K
O N U L A R
|
ANA
MENÜ |
ULUSLARARASI
TERÖRİZM |
OSAMA
BİN LADEN BİN MUHAMMED |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ - TÜRKÇE
- |
ÜLKE
ETÜDLERİ |
T
Ü R K İ Y E |
KUZEY
KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ |
YUNANİSTAN |
BATI
TRAKYA |
ERMENİSTAN |
GÜNEY
KIBRIS RUM KESİMİ |
I
R A K |
KUZEY
IRAK |
İRAN
İSLÂM CUMHURİYETİ |
RADİKAL
İSLÂMİ HAREKETLER |
SURİYE |
FİLİSTİN |
ALEVİLİK |
AZINLIKLAR |
ASURİLER,
KELDANİLER, YEZİDİLER |
KAFKASYA,
ORTA ASYA,
TÜRK DÜNYASI |
ASYA,
ORTA
DOĞU, ATLAS, KÖRFEZ ÜLKELERİ |
İSTİHBARAT
VE GÜVENLİK KURULUŞLARI |
TÜRKİYE'DEKİ
DİPLOMATİK MİSYONLAR |
ULUSLARARASI
KURULUŞLAR |
DİNLER,
MEZHEPLER, TARİKATLAR |
ANARŞİZM
- ANARŞİSTLER |
BİZANS,
PONTUS, KIBRIS, ANTİ-TÜRK |
ORGANİZE
SUÇLAR |
ÖNEMLİ
GÜNLER |
YAZILAR |
FORUMLAR |
ÇEŞİTLİ |
INTERNET
MEDYA |
D O W N
L O A D |
|
|
GÖRÜŞ,
ÖNERİ VE KATKILARINIZ İÇİN |
tangoweb@hotmail.com |
|
|
Kuruluş |
30 Ağustos 1999 |
Güncelleme |
25 Şubat 2002 |
|
|
| |
DİNLER,
MEZHEPLER, TARİKATLAR |
|
EHL-İ
SÜNNET'E GÖRE MEZHEPLER |
|
ALEVİ
- ALEVİLİK |
|
Dördüncü
halife Hz. Ali'nin soyundan gelen, onu diğer sahâbeden ve diğer üç
halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düşüncesi,
ister açıkça, ister gizlice, Ali'ye uyup onun Kur'an'daki nâs ve
Resulullah (s.a.s.)'ın vasiyetiyle imamlığa tayin edildiğini ileri süren;
imametin* onun soyundan dışarı çıkmayacağına inanan ve onu diğer
sahâbeden üstün gören zümrelerin başlattığı fikir ve siyasî
kavgalarla ortaya çıkan" hareketin genel adıdır. Bu fikir ve
harekete katılanlar, Ali'ye (r.a.) uydukları ve onu, öteki sahâbîlerin
önüne geçirdikleri için Alevî; buna taraftar olanlara da 'tarafını
tutan' anlamında "Şia" denilmiştir. Şia, Alevîliğin ifade
ettiği katılıktan daha mûtedîl bir kelimedir ve İslâm âlimleri
Alevîlik için Şia'dan farklı olarak 'Râfıza' 'Ravâfız' tabirlerini
kullanırlar. İslâm tarihinde Hz. Peygamber'den sonra halîfe olarak Hz.
Ali'yi tanıyanlara, Ali'ye mensup, inancı bakımından, Ali taraflısı
anlamında "Alevî" tabiri kullanıldı. Alevîlik, halifelikte
Hz. Ali'nin hakkının yendiğini, sahâbenin Hz. Peygamber'den sonra Ebû
Bekr*'e bey'at etmekle, İslâm'a aykırı hareket ettiği iddiasını
yansıtır. Alevîler Hz. Ali'nin hilâfette hak sahibi olduğunu şu
sebeplere dayandırırlar: Ali*, Hz. Peygamber'in tabii olarak varisiydi.
O, İslam'ı ilk kabul eden kimsedir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcasının
oğlu ve damadıdır. İslâm savaşlarının kahramanıydı. Yaşadığı
sürece Hz. Muhammed'in en yakın yardımcısıydı. Onun bütün işlerine
bakardı. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali'ye olan sevgisini ve güvenini
bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacağına işaret etmiştir.
Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer* ve Osman*'ın işbaşına getirilişini
batıl saydılar. Yani bunu şerîat kurallarına ve Hz. Peygamber'in sünnetine
aykırı görerek bununla savaşmayı dinî bir görev kabul ettiler.
Ancak, Hz. Peygamber'in, Hz. Ali hakkında söyledikleri ve Ali'nin üstünlükleri
doğru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve
Hz. Ömer gibi diğer büyük Sahâbîler hakkında da söylemiştir. Üstelik,
hastalandığında imamlığa Hz. Ebû Bekr'i geçirmiştir. Diğer yandan
Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanların başına kimin geçeceğini
isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrılmıştır. Böyle bir hadîs
olsaydı, Hz. Ebû Bekr'in halife seçildiği sırada yapılan konuşma ve
müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-ı
kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber'den işittiğini
nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak,
Allah Resulü'nün cenaze işleriyle uğraşması yüzünden, halîfe seçimi
sırasında hazır bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun
istişare edilmemiş olması bir eksiklik sayılabilir. Fakat, Ensâr'ın
hilâfet konusunu müzâkere etmekte olduğu topluluğa Hz. Ömer'le Hz.
Ebû Bekr bile sonradan katılmıştı. Bu çok önemli meselede yanlış
bir adımın atılması endişesi ve işin kısa sürede çözülmesi zarûreti,
seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapılmasını gerekli kılmıştır.
Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr'e bey'at* etmiştir.
Müslümanlar, Ehl-i
Beyt denen 'Ali ve ailesini' öteki Ashâb-ı Kîram'dan ve Allah Resulü'nün
öteki halîfelerinden ayırmadan severler. Onun ailesine yapılan haksızlığa
ve zulme karşıdırlar ve tarih içinde de karşı olmuşlardır. Meselâ,
Ahmed b. Hanbel* (rh.a), "Ehlü's-Sünne ve'-l Hadîs"
taraftarlarının Hz. Muhammed (s.a.s.)' in ailesine hak ettikleri
muhabbeti gösterdikleri ve Ali İbn Ebî Tâlib'in (r.a.) haklarını tanıdıkları
için "Ali'nin 'şiası, taraftarı" olduğunu ifade etmektedir.
Aynı tavrı İmam-ı Â'zam da takınarak Abbasîlere karşı İmam
Zeyd'i desteklemiştir. Bu anlamda Şia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep
olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Sıddık'a (r.a.), Ömer
el-Faruk'a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.)'e ve daha pek çok ashâb-ı
kirâm'a buğz ve düşmanlık taşıyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir.
Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer İbn-i
Abdulaziz'in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali İbn Ebî Tâlib'e
(r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onların bu
yanlış hareketleri öteki müslümanları bağlamazdı. Çünkü onlar,
bütün müslümanları temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki
olayları göze alarak öteki, müslümanları zalim görmek ve göstermek
haksızlıktır ve hakdan sapmadır. Ne Resulullah'ın üç halifesi ne de
Ashâb-ı Kirâm, Ali İbn Ebi Talib hakkında düşmanlık eseri bırakmamışlardır.
Alevîlik, zaman içinde parçalanmış ve sayısı yüze varan tarîkatlara
ve yollara ayrılmıştır. Ancak bunları İmam Ebu Câ'fer es-Sâdık'ın
içtihatlarıyla amel eden ve müslümanlarla aralarında bir fark görmediklerini
söyleyen, yeryüzünde Allah'ın hâkimiyetini istediklerini haykıran
Ca'feriyye ve Zeydiye kollarına bağlı müslümanlarla karıştırmamak
gerekir. Câferî müslümanları Şia içerisinde incelerken, dünü, bugünü
ve îman-amel ilişkisiyle gözönüne almak ve ona göre değerlendirme
yapmak faydalı olacaktır. Câferîlerle, Zeydîleri Alevîliğin diğer
kolları olan Batînîler, * Karmatîler, * hatta kuzey Afrika ve Mısır'da
uzun yıllar hüküm süren Fâtımîlerden, bugün Anadolu'da yaşayan
Alevîler'den, Lübnan ve Suriye'deki Dürzî ve Nusayrîlerden ayırt
etmek gerekir.
Alevîlerden Gulât
olanlar yani aşırı gidenler Hz. Ali'de, diğer halifelerde bulunmayan
ilâhî nitelikler ve özellikler olduğuna inanıyorlar. İslâm
tarihinde bu görüşü ve inancı daha da ileri götürerek, Allah'ın
Ali'nin varlığında, insan suretinde görünüş alanına çıktığını,
onun bir ilâh-insan olduğunu söyleyenler bile çıktı. Ali'nin mehdi
olduğunu, ölmediğini ve kıyamet gününden önce çıkarak dünyada
adaleti sağlayacağını öne sürdüler. Bunlar "sebeîler"dir.
İslâm'da ilk dînî ayrılık hareketini teşkil eden ilk Alevîlik, Hz.
Ali daha hayatta iken San'alı bir Yahudi olan İbn Sebe'nin telkini ile
başlamıştır. Bundan sonra Ali'nin ve soyunun, hatta İbn Sem'an, Ebû
Mansur el-İclî, Ebu'l-Hattâb, Horasanlı Ebû Müslim gibi Ali ile aile
bağı bulunmayan ve sadece taraftarlık yapan birtakım yabancıların öncülük
ettiği tenâsüha, ibâhaya, farzları terketmenin caiz olduğuna ve imanın,
imamı bilmekten ibaret bulunduğuna inanan birçok Alevî kolları
meydana çıkmıştır.
Dağınık Alevî
kollarını birleştiren Câ'fer es-Sâdık'*a bir aralık gidip gelen ve
inanışlarında İslâm'a aykırı şeyler bulunduğu için kovulan, İmam
Câfer'in lânetlemesine uğrayan Ebî Mansur el-İclî ile Ebû'l-Hattâb'ın
ekolü, "İsmâiliye*" veya "Yedi İmam" mezhebini oluşturmuştur.
Batınîlik adı verilen bu mezhep Yemen'de kökleşmiş, Irak, İran,
Horasan ve Türkistan'a kol atmış ve batıda Endülüs'e kadar yayılmıştır.
Bu mezhepten olanlar Bahreyn'de ve Ahsâ'da Karmatiyye mezhep ve hükümetini,
Kûfe'de ve Basra'da birçok ihtilâlleri, Mağrip'te önce "Alevî Hükûmeti"ni,
sonra Mısır'da Fâtımî halifeliğini vücûda getirmişlerdir. Cebel-i
Dürûz'da Lübnan'da yaşamakta olan "Dürzîlik"le daha birçok
fırka ve mezhepler Batınîlikten doğmuştur. Muhammed b. Nusayr de bu
arada bugün Suriye, Lübnan ve Adana yöresinde sâlikleri bulunan
"Nusayrîlik"i kurmuştur.
Hz. Ali'nin ölümünden
sonraki gelişmeler, özellikle Kerbelâ olayı Hz. Hüseyin'in şehid
edilmesi, Alevî topluluğun siyasî bir görüş çevresinde toplanmasına
yol açtı. Sonraları Şia (Şiîlik) adını alan ve daha çok İran'da
gelişen Alevî mezhebinin özünü besleyen bu olaylar zinciri oldu. İslâm
ordusunun doğuya doğru ilerlediğini gören İran, bağımsızlığını
kaybedeceğini anlayınca, İslâm'ın içinde doğan ve gelişen Hz. Ali
taraftarlığını eski dîn ve siyasetleriyle kaynaştırarak benimsedi.
Bundan Alevîliğin, bir başka kolu doğdu. Alevî inancı bu yeni ad altında
hızla gelişti. Bu inanca, ruhun bedenden bedene geçişini (tenâsüh)
kabul eden Hind inançları da yine İran etkisiyle karıştı.
Anadolu Alevîliği
ise, sadece Batınîlik'in devamı değildir. Yesevî, Kalenderî, Hayderî
gibi Türk tarikatlarının, Hurûfiliğin, Vücûdiyye ve Dehriyye inançlarının
karıştığı, bazı Türk gelenek ve göreneklerinin ve halk şiirinin
yaşadığı bir dünyadır. Onda "tenâsüh", "hulûl",
"ibâha" ve bir çeşit "iştirak" ilkeleriyle
birlikte, Türk şölenlerini andıran âyinler de görülür. XIII. yüzyılda
Anadolu'nun fikir hayatında Orta Asya'dan ve Horasan'dan göçen bilgin
ve mutasavvıfların derin etkileri olmuştur. Bu arada Harezm'li göçmenler,
köylere varıncaya kadar Anadolu'nun dînî havasının değişmesine yol
açmışlardır. Bu tarihi kökenlere dayanan Alevîlik günümüzde varlığını
sürdürmektedir. Şiîlik, Bektâşîlik ve Kızılbaşlık gibi Alevî
kollarının özel törenleri, toplantıları bulunmaktadır. Bu kolların
hepsinde Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehid edildiği 10. Muharrem günü
kutsal olup, matem günü kabul edilir. Şiîler o gün, özel anma törenleri
düzenler, dövünür, ağlar, yakınırlar. Kızılbaş ve Bektâşîler
bu günün acısını çeker, fakat dövünmezler. Alevî törenlerinin en
büyüğü kadınların da katıldığı "cem âyini"dir. Bu tören
cuma günleri düzenlenir. Cem âyininin küçüğüne "dernek"
denir. Bu toplantılar sazlısözlü, içkili olur. Özel zikirler yapılır.
Töreni yöneten dede tarafından bir sure veya ayet okunur. Ayrıca cem'âyininden
başka "görgü âyini", canlardan birinin diğerini şikâyeti
hâlinde "sorgu âyini" düzenlenir. Nevrûz, hem bahar bayramı,
hem de Hz. Ali'nin doğum günü sayıldığı için, genellikle kutsal
kabul edilir ve törenler düzenlenir .
Alevîlik İran'da
olduğu gibi Anadolu'da da daha çok şiir ve edebiyatla yayılmıştır.
Alevîlerin büyük tanıdığı yedi şair; Nesimî, Fuzûlî, Hatâî, Pîr
Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî'dir. Bunlardan Nesimî ve
Fuzûlî dışındakiler tam batinîdirler.
Yollarını müstakil
bir dîn ekolü ve İslâmiyetin esası kabul eden Alevîler, Hz.
Peygamber, Hz. Ali, Oniki İmam ve Hacı Bektaş Velî'yi kendi yorumcu ve
düşünürleri sayarlar. |
____________________________________________________________________ |
Kaynak
: Alevilerin Forumu - 02.09.2001 |
|