17 Ağustos Salı günü Marmara Bölgesi'ni 7.4 şiddetinde sarsan depremden
sonra, şimdi bölgede ''hasar tespiti'' yapılıyor.
Ancak, deprem bölgesinde en derin yıkımlar binalarda değil, yaşamı
sürdürmeye çalışan ''geride kalanlar''ın ruhlarında meydana gelenlerdir.
Kuşkusuz en sarsıcı olan; 45 saniye süren deprem ve sonrası yaşanan şokun,
olayla en az bağlantısı olan küçük ayrıntılardan ve en uzak ipuçlarından
yola çıkarak bile tekrar tekrar canlanabilmesidir. O anı çağrıştıran bir
ses, bir görüntü, herhangi bir uyarıcı yaşanan olaya bağlı olumsuz duyguları
hızla bilince getirip yeniden duyumsatacaktır.
Görüldüğü gibi bu şokun tekrarlanma olasılığına karşı tetikte olmak
isteyen halk günlerdir aşırı bir ihtiyat göstermekte,
yağmura rağmen sağlam olan evlerine girmeye cesaret edememektedir.
Çünkü olayın hayalinin sık sık zihinde canlanması,
uykuda kâbuslarla yeniden yaşanması bireylerin korku ve kaygı duygularını
hep tetikte tutar. Tüm bu tepkiler, ''Travma
Sonrası Stres Bozukluğu (Post-Travmatic Stress Disorder)'' kısacası
PTSD'nin ana belirtileridir. PTSD konusundaki uzmanlara göre, bu tür travmanın
özünde, merkezi sinir sistemini şiddetli biçimde etkileyen yoğun algısal
bir deneyim yatar. Örneğin, bir bıçağın bedene girmesi görüntüsü, sesi
ve kokusu, polis sirenleri... vb. Bu son afet olayında ise yaşanan şiddetli
sarsıntı, patlama, binaların yıkılırken çıkardığı ses, toz harç kokusu,
çocuğunun çığlığı, tutunduğu yerin teması... gibi herhangi bir uyarıcının
yarattığı beyne kazınmışçasına yerleşen yaşantının izidir.
Nörologlara göre bu canlı, korkunç anlar, beyindeki duygusal devrelerin
içine çivilenmiş anılara dönüşmektedir. Sonuçta,
bireyde görünen arazlar, aşırı uyarılmış sinir merkezinin travmatik
bir anın canlı anılarını harekete geçirip sürekli bilinç düzeyine çıkarmasının
işaretleridir. Böylece, travmatik anılar, son derece hassas birer zihinsel
alarm şalteri haline gelip korkulan anın tekrarlanabileceğine ilişkin en
küçük bir işarette alarm zillerini çaldırmaya hazır olur. Bu hassas şalteri
olgusu, tüm duygusal travma çeşitlerinin bir işaretidir.
Deprem afetini yaşayan yüz binlerce insanın çoğunluğu beyne damgasını vurabilecek türden duygusal yaralar almıştır. Üzerinde yaşadığı yer kürenin güvenilmezliği, kendisini dış etmenlere karşı koruyan evinin başına yıkılabileceği gerçeği, bu afeti yaşayanlarda psikolojik bir yıkıma yol açabilecek şiddette bir olgudur. Bu durumun bireyde yarattığı etki, pek çok faktörün rolüyle değişik derece ve görünümlerde ortaya çıkabilir.
Depremin bellekte bıraktığı iz, bunun sonucunda oluşan aşırı temkinli
davranma bazılarında ömür boyu sürebilir. Özellikle bu olayda en yakınlarını
kaybedenler, yaralananlar ya da herhangi bir şekilde o anı çok daha dehşet
duyguları içinde yaşayanlar, ölünceye dek o anın anılarını belleklerinde
olanca canlılığıla taşıyabilirler. Yaşanılan travma bireylerde; kapalı
yere girmekten korkma, boğazının sıkıldığı hissi, en ufak sarsıntıda panik
tepkileri ortaya koyma, yalnız kalamama, bazı düşünceleri beyinden uzaklaştıramama,
bazı davranışları tekrarlama (obsesif-kompulsif tepkiler) gibi birçok nevrotik
bozukluklar ortaya koyabilir. Uyku düzensizlikleri, kâbuslar görülebilir.
Ya da genel uyuşukluk, hayattan kopukluk,
başkalarının ne hissettiği ile ilgili ilgilenmeme gibi duyarsızlık
tepkileri görülebilir. Bir diğer olası etki ise, travmatik olayın geçtiğidakikaları,
saatleri hatta günleri anımsayamamayı içeren disosiyasyon, yani zihindeki
bağlantılarını kopması halidir. Birey için yaşanan olay ne kadar şok yaratıcı
ve korkunçsa, bellekteki anısı da o kadar kalıcı olur. Bu anıların sinirsel
temelinin, beyin kimyasında tek bir şiddeti anının harekete geçirdiği geniş
çaplı bir değişim olduğu görülmektedir. PTSD bulguları genel olarak tek
bir olayın etkisine dayansa da bireyin yaşı, cinsiyeti, geçmiş yaşantıları,
kişilik özellikleri, strese dayanma gücü, olayı algılama biçimi ve olay
sonrası yaşadıkları... gibi pek çok etkene bağlı olarak değişebilmektedir.
Bireyler, yaşadıkları olumsuzlukları ''tolere etme'' gücü ve biçimi yönünden
farklılıklar gösterir.
Eğer insanlar, bir felaket karşısında bir şeyler yapabileceklerini,
ne kadar küçük çapta olursa olsun, az da olsa denetim gücüne sanip olduklarını
hissediyorlarsa, kendilerini tamamiyle çaresiz hissedenlere kıyasla duygusal
olarak çok daha iyi durumdadırlar. Belirli bir olayı kişisel açıdan başa
çıkılamaz hale getiren, çaresizlik öğesidir. Çünkü beyinde değişimin başladığı
an, hayatınızın tehlikede olduğu ve bundan kaçabilmek için yapabileceğiniz
hiçbir şeyin olmadığı hissinin
oluştuğu andır. Bu konuda yapılmış araştırmalar, çaresizliğin PTSD'yi
başlatan joker olduğunu ortaya koymuştur. Bu
deprem afetinde de bireylerin birçoğu 45 saniye süren şiddetli sarsıntıda
her an binanın başlarına çökeceği, kurtulamayacağı duygusunu yaşamış, bu
doğal afete karşı ''çaresizliğini'' hissetmiştir.
Bu bağlamda depremi izleyen günlerde ilk şokun etkisi atlatıldıktan sonra insanlarda görülen ''imara uygun olmayan zemin, çürük malzeme, hatalı müteahhit...'' ve diğer faktörlere yönelik öfke ve kızgınlıklar bu afetin olası sonuçlarını (hiç değilse gelecekte) denetlemeye yönelik sağlıklı tepkilerdir. Böylece bireyler çaresizliği aşma ve PTSD'na karşı önlem alma güdüsüyle hareket etmektedirler. Kuşkusuz bu tepkiler olumsuz duyguları; ''deprem'' gibi denetleyemeyeceği bir durum yerine ''sorumlu olan kişiler'' gibi denetleyebileceği bir duruma yöneltmenin sonucudur. Ve bu bir bakıma kayıpları bir ölçüde de telafi edebilme ve yaşadığı olumsuz duyguları tolere edebilme çabasıdır.
Şimdi, yağmur altında su alan çadırlarda fiziksel gereksinimlerini karşılamaya
çalışarak yaşama mücadelesi veren
depremzedeler, psikolojik açıdan da başa çıkmaları gereken önemli sorunlarla
karşı karşıyadır. Bunları belki şu başlıklar altında özetlemek olası:
*Depremde yitirdikleri yakınlarının acısı.
*Ölenler için bir şey yapamamanın yarattığı suçluluk duygusu, vicdan azabı.
*Depremin yarattığı şok.
*Koruma-güven duygusunun kaybı, tekrar deprem olacağı beklentisi, belirsizliğin yarattığı gerginlik.
*Gelecek kaygısı, yaşam planlarının alt-üst olması (yarın ne olacak?)
*Yeni koşullara uyum güçlüğü.
Bütün bu sorunlar bir bakıma yaşanılan travmanın değişik boyutlarını
oluşturur. Kuşkusuz yaşanılan olaylardan sonra her
bakımdan normal hayata dönmek zaman alacaktır. Uzmanlar travmadan kurtuluşun
bir süreç olduğunu ve genel olarak şu üç evreden geçtiğini kabul ederler:
(1) Güvenlik duygusunun yeniden kazanılması, (2) Travmanın ayrıntılarını
anımsayıp neden olduğu kayıpların yasının tutulması (3) Sonunda, normal
bir yaşam düzeninin yeniden kurulabilmesi.
İşte bu süreçte devlet olarak, toplum olarak, birey olarak depremzedelere yapılması gereken hizmetler neler? Onlara nasıl yardım edilebilir? Bunları tartışmayı sonraki yazıya bırakarak bu yazıyı, böyle bir felaketi yaşayanlar için olayın, kolayca ''geçmiş olsun'' olamayacağını bir kez daha vurgulayarak bitirelim.
Yararlanılan kaynaklar
1. Goleman, D. (1998) Duygusal Zekâ, İstanbul: Varlık Yayınları
2. Brammer, L.M. a Shostrom, E.L. (1982) (4 th. ed.) Therapeutic Psychology.
New Jersey:Prentice-Hall, Inc.
3. Herman, J.L. (1992) Travma and Recovery, New York: Basic Books.
* Doç. Dr., Psikolojik Danışma Uzmanı
Deprem sonrasında, medya, "Depremle yaşamaya alışacağız.." şeklinde empoze etmeye çalışıyor. Depremle yaşamaya alışmak için önce, içinde yaşadığımız binaların depreme dayanıklı olması lazım ki, kafamıza çökmeyeceğinden emin olalım.. Binaların, depreme dayanım testleri yapılıp güvenli oldukları ispatlanmadıkça, kimse depremle yaşamaya alışamaz!..