K
O N U L A R
|
ANA
MENÜ |
ULUSLARARASI
TERÖRİZM |
OSAMA
BİN LADEN BİN MUHAMMED |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ - TÜRKÇE
- |
ÜLKE
ETÜDLERİ |
T
Ü R K İ Y E |
KUZEY
KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ |
YUNANİSTAN |
BATI
TRAKYA |
ERMENİSTAN |
GÜNEY
KIBRIS RUM KESİMİ |
I
R A K |
KUZEY
IRAK |
İRAN
İSLÂM CUMHURİYETİ |
RADİKAL
İSLÂMİ HAREKETLER |
SURİYE |
FİLİSTİN |
ALEVİLİK |
AZINLIKLAR |
ASURİLER,
KELDANİLER, YEZİDİLER |
KAFKASYA,
ORTA ASYA,
TÜRK DÜNYASI |
ASYA,
ORTA
DOĞU, ATLAS, KÖRFEZ ÜLKELERİ |
İSTİHBARAT
VE GÜVENLİK KURULUŞLARI |
TÜRKİYE'DEKİ
DİPLOMATİK MİSYONLAR |
ULUSLARARASI
KURULUŞLAR |
DİNLER,
MEZHEPLER, TARİKATLAR |
ANARŞİZM
- ANARŞİSTLER |
BİZANS,
PONTUS, KIBRIS, ANTİ-TÜRK |
ORGANİZE
SUÇLAR |
ÖNEMLİ
GÜNLER |
YAZILAR |
FORUMLAR |
ÇEŞİTLİ |
INTERNET
MEDYA |
D O W N
L O A D |
|
|
GÖRÜŞ,
ÖNERİ VE KATKILARINIZ İÇİN |
tangoweb@hotmail.com |
|
|
Kuruluş |
30 Ağustos 1999 |
Güncelleme |
25 Şubat 2002 |
|
|
| |
ALMAN İSTİHBARATI VE KAPLANCILAR |
|
Dr. Necip Hablemitoğlu
|
|
|
Alman İç İstihbarat Servisi'nin kontrol ve güdümünde Türkiye karşıtı
eylemlerini sürdüren PKK, Dev-Sol, TİKKO, Milli Görüş Teşkilâtı gibi
terör örgütü ve radikal grupların arasında "Kaplancı"ların mümtaz
(!) bir yeri vardır.
Kendi Anayasasında Komünist Partisi'nin kurulmasına
olanak tanımayan Alman Devleti, Türkiye'den kaçan tüm komünist terör örgütlerinin
militanlarına -sığınmacı statüsü ile maaşa bağlayarak- destek vermekte;
yine Anayasasına göre laikliği temel kural kabul eden bu devlet, Türkiye'deki
tarikatların ve mezhepsel yapılanmaların kendi ülkesindeki uzantılarına da
adeta kol-kanat germektedir.
Bırakınız uzak geçmişi, Hitler döneminin en yüzkızartıcı
insan hakları ihlâllerinin hâtıraları ve müzeye dönüştürülen toplama
kampları gibi somut izleri dururken; Türkiye ile ilgili olarak,
"Ermeni", "Pontus", "Kürtçülük" gibi çarpıtılmış
etnik sorunları bahane ederek insan hakları sorgulamasında bulunabilmektedir.
Kesin olan gerçek şu ki, Alman Devleti, sadece Alman kökenli vatandaşları için
bir "Hukuk Devleti"dir. AB ülkeleri dışında kalan "arka bahçe"
ya da bir başka ifadeyle "hayat alanı" içindeki ülkeler içinse
bir "Faşist Devlet"tir.
Bu çifte standart, Alman ırkçılığı ile
özdeşleşen devlet politikasının tipik göstergesidir. Sadece Türkiye'den
şu veya bu şekilde gidip de Alman İç İstihbarat Servisi'nin kontrol ve güdümünde
eylem koyan komünist, bölücü, mezhepçi-şeriatçı militanlar için tanınan
hak ve özgürlükler, Alman Devletinin hasım yüzünü ortaya koymaktadır:
1.
Türkiye'de terör olaylarına karışıp da hakkında "kırmızı bülten"
çıkarılmış onbinlerce terörist, suç dosyalarındaki cinayet ya da benzeri
suç fiillerine bakılmaksızın, iade edilmek bir yana, "sığınmacı"
statüsünde kabul görüp, sosyal yardımlarla bizzat Alman Devleti tarafından
beslenmektedir. En son yaklaşık 30.000 Türk vatandaşının ölümünden
sorumlu Abdullah Öcalan'ın yargılanması ile ilgili olarak bu ülkenin takındığı
tutum, bir hukuk devleti olmanın ötesinde, oportünist bir faşist devletin tüm
belirtilerini ortaya koymaktadır.
2. Almanya'daki ve de AB ülkelerindeki uyuşturucu
trafiğinin önemli bir bölümünü, "sığınmacı" statüsünde
kabul edilmiş militanlar gerçekleştirmektedir. Keza, boyutları büyük meblağlara
ulaşan haraç, kalpazanlık, beyaz kadın, kaçak göçmen ve illegal silah
ticareti, siyasal cinayet, kamu malına zarar, hırsızlık, çevre kirliliği,
yasadışı gösteri gibi suçların önemli bir bölümü, sözkonusu sığınmacı
statüsü tanınmış militanlar marifetiyle işlenmektedir. İşlenen bu suçlarla,
yakalanıp da cezaya çarptırılanların oranına bakıldığında, Almanya,
"fail-i meçhuller" açısından dünyanın en ileri (!) ülkesidir.
3. Eylemleriyle Türkiye'ye ait sefaret binalarına, THY ve Turizm Bürolarına
zarar vermenin de ötesinde ileri gidenler, yani sınırları önceden
belirlenmiş suç işleme hakkını (!) suistimal ederek Almanya'nın imajını
zedeleyenler, özel mülke zarar verenler ya da kamu mallarını tahrip edenler,
-bazı hallerde- gözaltına alınabilmektedir. Ancak, yargılama süreci başlamadan
Alman İç İstihbarat Servisi'nin militan gözlemcisi konumundaki avukatları
devreye girmekte; servisin kontrol ve güdümünü ve de tetikçiliğini üstlenenler
salıverilmektedir. Böylece, onbinlerce militan, Alman "derin
devleti"nin mutlak gözetiminde tasmalanmaktadır. Sınırdışı ya da Türkiye'ye
iade işlemi, militanlar yerine, basit ve önemsiz disiplin suçları işlemiş
Türk işçi çocukları için uygulanmaktadır.
I. BND VE ALMANYA'DAKİ TÜRK
ŞERİATÇILARI
1970'lerin başlarına kadar, Türkiye'nin etnik ve dinsel
sorunları ile ilgili sosyal istihbarat çalışmaları yürüten ve bu çalışmalar
için bağlantılı akademisyenleri (filolog, tarihçi, sosyal antropolog vb.)
kullanan Alman İç İstihbarat Servisi, bu yıllardan itibaren ajitasyon
faaliyetlerine hız vermiştir. Nedenine gelince, Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu
gibi konularda bütün Avrupa ülkeleri gibi Almanya'nın da Türkiye'ye husumet
göstermesi üzerine, Türk Basınında bazı kalemler bir kampanya çağrısında
bulunmuşlardı: "Türk işçileri, Alman bankalarındaki tasarruf
mevduatlarınızı hemen çekin ve Türkiye'deki bankalara yatırın!".
İşte bu kampanyanın Alman ekonomisini zora soktuğunu; Alman Devletinin imaj
ve otoritesine zarar verdiğini saptayan Alman İç İstihbarat Servisi, Türk
sağı ile doğrudan ilgilenmeye başlamıştır.
İlk hedef, liderliğini M.
Serdar Çelebi'nin yaptığı Avrupa Türk Dernekleri Federasyonu olmuştur. Türkiye
aleyhine Avrupa'da yürütülen her türlü kampanyaya karşı dev kitlesel
protesto eylemleri ile karşılık veren bu örgütü pasifize etmek, mümkünse
de parçalamak için, yöneticileri büyüteç altına alınmıştır. Gerek,
"Papa Suikastı" olayına adı karışan Serdar Çelebi ve gerekse uyuşturucu
trafiği ile ilişkili bazı üst düzey yöneticiler ve aktif üyeler, Alman İç
İstihbarat Servisi marifetiyle gözaltına alınarak sorgulanmış ve bağlantılı
avukatlar kanalıyla "serbestiyet ve siyasal dokunulmazlık" karşılığı
bu kişiler ülkücülüğü terk ile "siyasal islamcılığa"
kanalize edilmişlerdir.
Avrupa'daki Türklerin en etkili sivil toplum örgütü
olan Federasyon, bu suretle önce amacını ve etkinliğini yitirirken ardından
ikiye bölünerek pasifize edilmiştir. Alman İç İstihbarat Servisi, ayrıca,
Türklük bilincine karşı mezhep bilincini egemen kılmaya yönelik
stratejisinin gereği, Türkiye dahil Avrupa'daki en güçlü Alevi örgütlenmesine
-kendi ülkesinde- olanak vermiştir. Alman İç İstihbarat Servisi'nin destek
verdiği ve maşa olarak kullandığı en önemli şeriatçı yapılanma, tüm
Almanya'da ve pek çok Avrupa ülkesinde ve Türkiye'de örgütleşme sürecini
tamamlamış olan "Milli Görüş Teşkilâtı"dır. 1970'lerin başından
itibaren Almanya'daki Türk işçileri arasında örgütlenme çalışmalarını
sürdüren bu örgüt, Türklük bilinci yerine dinsel bilinci; milliyetçilik
yerine ümmetçiliği öngördüğü için Alman İç İstihbarat Servisi'nin şemsiyesi
altına alınmakta gecikmemiştir.
Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kararları ile
kapatılan Milli Nizam Partisi, Milli Selâmet Partisi ve Refah Partisi'nin
Avrupa'daki uzantısı olarak ortaya çıkan -yeni adıyla- "İslam Toplumu
Milli Görüş Teşkilâtı", kısa bir sürede "Hamas",
"Hizbullah" gibi terörist örgütlerin yanısıra, başta Libya,
Suudi Arabistan, İran, Afganistan, Malezya, Kuveyt, Pakistan gibi ülkelerin yönetimleriyle
de doğrudan ilişki kuracak; Çeçenistan ve Bosna'da silahlı çatışmalarda
yeralacak ölçüde güç ve itibar kazanmıştır.
Alman İç İstihbarat
Servisi, "İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilâtı" aracılığıyla,
başta Türkiye olmak üzere, tüm İslam Dünyasındaki şeriatçı yapılanmalara
nüfuz edebilmektedir. Bu teşkilâtın özellikle de A.B.D. karşıtı
"Hamas", "Hizbulllah" gibi örgütlerle organik ilişki içinde
bulunması, bölgede A.B.D. ile çıkar çatışması halini sürdüren Almanya
için stratejik bir avantajın elde tutulması anlamına gelmektedir.
Alman İç
İstihbarat Servisi'nin "İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilâtı"na
sağladığı siyasal ve lojistik desteği şöyle özetlemek mümkündür:
1.
Alman Devleti, Milli Görüş Teşkilâtının Türk işçileri arasında nüfuz
ve itibarını arttırarak daha da güçlenmesini sağlamak için Köln'de
"Şeyhülislâmlık" kurmalarına izin verdiği gibi resmi makam
olarak da tanımıştır. Ancak, Almanya'daki Türk Konsolosluklarının
verebileceği resmi evrakın bir bölümünü (özel hukuka ilişkin olanları
yani evlenme akdi, çocuk belgesi, özel beyan onayı vb.) bu "Şeyhülislâmlık"
makamının (!) verebilmesini mümkün ve geçerli kılmıştır. Teşkilâtın
tarihsel ve ideolojik özlemini gösteren bu makamın (!) varlığı, Almanya
ile aramızdaki ikili antlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi gereğini gündeme
getirmiştir. Ancak nedense, Türkiye bu oldu-bitti durumunu sineye çekmenin ötesinde
misilleme kararlılığını gösterememiştir, gösterememektedir de.
2. Alman
İç İstihbarat Servisi, bu teşkilâta, gerek Almanya içinde ve gerekse
delegasyon olarak gittikleri ülkelerde "koruma",
"rezervasyon", "para transferi" ve "protokol"
hizmetleri sunmaktadır. Ayrıca, her yıl yapılan Hac organizasyonunun yanısıra,
Türkiye'deki genel seçimler için onbinlerce üyesinin uçaklarla taşınmasının
yarattığı tüm sorunlar, Alman İç İstihbarat Servisi kanalıyla çözümlenmektedir.
Suudi Hükûmeti, Türk Hükûmeti'ne koyduğu hac kotasını Milli Görüşçülere
uygulamayarak itibar ve güç desteği verirken; diğer taraftan da Almanya ile
yazılı olmayan bir dayanışma sergilemektedir. Almanya ise, bu teşkilâtın
üyelerinin genel seçimlerde Türkiye'ye taşınmasına aracılık etmekle, Türk
siyasal yaşamına dolaylı da olsa müdahale gücünü elde etmektedir. Bu
karmaşık ve çok taraflı çıkar ilişkisinin tek mağduru vardır, o da yüzbinlerce
saf vatandaşının kendisine düşman edilmesine seyirci kalan Türk
Devletidir.
3. Alman İç İstihbarat Servisi, son beş yıldır Milli Görüşçülerin
imaj mühendisliğini de üstlenmiştir. Köln'de düzenlenen kongreler,
stadyumlarda en az 30.000 ile 50.000 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen
"Barış ve Kardeşlik Şenliği" gibi adlar taşıyan etkinliklerle
tabana maledilmeye çalışılmaktadır. M. Sabri Erbakan'ın Genel Başkanlığını
üstlendiği bu teşkilât, hatipleri itibariyle kapatılan Refah Partisinin
Avrupa'daki sesi olma havasını da sürekli olarak pompalamaktadır. Alman İç
İstihbarat Servisi, bu teşkilâtın hatiplerine ve üst düzey yöneticilerine
ikâmet iznini hiç ama hiç sorun çıkarmaksızın sağlamaktadır. Hasan
Mezarcı, Şevki Yılmaz gibi isimlerin Almanya'da bu kadar uzun süreyle nasıl
kalabildiğinin başka bir açıklaması bulunmamaktadır.
Türk Devleti bu hain
odağın üst düzey maşalarına karşı ne gibi önlem almaktadır? Acıdır,
önlem almadığı gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili olarak
dokunulmazlık zırhına bürünmelerini; daha fazla kitlelere ulaşıp
zehirleme fırsatına sahip olmalarını karşı Türk Basını, haklı bir biçimde
Merve Kavakçı, Oya Akgönenç gibi A.B.D. vatandaşlarının üzerine
giderken, Alman İç İstihbarat Servisi'nin maşalığını yapan bu teşkilâtın
üst düzey yöneticilerinden T.B.M.M.'nde milletvekili olanları ise atlamaktadır.
"İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilâtı"nın bırakın laik Türkiye
aleyhtarı söylemlerle dolu yerel toplantılarını, stadyum toplantılarında
sarfedilen sözlerden dolayı teşkilât yöneticilerinin D.G.M.'de yargılanmaları
işten bile değildir. Yeter ki Cumhuriyet Savcıları görevlerini ihmal
etmesinler.
II. BND VE KAPLANCILAR
Alman İstihbarat Servisi, Milli Görüşçüleri,
uzun vadede, daha ziyade legal görünüşlü faaliyetlerde kullanmaktadır. Bir
başka ifadeyle, tetikçilik yaptırarak yıpratmayı düşünmemektedir. Bu
itibarla, şeriatçı militanlık alanındaki boşluğun doldurulması,
"Kaplancı"lara bırakılmıştır. Almanya'daki en radikal islâmi
grup olarak bilinen "Kaplancı"ları tanımak için önce müteveffa
lideri Cemalettin Kaplan'ın, nam-ı diğer "Kara Ses"in bilinmesi
gerekir:
1926'da Erzurum'un İspir ilçesinin Dangis köyünde doğan Cemalettin
Kaplan'ın etnik kökeni ile muhtelif rivayetler bulunmaktadır. Türklükten
nefreti sabit olan bu meczup, cahil mollaların köy evlerinde (sözde
medreselerde) dini eğitim (!) aldıktan sonra nurcularla münasebet tesis etmiştir.
Erzurum'da, Kırkıncı Hoca, fethullahçıların lideri Hocaefendi (!) gibi
"nurdaş"ları ile aynı eğitimi (!) paylaşan Kaplan, yurdun pek çok
yerinde imamlık, vaazlık yaptıktan sonra, Türk Devletinin kendini savunma
mekanizmasının işlemeyişinden de yararlanarak oldukça önemli görevlere
gelmiştir.
Sırayla ilkokul, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitiren ve yaklaşık
40 yaşında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nden de mezun olan
meczup, oğlu tarafından kaleme alınan biyografisine bakıldığında, Diyanet
İşleri Başkanlığı bünyesinde "Müfettiş", "Personel
Dairesi Başkanı", "Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı",
"Adana Müftülüğü" gibi nitelik isteyen işlevsel görevlerde
bulunmuştur.
12 Eylül döneminde, Adana'da açmış olduğu illegal medresenin
Sıkıyönetim Komutanlığınca farkedilmesinden sonra, re'sen emekliye
sevkedilen Cemalettin Kaplan, medresesindeki eğitimi (!) noksan kalan 400'ü aşkın
özel seçilmiş İmam-Hatip Lisesi öğrencisinin eğitimini tamamlamak amacıyla
Almanya'ya gitmiştir. Başlangıçta, Kaplan'daki cevheri (!) keşfedemeyen
Alman İç İstihbarat Servisi, turist olarak ya da kaçak yollardan Almanya'ya
girmeye çalışan öğrencilerinin bir kısmını sınırdışı etmiştir.
Cemalettin Kaplan'ın Almanya'da ilk sığındığı teşkilât, "Milli Görüş
Teşkilâtı" olmuştur. Başlangıçta, bu teşkilâtın "Fetva
Komisyonu Reisliği"ni yapan Kaplan, ihanet yolundaki yarışta, derin
ilmine (!) duyduğu özgüven, megalomani ve de liderlik hırsı ile bu teşkilâttan
koparak "Avrupa İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği"nin kurucu başkanlığını
üstlenmiştir.
1983'den itibaren Köln'de Ulu Cami adını verdikleri sözde
dinsel mekânda -gerçekte örgüt merkezi- kurduğu medresede "Kaplancı"
yetiştirmeye başlayan Cemalettin Kaplan, bir süre sonra Alman İç İstihbarat
Servisi'nin dikkatini çekmeyi başarmıştır. Türkiye'den Almanya'ya kaçak
yollardan giren ya da turist vizesiyle gelip de geri dönmek istemeyenleri ağına
düşüren Cemalettin Kaplan, bu suretle mürit sayısını 3.000'li rakamlara
ulaştırmıştır.
Alman İç İstihbarat Servisi, sözkonusu müritleri
"sığınmacı" statüsünde kabul etmiş, ancak çalışma izni
vermeyerek tüm mesailerini Kaplan'ın emrine hasretmelerini sağlamıştır. Müritlerini
"mücahit" ve "mücahide" olarak tanımlayan Kaplan, bunların
askeri disiplin içinde eğitimi (özellikle bomba eğitimi) konusunda mesafe
katettikten sonra "Milli Görüş Teşkilâtı" ile tüm organik ilişkisine
son vererek, yine Köln'de "Federe İslam Devleti Reisliği"ni ilân
etmiştir. Hemen akabinde de "Emir'ül-Mü'minin ve Hilâfet'ül-Müslimin"liğini
yani Hilâfet Devleti Reisliğini ve Halifeliğini açıklamıştır.
Video ve
ses bantları ile tüm Avrupa'ya ve Türkiye'ye ulaşarak mürit sayısını
arttırmaya çalışan Cemalettin Kaplan, bir yandan da Türk Devleti'ne karşı
savaş ilânını öngören cihat fetvalarını peşpeşe yayınlamıştır.
Nurcuların ve fethullahçıların "bölge imamları" esasına kurulu
teşkilât yapısını biraz değiştirerek "bölge emirleri" tayin
eden meczup, Milli Görüşçülerin "Şeyhülislamlığı"nın üstünde
kendini "Halife" ilân ederek Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerine miras
(!) kavgasına girişmiştir.
Gerek bu iki şeriatçı yapılanma arasındaki
giderek çatışmaya dönüşen rekabeti sonlandırmak ve gerekse hilafet törenini
(!) televizyonlardan izleyen Türk kamuoyunun ve Dışişleri Bakanlığı'nın
tepkilerini absorbe edebilmek için Alman İç İstihbarat Servisi bir kez
devreye girerek göstermelik önlem almıştır: O da, Alman polisi Köln'deki külliyeyi
(cami, yatakhane, medrese, aşhane vb.) bir kez basmış; müritleri dışarı
çıkardıktan sonra suç delilleri aramıştır.
Tabii ki bulamayarak çekilmiştir.
Cemalettin Kaplan'ın ölümünden sonra, Türk Devletinin şeriatçı yapılanmalara
karşı nasıl hazırlıksız olduğu cenaze töreni sırasında anlaşılmıştı.
Bu Türklük ve Türk Devleti düşmanı meczubun cenazesi, müritlerinin eşliğinde
Türkiye'ye getirilmiş ve ailesinin-müritlerinin talebi üzerine resmi bayram
günü toprağa verilmiştir.
Niçin resmi bayramdan önce ya da sonra değil,
sorusuna hiçbir resmi makam cevap verememiştir.
Cemalettin Kaplan'ın ölümünden
sonra bu şer yuvasında taht-post kavgası başlamıştır. Babasının makamının
(!) doğal miras hakkı olduğunu savunan "küçük kaplan" Mehmet
Metin Müftüoğlu'na rakipler çıkmıştır.
Örneğin, küçük kaplanı hırsızlık,
yolsuzluk ve ehliyetsizlikle suçlayan Dr. Halil İbrahim Sofu, Cemalettin
Kaplan'ın en önemli yardımcısının kendisi olduğunu söyleyerek isyan
bayrağı açmıştır. Örgütün dağılma tehlikesi karşısında, küçük
kaplan inisiyatifi ele alarak bu iktidar kavgasını en radikal biçimde sonlandırmıştır.
Nasıl mı?
Önce, 15 Mayıs 1996'da Ayhan Ayan adında bir işadamı, ardından
bir ay sonra 19 Haziran 1996'da örgütün bir başka etkili ismi Hasan Basri Gökbulut'un
eşi Zübeyde Gökbulut ve son olarak da en etkili muhalif aday Halil İbrahim
Sofu 7 Mayıs 1997'de hayli dramatik biçimde öldürülmüştür. Failler mi?!.
Alman polisi ve dolayısıyla Alman İstihbarat İç Servisi, bu cinayet
dosyalarını "fail-i meçhul" dosyalar arasına katmıştır. Ve
sonra bir daha örgüt içinden hiç kimse, yeni halife (!) Metin Müftüoğlu'na
karşı sesini bile yükseltememiştir.
Alman İç İstihbarat Servisi,
"Kaplancı"lar adıyla bilinen bu cahil sürüye, Alman Devletinin
kulu ve tetikçisi olmaları bağlamında altyapı desteği vermektedir:
1. Örgüte
gayrıresmi yoldan büyük meblağlar akıtılmaktadır. Müritlere ücretsiz
televizyon ve video temin edilmektedir. Keza, eğitim (!) kasetleri ücretsiz
olarak Avrupa ve Türkiye'ye dağıtılmaktadır.
2. Almanya'da yakalanan şeriatçı
söylemli ve kılıklı kaçak Türklere, "sığınmacı" statüsüne
geçebilme şartı olarak kaplancıların adresi gösterilmektedir. Böylece, örgütün
mürit kaynağı Alman İç İstihbarat Servisi marifetiyle kurumamaktadır.
3.
Alman İç İstihbarat Servisi, "kaplancı"lara internet üzerinde bir
türlü çökertilemeyen ve sürekli yenilenen bir web sitesi tahsis etmiştir. Sitedeki bilgiler, Türkçe, Arapça, Kürtçe, İngilizce, Fransızca,
Holllandaca, Farsça dillerinde verilmektedir. Ayrıca, periyodiklerin yanısıra,
geniş kitlelere ulaşılmasına olanak sağlamak üzere bir de Televizyon
kurulmuştur.
Hakk TV, Fransız "Telecom 2 D" uydusundan kiralanan
kanal üzerinden (11.598 - 1848 MHz) deneme yayınlarını sürdürmektedir. Şimdilik
sadece Pazar günleri müteveffa Cemalettin Kaplan'ın eski video bantları ile
"küçük karases" Metin Müftüoğlu'nun Köln Camiindeki vaazları
banttan ya da canlı olarak yayınlanmaktadır.
Türk Devleti'nin yetkili resmi
kurumları, sevindirici bir duyarlılıkla, tıpkı Med-TV'de olduğu gibi, Hakk
TV için de diplomatik ve teknik müdahaleye Şubat 1999'un başı itibariyle başlamıştır.
SONUÇ : Karasesçiler ya da nam-ı diğer Kaplancılar konusunda Alman İç İstihbarat
Servisi, ektiğini biçmeye başlamıştır. Türkiye müdahalede çok geç kalmıştır.
Ancak zararın neresinden dönülürse de kârdır.
Başta Sakarya olmak üzere,
özellikle Doğu Anadolu'da ve de özellikle etnik sorunu olan vatandaşlarımız
arasında hızla örgütlenmeye başlayan ve son operasyonlarla önemli darbeler
yiyen "Hizbullah"ın alternatifi gözüyle bakılan Kaplancılar, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve Malatya İnönü Üniversitesi başta olmak üzere
pekçok üniversitede seslerini duyuracak konuma gelmişlerdir. Türban konusuna
destek vermeyen tek radikal şeriatçı örgüt olarak, kadınlar için İslami
giyim olarak sadece ve sadece kara çarşafı öngörmektedirler.
Sivas yakınlarında
zaman ayarlı bombanın otobüs hareket halindeyken patlamasıyla önplana çıkan
çarşaflı mücahideleri (!), Anıtkabir'e 10 Kasım 1998'de uçakla gerçekleştirilecek
intihar saldırısı ve de Fatih Camiinde yapılacak provakasyon girişimi
izlemiştir.
Kaplancı tehlike, sadece Almanya'daki işçilerimiz için sözkonusu
olmaktan çıkmış, hiç şüphesiz kapımıza kadar gelmiştir. Türk Dışişlerinin
kaplancılar hakkında Alman Devleti nezdindeki girişimleri, her zamanki gibi
"beklemeye" alınmıştır. Nasıl mı? Karlsruhe Federal Başsavcısının
talebiyle Alman polisi, Köln'deki örgüt merkezine sözde habersiz bir baskın
yapmıştır. İçeride bulunan evraklara elkonulurken, Mehmet Metin Müftüoğlu
önce gözaltına alınmış, arkasından tutuklanmıştır.
Örgütün (pardon
Alman İç İstihbarat Servisi'nin) parasını zimmetine geçirerek yolsuzluk
yapmakla ve bir de Türkiye'nin talebine uygun olarak "terör örgütü"
kurmakla suçlanan "küçük karases"in sorgulaması nedense hala sürmektedir.
Anlaşılan Alman İç İstihbarat Servisi'nin avukatları yönlendirme ve güdülendirme
pazarlığını henüz bitirememişlerdir.
Bu gecikmede, sorgulamada sürekli
sinir krizleri geçiren Metin Müftüoğlu'nun psikolojik bozukluklarının payı
da olsa gerektir. Türkiye, PKK başta olmak üzere TİKKO, Dev-Yol gibi terörist-komünist
örgütlere ve de şeriatçı yapılanmalara büyük destek veren Alman İç İstihbarat
Servisini yakın takibe almak zorundadır. Misilleme kaçınılmaz olmuştur:
1.
Doğu Anadolu'da ve Karadeniz Bölgesinde faaliyet gösteren Alman İç İstihbarat
Servisi elemanlarına (bilim adamı, gazeteci gibi hangi kimliğe sahip
olurlarsa olsun) olası bir pazarlığa konu teşkil etmek üzere sınırdışı
edilmenin ötesinde ve Türk konukseverliğine uygun bir tarzda kalıcı ve de
caydırıcı biçimde ağırlanmaları sağlanmalıdır.
2. Başta kaplancılar
olmak üzere, milli görüşçülerin ve diğer yasadışı terör örgütlerinin
tüm aktif kadrosunun elemanları yakın takibe alınmalı; konsolosluklarda
pasaport temditleri yapılmamalı; Türkiye'ye girenler de sınır kapılarında
saptanarak derhal tutuklanıp mahkemeye sevkedilmelidir. Bu gibi sağ-sol-bölücü
militanlara yargı kararıyla yurtdışına çıkış yasağı getirilmelidir.
3. Tıpkı Arnavutluk'da olduğu gibi, Alman İç İstihbarat Servisi'nin
faaliyetlerinden rahatsız olan uygun ülkelerle bilgi alışverişine dayalı işbirliğine
gidilmelidir.
4. Mehmet Metin Müftüoğlu'nun ısrarlı bir biçimde iadesi
istenilmelidir. Kaplancı iktidar savaşımı sırasında öldürülen üç Türk
vatandaşının dosyaları sık sık gündeme getirilip bilgi istenmelidir. Bu
konuda kamuoyunun desteği için Basına sürekli bilgilendirme hizmeti sunulmalıdır.
5. Alman İç İstihbarat Servisi bağlantılı Alman Üniversiteleri ve de vakıfları
adına Türkiye'nin sosyal yapısı ile ilgili proje yürüten Türk bilim
adamları ve fakülte bölümleri saptanmalı; sosyal istihbarata yönelik bilgi
akışı durdurulmalıdır. Aynı şekilde, Dışişleri, İçişleri gibi
stratejik önemi büyük olan bakanlıklarda ya da ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında
çalışan personelin güvenlik soruşturmalarında Alman İç İstihbarat
Servisi bağlantılı vakıflardan burs alıp almadıkları değerlendirmeye
tabi tutulmalıdır.
6. Almanya'daki Türkiye yanlısı Türk kuruluşları ile
koordineli çalışma sürdürülürken, Alman İç İstihbarat Servisi mağduru,
derin devlet olgusundan rahatsızlık duyan Alman demokratları yöntemine uygun
tarzda örgütlenmeli ve her yönden desteklenmelidir.
7. Almanya'nın neden
olduğu sorunların izalesi için, ilgili devlet kuruluşlarının üst düzey
yetkililerinin katılacağı -sürekli sekretaryaya sahip- bir kriz merkezi
kurulmalıdır. Bu merkezin hareket yeteneğini arttırmak için normal bütçe
ödenekleri yerine örtülü ödenek devreye sokulmalıdır.
Konu acildir, çünkü
Almanya, bugün sadece kendi ülkesindeki Türk işçilerini parçalayıp bölmekle,
Türkiye aleyhine kullanmakla kalmıyor; Türkiye'nin ideolojik, etnik ve
mezhepsel sorunlarını da kaşıyor, iç işlerimize alenen müdahale ediyor.
Balkanlar'da, Orta Asya'da, İslam Dünyası'nda ve hatta sınır komşularımızda
hep karşımıza çıkıyor, çıkarlarımızı tehdit ediyor, hasım devletleri
örgütlüyor. |
____________________________________________________________________
|
Kaynak : İNAF |
|