17 Ağustos 1999 depreminden çıkarılan bir sonuç, binaların zemin etüdü yapılmadan inşa edilmeleri üzerine yıkıldıklarıdır. Binaların "zemin etüdü" ile tespit edilen zemin kalitesine göre temelinin yapılması ve inşaatın bu temel üzerine tamamlanması, depreme karşı dayanıklı olmalarının "olmazsa olmaz" şartlarından birisidir.
Kuzey Anadolu fay hattı gibi bir deprem bölgesine sahip Türkiye'de, bina yapımı için "zemin etüdü" şartı bulunmamaktadır!.. Evet, "seprem kuşağı" üzerinde bulunan Türkiye'de, "zemin etüdü"ne gerek yokmuş...Bunu kim mi söylüyor? Bakınız, Emin Çölaşan'ın 23 Eylül 1999 tarihli Hürriyet'te yayınlanan makalesinde yer alan TBMM Tutanakları'na göre, 17 Ağustos depreminde bu denli can ve mal kaybının hazırlayıcıları kimlermiş?
"Tarih 2 Mayıs 1985. Tek başına ANAP iktidarı dönemi. Meclis'te bir yasa tasarısı görüşülüyor. İmar Yasası.
Halkçı Parti Kayseri Milletvekili (1948 doğumlu, inşaat mühendisi) Mehmet Üner ve arkadaşları tarafından verilen önergeyi özetliyorum:
‘‘Yapı ruhsatı almak için dilekçeye ...zemin etüdü projesi (arazinin depreme uygun olduğuna ilişkin bilimsel rapor) eklenmesi zorunludur.’’
Şimdi tutanakları okuyalım:
- Başkan: Komisyon üyeleri ve hükümet bu önergeye katılıyor mu efendim?
- Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Başkanı İbrahim Özdemir (İstanbul): Katılmıyoruz efendim.
Devlet Bakanı Kazım Oksay (Bolu): Katılmıyoruz efendim.
Bunun üzerine önerge sahibi Mehmet Üner söz alıyor. Yine tutanaklardan özetliyorum:
***
‘‘Her yerleşim yeri doğal çevrenin bir parçasıdır. Düzenli, dengeli ve sağlıklı yerleşimin baş koşulu, yer seçiminin uygun yapılmasına bağlıdır. Yasa tasarısında jeolojik özelliklerin göz önüne alınmadığı görülmektedir. Oysa ülkemiz doğal afetler açısından böylesine bir ihmalin sonuçlarına katlanır gibi olmadığını yaşayarak öğrenen ve bunu en iyi bilen ülkelerden biridir.
Ülkemiz doğal afetler ve jeolojik nedenlerden kaynaklanan ve yarattığı sonuçlar açısından da doğal afetlerin en acımasızı olan depremlerin yoğun olarak yaşandığı ülkelerden biridir. Yüzde 92'si deprem bölgesi içinde olan ülkemizde nüfusun yüzde 95'i deprem tehlikesi altında yaşamaktadır.
Sanayimizin yoğun olduğu kentlerimizin yüzde 75'i, barajlarımızın yüzde 4l'i, birinci ve ikinci derecede tehlikeli deprem bölgelerinde yer almaktadır. Bu verilere ülkemizde bir yılda 1.1 yıkıcı deprem olduğunu da eklersek, bu konuda ciddi kuralların konulmasının ne kadar zorunlu olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Ülkemizde sadece son 45 yılda depremlerden 60 bin kişi hayatını kaybetmiş, 400 bin konut yıkılmıştır. Yalnızca depremlerin yol açtığı ekonomik değer kaybının en az 15 Atatürk Barajı'nı yapabilecek boyutta olduğu anlaşılır.
Depremin ülkemizde yol açtığı zararlar Japonya'ya oranla 30 kat daha fazladır. Bu bize çevre planlamasında jeolojik bilgilerden yararlandığımız takdirde zararımızın 30 kat azaltılabileceğini gösteren somut bir örnektir...
Bu durumu yaratan en önemli neden, jeolojik incelemeler sonucu sakıncalı görülen yerlerin yerleşime açılmasıyla, jeolojik inceleme yapılmaksızın iskána (yerleşime) izin verilmesi olgularıdır.
Ülkemizde yaşanan uygulamalarda, jeolojik hizmetler ve özellikler, her zaman deprem meydana geldikten sonra gündeme gelmektedir.
Jeolojik özelliklerin sonradan değil ilk aşamada, imar planlarının yapımı aşamasında göz önüne alınması ve bunun yasalarla belirlenmesi gereklidir. Bu yapılmadığı takdirde, ülkemizin doğal özellikleri sonucu can ve mal kaybının her zaman artacağı açıktır. Ülkemizin milli servetinin bu tür ihmaller sebebiyle kaybına tahammülü yoktur.
Bu sebeplerle, yeni yerleşim alanlarının seçiminde, var olan yerleşim birimlerinin ve gelişme alanlarının belirlenmesinde, doğal yıkım ve afetlerin yol açtığı zararların en alt düzeyde tutulabilmesi için önemli gereklerden biri, jeolojik hizmetlerden yararlanmak ve yasal dayanakların imar yasasında bulunmasıdır...
BAŞKAN: Sayın Üner toparlayınız lütfen.
Mehmet Üner (devamla): İl ve ilçe imar işleri kurullarında jeoloji mühendisliği disiplininin temsil edilmesi yanında, belediyelerde jeoloji mühendislerinin istihdamına geçilmesi sağlanmalıdır... Bu hizmetlerin imar yasası kapsamına alınması önemlidir.
BAŞKAN: Sayın Üner lütfen tamamlayınız. Zamanınız üç dakika geçiyor. Müsamahamızı kötüye kullanmayın.
Mehmet Üner (devamla): Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
BAŞKAN: Teşekkür ederim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.’’
***
Kabul edilmemiştir! İşte bu kadar! Kayseri Milletvekili Mehmet Üner kürsüde yırtınıyor, uyarıyor, bugün olacakları bir müneccim gibi o günden haber veriyor ama sonuç sıfır...
Milletin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni inşaatlarda ve yerleşim birimlerinde zemin çalışması, yani depreme dayanıklılık çalışması yapılmasını ve bu hükmün yasaya konulmasını öngören önergeyi reddediyor!
Biz şimdi belki de 2 Mayıs 1985 günü, bundan tam 14.5 yıl önce Meclis'te sergilenen bu inanılmaz sorumsuzluğun, kayıtsızlığın, cehaletin, laçkalığın ve vurdumduymazlığın acısını yaşıyoruz.
O gün bu önergeyi reddedenlerin, kabul edilmemesi için oy kullanan sorumsuzların vicdanı acaba şimdi rahat mı?"
Evet, 1985 yılının ANAP iktidarında, Türkiye'nin geleceği açısından hayatî önem taşıyan "zemin etüdü" mecburiyeti reddediliyor ve bunun bir sonucu olarak da Türkiye depremde en büyük can ve mal kayıplarına sahne oluyor. Gelecekte olacak depremler için de büyük can ve mal kayıplarına aday bulunuyor.
17 Ağustos depreminin büyük can ve mal kaybının sorumluları arasında başta Kazım Oksay ve İbrahim Özdemir olmak üzere, milletvekili Mehmet Üner'in "zemin etüdü mecburiyeti" önerisini reddeden milletvekilleri bulunuyor..
Bu isimleri unutmayalım!