Gizem
Dinleri, Greko-Romen kültür dünyasında kamuya açık resmi dinler tarafından
sağlanamayan bireysel dini deneyimler sunan çeşitli gizli kültlere verilen
addır. Bu dinlerin kökeninin, ilkel insanlar tarafından dünyanın çeşitli
yörelerinde uygulanan kabile törenlerinde bulunduğu ileri sürülmüştür.
İlkel kabile topluluklarında hemen herkes inisiye olurken, Grek dünyasında
Gizem Dinlerine inisiyasyon kişisel seçim konusudur. Gizem Dinleri, İsa'dan
sonra gelen ilk üç yüz yıl süresince en yaygın oldukları dönemi yaşamışlardır;
ama kökenleri Grek tarihinin en eski dönemlerine kadar geri gider.
Etimolojik
olarak, "Mysterion" (Gizem) sözcüğü Grekçe'de "gözleri ve dudakları kapatmak"
anlamını taşıyan "myein" (muein) fiilinden türemiştir. Gizem Dinleri, daima
adayların "inisiye" (içeri alınma) olarak girebildikleri gizli kültlerdir.
İnisiye olan kişiye "mystes", adayı öneren kişiye "mystagogos" (mystes'in
önderi) adı verilir. Kültün önderinin adı ise "hierophantes" (kutsalı açıklayan)
ya da "dadouchos" (meşale taşıyan) olmuştur. Bir gizem topluluğunun temel
uygulamaları toplu yemekler, dans ve inisiyasyon törenleridir. Ortak yaşanan
bu deneyimler kült içi bağlılıkları güçlendirir.
"Gizem Dinleri"
(Mystery Religions) genelde yalnızca belirli bir toplumsal birimin üyesi
olarak kabul edilen kişilere açık törenlerden oluşmuştur. Yaşama ve yaşamın
sürdürülmesine sıkıca bağlı olan bu gizemlerin başkalarına açıklanmaması
temel koşuldur. Gizem dinleri, gizemlere ulaşan kişilere toplumsal anlamda
değişmez nitelikler ve özel bir statü verir.
Gizemler iki
ana nitelikte ele alınabilir:
birincisini,
bir bireyi toplumsal yapı içinde, erişkinlerin yaşamına ya da gizli bir
derneğe alan gizli törenler oluşturur ve bu törenler daima gizemci bir
yeniden doğum düşüncesini içerirler;
ikincisi ise,
belirli mevsim değişimlerinde mitosların canlandırılmasından, her uygulamada
bir "arketip" (ilk örnek) ile gerçeklik ve nitelik bakımından eşdeğer olduğu
öngörülen kutsal temsillerden oluşur.
Gizem Dinlerinin
uygulamalarına benzer dramatik ritüeller oldukça yaygındır. Bu törenlerin
nitelikleri, yaşamın sürdürülmesi için gerekli koşullar, doğal çevre ve
topluluğun inanç yapısına bağlıdır. İlk çağlarda Mezopotamya'da, yaz sıcağının
bitkileri yok etmesi, Tammuz'un ölümü ve dirilmesini canlandıran mitos
ve kült dramalarında karşılığını bulur; güneşin kış mevsimi tarafından
yenilgiye uğratılması ve baharda geri dönüşü ise, Marduk'un yeraltı dünyasına
hapsedilmesini ve kurtarılmasını anlatan törenlerle kutlanır. Suriye ve
Fenike'de Adonis, Batı Anadolu'da Attis ve Mısır'da Osiris de, bu tür dramatik
ritüellerin başrol oyuncuları olarak görülmelidir. Bu ritüellerin hemen
tümü, toprağın verimliliği ve canlıların doğurganlığı ile ilgili "Gizem"
(Mystery) törenlerini oluşturur. Atina'da ünlü Eleusis törenleri ve yalnızca
kadınlara özgü "Thesmaphoria" bu dinlerden sayılır.
Bir "Gizem"
(Mysterion), gizeme ulaşarak inisiye olanlar dışında herkesten gizli tutulan
(muein = kapalı) bir ritüeldir. Adaylar, bir hierofan (ierofantis) yani
"kutsalı açıklayan" önderliğinde gizemlerin kendilerine açıklanması için
hazırlanırlar. İzmir'li Theon'a göre Eleusis törenlerinde bu hazırlık dört
aşamada gerçekleşir: ön arınma aşaması, bilgilendirme ve yönlendirme aşaması,
gizemin açıklanması aşaması ve son olarak artık ayrıcalıklı bir kişi olan
kişinin başına taç ya da boynuna çelenk takılması. Üçüncü aşama olan gizemin
bildirilmesinin, yalnızca konuşularak yapılan bir uygulama olmayıp, dramatik
bir gösteri biçiminde olduğu da bugün bilinmektedir. Ayrıca, tüm gizem
törenlerinde dansın da önemli bir yer tuttuğu açıklanmıştır.
Eleusis törenlerinde
gizliliğin nedenleri olarak, bazı düşünürlerce, egemen Grekler tarafından
yerel halkın dinsel baskı altında tutulması sonucunda kültlerin gizliliğe
sığınması biçiminde açıklanması ağırlık kazanmıştır. Gerçekten, Girit'te
Grek gizem törenlerinin benzeri tümüyle açık olarak uygulanmakta olup,
hiçbir gizemli yönü bulunmuyordu. Ayrıca, Eleusis'teki "Telesterion" (gizem
töreninin gerçekleştiği tapınak) Minos-Miken mimari tarzında olup Eleusis
adının bile büyük olasılıkla Grek öncesi bir kökeni olduğu ileri sürülmüştür.
Gerek Eleusis ve gerekse diğer Gizem Dinleri törenlerinde Grek öncesi bir
çok unsurun yaşamaya devam ettiği kesinlikle saptanmıştır.
Bu düşünceye
karşılık, Gizem Dinlerinin tanrıları arasında kesin olarak Grek olduğu
bilinenlerin (Demeter, Kore gibi..) bulunması, ritüellerin yerel dinlerin
kalıntısı olmadığını düşündürmektedir. Bu törenlerin, çoğu zaman soylu
ve önde gelen aileler tarafından düzenlenmesi ve törenlerdeki büyü uygulamalarının
varlığı gizliliğin nedeni olarak ileri sürülebilir.
Gizem Dinleri
tanrılarının tümü, birer toprak ya da yeraltı tanrısı (chtonian) niteliğinde
olup, her ne kadar koruyucu ve iyiliksever olsalar da, doğaları gereği
yanlarına yaklaşılması tehlikeli olan varlıklardır. Bu bakımdan, herhangi
kritik bir anda doğabilecek bir soruna yer vermemek için, törenlerin bir
gizlilik örtüsü altında yürütülmesi ve böylece "arınmamış" kişilerin uzak
tutulması yoluna gidilmiş olmalıdır.
Attis-Kybele,
Isis ve Dionysos Sabazius'a bağlı ve sonradan Yunanistan ile Roma Imparatorluğu'nu
istila eden Doğu Gizemleri, Eleusis törenleri ile bir çok ortak özellikler
taşımaktadırlar. Ancak, Doğu Gizemlerinde katılanların kendinden geçişleri
(vecd) çok daha şiddetli, üstelik tanrılarla bütünleşme arzusunun yarattığı
psikolojik gerilim çok daha tehlikeliydi. Örneğin, baş rahibin tanrının
adını taşıdığı Attis tapımında inisiyeler kendilerini hadım ederlerdi.
Tanrı ile bütünleşme, ya boğa kurbanı (Taurobolium) sırasında kana bulanma,
ya da sunak üzerinde kendi kollarının bıçakla kesilmesi ile sağlanırdı.
Ayrıca bir kutsal evlenme töreni düzenlenir ve inisiye büyük tanrıça ile
cinsel ilişki kurardı. Frigya gizemlerinde, dramatik olarak ifade edilen,
Attis'in ölümü ve dirilmesi çok belirgindi. Bu törenlerin gerçekleştirildiği
"Hilaria" (sevinç ve neşe) bayramı ilkbahara rastlardı.
Eleusis gizem
törenleri de, "Boedromion" ayının son yarısında, yani yaz sonunda gerçekleştirilirdi.
Bu yörede hasat zamanı, kuzey iklimlerine göre daha önce gelir, gizem törenleri
uygulandığı günlerde harmandan elde edilen taneler çoktan toprak altına
gömülmüş olurdu. Törenlerin başlangıcında Kore (Persephone = tahıl bakiresi)
kesin olarak yeraltına göç etmiştir. Mevsimin en yağışsız ayı olması nedeniyle,
tarlalar boş ve kuru görünümdedir. Ancak, güz yağmurları başlayıp tarlaların
sürülmesi ve ekim zamanı gelince Kore geri dönecektir, yani hasat olacaktır.
Törende, Kore'nin yeraltına kaçırılışı temsil edildikten sonra, ritüelin
yarattığı heyecan doruğa vardığı anda, biçilmiş bir buğday başağı katılanlara
gösterilirdi.
Bu kültlerin
çoğunda inisiyeler, acı çekmişler ve sonunda zafer kazanarak tanrıyla bütünleşmişlerdir;
bu dünyada tanrının sevgisini kazanmakla kalmayıp öbür dünyada da mutluluklarının
garanti altına alındığı inancını taşımaktadırlar. İnisiye olanlar, tanrı
ile birleşirler, onun yaşamını ve ölümünü kendilerinde gerçekleştirirler.
Ölen ve yeniden yaşama dönen tanrı gibi, gerçek ölümden sonra da sonsuz
yaşama kavuşacaklarına inanırlar. Gizem Dinlerinin inisiyeleri, eski yerel-ulusal
dinlerin sınırlarını aşıp, artık daha kişisel ve daha derin bir kurtuluş
dinine girmişlerdir.
Şimdi Yunan
ve Roma uygarlıklarında etkili olan Gizem Dinlerini birer birer inceleyelim:
Dionysos
Tüm Grek kentlerinde
Dionysos'a (Bacchus) tapan erkek, kadın ya da karma özellikte çeşitli kardeşlik
örgütleri vardı. Dionysos, genelde bir bereket ve bitki tanrısı olmakla
birlikte, özünde şarap tanrısıydı. Dionysos adına düzenlenen ve adına "Dionysiac"
ya da "Bacchanalia" denen şenlikler, topluluk üyelerinin gündelik yaşamın
döngüsünün dışına çıkmaları için bir fırsat oluştururdu. Bu şenlikler,
yalnızca şarap içmeyi ve cinsel eylemleri içermekle kalmaz, aynı zamanda
korolar ve pandomim gösterileri gibi Grek uygarlığının değerli kültür etkinliklerini
de kapsardı. Çoğu kez, yalnızca inisiye olanların bu törenlere katılmasına
izin verilirdi. Ancak, zaman içinde topluluktaki hemen tüm bireylerin inisiye
olması sağlandığı için, Dionysos kültüne giriş, ilkel kabilelerin inisiyasyon
törenleri ile paralellik gösterir. Öyle görünüyor ki, bireyin cinsel yaşamının
başlangıcı ile Dionysos kültüne girişi aynı anda gerçekleştirilirdi. Ne
var ki cinsel üreme eylemi, asla ölüm düşüncesinden tümüyle ayrı tutulamadığı
için, Dionysos'a tapanlar ölmüş ataları, yaşayan nesil ve topluluğun gelecekteki
üyeleri arasındaki gizemci birlikteliğin bilincindeydiler.
Eleusis
Tahıl tanrısı
Demeter (Ceres) ile kızı Kore (Persephone) adına kurulmuş en önemli tapınak
Attika'da, Atina ve Megara arasında yer alan Eleusis kentindeydi. Adına
"Büyük ve Küçük Eleusis Gizemleri" denilen ve tahılın ekim, filizlenme
ve biçim dönemlerinin kutlandığı ünlü dinsel tarım şenlikleri Eleusis kentinde
yapılırdı. Kore mitosunda dile getirilen tahılın yaşam döngüsü ile insanın
yaşam döngüsünün paralel olduğuna inanılırdı. Homeros'un yazdığı "Demeter'e
Ağıt"ta yer alan bu mitos, kendine bir eş arayan yeraltı tanrısı Hades'in
(Pluton) Kore'yi toprağın derinliklerine kaçırışını anlatmaktadır. Günler
boyu kızını arayan anne Demeter, Eleusis'e varır ve tahılların büyümesini
durdurur. Sonunda Hades, Kore'yi dünyaya geri göndemeye razı olur. Kore,
tahıl bakiresi olarak aydınlığa döner ve oğlu Plutus'u doğurur (Kore, "bakire",
Pluton, "zengin olan", Plutus, "bolluk" anlamına gelmektedir). Oysa Kore,
doğum ve ölümü simgeleyen narlardan yemiştir ve bu yüzden karanlıklardan
tümüyle kurtulamaz; bir orta yol bulunur, yılın üçte birini kocası ile
yeraltında geçirecek, kalan sürede annesi ile birlikte olacaktır. Bu çözüme
sevinen Demeter, tahılların yeniden büyümesine izin verir ve Eleusis halkına
kendi ritlerini öğretir. Eleusis şenliklerinde, Demeter ve Kore'nin tüm
öyküsü titizlikle yeniden canlandırılır. Tıpkı mitosta Kore'nin yeraltına
kaçırılması, Hades ile evlenmesi ve Plutus'u doğurmasında olduğu gibi;
aynı biçimde, tahıl da yeni bir yaşam vermek üzere toprağa ekilir. Tıpkı
topraktan fışkıran, biçilen ve hem insanoğlunun ekmeği biçimine dönüşen,
hem de tohum olarak yeniden kullanılan tahıl gibi, Kore'de annesinden kopartılır
ve yeni bir yaşam doğurması için bakireliği yok edilir. Ölen insanlar da,
yaşamın yenilenmesi döngüsüne mistik anlamda katkıda bulunmak için toprağa
gömülürler. Eleusis'in mesajı budur: her mezardan yeni bir yaşam fışkırır.
Bu nedenle inisiyeler, ölümden sonra ulaşılacak ölümsüzlük için umut beslemelidirler.
Tüm Grek kentlerinde
Eleusis şenliklerinin yapılmasına karşın, gerçek Eleusis Gizemleri yalnızca
Eleusis kentinde kutlanmaktaydı. Başlangıçta Demeter kültü yerel bir inançtı
ve bu külte inisiyasyon, kişisel değil, topluluk ya da kabile düzeyindeydi.
Eleusis Gizemlerine katılan birey, bağlı olduğu topluluğun tam bir üyesi
oluyordu. Bu düzen, I.Ö. 600 yıllarında Eleusis'in Atina topraklarına katılmasına
kadar sürdü. Bu tarihten sonra, toplumsal statü sağlama yöntemi olarak
önemi azalan inisiyasyon, giderek tümüyle dinsel bir tören biçimine dönüştü.
Tüm Atinalılar Eleusis Gizemlerine katıldılar ve kısa süre içinde gizemler
tüm Grek dünyasına yayıldı; böylece Eleusis şenlikleri "uluslararası" bir
niteliğe kavuştular. Ancak, inisiye olmak isteyenler yine de Eleusis'e
gitmek zorundaydılar. Eleusis gizem riti artık bir kabile töreni olmaktan
çıkmıştı. Her birey, katılıp katılmama konusunda kendi kararını kendisi
veriyordu. Bu gelişim ancak, büyük bir kent olan Atina'nın, din de dahil
olmak üzere, kişilere kendi yaşam biçimilerini seçme hakkını tanıyan farklı
bir kültür yapısına sahip olmasıyla sağlanmıştı.
Hem Dionysos,
hem de Eleusis Gizemleri geniş bir anlam içeriğine sahiptiler. Bu gizemlerin
özü, hiç bir yazılı kaynakta yer almaz; yalnızca topluluğun kutsal günleri
olan şenlik dönemlerinde yaşanarak öğrenilirdi. Yine de katılanların büyük
çoğunluğu, törenlerin sadece yüzeysel yönlerini tanıyabilirler ve hoşça
zaman geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirilerdi. Ancak, törenlerin
daha derin anlamları da bulunmaktaydı; ama bu gizler, herhangi bir teoloji
ya da inanç dizgesi ile açıklanmaz, doğrudan dinsel eylemin yaşanması ile
aktarılırdı. Bu bakımdan, inisiye olmamış kişilere gizemleri sözlerle açıklamak
olanaksızdı. Öte yandan, gizli dansları yabancılara anlatmak bile dinsel
ihanet sayılırdı.
Din Dışı Gizem
Toplulukları
Inisiyelerden
oluşan bir topluluk, zamanla tüm dinsel bağlantılardan arınarak, tümüyle
sosyal bir dernek biçimine dönüşebilirdi. Yine de kardeşlik, gizlilik ve
birlikte yenilen yemekler sürdüğü için, Grekler ve Romalılar bu tür dernekleri
de gizem toplulukları olarak görürler, dinsel gizem topluluklarından farklı
olarak değerlendirmezlerdi. Bu tür dernekler arasında aristokratik nitelikte
olanların Atina politikası üzerinde önemli etkileri olmuştu. I.Ö. 415 yılında
ünlü "Gizem Skandalı" meydana geldi. Bir kaç aristokratik dernek, Atina
demokrasisini devirmek için komplo düzenlemişti. Tüm üyeleri taahhüt altında
tutabilmek amacıyla, her üyenin katılmak zorunda olduğu toplu bir suç işlenmesi
yoluna gidildi. Bir gece, bütün üyeler birlikte, Atina sokaklarında bulunan
sayısız Hermes heykellerinin erkeklik organlarını çekiçle kırdılar. Böylece
ilerde ortak siyasal amaçtan sapma gösterecek olan kişi, kendi dostları
tarafından dine karşı suç işlemek ithamıyla ihbar edilecek ve üstelik bu
suçlamayı doğrulamak için bir çok tanık kolayca bulunacaktı. Atina halkı
gelişmekte olan komployu kısa sürede fark etti. Bir dizi yargılama sonrası,
komplocular cezalandırıldı ve sürgüne gönderildi. Komploculardan biri olan
ünlü hatip Andocides'in savunma konuşması olan "On the Mysteries" (Gizemler
Hakkında) bir edebiyet eseri olarak günümüze kalmıştır.
Din dışı gizem
toplulukları Grek ve Roma tarihi boyunca varlıklarını sürdürdüler. Özellikle
Romalılar gizli topluluklara karşı güvensizlik beslemekteydiler. Bu kuşku,
I.Ö. 63 yılında yönetimi devirmeye kalkışan ve bunun için gizem topluluklarını
kullanan Catiline tarafından doğrulanmıştı. Örneğin, I.S. 98 - 117 yılları
arasında Imparator olan Trajan, bir itfaiye ekibi oluşturmak üzere bir
dernek kurmak isteyen Nicomedia (Izmit) halkına izin vermemiş; iyilik işleri
için bir dernek kurmak isteyen Amisus (Samsun) halkına ise pek gönülsüz
bir onay vermiştir.
Orpheus
Topluluk inisiyasyonlarının
yanı sıra, daha derin dinsel deneyimler yaşamak isteyen bireyler için de
törenler mevcuttu. Bu törenler "Orpheus Gizemleri" adını taşımaktaydılar.
Orpheus, insanüstü müzik yeteneğine sahip olan ve gizemli yazılar kaleme
aldığı öne sürülen bir mitos kahramanıydı. "Orphic Rapsodiler" adıyla bilinen
bu yazılar, ölüm sonrası ve ruhsal arınma gibi konuları işlemekteydiler.
Bağımsız bir Orpheus kültünün asla varolmamasına ve Orpheus'çu küçük toplulukların
öğretilerinin birbirinden oldukça farklı olmasına karşın, söz konusu bireysel
inisiyasyon uygulamalarının ortak bir yapısı olduğu görülmektedir.
"Orphic" diye
adlandırılan Orheus Gizemlerine bağlı kişilerin günah ve suç kavramlarına
ilişkin güçlü duyguları olduğu sanılmaktadır. Insan ruhunun tanrısal özellikleri
olduğuna, ruhun bedene esir düştüğüne ve insanın asıl görevinin ruhunu
kurtarmak olduğuna inanırlardı. Kurtuluş, ancak "Orphic" bir yaşam sürmekle
sağlanabilirdi: yani et, şarap ve cinsel ilişkiden kesinlikle uzak durmak
gerekliydi. Ölüm sonrasında, ruh yargılanacaktır. Eğer kişi doğru bir yaşam
sürdüyse, ruhu Elysium'un çayırlarına gitmeye hak kazanacak; ancak kişinin
yaşamı kötülüklerle doluysa, ruhu çeşitli cezalara uğrayacak, hatta belki
de cehenneme gidecektir. Ödüllendirme ya da cezalandırma döneminin sonunda,
ruh yeni bir bedende yaşama dönecektir. Bu döngüden, yalnızca üç kez üstüste
dindar bir yaşam sürdüren ruhlar kurtulabilecektir.
Pisagorcular
I.Ö. VI. yüz
yılın başlarında Güney Italya'da ortaya çıkan Pisagor kardeşlik örgütünün
temelinde Orphic inançlar yatmaktaydı. Pisagorcular, kimi zaman politik
eğilimlere de sahip olan aristokratik nitelikli bir kardeşlik örgütlenmesiydi.
Yine de temel başarıları müzik, geometri ve astronomi alanlarında gerçekleşmişti.
Bu alanlarda yer alan çeşitli olguların, sayılar ya da orantılar sayesinde
anlaşılabileceğini ortaya çıkarmışlardı. Kendi buluşları ile Orphic eskatoloji
(ölüm ve ölümden sonrasının dinsel anlamda incelenmesi) arasında bir bütünlük
sağlamışlar; müzik, geometri ve astronomiye dinsel değerler yüklemişlerdi.
Öğretilerine göre, insan ruhunun özgün yuvası yıldızlardaydı. Ruh, yıldızlardan
yeryüzüne düşmüş ve bedenle birleşmişti. Bu bakımdan, insan aslında yeryüzüne
yabancıydı ve bedenin bağlarından kurtularak göklerdeki yuvasına geri dönmek
için çırpınmaktaydı.
Platoncular
Platon'un (I.Ö.
428 - 348) felsefesi, gizem kültleri ile bağlantıların doğrudan bir sonucudur.
Platon, eski Grek dininden, özellikle Pisagor kardeşlik örgütünden ve Eleusis
topluluklarından bir çok düşünceyi ödünç almıştır. Kendisi de, felsefesinin
gizem dinlerinden türediğini belirtmiştir. Örneğin, Eleusis Gizemlerinde
pek önem verilen "arama ve bulma" kavramları Platon felsefesinde de baş
köşeyi tutmaktadır: filozof, gerçeği arayışına asla ara vermemelidir. Buna
karşın Platon'dan sonraki Gizem Dinleri, diyalogların zengin düşgücünden
yararlanarak, Platon'un düşüncelerini ödünç almışlar ve böylece Platonculuk
ile derinden kaynaşmışlardır.
Evren kuramını
sergilediği Timaeus adlı eserinde Platon, ayrıca bir de ruh kuramı geliştirmiştir.
Yeryüzü, yedi gezegenin oluşturduğu küreler tarafından çevrelenmiştir;
sekizinci küre sabit yıldızların bulunduğu küredir. Sekizinci kürenin ötesinde
tanrısal ülke yer almaktadır. Tanrısal güçle devinen sabit yıldızlar küresi
değişmez bir hızla sağa doğru dönmektedir. Bu saat yönünde devinim, saat
yönünün tersine devinen diğer küreleri etkilemektedir. Ölümlülerin küreleri
gezegenler düzeyinde başlamaktadır. Her ruhun özgün mekanı sabit yıldızlardan
biridir. Kürelerin devinimi nedeniyle ruhlar kürelerden ayrılıp, bedenlerle
bütünleşecekleri yeryüzüne doğru düşmektedirler. Bu düşüş sırasında ruhlar
çeşitli gezegenlere özgü nitelikler kazanmaktadırlar: Saturn'den miskinlik,
Mars'tan kavgacılık, Venüs'ten cinsellik, Jupiter'den şehvet ve Merkür'den
açgözlülük. Sonuçta, her ruh bağlı olduğu bedenden ayrılarak, ait olduğu
yıldıza geri dönmeye çabalamaktadır. Ölümden sonra ruh, kendi yıldızına
geri döner, tıpkı inisiye olan adaylar gibi edindiği tüm niteliklerden
sıyrılır, gündelik değerlerden arınarak kutsal mekana girmeye hazırlanır.
Platon; kürelerin
müziği, ruh göçü, ruhun kendi göksel kökenini anımsaması, doğrunun ödüllenmesi
ve kötünün cezalanması gibi bir çok başka geleneksel inançları da yinelemektedir.
Daha sonra gelişen Gizem kültleri ise bu açıklamalardan derinden etkilenerek,
Platon'un pek güzel ifade ettiği bu kavramları benimsemişlerdir.
Helenistik Dönem
Büyük İskender'in
Asya krallıklarını İndüs nehrine kadar ele geçirmesi ile Grek dünyasının
sınırları büyük ölçüde genişlemiş oldu. Ne var ki, Yunanistan'ın ve İskender
Imparatorluğunun Batı bölümlerinin dinsel düşüncelerinde değişim çok yavaştı,
zira zaten dünyanın hakimi olan Greklerin herhangi bir değişimi gereksiz
görmeleri pek doğaldı.
Bu dönemde de
Gizem kültlerinin etkinlikleri sürmekteydi. Örneğin, Messenia bölgesinde
bulunan Andania kentinde Demeter ve Persephone onuruna gizem şenlikleri
kutlanmaktaydı. I.Ö. 92 yılından kalma uzun bir anlatı, Andania ritlerinin
uygulamasını oldukça kapsamlı biçimde anlatmakta, ancak doğal olarak inisiyasyon
töreni sırasında olan biten hakkında hiç bir ayrıntı vermemektedir.
Bir diğer örnek;
Samothrace adasında uygulanan gizem ritleridir. "Cabeiri" (çeşitli bereket
tanrıları) onuruna düzenlenen bu şenlikler, o dönemde büyük dikkat çekmektediler.
Cabeiri, denizcilerin yardımcısı olduklarına inanılan tanrılardı ve bu
gizemlere inisiyasyon, genelde her türlü felakete, ama özel olarak deniz
kazalarına karşı koruyucu olarak kabul edilirdi.
Dionysos Gizemleri,
şenlik ve cümbüşleri ile, tüm Grek tarihi boyunca sürüp gitti. Grek uygarlığının
bir çok özelliği ile birlikte, bu kült de Italya'ya taşındı. Dionysos Gizemleri
daha çok alt-orta tabakadan kentlilerce kutlanıyordu ve gizliliğin altında
kaba seks partileri ve şiddet içeriyordu. İ.Ö. 186 yılında, "Bacchanalia"
(Dionysos şenliklerinin Latince adı) ile bağlantılı bir rezalet Romalıları
öylesine olumsuz etkiledi ki, Senato çıkardığı bir karar ile bu kültü tüm
İtalya'da yasakladı.
Helenistik dönemde,
Gizem kültleri ile ilgili en önemli gelişmeler Yunan kültürü ile Doğu dinlerinin
karşı karşıya geldiği Doğu ülkelerinde meydana geldi. Grek uygarlığı ile
temas, okur-yazarlığın yalnızca bir kaç rahip ve katibin ayrıcalığında
bulunan Doğu'daki yaşamı tümüyle değiştirmişti. Iskender'in fetihlerinden
sonra toplum yapısı önce dağıldı ve daha sonra yeni çizgilerde gelişim
gösterdi. Dinsel düşüncede de değişim kaçınılmazdı. Bunu Doğu geleneklerinin
Grekleri etki altına alması izledi. Gerçi, değişim süreci oldukça yavaştı
ve ancak bir kaç yüz yıl sonrasında kendini açıkça belli etti.
Halbuki, Krallık
kurumu açısından Doğu-Batı kaynaşması pek hızlı gerçekleşmişti. Eski Yakın
Doğu'da krallık kutsaldı. Suriye ve Mısır'da yeni ortaya çıkan Grek krallıklarının
halkı, Makedon krallarına yarı tanrı gözüyle bakıyorlardı. Yunanlıların
kendileri de, kısa süre içinde bu politik ve dinsel karışıma uyum sağladılar.
Kutsal-kral bireşimi, toplumsal yapının "devlet" ya da "ulus" biçiminde
soyutlanmasını kavrayamayan ve ancak politik yapının birliğini kralın kişiliğinde
bulabilen Suriyeliler ve Mısırlılar için pek doğaldı. Kral, güvenliğin
bir simgesiydi ve bireylerin düzenli bir toplumda yaşamasına yardım etmekteydi.
Böyle bir ortamda gelişen ve adına "Kraliyet Gizemleri" (Royal Mysteries)
denen ritüeller özellikle Mısır'da çok etkiliydi. Geleneksel Mısır dinine
göre, egemenlik süren firavun güneş-tanrı Horus'un yeniden yaşama dönmüş
biçimiydi. Firavunun karısı gökler kraliçesi İsis'i, bir önceki ölmüş firavun
da bereket tanrısı Osiris'i simgelemekteydi. Helenistik dönemde Osiris'in
adı, Zeus ve Apis isimlerinin bir sentezi olan Serapis olarak değişti.
Tüm Mısır tanrıları Grek tanrıları ile eşdeğer biçime geldiler: İsis, Demeter
ile Aphrodite'in, Horus, Apollon ile Helios'un, Serapis de hem Dionysos,
hem Hades ve hem de Zeus'un yerini tutuyordu. Grek ve Mısır mitosları tüm
bu tanrılara uyarlandı.
Mısır'ın Büyük
İskender tarafından kurulan yeni başkenti İskenderiye'nin mahallelerinden
biri Eleusis adını taşımaktaydı ve burada Eleusis Gizemlerinin Mısır'a
uyarlanmış bir biçimi uygulanmaktaydı. Dionysos Gizemleri ise, Mısır'da
çok daha geniş bir uygulama alanı bulmuştu. Firavunun yeniden yaşama kavuşmuş
Dionysos'u simgelediği "Bacchus" şenlikleri o denli sık düzenlenmekteydi
ki, saray halkı bile kargaşa içine girmişti. Pisagorcu ruh göçü kavramı
da aktarılarak, Horus'un hüküm süren firavun olarak yeniden doğuşu ile
ilgili geleneksel Mısır inancı ile harmanlanmıştı.
Ne var ki politika
ve dinin içi içe geçmesi, Gizemlerin Akdeniz dünyasına yayılması için bir
engel oluşturuyordu. Mısır ve Suriye'de yaşamakta olan Grekler bile, tanrı
ile insan ayrımına dayanan geleneksel kavramı korumaya çalıştılar ve ancak
Gizem kültlerinin politik yönleri silindikten sonra, dinsel unsurlar kendilerine
ait bir bağımsızlığa kavuşabildiler. Delos adasında bulunan yazıtlar bu
durumu pek iyi açıklamaktadır. Delos adasına Serapis tapımı, adanın Grek
kökenli firavunlar tarafından bir deniz üssü olarak kullanıldığı dönemlerde
girmişti. Ada üzerindeki Mısır etkisi hafifledikçe, Sarapis kültü gelişti
ve yeni doruklara ulaştı. Delos adası, daha sonraları Romalılarca Doğu
Akdeniz ticareti için serbest bir liman olarak kullanıldı ve bu sayede
Sarapis ve İsis tapımı, tüm Grek limanlarına, Napoli körfezine ve Roma'ya
kadar yayıldı.
Kral tapımı
ile Gizem kültleri unsurlarının karışımı, Doğu Anadolu topraklarında bulunan
Kommagene krallığında da açıkça göze çarpar. Kommagene kralları, büyük
paralar harcayarak tüm ülkeyi devasa tapınaklarla doldurmuşlardı. Bu tapınaklarda
her yıl, kralların tahta çıkış günleri tanrılar onuruna düzenlenen şenliklerle
kutlanmaktaydı. Tapınak kalıntılarında bulunan yazıtlar, Gizem kültlerinde
kullanılan mitas ve dualarla çarpıcı benzerlikler göstermektedir.
Roma İmparatorluğu
Dönemi
Gizem Dinlerinin
en şanlı dönemi, Romalıların tüm Akdenize kendi barışlarını kabul ettirmeleri
ile başlamaktadır. Dionysos dernekleri İmparatorluğun her yanında, Yunanistan'da,
Ege Adaları'nda, Küçük Asya'da, Tuna boylarında ve özellikle İtalya ve
Roma'da yeşerdiler.
Roma'da "Porta
Maggiore" (Büyük Kapı) yakınlarındaki yeraltı bazilikasında olduğu gibi,
kimi topluluklarda Orheus ve Dionysos kültleri birleşmişti. Ünlü "Orpheus
Ağıtları" da bu tür bir karma kültün ürünüdür. Genellikle Anadolu'da görülen
bu karma kültlerin üyeleri geceleri toplanır ve meşaleler altında tapınırlardı.
Ritüelde kansız bir kurban töreni uygulaması da vardı; dualar, ağıtlar
söylenir; tütsüler yakılırdı.
Eskiden beri
bilinen Gizem kültlerinin yanı sıra, Doğu halklarının ulusal dinlerinin
Grekleşmiş uyarlamaları da yayılmaya başlamıştı. Bu dinleri saran hafif
ekzotik atmosfer, Romalılar ve grekler için pek çekici gelmekteydi. Doğu
Gizemleri içinde en yaygını İsis kültüydü. Hıristiyanlığın doğuş yıllarında,
Augustus zamanında İsis kültü Roma'da modaydı. Gerçek Roma dinsel geleneklerini
yeniden geçerli kılmak isteyen Augustus, Doğu etkilerinden nefret ediyordu.
Ancak, çevresindeki güçlü ve saygıdeğer kişiler İsis Gizemleri için pek
güçlü bir eğilim beslemekteydiler. Aşk tanrıçası İsis, kibar saraylı hanımların
da gözdesiydi. İsis kültü, İtalya'da İ.S. I. ve II. yüz yıllarda iyice
yaygınlaştı. Bir bakıma, Roma İmparatorluğu topraklarında Hıristiyanlığın
yayılması, Mısır kültlerinin ayyılmasıyla aynı döneme düşmektedir.
Diğer bir önemli
etki de Anadolu kökenli kültlerden kaynaklanmaktaydı. İ.Ö. 200 yıllarında
Büyük Ana Kybele (Magna Mater) ve sevgilisi Attis, Roma pantheonuna girmişlerdi
ve artık birer Roma tanrısı olarak kabul ediliyorlardı. Kybele-Attis kültü
özellikle İmparator Claudius döneminde pek yaygın biçime ulaştı. "Magna
Mater" evrensel ana niteliği ile öne çıkıyor ve özellikle yabanıl doğa
üzerindeki egemenliği simgeliyordu. Gizem törenleri, sevgilisi Attis ile
olan ilişkisi arasılığıyla, Toprak Ana'nın çocukları ile olan bağlantısını
vurguluyor; inisiyeler üzerinde, özel bir yöntem sonucunda, Kybele ile
bütünleştikleri hakkında öznel bir inanç durumu yaratmaya yarıyordu. Bu
kült de, ölümden sonraki yaşam hakkında güçlü bir umut unsuru belirgindi.
Perslerin Işık
tanrısı Mithra daha geç bir dönemde, büyük olasılıkla İ.Ö. II. yüz yılda
yaygınlaşmaya başladı. Mithra kültü, yaşamın başlangıcını Mithra tarafından
yakalanan ve kurban edilen kutsal boğaya bağlamaktaydı. Pers kaynaklarına
göre, kutsal boğa ölümü ile göklerin, gezegenlerin, yeryüzünün, bitki ve
hayvanların doğumunu sağlamıştı; böylelikle Mithra yaşamın yaratıcısı durumuna
yükseliyordu.
Suriye'den de
çeşitli kültler Batı'ya doğru yayıldılar; Jupiter Heliopolitanus (Heliopolis'in
-modern Baalbek- kentinin tanrısı) ve Jupiter Dolichenus (Doliche'nin -modern
Dülük- kentinin tanrısı) en önde gelenleriydi. Byblos kentinin bitki tanrısı
Adonis, uzun süreden beri Greklere aşinaydı ve genellikle ritleri ve mitleri
pek benzer olan Osiris ile bağlantılı kabul ediliyordu. Adonis'in dişi
eşdeğeri Greklerin Aphrodite ile aynı kabul ettikleri Atargatis idi.
İmparator Marcus
Aurelius'un egemenlik sürdüğü yıllarda, İ.S. II. yüz yılın sonlarına doğru,
Paflagonya'lı İskender adlı bir sahte-peygamber, "Glycon" adlı kutsal bir
yılana tapmak üzere yeni bir Gizem kültü geliştirmiş ve çok etkili olmayı
başarmıştı.
Suriye etkisinin
doruğa vardığı dönem, İ.S. III. yüz yılda, Sol Invictus adlı Suriye güneş
tanrısının neredeyse Roma İmparatorluğunun baş tanrısı durumuna yükseldiği
yıllardır. Bu kült İ.S.220 yılında, kişisel olarak İmparator Elagabalus
tarafından Roma'ya tanıtılmış ve İ.S. 240 yılından başlayarak Sol onuruna
düzenlenen "Pythia" şenlikleri başlamıştır. İmparator Aurelianus (270-275),
Sol'u en yüce tanrı düzeyine çıkarmış ve İmparatorluğun dört bir yanında
Sol tapınakları inşa edilmiştir. İmparator Büyük Constantine bile, uzun
süre Sol ile İsa arasında tereddüt geçirmiş, her iki dinin birlikte hüküm
sürmesine izin vermiştir. Sonunda, Constantine'in girişimi ile Hıristiyanlık
Roma'nın resmi dini olmuştur.
Farklı Gizem
Dinleri zaman içinde birbirinden esinlenmişlerdir, ancak her bir Gizem
Dini farklı bir sosyolojik gruba yönelik olmuştur. Grek ve Roma kentlerinin
orta sınıf halkı Dionysos topluluklarını seçerken, İsis liman kentlerindeki
orta tabakayı çekmiştir. Magna Mater'in izleyicileri çoğunlukla zanaat
ve meslek örgütleri olmuş, Mithra askerleri ve memurları etkilemiştir.
Köleler için ayrı inanç toplulukları oluşmamış, isteyen köle istediği külte
toplumsal statüsünü korumak koşulu ile bağlanabilmiştir. Yalnızca şenlikler
sırasında köleler, özgür yurttaşlar ile eşit kabul edilmişlerdir.