Dünyanın en önemli yerbilimcilerinden Fransız Prof. Le Pichon ile İTÜ’den Prof. Dr. Şengör ve Doç. Dr. Taymaz, Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara Denizi’nde de devam ettiğini, son iki depremden sonra elde edilen verilerin bunu kanıtladığını söylüyor. Şengör, İstanbul için 8 büyüklüğünde bir depreme göre senaryo yapmanın şart olduğuna işaret ediyor. Çünkü Marmara’nın boydan boya kırılma ihtimali, onlara göre, yüzde 95.
“Bundan sonra 30 yıl bu bölgede büyük deprem olmaz” diyen profesörlerin kılavuzluğunda bir mayın tarlasından sağ salim geçilebilir mi? 17 Ağustos Gölcük depreminden sonra sarf edilmişti bu sözler. Celal Şengör, Aykut Barka, Tuncay Taymaz gibi bazı bilimadamları şiddetli itirazlarda bulunmuştu. Bu bilimadamlarıyla birlikte MTA, bazı bölgelerde enerjinin boşalmadığına işaret ederek yetkilileri ve kamuoyunu uyarmıştı. Ama toplumu rahatlatma misyonu sahibi ve rehavet düşkünü medya, aynı bilim dünyasından kurduğu “müsekkin” bilimadamları ordusunu sayfalara ve ekranlara taşıyarak yaylım ateşe geçmişti. “Karamsarlar” şiddetli itirazlarına ve uyarılarına devam etti. Ama en şiddetli itiraz ve uyarı 12 Kasım’da Düzce’den geldi: 7.2 büyüklüğünde yeni bir deprem.
Karamsar senaryolar böylece tekrar gündeme gelince bu kez doğrudan siyasilerden “Panik yaratmayın” uyarıları duyulmaya başlandı. Medya bilimadamlarını paylamaya başladı; İstanbul’u korku şehri yapmak istiyorlar diye. Şiddet ile büyüklüğü ayırt edemeyen köşe yazarları tarihsel ve aletsel dönem depremlerini “analiz” ederek korkulacak bir şey olmadığını halka anlattı. Bilimadamlarına ihtiyaç kalmadı böylece. Tam da bu sırada, panik istemeyen, halkın karamsarlığa gark olmasına engel olunmasını arzulayan devletin kuruluşlarından birinin, TPAO’nun (Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı) haritası ortaya atıldı.
Harita, İstanbul’un bütün tehlikelerden muaf olduğunun kanıtı olarak yorumlandı ve ilan edildi, Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara tarafından. Ama gerekseydi, yerkürenin oluşum sürecini ve evrim teorisini bile tamamen değişik tarzda yorumlayabilirlerdi. TPAO’nun haritası, Marmara Denizi’nin nasıl bir fay tarlası olduğunu gösteriyor. Ama bu zaten iyi kötü bilinen bir durum. Harita iki şeyi iddia ediyor:
1- İstanbul’u vuracağı düşünülen faylar şimdiye kadar sanıldığı gibi en fazla 20-25 kilometre değil, 50-60 kilometre uzakta. Bu, aslına bakılırsa komik bir iddia. Marmara Denizi’nin genişliği 40 kilometreyi geçmeyen yerleri var ve İstanbul’u vuracak bir depremi üretecek fay da bu 40 kilometrelik alanın arasından geçiyor. Kaldı ki, o fay bırakın 60 kilometreyi, Madagaskar açıklarından geçse de bir şey fark etmez; çünkü tarihte o fay üzerinde meydana gelen depremler İstanbul’la beraber bütün bir Marmara kıyısını yıkmış, yerle bir etmiş.
2- Medyada yer alan haritalarda görünmemekle beraber, orijinal TPAO haritasında fayların karakterini belirten işaretler de bulunuyor. Işıkara’nın ikinci ve daha sevindirici bir gelişme olarak daha sonra açıklayacağını duyurduğu şey de bu olmalı. Çünkü, bu haritaya bakılırsa, Marmara Denizi’ndeki bütün faylar normal fay. Normal faylar düşey eğimlidir ve Marmara’dakiler tabanda bir çökme hareketi yaratır. Ayrıca, Gölcük ve Düzce depremlerini üreten doğrultu atımlı faylara nazaran daha küçük depremler yaratır, daha az enerji açığa çıkarırlar. Genel olarak, en fazla 6.5 büyüklüğünde depremler üretirler.
Kandilli’nin sismologlarından Doç. Dr. Ali Pınar ve Dr. Doğan Kalafat, haritadaki bu verileri kendilerinin tetkik edeceklerini söylüyor. Zira bu konu da çok tartışmalı. İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Celal Şengör, TPAO’nun haritasının bir değeri olmadığı kanısında. “O harita hiç ortaya çıkmamış gibi davranmakta fayda var.” O haritadan doğrultu atımlı fayı tanımanın imkansız olduğunu, sadece düşey kesitin görülebileceğini söylüyor. Yine aynı üniversiteden Sismolog Doç. Dr. Tuncay Taymaz da, TPAO’nun petrol ve gaz aramak amacıyla araştırmalar yaptığını, yani rezervuar aradığını, bunun için de derin sismik yaptığını, yüzeyi göremeyeceğini söylüyor.
Aslında, Marmara Denizi tabanında doğrultu atımlı fay olup olmadığını anlamanın bir yolu daha var: Şu ana kadar olmuş depremlerin odak mekanizmalarını analiz etmek. Ama bunun için deprem olan bölgeye yayılmış iyi bir ölçüm ağınız olmalı. Ayrıca, çok küçük depremlerde bunu açığa çıkarmak çok zor. Hiç olmazsa 5 büyüklük mertebesinde deprem gerekiyor. Bu konuda da bir zorluk var; Türkiye’de aletsel ölçüye 1975’te geçilmiş. O günden bu yana 5 civarında büyüklüğe sahip deprem güneyde var, ama kuzeyde nadir. Yine de iki örnek bulunuyor. 21 Eylül’de Marmara Adası’nın kuzeyinde meydana gelen 5 büyüklüğündeki deprem ve 21 Ekim’de Adalar’ın güneyinde, Çınarcık çukurunda meydana gelen 4.4 büyüklüğündeki deprem. Marmara Adası kuzeyindeki depremin Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Sismoloji Laboratuvarı tarafından yapılan odak mekanizması analizine göre, bu deprem normal bileşeni olmakla beraber doğrultu atımlı. Bu analizin istikametlerine itiraz eden Tuncay Taymaz da aslında aynı fikirde ve daha net bilgi için Boğaziçi Üniversitesi ve TÜBİTAK’ta görevli Prof. Dr. Mustafa Aktar’ın analizini beklediklerini söylüyor.
Kandilli’den Pınar ve Kalafat, Adalar güneyindeki 4.4 büyüklüğündeki depremin normal fay olduğunu belirtiyor. TÜBİTAK’tan Ruhi Saatçılar ise Kandilli’nin verilerini de kullanarak çok titiz çalışmalar yaptıklarını ve bu depremin odak mekanizmasının da doğrultu atımlı olduğunu söylüyor. Bu iki deprem, TPAO’nun haritasındaki fay tanımlarını çürütmeye yeter.
Taymaz, TPAO’nun, haritayı çıkarmakta kullandığı sismik profillerin tarihlerini ve kesitleri yayınlaması gerektiğine işaret ediyor. Çünkü profillerin işlenmesi ve yorumlanması önemli; yanlış yapma ihtimali var.
Kandilli’den Pınar ve Kalafat, TPAO’nun haritası doğru olsa bile Fransız yerbilimci Xavier Le Pichon, Tuncay Taymaz ve Celal Şengör’ün ortaya atıp üzerinde çalıştığı Marmara’nın tek bir fay olarak kırılacağı tezinin gerçekleşme ihtimali olduğunu belirtiyor. Celal Şengör ise “O ihtimal yüzde 95’tir” diyor, “son iki depremden sonra elde edilen verilerle o ihtimal yüzde 95’tir”.
Şengör, MTA ile beraber yürütülen çalışmalar sonucu Kuzey Anadolu Fayı’nın Marmara Denizi tabanında da görüldüğünü söylüyor. KAF’ın Marmara’ya dalıp yardığını, TPAO’nun haritasında gösterilen fayların önemi olmadığını düşünüyor. 7.4 büyüklüğünde bir deprem ihtimalinin kuvvetli olduğunu belirten, ama Şengör ve arkadaşlarının tezini de inkar etmeyen İTÜ’den Aykut Barka’nın modelinin geçerli olup olmadığı sorusuna da şu karşılığı veriyor: “Ben Aykut’un modeline yüzde 90 katılıyorum, ama o modeldeki fayların büyük kısmı artık çalışmıyor. Bu büyük fay, Aykut’un modelini biçip geçiyor. Biz daha önce enerji hesapları yaparak, bu kadar büyük bir enerjiyi açığa çıkaracak bir oluşum olması gerektiğini düşünüyor ve Marmara’yı boydan boya kıracak bir fay olduğunu teorik olarak söylüyorduk. Artık o fay ortada, görüyoruz.”
Taymaz da bu fayın mevcudiyetinin kesin olduğunu söylüyor. “1997’den beri aldığımız sismik profiller, işlensin ve yorumlansın diye, dünyanın çeşitli yerlerindeki saygın 5-6 bilimadamına gönderildi. Sadece kendi yorumlarımızla yetinmedik yani. Üstelik profillerin nereden alındığını da gizledik. Marmara olduğunu bilmeden yorumladılar. Yine de daha sık sismik profil gerekiyor.”
Şimdi, İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Naci Görür’ün başkanlığındaki Türkiye Ulusal Jeoloji ve Jeofizik Deniz Araştırmaları programı çerçevesinde bu veriler ve sözü edilen bu fay bir kere daha test edilecek.
Barka ise Şengör ve arkadaşlarının modelinin kendi modelinin bir ileri safhası olduğunu söylüyor. “Benim modelimle başlayıp sonra tek bir kırık haline gelmiş olabilir. Yani benimkinin evrimi sonucu oluşmuş olabilir. Mümkün, ama henüz belli değil. Biraz daha veriye ihtiyaç var. Batimetrik çalışma gerekir. Bu yapıyı morfolojide görmemiz lazım.”
Kandilli’den Ali Pınar, bu tezin gerçekleşme ihtimalini kabul etse de olumlu etkide bulunabilecek iki unsurun üzerinde duruyor: “Marmara Denizi bir açılma havzası (pull-apart, çek-ayır). Bu açılma KAF’ın enerji biriktirmesini önleyebilir ve gerilimi Şarköy-Mürefte fayına aktarabilir. İkincisi, Marmara Denizi, açılma havzası olduğu için tabanda çok fazla çökelti var. Bu çökelti, yerkürenin ısısını tutar ve sıcak da gerilimi azaltabilir.”
Şengör ilk varsayımın ciddiye alınamayacağını söylemekle yetiniyor. Taymaz, açılma (ayrılma veya çökme) olabilmesi için önce çekme olması gerektiğini söylüyor. “Yani başlangıç noktası doğrultu atımdır. O olmadan nasıl çökecek veya açılacak ki” diyor.
Sıcaklığın gerilimi azaltacağı tezine gelince, Şengör, bu etkinin çok az olduğunu, sistemin işleyişini engelleyemeyeceğini söylüyor. Şengör ve arkadaşlarıyla işbirliği halinde çalışan MTA’dan jeolog Ömer Emre de, 17 Ağustos depremiyle KAF’ta bir sistemin harekete geçtiğini ve bu sürecin tamamlanacağını belirtiyor. 17 Ağustos depreminden sonra karadaki kırıkları araştıran MTA ekibinin şefi olan Ömer Emre, Gölcük ve Düzce depremlerinde toplam 230 kilometrenin kırıldığını, benzer bir kırılmanın denizde de beklendiğini söylüyor. İki etapta da kırılabilir, tek seferde de. (Hendek’te kırılmamış bir bölüm hâlâ var. Düzce depreminde 43 kilometrelik fay kırıldı ve 7.2 büyüklüğünde bir deprem üretti. Hendek’te kırılmayan fayın uzunluğu 50 kilometre.)
Marmara Denizi doğudan batıya 275 kilometre uzunluğunda bir deniz. Bu, Marmara’yı yaran fayın boyuyla ilgili de bir fikir veriyor. Artık öğrendiğimiz gibi, depremin büyüklüğü kırılan fayın uzunluğuyla doğrudan ilgili. Fay, Gaziköy’de karaya çıktıktan sonra Saros Körfezi’ni aşıp güneye doğru bir eğimle devam ediyor. Bu fay da (Ganos Fayı) 1912’de yaşanan 7.3 büyüklüğündeki depremden sonra kırılmadı.
KAF’ın Marmara’da da devamının kanıtlanması İstanbul’u şiddetle vurmuş 1509 ve 1766 depremlerini de açıklıyor. Bu depremlerin Marmara’da değil, İzmit Körfezi’nde olabileceği ve bunların da İstanbul’u pekala yıkabileceği bir karşı argüman olarak dile getiriliyordu. Bununla beraber, körfezde meydana gelen bir depremin aynı anda hem İstanbul’u, hem kuzey kıyısındaki öbür yerleşim birimlerini, hem de güney kıyılarını nasıl yıkabildiği pek net açıklanamıyordu. Demek ki, Marmara’nın 1509’daki gibi tek bir hamlede veya 1766’daki gibi üç ay arayla iki büyük depremde (Gölcük ve Düzce gibi) kırılabileceği ihtimali hiç de yabana atılır bir ihtimal değil.
Klasik soru, “Ne zaman?” Bu soruya bir cevap verilemediğini biliyoruz artık. Ama yine de ihtimaller var. 30 yıl içinde büyük bir deprem olma ihtimali yüzde 97. Gölcük ve en son da Düzce depremlerinin bu süreyi kısalttığını söylüyor bilimadamları. İngiliz yerbilimci Russ Evans, günlük deprem ihtimalinin Düzce depreminden sonra 30 binde birden, iki binde bire çıktığını söylüyor.
Aslında, Marmara’yı tehdit eden başka faylar da var. Tuncay Taymaz, Gölcük depreminde kırılan fayın güneyindeki İznik fayının bu yüzyılda hiç kırılmadığına dikkat çekiyor. Bu fay da büyük bir deprem üretebilir ve Marmara’nın güneyini ciddi şekilde hırpalayabilir. Kandilli’den Doğan Kalafat da Edremit fayı ile Biga fayının da kırılabileceğine işaret ediyor. Ama buralar İstanbul’u doğrudan etkilemeyeceği için pek üzerinde durulmuyor. Bir de, buralardaki faylar karada ve bir bilmece değil yerbilimciler için. Ama Marmara Denizi...
Ya kırılmazsa! Medyadaki rahatlatma rüzgârının tek dayanağı bu. Ama insan hayatı iyimser ihtimallerin kucağına terk edilemeyecek kadar değerlidir. Üstelik burada söz konusu olan on binlerce insanın hayatıdır. Risk hesapları ve senaryoları, mesnetli en kötü durum üzerine yapılırsa anlamlıdır. Nitekim, Şengör, Prof. Dr. Mustafa Erdik’in, Barka’nın 7.4 büyüklüğündeki deprem öngörüsüne dayanan İstanbul senaryosunun 8 büyüklüğündeki bir depreme göre revize edilmesi gerektiğinin üzerinde duruyor. “7.4 pek iyimser” diyor. Bu fayın 7.7’lik bir deprem üreteceğini söyleyen Şengör’ün “Ya kırılmazsa” sorusuna cevabı net: “O zaman levha tektoniği kuramını çöpe atmak, Anadolu’nun batıya kayışı prensibinden vazgeçmek gerekecek.”
Risk bir ihtimaldir ve aklıselim sahibi bütün insanlar ve insana değer veren bütün ülkeler bu ihtimal karşısında tedbir alır. Çünkü, ihtimal olan tehdit bir gerçeklik haline gelirse yapılacak bir şey yoktur. Ölürüz veya ölülerimizi gömeriz. Evde küçük bir çocuğunuz varsa, basit bir tedbir olarak ilaçları onun erişemeyeceği bir yere koyarsınız. Çünkü, o ilaçları ağzına atma riski vardır. Eğer ağzına atarsa yapılması gerekenler veya yapmaya mahkum olduğumuz şeyler de, ağzına attığı ilacın miktarına ve niteliğine göre başkadır. İstanbul, hatta tüm Marmara kıyıları, çok büyük bir deprem riskini ciddiye alıp ciddiyetle tedbir almak zorundadır. Risk bunu gerektirir. Depremden sonra neler yapmak zorunda olduğumuzu, tedbir almazsak nasıl bir bedel ödemek zorunda kalacağımızı gördük. Ya olmazsa ne âlâ! Ama toplumu rahatlatma hevesiyle ülkeyi ve insanları mayın tarlasında yanlış pistlere sürükleyenlerin yarattığı riske karşı tedbir almak gerekiyor. Bunun yolu da karamsar yaftası asarak bilimadamlarını paylamak değil, bilime kulak verip kaynak ayırmaktan geçiyor.
Büyük Marmara Fayı haritası ve şekillerini görmek için tıklayınız.
Not: Bu makaleyi Atlas Dergisi Aralık 1999 sayısında okuyup e-posta ile gönderen Deniz'e teşekkür ederim.
Istanbul
Depremi (Le Pichon)
(Bu bağlantıda konuyla ilgili başka bağlantılar da
mevcuttur)