Dünyanın
dümenini ellerinde tutan ABD, son 10 yıldır tek bir adamı ele geçirmeye
çalışıyor: Usame bin Muhammed bin Awad bin Ladin. Nam-ı diğer Usame
bin Ladin. Bu yolda ona yılların vefa borcunu ev sahipliği yaparak ödeyen
Afganistan ve Sudan'a güdümlü füzeler yağdırıldı, sayısız
suikast girişiminde bulunuldu, hatta dâhiyane halkla ilişkiler
kampanyaları düzenlendi. Pakistan'daki kibritlerin üzerine resimlerini
basıp başına 5 milyon dolar ödül koyuldu. O Müslüman dünyada
ABD'nin egemenliğine karşı savaşan bir efsane olarak anılırken, tüm
bu olaylar bir devletin bugüne dek özel bir kişiliğe karşı giriştiği
en büyük kampanya olarak tarihe şimdiden geçti. "Peki kim bu bin
Ladin? Onu kim kahraman yaptı?" Pek çok kişiye göre yanıt belli:
ABD.
Bin Ladin, ABD için dünyanın bir numaralı 'teröristi'. Hakkındaki suçlamalar
aynı zamanda gücünü de gösteriyor. 1993'te Dünya Ticaret Merkezi'ne
yapılan bombalı saldırı; 1996'da Suudi Arabistan'daki 19 ABD askerinin
öldürülmesi; 1998'de ABD'nin Kenya ve Tanzanya'daki büyükelçiliklerine
düzenlenen ve yüzlerce kişinin öldüğü bombalı saldırılar ve son
olarak 2000 Kasım'ında Yemen'deki USS Cole destroyerine yapılan bombalı
saldırı.
Çok güçlü istihbarat kaynaklarını alt etmeyi gerektiren bu saldırılara
rağmen bin Ladin'i bir türlü ele geçiremeyen ABD, geçen hafta son çareyi,
kendisine ev sahipliği yapan Afganistan'daki radikal dinci Taliban
hareketine uluslararası yaptırımları artırma baskısı yapmaya dek
vardırdı. Üstelik bu işi Soğuk Savaş sırasında en büyük mücadeleyi
verdiği Sovyetler Birliği'nin mirasçısı Rusya'yla elbirliği ederek
yaptı. BM Güvenlik Konseyi'nden Taliban'a, 'Bin Ladin'i teslim etmezsen,
zaten açlıktan kırılan Afganistan'ı felaketlere sürükleyecek bir süreç
başlatırız' uyarısı çıkartıldı. Tüm bunlar sadece bir adam içindi.
Bir zamanlar Sovyet işgaline karşı birlikte 'savaştığı' ABD'ye
cihat ilan eden bir adam için. Peki dünyanın süper gücüne bu derece
pervasızca kafa tutan bu adam kimdi?
Sıradışı
Kişilik...
Bin Ladin 1950'lerin ortalarında Suudi Arabistan'ın önde gelen
ailelerinden birinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Muhammed Awad
bin Ladin, Suudi krallığına Güney Yemen'deki Hadramout'tan 1930'larda
göç etmişti. Allah, önceleri Cidde Limanı'nda hamal olarak çalışan
bu adamın yüzüne gülmüş, onu ülkenin inşaat sektörü imparatoru
yapmıştı. 1950'lerde Suudi Arabistan'ın modernleşme sürecinde etkili
olan aile büyük bir zenginlik elde etmişti. Kral Saud için saraylar inşa
eden baba bin Ladin, 1960'lardaki Saud-Faysal çatışmasında Saud'u
tahttan inmeye ikna etmekle kalmayıp, Faysal iktidarında boşalan devlet
kasasının karşılayamadığı giderleri bile karşılamıştı. Altı
ay boyunca kraliyetin tüm kamu hizmetlilerinin parasını ödemişti.
Tabii karşılığında Faysal da tüm inşaat projelerinin bin Ladin'e
verilmesini öngören bir kararname çıkartmıştı.
Usame'nin annesi babasının sahip olduğu pek çok eşten biriydi. Usame
ise ailenin 52 çocuğunun 17'incisi. Usame, babasının 1967'de 13 yaşındayken,
ölümünün ardından kendini dine verdi.
Abilerinden biri olan Abdül Aziz onu, uzun, ince ve sofu bir kişilik
olarak hatırlıyor. Oysa 1970'lerde Arap dünyasındaki pek çok zengin
aileye dair dedikodularda olduğu gibi Usame'nin de Londra ve Beyrut'ta
dolaşan bir 'playboy' olduğu söyleniyor. Ama bu yanlış olmalı, çünkü,
çok az İngilizcesi varken, hiç Fransızca da bilmiyordu. Üstelik çocukluğundan
beri de sofu bir kişilikteydi.
Kabil
Yolları...
Bin Ladin'in kaderi bundan 20 yıl önce Cidde'deki Kral Abdül Aziz Üniversitesi'ne
başladığında değişti. İslami atmosferin bulunduğu bu üniversite,
Afganistan'da daha sonra önemli rol oynayacak iki kişiye de ev sahipliği
yapıyordu: Bin Ladin ve onu etkileyen Filistin kökenli hocası Şeyh
Abdullah Azzam. Yaser Arafat'ın önde gelen dostlarından olan Azzam, FKÖ'deki
yolsuzluklardan düş kırıklığına uğramıştı. Ona göre İslam'ın
kökenine geri dönülmesi ve inanmayanlara karşı cihat ilan edilmesi
gerekiyordu. Aralık 1979'da FKÖ'nün İsrail'le mücadele verdiği
topraklardan çok uzaklarda bu mücadele için bir yol açıldı.
Sovyetler, Afganistan'ı işgal etti.
Bu işgal ABD'nin Sovyetler'e ilişkin korkularını canlandırırken,
Ronald Reagan'a da başkanlık yolunu açtı. Ancak savaş gurur duyulan
Sovyet ordusunun ne denli çürük olduğunu açığa çıkardı. Ama her
şeyin ötesinde Amerikalılar hiç beklenmeyen bir şey yaptı, Reagan yönetimi
Sovyetler'e karşı İslamcı isyancılara destek çıktı. O dönemde
Ulusal Güvenlik Konseyi'nde olan Robert Oakley, "Bu İslamiyet'in şeytana
karşı mücadelesi" diyordu. Washington yönetimi, inançsızlara
karşı kahraman Arap gençlerini silahlanmaları için cesaretlendirdi.
Plan iyi işledi. Sovyet güçleri 1989'da Afganistan'ı terk ettiğinde,
iyi silahlanmış İslamcı askerler serbest kalmıştı ama kimse de şüphelenmemişti.
Ama daha sonra canlarını yakacak olan dünyanın İslamcı militan
kadroları şekillenmeye başlamıştı. Ve Afgan savaşının sonuyla
birlikte bin Ladin, ortaya çıkacak liderlerden biri olmaya hazırdı.
El
Kaide
ükseliyor...
Usame, Afganistan'a ilk gidişinde Pakistan'da Peşaver'e götürüldü ve
oradaki mültecilerin perişan halini gördü, liderlerle görüştü.
Bunlar arasında bugün Afganistan'ın BM nezdinde kabul gören devrik
Devlet Başkanı Burhaneddin Rabbani de vardı. Suudi Arabistan'a geri dönüşünde
ise mücahitlere yardım için büyük miktarda para toplamayı başardı.
Bin Ladin öncelikle lojistik bir kişilikti. Pakistan'daki mülteci
kampları için okullar ve sığınaklar inşa etmiş, aile bağlantılarını
ve inşaat alanındaki uzmanlığını kullanmıştı. 1980'lerin ortalarında
Afganistan'ın içlerine ilerlemiş, mücahitlerin saklanması için tüneller
ve yollar inşa etmişti. 1984'te Azzam'ın kurduğu Mekteb el-Hidamat,
(Hizmet Bürosu) dünya çapında İslami yardım örgütü gibi çalıştı.
Aslında örgütün Detroit ve Brooklyn'de büroları vardı ve
faaliyetleri de Reagan yönetimi tarafından desteklenmişti. Yıllar
sonra, 1998'de aynı örgüt hakkında, dünya çapında ABD'nin çıkarlarına
karşı hareketlere yataklık yaptığı şüphesi ortaya konulacaktı.
(Brooklyn bürosu kör Şeyh Ömer Abdül Rahman ve 1993'te Dünya Ticaret
Merkezi'ni bombalayanlar tarafından kullanılmıştı). Ama bu henüz
gelecekti ve o zamanlar bin Ladin'in de, Amerikalıların da hedefi
Ruslardı.
1984'te ise Peşaver'de bir ev edindi. Bu evin Arap mücahitlerin eğitim
kamplarına gitmeden önceki ilk üssü olduğu söyleniyor. Bu
organizasyonu da hocası Azzam'la birlikte kotarıyordu. 1986'da ise
Afganistan'da kendi kamplarını kurmaya karar verdi ve iki yıl içinde
altıdan fazla kamp inşa edildi. Kendi komutası altında savaşçılar
olsun istiyordu. 1988'de El Kaide grubunu oluşturma fikri, Arap ailelere
savaşmak için gönderdikleri evlatları hakkında bilgi verebilmek amacıyla
doğdu. Konuk evine ve kamplara gelen ve giden mücahitlerle ilgili kayıtlar
tutulup ailelere iletiliyordu.
Bin Ladin bir süre sonra lojistik destekten bire bir savaşın içine atıldı.
Kimi zaman Arap kökenli yandaşlarını komutan olarak yönetip göğüs
göğüse çarpışmalara katıdı. İyi savaştı, hatta Ruslar başına
ödül bile koydu. Bin Ladin'in güçlerini görmüş bir İsrailli,
"Çılgıncasına cesurdular" diyordu. Öyle de olmak zorundaydılar.
1989'da mücahitler ve Arap gönüllüler Celalabad'a doğru ilerlemiş,
Moskova destekli hükümeti düşürmek için kenti almaya çalışıyorlardı.
Kent direniyordu ama kontrol edebileceği bir Afgan hükümeti isteyen ABD
destekli Pakistan liderliğinin cesaretlendirmesiyle mücahitler saldırıya
geçti. Komutasındaki güçlerle havaalanına saldıran bin Ladin, bir şarapnel
yarası aldı. Ardından yoldaşı ve hocası Azzam da öldü. Bin Ladin
bunun üzerine evine geri döndü. Suudi Arabistan'a aile işlerine girdi
ve daha sonra Bosna, Çeçenya ve Somali'de de gönüllü olacak Afgan gönüllüler
için bir yardım örgütü kurdu. Bin Ladin kendine savaşacak bir yer arıyordu.
Suudi
Tahtıyla
Dalaşma...
1989'da Sovyetler büyük bir yenilgiye uğrayıp Afganistan'dan geri çekildiğinde
ülkesine geri döndü. 1990'da ona aradığı fırsatı ise Saddam Hüseyin
Kuveyt'i işgal ederek verdi. Güney Yemen'deki İslami hareketle ilişkileri
nedeniyle Suudi kraliyeti ona soğuk bakıyordu. O dönemde Suudi
kraliyetine, Saddam'ın Yemen'i işgal edeceği yolunda uyarılarda
bulunuyordu. Ve Suudi rejimi Saddam'la iyi geçiniyordu. Ama Suudi
rejimine karşı henüz düşman kesilmemişti. Hatta Irak'ın Kuveyt'in işgali
üzerine Kral Fahd'a kraliyeti korumaya dair kişisel görüşlerinin yer
aldığı bir mektup bile yolladı. Arap mücahitleri bu yolda birleştirebileceği
önerisinde de bulundu.
Ama mektubu yankı uyandırmamıştı.
O adamlarını toplamak için bir çağrı beklerken, bir de baktı ki
Amerikalılar gelmiş. Bunun üzerine taktik değiştirdi. Krala yeni bir
mektup yazmak yerine kraliyet mensupları arasında sıkı lobi
faaliyetleri yaptı. Afganistan'a gittiği sanılan ve sayıları 4 bini
bulan destekçilerine yönelik fetva yayımladı. Ama Suudi rejimi bu
durumdan hoşnutsuzdu. Yaptığı konuşmalar nedeniyle iki kez sorgulandı.
Hatta, Cidde dışındaki çiftliği Ulusal Muhafızlar tarafından basıldı.
Kaçış
ve
Birleştirme
Çabaları...
Usame, artık etrafta Amerikalılar dolaşırken bu ülkede kendisine yer
olmadığını düşünmeye başlamıştı. Kral Fahd'a ve Prens
Abdullah'a çok yakın olan bir kardeşi aracılığıyla yurtdışına çıkma
izni elde etti. Ve 1991'de soluğu Pakistan üzerinden gittiği
Afganistan'da aldı. Afganistan'daki komünist rejimin çöküşüne,
Afgan partilerinin birbirlerini yemeye başlamasına tanıklık etti.
Onları bir araya getirmeye çalışsa da başarılı olamadı. Yandaşlarına
ise çatışmalardan uzak durmaları emri verdi. Afganistan'da Suudi
rejiminin Pakistan istihbaratıyla ortaklaşa düzenlediği sayısız
suikasttan kurtuldu. Ama Suudi ve Pakistan kuruluşlarında sıkı dostları
da vardı.
Bağlar
Sudan'da
Kopuyor...
Afganistan'daki çatışan tarafları bir araya getiremeyince ülkeyi terk
etmeye karar verdi. Tek alternatif Sudan'dı. Afganistan'ı 1991 sonlarında
özel bir jetle terk etti. Sudan'ı cazip kılan bu ülkedeki yeni İslami
rejimdi. 1990 başlarındaki Hartum, 1941'in Casablanca'sı gibiydi.
Amerikalı, Britanyalı, İsrailli, Mısırlı ajanlar burada cirit atıyordu.
Amerikalıların bakış açısına göre Sudan'daki Bin Ladin önemsizdi.
Hartum'a Afgan savaşında ABD'nin tarafında savaşmış bir ABD muhalifi
olarak gelmişti. Suudiler bin Ladin'i 1994'te vatandaşlıktan çıkardıklarında
ise siyasi faaliyetlerini iyice yoğunlaştırdı. Önce kimliğini açıklamak
için Suudi referansına ihtiyacı olmadığını açıkladı. Ardından
önde gelen kişiliklerle 'Tavsiye ve Reform Komitesi'ni kurdu. Bu
komitenin toplam 17 tane olan bildirileri Suudi rejimini sert biçimde eleştirirken,
şiddet çağrısı içermiyordu. 1996'da Sudan'ı terk ettiğinde ise
Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na göre 'terörizmi finanse eden başlıca
kişiliklerden' biri oluvermişti. Peki ne olmuştu?
Başlangıçta bin Ladin hizmet sektörüyle ilgileniyor göründü.
Hartum'dan Kızıldeniz kıyısındaki Port Sudan'a bir yol inşa etti,
tarımla uğraştı.
Ama aslında bunun ötesinde işler yapıyordu. Bu sırada çok sayıda
Afgan gönüllü ona katıldı. Bin Ladin, İslami Cihad gibi Hartum'da üstlenen
Mısırlı radikal gruplarla yakınlaştı. Ve Suudi Arabistan'da radikal
değişiklikler için çalıştı. Sudan, bin Ladin ve yandaşlarını ülkeden
çıkarmak için ciddi bir uluslararası baskıya maruz kalınca Ağustos
1996'da bin Ladin yine yollara düştü, bu kez sırada Afganistan vardı.
İç savaş sırasında gittiği Afganistan'da ise bütün gruplarla iyi
du.
Cihat
İlanı...
İşte bu noktaya dek Bin Ladin ABD'ye açıkça meydan okumamıştı. Bütün
çabasını İslam dünyasında reforma odaklamıştı. Ancak 23 Ağustos
1996'da yaptığı deklarasyonda, bin Ladin 'sonunda sınırı geçti'. İslami
inançlı gençliği Suudi krallığını 'işgal eden' Amerikalıları öldürmeye
çağırdı. Şubat 1998'de daha da ileri gitti. Çeşitli terör gruplarıyla
yaptığı toplantının ardından bin Ladin, dünya çapında ABD'nin çıkarı
olan her yerde saldırılar düzenlenmesi çağrısı yaptı. Ve Ağustos'ta
ABD'nin Afrika'daki büyükelçilikleri bombalandı. Kanıtlar bu olayda
Bin Ladin'in sorumlu olduğunu gösteriyor. Ancak Amerikalılar daha
fazlasını yapmak istiyor gibi görünüyor: Bin Ladin'in son dönemde
ABD'nin çıkarlarına karşı girişilen her saldırının ardında olduğunda
ısrar ediyor.
Batı'da bin Ladin bir 'kötü adam' haline geldi. İslam dünyasında ise
çok daha farklı bir şeyler ifade ediyor. İslami terörizm konusunda
uzman olan Roland Jacquard, onun 'bir efsane' haline geldiğini söylüyor.
Bir de böyle düşünmek lazım: Amerikalı yetkililer bir zamanlar işbirliği
yaptıkları kişiyi şimdi 'büyük şeytan' diye isimlendiriyor, terörün
Don Carleone'si haline getiriyor. Ama bunun tam tersine İslami dünyada,
o dünyadaki Amerikan hegemonyasına karşı çıkan zamanının Che
Guevara'sı oluyor. Kimilerine göre ise bir Che yeter de artardı.