Üç yıl kadar önce bu köşede yayımlanan, İstanbul ve depremi konu alan, kentin özellikle ana iletişim ve sağlık merkezlerinin acilen gözden geçirilmesi hatta bazı yıkımların bile yapılması gerektiğini belirten bir yazıdan sonra, aralarında bir banka müdür yardımcısı, bir iletişim - reklam şirketi sahibi, bir büyük mağaza yöneticisinin de bulunduğu çok sayıda kişi telefon etmiş ve İstanbul'u nasıl ve hangi yöntemlerle sahiplenmek gerektiği konusunda konuşmalar yapmıştık. Ancak örgütlenme alanında ileri bir adım atılamamıştı. Şimdi düşünüyorum da, o tarihlerde bilim çevreleriyle sıkı işbirliği içinde inançla ve aktif çalışacak bir örgüt-dernek kurulsaydı, bugün İstanbul için epey mesafe alınmış olacaktı.
Ama insanlığın deneyimlerden, özellikle felaket düzeyindeki olaylardan çıkardığı derslerle yaşamını koruyarak ve geliştirerek sürdürdüğünü biliyoruz. Bazen toplumsal örgütlenmesi tam bir çapaçulluğun çamuruna düşse de, toplumların ileriye yönelik genel davranış çizgisi, ders çıkarmak ve felaketlerden kendi yaşamını korumak yönündedir. Bir iki deneyimden sonra, üçüncü olay sonrası bile olsa, toplumların akılları başlarına mutlaka geliyor, gelmek zorundadır da. Tabii, insan tek başına yaşamıyor. Gelişmiş toplumsal bir varlık olarak yaşamını sürdürüyor.
Bu nedenle, örneğin depreme karşı bazen tek başına alınabilecek çözümlerin hiçbiri, hiçbir işeyaramayabilir. Deprem, ortak yaşamın hiç ummadığınız bir noktasında ve yerinde gelebilir. Bu nedenle, sadece evimizi sağlam tutmak yetmez, kamusal alanları ve ortak yaşamlardaki riskleri de, bütün insanlar için minimuma indirecek önlemler alınması gerekmektedir.
Toplumun "kılavuzları" iyi, etkin, yetkin, deneyimli, toplum önderi gibi yönetici özelliklerini kanıtlamış olsalar, hiç bir sorunumuz kalmaz. Bu özellikteki yöneticiler zaten toplumun ilerisinde olacakları için gereken önlemleri hemen alacaklardır ve "önderlik" edeceklerdir.
Ama, Allahaşkına, böyle önderlerimiz var mı? Yöneticilerin, en azından geçmiş deneyimlerden ders alarak, Türkiye'nin ve Marmara'nın özelliklerinden yola çıkarak, Türkiye'nin kalbi olan İstanbul için deprem senaryoları oluşturmaları, derhal bu senaryolara göre toplumu yeniden biçimlendirmeleri ve örgütlemeleri mümkün mü? Şurada, çadırlarda bile yaşamı normale çeviremeyen yöneticileri gözlerinizin önüne getiriniz...
Bırakın yöneticileri, İstanbul'u tehdit eden büyük bir deprem beklemeyen ve ortalıkta dolaşarak bunun propagandasını yapan, üstelik bilimci kılığı giymiş şarlatanların da, topluma önerecekleri hiçbir şey yoktur. İzmit depreminin bile Avcılar ve Bağcılar'ı nasıl yıktığını görmeyen bu tiplere inanırsak, bir şey yapmak bile gerekmemektedir.
İster Marmara boydan boya birden kırılsın, ister daha küçük faylardan biri kırılsın, değişmeyen tek bir gerçek var: Bütün bunların İstanbul için yapacağı yıkım, birbirinden farklı olsa bile, sanıldığından da fazla olacaktır.
Doğa, kendisine uyum sağlayabilen canlılara ve topluluklara yaşama şansı verir.
Doğanın bu yasasına uyum sağlayamayan canlılar için yapacak bir şey yoktur.
Çok şükür ki uygarlığın ulaştığı bugünkü düzey, insanlığı bu sürece uyum sağlatacak donanımlara, bilgi birikimlerine, uygulamalara sahiptir.
Önemli olan Türkiye olarak, İstanbul olarak da bu ileri davranışı gösterebilmektir.
Ve bütün çabamız da buna yönelik değil midir?
Sözümüzü bağlarsak: İstanbul için yapacak çok şey var. İstanbul, toplumu depreme hazırlayabilecek örgütlenmeyi başarmalı ve önderlerini içinden çıkarmalıdır.
Bu açıdan, bu sayımızda okuyacağınız ve çok sayıda İstanbullunun da düşüncelerini yansıtan Behiç Ak'ın yazısı ve önerileri önem taşımaktadır.
CBT İnternet adresi: http://www.cumhuriyet.com