Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

BİR İŞE YARAMAZ YAZI DAHA...

Aydın Engin, Cumhuriyet Gazetesi

Kapat çeneni; kır şu kalemi; at bilgisayarı. Gel tut şu taşın ucundan. Altında bebeğim yatıyor. İki kişi olursak kaldırırız belki. Belki yaşıyordur hâlâ. Belki... Belki... Belki...

( Yolun sonunun görünmediği bir yokuşta, önündeki bütün arabaları sollayıp gazlayan sürücü, karşıdan çıkıveren kamyonun altına girdiğinde bu bir kaza mı, yoksa intihar mı, arabada yalnız değilse hatta bir cinayet mi?

Peki birinci dereceden deprem bölgesinde dere yatağına, sel çukuruna, moloz tepesine iki karış temel atıp ev yapan, çok katlı apartman dikenin, o sürücüden farkı ne?)

Ah sus! Konuşma! Hiç olmazsa bugün, susmayı becer.

Köyüm yakılırken neredeydin sen? Mera yasağı konup dağın başında açlığa hüküm kesildiğinde de böyle konuşuyor; bilgiç bilgeliğinle akıllar öğretiyor muydun?

Atalarımı mezarlarında bırakıp, doğup büyüdüğüm topraklardan kopup, iki sırt dengimle kentlere aktığımda ''ucuz işgücü'' nden başka neydim ben senin için? Bala üşüşen arı örneği niye fabrika çevrelerinde yuvalandım sanki? Sel yatağıymış, hazine toprağıymış, moloz döküm sahasıymış, dibi çürük, eski çöplük alanıymış... Seçecek halim mi vardı? Başımı soktuğum eksik demirli, kıt çimentolu gecekondu azmanı çok katlı ev, köydeki yığma kerpiç damdan daha muhkem değil miydi?

Bin yıllık, çok bin yıllık barınma kültürüm, bir gecede kentlilik bilinciyle donanabilir miydi? Hem o arsayı bana satan kentliler değil miydi?

( Discovery Uzay Mekiği'nin komutanına ''Uzaya fırlatıldığınız andaki ilk düşüncenizi anımsıyor musunuz?'' diye sordular. Acı acı güldü. ''Tabii'' dedi, ''Komuta tablosundaki binlerce hassas aygıta baktım ve aman Allahım dedim, bunları en düşük fiyatı veren firmalar yaptı'' .

Şu ''müteahhitlik sistemi''ni baştan sona ve çok köklü, çok kararlı gözden geçirmek için daha kaç bin ölü, kaç bin yıkım gerek?)

Vazgeç, kuzum ne olursun vazgeç şimdi sistem tartışmaktan. Buna vaktin olacak, çok vaktin olacak. Yeni ölümlerden kurtulmak, yeni yıkımlar yaşamamak önemli biliyorum. Ama şu yıkığın altında, şimdi, şu anda, hâlâ bebeğim, çocuğum, kocam, karım, anam, babam yatıyor benim ve kör karanlıkta büyümüş gözleri ile çaresiz bekliyor. Onlar için yapabileceğin bir şey yok mu? Hiç mi yok? Sahi hiç mi yok?

Bu ülkenin Başbakanı yıkım bölgelerinden devlete ulaşamıyor, sesini duyuramıyor. TRT kameralarından medet umuyor. Meydanı boş bulunca ''devletimiz güçlüdür'' kof övüncesine başvuranlar, ''Türkiye özellikle telekomünikasyonda çağ atladı'' diye şişinenler, kendilerine ve hepimize yalan söylemişliklerinin utancını yaşıyorlar mı dersiniz?)

Muhalifliğin batsın, senin toplumsal eleştirinin canı cehenneme! Görmüyor musun?

Geceydi. Gecenin yarısını da devirdiydik. Sancılarım tuttu. Gece 03.02 idi. Bebeğim doğdu. İlk çığlık yaşama bir selamdır derler. Benim bebeğimin ilk çığlığı, çöken hastanenin betonları arasında ezilenlerin korku ve acı çığlıklarında yankılandı.

Ben yaşıyorum. Bebeğim de. Şimdi, burada körfezden, rafinerinin oradan ağır bir duman yükseliyor, zehir soluyoruz ve ben ve bebeğim yıkıntılar arasında, bir kuru şiltenin üstünde, koşuşan ve sadece koşuşan çaresiz kalabalığın arasında yapayalnızız. Bebeğim çabuk yaşlanıyor. Bak iki günlük oldu bile. Bizim için yapabileceğin bir şey yok mu? Eleştiri yapmaktan, ''muhalif duruş almaktan'' başka yapabileceğin bir şey yok mu? Sahi yok mu? Hiç mi yok?

****

Dipten gelen o kısa, kesik vuruşun ardından, ''Geçti ve ben yaşıyorum. Bana bir şey olmadı'' sevinci elbette insanidir. Ama izleyen saatlerde seni kasıp kavuran çaresizlik bu sevinci gölgeler, örter, eritir ve yok eder.

Hak etmediğin bir utançla çaresiz kalakalırsın...

Deprem Anasayfası