K
O N U L A R
|
ANA
MENÜ |
ULUSLARARASI
TERÖRİZM |
OSAMA
BİN LADEN BİN MUHAMMED |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ |
ULUSLARARASI
TERÖR ÖRGÜTLERİ - TÜRKÇE
- |
ÜLKE
ETÜDLERİ |
T
Ü R K İ Y E |
KUZEY
KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ |
YUNANİSTAN |
BATI
TRAKYA |
ERMENİSTAN |
GÜNEY
KIBRIS RUM KESİMİ |
I
R A K |
KUZEY
IRAK |
İRAN
İSLÂM CUMHURİYETİ |
RADİKAL
İSLÂMİ HAREKETLER |
SURİYE |
FİLİSTİN |
ALEVİLİK |
AZINLIKLAR |
ASURİLER,
KELDANİLER, YEZİDİLER |
KAFKASYA,
ORTA ASYA,
TÜRK DÜNYASI |
ASYA,
ORTA
DOĞU, ATLAS, KÖRFEZ ÜLKELERİ |
İSTİHBARAT
VE GÜVENLİK KURULUŞLARI |
TÜRKİYE'DEKİ
DİPLOMATİK MİSYONLAR |
ULUSLARARASI
KURULUŞLAR |
DİNLER,
MEZHEPLER, TARİKATLAR |
ANARŞİZM
- ANARŞİSTLER |
BİZANS,
PONTUS, KIBRIS, ANTİ-TÜRK |
ORGANİZE
SUÇLAR |
ÖNEMLİ
GÜNLER |
YAZILAR |
FORUMLAR |
ÇEŞİTLİ |
INTERNET
MEDYA |
D O W N
L O A D |
|
|
GÖRÜŞ,
ÖNERİ VE KATKILARINIZ İÇİN |
tangoweb@hotmail.com |
|
|
Kuruluş |
30 Ağustos 1999 |
Güncelleme |
25 Şubat 2002 |
|
|
| |
ASALA
NASIL ORTAYA ÇIKTI? |
|
|
|
Mustafa Kemal'in 1922 Eylül'ündeki zaferle bir anda İzmir, Çanakkale
ve İstanbul'a varmasına karşılık, Selanik'e kadar ilerlemesi
itmelerine direnerek, dünyaca onaylanacak bir barışla durumu çözme
kararlılığıyla ordularını frenlemesi, Osmanlı'dan doğan sorunları
tamamen sona erdirme arzusunun ürünüydü.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir daha bu sorunlarla uğraşması istenmiyordu.
'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesi ve kesin olarak 'Misakı Milli' sınırlarının
dışına taşmama kararlılığı nedeniyle, Ankara Hükümeti, Ermeni
sorunlarına eğilmeyi düşünmemiştir.
Bu nedenle II. Dünya Savaşı sonrasında konu yeniden gündeme getirildiğinde,
hemen herkes 'Ankara'nın hazırlıksız yakalandığını' söylemiştir.
Gerçekten çoğu kez, tarihe gömülmüş konuları tartışırken Türk
temsilcilerinin, 'Böyle bir sorun mu vardı?' şeklindeki tepkileri ve 'Türkiye
Cumhuriyeti'ni ilgilendirmez' yanıtları, karşı tarafın istediği gibi
at koşturmasına zemin hazırlamıştır.
SAVAŞ SONRASI
II. Dünya Savaşı ertesinde sömürgeciliğin tasfiyesi ve bütün
ulusların bağımsızlığını kazanması rüzgarları esmeğe başladığında,
bundan Ermeniler de etkilendiler.
1965'te Erivan sokaklarında, 'Topraklarımız, topraklarımız' feryatları
arasında yapılan gösterilere ve soykırım anıtı dikilmesine, Sovyet
rejimi de karşı çıkmadı. Bolşeviklerin suçlu ilan edilmemesi ve
sadece Türklerin 'günahkar' gösterilmesi koşuluyla, Batı'da başlayan
akımın NATO'nun ortağı Türkiye'yi hedef alması işlerine geliyordu.
'Düşman cephesini' parçalamış oluyorlardı.
İKİ KUTUPLU DÜNYADA ERMENİ SORUNU
ASALA terörizmine varacak bu başlangıç dönemi konusunda, 1970 yılında
Beyrut'ta Basın Ateşesi iken tanığı olduğum olaylar konusunda o
zaman yazdığım bir yazıyı, geçerliliğini hâlâ kaybetmediği için,
aynen aktarmayı yararlı buluyorum:
"Lübnan'da yayımlanan bir Ermeni dergisinin kapağındaki 'Ünlü
Ermeniler' kompozisyonu dikkatimi çekti. Mikoyan ile Gülbenkyan'ı en öne
ve yan yana koymuşlardı. Birincisi en eski Bolşeviklerdendi ve
Sovyetler Birliği'nin cumhurbaşkanlığını bile yapmıştı. İkincisi
ise İngilizlerle işbirliği içinde petrol oyunlarına dalmış ve dünyanın
en zenginlerinden biri olmuştu.
Dünyanın iki cepheye bölündüğü bu aşamada, Ermenilere, her
ikisiyle de övünmekten başka çıkar yol kalmamıştı. Çünkü
anavatanlarındaki göstermelik cumhuriyet, tamamen Moskova'nın güdümündeydi,
diyasporadakiler ise Fransız, İngiliz, Amerikan vatandaşı olmuşlardı.
Bağımsızlık iddiasıyla ayaklandırılmalarının sonucu, asıl
kimliklerini kaybetmeleri ve bölük pörçük bütün dünyaya yayılmaları
olmuştu. Bir bakıma kendilerini Yahudilere benzetiyorlardı.
Bu dağınıklığın etkisi, partilerinin ilişkilerinde
de fark ediliyor. Taşnak Partisi ABD ile birlikte hareket ediyor; Hınçak'ın
arkasında ise Sovyetler var. İkisinin dışında kalanlar herkesle -Türkiye
dahil- dost geçinme adına Ramgavar Partisi'ni kurmuşlar. Çok sıkıştılar
mı, Ermeni milliyetçiliği adına birleşiyorlar. İdeolojik ayrılıklarını
unutuyorlar.
BEYRUT-ERİVAN HATTI
Sovyetler'e casusluk yapan İngiliz ajanı Philby, Beyrut'tan Erivan'a kısmen
Türkiye, kısmen İran üzerinden geçen bağlantı yolu üzerinden,
sadece haber değil, iki taraf arasında insan ve altın kaçakçılığının
varlığını belirtir. Aslında bundan İngiliz ve Amerikalılar kadar,
Ruslar da şikayetçi değildi, zira iki taraf da yararlanıyordu. Tıpkı
Hong Kong'dan hem kapitalistlerin hem de Komünist Çin'in yararlanması
gibi.
1880-1920 arasında destek vermiş görünenlerin kendilerini ne hale
sokmuş olduklarından edindikleri deneyimle, Ermeniler şimdi herkesi
idare etmeyi yeğliyorlar. Bu onlara güç de kazandırıyor. Zira örneğin
Sovyetler, Erivan'dakileri, Marsilya ya da Los Angeles'takilerden
koparamayacaklarını bildiklerinden ve belki de bir gün onları da komünist
yapmaya yardımcı olacaklarını düşündüklerinden, konu üzerinde
fazla tutucu olamıyorlar.
Ancak hem Rusya'nın hem de Batı dünyasının, olaylardaki kendi
sorumluluklarını unutturmak için bir 'Tete de Turc'e yani her suçun üzerine
atılacağı ve durmadan kafasına kakılacağı bir günah keçisine
ihtiyaçları vardı.
Biliyorsunuz 'Tete de Turc' panayırlarda yumrukla kuvvet denemesi yapmak
için kullanılan sarıklı bir kafadır; yumruğun şiddetine göre, altındaki
ibre gücün derecesini gösterir.
Dolayısıyla, neden bu hale geldiklerini sorgulayan ve geçmişin olaylarını
bilmeyen genç Ermeni kuşaklarına, 'Hepsi katil Türklerin suçudur'
mesajını vermek Batılıları rahatlatıyordu
ASALA SAHNEDE
İşte 1970'te Lübnan'da durum böyleydi. Ben Beyrut'tan ayrıldığımda
ise Arap-Yahudi çatışması öne geçmiş ve daha sonra da Lübnan'da
tam bir iç savaşa dönüşecek çatışmalar başlamıştı.
1973'te Türkiye'nin Los Angeles konsolosu ve yardımcısının öldürülmesiyle
ASALA terör örgütü ortaya çıktı ve olaylar bambaşka bir ivme
kazandı. Batı tarafından uzun süre hoşgörüyle karşılanan bu örgüt,
Türk diplomat ve temsilciliklerini hedef alıyordu. Üç düzine cinayet,
sayısız yaralama ve sakat bırakma eylemlerine yol açan bu kanlı saldırılar,
yıllara göre şöyle bir yoğunluk gösterdi:
|
1975 Viyana
|
1976 Beyrut
|
l977 Vatikan
|
1978 Madrid
|
1979 Haag, Paris
|
1980 Bern, Vatikan, Atina, Paris,
Sidney
|
1981 Paris (3 kez), Kopenhag, Cenevre,
Iran, Roma, Napoli
|
1982 Los Angeles, Ottawa (2 kez),
Boston, Lizbon, Rotterdam, Bulgaristan
|
1983 Belgrat, Brüksel, Lizbon
|
1984 Tahran, Viyana (2 kez)
|
1991 Budapeşte. |
| | | | | | | | | |
Türkiye'nin diplomatik temsilcilikleri
gibi, Türk Hava Yolları bürolarına da yöneltilen bu saldırılar, Batılılar
tarafından haklıymış gibi sunuldukça, teröristler işi azıttılar;
1982'de Ankara Esenboğa havaalanını basıp bombaladılar ve 10 kişinin
ölmesiyle 72 kişinin yaralanmasına neden oldular.
Avrupa'da ASALA hâlâ da önemsenmiyordu; ama 1983'te Paris'in Orly
havaalanındaki THY bürosu önünde bomba patlatılıp 5 kişinin öldürülmesine,
63 kişinin de yaralanmasına yol açıldığında, olay ilk kez ciddiye
alındı!
Fransa ASALA'ya resmen, 'eylemlerini dışarda yapma' uyarısında
bulundu.
ASALA'DAN PKK'YA
ASALA olaylarının Kıbrıs geriliminin doruğa ulaştığı bir aşamada
tırmanma gösterdiği dikkatlerden kaçmaz.
Yunanlılar Kıbrıs'tan Türkleri kaçırmak için terörist eylemleri
artırırken Ermeni terörü de hızlanır. 1974'teki Kıbrıs çıkartmasının
arkasından gelen ambargo, daha sonra 1980'lerden itibaren Sosyalist Blok
ile NATO arasındaki yumuşama, Türkiye'nin Batı için önemini azaltmıştır.
Bu ortam hem Yunanistan'a Ege krizini Kıbrıs'a eklemeye hem de ASALA'ya
cesaret vermişti. Ancak doğrudan eylemlerin tepki görmeye başlaması,
yeni taktiklere yönelmelerine de zemin hazırladı. Bu, Batılı
devletlerin de işine geliyordu. Fazla güçlenen ve haklar arayan bir Türkiye
hoşlarına gitmiyordu. Başta Dev-Solcular olmak üzere, özellikle
Almanya'da, Türk temsilciliklerine saldırılar bu dönemde arttı.
1983'ten itibaren de bu tür eylemlerin PKK terörüne dönüşmesi de
rastlantı değildir.
ASALA'nın PKK'ya destek vererek daha da kapsamlı bir sorun yaratmaya
yardımcı olduğu biliniyor. Yunanistan ise kamplar kurdurarak, silah
vererek ve savaş için eğiterek birinci planda rol oynadı.
KENDİ TARİHLERİNDEN KORKTULAR
Batılıların ASALA terörü gibi PKK terörüne de bir süre göz
yumduktan hatta onu besledikten sonra, kendileri de hedef olmaya başlayınca
-ya da PKK olayında olduğu gibi artık işe yaramaz hale gelince
liderini teslim ederek- geri çekilmelerinin kökeninde, kendi ırkçı ünlerinin
gündemde tutulmasını önleme çabaları başrolü oynamaktadır. Soykırımlarını
hazırlayan ırkçılık tutkusunun 19. yüzyıl Avrupa düşüncesinin ürünü
olduğunu, İngiliz ve Fransızların üstünlük mantığıyla başlayıp
Almanlara doğru eriştiğini bilmeyen yok.
İkinci Dünya Savaşı sırasında yalnızca Almanların değil, bütün
Avrupalıların Yahudi Soykırımı'na katkıda bulundukları artık kanıtlanmış
durumda. Fransızlar 100 bin Yahudi'yi gaz odalarına gönderilmek üzere
Nazilere teslim etmişlerdir.
Daha da ilginci, Fransa'nın 1960'larda öldürdüğü bir milyonu aşkın
Cezayirli konusunun ele alınmasını istememesidir. Başbakan Jospin,
"Bunun yargısını tarihçilere bırakalım" derken, Ermeni
konusunun tarihçilere bırakılmasına ise karşı çıkılmaktadır.
Dünya çapındaki Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, soykırım iddiasını
çürüten bir makale yazdığı için, Fransız mahkemelerince mahkum
edilmiştir. Soykırıma gerekçe yapılan belgelerin gerçekliklerini
sorguladıkları için, iki bilim adamı, Davison ve Giles Veinstein de
tehditlere uğratıp görevlerinden uzaklaştırılmak olasılığıyla
karşı karşıya bırakılmışlardır.
KIŞKIRTMALARI ÖRTMEK İÇİN
19. yüzyılda insanlığa ırkçılığı aşılamakla kalmayıp 20. yüzyılda
da tarihin en büyük kıyımlarını ve en kanlı toplu savaşlarını yaşatanların,
kendi kışkırtmalarını örtmek için başkalarını hedef göstermeleri,
savundukları 'Aydınlanma' felsefesine ihanet olmuyor mu?
Bu soruyu ortaya atarken, '1880'lerden beri Türkler Ermenilere hiçbir şey
yapmadılar' noktasına varacak değiliz.
Bugün ne Ermenilerin ne de Batılıların hiç sözünü etmedikleri
-hatta camilere doldurulup yakılmış- Türk ve Kürt kurbanların sayısı
kadar, tehcir (zorunlu göç) sırasında yaşamını yitirmiş Ermeni
vardır.
Şimdi Kürtlerin bile dışlanıp sadece Türklerin suçlu ilan edilmesi
çabası karşısında, eskiden beri açıkladığım şu görüşümü
tekrarlayacağım: Suçlu kürsüsüne Türkler (Kürtlerle birlikte),
Ermeniler ve kışkırtıcı Batılılar el ele tutuşup çıkmalı ve
sorumluluğu her bir taraf, üçte bir oranında paylaşmalıdır.
|
____________________________________________________________________ |
Kaynak :
Orhan Koloğlu, Popüler Tarih, Nisan 2001, Sayfa 68-72 |
|