvâbîn namazı vardır. Sevabı nedir?.. İnsanın günahları denizlerin köpükleri kadar çok olsa bile, affına sebep olurmuş evvâbin namazı kılmak...

Bana bir şehirde bir kızcağız geldi:

"--Hocam ben sizinle özel bir şey görüşmek istiyorum: Ben çok büyük günahlar işledim, Allah beni affeder mi?.." dedi. Ağlıyordu.

Benim de aklıma bu hadis-i şerif geldi.

"--Evvâbin namazına devam et kızım! Akşamları evvâbin namazı kıl, Allah bağışlar." dedim.

4. Yatsı namazını kılıyoruz. Misafirliğe gidiyoruz veya çalışıyoruz, okuyoruz. Ailecek sohbet ediyoruz, çocukların derslerini öğretiyoruz... Yatma zamanı geliyor.

Yatma zamanı gelince taze abdest alacaksınız, dört rekat namaz kılıp abdestli yatacaksınız!..

Abdestli yatmanın mükâfatı nedir?..

1) Bütün gece ibadet etmiş gibi melekler ona sevap yazarlar. Bütün gece sanki hiç uyuyamış da namaz kılmış gibi sevap yazarlar.

2) Ölürse imanla göçmesine sebep olur.

3) Gökyüzünden melekler, onun vücudunu nur olarak görürler, inerler, etrafına izdihamlı bir şekilde toplanırlar.

4) Melekler başında, "Yâ Rabbi, bu kulun abdestli yattı; sen bunu mağfiret et!" diye sabaha kadar dua ederler; dört...

5) Şeytan yanına sokulamaz; beş...

Onun için, geceleri böyle yatmaya çok gayret edin, çok dikkat edin!..

5. Geceleyin de uykunuzu bölüp teheccüd namazı kılmaya çalışın! Çocuk ağladı, kapı çalındı, şimşek çaktı... Gürültü oldu, patırtı oldu... Her neyse, gece kalktınız.

Bazan sivrisinek kaldırıyor insanı... Eyvah kaşınıyor filân derken, bakıyorum tam teheccüd vakti... O zaman sivrisineğe kızmıyorum bile... O vakitte kalkamayacakken kaldırdı ya, o bile iyi oluyor.

Sevaplı namazlar bunlar... Hatırlayalım bir daha: Sabah namazından sonra işrak... Öğle namazı ile sabah namazı arasında duhâ... Akşam namazının arkasından evvâbin... Gece yatarken gece namazı, dört rekât namaz kılmak... Geceleyin uykuyu bölüp, kalkıp da kılınan teheccüd namazı...

Bu namazları SAS Efendimiz tavsiye etmiş, biz de tavsiye ediyoruz.

Bazı sevaplı oruçlar var, onları da tutarsınız. Nedir onlar?..

1. Bir kere haftalık pazartesi perşembe oruçları var... Peygamber efendimiz tutarmış, bize de tavsiye ediyor: "Pazartesi perşembe günlerinde ben oruçlu olmayı severim. Çünkü kulların amelleri Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin dergâhına, pazartesi perşembe günü arz olunur." buyuruyor. Tutabilirseniz bunları tutun!..

2. Arabî aylar var ya; muharrem, safer, rebîül evvel, rebîül âhir, cumâdel ûlâ, cumâdel âhireh, receb, şa'bân, ramazan, şevval, zilkàde, zilhicce... Her arabî ayın başında ortasında, sonunda oruç tutmak tavsiye ediliyor.

3. Her arabî ayın ortasında, ayın onüç, ondört, onbeşinde, yâni mehtaplı, dolunay olan gecelerin gündüzlerinde oruç tutmayı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz... Hiç bırakmamış. Geceliri güzel, gündüzleri de sevaplı demek ki; tutarmış.

Takvime bakacaksınız, bugün Arabî aylardan ayın kaçı, bileceksiniz. Bunu bilmenin bir kestirme yolu nedir?.. Her gün ayın kaçı ise o cüzü okursunuz. Böylece bir cüz okumuş olursunuz, ayı da bilirsiniz.

Başka sevaplı neler var?.. İlim öğrenmek sevaptır, öğretmek sevaptır. Öğrenirsiniz, öğretirsiniz. Okursunuz, okutursunuz. Kur'an öğrenirsiniz, öğretirsiniz, ezberlersiniz. İslâm'ı yaymaya çalışırsınız. Evinizde dinî toplantılar yaparsınız. Bunların hepsi sevaplı şeylerdir. Sevaplı şeyleri yapmağa çalışın!..

Paranız varsa hayır yaparsınız, kendi namınıza cami yaptırırsınız, çeşme yaptırırsınız, köprü yaptırırsınız, yol yaptırırsınız.

Benim meselâ çok hoşuma giden hanımefendilerden birisi, çok seviyorum, Allah rahmet eylesin, mekânını cennet etsin, gıyabında çok sevgim var, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan Hazretleri'dir.

Gurebâ Hastanesini yaptırmış fukara için, parasız tedâvi olsunlar diye... Terkos suyunu getirmiş İstanbul'a, millet suyu içsin diye... İşin enteresan tarafı, Terkos suyunu Bezm-i Alem Vâlide Sultan getirmiş de, Vakıf Gurebâ Hastanesi su parasını vermedi diye, belediye hastanenin suyunu kesmiş. Kaderin insanı getirdiği nokta çok enteresan...

Ama çok hayırlar yaptırmış, İstanbul'u ihyâ etmiş mübarek... Hastane yaptırmış, su getirmiş, camisi var... Her yerde Bezm-i Âlem Vâlide Sultan... Çok hoşuma gidiyor.

Bir de Hicaz'da, Arafat'a dağın kenarından terazili, muntazam, aynı seviyede döne döne, kanalla hacılara su getirtmiş. Zübeyde Hanım suyu diyorlar. Bu Zübeyde Hàtun gàlibâ Harun Reşid'in zevcesiymiş. Ona da hayranlık duyuyorum. Çünkü, o devirde hacıların su ihtiyacı çok fazlaydı.

Demek ki insan elinden geldiğince çeşitli hayırlar yapabilir. Kendisinden sonra da sevap kazanmasına sebep olacak eserler bırakabilir.

Genel olarak sevaplı işleri yapmağa dikkat edeceksiniz.

Genel olarak günahlardan kaçınmağa dikkat edeceksiniz; harama, şüpheliye yaklaşmayacaksınız. Neler haramdır, neler helâldir kitaplarımız yazıyor. Neler sevaptır, neler günahtır; Hocamız'ın kitabı var, başka kitaplar da vardır. Onları öğrenirsiniz; helâlleri yapar, haramlardan kaçınırsınız. Sevaplı işleri yapar, günahlardan kaçınırsınız. Takvâ ehli müslüman olmağa gayret edersiniz.

Üçüncü ana prensibimiz nedir?.. Huylarımızı güzelleştirmektir. İnsan müslüman olur ama, insanın içinde iyi huylar olduğu gibi kötü huylar da vardır. Kötü huylar da kalabilir.

Kin tutmak kötü huydur. Hased etmek kötü huydur, kendini beğenmek kötü huydur. Kibirlenmek kötü huydur. Cimrilik kötü huydur... Bu kötü huyları insanın içinden çıkartması lâzım, iyi huyları alması lâzım!.. Tatlı dilli, cömert, iyiliksever, melek gibi bir insan olması lâzım!.. Buna da dikkat edin!..

Tasavvuf, büyük ölçüde ahlâkı düzeltme yoludur. İnsan güzel ahlâklı oldu mu, Allah o güzel ahlâkından dolayı çok mükâfat verir. Bir güzel ahlâklı insan, gündüzleri sàim, geceleri kàim insanın kazandığı sevabı güzel huyları dolayısıyla kazanır. Ekseriyetle insanlar cennete takvâsıyla ve güzel ahlâkı sebebiyle gireceklerdir. Ahlâkı kötü olduğu zaman, iflâs durumuna düşeceklerdir. Ahlâklarının kötü olmasının cezasını bulacaklardır. Onun için, kötü huyları atıp iyi huyları almak lâzımdır.

Aslında tarikat değimiz şey, eğitim demektir, ahlâk eğitimi demektir, tekke terbiyesi demektir. İnsanın kâmil bir insan olması demektir. Allah bu işleri yapmağa sizleri muvaffak eylesin...

Her biriniz bir Fâtiha, üç Kulhuvallah okuyun da, bunları Peygamber Efendimiz'e, pirlerimize ve mürşid-i kâmillerimize hediye edelim, ondan sonra duanızı yapayım:

...........................

Bismillâhir rahmânir rahîm:

(İnnellezîne yübâyineke innemâ yübâyinallàh... Yedullàhi fevka eydîhim... Ve men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî... Ve men evfâ bimâ àhede aleyhullàhe feseyü'tîhi ecran azîmâ.) Sadakallàhul azîm.

[Muhakkak ki sana bey'at edenler gerçekte Allah-u Teâlâ'ya bey'at etmişlerdir. Allah'ın kuvvet ve yardımı bey'at edenlerin üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.]

Ahdinize sàdık olun, Allah'ın yoluna vefâlı olun, sırat-ı müstakîmden sapmayın!.. Allah-u Teâlâ sizleri bundan sonra nefse şeytana yenilmeyenlerden eylesin... Yolunda dâim eylesin, zikrinde kàim eylesin... Tarikatın âdâbını, ahlâkını öğrenip, tekke âdâbına sahib kâmil, sàlih, velî, mahbub bir kul olmayı nasib eylesin...

Gönlünüzü nurlandırsın, gönlünüzün pasını izâle eylesin, gönlünüzün perdesini kaldırsın... Ma'rifetullaha erdirsin, ârif kullar olun... Aşkullaha, muhabbetullaha erdirsin; Allah'ın aşıkları olarak Allah'ın dinine aşıkàne hizmet eyleyin... Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin huzur-u izzetine sevdiği, râzı olduğu kullar olarak varıp, Rabbim sizi cennetiyle, cemâliyle taltif eylesin... Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin...

Bihürmeti esrâr-ı sûretil fâtiha!..

22. 7. 1995 / Pennsylvania - U. S. A.

Dervişân