Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

Yapı denetiminde 'fiyasko'

Birçok kentte yapı denetim şirketi kurulamıyor, inşaatlara ruhsat alınamıyor. İmar disiplini sağlanmadan getirilen "paralı yapı denetimi" uygulamasıyla kaçak kentleşme daha da teşvik edilmiş oluyor. Mimar ve mühendis odalarının 'kerhen' de olsa yasal zorunluluk içinde isteyen üyelerine belge vermelerine rağmen, yapı denetim şirketleri tüm kentlerde değil sadece metropollerde kurulabiliyor. Çünkü birçok kentte, ilçede ve belediyede, bu şirketler için öngörülen sayıda mimar ve mühendis bulunmuyor.

Yapı denetimini özel şirketlere bağlayan '595 sayılı Kanun Hükmünde Kararname 'nin (KHK) yürürlüğe girdiği 10 Temmuz
2000 tarihinden bu yana Cumhuriyet tarihimizdeki ''en denetimsiz'' imar dönemi yaşanıyor.

KHK kapsamındaki illerde bulunan yüzlerce belediye, inşaat ruhsatı için başvuran vatandaşları; ''Gidin bir denetim şirketiyle
sözleşme yapın, denetim parasını da bankaya yatırın ve sözleşme sureti ile banka makbuzunu aynı şirketçe onaylanmış
projelerinizle birlikte getirin'' diyerek geri çeviriyor...

Aynı yerleşmelerdeki vatandaşlar ise bulundukları yerde KHK'nin öngördüğü ve Bayındırlık Bakanlığı'ndan yetki belgesi almış
bir ''yapı denetimi şirketi'' bulamadıkları için ne yapacaklarını bilemez halde ''sonu belirsiz bir bekleme dönemine'' girmiş
durumdalar...

Bu vatandaşlar arasında Türkiye'nin ''genel imar kültürüne'' uyarak inşaatlarına ''kaçak'' başlayanlar için de yine belediyelerin
çoğu herhangi bir işlem yapmıyorlar ve müdahale etmiyorlar.

Çünkü 595 sayılı KHK, kaçak yapılaşmaya yıllardır göz yumulmasına olanak ve ortam hazırlayan ''yaptırım yoksunu'' imar
mevzuatını geçersiz kılmıyor. Aynı belediyelerin ''nasıl olsa artık denetim şirketleri var'' mantığıyla kaçak yapılaşmaya karşı daha
da ''müsamahakâr'' (hoşgörülü) davranmalarına gerekçe oluşturuyor...

Böylece Türkiye , 17 Ağustos 1999 depreminden sonra ''artık eskisi gibi olmayacak'' sözleriyle avunarak ilk bir yılı geride
bırakırken Bayındırlık Bakanı Koray Aydın 'ın ''Meslek odalarının uyarılarını dikkate almama'' yönündeki ''kararlı'' tutumu
yüzünden ''eskisinden daha denetimsiz'' ve hatta ''kaçak yapılaşmayı daha da özendirici'' bir imar düzeniyle karşı karşıya kalmış
durumda...

Şirketler 'metropollerde'

595 sayılı KHK kapsamındaki ''pilot illerde'' bulunan çok sayıda kent, kasaba ve beldede, vatandaşların ''yasa zoruyla
sözleşme yapacakları'' bir yapı denetim şirketini ''bulamama'' nedenleri ise KHK'nin sadece yeni yürürlüğe girmiş olması değil.
Çünkü 595 sayılı KHK'ye göre bir yapı denetim şirketini kurmak için gerekli olan ve meslekte 12 yılını tamamlamış şirket
elemanı mühendis ve mimar sayısı bu kentlerdeki mevcut mühendis ve mimarların toplam sayısını bile aşıyor. Böyle olunca da
KHK'nin öngördüğü sayıda teknik personele sahip yapı denetim şirketlerini ancak İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir vb. gibi
''metropol kentlerde'' kurmak mümkün. Bu büyük kentlerde kurulacak şirketlerin, KHK kapsamındaki diğer illerde bulunan
çok sayıda kent, ilçe ve belde merkezindeki yapıları denetlemeleri ise ya ''irtibat büroları'' eliyle olabilecek ya da şirket görevlisi
mühendis ve mimarlar zamanlarının çoğunu ''karayollarında seyahat halinde'' geçirecekler... Türkiye'deki sayısız inşaatın
denetimini böylesine dev bir ''kaos'' ortamına sürükleyen 595 sayılı KHK'nin belediyelere yüklediği yeni görev ise ''denetim
şirketlerinin vatandaştan alacağı ücreti'' güvenceye bağlamak. Vatandaşlar, yapı maliyetinin yüzde 4'ü ile yüzde 8'i arasında
değişen denetim ücretini, şirketle yapacakları sözleşmedeki ödeme dilimlerine uygun olarak ''bankaya'' yatıracaklar ve şirket de
o hesaptan parasını ''tahsil'' edecek. Eğer vatandaşlar bu ödemelerini aksatırlarsa, şirket ''belediyeye'' bildirecek ve belediye de
gidip o inşaatı mühürleyerek durduracak.

595 sayılı KHK'de, ''şirketin denetim görevini aksatması halinde'' vatandaşın hakkını nasıl savunacağı ise belli değil... Anlaşılan
Koray Aydın ve bu KHK'yi hazırlayan Yüksek Fen Kurulu' nun tek düşünceleri ''şirketleri kuran girişimcilerin parasını garantiyi
almak.''

Pazarın 'çekiciliği...'

Nitekim Bayındırlık Bakanlığı görevlilerince değişik kentlerde yapılan hazırlık ve bilgilendirme toplantılarında en çok üzerinde
durulan konu, ''yapı denetim şirketlerinin kazanacakları paralar'' olmuştu.

Şimdi, bir yandan işte bu ''trilyonları'' toplamak için yapı denetim şirketlerini kuracak mühendis ve mimarlara ''sermaye
destekçisi'' yatırımcılar aranırken öbür yandan ''sigortacılar'' da aynı şirketlerin denetlediği inşaatları sigorta etmekten -deyim
yerindeyse- ''yan çiziyorlar...'' Çünkü, özellikle inşaat denetimi gibi hassas bir konuda ''kamu yararı'' yerine, ister istemez
''şirketin para kazanma hedefini'' gözetecek bir anlayışın yaratacağı ''riski'' kendi ticari çıkarları açısından da göze alamıyorlar...

'Kerhen' hizmet...

Mühendis ve mimar odaları, işte bütün bu olumsuz ve hatta ''absürt'' yanlarına rağmen, 595 sayılı KHK bir ''kanun'' olduğu için,
meslekte 12 yılını doldurmuş üyeleri arasında isteyenlere, zorunlu olarak ''yapı denetim şirketinde görev alabilecek uzman
belgesini'' vermeyi sürdürüyorlar.

Ne var ki bu ''kerhen'' verilen hizmetin yanı sıra aynı KHK'nin ''daha fazla tahribat yaratmadan'' düzeltilmesini de TBMM'den
talep ediyorlar.

Çünkü ne Bayındırlık Bakanlığı, ne de Bakanlar Kurulu, meslek odalarının uyarılarına kulak asıyor. Umut yine ''demokrasinin ve
hukuk devletinin güvencesi'' TBMM üzerinde yoğunlaşıyor..
 

Yeni yasa nasıl olmalıydı?..


Eğer Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın ile bakanın bu konulardaki en güvendiği birim olan Yüksek Fen Kurulu (YFK),
depremden sonra yeni mevzuat hazırlıklarına girişirken en az Dünya Bankası kadar TMMOB'yi ve mimar- mühendis odalarını
da dinleselerdi, ''595 sayılı KHK sorunu'' böylesine yaşanmayacaktı...

Ne var ki Koray Aydın ve YFK, ''depremin felakete dönüşmesinin'' temel nedenlerini yıllardır ''doğru'' saptayan ve depremin
sonuçlarıyla da bu fazlasıyla ''kanıtlanmış'' olan meslek odalarına ''güvenmek'' yerine, ''depremi bile ranta çevirmeyi'' hedefleyen
Dünya Bankası görüşlerine ''rağbet'' ederek ülkeyi çok daha tehlikeli bir ''imar açmazının'' içine soktular. Yapı denetiminde
TMMOB'nin ve mimar- mühendis odalarının görüşleri dikkate alınarak yeni yasal düzenlemelere gidilseydi, depremi felakete
dönüştüren ''mevzuatta'' ne gibi temel değişiklikler yapılacaktı?..

Bu sorunun yanıtı özetle şöyle verilebilir:

1- Öncelikle ''imar planları'' disiplin altına alınmalı ve deprem riskini gözetmeyen yer seçimi ile yapı yükseklikleri ve
yoğunluklarını belirleyen ''imar kararları özgürlüğü'' bilimsel kriterlerle sıkı denetime bağlanmalıydı.

2- ''Kaçak ve denetimsiz'' yapılaşma için para cezası vb. gibi rant karşısında etkisi olmayan ''göstermelik'' kurallar iptal edilip,
''caydırıcı'' ve ''etkin'' hükümler getirilmeliydi.

3- Yapı projelerini belediyelerden önce ''meslek odaları'' incelemeli ve inşaatı kontrol edecek mimar ve mühendisleri de yine
kendi meslek odaları denetlemeliydi.

4- İnşaatları -tüm dünyada olduğu gibi- sermaye şirketleri yerine ''mimarlık- mühendislik kuruluşları'' denetlemeli, bu kuruluşlar
ve ''denetimden sorumlu mimar-mühendisler'' inşaat sahipleri tarafından değil, belediyeler ve meslek odalarınca
görevlendirilmeliydi. Ücretlerini de yine inşaat sahiplerinden değil, kamuda oluşacak bir fondan almalıydılar. (595 sayılı KHK bu
kuralı içerebilirdi, ancak bakanlık dikkate almadı.)

5- Türkiye'deki ''tüm yapıların'' zorunlu olarak ''betonarme- karkas'' sistemde inşa edileceği gibi ''mimarlık kültürü yoksunu'' ve
''depremden ders almayı beceremeyen'' bir çağdışı anlayışın da ''yapı mevzuatındaki egemenliğine'' artık son verilmeliydi.

Bayındırlık Bakanlığı'na göre yapı eğer "sağlamsa", mimari çirkinlik ya da düzeysizlik hiç önemli değil!.. Bu nedenle yapı
denetiminde de mimarlık devre dışı bırakılıyor.

Kaynak: Oktay Ekinci, Cumhuriyet Gazetesi, 01.08.2000

Deprem Sitesi Anasayfa