IRAK DOSYASI
Antik çağ coğrafyacılarının
MEZOPOTAMYA olarak tanımladıkları, VII nci yüzyılda Müslümanlar
tarafından ele geçirilmesinden sonra IRAK olarak adlandırılan bölge
Orta Asya ile Akdeniz arasında bir geçiş bölgesi olması nedeniyle dünya
üzerinde önem kazanan bölgelerden birisidir.
Müslüman Arapların VII
nci yüzyılda bölgeyi ele geçirmesinden sonra Emevi ve Abbasi
hakimiyetinin ardından 1055 yılında Bağdat’ı ele geçiren Selçuklu
Hükümdarı Tuğrul ile bölgenin egemenliği Türklerin eline geçmiştir.
Bölge sırasıyla Selçukluların, İlhanlıların, Timur’un,
Karakoyunlu’ların ve Akkoyunluların egemenliği altına girmiş ve
1514 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı hakimiyeti altına
girmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Türkiye
arasında cereyan eden kanlı çarpışmalar sonrasında Birinci Dünya
Savaşının sona ermesi ile Mondros Ateşkes anlaşması ile İngiltere
tarafından ele geçirilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı
sonrasında İngiltere’nin en büyük meselesi Osmanlı İmparatorluğunun
tasfiyesi idi. Bu nedenle 30 Ocak 1919 tarihinde Lloyd George , Paris
Konferansında Kürt meselesini gündeme getirerek, konferans metnine; “
Ermenistan, Suriye,Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan
Osmanlı İmparatorluğundan tamamen ayrılmalıdır.” maddesini
koydurmuştu. Bu husus çerçevesinde İngiltere Ortadoğu haritasını
tek başına çizerken en önemli etkenlerden birisi de Musul petrolleri
olmuştur. Musul petrolleri bir bakıma Ortadoğu’nun kaderini
belirlerken , diğer yandan da Türk dış politikası en büyük yarayı
Musul meselesinden almıştır. 1055’ten bu yana Türk egemenliği altındaki
bölgedeki Türk varlığı bir bakıma anavatandan kopartılırken, Irak
ve Suriye’deki göçebe Arap aşiretlerine birer devlet lütfedilerek,
İngiltere ve Fransa’nın mandaterliği altına alınmanın hesabı içerisine
girilmiştir.
Birinci Dünya savaşı
sonrasında Osmanlı Devleti ile galip devletler arasında imzalanacak
olan barış anlaşmasının nihai karar aşaması olarak bilinen San Remo
Konferansında Osmanlı Devletinden kopartılan topraklar üzerinde manda
idareleri oluşturulmuş ve bu arada Musul için “A” tipi manda
idaresi söz konusu hale getirilmişti. Nisan 1920’de yapılan San Remo
görüşmeleri sırasında Musul petrollerinin % 25 hissesini Fransa’ya
veren İngiltere, Fransa’nın siyasi desteğini kazanırken, ABD saf dışı
bırakılmıştır. ABD bu duruma tepki göstermiş ve Ankara Hükümetini
destekleyen bir tavır içerisine girmeye başlamıştı. İngiltere
ABD’yi kazanmak için daha sonra 1922’de ABD’ye Musul petrollerinin
% 20’sini verilmesini karar altına almıştır.
Bu suretle Irak adı altında
Musul’un da içinde bulunduğu topraklar ile Osmanlı Devleti’nin ilişkisi
tamamen kesilmiş ve bölgede İngiltere’nin inisiyatifinde yeni bir
idare tesis edilmeye başlamıştır.
Irak’ta bu gelişmeler
olurken, Anadolu’da Milli Mücadele Harekatı başlamış ve 23 Nisan
1920’de Büyük Millet Meclisi açılarak Misak-ı Milli devletin dış
siyaseti olarak ön plana çıkarılmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa
1 Mayıs 1920 tarihinde meclis konuşmasında Musul meselesine ilişkin
olarak Misak-ı Milli’de işaret olunan ulusal sınırlara şu şekilde
atıfta bulunmuştu:
“Hep kabul ettiğimiz
esaslardan birisi ve belki birincisi olan, hudut mese-lesi tayin ve tespit
edilir-ken, hudud-u millimiz İskenderun’un cenûbundan geçer,
şârk’a doğru uzanarak Musul’u, Süley-maniye’yi, Kerkük’ü
ihtiva eder. İşte hudûd-ı millimiz budur dedik…”
Mustafa Kemal önderliğinde
başlayan ve Misak-ı Milli hudutlarına ulaşmayı hedefleyen Türk
Kurtuluş Savaşı devam ederken , Osmanlı Devleti ile Birinci dünya
Savaşını kazanan Devletler arasında imzalanan Sévres Anlaşması ile
Irak’ta İngiliz egemenliği pekiştirilmek istenmiştir. Bu anlaşmanın
27 nci Maddesinde : “ Cezire-i İbn-i Ömer kentinin bulunduğu adayı
Suriye’de bırakmak üzere Dicle ağzına doğru akım yolu ; oradan batıdan
doğuya doğru genel bir doğrultuda Musul Vilayetinin doğu sınırı üzerinde
seçilecek bir noktaya kadar; arazi üzerinde saptanacak bir çizgi,
oradan, bu çizginin doğuya doğru Türkiye ile İran arasındaki sınıra
rastladığı noktaya kadar: İmadiye’nin güneyinden geçecek biçimde
değiştirilmiş, Musul Vilayeti’nin kuzey sınırı “ şeklinde
belirtilmekte idi.
Daha sonra İngiltere 29
Haziran 1921 tarihinde yapılan bir referandum ile Faysal’ı Irak Kralı
olarak ilan etmiş ve 23 Ağustos 1921’de Irak Krallığı fiilen
kurulmuştur.
Türk Ulusal Kurtuluş
Savaşının zaferle sona ermesinden sonra Türkiye ile İngiltere ve Müttefikleri
arasında başlayan Lozan Barış Anlaşması görüşmelerinde Türk-Irak
sınırının belirlenmesi aşamasında Türk Heyeti başkanı İsmet Paşa
Türkiye’nin talebini aşağıdaki şekilde ifade eder:
"Cebel-i Hamrin ,
Cebel-i Fuhul , Vadi-i Tatar, Cebel-i Sincar çizgisini Anadolu ve Irak
arasında sınır olmak üzere biz öne sürdük. Çünkü bu çizgi
etnografik, siyasal, coğrafi vb. nedenlerden başka bu iki bölge arasında
kesin ve doğal bir sınır meydana getirmektedir."
Bu belirtilen sınır Misak-ı Milli’de belirlenen sınır idi.
İngiltere’nin Musul ve
Kerkük’teki petrol sahalarını Türkiye’ye bırakma gibi bir
niyetleri yoktu. Lozan Barış Anlaşması görüşmelerinde Irak sınırı
üzerinde mutabakata varılamadı. Lozan Anlaşmasının 3 ncü maddesine
göre : Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içerisinde Türkiye
ile İngiltere arasında saptanacaktır. Belirlenen süre içinde iki hükümet
arasında anlaşma olmadığı takdirde anlaşmazlık Milletler Cemiyetine
sunulacaktır. Sınır çizgisi saptanıncaya kadar Türkiye ve İngiltere
Hükümetleri, kesin geleceği bu karara bağlı arazinin şimdiki
durumunda herhangi bir değişiklik yaratacak hiçbir askeri ve başka
harekette bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler.
Bu madde çerçevesinde Türkiye
ve İngiltere arasındaki görüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da
başlar. Türkiye, Musul petrollerinden İngiltere’ye pay vermeyi teklif
eder. Fakat İngiltere buna yanaşmaz. Bununla da yetinmeyen İngiltere,
Musul ve Kerkük dışında Hakkari’nin de Irak’a verilmesini talep
eder. Toplantıdan bir sonuç alınamaz. Konu 20 Eylül 1924’te
Milletler Cemiyetine götürülür.
Konu Milletler
Cemiyetinde görüşülürken Türkiye ile İngiltere arasında yer yer
silahlı çatışmalar başlar. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti 29 Ekim
1924’te Brüksel Sınırı olarak adlandırılan geçici bir sınır
tespit ederek sınır sorunu Milletler Cemiyeti tarafından çözüme kavuşturuluncaya
kadar her iki ülke arasındaki çatışmalara son verilmesini ister. Bu
arada Milletler Cemiyeti bir komisyon oluşturarak bölgede inceleme
yapar. Komisyonun amacı bölgenin sosyal,kültürel ve ekonomik yapısını
belirlemek ve ardından bir halk oylaması yaparak bölge halkının asıl
niyetini belirlemektir.
Bu arada İngiltere 13 Şubat
1925’te Şeyh Sait liderliğinde Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir
isyan çıkartırlar. Buna paralel olarak Musul ve Kerkük’te İngiliz
Hava kuvvetleri Türkiye yanlısı aşiretlere yönelik hava harekatları
düzenlerken, Kral Faysal da bölgede Milli Müdafaa Komiteleri kurarak İngiltere
lehinde propaganda yapmaya başlar.
Komisyon çalışmalarını
16 Temmuz 1925’te tamamlar. Hazırlanan raporda her iki ülkenin
iddiaları yer almakta, akabinde coğrafi, tarihi,ekonomik,stratejik ve
siyasi başlıkları altında bu görüşleri incelemiştir. Halk oylaması
yapılamamıştır. Yapılmamasının sebebi de ilkel insanların yaşadığı
bu bölgede çağdaş temsil usullerinin sağlıklı sonuçlar veremeyeceğidir.
Raporun sonuç bölümünde
aksini iddia etmedikleri sürece Musul’un hukuken Türk hakimiyetinde
olduğu vurgulanırken, Irak’ın Musul üzerinde hiç bir hakkının
olmadığından söz edilir.
Buna rağmen Milletler
Cemiyeti 16 Aralık 1925’te Musul’un Irak’ın mandasına verilmesini
kararlaştırır. Bu dönemde savaştan yorgun ve bitkin çıkan Türkiye
devrim ve kalkınma hareketlerine girişmişti, yeni bir savaş Türkiye’nin
bu çalışmalarını süresiz olarak geri bırakabilecekti. Bu nedenle Türkiye,
Irak ve İngiltere ile görüşmelere girişir. Bu görüşmeler sonucunda
5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Anlaşması ile bugünkü Türkiye
–Irak sınırı belirlenir. Bu anlaşmaya göre Irak bölge
petrollerinden elde ettiği gelirin % 10’unu 25 yıl süre ile Musul üzerindeki
haklarından feragat eden Türkiye’ye verecekti. Daha sonra da bu anlaşma
gereğince yapılan anlaşma ile Türkiye 500 Bin İngiliz Sterlini karşısında
bölgedeki petroller üzerindeki haklarının tamamından vazgeçmiştir.
Bu gelişmelerden sonra
IRAK ile olan ilişkilerini dostane bir çerçevede yürüten Türkiye ,
İran ile Irak arasındaki sınır problemine rağmen 8 Temmuz 1937’de
Irak,İran ve Afganistan’ın da katılımı ile Sadabat Paktını hayata
geçirmiştir.
İkinci Dünya Savaşı
sonrasında başlayan NATO ve Varşova Patı arasındaki mücadele bölgede
etkisini göstermekte gecikmemiştir. Türkiye ile Pakistan arasında 12
Haziran tarihli Karaçi anlaşması ile başlayan süreç ile birlikte
NATO’nun Sovyetlere karşı oluşturmaya çalıştığı Ortadoğu güvenlik
sisteminin ilk adımı atılmıştı. Mısır ve Suriye’nin tepkilerine
rağmen Türkiye Irak ile 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta bir işbirliği
anlaşması imzalar.
Bu anlaşma İngiltere’nin
işine gelir. Zira 1930’da Irak ile imzaladığı anlaşma gereği İngiltere’nin
Kuzey Irak’ta askeri güç bulundurmasını sağlayan anlaşma 1956’da
sona erecekti. Bu nedenle İngiltere 4 Nisan 1955’te Bağdat Paktına
katılır. Daha sonra Pakistan ve İran’ın da katılımı ile Bağdat
Paktı güçlenir.
Bu gelişmeye karşı
Sovyetlerin desteklediği Mısır ve Suriye 20 Ekim 1955’te bir askeri
pakt imzalarlar. Bu anlaşmaya 27 Ekim’de Suudi Arabistan da katılır.
Bu şekilde Irak’ın dışında kalan Arap devletleri bir blok olarak
ortaya çıkarlar.
1956 yılında çıkan Süveyş
Krizi sonucunda meydana gelen Mısır –İsrail Savaşını bahane eden
İngiltere ve Fransa’nın Birleşmiş Milletler kararı doğrultusunda
ve İsrail lehinde Süveyş’e asker çıkarmaları Bağdat Paktını oluşturan
devletlerin (İngiltere hariç) Araplar yanında tavır almasına yol açtı.
Türkiye bu arada İsrail ile olan ilişkilerini askıya almasına neden
oldu.
Bölgede İngiltere’nin
prestij ve etkinliğini kaybettiğini ve buna karşılık Sovyetlerin
etkisinin arttığını gören ABD, Sovyetlerin Ortadoğu’daki etkinliğinin
artmasına engel olmak amacıyla Eisenhower Doktrini çerçevesinde NATO
ile SEATO arasında kalan bölgede yeni bir yapılanmayı hayata geçirmeye
başladı. ABD Hükümeti bu doktrin çerçevesinde bölgede askeri güç
kullanmak dahil olmak üzere bölge ülkeleri ile ekonomik ve askeri ilişkiler
kurmak için Kongreden yetki alır. Bu doktrin ile İngiltere’nin Ortadoğu’daki
liderliğini geri gelmemecesine silen ABD bölgedeki etkinliğini artırmaya
başladı. ABD Bağdat Paktı devletlerine SSCB’ye karşı güvence
vererek bölge politikasında aktif ülke haline gelmeye başladı.
1957 yılında
Suriye’de başlayan karışıklıklar sonucunda Sovyetler desteğindeki
Baasçıların etkisi artmaya başlamış ve SSCB bu çerçevede
Suriye’ye silah ve teknik destek sağlamaya başlar. Türkiye ile Suriye
çatışmanın eşiğine kadar gelirler. Suud Kralının arabuluculuk çabaları
soruna çözüm bulamaz. BM devreye girer. Bunun üzerine Mısır ve
Suriye 1 Şubat 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyetini kurduklarını ilan
ederler. Türkiye 11 Mart’ta Birleşik Arap Cumhuriyetini tanır ve
Suriye ile Türkiye arasındaki kriz bir süre ertelenir.
Bu krizin hemen akabinde
bölgede ikinci bir kriz patlak verir. 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim
Kasım bir darbe ile Irak’ta yönetime el koyması üzerine ABD 15
Temmuz’da Lübnan’a İngiltere de 17 Temmuz’da Ürdün’e asker çıkarır.
Yeni Irak yönetimi 19 Temmuzda Birleşik Arap Cumhuriyeti ile karşılıklı
Savunma anlaşması imzalar. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye 31
Ekim’de yeni Irak rejimini tanır. Irak’ın yeni yönetimi 24 Mart
1959’da Bağdat Paktından çekildiğini açıklar. Bunun üzerine Bağdat
Paktı ABD’nin katılımı ile 21 Ağustos 1959’da CENTO olarak adını
değiştirir.
1964 Kıbrıs Krizi
sonrasında Batılı ülkeler ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye
başlayan Türkiye 1965’li yıllardan itibaren bölgede daha bağımsız
bir politika izlemeye başlamış , bu çerçevede Irak ve Suriye başta
olmak Arap ülkeleri ile olan ilişkilerini düzeltmeye başlamıştır.
1967 İsrail-Arap Savaşı sırasında Arap ülkelerini destekleyen Türkiye
Kıbrıs konusunda da Arap ülkelerinin desteğini elde etmiştir.
1965’ten itibaren dünyada
başlayan anarşi ve terör ortamından etkilenen Türkiye’de iç karışıklıklar
ABD ve Batı karşıtı etkinlikler ile yükselmeye başlar.
1973 yılında başlayan
Dünya petrol krizi Araplar ile İsrail arasında yeni bir çatışmaya
neden olur. 9 Ekim 1973’te başlayan Arap-İsrail savaşı sırasında ,
Arap ülkelerini destekleyen Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında
Arap ülkelerinin desteğini almıştır. Kıbrıs Barış Harekatı
sonrasında Batının ambargosu ile karşı karşıya kalan Türkiye ,Batı
ile olan ilişkilerini tekrar gözden geçirmeye başlamıştır. Bu çerçevede
12 Mayıs 1976’da İstanbul’da yapılan 7 nci İslam Ülkeleri dışişleri
Bakanları konferansında Türk-Arap ilişkileri gelişmesi için uygun
ortam yaratılmış, Türkiye FKÖ’nün Ankara’da temsilcilik açmasını
kabul etmiştir.
1977 yılında başlayan
Mısır-İsrail Barış görüşmeleri ve Camp David süreci sonrasında
26 Mart 1979’da imzalanan Mısır-İsrail Barış anlaşması bölgedeki
dengeleri yeniden değiştirmeye başlamıştır.
Bu arada Türkiye’de
anarşi ve terör süratle tırmanırken, Ermeni terörü Türk
diplomatlarına yönelik saldırılarını artırmaya başlar. Bu dönemde
Arap ülkeleri özellikle Suriye Yunanistan ile olan ilişkilerini artırırken,
bu çerçevede Türkiye’de faaliyet gösteren Marksist- Leninist yıkıcı
ve bölücü örgütlere olan desteğini artırmaya başlar. Suriye lideri
Hafız Esat, Türkiye’den Hatay’ı talep ederken, Güneydoğu Anadolu
Projesi çerçevesinde Fırat ve Dicle’nin sularının azalacağı endişesini
her fırsatta dile getirmeye başlar. Su meselesi nedeniyle Irak’taki
Saddam rejiminin de desteğini alan Suriye Türkiye’deki iç karışıklıkları
destekleyerek Türkiye ile olan ilişkilerin olumsuz yönde gelişmesine
neden olur. 1979’da İran’da patlak veren İslâm Devrimi, 1959’da
kurulan CENTO’nun sonunu getirmiştir.
Mısır ve İsrail arasında
başlayan barış dönemi, Suriye ve İran’ın yakınlaşmasına yol açmıştır.
Bütün bu gelişmeler Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin
yeniden düzelmesi sonucunu doğurur. Sonuç olarak Suriye’nin bölgede
yalnızlığa itilmesine ve İran ile işbirliğine yönelmesine neden
olur. İran İslam Devrimi sonrasında ABD ile ilişkilerini kesen İran,
22 Eylül 1980’de Irak ile olan sınır meselesini bahane ederek 7 yıl
süren bir savaş başlattı. ABD İran-Irak savaşında Irak yanlısı
bir politika izleyerek bu savaşta Irak’ı desteklemeye başladı. Bu
savaş süresince tarafsız bir politika izleyen Türkiye ise iki ülke
arasında arabuluculuk rolünü oynamaya çalışmıştır.
Öte yandan Türkiye’de
1980 öncesindeki anarşi ve terör dönemini bitiren askeri rejim sona
ermiş yeni bir siyasi dönem başlamıştı. Bu süreçte gerek iç terörü
gerek Ermeni terörünü önleyen Türkiye , Ağustos 1984’te yeni bir
problem ile yüz yüze gelir. PKK meselesi…
Sevr anlaşması ile başlayan
Büyük Kürdistan hayaline dayanan ve Türk-Irak sınırının değiştirilerek
yeni bir yapılanmayı düşünerek Irak petrolleri üzerindeki
egemenliklerini pekiştirmeye çalışan Emperyalist güçler, Türkiye’nin
ve Irak’ın müstakil politika izleme ihtimali karşısında bölgede
yeni bir siyasi oluşumun gerçekleşmesi için Türkiye ve Irak’taki
ayrılıkçı Kürt unsurları destekleyerek yeni bir bölgesel sorunu
yarattılar.
Marksist bir örgüt olan
PKK, batı yanlısı KDP ve İran desteğindeki KYB bölgede bağımsız
bir Kürdistan kurulması için hem Türkiye ile hem de Irak ile mücadele
başlatırlar. Bu mücadelede birbirleriyle de savaşan ayrılıkçı Kürt
örgütlerine SSCB, Batı, Yunanistan, Suriye ve İran destek verirler.
İkinci Dünya Savaşı
sonrasında Irak petrolleri üzerindeki etkisini kaybeden Avrupalılar PKK
ve Barzani liderliğindeki KDP’yi desteklerken, İran , Irak ile devam
eden savaş nedeniyle Talabani önderliğindeki KYB’yi destekliyordu.
Bu çatışmalar Türkiye
ile Irak’ı ortak bir noktada hareket etmeyi zorunlu hale getirmiş iki
ülke birbirlerinin toprak bütünlüklerine yönelik hareketlere karşı
tavır almaya başlamışlardır.
İran-Irak savaşının
sona ermesinin arkasından Irak’taki Saddam Yönetimi ayrılıkçı Kürtlere
karşı tutumunu sertleştirmeye başlar. Öte yandan Türkiye’de PKK
ile olan mücadelesini sertleştirmiştir. PKK’nın Kerkük-Yumurtalık
boru hattı ve Güneydoğu Anadolu Projesine yönelik saldırıları Türkiye
ile Irak arasındaki işbirliğinin artmasına neden olur.
1990 yılında ABD ile
SSCB arasındaki soğuk savaşın ABD’nin galibiyeti ile sonuçlanması
Ortadoğu’daki dengelerin yeniden değişmesine ve ilişkilerin yeni bir
boyut kazanmasına neden olmuştur.
1990’a kadar hem Batı
Bloğu ve SSCB arasında denge politikası izleyen Irak, SSCB’nin dağılmasından
sonra Batı Bloğu ile karşı karşıya gelmiştir. İran savaşında Batının
desteğini alan ve bu sayede güçlü silahlara sahip olan Saddam, Batı
ile ilişkilerini yeniden gözden geçirme ve bu bağlamda Kuveyt
petrollerine sahip olmanın yollarını aramaya başlar.
Batının Musul ve Kerkük
ile Kürtlerle ilgili politikasını özetlemesi açısından 13 Ekim 1958
tarihli bir İngiliz gizli belgesi ibret vericidir.
“Kürtlerin
Irak devletinin parçası olarak kalması, şu an Britanya’nın ve Batının
çıkarınadır. Çünkü Irak Kürdistanı’ndaki bir mesele , bizim
Irak’taki petrol yatırımlarımızı tehlikeye sokar. İkinci olarak Kürt
faktörü Irak’ı Birleşik Arap Cumhuriyeti ile yakın birliğe çekecek
herhangi bir eğilimi önleyecektir. Bu nedenle Irak’ın bağımsızlığı
için, bir tür garanti işleyecektir…
Bundan şimdiki durumda ,
Kürtler arasında mesele çıkartmak için hiç bir teşebbüste
bulunmamamız ve İran ile Türk hükümetlerinin de bunu yapmaktan ya da
kışkırtıcı yayınlardan vazgeçmeleri için elimizden geleni yapmamız
gerektiği sonucu çıkmaktadır…
Bununla birlikte , örneğin
Irak, Sovyet yörüngesine doğru sürüklenmeye başlarsa ya da Birleşik
Arap Cumhuriyeti içerisinde yutulursa , bu politikayı yeniden gözden geçirmeyi
izleyeceğimiz koşullar doğabilir…”
Batı ülkelerinin,
petrol akışının sürekliliğini sağlamak için Kürtleri kullanma
politikalarında bir değişiklik olmamıştır. 1958 yılında başlayan
Irak’ın Sovyet Bloğuna yaklaşma süreci ve 1990 sonrasında Saddam’ın
Irak Petrolleri üzerinde hakimiyet kurma çabaları , batının yukarıda
özetlenen politikasının değişmesini gerektiren koşulları doğurmuştur.
1990 yılında Saddam’ın
Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve 1991 yılında Irak’ın fiilen üçe
bölünmesiyle sona eren Körfez Savaşı bölgedeki gelişmelerde yeni
bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir. Ağustos 1990’da
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin aldığı 661 no.lu
karara göre Irak’tan petrol alımına ambargo kondu ve Irak’a kapsamlı
ekonomik yaptırımlar başladı. Ağustos 1991’de Irak halkının karşılaştığı
beslenme ve sağlık sorunlarını göz önüne alan Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi, 706 no.lu kararı çıkardı. Karara göre, Irak’ın
gıda ve insani yardım malzemesi alabilecek kadar petrol satmasına izin
verildi. Eylül 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin 712 no.lu kararıyla
“petrol karşılığı gıda” programına sınır getirildi. Bu karara
göre Irak, 6 aylık süre içinde en fazla 1.6 milyar dolarlık petrol
satışı yapabilecekti. BM Nisan 1995’de aldığı 986 sayılı kararla
“petrol karşılığı gıda” programının sınırları genişleterek,
90 günlük periodlar için 1 milyar dolarlık sınır getirdi.
Türkiye cephesinden
olaya bakıldığında ise şu manzara ortaya çıkmaktaydı. Körfez Savaşının
Irak’ta yarattığı otorite boşluğu nedeniyle PKK’nın Kuzey
Irak’taki faaliyetleri hızla artmaya başlamış, son derece dağlık
bir bölge olan Irak sınırı tek taraflı olarak korunamadığı için
örgüt militanları sık sık Türkiye içlerine sızmaya başlamıştı.
Bu nedenle 668 sayılı
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde Irak’ın
toprak bütünlüğünün korunması ve bölgedeki otorite boşluğunun
ortadan kaldırılması Türkiye’nin Kuzey ırak Politikasının
temelini oluşturmaktadır. Ancak Irak’ın BM kararlarına tam olarak
uymaması ve Kuzey Irak’ta birbirlerine üstünlük kurmak isteyen Kürt
unsurların (KDP ve KYB) faaliyet gösteren Saddam Hüseyin ile masaya
oturmaması bölgedeki belirsizliğin devam etmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle de Türkiye ,
Kuzey Irak’ta bulunan PKK kamplarını etkisiz hale getirmek için
giderek artan sıklıkta ve büyüklükte sınır ötesi askeri
operasyonlar düzenlemek zorunda kalmaktadır.
Türkiye ilk sınır ötesi
operasyonunu 17 Ağustos 1986’da bir sınır karakolumuzu basan PKK
militanlarını izleyen askerlerin Irak sınırını geçmesiyle gerçekleşmiştir.
Gerek Türkiye’nin PKK
terörünü sona erdirmedeki kararlılığı gerek Kuzey Irak’taki
otorite boşluğu nedeniyle başlayan sınır ötesi operasyonlar 6 Ağustos
1991’de başlamıştır. Türk-Irak sınırında 5 Km.lik bir tampon bölge
oluşturan Türkiye Ekim 1991’de Irak’tan çekilmiştir. Bu dönemde Türkiye
oluşturduğu bu tampon bölgenin emniyetini bölgede faaliyet gösteren
Barzani ve Talabani güçleri ile sağlamayı amaçlamış, bu maksatla bu
iki gruba yardımda bulunmuştur. Fakat bu iki grubun gerek kendi aralarındaki
anlaşmazlıklar gerek PKK’nın daha iyi eğitilmiş ve silahlanmış
olmaları nedeniyle , PKK karşısında başarılı olamaması nedeniyle Türkiye
Ekim 1992’de uçak ve zırhlı araçlarla desteklenen 20.000 kişilik
bir kuvvetle yeni bir sınır ötesi operasyon düzenlemiştir.
PKK militanları bu
harekat esnasında Talabani bölgesine kaçmıştır. Türkiye’ye
PKK’nın hareketlerinin kontrol altına alınacağı sözünü veren
Talabani’nin sözlerine rağmen PKK’nın Talabani bölgesinde ana üsler
oluşturması Türkiye ile Talabani arasındaki ilişkilerin bozulmasına
yol açmıştır. Bu durumda Barzani Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya
ve Kuzey Irak’ta Türkiye’nin desteğini almaya başlayınca , bölgesel
etkinliğinin azalacağı endişesine kapılan Talabani İran’a yanaşmıştır.
Kuzey Irak’ta etkin
olan Barzani ve Talabani arasındaki sorunlar, Türkiye’nin PKK’ya karşı
gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlar sonrasında kısa sürede
toparlanmasına ve Türkiye’ye yönelik saldırılarına devam etmesine
olanak veriyordu.
İran’a yanaşan
Talabani , 1995 yılında Türkiye’yi BM’e şikayet ederek , Türkiye’nin
Kuzey Irak’ta sınır ticaretine göz yumarak , Irak’a uygulanan
ambargoyu deldiğini söylemiştir. Aslında Talabani , yapılan sınır
ticaretinde aslan payını Barzani’nin almasından rahatsızdı. Bu
nedenle kendisine de pay verilmesi için böyle bir girişimde bulunmuştu.
Türkiye buna sert
Mart-Nisan 1995’te düzenlediği askeri bir operasyon ile cevap verir.
Bunun üzerine Kuzey Irak’ta barış ve huzurun sağlanması için Ağustos
1995’te ABD’nin girişimi ile Dublin toplantıları başlatılır.
Fakat İran ve Suriye bu süreci dinamitlerler. İran 10 bin milisi Kuzey
Irak’a göndermiş, Suriye ise Abdullah Öcalan ile Talabani’yi bir
araya getirerek İran’ın girişimine destek vermiştir. (9) Bu gelişmeler
sonrasında Türkiye’ye Hatay üzerinden PKK sızmaları artmaya başlamıştır.
1995 sonrasında başlayan
ABD ile Avrupa Birliği arasındaki bölge üzerindeki çıkar çatışması
doğal olarak bölgedeki gelişmeleri etkilemeye başladı. Türkiye’nin
PKK’ya karşı sürdürdüğü ve gittikçe artan mücadelesi karşısında
AB ülkeleri 21 Haziran 1995’te Paris’te yapılan Batı Avrupa Birliği
Asamblesi genel kurulunda oylanan bir rapor ile, “Kürt sorunu askeri
yollarla çözülemez, kültürel ve yönetsel hakları içeren bir
otonomi verilmelidir” ifadelerini içeren bir karar alarak Türkiye’nin
içişlerine müdahale niteliği taşıyan bir içerik ve diplomatik
nezaket sınırlarını bir tavır izlemeye başlamışlardır. Türkiye’nin
Avrupa Birliğime üyelik sürecinde önemli bir köşe taşı sayılan Gümrük
Birliği Anlaşması öncesinde Avrupalılar Türkiye’yi PKK konusunda sıkıştırmaya
başlamışlardı.
Türkiye’nin PKK’ya
karşı yürüttüğü mücadeleye en sert tepkiyi Almanya veriyordu.
SSCB’nin dağılmasından sonra Avrupa ve dünya siyasetinde aktif hale
gelmek isteyen Almanya bir yandan siyasi ağırlığını artırmak diğer
yandan da Ortadoğu petrolleri üzerinde pay alabilmek için ABD ile yoğun
bir çıkar mücadelesine girişir.
Türkiye’nin en fazla
ticaret yaptığı ülke olan Almanya Türkiye’nin bölgesel bir güç
olarak güçlenmesi şeklinde söylemde bulunurken, gerçekte bölgede Türkiye’nin
söz sahibi olmasından büyük rahatsızlık duymaktadır. Bu çerçevede
Almanya, Güneydoğu Anadolu’da sivil halka karşı kullanıldığı
gerekçesi ile Türkiye’ye yaptığı NATO yardımını durdurma kararı
almış, Türkiye’ye sattığı silahların ise bölgede kullanılmaması
ön şartını getirmiştir.
Almanya, PKK’nın
Almanya’daki faaliyetlerini engellemek için sözde bir takım önlemler
alır gibi görünmesine rağmen , PKK terör örgütünün Avrupa’daki
üssü haline gelmiştir. Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere aşırı
ilgi gösteren Almanya , aynı ilgiyi İran’da yaşayan Kürtlere göstermemektedir.
İran ile yoğun bir ticari ilişki içerisinde olan ve ihtiyaç duyduğu
petrolün önemli bir kısmını İran’dan tedarik eden Almanya İran
gizli servisi SAVAK tarafından Almanya’da 4 İranlı rejim muhalifi Kürt
liderin öldürülmesine ses çıkartmamıştır.
Avrupa Birliğinin yoğun
baskısına ve Türkiye’nin AB üyeliğini dondurmasına neden olmasına
rağmen Türkiye ulusal kalkınma hamlesine engel olan PKK terörünü
sona erdirmedeki kararlılığını sürdürmüştür.
1997 yılında
Suriye’ye baskı yaparak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu ülkeden
çıkmasını sağlamış ve ardından da sığınacak bir ülke bulamayan
terörist başı bir Afrika ülkesindeki Yunanistan büyükelçiliğinde
ikamet ederken Türkiye’ye teslim edilmiştir.
PKK liderinin yakalanması
ve ardından başlayan yargılama sürecinde başta Yunanistan olmak üzere
AB ülkelerinin ve Suriye’nin PKK’ya verdiği desteğin açıkça
ortaya çıkması sonucu PKK, Türkiye sınırları içerisindeki terör
eylemlerini durdurmak zorunda kalmıştır.
Buna rağmen Kuzey
Irak’taki otorite boşluğundan istifade eden PKK halen bölgede eğitim
ve örgütlenme faaliyetlerini sürdürmektedir.
SON İKİ YIL İÇERİSİNDEKİ
BÖLGEDEKİ GELİŞMELER
Irak’ın Dış ilişkileri :
Son 2 yıl içerisinde
Irak’ın dış ilişkilerinde büyük bir hareketlilik gözlenmeye başlamıştır.
Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın maruz kaldığı ekonomik
ambargonun delinmesine yönelik faaliyetler Irak’ın dış politikasında
en önemli etken olarak ortaya çıkmıştır.
1990 Ağustosunda başlayan
ambargo Irak’ın artan temel ihtiyaçları doğrultusunda 1995 yılına
kadar tedrici olarak artırılmıştı fakat yeterli değildi. . Mayıs
1996’da, Irak, “Anlayış Memorandumu” imzalayarak , petrol
gelirlerinden elde edilen hasılatı Irak halkının temel insani ihtiyaçları
için kullanmaya razı oldu ve bu çerçevede Aralık 1996’da BM’in
aldığı 986 sayılı karara göre petrol ihraç etmeye başladı. Şubat
1998’de BM Güvenlik Konseyi, Irak’ın 6 ay içinde ihraç edebileceği
petrol bedelini yaklaşık 5.2 milyar dolara kadar yükseltti. Aralık
1998’de BM, Petrol Karşılığı Gıda Programı çerçevesinde yeni
bir plan yaptı. Plana göre yaklaşık 2.5 milyar dolar, insani
harcamalara ayrılacaktı. Bu çerçevede Irak’a verilen bu yetki BM
tarafından 6’şar aylık süreler ile uzatılmaya başlandı.
Rusya’da Devlet Başkanı
vekili olarak göreve başlayan Vladimir Putin 4 Ocak 2000’de bir
Saddam’a bir mektup göndererek iki ülke arasında iyi ilişkiler
kurmayı ve sürdürmeyi arzu ettiğini bildirdi.
BM Güvenlik Konseyi
Irak’a yapılan yardımları , Irak’ın petrol dış satımını ve
Irak’ta bulunması muhtemel stratejik silahları kontrol etmek amacı
ile Irak’ta görevli bir heyet bulundurmakta idi. Ocak 2000’de BM
Kitle İmha Silahları Tasfiye Heyetini belirleyerek Irak’a gönderme
kararı aldı. Rusya’dan önemli bir destek alan Irak ise uygulanan
ambargonun Irak halkında büyük bir yıkıma neden olduğunu beyan
ederek kaldırılmasını talep etti. BM’den bu konuda net bir cevap
gelmeyince 10 Şubat 2000’de Irak, BM heyetini casuslukla suçlayarak
faaliyetlerine izin vermeyeceğini bildirdi. Ambargonun etkilerinden
gittikçe rahatsız olan Irak 27 Mart 2000’de bir açıklama yaparak
ambargo nedeniyle, Irak’ta son bir ay içerisinde 10 bin kişinin öldüğünü
açıklayarak dünya kamuoyunun ilgisini Irak’a çekmeye çalıştı. Bu
çağrıya ilk cevap Avrupa Birliğinden geldi. 3 Nisan 2000 tarihinde İtalyan
milletvekili Vittorio SGARBI ve Fransız Rahip Jean-Marie BENJAMIN
beraberinde bir uçak dolusu tıbbi yardım malzemesi olduğu halde Bağdat’a
inerek ambargoyu deldi. BM bu girişime fazla bir tepki göstermediği
gibi Haziran 2000’de petrol karşılığı gıda alım programını 6 ay
süre ile uzattı.
27-30 Haziran 2000
tarihleri arasında ABD’ye giden Saddam Muhalifi Irak Ulusal kongresi
temsilcileri Başkan yardımcısı Al Gore ve Dışişleri yetkilileri ile
görüşerek Saddam’a karşı daha fazla silah ve para yardımı
taleplerini yinelediler. Bu ziyaret esnasında dikkati çeken en önemli
husus Irak Ulusal Kongresi bünyesinde bulunan Iraklı Türkmenlerin dışlanması
oldu.
Fransa başta olmak üzere
AB üyeleri ve Rusya tarafından Irak’a gıda ve tıbbi malzeme yardımı
adı altında yapılan uçuşların sayısı artmaya başladı. Bu girişimden
cesaret alan Saddam yönetimi taleplerini biraz daha artırmaya başladı.
Saddam 24 Ağustos 2000’da BM silah Denetim Komisyonunun faaliyetlerine
izin vermeyeceğini tekrarladı . Eylül ayında tekrar Kuveyt’i işgal
edeceği tehditlerine başladı. Bunun üzerine ABD Irak’taki petrol üretimini
durdurdu ve petrol fiyatlarına zam yaptı. Bu girişim AB ülkelerinde büyük
tepkiye yol açtı , Fransa, Almanya, Belçika ve Hollanda’da büyük
protesto eylemleri düzenlendi. ABD bu durumda geri adım atmak zorunda
kaldı.
AB’nin desteğini iyice
arkasına alan Irak, 1990 sonrasında uygulanan yaptırımları birer
birer kırmak üzere harekete geçmeye başladı. Öncelikle uçuşa yasak
bölgelerde tekrar uçuş yapma kararı aldı. ABD buna 24 Ekim 2000’de
Kuzey Irak’taki Irak Askeri tesislerini bombalayarak ikaz mahiyetinde
bir tepki gösterdi ise de Irak 36 ncı paralel kuzeyi ve Güney Irak bölgesinde
uygulanan uçuş yasağını delerek, 5 Kasım2000 tarihinden itibaren
tekrar Basra ve Musul’a sivil hava ulaşımının başlattı. ABD’nin
buna fazla bir tepki göstermemesinde cesaret alan Irak AB ile olan
diyalogunu artırmaya başladı. 22 Kasım 2000 Irak, İtalyan – Fransız
şirketleriyle Irak-Türkiye arasında bir doğal gaz boru hattı inşası
için görüşmelere başladı ve Suriye üzerinden petrol ihraç
edebileceğini, boru hattının kullanıma hazır olduğunu BM’ye
bildirdi (Bu boru hattı 1957 yılında Suriye’deki iç karışıklıklar
sırasında tahrip edilmiş ve yıllardır kullanılmamakta idi).
Giderek cesaretlenen
Saddam 1 Aralık 2000’de Irak ile BM arasında diyalogun başlaması için
ABD’nin şartlarını kabul etmeyeceğini, ambargonun bir an önce kaldırılmasını
talep etti. Ayrıca BM Silah denetim heyetinin ülkeye tekrar girmesine
izin vermeyeceğini ilave etti.
11 Aralık 2000’de Irak
Petrol Bakanı BM yetkilileri ile görüşmeler yaptı. Irak’ın
BM’den ihraç ettiği her varil petrol için 0.5 $ zam yapmayı ve bu
gelirin BM denetimi dışında kalmasını talep etti. BM bu teklifi uygun
görmedi. Bunun üzerine Irak petrol üretimini durdurmak ile tehdit etti.
Fransa’nın çabasıyla söz konusu program yine uzatıldı., Güvenlik
Konseyi, 530 milyon dolarlık ek insani yardım sağladı. Verilen paranın
Saddam Hüseyin tarafından rejimini devam ettirmek için kullanıldığını
düşünen Washington yönetimi, bu artış için çok isteksizdi
.Neticede BM Irak "petrol karşılığı gıda" anlaşmasını 9
ncu kez 6 ay süre ile uzattı.
ABD seçimlerini kazanan
George W. BUSH , seçimleri kazandıktan sonra Irak ile ilgili olarak yaptığı
ilk açıklamasında , Irak’a karşı net bir politika izleyeceklerini
belirterek , İran ve Irak’a karşı uygulanan ambargo politikasını sürdürmekten
vazgeçeceğini, fakat bunu yapmadan önce askeri bir harekatı öngördüğünü
vurguladı. Bundan cesaret alan Irak Ulusal Muhalefet cephesi 17 Aralık
2000’de bir açıklama yaparak ABD başkanlık seçimlerini kazanan
George W.Bush ile çalışmaya hazır olduklarını 97 Milyon $ yardımı
alacaklarından umutlu olduklarını belirtti.
ABD’deki iktidar değişikliği
sonrasında Irak’a karşı sertleşme eğilimine ilk destek İngiltere’den
geldi. 9 Ocak 2001’de İngiltere, Irak konusunda ABD ile paralel bir
politika izleyeme niyetinde olduğunu açıkladı. Irak bu açıklamaya
karşı Kuveyt’in Irak’ın bir parçası olduğunu belirten bir açıklama
ile cevap verdi.
ABD yönetimi ambargonun
hafifletilmesi yolunda ilk işaretleri vermeye başladı. 16 Ocak 2001
tarihinde Uluslararası Barış Akademisi adlı bir kuruluş , 1990 sonrasında
Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle, 1,6 Milyon kişinin yaşamını
kaybettiğini, bunda en büyük sorumluluğun ise ülkedeki silahların
denetlenmesine izin vermeyen Bağdat rejimi olduğunu vurguladı. ABD
ambargonun hafifletilmesi için Irak’taki kitle imha silahlarının
tamamen tasfiye edilmesi gerektiğini , bu gerçekleşmediği sürece
ambargonun hafifletilmesinin söz konusu olmayacağını net bir şekilde
ortaya koyuyordu.
Irak yönetimi buna ilk
tepki olarak 22 OCAK 2001’de Suriye ile bir araya gelerek Fırat ve
Dicle sularının kullanımı konusunu ele aldı. Irak bu şekilde Fırat
ve Dicle konusunda bu ülke ile olan ortak çıkarlarını ortaya koymasının
yanı sıra Suriye üzerinden yapacağı petrol dış satımını da gündeme
getirerek Hafız Esat’ın ölümünden sonra ABD ile iyi ilişkiler
kuran Suriye’yi yanına çekme girişiminde bulundu. Hemen arkasından
da 23 Ocak’ta , Suriye ve Türkiye’den sonra Ürdün’e de bir petrol
boru hattı döşemek istediğini ortaya kodu.
1 Şubat 2001 Irak Rejim
muhalifleri, ABD yönetimi ile görüşme yapmak üzere Washington’a
geldiler. ABD Yönetimi Saddam’a karşı kullanılmak üzere 4 Milyon
$’lık bir yardım yapacağını vurgularken, Iraklı Rejim muhalifleri
bu paranın yeterli olmadığını, Türkiye’nin etkin desteğinin sağlanmasının
şart olduğunu vurguladılar.
Aynı gün Almanya’da
yayınlanan Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde yer alan bir
yorumda ; Türkiye-İsrail Eksenine karşı Suriye-Irak ekseninin gündeme
geldiğini, bu aşamada yakınlaşma çabası içinde olduklarını
vurguladı. Yorumda ayrıca İran’ın da bu ikili ile aynı yönde bir
politika izleme eğiliminde bulundukları belirtildi.
ABD’nin buna tepkisi
sert oldu. 17 Şubat 2001’de ABD ve İngiliz Uçakları Bağdat’ı
bombaladı. Fransa ve Rusya ABD’nin son hava harekatını şiddetle kınayarak
ambargonun kaldırılmasını önerdiler. Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı
Nizar Hamdun kalabalık bir heyet ile Paris’e giderek AB’den destek
arayışında bulundu. Aynı günlerde Alman Meclis Başkanı Wolfang
Thierse İran’a giderek Ortadoğu’daki son gelişmeleri ele almaları
bölgedeki saflaşmayı netleştirmeye başladı.
Irak, saldırı sonrasında
Suudi Arabistan ve Kuveyt’i uyararak ,ABD ve İngiltere’nin saldırılarının
devam etmesi halinde kendilerine karşı askeri önlem alacağını
belirtti. ABD’nin bu açıklamaya tepkisi yine bir hava saldırısı ile
oldu. Amerikan ve İngiliz uçakları bu kez Kerkük’ü bombaladılar.
ABD yönetimi arkasından da bir açıklama yaparak Saddam Rejiminin
devrilmesi için ambargonun yeteri kadar etkili olmadığını zira
ambargo uygulamasının AB ve Rusya tarafından delinmesi nedeniyle eskisi
kadar etkili olmadığını, bu nedenle Saddam’ın devrilmesi için
Iraklı muhalif grupların devreye sokulması gerektiğini düşündüklerini
belirtti. ABD bunun arkasından Kuveyt’in Kurtuluş günü nedeniyle yapılan
törenlere üst düzey bir katılım sağlayarak Kuveyt’e olan yardım
ve desteğinin süreceğini bir kez daha vurguladı.
Fransa Dışişleri Bakanı
Vedrine 1 Mart 2001’de yaptığı açıklamada , Irak’a uygulanan
ambargonun olumsuz sonuçlar doğurduğuna değinerek , Irak rejiminin bölgenin
yeniden ısınmasına yol açacak girişimlerde bulunabileceğine dikkati
çekti.
Aynı gün ABD Dışişleri
Bakan Yardımcısı Walker, Ankara’daki temasları sırasında , Türkiye
ile Irak arasındaki sınır ticaretinin BM kontrolü çerçevesinde yapılmasını
önerdi ve ABD’nin yeni Irak Politikası konusunda Türkiye’nin desteğinin
kendileri için çok önem taşıdığını belirtti.
Washington Post
gazetesinde 26 Mart 2001 tarihinde yayınlanan bir haberde , George Bush yönetiminin,
Irak’a uygulanan yaptırımların denetlenmesi için hazırladığı
plan çerçevesinde, Saddam Hüseyin’in askeri mal ithal etmesini
engellemek için bu ülkenin sınırları dışına ve kilit öneme sahip
uluslararası havaalanlarına BM gözlemcilerini yerleştirmek istediğini
yazdı.
Irak ve Filistin konularının
ele alındığı 13. Arap liderleri zirvesi, Ürdün’ün başkenti
Amman’da 27-28 Mart 2001 tarihleri arasında yapıldı. Zirvenin açılışında
konuşan Ürdün Kralı Abdullah, Irak’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını
istedi. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan sonraki ilk olağan Arap
Zirvesi’ne 14 ülkenin lideri katıldı. Ziryeve katılan Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, toplantı öncesinde Irak Başbakan
Yardımcısı Tarık Aziz ile görüştü. Irak Yönetimi’nin, Arap ülkelerinden
ambargoya uymamaları yolundaki isteğinden geri adım atmaması, zirveden
çıkacak beklentileri gölgeledi.
Toplantıya Irak adına katılan Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı
İzzet İbrahim, Saddam adına Amman’da Arap Birliği zirvesinde yaptığı
konuşmada, Irak liderinin “Filistin konusundaki her türlü pazarlığı
reddettiğini” bildirdi. İbrahim, Saddam’ın, “işgalcileri ve suçlu
siyonist istilacıları çökertmek için, siyonistlerin hayata düşkün
oldukları kadar, kendilerini kurban etmeye düşkün askerlerden bir ordu
kurulmasını” önerdiğini söyledi.
Toplantı sonunda Arap
Birliği Genel Sekreteri İsmet Abdülmecid tarafından okunan nihai
bildiride, Ürdün Kralı Abdullah’ın himayesindeki bir komisyonun
“Irak ile Kuveyt arasındaki duruma” ilişkin temaslarda bulunmakla görevlendirildiği
kaydedildi.
Arap ülkeleri devlet ve
hükümet başkanlarının zirve öncesinden beri, 6 gündür üzerinde çalıştığı
Irak-Kuveyt sorununa ilişkin anlaşma önerisinin Irak tarafından
reddedildi. Bu metinde , Irak ve Kuveyt’in egemenlik ve toprak bütünlüğüne
duyulan saygı vurgulanırken, Irak’a BM kararları doğrultusundaki
taahhütlerini yerine getirmesi çağrısında bulunulmuştu.
Öneride ayrıca, doğrudan Irak’a işaret etmeden, kitle imha silahlarının
ve bunlara ilişkin programların denetlenmesi konusunun sona erdirilmesi,
Irak’a yönelik yaptırımların kaldırılması ve Irak’a ticari uçuşların
yeniden başlatılması çağrısı da yer almıştı.
Mart ayı sonunda resmi
bir ziyaret için Washington'da bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail
Cem ABD yetkilileri ile bir dizi görüşmeler yaptı. Görüşmelerde
ABD, Türkiye'nin Irak sınırından mazot ve petrol ticaretine sınırlama
getirmesini belirterek Türkiye’yi Irak Ambargosunu delme konusunda daha
hassas olmaya davet ederken, Türkiye ABD’nin politikasına destek
vermeyi düşündüğünü fakat Körfez savaşından bu yana Irak ile
olan ticaretinin sona ermesi nedeniyle ekonomik açıdan büyük sıkıntı
içerisine girdiğini, yeni bir düzenleme ile Irak ile olan ticaretin
geliştirilmesinin Türkiye açısından önemli olduğunu vurguladı.
ABD’nin Yakındoğu işlerinden
sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Ed Walker 7 Nisan’da
Washington’da Iraq Foundation tarafından düzenlenen bir konferansta
yaptığı konuşmada ; Irak lideri Saddam Hüseyin yönetimine karşı
yaptırımları sıkılaştırırken, kırılgan ekonomilere sahip komşu
ülkelerle, ekonomik kayıplarının karşılanması yönünde anlaşmaya
varmaya çalıştıklarını belirtirken yeni ABD yönetiminin Irak
politikasının halen oluşturulma aşamasında olduğunu ve hala bazı
unsurların tanımlanması gerektiğini kaydetti.
Yaptırım politikası
sayesinde Saddam’ın askeri gücünü ilerletemediğini ve kitle imha
silahları programını geliştiremediğini belirten Walker, “Dışişleri
Bakanı Colin Powell’ın da söylediği gibi, Saddam, yere çakılması
an meselesi olan bir uçak gibi” dedi.
Irak politikasını belirlerken bölge ülkeleriyle uzlaşmaya varmanın
önemine işaret eden Walker, uzlaşmanın özellikle yaptırımlar
konusunda gerektiğini söyledi. Walker, yaptırım yaklaşımının
yeniden düzenlendiğini ve Saddam’a para, askeri malzeme akışının
çok sıkı şekilde kontrol edileceğini, ancak bunun için komşu ülkelerin
yardımının şart olduğunu kaydetti.
Walker, “Irak’ın komşularıyla
bir anlaşmaya varmaya çalışıyoruz. Bu ülkelerin çoğunun kırılgan
ekonomileri var. Bir de bu yaptırımların sıkılaşmasından
etkilenmemeliler. Kayıplarını karşılayacak bir yol bulmalıyız. Sıkı
bir yaptırım sistemi olacaksa, bu ülkeler için de bir garanti sistemi
geliştirilmeli” diye konuştu.
Yeni ABD yönetiminin
Irak’ta muhalefet unsurlarını desteklemek istediğini söyleyen
Walker, ancak muhalefete tahsis edilen para ve hangi amaçlarla kullanılacağı
şeffaf olduğu için bu desteğin sınırlı kalabileceğini de kaydetti.
ABD, eğitim, radyo ve televizyon yayını yapma, bilgisayar, büro
malzemeleri gibi konularda Irak muhalefetine para tahsis ederken, silah ve
askeri eğitim konusunda yardıma sıcak bakmıyor. Walker, Irak savaş suçları
konusunun da ABD’nin Irak politikası değerlendirmesinin bir parçası
olduğunu belirterek, “İki yol var. Ya BM çerçevesinde bir yargı
sistemi, ya da bir ülkede kurulacak mahkemeyle yargılama. Bu yargılamayı
yapabilecek pek çok ülke var. Her iki seçeneği de araştırıyoruz”
diye konuştu.
Türkiye – Irak İlişkileri
Türkiye ile Irak arasındaki
ilişkiler iki ana konuda yoğunlaşmaktadır.
Kuzey Irak’taki otorite boşluğunun
Türkiye’nin güvenliği için yarattığı sorunlar.
Körfez Savaşı sonrasında Irak’a
uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye’nin uğradığı ekonomik kayıplar.
Kuzey Irak’taki otorite boşluğunun
Türkiye’nin güvenliği için yarattığı sorunlar.
Türkiye Lozan Anlaşması
sırasında Türk-Irak sınırının belirlenememesi ve bundan sonra sınırın
belirlenmesi sürecinde yaşanan olaylar nedeniyle günümüze kadar
uzanan bir dizi sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş bildirgesi niteliğindeki Misak-ı Milli içerisinde
yer alan Musul ve Kerkük bölgelerinde bulunan zengin enerji kaynakları
üzerinde hakimiyet kurma çabaları , 1920’li yıllarda Türkiye ile İngiltere’yi
karşı karşıya getirmiş , Irak’ta ve Türkiye’de yaratılan suni
sorunlar nedeniyle iki ülke arasında çatışmaya yol açacak gelişmeler
sonrasında Türkiye-Irak sınırı 1926 yılında çizilmişti.
Türkiye’nin bu
tarihten itibaren yapılan anlaşmaya uyarak Irak ile iyi komşuluk ilişkileri
ve iki ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duymaları esasına dayalı
ilişkilerine rağmen, bölgedeki petroller üzerinde kontrollerini sürdürmek
isteyen güçler nedeniyle, Sévres Anlaşmasında belirlenen Kürdistan’ın
kurulabilmesi için gerek Güneydoğu Anadolu bölgesinde gerek Kuzey
Irak’ta sürekli olarak bir otorite boşluğu yaratılmaya ve bunun
sonucunda da bölgede kukla siyasi yapılanmalar oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Son 80 yıllık süreçte
bölgenin etnik yapısındaki karışıklık Türkiye ve Irak dışındaki
güçler tarafından sürekli olarak istismar edilmiştir. Bölgede yaşayan
aşiretler sürekli olarak birbirleriyle ve devlet ile çatışmaya itilmiş
ve bunu sonucunda da bölgede sürekli bir otorite boşluğu yaratılmıştır.
Özellikle son 20 yıl içerisinde
bölgede yaşayan Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için sürekli
olarak desteklenmiş ve bu amaçla bölgede yaratılan anarşi ve terör
ortamı sonucu bu oluşum gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Türkiye 1984 yılında
başlayan ve Güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere neredeyse bütün
ülkeyi anarşi ve terör bataklığına çekmek isteyen PKK terör örgütüne
karşı kararlı bir mücadeleyi sürdürmüş ve bunu sonucunda terörist
başının yakalanması sonrasında PKK terör örgütünün Türkiye’deki
faaliyetlerini minimize etmeyi başarmıştır. Türkiye’de terörist
faaliyetlerde gerçekleştirme imkanı bulamayan PKK ise silahlı gücünü
Kuzey Irak başta olmak üzere Ermenistan ve İran’a nakletmek durumunda
kalmıştır.
Irak cephesinde ise durum
Türkiye’den farklı gelişmemiştir. 1958’de başlayan BAAS iktidarı
süresince Kuzey Irak’ta hayat sahası elde edilen ve dış güçlerce
desteklenen Kürtler önceleri Molla Mustafa Barzani liderliğindeki Kürdistan
Demokratik Partisi (KDP) ile daha sonra buna eklenen ve İran tarafından
desteklenen Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği
(KYB) etrafında iki grup olarak organize olmuşlardır.
İran-Irak savaşı ve
hemen arkasından gelen Körfez Savaşı sonrasında Irak rejiminin bölgede
egemenliğinin kısıtlanması ile Kuzey Irak’ta büyük bir otorite boşluğu
doğmuştur. Bundan istifade etmek isteyen PKK bölgede çeşitli terörist
kamplar kurmuş ve militanlarını bölgede konuşlandırmıştır. KDP ve
KYB ile kah çatışarak kah anlaşarak bölgedeki varlığını sağlamlaştıran
PKK sık sık Türkiye içlerine sızarak terörist eylemlerde bulunmuş
ve sonra tekrar bölgeye geri çekilmiştir.
1995 yılına kadar Irak
yönetiminin bölgede otoriteyi sağlamasını bekleyen Türkiye, daha
sonra Irak rejiminin bölgede etkisinin kalmadığını görmesi üzerine
, sınır güvenliği ve PKK ile yapılan mücadelenin etkinliğini artırmak
üzere Irak’a kaçan PKK’lı teröristleri takibe yönelik mahdut
hedefli sınır ötesi harekat düzenlemek zorunda kalmış ve Irak yönetimi
de Türkiye’nin bu harekatlarını sınırlı ölçüde kalması şartı
ile kabul etmiştir. Türkiye 1926 Ankara Anlaşması gereğince Irak’ın
toprak bütünlüğüne saygı duyma ve iyi komşuluk ilişkileri tesis
etme ilkesinden hareketle , Irak aleyhine bir toprak genişlemesine yol açacak
sınır değiştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunmamaya özen göstermiştir.
Fakat son 5 yıl içerisinde
Kuzey Irak’ta farklı bir oluşum dikkati çekmektedir. Dış desteğini
artıran KDP ve KYB son dönemde Kuzey Irak’taki etkinliğini artırmışlar
KDP Erbil ve Dohuk’ta, KYB ise Süleymaniye’de kendi özerk yönetimlerini
ilan etmişlerdir. Kendi bölgeleri içerisinde seçimlerini yaparak yönetimi
ele alan bu kuruluşlar, güvenlik, maliye ve eğitim ve kültürel teşkilatlarını
kurarak yarı resmi bir hale gelmişlerdir. Irak’a 1990’dan bu yana
uygulanan gıda ambargosu ve uçuş yasağı nedeniyle bölgede rahat
hareket etme imkanı bulan KDP ve KYB gerek uluslararası kuruluşlardan
sağladığı dış yardımlar ve bölge ülkeleri ile yapılan gayrı
resmi ticaret nedeniyle gerek bölge merkezli kaçakçılık faaliyetleri
nedeniyle ekonomik açıdan iyi bir düzeye gelmeye başlamışlardır. Bölgede
oluşan bu ekonomik birikim bölgede egemen olan KDP ve KYB arasındaki çıkar
çatışmasını artırmaya başlamıştır.
Bu çıkar çatışmasının
bölgede yaratacağı kaosun farkına varan ABD 1997 yılında KDP ve KYB
arasındaki çatışmaların sona ermesini bölgede dengelerin oluşması
için Washington Anlaşması ile taraflar arasında mutabakata varılmasını
sağlama yolunda ilk adımı atmıştır. Buna rağmen KDP ve KYB arasındaki
çıkar çatışması sona ermemiştir.
1999’dan itibaren Türkiye’deki
hareket sahasını kaybeden ve silahlı güç olarak KYB ve KDP’den daha
üstün durumda olan PKK terör örgütünü karşı karşıya getirmeye
başlamıştır.
2000 yılından günümüze
kadar bölgede gelişen önemli olaylar şu şekilde olmuştur.
KYB 2 Ocak 2000 tarihinde
kendi bölgesinde yerel seçimlerini yapmış ve bu seçimle beraber ,daha
önce PKK ve KDP tarafından açılan TV istasyonlarına ilaveten kendi TV
istasyonunu faaliyete geçirmiştir. Seçimler sonrasında bir açıklama
yapan Talabani ; Irak’taki mevcut yönetimin devamından yana olduğunu
belirtmiştir.
Bölgedeki egemenliğini
iyice kaybetmeye başladığını gören Irak, bölgedeki petrolün
kontrolünü kaybetmeye başlayan AB ve Rusya’nın desteğinin artmaya
başladığını görmesinden sonra 5 Ocak 2000’de Ankara’daki elçiliği
aracılığı ile Türkiye’ye bir mesaj PKK’yı desteklemediğini açıkladı.
Irak’ta yönetim
aleyhinde faaliyet gösteren ağırlıklı olarak KDP, KYB ve Saddam
aleyhtarı Arapların ittifakından oluşan Irak Ulusal Konseyi Şubat
2000’de Washington’a giderek son gelişmeleri ele aldılar bunu hemen
akabinde ABD Dışişleri Bakanlığı Kuzey Körfez ilişkileri Direktörü
Faillo DIPPLE başkanlığında ABD’li ve Türk Dışişleri
yetkililerinden oluşan bir heyet 8-12 Şubat 2000 tarihleri arasında ,
Washington barış sürecinin işleyişi ve insani ihtiyaçların tespiti
konularında danışmalarda bulunmak üzere Kuzey Irak'a gitti. KDP ve KYB
yetkilileri ile görüşmelerde bulunan heyet, bölgedeki durum,
Washington Anlaşması'nın işleyişi ve BM'nin gıda karşılığı
petrol satışı konularında son durumu yerinde tespit ettikten sonra
BM'nin gıda karşılığı petrol satışı uygulamasından elde edilen
gelirin yüzde 13'ünün, Kuzey Irak'taki Kürtlerin yaşadığı üç bölgeye
tahsis edilmesi konusu da ele adı.
Kuzey Irak’ta yapılan
bölgesel ticaret ve terör örgütü PKK ile olan ilişkiler nedeniyle Türkiye
sağlıklı bir ilişki sürdürmek zorunda olan KYB ve KDP’nin Ankara
olan ilişkileri bu dönemden sonra değişik bir seyir izlemeye başladı.
27 Şubat’ta Türkiye
ile Irak arasında başlayan Karma Ekonomik Konsey toplantısı nedeniyle
, Kuzey Irak’ta aleyhine bir gelişme olabileceğinden endişe duyan
Talabani aynı gün Ankara’ya bir heyet göndererek , Türkiye’den
kendisine de KDP ile eşit oranda davranmasını ve daha fazla yardım yapılmasını
bunu karşılığında da PKK ile olan mücadelesini artıracağı mesajını
gönderdi.
20 Mart 2000’de
KDP’nin Ankara temsilciliğinde gerçekleştirilen Nevruz Kutlamasının
batılı ülke diplomatlarının büyük ilgi göstermesi nedeniyle adeta
bir milli gün kutlamasına dönüşmesinden büyük rahatsızlık duyan Türkiye
KDP’yi sert bir şekilde uyararak, bu tür faaliyetlere izin vermesinin
mümkün olmadığını belirtti. Ankara’ya çağrılan KDP heyetine ayrıca
Nisan ayı içerisinde Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı düzenlenecek sınır
ötesi harekatına destek vermesi istendi. 1 Nisan 2000’de Türk
Ordusunun Kuzey Irak’ta başlattığı sınır ötesi harekat Mayıs ayı
sonuna kadar devam etti. Irak Türkiye’yi derhal ikaz ederek , Türk
askeri birliklerinin operasyonlarına son vererek , ülke topraklarını
terk etmesini talep etti. Türkiye ise Irak’ın PKK’nın Kuzey
Irak’taki faaliyetleri duruncaya kadar , PKK ile mücadelede kararlı
olduğunu belirterek harekata devam etti. Bu operasyon sırasında
KYB’nin PKK’ya karşı tavır almadığı dikkat çekti. Türk ordu
birliklerinin Kuzey Irak operasyonunun sona ermesinin ardından KDP ile
KYB arasında gerilim artmaya başladı. Türk Ordusunun operasyonu sırasında,
KYB’nin tarafsız kalmasından memnun olan PKK bu gerilimde KYB’yi
destekledi ve KDP’ye ait bölgelerde bombalı saldırı eylemleri düzenledi.
Türk Dışişleri tarafından
15 Haziranda Bağdat’a yapılan bir ziyarette , Irak’a Kuzey
Irak’taki otoriteyi sağlaması için bir kez daha uyararak petrol karşılığında
gıda programı çerçevesinde Türk firmalarına daha fazla proje
verilmesi gerektiğini de vurguladı.
Haziran ayında ABD
yetkilileri ile Washington’da yapılan görüşmeler sırasında Iraklı
Türkmenlerin dışlanmasından sonra KDP kendi bölgesinde bulunan Türkmen
kuruluşlarına karşı saldırılarını yoğunlaştırmaya başladı. 10
Temmuz 2000 günü Türkmen Cephesi Başkanlık binasını basan KDP’ye
bağlı peşmergeler 2 Türkmeni öldürürken, binayı da tamamen tahrip
ettiler. KDP’nin Türkmenlere yönelik bu saldırısının Türkiye’de
hoş karşılanmayacağını değerlendiren PKK, bu gelişmeler üzerine Türk
ordusunun gerçekleştirdiği Bahar operasyonu sırasında KDP’nin Türk
Ordusu ile işbirliği yapmasından rahatsızlık duyan PKK 10-19 Temmuz
KDP ile çatışmaya girdi.
KDP’nin sıkıştığını
ve yalnız kalmaya başladığını gören Talabani bu fırsattan istifade
etmek için 25 Temmuz 2000 Ankara’ya gelerek kendisine daha fazla yardım
ve destek sağlanması halinde PKK ile işbirliğini kesmeye hazır olduğunu,
yalnız kendisinden daha fazla silahlı güce sahip olan PKK’yı ikna
edebilmesi için, PKK militanlarının uygun şartlarda Türkiye’ye dönmesine
izin verilmesini talep etti. KDP ile sorunlarının çözümünde aracılık
yapmasını istedi. Türkiye Talabani’nin PKK ile ilgili talebini
memnunlukla karşılamakla beraber PKK militanlarının kayıtsız şartsız
teslim olmak koşulu ile Türkiye’ye dönmesine karşı olmadığını
bir kez daha hatırlatarak, eğer bölgede kontrolün kendisinde olduğunu
ispat edebilmek için daha fazla çaba göstermesinin gerektiğini
vurgular. Bunun üzerine KYB 15 Eylül’de, PKK’ya karşı askeri
harekat başlattı.
Ankara’nın Talabani
ile yakınlaşmaya başlamasından rahatsız olan ve yalnızlığa itildiğini
gören Barzani bu gelişmeler üzerine İran ile diyalog arayışına
girdi. KDP Başbakanı Neçirvan Barzani İran’a gitti. Türkiye ile başlayan
yumuşama süreci ve iki ülke arasında doğal gaz anlaşmasının imza sürecinde
olması nedeniyle İran Barzani’nin bu talebini sıcak karşılamaz ve
sorunlarını Ankara ile halletmesi gerektiğini açıkça ifade eder.
Bunun üzerine Barzani 4 Ekim 2000’de Ankara’ya geldi. Ankara’nın
kendileri ile KYB arasındaki dengeleri bozduğunu iki kuruluş arasında
farklılık yaratılmasından rahatsız olduğunu belirten Barzani hemen
akabinde Türkiye’ye bu konuda baskıda bulunulması için İngiltere’ye
gitti. Bu tarihte ABD Kongresinde ele alınan Ermeni yanlısı yasa tasarısı
nedeniyle Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin gerginleşeceğini ve
Türkiye’nin ABD’ye karşı Irak konusunda bazı önlemler alma
arifesinde olduğunu gören Barzani bu fırsattan istifade etmek istedi
ise de istediği desteği bulamadı.
Türkiye Temmuz ayında Türkmenlere
baskı uygulayan KDP’yi uyararak II nci Türkmen Kurultayının 20 Kasım
2000 ‘de Erbil Kentinde yapılmasını sağladı.
4 Aralık 2000’de KYB ,
PKK kamplarına yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Saldırı öncesinde
İran’dan da destek alan KYB bu saldırısı karşısında Kürdistan
Ulusal Kongresi KYB’yi uyararak çatışmaların durdurulmasını
istedi. Çatışmaların uzaması üzerine Türkiye’nin K.Irak’ta
Operasyon yaptığı söylentileri yayıldı. Türkiye ; İran’ın da
desteklediği KYB’nin saldırısına paralel olarak bu çatışmaya katılmasını
için baskı KDP’yi de uyardı. Bu operasyon ile Türkiye, 2001 bahar
aylarında PKK’yı hedef alan sınır ötesi operasyonu öncesinde
PKK’nın direncini azaltmayı hedeflemiştir. Ocak ayı içerisinde UPI
tarafından hazırlanan bir raporda PKK’nın Türkiye için hala bir
tehdit olduğu vurgulanarak, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının
ABD tarafından desteklendiği vurgulanmıştır.
Çatışmalar devam
ederken 8-10 Ocak tarihleri arasında Ankara’ya gelen Talabani Türkiye’den
eğitim ve imar konusunda yardım isterken , Türkiye ile Irak arasında 2
nci bir sınır kapısının açılmasını talep etti.