Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!
 
TANGOWEB
 

Referanslar

http://come.to/tangoweb

Kaynaklar
 

K O N U L A R 

ANA MENÜ
ULUSLARARASI TERÖRİZM
OSAMA BİN LADEN BİN MUHAMMED
ULUSLARARASI TERÖR ÖRGÜTLERİ
ULUSLARARASI TERÖR ÖRGÜTLERİ - TÜRKÇE -
ÜLKE ETÜDLERİ
T Ü R K İ Y E
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
YUNANİSTAN
BATI TRAKYA
ERMENİSTAN
GÜNEY KIBRIS RUM KESİMİ
I R A K
KUZEY IRAK
İRAN İSLÂM CUMHURİYETİ
RADİKAL İSLÂMİ HAREKETLER
SURİYE
FİLİSTİN
ALEVİLİK
AZINLIKLAR
ASURİLER, KELDANİLER, YEZİDİLER
KAFKASYA, ORTA ASYA,   TÜRK DÜNYASI
ASYA, ORTA DOĞU, ATLAS, KÖRFEZ ÜLKELERİ
İSTİHBARAT VE GÜVENLİK KURULUŞLARI
TÜRKİYE'DEKİ  DİPLOMATİK MİSYONLAR
ULUSLARARASI  KURULUŞLAR
DİNLER, MEZHEPLER, TARİKATLAR
ANARŞİZM - ANARŞİSTLER
BİZANS, PONTUS, KIBRIS, ANTİ-TÜRK
ORGANİZE SUÇLAR
ÖNEMLİ GÜNLER
YAZILAR
FORUMLAR
ÇEŞİTLİ
INTERNET MEDYA

D O W N L O A D

 
GÜNCEL
ABD'NİN TERÖRLE
TANIŞTIĞI GÜN
EN ÇOK ARANAN
22 TERÖRİST
OSAMA BİN LADEN, AFGANİSTAN, TALİBAN
PROFİLLER
OSAMA BİN LADEN
  Video Bantın Çözümü
  Veda Mesajı
 
GÜNEY ASYA TERÖR ÖRGÜTLERİ
HİNDİSTAN VE PAKİSTAN'DA 
 FAALİYET GÖSTEREN
TERÖR  ÖRGÜTLERİ
 
GÖRÜŞ, ÖNERİ VE KATKILARINIZ İÇİN
tangoweb@hotmail.com
   
Kuruluş 30 Ağustos 1999
Güncelleme 24 Mart 2002
 
 
 

IRAK DOSYASI

 
 
 

IRAK DOSYASI

Antik çağ coğrafyacılarının MEZOPOTAMYA olarak tanımladıkları, VII nci yüzyılda Müslümanlar tarafından ele geçirilmesinden sonra IRAK olarak adlandırılan bölge Orta Asya ile Akdeniz arasında bir geçiş bölgesi olması nedeniyle dünya üzerinde önem kazanan bölgelerden birisidir.

Müslüman Arapların VII nci yüzyılda bölgeyi ele geçirmesinden sonra Emevi ve Abbasi hakimiyetinin ardından 1055 yılında Bağdat’ı ele geçiren Selçuklu Hükümdarı Tuğrul ile bölgenin egemenliği Türklerin eline geçmiştir. Bölge sırasıyla Selçukluların, İlhanlıların, Timur’un, Karakoyunlu’ların ve Akkoyunluların egemenliği altına girmiş ve 1514 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Türkiye arasında cereyan eden kanlı çarpışmalar sonrasında Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Mondros Ateşkes anlaşması ile İngiltere tarafından ele geçirilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin en büyük meselesi Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi idi. Bu nedenle 30 Ocak 1919 tarihinde Lloyd George , Paris Konferansında Kürt meselesini gündeme getirerek, konferans metnine; “ Ermenistan, Suriye,Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan Osmanlı İmparatorluğundan tamamen ayrılmalıdır.” maddesini koydurmuştu. Bu husus çerçevesinde İngiltere Ortadoğu haritasını tek başına çizerken en önemli etkenlerden birisi de Musul petrolleri olmuştur. Musul petrolleri bir bakıma Ortadoğu’nun kaderini belirlerken , diğer yandan da Türk dış politikası en büyük yarayı Musul meselesinden almıştır. 1055’ten bu yana Türk egemenliği altındaki bölgedeki Türk varlığı bir bakıma anavatandan kopartılırken, Irak ve Suriye’deki göçebe Arap aşiretlerine birer devlet lütfedilerek, İngiltere ve Fransa’nın mandaterliği altına alınmanın hesabı içerisine girilmiştir.

Birinci Dünya savaşı sonrasında Osmanlı Devleti ile galip devletler arasında imzalanacak olan barış anlaşmasının nihai karar aşaması olarak bilinen San Remo Konferansında Osmanlı Devletinden kopartılan topraklar üzerinde manda idareleri oluşturulmuş ve bu arada Musul için “A” tipi manda idaresi söz konusu hale getirilmişti. Nisan 1920’de yapılan San Remo görüşmeleri sırasında Musul petrollerinin % 25 hissesini Fransa’ya veren İngiltere, Fransa’nın siyasi desteğini kazanırken, ABD saf dışı bırakılmıştır. ABD bu duruma tepki göstermiş ve Ankara Hükümetini destekleyen bir tavır içerisine girmeye başlamıştı. İngiltere ABD’yi kazanmak için daha sonra 1922’de ABD’ye Musul petrollerinin % 20’sini verilmesini karar altına almıştır.

Bu suretle Irak adı altında Musul’un da içinde bulunduğu topraklar ile Osmanlı Devleti’nin ilişkisi tamamen kesilmiş ve bölgede İngiltere’nin inisiyatifinde yeni bir idare tesis edilmeye başlamıştır.

Irak’ta bu gelişmeler olurken, Anadolu’da Milli Mücadele Harekatı başlamış ve 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılarak Misak-ı Milli devletin dış siyaseti olarak ön plana çıkarılmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa 1 Mayıs 1920 tarihinde meclis konuşmasında Musul meselesine ilişkin olarak Misak-ı Milli’de işaret olunan ulusal sınırlara şu şekilde atıfta bulunmuştu:

Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan, hudut mese-lesi tayin ve tespit edilir-ken, hudud-u millimiz İskenderun’un cenûbundan geçer, şârk’a doğru uzanarak Musul’u, Süley-maniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudûd-ı millimiz budur dedik…

Mustafa Kemal önderliğinde başlayan ve Misak-ı Milli hudutlarına ulaşmayı hedefleyen Türk Kurtuluş Savaşı devam ederken , Osmanlı Devleti ile Birinci dünya Savaşını kazanan Devletler arasında imzalanan Sévres Anlaşması ile Irak’ta İngiliz egemenliği pekiştirilmek istenmiştir. Bu anlaşmanın 27 nci Maddesinde : “ Cezire-i İbn-i Ömer kentinin bulunduğu adayı Suriye’de bırakmak üzere Dicle ağzına doğru akım yolu ; oradan batıdan doğuya doğru genel bir doğrultuda Musul Vilayetinin doğu sınırı üzerinde seçilecek bir noktaya kadar; arazi üzerinde saptanacak bir çizgi, oradan, bu çizginin doğuya doğru Türkiye ile İran arasındaki sınıra rastladığı noktaya kadar: İmadiye’nin güneyinden geçecek biçimde değiştirilmiş, Musul Vilayeti’nin kuzey sınırı “ şeklinde belirtilmekte idi.

Daha sonra İngiltere 29 Haziran 1921 tarihinde yapılan bir referandum ile Faysal’ı Irak Kralı olarak ilan etmiş ve 23 Ağustos 1921’de Irak Krallığı fiilen kurulmuştur.

Türk Ulusal Kurtuluş Savaşının zaferle sona ermesinden sonra Türkiye ile İngiltere ve Müttefikleri arasında başlayan Lozan Barış Anlaşması görüşmelerinde Türk-Irak sınırının belirlenmesi aşamasında Türk Heyeti başkanı İsmet Paşa Türkiye’nin talebini aşağıdaki şekilde ifade eder:

"Cebel-i Hamrin , Cebel-i Fuhul , Vadi-i Tatar, Cebel-i Sincar çizgisini Anadolu ve Irak arasında sınır olmak üzere biz öne sürdük. Çünkü bu çizgi etnografik, siyasal, coğrafi vb. nedenlerden başka bu iki bölge arasında kesin ve doğal bir sınır meydana getirmektedir."
Bu belirtilen sınır Misak-ı Milli’de belirlenen sınır idi.

İngiltere’nin Musul ve Kerkük’teki petrol sahalarını Türkiye’ye bırakma gibi bir niyetleri yoktu. Lozan Barış Anlaşması görüşmelerinde Irak sınırı üzerinde mutabakata varılamadı. Lozan Anlaşmasının 3 ncü maddesine göre : Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içerisinde Türkiye ile İngiltere arasında saptanacaktır. Belirlenen süre içinde iki hükümet arasında anlaşma olmadığı takdirde anlaşmazlık Milletler Cemiyetine sunulacaktır. Sınır çizgisi saptanıncaya kadar Türkiye ve İngiltere Hükümetleri, kesin geleceği bu karara bağlı arazinin şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yaratacak hiçbir askeri ve başka harekette bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler.

Bu madde çerçevesinde Türkiye ve İngiltere arasındaki görüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da başlar. Türkiye, Musul petrollerinden İngiltere’ye pay vermeyi teklif eder. Fakat İngiltere buna yanaşmaz. Bununla da yetinmeyen İngiltere, Musul ve Kerkük dışında Hakkari’nin de Irak’a verilmesini talep eder. Toplantıdan bir sonuç alınamaz. Konu 20 Eylül 1924’te Milletler Cemiyetine götürülür.

Konu Milletler Cemiyetinde görüşülürken Türkiye ile İngiltere arasında yer yer silahlı çatışmalar başlar. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti 29 Ekim 1924’te Brüksel Sınırı olarak adlandırılan geçici bir sınır tespit ederek sınır sorunu Milletler Cemiyeti tarafından çözüme kavuşturuluncaya kadar her iki ülke arasındaki çatışmalara son verilmesini ister. Bu arada Milletler Cemiyeti bir komisyon oluşturarak bölgede inceleme yapar. Komisyonun amacı bölgenin sosyal,kültürel ve ekonomik yapısını belirlemek ve ardından bir halk oylaması yaparak bölge halkının asıl niyetini belirlemektir.

Bu arada İngiltere 13 Şubat 1925’te Şeyh Sait liderliğinde Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir isyan çıkartırlar. Buna paralel olarak Musul ve Kerkük’te İngiliz Hava kuvvetleri Türkiye yanlısı aşiretlere yönelik hava harekatları düzenlerken, Kral Faysal da bölgede Milli Müdafaa Komiteleri kurarak İngiltere lehinde propaganda yapmaya başlar.

Komisyon çalışmalarını 16 Temmuz 1925’te tamamlar. Hazırlanan raporda her iki ülkenin iddiaları yer almakta, akabinde coğrafi, tarihi,ekonomik,stratejik ve siyasi başlıkları altında bu görüşleri incelemiştir. Halk oylaması yapılamamıştır. Yapılmamasının sebebi de ilkel insanların yaşadığı bu bölgede çağdaş temsil usullerinin sağlıklı sonuçlar veremeyeceğidir.

Raporun sonuç bölümünde aksini iddia etmedikleri sürece Musul’un hukuken Türk hakimiyetinde olduğu vurgulanırken, Irak’ın Musul üzerinde hiç bir hakkının olmadığından söz edilir.

Buna rağmen Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925’te Musul’un Irak’ın mandasına verilmesini kararlaştırır. Bu dönemde savaştan yorgun ve bitkin çıkan Türkiye devrim ve kalkınma hareketlerine girişmişti, yeni bir savaş Türkiye’nin bu çalışmalarını süresiz olarak geri bırakabilecekti. Bu nedenle Türkiye, Irak ve İngiltere ile görüşmelere girişir. Bu görüşmeler sonucunda 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Anlaşması ile bugünkü Türkiye –Irak sınırı belirlenir. Bu anlaşmaya göre Irak bölge petrollerinden elde ettiği gelirin % 10’unu 25 yıl süre ile Musul üzerindeki haklarından feragat eden Türkiye’ye verecekti. Daha sonra da bu anlaşma gereğince yapılan anlaşma ile Türkiye 500 Bin İngiliz Sterlini karşısında bölgedeki petroller üzerindeki haklarının tamamından vazgeçmiştir.

Bu gelişmelerden sonra IRAK ile olan ilişkilerini dostane bir çerçevede yürüten Türkiye , İran ile Irak arasındaki sınır problemine rağmen 8 Temmuz 1937’de Irak,İran ve Afganistan’ın da katılımı ile Sadabat Paktını hayata geçirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan NATO ve Varşova Patı arasındaki mücadele bölgede etkisini göstermekte gecikmemiştir. Türkiye ile Pakistan arasında 12 Haziran tarihli Karaçi anlaşması ile başlayan süreç ile birlikte NATO’nun Sovyetlere karşı oluşturmaya çalıştığı Ortadoğu güvenlik sisteminin ilk adımı atılmıştı. Mısır ve Suriye’nin tepkilerine rağmen Türkiye Irak ile 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat’ta bir işbirliği anlaşması imzalar.

Bu anlaşma İngiltere’nin işine gelir. Zira 1930’da Irak ile imzaladığı anlaşma gereği İngiltere’nin Kuzey Irak’ta askeri güç bulundurmasını sağlayan anlaşma 1956’da sona erecekti. Bu nedenle İngiltere 4 Nisan 1955’te Bağdat Paktına katılır. Daha sonra Pakistan ve İran’ın da katılımı ile Bağdat Paktı güçlenir.

Bu gelişmeye karşı Sovyetlerin desteklediği Mısır ve Suriye 20 Ekim 1955’te bir askeri pakt imzalarlar. Bu anlaşmaya 27 Ekim’de Suudi Arabistan da katılır. Bu şekilde Irak’ın dışında kalan Arap devletleri bir blok olarak ortaya çıkarlar.

1956 yılında çıkan Süveyş Krizi sonucunda meydana gelen Mısır –İsrail Savaşını bahane eden İngiltere ve Fransa’nın Birleşmiş Milletler kararı doğrultusunda ve İsrail lehinde Süveyş’e asker çıkarmaları Bağdat Paktını oluşturan devletlerin (İngiltere hariç) Araplar yanında tavır almasına yol açtı. Türkiye bu arada İsrail ile olan ilişkilerini askıya almasına neden oldu.

Bölgede İngiltere’nin prestij ve etkinliğini kaybettiğini ve buna karşılık Sovyetlerin etkisinin arttığını gören ABD, Sovyetlerin Ortadoğu’daki etkinliğinin artmasına engel olmak amacıyla Eisenhower Doktrini çerçevesinde NATO ile SEATO arasında kalan bölgede yeni bir yapılanmayı hayata geçirmeye başladı. ABD Hükümeti bu doktrin çerçevesinde bölgede askeri güç kullanmak dahil olmak üzere bölge ülkeleri ile ekonomik ve askeri ilişkiler kurmak için Kongreden yetki alır. Bu doktrin ile İngiltere’nin Ortadoğu’daki liderliğini geri gelmemecesine silen ABD bölgedeki etkinliğini artırmaya başladı. ABD Bağdat Paktı devletlerine SSCB’ye karşı güvence vererek bölge politikasında aktif ülke haline gelmeye başladı.

1957 yılında Suriye’de başlayan karışıklıklar sonucunda Sovyetler desteğindeki Baasçıların etkisi artmaya başlamış ve SSCB bu çerçevede Suriye’ye silah ve teknik destek sağlamaya başlar. Türkiye ile Suriye çatışmanın eşiğine kadar gelirler. Suud Kralının arabuluculuk çabaları soruna çözüm bulamaz. BM devreye girer. Bunun üzerine Mısır ve Suriye 1 Şubat 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyetini kurduklarını ilan ederler. Türkiye 11 Mart’ta Birleşik Arap Cumhuriyetini tanır ve Suriye ile Türkiye arasındaki kriz bir süre ertelenir.

Bu krizin hemen akabinde bölgede ikinci bir kriz patlak verir. 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım bir darbe ile Irak’ta yönetime el koyması üzerine ABD 15 Temmuz’da Lübnan’a İngiltere de 17 Temmuz’da Ürdün’e asker çıkarır. Yeni Irak yönetimi 19 Temmuzda Birleşik Arap Cumhuriyeti ile karşılıklı Savunma anlaşması imzalar. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye 31 Ekim’de yeni Irak rejimini tanır. Irak’ın yeni yönetimi 24 Mart 1959’da Bağdat Paktından çekildiğini açıklar. Bunun üzerine Bağdat Paktı ABD’nin katılımı ile 21 Ağustos 1959’da CENTO olarak adını değiştirir.

1964 Kıbrıs Krizi sonrasında Batılı ülkeler ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye başlayan Türkiye 1965’li yıllardan itibaren bölgede daha bağımsız bir politika izlemeye başlamış , bu çerçevede Irak ve Suriye başta olmak Arap ülkeleri ile olan ilişkilerini düzeltmeye başlamıştır. 1967 İsrail-Arap Savaşı sırasında Arap ülkelerini destekleyen Türkiye Kıbrıs konusunda da Arap ülkelerinin desteğini elde etmiştir.

1965’ten itibaren dünyada başlayan anarşi ve terör ortamından etkilenen Türkiye’de iç karışıklıklar ABD ve Batı karşıtı etkinlikler ile yükselmeye başlar.

1973 yılında başlayan Dünya petrol krizi Araplar ile İsrail arasında yeni bir çatışmaya neden olur. 9 Ekim 1973’te başlayan Arap-İsrail savaşı sırasında , Arap ülkelerini destekleyen Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Arap ülkelerinin desteğini almıştır. Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında Batının ambargosu ile karşı karşıya kalan Türkiye ,Batı ile olan ilişkilerini tekrar gözden geçirmeye başlamıştır. Bu çerçevede 12 Mayıs 1976’da İstanbul’da yapılan 7 nci İslam Ülkeleri dışişleri Bakanları konferansında Türk-Arap ilişkileri gelişmesi için uygun ortam yaratılmış, Türkiye FKÖ’nün Ankara’da temsilcilik açmasını kabul etmiştir.

1977 yılında başlayan Mısır-İsrail Barış görüşmeleri ve Camp David süreci sonrasında 26 Mart 1979’da imzalanan Mısır-İsrail Barış anlaşması bölgedeki dengeleri yeniden değiştirmeye başlamıştır.

Bu arada Türkiye’de anarşi ve terör süratle tırmanırken, Ermeni terörü Türk diplomatlarına yönelik saldırılarını artırmaya başlar. Bu dönemde Arap ülkeleri özellikle Suriye Yunanistan ile olan ilişkilerini artırırken, bu çerçevede Türkiye’de faaliyet gösteren Marksist- Leninist yıkıcı ve bölücü örgütlere olan desteğini artırmaya başlar. Suriye lideri Hafız Esat, Türkiye’den Hatay’ı talep ederken, Güneydoğu Anadolu Projesi çerçevesinde Fırat ve Dicle’nin sularının azalacağı endişesini her fırsatta dile getirmeye başlar. Su meselesi nedeniyle Irak’taki Saddam rejiminin de desteğini alan Suriye Türkiye’deki iç karışıklıkları destekleyerek Türkiye ile olan ilişkilerin olumsuz yönde gelişmesine neden olur. 1979’da İran’da patlak veren İslâm Devrimi, 1959’da kurulan CENTO’nun sonunu getirmiştir.

Mısır ve İsrail arasında başlayan barış dönemi, Suriye ve İran’ın yakınlaşmasına yol açmıştır. Bütün bu gelişmeler Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden düzelmesi sonucunu doğurur. Sonuç olarak Suriye’nin bölgede yalnızlığa itilmesine ve İran ile işbirliğine yönelmesine neden olur. İran İslam Devrimi sonrasında ABD ile ilişkilerini kesen İran, 22 Eylül 1980’de Irak ile olan sınır meselesini bahane ederek 7 yıl süren bir savaş başlattı. ABD İran-Irak savaşında Irak yanlısı bir politika izleyerek bu savaşta Irak’ı desteklemeye başladı. Bu savaş süresince tarafsız bir politika izleyen Türkiye ise iki ülke arasında arabuluculuk rolünü oynamaya çalışmıştır.

Öte yandan Türkiye’de 1980 öncesindeki anarşi ve terör dönemini bitiren askeri rejim sona ermiş yeni bir siyasi dönem başlamıştı. Bu süreçte gerek iç terörü gerek Ermeni terörünü önleyen Türkiye , Ağustos 1984’te yeni bir problem ile yüz yüze gelir. PKK meselesi…

Sevr anlaşması ile başlayan Büyük Kürdistan hayaline dayanan ve Türk-Irak sınırının değiştirilerek yeni bir yapılanmayı düşünerek Irak petrolleri üzerindeki egemenliklerini pekiştirmeye çalışan Emperyalist güçler, Türkiye’nin ve Irak’ın müstakil politika izleme ihtimali karşısında bölgede yeni bir siyasi oluşumun gerçekleşmesi için Türkiye ve Irak’taki ayrılıkçı Kürt unsurları destekleyerek yeni bir bölgesel sorunu yarattılar.

Marksist bir örgüt olan PKK, batı yanlısı KDP ve İran desteğindeki KYB bölgede bağımsız bir Kürdistan kurulması için hem Türkiye ile hem de Irak ile mücadele başlatırlar. Bu mücadelede birbirleriyle de savaşan ayrılıkçı Kürt örgütlerine SSCB, Batı, Yunanistan, Suriye ve İran destek verirler.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Irak petrolleri üzerindeki etkisini kaybeden Avrupalılar PKK ve Barzani liderliğindeki KDP’yi desteklerken, İran , Irak ile devam eden savaş nedeniyle Talabani önderliğindeki KYB’yi destekliyordu.

Bu çatışmalar Türkiye ile Irak’ı ortak bir noktada hareket etmeyi zorunlu hale getirmiş iki ülke birbirlerinin toprak bütünlüklerine yönelik hareketlere karşı tavır almaya başlamışlardır.

İran-Irak savaşının sona ermesinin arkasından Irak’taki Saddam Yönetimi ayrılıkçı Kürtlere karşı tutumunu sertleştirmeye başlar. Öte yandan Türkiye’de PKK ile olan mücadelesini sertleştirmiştir. PKK’nın Kerkük-Yumurtalık boru hattı ve Güneydoğu Anadolu Projesine yönelik saldırıları Türkiye ile Irak arasındaki işbirliğinin artmasına neden olur.

1990 yılında ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaşın ABD’nin galibiyeti ile sonuçlanması Ortadoğu’daki dengelerin yeniden değişmesine ve ilişkilerin yeni bir boyut kazanmasına neden olmuştur.

1990’a kadar hem Batı Bloğu ve SSCB arasında denge politikası izleyen Irak, SSCB’nin dağılmasından sonra Batı Bloğu ile karşı karşıya gelmiştir. İran savaşında Batının desteğini alan ve bu sayede güçlü silahlara sahip olan Saddam, Batı ile ilişkilerini yeniden gözden geçirme ve bu bağlamda Kuveyt petrollerine sahip olmanın yollarını aramaya başlar.

Batının Musul ve Kerkük ile Kürtlerle ilgili politikasını özetlemesi açısından 13 Ekim 1958 tarihli bir İngiliz gizli belgesi ibret vericidir.

Kürtlerin Irak devletinin parçası olarak kalması, şu an Britanya’nın ve Batının çıkarınadır. Çünkü Irak Kürdistanı’ndaki bir mesele , bizim Irak’taki petrol yatırımlarımızı tehlikeye sokar. İkinci olarak Kürt faktörü Irak’ı Birleşik Arap Cumhuriyeti ile yakın birliğe çekecek herhangi bir eğilimi önleyecektir. Bu nedenle Irak’ın bağımsızlığı için, bir tür garanti işleyecektir…

Bundan şimdiki durumda , Kürtler arasında mesele çıkartmak için hiç bir teşebbüste bulunmamamız ve İran ile Türk hükümetlerinin de bunu yapmaktan ya da kışkırtıcı yayınlardan vazgeçmeleri için elimizden geleni yapmamız gerektiği sonucu çıkmaktadır…

Bununla birlikte , örneğin Irak, Sovyet yörüngesine doğru sürüklenmeye başlarsa ya da Birleşik Arap Cumhuriyeti içerisinde yutulursa , bu politikayı yeniden gözden geçirmeyi izleyeceğimiz koşullar doğabilir…

Batı ülkelerinin, petrol akışının sürekliliğini sağlamak için Kürtleri kullanma politikalarında bir değişiklik olmamıştır. 1958 yılında başlayan Irak’ın Sovyet Bloğuna yaklaşma süreci ve 1990 sonrasında Saddam’ın Irak Petrolleri üzerinde hakimiyet kurma çabaları , batının yukarıda özetlenen politikasının değişmesini gerektiren koşulları doğurmuştur.

1990 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve 1991 yılında Irak’ın fiilen üçe bölünmesiyle sona eren Körfez Savaşı bölgedeki gelişmelerde yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir. Ağustos 1990’da Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin aldığı 661 no.lu karara göre Irak’tan petrol alımına ambargo kondu ve Irak’a kapsamlı ekonomik yaptırımlar başladı. Ağustos 1991’de Irak halkının karşılaştığı beslenme ve sağlık sorunlarını göz önüne alan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 706 no.lu kararı çıkardı. Karara göre, Irak’ın gıda ve insani yardım malzemesi alabilecek kadar petrol satmasına izin verildi. Eylül 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin 712 no.lu kararıyla “petrol karşılığı gıda” programına sınır getirildi. Bu karara göre Irak, 6 aylık süre içinde en fazla 1.6 milyar dolarlık petrol satışı yapabilecekti. BM Nisan 1995’de aldığı 986 sayılı kararla “petrol karşılığı gıda” programının sınırları genişleterek, 90 günlük periodlar için 1 milyar dolarlık sınır getirdi.

Türkiye cephesinden olaya bakıldığında ise şu manzara ortaya çıkmaktaydı. Körfez Savaşının Irak’ta yarattığı otorite boşluğu nedeniyle PKK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetleri hızla artmaya başlamış, son derece dağlık bir bölge olan Irak sınırı tek taraflı olarak korunamadığı için örgüt militanları sık sık Türkiye içlerine sızmaya başlamıştı.

Bu nedenle 668 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve bölgedeki otorite boşluğunun ortadan kaldırılması Türkiye’nin Kuzey ırak Politikasının temelini oluşturmaktadır. Ancak Irak’ın BM kararlarına tam olarak uymaması ve Kuzey Irak’ta birbirlerine üstünlük kurmak isteyen Kürt unsurların (KDP ve KYB) faaliyet gösteren Saddam Hüseyin ile masaya oturmaması bölgedeki belirsizliğin devam etmesine neden olmaktadır.

Bu nedenle de Türkiye , Kuzey Irak’ta bulunan PKK kamplarını etkisiz hale getirmek için giderek artan sıklıkta ve büyüklükte sınır ötesi askeri operasyonlar düzenlemek zorunda kalmaktadır.

Türkiye ilk sınır ötesi operasyonunu 17 Ağustos 1986’da bir sınır karakolumuzu basan PKK militanlarını izleyen askerlerin Irak sınırını geçmesiyle gerçekleşmiştir.

Gerek Türkiye’nin PKK terörünü sona erdirmedeki kararlılığı gerek Kuzey Irak’taki otorite boşluğu nedeniyle başlayan sınır ötesi operasyonlar 6 Ağustos 1991’de başlamıştır. Türk-Irak sınırında 5 Km.lik bir tampon bölge oluşturan Türkiye Ekim 1991’de Irak’tan çekilmiştir. Bu dönemde Türkiye oluşturduğu bu tampon bölgenin emniyetini bölgede faaliyet gösteren Barzani ve Talabani güçleri ile sağlamayı amaçlamış, bu maksatla bu iki gruba yardımda bulunmuştur. Fakat bu iki grubun gerek kendi aralarındaki anlaşmazlıklar gerek PKK’nın daha iyi eğitilmiş ve silahlanmış olmaları nedeniyle , PKK karşısında başarılı olamaması nedeniyle Türkiye Ekim 1992’de uçak ve zırhlı araçlarla desteklenen 20.000 kişilik bir kuvvetle yeni bir sınır ötesi operasyon düzenlemiştir.

PKK militanları bu harekat esnasında Talabani bölgesine kaçmıştır. Türkiye’ye PKK’nın hareketlerinin kontrol altına alınacağı sözünü veren Talabani’nin sözlerine rağmen PKK’nın Talabani bölgesinde ana üsler oluşturması Türkiye ile Talabani arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açmıştır. Bu durumda Barzani Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya ve Kuzey Irak’ta Türkiye’nin desteğini almaya başlayınca , bölgesel etkinliğinin azalacağı endişesine kapılan Talabani İran’a yanaşmıştır.

Kuzey Irak’ta etkin olan Barzani ve Talabani arasındaki sorunlar, Türkiye’nin PKK’ya karşı gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlar sonrasında kısa sürede toparlanmasına ve Türkiye’ye yönelik saldırılarına devam etmesine olanak veriyordu.

İran’a yanaşan Talabani , 1995 yılında Türkiye’yi BM’e şikayet ederek , Türkiye’nin Kuzey Irak’ta sınır ticaretine göz yumarak , Irak’a uygulanan ambargoyu deldiğini söylemiştir. Aslında Talabani , yapılan sınır ticaretinde aslan payını Barzani’nin almasından rahatsızdı. Bu nedenle kendisine de pay verilmesi için böyle bir girişimde bulunmuştu.

Türkiye buna sert Mart-Nisan 1995’te düzenlediği askeri bir operasyon ile cevap verir. Bunun üzerine Kuzey Irak’ta barış ve huzurun sağlanması için Ağustos 1995’te ABD’nin girişimi ile Dublin toplantıları başlatılır. Fakat İran ve Suriye bu süreci dinamitlerler. İran 10 bin milisi Kuzey Irak’a göndermiş, Suriye ise Abdullah Öcalan ile Talabani’yi bir araya getirerek İran’ın girişimine destek vermiştir. (9) Bu gelişmeler sonrasında Türkiye’ye Hatay üzerinden PKK sızmaları artmaya başlamıştır.

1995 sonrasında başlayan ABD ile Avrupa Birliği arasındaki bölge üzerindeki çıkar çatışması doğal olarak bölgedeki gelişmeleri etkilemeye başladı. Türkiye’nin PKK’ya karşı sürdürdüğü ve gittikçe artan mücadelesi karşısında AB ülkeleri 21 Haziran 1995’te Paris’te yapılan Batı Avrupa Birliği Asamblesi genel kurulunda oylanan bir rapor ile, “Kürt sorunu askeri yollarla çözülemez, kültürel ve yönetsel hakları içeren bir otonomi verilmelidir” ifadelerini içeren bir karar alarak Türkiye’nin içişlerine müdahale niteliği taşıyan bir içerik ve diplomatik nezaket sınırlarını bir tavır izlemeye başlamışlardır. Türkiye’nin Avrupa Birliğime üyelik sürecinde önemli bir köşe taşı sayılan Gümrük Birliği Anlaşması öncesinde Avrupalılar Türkiye’yi PKK konusunda sıkıştırmaya başlamışlardı.

Türkiye’nin PKK’ya karşı yürüttüğü mücadeleye en sert tepkiyi Almanya veriyordu. SSCB’nin dağılmasından sonra Avrupa ve dünya siyasetinde aktif hale gelmek isteyen Almanya bir yandan siyasi ağırlığını artırmak diğer yandan da Ortadoğu petrolleri üzerinde pay alabilmek için ABD ile yoğun bir çıkar mücadelesine girişir.

Türkiye’nin en fazla ticaret yaptığı ülke olan Almanya Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak güçlenmesi şeklinde söylemde bulunurken, gerçekte bölgede Türkiye’nin söz sahibi olmasından büyük rahatsızlık duymaktadır. Bu çerçevede Almanya, Güneydoğu Anadolu’da sivil halka karşı kullanıldığı gerekçesi ile Türkiye’ye yaptığı NATO yardımını durdurma kararı almış, Türkiye’ye sattığı silahların ise bölgede kullanılmaması ön şartını getirmiştir.

Almanya, PKK’nın Almanya’daki faaliyetlerini engellemek için sözde bir takım önlemler alır gibi görünmesine rağmen , PKK terör örgütünün Avrupa’daki üssü haline gelmiştir. Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere aşırı ilgi gösteren Almanya , aynı ilgiyi İran’da yaşayan Kürtlere göstermemektedir. İran ile yoğun bir ticari ilişki içerisinde olan ve ihtiyaç duyduğu petrolün önemli bir kısmını İran’dan tedarik eden Almanya İran gizli servisi SAVAK tarafından Almanya’da 4 İranlı rejim muhalifi Kürt liderin öldürülmesine ses çıkartmamıştır.

Avrupa Birliğinin yoğun baskısına ve Türkiye’nin AB üyeliğini dondurmasına neden olmasına rağmen Türkiye ulusal kalkınma hamlesine engel olan PKK terörünü sona erdirmedeki kararlılığını sürdürmüştür.

1997 yılında Suriye’ye baskı yaparak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu ülkeden çıkmasını sağlamış ve ardından da sığınacak bir ülke bulamayan terörist başı bir Afrika ülkesindeki Yunanistan büyükelçiliğinde ikamet ederken Türkiye’ye teslim edilmiştir.

PKK liderinin yakalanması ve ardından başlayan yargılama sürecinde başta Yunanistan olmak üzere AB ülkelerinin ve Suriye’nin PKK’ya verdiği desteğin açıkça ortaya çıkması sonucu PKK, Türkiye sınırları içerisindeki terör eylemlerini durdurmak zorunda kalmıştır.

Buna rağmen Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan istifade eden PKK halen bölgede eğitim ve örgütlenme faaliyetlerini sürdürmektedir.

 

SON İKİ YIL İÇERİSİNDEKİ BÖLGEDEKİ GELİŞMELER


Irak’ın Dış ilişkileri :

Son 2 yıl içerisinde Irak’ın dış ilişkilerinde büyük bir hareketlilik gözlenmeye başlamıştır. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ın maruz kaldığı ekonomik ambargonun delinmesine yönelik faaliyetler Irak’ın dış politikasında en önemli etken olarak ortaya çıkmıştır.

1990 Ağustosunda başlayan ambargo Irak’ın artan temel ihtiyaçları doğrultusunda 1995 yılına kadar tedrici olarak artırılmıştı fakat yeterli değildi. . Mayıs 1996da, Irak, “Anlayış Memorandumu” imzalayarak , petrol gelirlerinden elde edilen hasılatı Irak halkının temel insani ihtiyaçları için kullanmaya razı oldu ve bu çerçevede Aralık 1996’da BM’in aldığı 986 sayılı karara göre petrol ihraç etmeye başladı. Şubat 1998’de BM Güvenlik Konseyi, Irak’ın 6 ay içinde ihraç edebileceği petrol bedelini yaklaşık 5.2 milyar dolara kadar yükseltti. Aralık 1998’de BM, Petrol Karşılığı Gıda Programı çerçevesinde yeni bir plan yaptı. Plana göre yaklaşık 2.5 milyar dolar, insani harcamalara ayrılacaktı. Bu çerçevede Irak’a verilen bu yetki BM tarafından 6’şar aylık süreler ile uzatılmaya başlandı.

Rusya’da Devlet Başkanı vekili olarak göreve başlayan Vladimir Putin 4 Ocak 2000’de bir Saddam’a bir mektup göndererek iki ülke arasında iyi ilişkiler kurmayı ve sürdürmeyi arzu ettiğini bildirdi.

BM Güvenlik Konseyi Irak’a yapılan yardımları , Irak’ın petrol dış satımını ve Irak’ta bulunması muhtemel stratejik silahları kontrol etmek amacı ile Irak’ta görevli bir heyet bulundurmakta idi. Ocak 2000’de BM Kitle İmha Silahları Tasfiye Heyetini belirleyerek Irak’a gönderme kararı aldı. Rusya’dan önemli bir destek alan Irak ise uygulanan ambargonun Irak halkında büyük bir yıkıma neden olduğunu beyan ederek kaldırılmasını talep etti. BM’den bu konuda net bir cevap gelmeyince 10 Şubat 2000’de Irak, BM heyetini casuslukla suçlayarak faaliyetlerine izin vermeyeceğini bildirdi. Ambargonun etkilerinden gittikçe rahatsız olan Irak 27 Mart 2000’de bir açıklama yaparak ambargo nedeniyle, Irak’ta son bir ay içerisinde 10 bin kişinin öldüğünü açıklayarak dünya kamuoyunun ilgisini Irak’a çekmeye çalıştı. Bu çağrıya ilk cevap Avrupa Birliğinden geldi. 3 Nisan 2000 tarihinde İtalyan milletvekili Vittorio SGARBI ve Fransız Rahip Jean-Marie BENJAMIN beraberinde bir uçak dolusu tıbbi yardım malzemesi olduğu halde Bağdat’a inerek ambargoyu deldi. BM bu girişime fazla bir tepki göstermediği gibi Haziran 2000’de petrol karşılığı gıda alım programını 6 ay süre ile uzattı.

27-30 Haziran 2000 tarihleri arasında ABD’ye giden Saddam Muhalifi Irak Ulusal kongresi temsilcileri Başkan yardımcısı Al Gore ve Dışişleri yetkilileri ile görüşerek Saddam’a karşı daha fazla silah ve para yardımı taleplerini yinelediler. Bu ziyaret esnasında dikkati çeken en önemli husus Irak Ulusal Kongresi bünyesinde bulunan Iraklı Türkmenlerin dışlanması oldu.

Fransa başta olmak üzere AB üyeleri ve Rusya tarafından Irak’a gıda ve tıbbi malzeme yardımı adı altında yapılan uçuşların sayısı artmaya başladı. Bu girişimden cesaret alan Saddam yönetimi taleplerini biraz daha artırmaya başladı. Saddam 24 Ağustos 2000’da BM silah Denetim Komisyonunun faaliyetlerine izin vermeyeceğini tekrarladı . Eylül ayında tekrar Kuveyt’i işgal edeceği tehditlerine başladı. Bunun üzerine ABD Irak’taki petrol üretimini durdurdu ve petrol fiyatlarına zam yaptı. Bu girişim AB ülkelerinde büyük tepkiye yol açtı , Fransa, Almanya, Belçika ve Hollanda’da büyük protesto eylemleri düzenlendi. ABD bu durumda geri adım atmak zorunda kaldı.

AB’nin desteğini iyice arkasına alan Irak, 1990 sonrasında uygulanan yaptırımları birer birer kırmak üzere harekete geçmeye başladı. Öncelikle uçuşa yasak bölgelerde tekrar uçuş yapma kararı aldı. ABD buna 24 Ekim 2000’de Kuzey Irak’taki Irak Askeri tesislerini bombalayarak ikaz mahiyetinde bir tepki gösterdi ise de Irak 36 ncı paralel kuzeyi ve Güney Irak bölgesinde uygulanan uçuş yasağını delerek, 5 Kasım2000 tarihinden itibaren tekrar Basra ve Musul’a sivil hava ulaşımının başlattı. ABD’nin buna fazla bir tepki göstermemesinde cesaret alan Irak AB ile olan diyalogunu artırmaya başladı. 22 Kasım 2000 Irak, İtalyan – Fransız şirketleriyle Irak-Türkiye arasında bir doğal gaz boru hattı inşası için görüşmelere başladı ve Suriye üzerinden petrol ihraç edebileceğini, boru hattının kullanıma hazır olduğunu BM’ye bildirdi (Bu boru hattı 1957 yılında Suriye’deki iç karışıklıklar sırasında tahrip edilmiş ve yıllardır kullanılmamakta idi).

Giderek cesaretlenen Saddam 1 Aralık 2000’de Irak ile BM arasında diyalogun başlaması için ABD’nin şartlarını kabul etmeyeceğini, ambargonun bir an önce kaldırılmasını talep etti. Ayrıca BM Silah denetim heyetinin ülkeye tekrar girmesine izin vermeyeceğini ilave etti.

11 Aralık 2000’de Irak Petrol Bakanı BM yetkilileri ile görüşmeler yaptı. Irak’ın BM’den ihraç ettiği her varil petrol için 0.5 $ zam yapmayı ve bu gelirin BM denetimi dışında kalmasını talep etti. BM bu teklifi uygun görmedi. Bunun üzerine Irak petrol üretimini durdurmak ile tehdit etti. Fransa’nın çabasıyla söz konusu program yine uzatıldı., Güvenlik Konseyi, 530 milyon dolarlık ek insani yardım sağladı. Verilen paranın Saddam Hüseyin tarafından rejimini devam ettirmek için kullanıldığını düşünen Washington yönetimi, bu artış için çok isteksizdi .Neticede BM Irak "petrol karşılığı gıda" anlaşmasını 9 ncu kez 6 ay süre ile uzattı.

ABD seçimlerini kazanan George W. BUSH , seçimleri kazandıktan sonra Irak ile ilgili olarak yaptığı ilk açıklamasında , Irak’a karşı net bir politika izleyeceklerini belirterek , İran ve Irak’a karşı uygulanan ambargo politikasını sürdürmekten vazgeçeceğini, fakat bunu yapmadan önce askeri bir harekatı öngördüğünü vurguladı. Bundan cesaret alan Irak Ulusal Muhalefet cephesi 17 Aralık 2000’de bir açıklama yaparak ABD başkanlık seçimlerini kazanan George W.Bush ile çalışmaya hazır olduklarını 97 Milyon $ yardımı alacaklarından umutlu olduklarını belirtti.

ABD’deki iktidar değişikliği sonrasında Irak’a karşı sertleşme eğilimine ilk destek İngiltere’den geldi. 9 Ocak 2001’de İngiltere, Irak konusunda ABD ile paralel bir politika izleyeme niyetinde olduğunu açıkladı. Irak bu açıklamaya karşı Kuveyt’in Irak’ın bir parçası olduğunu belirten bir açıklama ile cevap verdi.

ABD yönetimi ambargonun hafifletilmesi yolunda ilk işaretleri vermeye başladı. 16 Ocak 2001 tarihinde Uluslararası Barış Akademisi adlı bir kuruluş , 1990 sonrasında Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle, 1,6 Milyon kişinin yaşamını kaybettiğini, bunda en büyük sorumluluğun ise ülkedeki silahların denetlenmesine izin vermeyen Bağdat rejimi olduğunu vurguladı. ABD ambargonun hafifletilmesi için Irak’taki kitle imha silahlarının tamamen tasfiye edilmesi gerektiğini , bu gerçekleşmediği sürece ambargonun hafifletilmesinin söz konusu olmayacağını net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Irak yönetimi buna ilk tepki olarak 22 OCAK 2001’de Suriye ile bir araya gelerek Fırat ve Dicle sularının kullanımı konusunu ele aldı. Irak bu şekilde Fırat ve Dicle konusunda bu ülke ile olan ortak çıkarlarını ortaya koymasının yanı sıra Suriye üzerinden yapacağı petrol dış satımını da gündeme getirerek Hafız Esat’ın ölümünden sonra ABD ile iyi ilişkiler kuran Suriye’yi yanına çekme girişiminde bulundu. Hemen arkasından da 23 Ocak’ta , Suriye ve Türkiye’den sonra Ürdün’e de bir petrol boru hattı döşemek istediğini ortaya kodu.

1 Şubat 2001 Irak Rejim muhalifleri, ABD yönetimi ile görüşme yapmak üzere Washington’a geldiler. ABD Yönetimi Saddam’a karşı kullanılmak üzere 4 Milyon $’lık bir yardım yapacağını vurgularken, Iraklı Rejim muhalifleri bu paranın yeterli olmadığını, Türkiye’nin etkin desteğinin sağlanmasının şart olduğunu vurguladılar.

Aynı gün Almanya’da yayınlanan Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde yer alan bir yorumda ; Türkiye-İsrail Eksenine karşı Suriye-Irak ekseninin gündeme geldiğini, bu aşamada yakınlaşma çabası içinde olduklarını vurguladı. Yorumda ayrıca İran’ın da bu ikili ile aynı yönde bir politika izleme eğiliminde bulundukları belirtildi.

ABD’nin buna tepkisi sert oldu. 17 Şubat 2001’de ABD ve İngiliz Uçakları Bağdat’ı bombaladı. Fransa ve Rusya ABD’nin son hava harekatını şiddetle kınayarak ambargonun kaldırılmasını önerdiler. Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı Nizar Hamdun kalabalık bir heyet ile Paris’e giderek AB’den destek arayışında bulundu. Aynı günlerde Alman Meclis Başkanı Wolfang Thierse İran’a giderek Ortadoğu’daki son gelişmeleri ele almaları bölgedeki saflaşmayı netleştirmeye başladı.

Irak, saldırı sonrasında Suudi Arabistan ve Kuveyt’i uyararak ,ABD ve İngiltere’nin saldırılarının devam etmesi halinde kendilerine karşı askeri önlem alacağını belirtti. ABD’nin bu açıklamaya tepkisi yine bir hava saldırısı ile oldu. Amerikan ve İngiliz uçakları bu kez Kerkük’ü bombaladılar. ABD yönetimi arkasından da bir açıklama yaparak Saddam Rejiminin devrilmesi için ambargonun yeteri kadar etkili olmadığını zira ambargo uygulamasının AB ve Rusya tarafından delinmesi nedeniyle eskisi kadar etkili olmadığını, bu nedenle Saddam’ın devrilmesi için Iraklı muhalif grupların devreye sokulması gerektiğini düşündüklerini belirtti. ABD bunun arkasından Kuveyt’in Kurtuluş günü nedeniyle yapılan törenlere üst düzey bir katılım sağlayarak Kuveyt’e olan yardım ve desteğinin süreceğini bir kez daha vurguladı.

Fransa Dışişleri Bakanı Vedrine 1 Mart 2001’de yaptığı açıklamada , Irak’a uygulanan ambargonun olumsuz sonuçlar doğurduğuna değinerek , Irak rejiminin bölgenin yeniden ısınmasına yol açacak girişimlerde bulunabileceğine dikkati çekti.

Aynı gün ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Walker, Ankara’daki temasları sırasında , Türkiye ile Irak arasındaki sınır ticaretinin BM kontrolü çerçevesinde yapılmasını önerdi ve ABD’nin yeni Irak Politikası konusunda Türkiye’nin desteğinin kendileri için çok önem taşıdığını belirtti.

Washington Post gazetesinde 26 Mart 2001 tarihinde yayınlanan bir haberde , George Bush yönetiminin, Irak’a uygulanan yaptırımların denetlenmesi için hazırladığı plan çerçevesinde, Saddam Hüseyin’in askeri mal ithal etmesini engellemek için bu ülkenin sınırları dışına ve kilit öneme sahip uluslararası havaalanlarına BM gözlemcilerini yerleştirmek istediğini yazdı.

Irak ve Filistin konularının ele alındığı 13. Arap liderleri zirvesi, Ürdün’ün başkenti Amman’da 27-28 Mart 2001 tarihleri arasında yapıldı. Zirvenin açılışında konuşan Ürdün Kralı Abdullah, Irak’a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını istedi. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan sonraki ilk olağan Arap Zirvesi’ne 14 ülkenin lideri katıldı. Ziryeve katılan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, toplantı öncesinde Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz ile görüştü. Irak Yönetimi’nin, Arap ülkelerinden ambargoya uymamaları yolundaki isteğinden geri adım atmaması, zirveden çıkacak beklentileri gölgeledi.
Toplantıya Irak adına katılan Devrim Komuta Konseyi Başkan Yardımcısı İzzet İbrahim, Saddam adına Amman’da Arap Birliği zirvesinde yaptığı konuşmada, Irak liderinin “Filistin konusundaki her türlü pazarlığı reddettiğini” bildirdi. İbrahim, Saddam’ın, “işgalcileri ve suçlu siyonist istilacıları çökertmek için, siyonistlerin hayata düşkün oldukları kadar, kendilerini kurban etmeye düşkün askerlerden bir ordu kurulmasını” önerdiğini söyledi.

Toplantı sonunda Arap Birliği Genel Sekreteri İsmet Abdülmecid tarafından okunan nihai bildiride, Ürdün Kralı Abdullah’ın himayesindeki bir komisyonun “Irak ile Kuveyt arasındaki duruma” ilişkin temaslarda bulunmakla görevlendirildiği kaydedildi.

Arap ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarının zirve öncesinden beri, 6 gündür üzerinde çalıştığı Irak-Kuveyt sorununa ilişkin anlaşma önerisinin Irak tarafından reddedildi. Bu metinde , Irak ve Kuveyt’in egemenlik ve toprak bütünlüğüne duyulan saygı vurgulanırken, Irak’a BM kararları doğrultusundaki taahhütlerini yerine getirmesi çağrısında bulunulmuştu.
Öneride ayrıca, doğrudan Irak’a işaret etmeden, kitle imha silahlarının ve bunlara ilişkin programların denetlenmesi konusunun sona erdirilmesi, Irak’a yönelik yaptırımların kaldırılması ve Irak’a ticari uçuşların yeniden başlatılması çağrısı da yer almıştı.

Mart ayı sonunda resmi bir ziyaret için Washington'da bulunan Türkiye Dışişleri Bakanı İsmail Cem ABD yetkilileri ile bir dizi görüşmeler yaptı. Görüşmelerde ABD, Türkiye'nin Irak sınırından mazot ve petrol ticaretine sınırlama getirmesini belirterek Türkiye’yi Irak Ambargosunu delme konusunda daha hassas olmaya davet ederken, Türkiye ABD’nin politikasına destek vermeyi düşündüğünü fakat Körfez savaşından bu yana Irak ile olan ticaretinin sona ermesi nedeniyle ekonomik açıdan büyük sıkıntı içerisine girdiğini, yeni bir düzenleme ile Irak ile olan ticaretin geliştirilmesinin Türkiye açısından önemli olduğunu vurguladı.

ABD’nin Yakındoğu işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Ed Walker 7 Nisan’da Washington’da Iraq Foundation tarafından düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmada ; Irak lideri Saddam Hüseyin yönetimine karşı yaptırımları sıkılaştırırken, kırılgan ekonomilere sahip komşu ülkelerle, ekonomik kayıplarının karşılanması yönünde anlaşmaya varmaya çalıştıklarını belirtirken yeni ABD yönetiminin Irak politikasının halen oluşturulma aşamasında olduğunu ve hala bazı unsurların tanımlanması gerektiğini kaydetti.

Yaptırım politikası sayesinde Saddam’ın askeri gücünü ilerletemediğini ve kitle imha silahları programını geliştiremediğini belirten Walker, “Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın da söylediği gibi, Saddam, yere çakılması an meselesi olan bir uçak gibi” dedi.

Irak politikasını belirlerken bölge ülkeleriyle uzlaşmaya varmanın önemine işaret eden Walker, uzlaşmanın özellikle yaptırımlar konusunda gerektiğini söyledi. Walker, yaptırım yaklaşımının yeniden düzenlendiğini ve Saddam’a para, askeri malzeme akışının çok sıkı şekilde kontrol edileceğini, ancak bunun için komşu ülkelerin yardımının şart olduğunu kaydetti.

Walker, “Irak’ın komşularıyla bir anlaşmaya varmaya çalışıyoruz. Bu ülkelerin çoğunun kırılgan ekonomileri var. Bir de bu yaptırımların sıkılaşmasından etkilenmemeliler. Kayıplarını karşılayacak bir yol bulmalıyız. Sıkı bir yaptırım sistemi olacaksa, bu ülkeler için de bir garanti sistemi geliştirilmeli” diye konuştu.

Yeni ABD yönetiminin Irak’ta muhalefet unsurlarını desteklemek istediğini söyleyen Walker, ancak muhalefete tahsis edilen para ve hangi amaçlarla kullanılacağı şeffaf olduğu için bu desteğin sınırlı kalabileceğini de kaydetti. ABD, eğitim, radyo ve televizyon yayını yapma, bilgisayar, büro malzemeleri gibi konularda Irak muhalefetine para tahsis ederken, silah ve askeri eğitim konusunda yardıma sıcak bakmıyor. Walker, Irak savaş suçları konusunun da ABD’nin Irak politikası değerlendirmesinin bir parçası olduğunu belirterek, “İki yol var. Ya BM çerçevesinde bir yargı sistemi, ya da bir ülkede kurulacak mahkemeyle yargılama. Bu yargılamayı yapabilecek pek çok ülke var. Her iki seçeneği de araştırıyoruz” diye konuştu.

 

Türkiye – Irak İlişkileri

Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler iki ana konuda yoğunlaşmaktadır.

Kuzey Irak’taki otorite boşluğunun Türkiye’nin güvenliği için yarattığı sorunlar.

Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye’nin uğradığı ekonomik kayıplar.

Kuzey Irak’taki otorite boşluğunun Türkiye’nin güvenliği için yarattığı sorunlar.

Türkiye Lozan Anlaşması sırasında Türk-Irak sınırının belirlenememesi ve bundan sonra sınırın belirlenmesi sürecinde yaşanan olaylar nedeniyle günümüze kadar uzanan bir dizi sorun ile karşı karşıya kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş bildirgesi niteliğindeki Misak-ı Milli içerisinde yer alan Musul ve Kerkük bölgelerinde bulunan zengin enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma çabaları , 1920’li yıllarda Türkiye ile İngiltere’yi karşı karşıya getirmiş , Irak’ta ve Türkiye’de yaratılan suni sorunlar nedeniyle iki ülke arasında çatışmaya yol açacak gelişmeler sonrasında Türkiye-Irak sınırı 1926 yılında çizilmişti.

Türkiye’nin bu tarihten itibaren yapılan anlaşmaya uyarak Irak ile iyi komşuluk ilişkileri ve iki ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duymaları esasına dayalı ilişkilerine rağmen, bölgedeki petroller üzerinde kontrollerini sürdürmek isteyen güçler nedeniyle, Sévres Anlaşmasında belirlenen Kürdistan’ın kurulabilmesi için gerek Güneydoğu Anadolu bölgesinde gerek Kuzey Irak’ta sürekli olarak bir otorite boşluğu yaratılmaya ve bunun sonucunda da bölgede kukla siyasi yapılanmalar oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Son 80 yıllık süreçte bölgenin etnik yapısındaki karışıklık Türkiye ve Irak dışındaki güçler tarafından sürekli olarak istismar edilmiştir. Bölgede yaşayan aşiretler sürekli olarak birbirleriyle ve devlet ile çatışmaya itilmiş ve bunu sonucunda da bölgede sürekli bir otorite boşluğu yaratılmıştır.

Özellikle son 20 yıl içerisinde bölgede yaşayan Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için sürekli olarak desteklenmiş ve bu amaçla bölgede yaratılan anarşi ve terör ortamı sonucu bu oluşum gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Türkiye 1984 yılında başlayan ve Güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere neredeyse bütün ülkeyi anarşi ve terör bataklığına çekmek isteyen PKK terör örgütüne karşı kararlı bir mücadeleyi sürdürmüş ve bunu sonucunda terörist başının yakalanması sonrasında PKK terör örgütünün Türkiye’deki faaliyetlerini minimize etmeyi başarmıştır. Türkiye’de terörist faaliyetlerde gerçekleştirme imkanı bulamayan PKK ise silahlı gücünü Kuzey Irak başta olmak üzere Ermenistan ve İran’a nakletmek durumunda kalmıştır.

Irak cephesinde ise durum Türkiye’den farklı gelişmemiştir. 1958’de başlayan BAAS iktidarı süresince Kuzey Irak’ta hayat sahası elde edilen ve dış güçlerce desteklenen Kürtler önceleri Molla Mustafa Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile daha sonra buna eklenen ve İran tarafından desteklenen Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) etrafında iki grup olarak organize olmuşlardır.

İran-Irak savaşı ve hemen arkasından gelen Körfez Savaşı sonrasında Irak rejiminin bölgede egemenliğinin kısıtlanması ile Kuzey Irak’ta büyük bir otorite boşluğu doğmuştur. Bundan istifade etmek isteyen PKK bölgede çeşitli terörist kamplar kurmuş ve militanlarını bölgede konuşlandırmıştır. KDP ve KYB ile kah çatışarak kah anlaşarak bölgedeki varlığını sağlamlaştıran PKK sık sık Türkiye içlerine sızarak terörist eylemlerde bulunmuş ve sonra tekrar bölgeye geri çekilmiştir.

1995 yılına kadar Irak yönetiminin bölgede otoriteyi sağlamasını bekleyen Türkiye, daha sonra Irak rejiminin bölgede etkisinin kalmadığını görmesi üzerine , sınır güvenliği ve PKK ile yapılan mücadelenin etkinliğini artırmak üzere Irak’a kaçan PKK’lı teröristleri takibe yönelik mahdut hedefli sınır ötesi harekat düzenlemek zorunda kalmış ve Irak yönetimi de Türkiye’nin bu harekatlarını sınırlı ölçüde kalması şartı ile kabul etmiştir. Türkiye 1926 Ankara Anlaşması gereğince Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı duyma ve iyi komşuluk ilişkileri tesis etme ilkesinden hareketle , Irak aleyhine bir toprak genişlemesine yol açacak sınır değiştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunmamaya özen göstermiştir.

Fakat son 5 yıl içerisinde Kuzey Irak’ta farklı bir oluşum dikkati çekmektedir. Dış desteğini artıran KDP ve KYB son dönemde Kuzey Irak’taki etkinliğini artırmışlar KDP Erbil ve Dohuk’ta, KYB ise Süleymaniye’de kendi özerk yönetimlerini ilan etmişlerdir. Kendi bölgeleri içerisinde seçimlerini yaparak yönetimi ele alan bu kuruluşlar, güvenlik, maliye ve eğitim ve kültürel teşkilatlarını kurarak yarı resmi bir hale gelmişlerdir. Irak’a 1990’dan bu yana uygulanan gıda ambargosu ve uçuş yasağı nedeniyle bölgede rahat hareket etme imkanı bulan KDP ve KYB gerek uluslararası kuruluşlardan sağladığı dış yardımlar ve bölge ülkeleri ile yapılan gayrı resmi ticaret nedeniyle gerek bölge merkezli kaçakçılık faaliyetleri nedeniyle ekonomik açıdan iyi bir düzeye gelmeye başlamışlardır. Bölgede oluşan bu ekonomik birikim bölgede egemen olan KDP ve KYB arasındaki çıkar çatışmasını artırmaya başlamıştır.

Bu çıkar çatışmasının bölgede yaratacağı kaosun farkına varan ABD 1997 yılında KDP ve KYB arasındaki çatışmaların sona ermesini bölgede dengelerin oluşması için Washington Anlaşması ile taraflar arasında mutabakata varılmasını sağlama yolunda ilk adımı atmıştır. Buna rağmen KDP ve KYB arasındaki çıkar çatışması sona ermemiştir.

1999’dan itibaren Türkiye’deki hareket sahasını kaybeden ve silahlı güç olarak KYB ve KDP’den daha üstün durumda olan PKK terör örgütünü karşı karşıya getirmeye başlamıştır.

2000 yılından günümüze kadar bölgede gelişen önemli olaylar şu şekilde olmuştur.

KYB 2 Ocak 2000 tarihinde kendi bölgesinde yerel seçimlerini yapmış ve bu seçimle beraber ,daha önce PKK ve KDP tarafından açılan TV istasyonlarına ilaveten kendi TV istasyonunu faaliyete geçirmiştir. Seçimler sonrasında bir açıklama yapan Talabani ; Irak’taki mevcut yönetimin devamından yana olduğunu belirtmiştir.

Bölgedeki egemenliğini iyice kaybetmeye başladığını gören Irak, bölgedeki petrolün kontrolünü kaybetmeye başlayan AB ve Rusya’nın desteğinin artmaya başladığını görmesinden sonra 5 Ocak 2000’de Ankara’daki elçiliği aracılığı ile Türkiye’ye bir mesaj PKK’yı desteklemediğini açıkladı.

Irak’ta yönetim aleyhinde faaliyet gösteren ağırlıklı olarak KDP, KYB ve Saddam aleyhtarı Arapların ittifakından oluşan Irak Ulusal Konseyi Şubat 2000’de Washington’a giderek son gelişmeleri ele aldılar bunu hemen akabinde ABD Dışişleri Bakanlığı Kuzey Körfez ilişkileri Direktörü Faillo DIPPLE başkanlığında ABD’li ve Türk Dışişleri yetkililerinden oluşan bir heyet 8-12 Şubat 2000 tarihleri arasında , Washington barış sürecinin işleyişi ve insani ihtiyaçların tespiti konularında danışmalarda bulunmak üzere Kuzey Irak'a gitti. KDP ve KYB yetkilileri ile görüşmelerde bulunan heyet, bölgedeki durum, Washington Anlaşması'nın işleyişi ve BM'nin gıda karşılığı petrol satışı konularında son durumu yerinde tespit ettikten sonra BM'nin gıda karşılığı petrol satışı uygulamasından elde edilen gelirin yüzde 13'ünün, Kuzey Irak'taki Kürtlerin yaşadığı üç bölgeye tahsis edilmesi konusu da ele adı.

Kuzey Irak’ta yapılan bölgesel ticaret ve terör örgütü PKK ile olan ilişkiler nedeniyle Türkiye sağlıklı bir ilişki sürdürmek zorunda olan KYB ve KDP’nin Ankara olan ilişkileri bu dönemden sonra değişik bir seyir izlemeye başladı.

27 Şubat’ta Türkiye ile Irak arasında başlayan Karma Ekonomik Konsey toplantısı nedeniyle , Kuzey Irak’ta aleyhine bir gelişme olabileceğinden endişe duyan Talabani aynı gün Ankara’ya bir heyet göndererek , Türkiye’den kendisine de KDP ile eşit oranda davranmasını ve daha fazla yardım yapılmasını bunu karşılığında da PKK ile olan mücadelesini artıracağı mesajını gönderdi.

20 Mart 2000’de KDP’nin Ankara temsilciliğinde gerçekleştirilen Nevruz Kutlamasının batılı ülke diplomatlarının büyük ilgi göstermesi nedeniyle adeta bir milli gün kutlamasına dönüşmesinden büyük rahatsızlık duyan Türkiye KDP’yi sert bir şekilde uyararak, bu tür faaliyetlere izin vermesinin mümkün olmadığını belirtti. Ankara’ya çağrılan KDP heyetine ayrıca Nisan ayı içerisinde Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı düzenlenecek sınır ötesi harekatına destek vermesi istendi. 1 Nisan 2000’de Türk Ordusunun Kuzey Irak’ta başlattığı sınır ötesi harekat Mayıs ayı sonuna kadar devam etti. Irak Türkiye’yi derhal ikaz ederek , Türk askeri birliklerinin operasyonlarına son vererek , ülke topraklarını terk etmesini talep etti. Türkiye ise Irak’ın PKK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetleri duruncaya kadar , PKK ile mücadelede kararlı olduğunu belirterek harekata devam etti. Bu operasyon sırasında KYB’nin PKK’ya karşı tavır almadığı dikkat çekti. Türk ordu birliklerinin Kuzey Irak operasyonunun sona ermesinin ardından KDP ile KYB arasında gerilim artmaya başladı. Türk Ordusunun operasyonu sırasında, KYB’nin tarafsız kalmasından memnun olan PKK bu gerilimde KYB’yi destekledi ve KDP’ye ait bölgelerde bombalı saldırı eylemleri düzenledi.

Türk Dışişleri tarafından 15 Haziranda Bağdat’a yapılan bir ziyarette , Irak’a Kuzey Irak’taki otoriteyi sağlaması için bir kez daha uyararak petrol karşılığında gıda programı çerçevesinde Türk firmalarına daha fazla proje verilmesi gerektiğini de vurguladı.

Haziran ayında ABD yetkilileri ile Washington’da yapılan görüşmeler sırasında Iraklı Türkmenlerin dışlanmasından sonra KDP kendi bölgesinde bulunan Türkmen kuruluşlarına karşı saldırılarını yoğunlaştırmaya başladı. 10 Temmuz 2000 günü Türkmen Cephesi Başkanlık binasını basan KDP’ye bağlı peşmergeler 2 Türkmeni öldürürken, binayı da tamamen tahrip ettiler. KDP’nin Türkmenlere yönelik bu saldırısının Türkiye’de hoş karşılanmayacağını değerlendiren PKK, bu gelişmeler üzerine Türk ordusunun gerçekleştirdiği Bahar operasyonu sırasında KDP’nin Türk Ordusu ile işbirliği yapmasından rahatsızlık duyan PKK 10-19 Temmuz KDP ile çatışmaya girdi.

KDP’nin sıkıştığını ve yalnız kalmaya başladığını gören Talabani bu fırsattan istifade etmek için 25 Temmuz 2000 Ankara’ya gelerek kendisine daha fazla yardım ve destek sağlanması halinde PKK ile işbirliğini kesmeye hazır olduğunu, yalnız kendisinden daha fazla silahlı güce sahip olan PKK’yı ikna edebilmesi için, PKK militanlarının uygun şartlarda Türkiye’ye dönmesine izin verilmesini talep etti. KDP ile sorunlarının çözümünde aracılık yapmasını istedi. Türkiye Talabani’nin PKK ile ilgili talebini memnunlukla karşılamakla beraber PKK militanlarının kayıtsız şartsız teslim olmak koşulu ile Türkiye’ye dönmesine karşı olmadığını bir kez daha hatırlatarak, eğer bölgede kontrolün kendisinde olduğunu ispat edebilmek için daha fazla çaba göstermesinin gerektiğini vurgular. Bunun üzerine KYB 15 Eylül’de, PKK’ya karşı askeri harekat başlattı.

Ankara’nın Talabani ile yakınlaşmaya başlamasından rahatsız olan ve yalnızlığa itildiğini gören Barzani bu gelişmeler üzerine İran ile diyalog arayışına girdi. KDP Başbakanı Neçirvan Barzani İran’a gitti. Türkiye ile başlayan yumuşama süreci ve iki ülke arasında doğal gaz anlaşmasının imza sürecinde olması nedeniyle İran Barzani’nin bu talebini sıcak karşılamaz ve sorunlarını Ankara ile halletmesi gerektiğini açıkça ifade eder. Bunun üzerine Barzani 4 Ekim 2000’de Ankara’ya geldi. Ankara’nın kendileri ile KYB arasındaki dengeleri bozduğunu iki kuruluş arasında farklılık yaratılmasından rahatsız olduğunu belirten Barzani hemen akabinde Türkiye’ye bu konuda baskıda bulunulması için İngiltere’ye gitti. Bu tarihte ABD Kongresinde ele alınan Ermeni yanlısı yasa tasarısı nedeniyle Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin gerginleşeceğini ve Türkiye’nin ABD’ye karşı Irak konusunda bazı önlemler alma arifesinde olduğunu gören Barzani bu fırsattan istifade etmek istedi ise de istediği desteği bulamadı.

Türkiye Temmuz ayında Türkmenlere baskı uygulayan KDP’yi uyararak II nci Türkmen Kurultayının 20 Kasım 2000 ‘de Erbil Kentinde yapılmasını sağladı.

4 Aralık 2000’de KYB , PKK kamplarına yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Saldırı öncesinde İran’dan da destek alan KYB bu saldırısı karşısında Kürdistan Ulusal Kongresi KYB’yi uyararak çatışmaların durdurulmasını istedi. Çatışmaların uzaması üzerine Türkiye’nin K.Irak’ta Operasyon yaptığı söylentileri yayıldı. Türkiye ; İran’ın da desteklediği KYB’nin saldırısına paralel olarak bu çatışmaya katılmasını için baskı KDP’yi de uyardı. Bu operasyon ile Türkiye, 2001 bahar aylarında PKK’yı hedef alan sınır ötesi operasyonu öncesinde PKK’nın direncini azaltmayı hedeflemiştir. Ocak ayı içerisinde UPI tarafından hazırlanan bir raporda PKK’nın Türkiye için hala bir tehdit olduğu vurgulanarak, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının ABD tarafından desteklendiği vurgulanmıştır.

Çatışmalar devam ederken 8-10 Ocak tarihleri arasında Ankara’ya gelen Talabani Türkiye’den eğitim ve imar konusunda yardım isterken , Türkiye ile Irak arasında 2 nci bir sınır kapısının açılmasını talep etti.

Bu arada Türk Emniyet Genel Müdürlüğü 31 Ocak tarihini taşıyan ve Türk basınında da yer alan raporunda Hizbullah Terör örgütünün Kuzey Irak’ta yerleşme niyeti içerisinde olduğunu açıkladı.

1 Şubat 2001 tarihinde Türk Dışişleri Bakanlığı ; Irak Ulusal Konseyinin Washington’da ABD yetkilileri ile yapacakları görüşmede Türkmenleri dışlamaları nedeniyle , KDP ve KYB’ye uyararak ,Kuzey Irak’ta Türkmenlerle işbirliğini artırmalarını , KDP ve KYB’nin PKK ile yapılan mücadelede Türkiye’nin yanında olmasını ekonomik açıdan 2 nci kapının açılması için bunu gerekli olduğunu vurguladı.(11)

Bu arada Türkiye’nin PKK’ya yönelik önlemlerinin arttığını gören PKK 2 Şubat 2001’de yayınladığı bir bildiri ile Hizbullah yandaşlarını da yanına çekebilmek için Cihat çağrısında bulundu.

19 Şubat 2001 KDP’nin Erbil Valisi Fresno Hairiri silahlı bir saldırı sonucu hayatını kaybetti. KDP için çok önem taşıyan Hairiri’nin , KDP –Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesini engellemek ve KDP’ye gözdağı vermek için PKK tarafından öldürüldüğü sanılmaktadır. Saldırıya ilk tepki Almanya’dan geldi ve Almanya Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Tiswell Erbil’de ziyaret ettiği Barzani’ye Alman hükümetinin başsağlığı mesajını iletti. ABD Hükümeti de bunun ardından KDP’ye bir başsağlığı mesajı gönderdi.

Bu saldırı sonrasında KDP ile KYB arasında bir yakınlaşma başladı. 12 Mart 2001 tarihinde Barzani’ye bir mesaj gönderen Talabani ortak bir platformda çalışmak istediğini belirtti.

Bu olayın ardından 16 Mart’ta Fransa Paris’te bir Kürt konferansı toplanması ve insan hakları çerçevesinde Irak’taki Kürt sorununun ve Avrupa’daki Kürt göçmenler meselesinin ele alınmasını istedi. Almanya bu teklife destek verdi.

21 Mart’ta KYB ve KDP temsilcilerinden oluşan bir heyet Washington’da ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile son gelişmeleri ele alan bir görüşme yaptılar. Görüşmelerde Irak yönetimini,n Kuzey Irak’a yönelik saldırılarının önlenmesi için ABD’nin etkin garantisi talep edildi. Amerika ise bu garantiyi vermenin yanı sıra Irak’ın gıda karşılığı petrol satış programından elde ettiği gelirin % 13’ünün yiyecek, ilaç, diğer lüzumlu malzemeler ve alt yapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi için Kuzey Irak’a verileceğini bir kez daha yineledi. ABD iki parti arasındaki ilişkilerin düzelmesi için gerekli gayretin gösterilmesi gerektiğini de vurguladı. Bu mesajın etkisi çabuk görüldü. Bir KDP Heyeti 26 Mart’ta Talabani’yi Süleymaniye’de ziyaret etti.

Bunun hemen ardından Erbil’de KYB ve KDP temsilcileri bir araya gelerek iki grup arasındaki sorunların çözülmesi için bir toplantı yaptılar.

İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği 1 nci sekreteri Lian Sunders, bölgedeki son gelişmeleri izlemek üzere beraberinde İngiltere Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu uzmanlarından Malten Hider olduğu halde 9 Nisan’da Kuzey Irak’ta KDP ve KYB ile temaslarda bulundu. Sunders KYB Lideri Talabani ile Süleymaniye’de bir görüşme yaparak 1997 yılında imzalanan Washington Anlaşması uyarınca hükümetinin barış çabalarını desteklediğini vurguladı ve Talabani’yi Londra’ya davet etti.

1970’ten buyan Almanya’da yaşayan ve Alman vatandaşı olan aynı zamanda da KYB’nin İnsan Hakları ve Göçmenler Bakanlığını görevini yürüten Salah Raşit Alman Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile 9 Nisan 2001’de Almanya’da bir görüşme yaptı. Görüşmede KYB ,Irak Yönetiminin orta Irak’ta yaşayan etnik azınlıklara karşı uyguladığı baskı politikasına son vermesi için destek arayışında bulundu.

Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye’nin uğradığı ekonomik kayıplar.

1990 Körfez savaşı öncesinde Irak Türkiye’nin en önemli ekonomik partnerlerinden birisi idi. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi yıllık 7 Milyar $ civarında seyretmekte idi. Savaş sonrasında Irak’a uygulanan ambargo Türkiye’ye büyük bir darbe vurmuş, bu ambargo nedeni ile Türkiye 40 Milyar $’lık bir kayba uğramıştı.

Irak ile arasındaki ekonomik ilişkileri tekrar eski düzeyine getirmeyi ve Irak’a BM gözetiminde uygulanan gıda karşılığı petrol projesindeki payını artırmayı amaçlamakta , bu çerçevede de son 1999’dan bu yana Irak ile ekonomik ilişkilerini düzenlemektedir.

27-29 Şubat 2000’de toplanan Türkiye – Irak Karma Ekonomik Konseyi’nde, Irak Ankara’dan Türkiye’nin Irak’taki yatırımlarını artırmasını isteyerek, karşılığında Türkiye’nin enerji sıkıntısını hafifletebileceklerini söyledi. Türkiye ise BM kararları dışında daha fazla petrol almak istediğini, bu amaçla sınır ticaretini artırmayı, taksitle ödeme imkanı sağlayabileceğini belirtti.

6-17 Haziran 2000’de Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Bağdat’ta yapılan Türkiye-Irak 9 ncu istişare toplantısına katıldı. Türkiye Irak’a Kuzey Irak’ta otoriteyi sağlayın, biz Irak’ın toprak bütünlüğünün devamından yanayız mesajı verilirken, Irak ; Türkiye’nin Türkmenleri kışkırtacak etkinliklerden uzak durmasını talep ederek, Kuzey Irak’tan çekilmesini istedi.

8-10 Temmuz 2000’de Türkiye-Mısır ve İran , Irak sorununu görüşmek üzere Kahire’de bir araya geldi. Toplantıda Irak ile ilgili son gelişmeler ve alınabilecek tedbirler ele alındı.

Türk –Irak Karma Ekonomik Konsey Toplantısının ilk sonuçları alınmaya başlandı. 17 Temmuz’da bir Türk firması Irak’ta 6 adet trafonun yapım ihalesini kazandı. aldı. Ağustos ayı içerisinde TPAO Irak’ta 20 petrol kuyusu açılması ile ilgili ihaleyi kazandı. Irak, TPAO’ya 2 Milyon Varil petrol dağıtım ihalesini verdi. Irak bunun karşılığında Türkiye’den ikinci bir sınır kapısının açılmasını talep etti.

27 Eylül 2000 ABD Kongresinin Ermeni Soykırımı yasasını görüşmesi üzerine , Türkiye ABD’ye karşı önlemler alma kararı verdi. 4 Ekim 2000 ABD Kongresin Uluslararası İlişkiler Komitesinde alınan Ermeni Soykırımı yasasının ABD Kongresine görüşülmesi kararı üzerine ABD’ye karşı alınması planlanan önlemeler alınmaya başladı. Bu çerçevede Irak ile ilgili olarak ;

Irak’a tıbbi yardım

Irak’a büyükelçi atanması

Keşif Gücün süresinin kısıtlanması

İncirlik Üssünün kullanımının kısıtlanması

Demiryolu ulaşımının canlandırılması kararları alındı.

Bunun arkasında 9 Ekim 2000’de Türk tıbbi yardım malzemesini taşıyan uçak Irak’a indi 11 Ekim 2000 Türkiye, ABD Temsilciler Meclisinde oylanacak Ermeni Soykırımı yasa tasarısı öncesinde ABD’yi uyararak 10 yıldır kapalı tuttuğu Yumurtalık Boru Hattını açacağını bildirdi. Bu amaçla 10 Ekim günü Enerji Bakanlığı heyeti Irak’a gitti. Heyet Irak’a Kerkük –Yumurtalık hattına paralel ikinci bir boru hattının inşa edilmesini önerdi. 11 Ekim 2000 günü ikinci bir Türk tıbbi yardım uçağı Bağdat’a indi. 31 Ekim 2000 Devlet Bakanı Tunca Toskay Başkanlığındaki bir heyet Bağdat Uluslararası Fuarının açılışına katılmak üzere , tıbbi yardım uçağı ile birlikte Irak’a gitti.

18-19 Aralık 2000 Türkiye-Irak Siyasi danışma Toplantısı Ankara’da yapıldı.

Demiryolu projesi

İnsani yardımın devamı

Keşif Gücün süresinin uzatılmaması

Yeni sınır kapısının açılması (Habur’un 10 Km. güneyinde açılacak ve KYB bölgesinde olacak) kararları alındı.

12 Ocak 2001’de Türkiye’nin Bağdat Büyükelçisi Mehmet AKAD görevine başladı. 1 Şubat 2001’de ABD Yönetimi Türkiye’nin Irak’a Büyükelçi atamasını üzüntü ile karşıladığını belirtti. 12 Şubat 2001 12 kişilik Türk Parlamento Heyeti Irak’a gitti. 18 Şubat 2001 7-11 Mayıs 2001 tarihleri arasında Bağdat’ta Türk ihraç ürünleri sergisi açılması kararı alındı.

Bu toplantılar devam ederken ABD ve İngiliz Hava Kuvvetlerine mensup uçaklar 17 Şubat’ta Bağdat’ı bombaladılar. ABD’nin yeni yönetimi Irak ile ilgili düşüncelerini uygulamaya koymaya başlamıştı. AB ile yakın ilişkiler kurmaya başlayan Irak ağır bir şekilde uyarılırken, AB’ye üyelik konusunda karar aşamasına gelen Türkiye’ye de ikaz mahiyetinde bir uyarı yapıldı. Irak ile olan ilişkilerine BM kararları çerçevesinde devam et.

Türkiye ABD’nin bu uyarısına soğukkanlı bir yaklaşım ile cevap verdi. Dışişleri Bakanı İsmail CEM Mart sonunda ABD’de yaptığı temaslar sırasında , Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle Türkiye’nin uğradığı kayıpları vurgularken, Ürdün ve Iran üzerinden Irak’a yapılan ticaretin çok büyük boyutta olduğunu, Türkiye’nin ; BM gözlemcilerinin Türkiye ile Irak arasında cereyan eden ticaretin denetlemesine karşı olduğunu açık bir şekilde ifade etti.

 

SONUÇ

Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi sürecinde gündeme gelen konulardan birisi olan Ortadoğu petrollerinin batılı güçlerin kontrolü altına alınması ve çerçevede bölgede Kürdistan adı altında siyasi bir yapılanmaya gidilmesi süreci ile başlayan Irak meselesi , kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin karşılaştığı en önemli sorunlardan birisidir.

Konunun Türkiye açısından iki boyutu vardır. Güvenlik ve Ekonomi.

Petrol alanlarını Türkiye’ye vermemeyi öngören bir sınırı kapsayan masabaşı çalışması sonrasında ortaya çıkan ve doğal sınırlara dayanmayan Türk-Irak sınırı , bölgede 80 yıldır devam eden çatışmaların ve güvensizlik ortamının temel nedenini oluşturmaktadır.

Türkiye’nin güneyinde önemli su ve ekonomik zenginlik kaynaklarını içeren bir bölgenin Türkiye’den kopartılmasını hedefleyen Kürdistan projesi, Misak-ı Milli çerçevesinde Türkiye’ye yöneltilen önemli bir tehdittir.

Türkiye ile İran arasında çeşitli anlaşmazlık konuları olsa da çizilmiş olan ve doğal engellere dayanan bir sınırın mevcut olması günümüzde gerek Türkiye ile İran arasında gerek Irak ile İran arasında bir sınır değişikliği ne gidilmesini olanaksız kılmaktadır. Çünkü coğrafi, sosyal, kültürel,tarihi ve ekonomik açıdan farklı bölgeleri ayıran bu sınır İran ile batı komşuları olan Türkiye ve Irak arasında stabil bir güvenlik kuşağı yaratmıştır.

Fakat 1926 yılında o günün koşulları içerisinde imzalanan Ankara Anlaşması ile çizilen Türkiye-Irak sınırı, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikasında önem kazanan bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de faaliyet gösteren bazı terör grupları kolaylıkla sınırın öbür tarafına geçebilmekte , burada mevcut olan otorite boşluğundan istifade ederek burada üslenmektedir. Ülkesindeki terörü sona erdirerek huzur ve refah ortamı sağlamaya çalışan Türkiye , dış kaymaklarca da beslenen kendisine yönelik terörü sona erdirmeye kararlıdır.

Öte yandan ekonomisi güçlü ve huzur içerisindeki bir Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkasya’da statükonun ve barışın sağlanması için gerek ve şart olduğunu göz ardı etmemek gerekmektedir.

Bu nedenle Irak’taki mevcut statükonun değişmesi söz konusu olacak ise bu değişimin Türkiye’nin çıkarları ile örtüşmesi bölgesel barışın devamı için gereklidir.

 
____________________________________________________________________________
Kaynak : INAF Araştırma - Nisan 2001