Yucatan'da "yitik uygarlık" izleri 

Maya mitolojisinde "tufan" korkusu


İAztekler, 16. yüzyılda "Fatih" Cortez Meksika kıyılarına ayak bastığında, uygarlıklarının gelişim eğrisindeki son evreyi yaşıyorlardı artık. O görkemli mimari, o göz kamaştırıcı astronomi bilgisi ve benzerini ancak eski Mısır'da gördüğümüz garip yıldız kültürü, altın hırsıyla Yeni Dünya'ya çıkan İspanyolların elinde yağmalandı, yerle bir edildi. Hem de geride pek az iz bırakmacasına. Arkeoloji tarihini anlattığı "Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler" adlı kitabında C.W Ceram, Aztekler'den "boynu vurulan kültür" diye söz eder.  
Diğer yandan, Azteklerle doğrudan bir bağlantısı olmayan ve ondan çok daha eski, çok daha büyüleyici bir kültürün yaratıcısı olan Olmec'ler ve Mayalar, uygarlıklarının denizin ta öte yakasından gelen açgözlü yağmacılar tarafından yıkılmasına tanık olmayacak ölçüde şanslıydılar denebilir. Bu insanlar, bugün başlangıcının İ.Ö 2500 yılına dayandığı ileri sürülen bir tarihi yaratmışlar, sonra da İspanyollar gelmeden çok önce sessiz sedasız ortadan kaybolup gitmişlerdi. Tam olarak "kaybolmuşlardı" da denemez; ırkları, jungle yakınlarındaki basit ve düz köylerde varlıklarını mütevazı biçimde sürdürmüş, ama o görkemli piramitleri, tapınakları yapan "ustalar ve bilginler" sanki "sır" olmuşlardı.  

Eğer diplomatik bir görevle Orta amerika'ya giden maceracı Amerikalı avukat John Lloyd Stephens ve onunla birlikte bu geziye çıkan İngiliz ressam Frederick Catherwood olmasaydı, belki dünya bir zamanlar Yucatan ve çevresinde büyüleyici bir uygarlığın yaşadığını epey geç öğrenecekti. Stephens, balta girmemiş ormanlar içinde çıktığı gezintilerden birinde, inanılmaz bir şeyle karşılaşmıştı: Ormanın tam ortasına yerleşmiş, ıssız ve sakin bir şehir! O güne dek varlığından haberdar olunmayan Maya uygarlığı, yirminci yüzyılın başlarında art arda gelen yeni buluşlarla gün ışığına çıkmaya başladı.  

Ne var ki, 3500 yıla yayıldığı sanılan bu kültürün, geride bıraktığı büyük kültürel mirastan yalnızca birkaç kırıntı kalmıştı geriye. Olmec ve Maya uygarlıklarının yıldız kültürü, dini ve astronomisine ilişkin yazılı kaynakların, İspanyol "fetih" döneminde sistematik bir biçimde yok edildiği sonradan ortaya çıktı. "Vahşi" yerlilere "Tanrı yolunu" öğretme iddiasıyla Meksika ve Orta Amerika'ya gelen papazlar, o muhteşem kalıntılardan ve onları yaratan uygarlıktan habersizdiler ama, "ilkel" orman köylülerinin elinde, "putperest, pagan, batıl" kitaplar olduğunu; bu basit köylülerin o anlaşılması zor dinlerine oldukça bağlı yaşadıklarını farkettiler. Misyonerlerin en acımasızı ünlü Diego De Landa, bir gecede, çevredeki bütün köylülrin elindeki kitapları toplattı ve binlerce cildi, acımadan onların gözleri önünde yakıp yok etti. Landa, "Tanrı yolu"na olan inancıyla yaptığı bu işten gurur duyuyordu ama, yerlilerin büyük üzüntüsünü görünce yaptığı işten belli belirsiz bir pişmanlık duymaya başladı. Ne var ki, iş işten geçmiş, bütün bilgiler kül olmuştu. Landa ilahi bir vicdan azabıyla, kimseye bir şey söylemeden geriye kalan birkaç safayı aldı ve sakladı. Bunlar, bugün Maya kültürüne ilişkin elimizde olan çok az belgenin bazılarıdır.  

Arkeologlar, uzun süre bu gizemli uygarlığın izlerini yorumlamakla ve kronolojisini çıkarmakla uğraştılar ama o denli az veri vardı ki, çok da somut bir yerlere varamadılar. Diğer yandan, Maya ve Olmec kültüründeki çoğu unsurun Mısır ile belirgin ortak nitelikler taşımasını ya görmezden geldiler ya da bunlara "önemsiz rastlantı" deyip geçtiler. Bunların en ilginci, her iki kültürde de dini yapıların en önemlileri, "piramit" biçiminde olmasıydı. Üstelik, Teotihuacan'daki Maya piramidiyle, Giza'dakiler arasında ölçüler yönünden de büyük benzerlikler vardı.  

Arkeologlar ve tarihçiler, buna rastlantı demeyi yeğlediler. Her iki kültür de astronomi merkezliydi ve gezegen yörüngeleri, hareketleri, yıldız haritaları ve hatta presesyon inanılmaz bir hassasiyetle hesaplanmıştı. Ve yine her iki kültürde de, "ölümsüzlüğün sırrı"na yönelik bitmeyen bir arayış, yıldızlardan medet umma geleneği vardı ve buna da "rastlantı" deniyordu. Her iki kültür de, bütün piramit ve tapınaklarını belli yıldızlara ya da göksel olaylara hizalayarak yapmıştı, herhalde bu da "rastlantı"ydı. 

Chichen Itza'daki ünlü tapınağın iki yüzünden biri kış gündönümünde güneşin batışına, diğer yüzü de yaz gündönümünde güneşin doğuşuna yöneltilmişti. Yılda iki kez, ekinoks anlarında da, piramidin basamaklarının gölgesi, yan duvarın üzerine "tüylü yılan" biçimi vermek üzere düşüyordu. Bu "tüylü yılan" simgesi, Maya uygarlığında sık sık karşımıza çıkıyordu ve tanrı Kukulkan'a bağlanıyordu. Maya dininde Kukulkan bir "tüylü yılan"la gösterilirdi ve oldukça ilgi çekici bir hikayeye sahipti: Efsaneye göre, yeryüzü büyük bir felaketle karşılaşıp, birçok ülke sular altında kaldıktan sonra, Maya ülkesine "doğudaki deniz"den, bilge bir tanrı gelmişti, küreksiz bir gemiyle. Yıldızlarla, dünyayla, bina ve tapınak yapımıyla ilgili bilgileri hep bu bilgeden öğrenmişti Mayaların ataları. Onu getiren gemi de, biçiminden ötürü, uzun boynunu ufka çevirmiş büyük bir tüylü yılanla sembolize edilmişti. Bu bilge tanrı, Kukulkan kimdi? Sakın buzul devrinin sonunda suların 100 metre yükselmesiyle ülkesi denizin dibine gömülen bir uygarlığın, okyanustan çıkagelen kazazedesi olmasın? Mitleri çoğu zaman hafif masallar olarak görürüz; ama arkeoloji tarihi bize mitleri hiçbir zaman hafife almamayı öğretir. İngiliz arkeolog Leonard Woolley'nin, Sümer şehri Ur'u ararken, Tevrat'ın Gılgamış Efsanesi'nden ödünç aldığı "tufan" mitini doğruladığını unutmamak gerek. Aynı şekilde, Heinrich Schliemann'ın, yalnızca Homeros'un İlyada'sındaki bir fantezi, bir mit olduğunu düşündüğü ünlü Truva kentini bularak efsanenin doğruluğunu kanıtlamasını da.  

Bir diğer ünlü Orta Amerika tapınağı, Teotihuacan'da bulunuyor. Bu tapınak da, Pleiades ya da bizde bilinen adıyla "Ülker" yıldız grubuna göre ayarlanmış. Takvimlerine çok bağlı olan ve uygarlık tarihinin en şaşmaz takvimini yaratan Mayalar, Pleiades'e büyük anlamlar yüklemişler. Bu yıldız kümesinin gökyüzünün en tepe noktasına yerleşmesi, 52 yıllık döngülerle gerçekleşiyor. Mayalar, sürekli olarak "dünyanın yokolacağı büyük felaket" korkusuyla yaşamış bir ulus. Nereden kaynaklandığını bilmediğimiz inanışlarında, 52 yılda bir "dünyanın sonu"nun geleceği fikri var. Bu nedenle, Pleiades döngüsünü tamamlayıp zenith noktasında belirdiğinde, Mayaların sevinçle bunu kutlamaları şaşırtıcı değil. Böylece, "Bir afet dönemi daha olaysız bitti, önümüzde 52 yıl daha var" diyebiliyorlardı. Şaşırtıcı olan, dünyanın bu sessiz, sakin, büyüleyici doğa güzelliklerine sahip bölgesinde yaşayan insanların niçin durup dururken böylesi "afet teorileri" oluşturup bunlardan ölesiye korktukları sorusu. Yoksa, toplumsal bilinçaltında, çok eskilerden gelen bir "anı" mı vardı?  

Meksika, Guatemala ve Honduras bölgelerindeki eski uygarlıklar, derinlemesine araştırılmayı hakediyorlar. Sezgiler ve sağduyu, Mısır'da, Uzak Doğu'da, Stonehenge'de izlerini gördüğümüz "yitik uygarlık"la ilgili en önemli ipuçlarının bu bölgede ortaya çıkacağını söylüyor sanki.

.



 
 
Ana Sayfa Arkeoloji Sairler Mitoloji Gizemler Mez