Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

ZANATKAR

Saçmalık - Eğitim - Kültür - Sanat - Fantazi - Geyik - Bilim Dergisi

YIL: 16 SAYI: 2222

Öğrenmede başarıyı düşürmenin yolları

 *Günde 17-18 saat uyuyunuz. (hösst bu kadar uykumu olur)

*Kahvaltı yapmayı ihmal etmeyiniz. "Sabahları kıtlıktan çıkmış gibi ye. Öğle yemeğini arkadaşınla paylaş. Akşam yemeğini düşmanına ver" şeklindeki İngiliz atasözünde de vurgulandığı gibi sağlıklı yaşam için dengeli beslenmenin çok önemli olduğunu unutmayınız. (Bu krizde yiyecek bir halt bulursanız, kahvaltı yapmayı ihmal etmeyin emi...)

*Derslere ön ve arka hazırlık yaparak giriniz.

*Dersi derste öğrenmeye çalışınız. (Olmuyorsa, sınavlarda kopye çekiniz..Biz Ali hocadan ne kopye çekerdik beaa)..

*Öğretmene soru sormaktan kaçınmayınız. (Anne adını, baba adını filan da sorabilirsiniz..)

*Öğrendiğiniz konuları aynı gün mutlaka tekrar ediniz. ( yada Boş verin, kahveye bilardo oynamaya gidin)

*Televizyonun zamanınızı öldürmesine fırsat vermeyiniz. Siz televizyonunuzu öldürün..

*Bünyenizin dinç olması için sportif çalışmalar yapınız. (Okey, tavla, briç gibi)

*Yatarak, soğukta, sıcakta, kalabalıkta, yetersiz ya da fazla aydınlatmada yaptığınız çalışmaların verimli olmayacağını biliniz.

*Yazarak çalışınız. "Âlem unutur kalem unutmaz" şeklindeki Türk atasözünde de (Lan bizim atalarında hiç işi gücü yokmuş oturmuşlar bir sürü atasözü söylemişler.) vurgulandığı gibi, yazmanın beynin algılama derecesini artırdığını aklınızdan çıkarmayınız.

*20-30 dakikalık çalışmalardan sonra 5-10 saat ara veriniz. (Bu çok iyi işte)

*Konuları çalıştıktan sonra kendi kendinize (biz delimiyiz yahu) sorular sorarak öğrenme durumunuzu belirleyiniz.

*Kitaptan çalışırken önemli gördüğünüz kısımları işaretleyiniz ya da sayfaları yırtıp cebinizde taşıyınız, kopye çekerken faydalı olur.

*Bünyenizde herhangi bir rahatsızlık varsa mutlaka semt manavına görününüz.

*Günde 12-24 saatinizi kendinizi geliştirmeye ayırınız. Yani, hergün bilgi birikiminizi biraz daha arttırmak için çalışma yapınız.

*Çinlilerin dediği gibi: çank çing çüng Yani, "Duyduğumu unuturum, gördüğümü hatırlarım, yaptığımı öğrenirim" sözünde vurgulanan öğrenme modelini benimseyiniz. Yani, teorisini öğrendiğiniz bir konunun uygulamasını yapmaya çalışınız.

Tali Zordemir

 ________________________________________________________________________________________________________

Eğitimde-üretimde başarının sırları

ABD'deki Rubermaid adlı bir firma, yılda 365 adet yeni ürün piyasaya sürmektedir. Her yıl, mevcut 500 ürünü de iyileştirmektedir. Bu firmanın ürettiği ürünler posta kutusu, oyuncak, spor malzemeleri ve basit ev eşyaları gibi şeylerdir. Ancak ürünler ne kadar basit olursa olsun, firmanın mühendisleri, bir F-111 üzerinde çalışan General Dynamics'in mühendisleri kadar ciddi çalışmaktadırlar. İşte bu ciddiyet, başka şirketlerin "basit" diyerek göremedikleri unsurları görüp başarıyı yakalamalarını sağlamıştır.

Rubbermaid'in ürünlerin çoğu 20 ekibin çalışmalarıyla ortaya çıkar. Herbir ekipte 5 ila 7 kişi bulunur. Bunlar pazarlama, imalat, Ar-Ge, finans ve gerekirse diğer bölümlerden gelen kişilerdir. Herbir ekip, özel bir imalat üzerinde yoğunlaşır, böylelikle ürüne ait anahtar unsurların geliştirilmesi sağlanır. Ayrıca işçiler de ferdi olarak buluş konusunda teşvik edilir. Ürünlerin geliştirilmesi konusunda şirketteki herkes o kadar farklı bir motivasyon içindedir ki 1993 yılında Londra'daki British Museum'a yaptıkları bir geziden 11 yeni ürün fikriyle geri dönmüşlerdir. Eski Mısır'a ait antika eserlerden alınan ilhamlarla ortaya çıkan bu yeni ürünlerin tasarımları oldukça ilgi çekicidir.

Şu anda ve gelecekte, yenilikçi atılımlar büyük bir avantaj sağlayacaktır. 21. yüzyılın bilgi çağı olması, rekabetin artması, çok hızlı değişen teknoloji, iş gücündeki farklılaşma ve sanayiye dayalı ekonomiden bilgiye dayalı bir ekonomiye geçiş, özellikle iş dünyasında çok daha stratejik davranmayı gerektirmektedir.

  ________________________________________________________________________________________________________

Mucitliğin Önemi

Yenilikler için mucitlik gereklidir, ancak kurumlar da bu mucitliği teşvik edici bir kültür taşımalıdır. 21. yüzyılda ayakta kalmak isteyen kurumlar, böyle bir kültürü ihmal edemezler.

 Bazı yenilikçi firmaların neler yaptığına bir göz atalım:

* 3M şirketi, hiç bitmeyen yeni ürün serileriyle meşhurdur. Özel bantlar ve yapışkanlı not kağıtları bunlardan bazılarıdır.

* General Electric, ABD'de bir yılda en çok patent sahibi olan firmalar arasındadır.

* Bell Laboratuvarları, transistör ve fiber optik gibi birçok yeni ürüne imzasını atmıştır.

*Sony, elektronik aletlerde dünya lideri olarak kabul edilmektedir. Her yıl yaklaşık 1000 mamül piyasaya süren Sony'nin bu ürünlerinden 100'ü eski mamüllerin geliştirilmiş hali, 200'ü ise tamamen yeni ürünlerdir.

*Hewlett-Packard, 24 milyar dolarlık satışları ve 96.000 personeliyle sürekli büyümekte ve başka firmaların kendileriyle çok zor rekabet edebilecekleri yeni ürünler piyasaya sürmektedir.

Bu tür yenilikçi firmaları inceleyen James Higgins, yedi tane ortak özelliklerini tespit etmiştir:

1. Yenilikçi bir Strateji Taşımak

Böyle bir strateji taşımak için büyük bir firma olmaya gerek yoktur. Mesela, 1983'de Pittsburg'da kurulan ve yıllık satışı 6 milyon dolar olan Super Bakery adlı bir firma, özellikle okullar için çörek ve kek ürünleri imal etmektedir. 1980'li yıllarda, sanayisinin tipik bir özelliği olarak muhafazakar bir strateji takip eden Super Bakery, satışların ve kazancın artmadığını görünce, ürün ve hizmetlerinde yenilikçi bir strateji geliştirmeye karar verdiler. İlk olarak gıda sektöründeki dağıtımcılarla işbirliği yaparak zaman ve emek israfını önleme yoluna gittiler. Daha sonra okullara, hükümet fonlarından nasıl faydalanabilecekleri konusunda bilgi verdiler. Son olarak müşterilerinin müşterilerine ulaşarak onların taleplerine cevap vermeye çalıştılar. Bütün bu girişimler, şirket için birer yenilikçi atılım oldu.

Şu anda bu firmanın kendisine has bir Ar-Ge bölümü mevcuttur. Burada geliştirilen "Süper çörek" isimli bir mamül, yağ ve şeker oranı düşük, protein bakımından ise zengin bir üründür. Bu ve daha sonra geliştirilen "Ultra çörek", hükümet tarafından okul kahvaltıları için tasdik edilen ilk ürünlerdir.

Süper Bakery'nin 1993 yılı satışları yaklaşık 6 milyon dolardı ve ayda 4 milyon adet çörek imal ediyorlardı. 1983'den 1992'ye kadar firma, enflasyona rağmen, her yıl % 2 oranında masraflarını azalttı. Bu tasarrufun büyük bir kısmı, artan üretkenlikten kaynaklanıyordu. Siparişlerin doğruluğu, ürün standartlarına riayet, zamanında teslim ve siparişlerin karşılanma süreci gibi hizmet ölçülerinde de gelişme kaydedildi.

2. Ekipler Oluşturmak

Honeywell şirketinde yeni bir klima cihazı konusunda bir teklif gelmişti. Ancak bu cihaz, normalden daha kısa bir sürede imal edilmezse, sipariş başka bir firmaya verilecekti. Honeywell, pazarlama, tasarım ve mühendislik bölümünden elemanlar şeçerek bir "kaplan ekibi" oluşturdu ve bu ekibe, cihazı dört sene yerine bir senede üretebilmeleri için mevcut kurallar dışına çıkma yetkisini verdi. Sonuçta, şirket müşterisini kaybetmemiş, arzu edilen ürünü zamanında teslim etmişti.

3. Mucitlik ve Yenilikleri Ödüllendirmek

Son yıllara kadar araştırmacı, bilimadamı ve mühendis gibi mucit kişilerin, uğraştıkları iş tarafından en iyi şekilde motive edileceklerine inanılıyordu. Yani ele aldıkları meselenin üstesinden gelmeye çalışmaları, mucitliğe imkan sağlayan bir ortam ve özerklik, onları teşvik eden unsurlardı. Ancak daha sonra, şirketler profesyonel mucitleri motive eden maddi ve manevi ödüllere de önem vermeye başladılar. Mesela IBM'de 15-20 yıl çalışan kıdemli mühendislere, daha üretken olabilmeleri için, beş yıl süreyle istedikleri bir konu hakkında araştırma yapma izni verilmekte, arzu ettikleri kaynaklar temin edilmekte ve bu arada maaşları aksatılmamaktadır.

3M şirketinin yenilikçi elemanları için kendine has bir Nobel ödülü mevcuttur. "Altın Adım" adlı bu ödül, her yıl belli bir gelir getirecek seviyeye ulaşmış yeniliklere imza atmış birçok araştırmacıya verilmektedir.

4. Hatalara İzin Vermek

Johnson & Johnson firmasında, yapılan bir hata, mucit için bir şeref payesi olabilir. Mesela 1960'larda Jim Burke adlı bir yetkili, bu şirket için yapmış olduğu ilk büyük girişimde başarısız olmuştu. Ancak şirketin genel müdürü, böyle bir risk aldığı için kendisini tebrik etmiş, Burke de bu dersi hiç unutmadan daha sonra başarılarına başarılar katmıştır.

5. Mucitliği Teşvik Eden bir Ortamda Eğitim Görmek

Corning ve Exxon, personelini mucitliğe dayalı süreçlerden geçirerek eğiten firmalardan birkaçıdır. Corning bu metotla 26.000, Exxon ise 7.000 personelini eğitmiştir.

DuPont, bütün personelini şu beş tekniğe göre eğitir: lateral (sıradışı) düşünme, metaforik (mecazi) düşünme, olumlu düşünme, çağrışım ve rüyaları yorumlama. Bu tekniklerin kullanımı oldukça karlıdır. Mesela, DuPont'daki araştırmacılar, özel bir elyaf çeşidini boyamak için bir teknik geliştirmeye çalışıyorlardı. Normalde nüfuz edilemeyen bu lifleri nasıl boyayabileceklerini düşünürken bir araştırmacı, mecazi düşünme tekniğini kullanarak, lifleri birbirinden ayırmak için, maden kuyularındaki kütükler gibi şeylere ihtiyaç olduğunu farketti. Daha sonra yaptığı araştırmalarda bu kütüklerin benzeri bir fonksiyon görerek lifleri havada tutan ve böylelikle boyanın içeriye nüfuz etmesini mümkün kılan kimyevi bir madde keşfetti.

Amoco Chemical şirketi ise, araştırmacılarının beyin fırtınası tekniği yerine, "beyin yazısı"nı tercih ettiklerini söylemektedir. Bu teknikte, bir kişinin yazdıkları, başka biri tarafından değerlendirilmekte, böylelikle insanın kendi yazdıklarını sansür etmesi önlenmektedir. General Motors ise, bu tekniği bir bilgisayar ağı yardımıyla uygulamaktadır.

6. İşletme Kültürü

Microsoft, işletme kültürü sayesinde dünyanın en önde gelen yazılım firması olmuştur. Microsoft'un kurucusu Bill Gates, şirketin kültürünü "yetkilendirme" düşüncesi üzerine kurmuştur. Müdürler, yazılımları hazırlayan uzmanlara yetkileri dağıtmaktadır. Şirkete yeni katılan personele bu kültürü edindirmek için özel danışmanlar da tahsis edilmektedir.

Microsoft'un fiziki ortamı da mucitliği teşvik edecek şekildedir. Şirketin bölümleri, oyun sahaları ve piknik alanlarıyla, bir üniversite kampüsünü andırmaktadır. Hemen hemen bütün büroların birer penceresi vardır ve neredeyse bütün kapılar açıktır. Personel çok çalışmakta (haftada 80 saat) ve çok eğlenmektedir (piknikler, spor müsabakaları, geziler).

7. Yeni İmkanlar Oluşturmak

California'daki Slicon Graphics firması, üç boyutlu grafikleriyle bütün bilgisayar sanayisini sarsmıştır. Nintendo, Time Warner ve Kodak'la olan işbirlikleri ise, bilgisayar oyunu, video ve film sanayilerinde de inkılaplar gerçekleştirmelerine yardımcı olmaktadır.

Bütün bu yenilikçi firmalar şu gerçeği çok iyi bilmektedir: Büyümezlerse çöküşleri yakındır. 21. yüzyıldaki şirketler yenilikçi yeteneklerinin kıymetini bilmeli ve bu kabiliyetlerini geliştirmek için stratejik kararlar almada gecikmemelidirler.

 ________________________________________________________________________________________________________

MUCİTLİĞİN KAYNAKLARI

Masumiyet

Mûcitliğin bazı kaynakları vardır. Meselâ bunlardan ilki masumiyettir. Eğer bir kişi, bilinen yaklaşımlardan, sıradan çözümlerden ve kullanılan kavramlardan habersizse, yepyeni bir yaklaşımla meseleyi ele alabilir. Ayrıca bir konuda mevcut engelleri ve imkânsızlıkları bilmeyen birisinin zihni ipotek altında kalmaz, böylelikle yeni bir bakış açısını çok daha rahat bir şekilde tavsiye edebilir. Meselâ Montgolfier kardeşler sıcak hava balonuyla uçtuktan sonra bu heyecan verici haber Fransa'ya ulaştı. Paris'teki kral bu icadın askerî potansiyelini farkedip, M. Charles adındaki bir bilim adamına böyle bir balon yapmasını emretti. Bu bilim adamı da oturup bu işi nasıl becerdiklerini düşünmeye başladı. Sonra birden şu sonuca vardı: "Balonda, yeni keşfedilen ve havadan daha hafif olan hidrojen gazını kullanıyor olmalılar." Hemen çalışmalara başlayıp hidrojen balonunu icat etti ki, bu balon diğerlerinden tamamen farklıydı.

Bu tür bir masumiyet özellikle çocuklarda görülür. Bu yüzden orijinal fikirler üretmek isteyen insanlar, çocuklardaki potansiyeli gözardı etmemelidirler.

Bu konuyla ilgili başka bir husus da, okuma ve araştırmadır. Belli bir sahada eserler okundukça "masumiyet"ten uzaklaşılır. Zira bu eserlerden elde edilen malûmat vehbî istidatları kısırlaştırabilir. Bu yüzden, eğer belli çevrelerle rekabet ediliyorsa herşey okunmalı, herşeyden mümkün olduğunca haberdar olmalı, fakat orijinallik isteniyorsa, bu vehbî istidatlara sahip insanların herşeyi okumasına fırsat verilmemelidir.

Okumaya devam edin. Sonra yine durup görüşlerinizi gözden geçirin, yeni fikirler geliştirmeye çalışın ve okumanızı tamamlayın. Böylelikle, orijinal olma şansınızı kaybetmeyeceksiniz.

Tecrübe

Mûcitliğin ikinci kaynağı, tecrübedir. Tecrübe masumiyete zıttır. Ancak bu zıtlık bir çelişki doğurmaz. Tecrübe daha önce denenmiş şeylerin ileride başarılı olup olamayacağının tahmin edilmesine yardımcı olur. Tecrübe, özellikle ABD'de çok geçerli bir mûcitlik kaynağıdır. Burada tecrübe edilen bir şeyin başarılı olduğu görülürse, yeni bir şey deneme riskine girilmez. Zira, hata maliyetleri çok yüksektir.

Belki de bu yüzden Sam Goldwyn şöyle demiştir: "Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şeyler, yepyeni klişelerdir".

Motivasyon

Motivasyon veya teşvik, mûcitlik için önemli bir kaynaktır; çünkü çoğu mûcit bu kaynaktan beslenir.

Motivasyon, belli bir konu hakkında, başkaları haftada sadece 5 dakika ayırırken, 5 saat ayırma arzusu taşımaktır; herkes mevcut alternatiflerden memnunken başka alternatifler aramaktır; yeni izahlar bulma merakı taşımaktır. Motivasyon, yeni şeyler deneyerek yeni fikirler peşinde olmaktır.

Çoğu insanın dikkate değer bulmadığı hususları tetkik etmek, motivasyonun önemli bir veçhesidir. Şevkli insan meseleleri geçiştirmez, "daha zamanı gelmedi" gibi fikirleri bahane haline getirip himmetleri söndürmez. Mutlak şevki yakalayan insan bilir ki niyetler saflaşıp himmetler şahlanırsa, zemin hazırlanıp zaman kısaltılabilir.

Mûcitliğin kaynakları bunlarla sınırlı değildir. Peşin hükümlerden sıyrılmak, esnek bir düşünme kabiliyetine sahip olmak, ilhama açık bir gönül taşımak da mûcitliğin esasları arasındadır.

 ________________________________________________________________________________________________________

İDRAKİN ÖNEMİ

Dünyayı olduğu gibi değil, idrak edebildiğimiz ölçüde görürüz. İdrak çerçevelerimiz ise belli bir tecrübe sürecinden sonra oluşmaya başlar. Neticede inşa edilen zihnî modellerle dünya idrak edilir.

İnsan zihni, eşsiz yapıdadır, bilgisayarlardan çok farklıdır. Aşağıdaki olay buna güzel bir örnektir: "Johny isminde 5 yaşında Avustralyalı bir çocuğa arkadaşları, iki bozuk paradan birisini almasını teklif ederler. Paralardan biri 1dolar diğeri ise daha ufak olan 2 dolar'dır. Johny büyük olan 1dolar'ı, alır. Arkadaşları, onun, ufak paranın 2 kat daha değerli olduğunu bilmediğini düşünerek gülerler. Onunla ne zaman dalga geçmek isteseler hep aynı teklifte bulunurlar. Johny de hiçbir şey öğrenmemiş gibi davranıp hep 1 dolar'ı alır. Bir gün bir yetişkin, Johny'i bir kenara çekip ona tavsiyelerde bulunur. Ufak paranın diğerinden 2 kat daha değerli olduğunu söyler. Johny kibar bir şekilde tavsiyeleri dinledikten sonra şöyle der: "Evet, biliyorum. Ama ben daha başlangıçta 2 dolar'ı alsaydım, bana bundan sonra kaç defa aynı teklifte bulunurlardı ki?"

"Değer" konusunda programlanmış bir bilgisayar 2 dolar'ı alırdı, fakat insan zihninin işleyişindeki fark sebebiyle Johnny, muhtemel fırsatları düşünerek meseleyi çok daha çaplı ele almıştır. Yani arkadaşlarının kendisiyle ne kadar sık dalga geçebileceklerini, kaç tane 1 dolar kaybetmeyi göze alacaklarını ve ne kadar süre sonra bu kayıplarının farkına varabileceklerini tahmin etmiştir. Başka bir ifadeyle, bir riske atılmıştır. Bilgisayarların, muhtemel riskleri analiz ederek bu tür bir karar vermesi hiç de kolay değildir.

 ________________________________________________________________________________________________________

SIRADIŞI DÜŞÜNME VE MUCİTLİĞİN KULLANIM ALANLARI

"Gelişme" fikri, sıradışı düşünme ve mûcitliğin belki de en büyük potansiyelidir. Mevcut işleri daha iyi yapma düşüncesini taşıdıkça, icatların ardı arkası kesilmeyecektir.

Toyota, yılda her bir işçiden yaklaşık 300 teklif alırken, vasat bir Avrupa şirketinde bu sayı 10'un altındadır. Aslında Avrupalılar da "Tam Kalite Yönetimi" gibi bazı yeni yöntemlerle sürekli gelişmeye açık olmak istemektedirler, ancak idarî bir hata sonucu başarılı olamamışlardır. Yüzlerce teklif sadece bir merkezde toplanınca, bunları değerlendirme imkanı bulamamışlardır. Japonlar ise buna şöyle bir çözüm bulmuşlardır: Her bölüme ait danışma kurulları kendilerini ilgilendiren teklifleri değerlendirmiş, böylelikle yeni fikirlerin sadece bir merkezde aşırı derecede birikerek çürümesi önlenmiştir.

Unutulmamalıdır ki, en iyi sonuçlar, daha önce kimsenin durup düşünmediği konularda durup düşünmekle elde edilir. Ancak bu iş hiç de kolay değildir. Eğer ihtiyacınız yok gibi gözüküyorsa oturup yeni alternatifler düşünmek çok çetin bir iştir, çünkü gereksiz bir teşebbüs, zaman kaybı veya bir lüks gibi gözükmektedir.

TAHRİK

Mûcitlikte kullanılan yöntemlerden biri de tahriktir. Tahrik kasten mantıksız bir düşünce öne sürerek, orijinal fikirler üretme yoludur. Bu, şu şekilde gerçekleşir: İnsan zihni, çok sistematik çalışır. Silsile halinde mantıkî bir süreç takip eder. Bu süreçte mantıksız bir yola girildiği vakit, zihinde geçici bir düzensizlik görülür. Ancak kısa bir süre içinde tekrar temel sürece dönülür. Bu tıpkı anayolda giderken birden tali bir yola sapan arabanın en kısa zamanda muhtemel yolları deneyerek geri dönmesine benzemektedir. İşte bu geri dönüş esnasında çok orijinal fikirler ortaya çıkabilir. Kısacası, tahrik bir istikrarsızlık doğurmakta ve bu yüzden de yeni bir istikrarlı duruma erişmeye zorlamaktadır. Tahrikin gayesi zihni, mutat düşünme silsilesinden kurtararak, orijinal olmaya teşvik etmesidir.

ELEŞTİRİ

Sadece problemler üzerinde düşünmeye o kadar çok alışmışız ki mevcut şartları daha iyi hale nasıl getirebiliriz diye olumlu kritikte bulunmayı beceremez olmuşuz. Yapıcı tenkit önemlidir, zira ancak bu sayede yapılmakta olan işlerin en güzel olmayabileceğini anlarız.

Ancak şu nokta akıldan çıkarılmamalıdır: Bizim kastettiğimiz tenkit, bozuk bir niyetle, fitne çıkarmak için yapılan yıkıcı eleştiri değil, gıybet çukuruna düşmeden, keşif ve icat amacıyla yapılan tenkittir.

FARKLARI GÖREBİLME

Kuşların davranışlarını büyük bir dikkatle izleyen uzmanların o hayvanlara niçin bu kadar çok ilgi gösterdikleri ilk plânda anlaşılmayabilir. Ancak bu konuda tecrübe edinmeye başlayan bir insan, zamanla kuşların davranışlarındaki incelikleri farketmeye başlar. Zihninde belli kalıplar oluşur. Farklılıklara dikkat eder.

Gerçekten de farkedebilmesini öğrenmek, çok ciddî bir eğitim sorunudur. Böyle bir eğitimden geçmeden gözlerimizin önünde olup bitenleri göremeyiz bile. Sıradışı düşünmek ve mûcitlik için farklılıklara dikkat etmeyi öğrenmek gereklidir.

"Aynısı" tabiri zararsız bir ifadeymiş gibi gözükür; ama aslında yeni fikirlerin katilidir. Bir fikre önem vermeye değmez düşüncesini ima eden "aynısı" tabiri, genellikle, anlaşılmayan yeni bir fikri gözardı etmek için, yani fikir sahibini baştan savmak için kullanılır: "Senin teklifinin şu mevcut fikirden ne farkı var ki, aynısı işte!" Bu şekilde nüansları anlayamama, asrın hastalıklarından biridir. Adeta çocuklar gibi yetişkinler de çok basit ve genel kavramlarla düşünmeye alıştıkları, başka bir ifadeyle tefekkür ve tetebbuya alışkın olmadıkları için farklar görülememektedir.

TEST EDİLEBİLİRLİK

Sıradışı düşünme hususunda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri de, test edilebilirliktir. Bazı fikirleri uygulamadan önce etraflıca test etmek her zaman mümkün olmaz. Böyle durumlarda fikir mümkün olduğunca esnek hale getirilmelidir ki, uygulamada ortaya çıkabilecek muhtemel gelişmelere uygun bir mecraya akabilsin. Demek ki plân ve projeler, farklı ihtimaller gözönünde tutularak, değişik alternatiflere açık hazırlanmalıdır. Gelişen şartlara göre yeni bir strateji belirlemeyi mümkün kılmayan fikirler, hem zihinleri, hem de aksiyonları hapseder.

GRUP ÇALIŞMASI

Yeni bir fikrin ortaya çıkması, fertlere dayalıdır. Fakat bu yeni fikrin işlenmesi ve geliştirilmesi, ancak bir grup içinde olabilir. Zira grup içinde yer alan farklı tecrübe ve bilgi birikimine sahip insanların, bu yeni fikri yorumlamaları ve değişik açılardan ele almaları muhtemeldir. Bu sayede ulaşılan yeni ufuklara ise fikri ortaya atan ferdin tek başına erişmesi mümkün değildir.

TEKLİFLERE DEĞER VERME

Belli bir gayret sarfederek yeni fikirler üretmeye çalışan insanlar, en azından tahkir edilmemekle mükâfatlandırılmalıdır. İltifat beklemek doğru olmasa da, "marifet iltifata tabidir". Belli mercilerin teklifleri değerlendirip neticeyi teklif sahiplerine ulaştırması nezaket gereğidir. Hattâ eğer sürekli inkişaf düşüncesi temsil edilmek isteniyorsa, tekliflerin daha yararlı hale nasıl getirilebileceği hakkında muhataplara yol göstermek de bir vazifedir.

İnsanlar belli konularda etkili fikirlere sahip oldukları halde genellikle şu düşünceleri taşıdıkları için bunları ifade etmek istemezler:

Bu, benim vazifem değildir.

Kimse, benim fikirlerime ehemmiyet vermez.

Kimse bana sormadı.

Yeni fikirlerle ortalığı karıştırmak istemem.

Bu tip insanları muhatap kabul edip tekliflerine açık olmadıkça keşif ve icatlara, çözüm ve alternatiflere, yeni kavram ve uygulamalara ulaşmak mümkün değildir. İnsanlara bu zemin hazırlanmadıkça, hemen hemen hiç kimse hedef olmak istemez, zira çok az insan yeni bir şey deneme riskine girebilir. Bu insanlar bilmektedirler ki, ortaya attıkları yeni fikir denenip de başarısız olurlarsa bu, onlar için bir kredi kaybı olacaktır. Halbuki yeni bir şey denemeseler, herşey tıkırında sürüp gidecek, onlar da hata yapma riskine girmeyeceklerdir. Peki, keşif ve icatların enerjisi nereden gelecektir?

Zihin, ancak görmeye hazır olduğu şeyleri görebilir. Zihinleri keşif ve icatlara hazır hale getirmek de, ancak eğitim anlayışında belli değişiklikler yapmakla gerçekleşir.

Singapur, bütçesinin %20'sini eğitime ayırmaktadır. 1965'de ulusal geliri 90 milyon dolar olan Singapur'un günümüzdeki GSMH'sı 23 milyar dolardır. Demek ki, eğitim sayesinde tüketim toplumu olmaktan kurtulup mal, hizmet ve fikirlerin sürekli olarak üretildiği bir toplum haline gelmek, esnek ve farklı düşünenlerin horlanmadığı, insanların teklif ve yeniliklere açık olduğu bir cemiyet teşekkül ettirmek, bir kâşif ve mûcitler ordusu yetiştirmek mümkündür. Geleceğin başarılı kurumları, sıradışı düşünmesini, ölçüyü kaybetmeden becerenler olacaktır.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Anlamak ya da anlamamak

Yazılan ve konuşulanların anlaşılamamasında pek çok sebepler olabilir. "Kavrama"yı inceleyen (kognitif) psikolojide yapılan araştırmalara göre idrak; metnin yapısının, sosyal bağlamın ve özellikle muhatabın bilgi, uzmanlık tecrübe, merak, motivasyon gibi özelliklerinin bir fonksiyonudur..

Tecrübeli öğretmenler, öğrencilerinin bir metni anlayıp anlamadıklarını hemen fark ederler, zira metni idrak eden öğrencilerin, genellikle muhtevayla ilgili soruları cevaplandırabildiklerini, kendi ifadeleriyle metni yeniden telif edip özetleyebildiklerini bilmektedirler.

  ________________________________________________________________________________________________________ 

Üstün yetenekli çocukların eğitimi

Üstün yetenek, doğuştan gelen bir özelliktir. Her 100 çocuktan en az ikisinin üstün yeteneklere sahip olduğu bilinmektedir. Eflatun, bu çocukları "Altın Çocuklar" diye adlandırır.

Üstün yetenekli insanların en önemli özelliği, öğrenme hızlarıdır. Bu tür çocuklar, diğerlerine göre daha erken yaşta konuşma, okuma ve yazmayı öğrenirler. Doymak bilmez meraklarıyla sürekli yeni şeyler öğrenme azmi taşırlar. Eğer anne babaları, öğretmenleri ve arkadaşları, bu çocuklara gerekli alakayı gösterir, sabırla onları dinler ve motive ederlerse, ruhi krizlere düşmeden kendilerinden beklenen performansı gösterirler. Aksi takdirde ilgisizlik, hor görülme ve baskı gibi sebepler yüzünden yetenekleri körelir.

Üstün yetenkli çocukların yaklaşık yarısı, okula gitmeden önce okumayı öğrenmekte, bağımsız olarak çalışmaya ve araştırmaya da daha erken yaşta başlamaktadırlar. Bitip tükenme bilmeyen enerjileri nedeniyle yanlış olarak bazen kendilerinin hiperaktif olduğu söylenmektedir. Görev ve sorunları organizeli, hedefli ve verimli bir şekilde ele alarak çözerler.

Üstün Yetenekli Çocukların Olumlu Özellikleri

• Hızlı ve kolay öğrenirler. Muhakeme ve problem çözme yetenekleri gelişmiştir. İlgi ve dikkat süreleri uzundur. Hafızaları güçlü olduğu için önemli ayrıntı, kavram ve ilkeleri unutmazlar.

• Hayalleri güçlüdür. Sanat dallarında orijinal eserler verirler. Ritim ve hareket kontrolleri gelişmiştir.

• Merakları üst seviyededir. Çok fazla soru sorarlar. Farklı farklı konularla ilgilenirler.

• Gözlemleme güçleri fazladır. Esnek ve sıradışı düşünürler. Sorunları farklı boyutlardan ele alırlar. Yeni fikirlere kapalı kalmazlar. Hemen her an öğrenmeye hazır haldedirler. Gelişmelere rahatlıkla ayak uydurabilirler.

• Meseleleri sorgular, net bir şekilde düşünür, ilişkileri farkeder ve anlamları idrak ederler.

• Yetişkinlerle kurdukları iletişimde oldukça olgun bir karakter sergilerler.

• Çoğu zaman genellemeler yapar ve bunları yeni durumlara tatbik ederler.

• Soyut kavramları anlama ve bunlar arasındaki ilişkileri saptama yetenekleri gelişmiştir.

• Sözcük hazineleri çok zengindir. Kelimeleri kolaylıkla ve yerinde kullanırlar.

• Matematiksel düşünme yetenekleri gelişmiştir.

• Okumayı çok severler. Yaşıtlarının seviyelerinin üzerindeki eserleri rahatlıkla anlarlar.

• Emirleri kolaylıkla yerine getirirler.

• İnce bir espri anlayışları vardır.

• Nesne, kelime veya fikirleri yeni ortamlarda kullanırlar.

• En iyi olmak için büyük bir istek duyarlar. Kendileri için tespit ettikleri standartlar oldukça yüksektir.

• Sağduyu ve pratik bilgilerden yararlanırlar.

• Çoğu faaliyette lider konumundadırlar. Başkalarının sistem ve fikirlerini hemen kabul etmezler. Genellikle kendilerine danışılır. Karar verme esnasında aranılırlar.

Olumsuz Yönleri

• Rutin ödevlerden çabuk sıkılırlar.

• İşleri kendi bildikleri gibi yapmak isterler.

• Sınıfta çok fazla dikkat çekebilirler.

• Başkalarının göremediği ilişkileri görebilir ve dersin çoğunu sadece bu konuda tartışmaya ayırmak isteyebilirler.

• Bazen bir projeyi bitirip diğerine başlamayı istemeyebilirler.

• Ara sıra hayallere dalarlar ve dikkatleri dağılır.

• Diğer öğrencilerin "sönük" kalmalarına sebep olabilirler.

• Kendilerine çok da faydalı olmayan eserlere gereğinden fazla zaman harcayabilirler.

• Bazen gereğinden fazla yenilikçi olabilirler.

• Başarısızlıklardan çok çabuk etkilenebilirler.

Nasıl Yardım Edilebilir?

Bu çocuklar, genellikle kendilerini yaşıtlarıyla aynı seviyede görmezler. Bir kısmı tecrit edilmişlik veya bir köşeye itilmişlik hissine kapılırlar. İçine kapanıklıkları sebebiyle arkadaş sayıları birkaçı geçmeyebilir. Okullardaki dersler onları sıkabilir. Bunlardan bazıları, yaşıtlarıyla birlikte olabilmek için yeteri kadar başarılı olmak istemeyebilir. Eğer duyguları beslenmezse, toplum dışında kalabilir, hatta suça meyilli hale gelebilirler. Yetişkinler, bu çocukların hususi ihtiyaçlarını farkederlerse, potansiyellerini değerlendirebilmeleri için onlara yardımcı olmalıdırlar.

Üstün yetenekli çocuklar, birbirleriyle çok etkili ve verimli bir iletişim kurabilmekte, böylelikle anlaşılmaz olma sıkıntısından bir derece kurtulmaktadırlar. Dolayısıyla bu çocukların katıldıkları ortak proje ve programlar hazırlanabilir.

Deneyimsiz, babaların evdeki üstün yetenekle ve hünerli çocuklarıyla ilgilenmesi hiç de kolay olmaz Özellikle okul öncesi dönemde böyle bir ebeveyn, yardıma ve rehberliğe muhtaçtır. Bu meyanda ailelerin birbirlerine destek olmaları ve tecrübe aktarımı da ihmal edilmemelidir.

Üstün kabiliyetli bir bebek, diğerlerine göre daha az uyur, dolayısıyla daha fazla ilgi ve ihtimama ihtiyaç duyar. Böyle bir durumda anne ve baba her zaman gerekli ilgiyi gösteremeyebilirler. Bu yüzden büyükanne, büyükbaba gibi ailenin diğer fertlerinin de yardımı istenebilir. Bu çocuklar konuşmaya başladıktan sonra sürekli sorular sorar ve kaba bir otorite altına girmek istemezler. "Bunu yapacaksın, çünkü ben öyle istiyorum" şeklinde bir yaklaşım, tesirli olmaz. Çocuklarının sorularına cevap veren ailelerin, onlarla otoriter ailelere nazaran daha güçlü bir yakınlık kurdukları görülmektedir. Bu çocuklara sabır, alaka ve saygı gösterildiği an, onlar da hürmete riayet ederek karşılık vermektedirler. Çocuklar büyüdüklerinde, aile toplantılarına katılabilirler, böylelikle mesuliyet paylaşma ve tartışma kabiliyetleri gelişir. Böyle bir ortamda çocuk kendisini söz hakkı olan bir aile ferdi olarak hisseder. Bu arada anlaşmazlıklar ortaya çıkarsa, hissi destek bekleyecekleri unutulmamalıdır.

Kısacası üstün yetenekli bir çocuğun yetişmesindeki kilit nokta saygıdır; farklılığına saygı, fikirlerine saygı, hayallerine saygı. Yeteneklerin yeşermesi için özel müfredatlar, özel yazılımlar ve spesifik programlar yanında huzurlu, emin ve sıcak bir aile ve okul ortamı da gereklidir.

Bu arada şu ögelere de dikkat çekmekte yarar vardır: İnsanı, bir ilacın kimyasal bileşimini veya bir makinanın üstün özelliklerini tarif ediyor gibi kategorize etmek çok zordur, zira insan yapısındaki kompleksliği unutmamak gerekir. Yazıda sözü edilen özellikler bir robotun bilgisayar sisteminde olduğu gibi işlemez insanda. Zaman içinde değişir, oranları artar, azalır. Dinamik bir sistem bulunduğu icin unsurlar sabit kalmaz.

Üstün yetenekli çocuklar geleceğin liderleri, bilimadamları, fikir adamlari ve sanatcılarıdır.

ABD'de, İngiltere'de, İsrail'de ve Hollanda'da olduğu gibi bu tür çocukları belirleyip onlara özel programlar uygulayacak uzman ve kurumları hazırlamak, gerekli finans kaynaklarını bulmak, iletişimi etkili hale getiren bir ağ oluşturmak, bu sahada dünyada yapılan faaliyetleri takip etmek ve orijinal girişimlerde bulunmak gerekmektedir.

 ________________________________________________________________________________________________________

Dinleyebilmek

"Çağırmak, çağrılan şeyi yaklaştırır" der Heidegger. İnsan ancak sezmeye hazır oldugu şeyi sezebilir, bilmeye hazır olduğu şeyi bilebilir, anlamaya hazır olduğu şeyi anlayabilir. Eğer bir mesaj gerektiği gibi dinlenilmiyorsa, çok şey uğrayıp geçer de farkına varılmaz. Önyargısız, esnek düşünebilen insanlar, gerektiği gibi dinleyebilirler. Doğru dinlenilmeyen şeylere doğru cevap verilemez. "Açık" olmayan dinleyemez.

Dinlemek için "sessiz olmak" gereklidir. Ancak bundan sonra iç tecrübelerimiz artabilir. Sessizliğin bir ağırlığı vardır. Bu ağırlığı çoğu kelimede bulamayız. Geçmişte yaşadığımız, halen yaşamakta olduğumuz, gelecekte yaşamamız muhtemel olan herşeyle yüklü bir ağırlıktır bu. Sadece kendini dinlemek, kendini dinletmek isteyen bir insan ne kadar büyük bir zulüm işlediğinin farkında değildir. Başkalarının nezaketini istismar eden, iletişim kuramaz, sadece iletir durur. Almadan hep vermeye çalışır. Zaten alacak pek birşeyi olduğunu da düşünmez. Dinlemeyen kendi hayaline aşıktır. Dinlemesini bilmeyen hadini bilemez.

Dinlemek, kendi dünyamızla faklı bir dünya arasında köprüler kurma yoludur (Fiumara). Diyaloğu zayıflatmaya değil güçlendirmeye çalışmak gereklidir.

 ________________________________________________________________________________________________________İnternet...

Elektronik ağlar aracılığıyla yapılan iletişim, ne tam bir karşılıklı konuşma, ne de tam bir yazılı metin mahiyetindedir.

Elektronik ağlar, okuma, yazma ve iletişim kurma alışkanlıklarımıza yeni bir çehre kazandırmaktadır. Bilgisayar aracılığıyla yazılan ve bir veya daha fazla muhataba ağlar vasıtasıyla gönderilen metinler, yeni bir iletişim ortamı oluşturmaktadır. Bu ortamdaki bilgi o kadar hızlı bir şekilde cereyan etmektedir ki, yazılı metinlerin alış verişi, karşılıklı konuşmalardaki etkileşimlere benzemektedir. Hattâ bu hızlı iletişim, "yazma", "okuma" ve "konuşma" arasındaki klasik farkları da bir nisbette ortadan kaldırmaktadır.

"CHAT"

E-sohbet (Electronic Discussion): Karşılıklı konuşmalara benzer şekilde, bilgisayar aracılığıyla yapılan yazılı diyaloglardır. Muhatapla eşzamanlı ve "on-line" biçimde sohbet edilir.

E-posta (Electronic Mail): Bireylerin elektronik posta adreslerine mesaj ve dokümanların hızlı bir şekilde gönderilmesiyle gerçekleşen iletişimdir.

E-bülten panoları (Elektronic Bulletin Boards): Mesaj ve duyurular, çok geniş bir gruba postalanır.

E-konferans (Electronic Conference): Belli bir soruya cevap verme yetkisi olan insanların sınırlı olduğu bir grupta daha resmî tartışmalar yapılır. Etkileşim, dikkatli bir biçimde yönlendirilir.

E-dergiler (Electronic Journals): Aynı konuda araştırma yapan kişiler tarafından hazırlanan veya eleştirilen makaleler belli bir abone ağına hızlı bir şekilde neşredilir. Matbu dergilerdekinden daha çabuk bir biçimde, yazılı metinler hakkındaki görüş ve yorumlar yazarlara veya ilgili okurlara ulaştırılır.

6. E-arşivler (Electronic Archieves): Elektronik olarak erişilebilecek ve araştırılabilecek çok çeşitli makaleler, kitaplar ve veri tabanlarını ihtiva eden enformasyon depolarıdır.

İnternetin, araştırma grupları arasındaki etkileşimi artırıcı ve yazılı eserlere ulaşmada ve bunları neşretmede zamanı kısaltıcı potansiyeli, iş dünyası, akademik çevreler ve enformasyon biliminde çok büyük bir câzibe oluşturmuştur. Birçok yazar, internetin kendi alanlardaki etkisini incelemiş ve gelecekteki olası gelişmelere dikkat çekmiştir. Örneğin bir psikolog olan ve hem matbu hem de elektronik bir derginin editörlüğünü yapan S. Harnad'a göre internet, mükemmel ve sistematiktir.

Yazı ve Konuşma Arasındaki Fark

İnternet, şifahî ve yazılı iletişimler arasındaki zemini kaplar. E-sohbet ve E-posta gibi daha etkileşimli şekilleri konuşma diline, E-dergiler gibi kompozisyona dayalı formatları da yazılı iletişime yakındır.

Konuşma dilinde, tepkileri anında almak mümkündür. Bu imkân sayesinde konuşmacılar mesajlarının açıklık ve tesirini kontrol edebilirler. Böylelikle yanlış anlamalar nisbeten az olur. Ancak yazılı dilde bu "geri besleme" anında olmaz, aradan çok defa bir süre geçer. Dolayısıyla yazarlar, okurlarının ihtiyaçlarını, yorumlarını ve tepkilerini tahmin etmek zorundadırlar. Belki emin olmak için mesajlarını sadece belli bir okur kitlesine yönlendirebilirler. Ancak potansiyel okurlarının hepsinin bilgi ve tecrübe birikimleriyle sosyo-tarihî mevkilerini tahmin etmeleri mümkün değildir. Bu yüzden bazen mesajlarının istenilen ölçüde alınıp alınmadığını da öğrenemezler. Her ne kadar yazar, değişmez veya zamana bağlı doğruları yazma mevkiinde ise de, o anki ve gelecekteki okurlarının tepkisini çoğu zaman alamayabilir. Bu yüzden sadece 'tribünlere oynayan' yazar, bir bakıma karanlığa ok atıyor gibidir.

Yazılı metinleri konuşmalardan ayıran başka bir önemli özellik de, soyut kelimelerin kalıcılığıdır. Yazılı iletişimde kelimeler, sayfada mânânın kalıplaşmış şekilleridir. Bu kalıpların gösterdiği fikir ve mânâyı okurlar, maksatları, motivasyonları ve merakları nisbetinde istedikleri zaman incelerler. Farklı zamanlarda farklı perspektiften metni yeniden ele alarak, yeni yorumlarda bulunabilirler.

İşte elektronik iletişim, bu klasik sözlü ve yazılı dil ayrımında farklı bir kavram çerçevesi oluşturmaktadır.

Değerlendirme

Elektronik iletişim, özellikle, daha hızlı gelişmelerin yaşandığı fen bilimlerinde revaç bulmaktadır. Bir dergide yazı bastırmak için bazen bir iki yıllık bir işlem gerekirken, elektronik bir dergide, son gelişmeleri derleyerek hazırlanan bir makale bir iki gün içinde bastırılabilir.

Postmodern Culture, The Electronic Journal of Communication ve Psychology gibi E-dergiler, yılda 3-4 sayı çıkmalarına rağmen diğer dergilerden çok daha güncel meseleleri ele alabilmekte ve çok daha kısa sürede okurların tepkilerine yer verebilmektedir. (Tepki süresi yaklaşık bir seneden birkaç haftaya kadar inebilmektedir). E-arşivler aracılığıyla bu dergilerin eski sayılarına da rahatlıkla ulaşmak mümkündür.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Bilgi Birikimi...

Günümüzde bilginin güce eşit olduğu gerçeği kabul görmüştür. Herkes çok iyi bilmektedir ki bilgisiz insan güçsüzdür.

Bilgiye ulaşmasını bilmeyen insanlar da beceriksizliklerinin ve oyunu kuralına göre oynamamanın sadık birer kölesi olmuşlar sanki.

Bilgisizler için dünya tam bir düşman. Karmaşık işlere aklı ermeyenler için bütün olup bitenler, onların boğazlarını sıkmak için hazır bekleyen birer gladyatör gibi gözüküyor.

Şimdi olduğu gibi önümüzdeki yıllarda da bilgi teknolojisinden bîhaber kalanların "kontrol"ü başkalarına kaptıracağı, bilgiye ulaşmasını bilmeyenlerin, birkaç tuşa dokunmakla dünya kadar bilgiye erişenlere boyun eğecekleri açıktır.

Ham bilgiler işe yaramaz. Bilgilerin işlenmesi de belli bir dünya görüşü, ihtiyaç ve taleplere dayanır. Zira çoğu zaman amaç, belli hedeflere ulaşmak için karar verme mekanizmasında, planlamada ve uygulamada bilgileri daha verimli ve etkili bir biçimde kullanmaktır. Kısacası bilgileri toplayan, yorumlayan, onlar yardımıyla kararlar alıp uygulamaya geçen insanlar, kendilerine has inançlar ve ulaşmak istedikleri özel hedefler yönünde bunları kullanırlar.

Mevcut eğitim sistemimizin gerekli sosyal değişimleri sağlayamamasının altında belki de bu gerçek yatmaktadır. Yani eğitim kurumlarımızın çoğu, öğrencilere bilgi vermeye veya uzmanlık kazandırmaya çalışmaktadır. Halbuki amaçsız bilgi kargaşa doğurur.

Bir toplumun üzerine ölü toprağı saçmanın en güzel yolu, onları bilgi hammalı robotçuklar haline getirmektir.

İnsanlara bilmenin değil anlamanın yolunu gösterirseniz, bu insanların bir gün gelip sisteminizi sorgulamaları ve eninde sonunda değiştirmeleri olasıdır.

Daha çok bilgi, her zaman daha çok kontrol gücü doğurmaz. Çünkü bilim haline gelmemiş bilgiler arttıkça karmaşıklık da artar ve bir an gelir ki işler kontrolden çıkar. Demek ki dizginlere sahip olmak için bilgileri bilim haline getirerek gerekli aksiyonları gerçekleştirmek, ham bilgi yığınları altında ezilerek zaman kaybetmemek lâzımdır.

Kütüphaneler, veri bankaları, arşivler, araştırma merkezleri, alternatif düşünce kulüpleri, yüksek teknoloji enstitüleri, referans ve danışma merkezleri bir ülkenin sinir sistemi gibidirler. Birbirlerine bağlı bir şekilde faaliyet gösteren bu kurumlar olmadan ülkenin ataletten kurtulması, gerekli değişikliklerle hızlı bir hayata ayak uydurması mümkün değildir. Derleyen: A. Ö.

hararetlendiğinde veya birkaç heyecanlı araştırmacının kısır çekişmelerinin tekeline girdiğinde verim düşmektedir. Dolayısıyla, bu gibi durumlar için bir hakemin tesbit edilmesinde fayda vardır. Hattâ bu yüzden bazı araştırmacılar, işe yaramaz mesajların E-posta kutularını doldurmasını önlemek ve bu tür verimsiz tartışmalardan uzak durmak için belli bir başkan tarafından denetlenen özel müzakere grubuyla bir arada bulunmaktadırlar. Her şeye rağmen E-dergilerdeki hızlı etkileşim, orijinal görüşleri beslemekte; mucitliği artırmaktadır; zira aboneler belli bir konu hakkında, muhtemel hemen hemen bütün farklı perspektiflerden haberdar olmaktadırlar. Hattâ çoğu yazar, daha makalelerini bitirmeden önce okurlarla iletişime geçmekte, ortak bilinçten yararlanarak çok iyi eserler vermektedirler.

 ________________________________________________________________________________________________________

  Yeni bir ürün yapmak...

Bilimkurgu yazarı Ray Branbury, oyuncak dinazordan eldivene, bilyelerden uzay mekiği maketine kadar bir sürü nesneyle dolu bir odada yazı yazardı. Bütün bu ipuçlarını, hikayelerindeki fikir ve olayları geliştirmek için kullanırdı.

Yeni ürünlerin icadında da buna benzer bir yöntemden yararlanmak mümkündür. Mesela, Connecticut'daki bir firma, yeni bir içecek piyasaya sürmek istediğinde, araştırmacıları bir odada toplamış ve odayı farklı baharatlar, tropik meyveler ve güzel kokularla doldurmuştur. Toplantı neticesinde orijinal içecek fikirleri doğmuş ve imalata başlanmıştır.

İpuçlarından istifade etme yöntemi yanında "ürünle özdeşleşme" yöntemi de verimli sonuçlar vermektedir. Yeni ürünlerle ilgili çalışmalarda katılımcılar kendilerini o ürünün yerine koyarak neler hissettiklerini, nasıl davrandıklarını, dünyayı nasıl ifade etmeye çalışırlar. Mesela kontak lens üreten bir firmadan, iki araştırmadan biri göz, diğeri ise göz olduğunu farz etmiştir. Göz, lensin sert olduğunu ve aralarına bır yastık koymak istediğini söylemiştir. Böylelikle lenslerin etrafına yumuşak bir kaplama yapmak için araştırmalara başlanmıştır.

Ürünlerin icadında kullanılabilecek bir başka bir yöntem ise doğayı taklittir.

 ________________________________________________________________________________________________________

Bilgi çağı...

Gelişmiş ülkelerin dünya sorunları üzerindeki ağırlığının iletişim kaynaklarına olan hakimiyetlerinden ileri geldiği söylenebilir. Bu ülkelerin dünyayı kontrol etmelerini sağlayan, dünyanın güç ve denetim yapılarını şekillendiren hammadde ve temel ürün olan enformasyonun kendileri tarafından üretilip yayınlanıyor olmasıdır.

Şu an için geri ülkelerinin, enformasyon (bilgi, bilgi ve haber akışı) kaynak ve hizmetlerinin global yönetiminde marjinal kaldıkları, politik, askerî, ekonomik, kültürel, bilimsel, teknolojik, sosyal sorunlarda batıya bağımlı oldukları bir gerçektir.

İşte bu acı gerçek nedeniyle kendilerini tanımak için bile, zaman zaman batılı enformasyon kaynaklarına yönelmektedirler...  ________________________________________________________________________________________________________

1970'li yıllarda William J. J. Gordon adındaki bir araştırmacıdan, evlerdeki atıktann toplanması ve nakli konusunda yeni bir fikir geliştirmesi talep edilir. Gordon, bu konuda hayvanlar aleminden misaller arar. Hayvanların atıklarını inceler ve sonunda keçilerin dışkılarının kapsüllenmiş topaklar gibi kuru ve katı halde etrafa bırakıldığını farkeder. Daha sonra çöpleri sıkıştırarak toplayan özel araçlar fikri doğar.

Başka bir yöntem ise kabullenmelerin sorgulanmasıdır. Diyelim ki yeni bir araba dizayn etmeniz istendi. Temel kabullenmeler neler olabilir? Tekerlekleri olacak (4 tane)? Metalden yapılacak? Benzin kullanacak? çalıştırmak için bir anahtar gerekecek? İçine oturulacak (yatılamayacak) ? Bu tür kabullenmeler, şu anda geleceğin arabalarını tasarlayanlar tarafından sorgulanmaktadır. Başkalarının farkedemediklerini farkedebilmek için belli bir bilince ulaşmak gerekir. Bu bilinç edinildikten sonra mevcut kabullenmeleri sorgulayıp yeniliklere ulaşmak çok daha kolay olacaktır.

  ________________________________________________________________________________________________________ 

İnternet ne ola ki?

İnternet, dünya vatandaşlığına geçiştir.

Bu ortamda hemen herkesin söyleyecek veya gösterecek birşeyleri vardır. Dileyen de dilediğini okur, dinler veya seyreder.

Bazıları İnternet'i "anarşik" bir ağ olarak tanımlamaktadır. Milyonlarca kullanıcının birbiriyle irtibat kurabildiği bu alemde, bir takım kargaşaların yaşanmasını garip karşılamamak gerek, zira İnternet memleketinde sadece bir devlet veya kurum otoriter değildir. Farklı farklı ülkelerde yer alan binlerce kuruluş ve milyonlarca şahıs, bu alemde az çok bir yer edinebilmektedir.

İnternet'in imkanları malum. Elektronik posta yoluyla haberleşebiliyor, sohbetler yapabiliyor, tartışma grup ve listelerine abone olabiliyor, "home page" denilen sayfalardan hemen her konuda bilgiler edinebiliyor, belli programları transfer edebiliyor, reklam ve alışveriş yapabiliyor, hatta tahsil hayatınıza bu elektronik ortamda devam edebiliyorsunuz. Tabii, internet belli maksat ve hedefleri olanlar için büyük bir imkan, yoksa dalgalarla boğuşan sörfçüler gibi, İnternet'in siberuzayında (yani elektronik ortamında) sörf yapıp eğlenmekten, yarenlik yapıp vakit öldürmekten öteye geçemiyorsunuz.

Söyleyecek sözü olanlar için ise internet bulunmaz bir fırsat. Bu fırsatı, diğer dünyalılar gibi değerlendiren ve takdire şayan temsillerde bulunan insanlarımız da yok değil. Prof. Dr. Mustafa Akgül (Bilkent Üniv.) ve Dr. Kürşat Çağıltay (ODTÜ) ve gazeteci Şeref Oğuz ülkemizdeki İnternet faaliyetlerinde büyük emeği geçen aydınlarımızdan birkaçı.

İnternet'te elektronik yayıncılık da yaygın. Mesela Araf, Türk öğrencilerin hazırladığı elektronik bir dergi. Oldukça seviyeli edebi, fikri ve felsefi çalışmalar, abonelere ulaştırılıyor.

Türkiye'de internet servisleri de, altyapı yetersizliklerine rağmen, büyük bir hızla gelişiyor:

Üniversiteler, devlet kuruluşları, medya, iş dünyası ve politika artık internetleşmiş durumda. Sadece Türkiye'deki değil, yeryüzünün her tarafındaki bu tür kurum ve şahıslara ulaşmak mümkün. Yeterki ilgi çekici bir mesajınız, orijinal bir görüşünüz, bir basın bildiriniz olsun. Veri bankalarını merak edenler için Hollanda'dan bir adres de şöyle: http://www.nl-menu.nl/nlmenu.eng/onlinedb.html

İnternet aleminde, dünya üzerinde düzenlenen sempozyum, konferans, seminer, panel, forum, kurs gibi faaliyetlerden haberdar olmak da zor değil. International Congress Site, yaklaşık 3000 toplantı hakkında bilgi sunuyor. Düzenlemeyi düşündüğünüz toplantıları, bu tür merkezlere bildirerek kamuoyuna duyurmanız da imkan dahilinde. İnternet'te, sadece İnternet'le ilgili toplantıların duyurularının yapıldığı yerler bile var. http://conferences.calendar.com/

İnternet büyük bir istihbarat kaynağı. Amerika'daki bazı veri tabanları, "isim" formatındaki bütün e-posta adreslerini kaydediyor. Özel "filtre" programları, mesajların içinde geçen belli kelimeleri tespit edip bu dosyaları ayıklayabiliyor.

İnternet aleminde küçük bir gezinti yaptık. Dış dünya gibi siberuzay da temiz ellerin operasyonunu bekliyor. İnternet'te olup bitenleri takip edip bunlara yön vermek, hiç olmazsa olumlu katkılarda bulunmak, en az dünyayı takip edip ona yon vermek kadar önemli.

Dünyanın beyni haline gelen internet'i bir "gönül" terbiye etmezse bu beyin, şimdi olduğu gibi gelecekte de nefse hizmet edeceğe benziyor. Siz, gönüllü gönül insanları, global köyodasına buyurmaz mısınız?

 ________________________________________________________________________________________________________

Yeteneğin Yeşerme Ortamı

 Mucitliğin söndürülmeyip teşvik edildiği bir çalışma ortamında, verim ve kalite artar. İcat ruhunun köreldiği ortamlarda ise performans azalır. Fertler mucitlik enerjilerini, herhangi bir organizasyonun yararına harcamak istemezler.

Joseph G. Mason'a göre, bir mucitlik sürecinde dört temel özellik mevcuttur ve bu özelliklerin her bir fertte geliştirilmesi mümkündür:

1. Problemlere karşı hassasiyet:

Bu, idrakimizi düzenleme ve mevcut problemi belirleme yeteneğidir. Hem yöneticilerde hem de memur veya işçilerde bu kabiliyetin oluşumu göz ardı edilmemelidir. Bunun için de organizasyondaki herkes mevcut şartların daima daha iyi olabileceği konusunda bilinçlendirilmelidir.

2. Fikir akışı:

Seçenekli fikirler üretebilme yeteneğidir. Araştırmalara göre, bir insanın elinde ne kadar çok alternatif varsa, o kadar faydalı bir çözüme ulaşabilmektedir. Bu alternatiflerin üretilmesi esnasında değerlendirmelere ara vermek, fikir akışını kolaylaştırabilir. Bunun için de akla gelen şeyleri unutmadan kaydetmekte veya belli zamanlarda "beyin fırtınası" alıştırmalarını yapmakta fayda vardır. De Bono, "beyin fırtınası"na alternatif olarak "beyin seyri" tabirini teklif eder, tıpkı bir yelkenliyle denizde seyretmek gibi. Bir konu üzerinde zinhî bir seyir yapmak mümkündür. Zihni serbest bırakırken belli bir maksada yönlendirmek daha faydalı olacaktır.

3. Orijinallik:

Mevcut fikirleri yeni şartlara tatbik etmenin yeni yollarını bulma kabiliyetidir. Bunun için de idarecilerin bir tecessüs ortamı hazırlamaları gereklidir. Mucitlik hislerini geliştiren insanlar şu soruları sorarlar: "Niçin bunu yapıyoruz?", "Bu süreci nasıl geliştirebiliriz?" "Bu gerçekten gerekli midir?" Orijinallik, ünsiyet edilene, yani alışılmışa meydan okunduğu zaman ortaya çıkar.

4. Esneklik:

Bir çözüme ulaşmak için olabildiğince farklı yaklaşımları ele alabilme kabiliyetidir. Bir insanın esnek olabilmesi için, belli bir işi belli kalıplarla yapmaya kendisini zorlayan bloklardan kurtulması gereklidir.

Mucit karakterli insanlar, kendilerini bilmekte, bağımsız hareket edebilmekte ve riske girmekten çekinmemektedirler. Bu özellikler olmadan da bir yeniliğe ulaşmak çok zordur. Mucitlerin yaptıkları girişimlerle, tenkide maruz kalmayı veya bir fiyasko yaşamayı göze aldıkları da bir gerçektir.

Mucit insanların himmeti âlîdir. Bir proje üzerinde günlerce çalışabilir, hattâ zaman mefhumunu bile unutabilirler. (Meselâ, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, bir otel odasında, bir problemle üç gün uğraşınca, başkaları kendisini öldü sanmıştı). Taşıdıkları merak, tecessüs ve macera ruhuyla daldıkları mevzuda fani olurlar. Mevcut bütün enerjilerini harcamaktan çekinmezler. İhtiyaç duydukları tek şey, potansiyellerinin firasetli idareciler tarafından yönlendirilmesidir. (Yong, 1994: 19).

Gary K. Himes'a (1987) göre mucitliği teşvik eden bir organizasyonun 7 tane özelliği vardır:

1. Birbirlerinin fikirlerine saygı duymayı temin edecek, sağlıklı ve samimî bir üst-alt ilişkisinin doğurduğu atmosfer.

2. Kurumda serbest bir bilgi akışını temin edecek açık bir iletişim.

3. İdareden gelen aktif bir destek ve işbirliği. Alttan gelen fikirlerin objektif ve tutarlı bir şekilde ele alındığının gösterilmesi.

4. Mucit karakterli personel üzerinde özellikle durma. Onlara, rutin işlerin baskısından kurtularak hür çalışmalar yapabilecekleri ortamlar hazırlama.

5. Düşünmeye zaman ayırma. Mucidâne işlere girişmek üzere personelin düşünmesi için yeterince zaman tahsis etme.

6. Girişimlerin daha başında iken tenkit yapılmasına izin vermeme. Ancak belli bir olgunluğa ulaşıldıktan sonra tenkitlere müsaade etme.

7. Makul risklere karşı toleranslı olma.

Gerçekten de mucitlik ruhunu inkişaf ettirmek için sağlıklı bir iletişime, üst-alt ilişkilerinde sürekli bir geri beslemeye, hataları hoşgörüyle karşılamaya, teşebbüs atmosferi oluşturmaya ihtiyaç vardır. Yenilik için hürriyet, üretkenlik için de belli bir yapının gerektiği unutulmamalıdır. Bu yapı içerisinde fikir ve teşebbüs hürriyetinin sınırlarını belirlemek de dirayetli idarecilere düşmektedir (Badawy, 1987).

Çok çalışmak yeterli değildir. Zaman ve enerji israfını önleyerek, insanların kabiliyetlerinden en verimli seviyede istifade etmek de bir ihtiyaçtır. Yöneticilerin katalizörlükleri ve teşvikleri olmadan da bu gerçekleşemez. İnsanların kabuklarını kırıp cevherlerini teşhir edebilmeleri için motive olmaları gereklidir. Katkısının takdir edilmeyeceğini bilen bir insan katkıda bulunmak istemez. O halde bütün olumlu çalışmalar takdir edilmelidir. (Moukwa, 1995: 54-57). Ayrıca, organizasyon çatısı altındaki herkes psikolojik bir huzur ve emniyet ortamında olduğunu hissetmelidir (Rogers, 1979). İnsanların itilmişlik, keder ve ümitsizlik hislerinden sıyrılıp, cesaret, şevk ve ümitle şahlanması için bu huzur ve emniyet ortamı şarttır. Herkes istidatlarının inkişafından bir lezzet alır. Az veya çok teşvik bekler (Wesenberg, 1995).

Başarılı kurumlar; karmaşık, kaotik ve hızlı değişen bir ortamda esnek olabilen, çabuk tepki gösterebilen ve mucidâne hareket edebilen organizasyonlardır. Böyle bir kurumda mantık kaidelerine önem verilirken sezgiler ihmal edilmez. Bütün kişilerin bir arada ve tam bir işbirliği içinde kullanılması sağlanır. Yukarıdan aşağıya direktifler yağıp durmaz. Herkesin önü açılır, herkes aktif olmaya çalışır. Halbuki insiyatifleri olmayan işçi veya memurlar, olumsuz bir gerilime geçerler. Sisteme katkıda bulunmaktan çok, onu sabote etmeye meyillidirler. Bütün işlerin dışına çıkmak istemezler, yeniliklere kapalıdırlar (Ambrose, 1995).

O halde fıtratlara ters yaptırımlarla verim elde edilemez. Mucitlik hisleri inkişaf ettirilmek isteniyorsa "açıklık", "esneklik", "makul risklerden çekinmeme", "kritik yaklaşımlar" ve "samimiyet" gibi hisler ve unsurlar üzerinde tahşidat yapılmalıdır.

 ________________________________________________________________________________________________________

Yetenek ve Karakterlerin Sınıflandırılması

Ruhlar, kişiden kişiye farklılıklar arzeder. Eğitim ve öğretimde bu farklar göz önünde tutulmadığı takdirde istenen verimlilik elde edilemez. Bunun yanı sıra, kendi mizaç, karakter ve düşünme tarzına uymayan öğrencilerin, yetenek ve başarısını takdir edemeyerek onlara hak ettikleri notu vermeyen öğretmenler ise büyük bir hata işlemektedirler. Zira her bir fert, kendi fıtratı dahilinde ele alınıp keşfedilmeye çalışılmalı ve kendini aşma eğilimi gösterdikçe de teşvik edilmelidir. Bu sayede kişiler, kabiliyetleri istikametinde eğitilmiş olacak ve boşa enerji kaybedilmeyecektir.

Yale Üniversitesi'nde Psikoloji ve Eğitim Profesörü olan Robert J. Sternberg'e göre insanlar, düşünme açısından beş farklı şekilde gruplandırılabilirler. Bu grupları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. DÜŞÜNME STİLLERİNE GÖRE İNSAN TİPLERİ

a) Mucit tipler:

Her şeyi kendi tarzına göre yapmayı, icat ve dizayn etmeyi sever, belli bir yapıya pek bağlı kalmazlar; bu tiptekiler bilimsel projeler üretmekten, şiir veya hikâye yazmaktan, beste yapmaktan, orijinal sanat eserleri vermekten hoşlanırlar.

b) Kuralcı tipler:

Talimatlara uymayı sever, kendisine söylenilenleri yaparlar. Problem çözmekten, belli konularda yazı hazırlamaktan, modeller yardımıyla sanat eseri vermekten hoşlanırlar.

c) Yargılayıcı tipler:

İnsanları ve nesneleri değerlendirmeyi ve onlar hakkında hüküm vermeyi severler. Başkalarının eserlerini tenkit etmekten, eleştirel makaleler yazmaktan, tepki ve tekliflerde bulunmaktan hoşlanırlar.

2. DÜŞÜNME ŞEKİLLERİNE GÖRE İNSAN TİPLERİ

a) Monarşik tipler:

Bütün enerji ve kaynaklarını sarf ederek bir anda bir şeyi yapmayı sever; sanat, bilim, tarih, ticaret vs. sahalarda tek bir projede fani olmaktan hoşlanırlar.

b) Hiyerarşik tipler:

Bir anda birçok iş yapmayı sever; her biri için zaman ve enerji harcarken, öncelikleri kendileri tespit ederler. Bunlar daha önemli araştırmalara vakit ve enerji ayırmak için ev ödevlerini olabildiğince kısa sürede bitirirler.

c) Oligarşik tipler:

Bir anda bir çok iş yapmayı sever, ancak öncelikleri belirlemede güçlük çekerler. Okuduğunu anlama alıştırmalarına yeteri kadar vakit ayırırlar. Bu yüzden standart sözel testleri bitirmeye zamanları kalmayabilir.

d) Anarşik tipler:

Problemleri rastgele bir yaklaşımla ele almayı sever; sistemlerden, yönlendirmelerden ve sınırlamalardan hoşlanmazlar. "Şuur akımı" formunda makale yazarlar. Karşılıklı konuşmalarda konudan konuya atlar, başladığı işleri bitirmezler.

3. DÜŞÜNME SEVİYELERİNE GÖRE İNSAN TİPLERİ

a) Global (bütüncül) düşünen tipler:

Büyük resimler, genellemeler ve soyutlamalarla uğraşmayı severler. Eser ve olayların global mesaj ve anlamları üzerine makaleler yazarlar.

b) Kısmî düşünen tipler:

Detaylarla, hususi ve somut örneklerle uğraşmayı severler. Eser ve olayların detaylarını tasvir eden ve bunların insan ve tabiatla olan münasebetlerini anlatan makaleler yazarlar.

4. DÜŞÜNMENİN FAALİYET SAHASINA GÖRE İNSAN TİPLERİ

a) Dahilî tipler:

Yalnız çalışmayı sever, içe doğru odaklaşırlar. Fen bilimleri veya sosyal bilimlerde ferdî projeler yapmayı tercih ederler.

b) Haricî tipler:

Başkalarıyla çalışmayı sever, dışa doğru odaklaşırlar ve karşılıklı bağımlılıktan yanadırlar. Birlikte projeler yapmayı tercih ederler.

5. DÜŞÜNME EĞİLİMLERİNE GÖRE İNSAN TİPLERİ

a) Liberal tipler:

İşleri yeni yollarla yapmayı sever, âdetlere karşı çıkarlar. Tavsiye edilmese bile yeni bir âletin nasıl çalıştığını anlamaya çalışır, açık sınıf ortamlarını tercih ederler.

b) Muhafazakâr tipler:

İşlerini, denenmiş ve doğru yollarla yapmayı sever, geleneklere bağlı kalırlar. Yeni bir âleti, alışılagelmiş şekilde kullanmayı tercih eder, geleneksel sınıf ortamlarından hoşlanırlar.

Öğrencilerinin düşünme stillerini keşfeden bir öğretmen, onlara fıtratlarına uygun ödevler verebilir. Meselâ Kaideci stil sahibi öğrencilere "Kim demiş?", "Özetle", "Kim yapmış", "Ne zaman", "Ne yapılmış", "Nasıl yapılmış", "Tekrarla", "Tarif et" gibi;

Yargılayıcı stil sahibi öğrencilere "Karşılaştır", "Analiz et", "Değerlendir", "Sence...", "Niçin?", "Hangi sebeple?", "Hangi maksatla?", "Kritik et." gibi;

Mucit stil sahibi öğrencilere de "Oluştur", "İcat et", "Sen olsaydın...", "Hayal et", "Dizayn et", "Ne yapardın?", "Farzet ki...", "İdeal olarak ne yapılabilir?" gibi sorular sorabilir ve talimatlar verebilir. Böylelikle her bir öğrenci, kerhen değil şevkle çalışabilir. Ancak bu arada, bu stillerin tek bir kişide karışık olarak, ama farklı nisbetlerde bulunabileceği de unutulmamalıdır.

Öğrenciler keşfedilip değerlendirilmeyi bekliyorlar. Öğrenmeye hazırlar. Yeter ki, bizler zihin ve kalp kâşifliğine hazır olalım.

Batı üniversitelerinde, insanın eğitimi üzerine yapılan çalışmalarda dikkati çeken husus; insan kabiliyetlerinin çok değişik açılardan farklı kriterler esas alınarak tanımlanıp analiz edilmesidir. Bu yazıda düşünme melekesi farklı açılardan sınıflandırılmış ve insanlar farklı gruplara ayrılmıştır. Burada anlatılan hususlar; insanın mevcut potansiyelinin kısmî bir analizi olup; nihai kesin doğrular olarak ele alınmamalı; insanın kabiliyetlerini kısmen, tanımlayan ve sınıflayan bir deneme çalışması olarak görülmelidir.

Buna benzer çalışmaların ülkemizde yapılabilmesi ve anlam kazanabilmesi için; öncelikle; farklı ve üstün kabiliyetli çocukların keşfini mümkün kılan, tarama testlerinin hazırlanıp; altı yaşlarından itibaren tüm toplumun istifadesine sunulmalıdır. Ardından; ortaya çıkarılan öğrencilere, kişilik analiz testleri uygulanarak, onların;kabiliyet ve meslekî eğilimleri tesbit edilmelidir.

Üçüncü kademede; bu öğrencilere uygun eğitim ve öğretim yaptırabilecek, öğretmenlerin yetiştirilmesi gerekmektedir.

Dördüncü basamakta; bu tür farklı düşünme stilleri olan öğrencilere uygun müfredatlar hazırlanıp geliştirilmelidir.

Son olarak da; öğrencilerin bu kabiliyetlerini ve farklı düşünme ve öğrenme biçimlerini geliştirecek bir sosyokültürel iklimin veya seranın inşa edilmesi şarttır.

Ülkemizde; bu tür istisnai kabiliyetlere sahip çocukların keşfi ve eğitimi üzerine çalışmak isteyen kurum ve eğitimciler bu hususların farkında olmalıdırlar. Aksi takdirde; bu tür çocukların eğitim çalışmaları fayda değil zarar getirir.

  ________________________________________________________________________________________________________

Verimli Çalışma

Önümüzdeki yıllarda çok kompleks ve hızlı gelişmeler beklenmektedir. Böyle sürekli gelişmekte olan bir dünyaya ayak uydurmak ve oluşumlara yön vermek için düşüncelerde netlik, faaliyetlerde etkinlik, ürünlerde verimlilik gereklidir. Bu konularda yapılacak araştırmalar, mevcut imkânların optimum şekilde değerlendirilmesine, böylelikle arzu edilen hedeflere daha kısa sürede ulaşılmasına vesile olacaktır.

ÖĞRENMEYİ ÖĞRENMEK

Son yıllardaki pedagojik eğilim, insanlara bilgi yüklemek değil, onlara öğrenmeyi öğretmek şeklindedir. Bu anlayışa göre tahsil hayatı, okul hayatıyla sınırlı kalmaz. Hayat bir okul olarak telakki edilir ve ömür boyu öğrenme üzerinde durulur.

Öğrenmeyi öğrenmek için düşünce stilleri, idrak süreçleri ve kavrama teknikleri konularında alıştırmalara ve tecrübelere ihtiyaç vardır. Bu konuların önemini fark eden insanların iletişim şuurlarında bir genişleme ve derinleşme belirir. Bu insanlar zihnî himmetlerini sarf ettikleri hususlarda seçici davranır, eksikliklerini tamamlayacak şekilde enerjilerini uygunlaştırır ve ihtiyaç duydukları malumatı adeta emerek içerler.

ZAMAN DİSİPLİNİ

Zaman disiplini, nefis disiplininden sonra ortaya çıkar. Saatlerinin altın kıymetinde olduğunu fark etmeyen insanlar, servetlerinin gram gram mecburi yatırıma dönüştüğünü de fark etmezler.

Zamanın etkin kullanımı ve bunun metoduna ait, önceliklere riayet etmek, vazifeleri taksim, mesaileri tanzim etmekle doğrudan ilişkilidir. Plan, proje, usûl; zaman disiplininin vazgeçilmez şartlarındandır, ancak önemli olan detaylar üzerindeki hassasiyettir. Bir insanın ruh dünyasındaki hassasiyeti ne kadar fazla ise, organizasyon, plan, metot gibi hususlar üzerindeki duyarlılığı da o kadar fazladır. Zaman disiplininde titiz olan insanların amelleri niyetlerinin çok gerisinde kalmaz.

Bulunduğu "an"ı yenileyerek ve yenilenerek geçirmenin yollarını keşfeden insanlar şu sorulara müsbet cevap vereceklerdir:

1. Analitik, lateral, esnek, sıra dışı, çok alternatifli düşünme gibi konularda yeteri kadar malumata ve tecrübeye sahip miyim?

2. Toplantı teknikleri (toplantının gayesi, gündem, katılanlar, kararlar ve takip konularındaki detaylar) hakkında bilgim yeterli mi?

3. Organizasyon teknikleri, teşkilat yapısı, sorumluluk ve yetkilerin netleşmesi, motivasyonun önemi konusunda neler biliyorum?

4. Kendi sahamla ilgili sosyal şebekeden haberdar mıyım? Kendime ait bir çalışma sistemim, kişi, kuruluş, amaç, faaliyet ve hedeflerimin düzenli olarak güncelleştirildiği bir veri bankam var mı?

5. Sahamla ilgili avantajları, dezavantajları, imkânları ve tehdit unsurlarını belirledim mi?

6. Ekip çalışmasının bereketinden, birbirini destekleyen kolektif çalışmanın ve ihlasın sırrından istifade edebiliyor muyum?

7. İşleri sürekli başkalarına havale etme, ümitsizlik, acelecilik gibi hastalıklarım var mı?

8. Günlük işlerin kısır döngüsünden kurtulup dünyayı takip edebiliyor muyum?

9. Kendimi düzenli olarak fiziken, zihnen ve kalben yenileyip mutat olarak ömür bilânçoları çıkarıyor muyum?

10. Doğrudan tesirde bulunamayacağım dairelere girmeye çalışarak, tenkitler, hayaller ve yeisler içinde ömrümü heder mi ediyorum, yoksa bütün potansiyelimi, fizikî, zihnî ve kalbî bütün enerjimi, maddî bütün imkânlarımı tesir sahamı genişletmek, asıl hedefime ulaşmak, yaratılış gayemi gerçekleştirmek için mi kullanıyorum?

Önümüzdeki 10 yılın dolu dolu geçmesi, bu tür konularda hassas olan ekiplerin koordineli çalışmalarına bağlı. Bilimin teknolojiye dönüşme süreçlerini ayrıntılı bir şekilde tetkik eden, geleceğin gözde ilimleri olan uzay bilimleri, genetik, nanoteknoloji (çok küçük boyutlarda) ve bilişim (zihni tanımaya dayalı ilim) üzerinde özellikle duran, üstün kabiliyetli çocukları özel programlar uygulayarak yetiştiren manevî dinamiklerini kullanarak maddî güçlerini ve dolayısıyla sosyal enerjilerini sürekli artıran bu ekipler "yeryüzü mirasçısı" ünvanını almaya liyakat kesbedecekler, kâmil insanları, sıra dışı motivasyonları, ilim zihniyetleri, kolektif şuur zihniyeti, sorgulama teknikleri, hür düşünceleri, matematiksel düşünme yetenekleri, evrensel güzellik ve sanat anlayışlarıyla zihinsel ve dış dünyaya ait gerçeklerin iş yerlerini keşfedecek, düşünce ve aksiyon planında hep zinde kalacak, inançlarını cihanşümul bir düzeyde temsil edecek, geleceğin umulmadık insanlarını insanlık yararına değerlendirecek, evrensel teşebbüslerle erdemli bir dünyanın kurulmasına katkıda bulunacaklardır.

 ________________________________________________________________________________________________________

Biliyor musunuz?

Çok duyulan bazı kavramları basit olarak açıklayalım.

Empirizm: Beş hissimizle elde ettiğimiz tecrübelerin biricik doğru bilgi kaynağı olduğunu iddia eden görüş. Empirisizme göre maddî hislerle doğrudan tecrübe edilen şeyler (yerçekim gibi) mevcut bu hislerin yakalayamadığı şeyler ise mevcut değildir. Bazı varlıkları göremememiz, onların yokluğunu ispatlamaz. Hem sağduyu, önsezi, sezgi ve ilham gibi rûhî, kalbî ve vicdânî hislerin de kendilerine has tecrübelerle bilgi, irfan ve hikmete erişebildiğini vicdanı ölmemiş olanlar tasdik eder.

Epistemoloji: Dünyayı nasıl anladığımızı ve hakîkatın mahiyetini nasıl tespit ettiğimizi araştıran saha. Epistemolojinin cevabını aradığı sorulardan biri sezginin, mantıkî tahlilinin veya ihsasın (hislerle idrakın) ne dereceye kadar düşüncelerimize şekil verdiğidir.

İzafiyet Teorisi: Einstein'ın meşhur denklemi E=mc2 ye göre ışık, kaynağından bağımsız olarak, sabit bir hızla yol alır. Zaman ve mekân, mutlak veya müstakil gerçekler değildir. Hareket veya sükun, referans noktalarına göre tespit edilir. Hiçbir referans noktasının diğerine üstünlüğü yoktur.

İzafiyet teorisinin haklı olduğu noktalar vardır. (Meselâ hareket ve sükun izafidir. Aynı hızda hareket eden iki araç, birbirine duruyormuş gibi gözükür). Ancak haksız olduğu noktalar da az değildir. Bir kere teorinin, kâinatta ışıktan hızlı bir varlığın bulunmadığını iddia etmesi kabul edilemez (çünkü bu iddia ispatlanamaz). Işıktan hızlı varlıkların, şu an hislerimiz ve aletlerimizin yetersizliği sebebiyle tespit edilmemesi (ki bu arada teorik olarak ışıktan hızlı "takyon" isminde parçacıkların mevcut olduğu öne sürülmektedir) onların hiçbir zaman belirlenemeyeceğini göstermez.

İkincisi referans noktalarının üstünlüğüyle alâkalıdır. Bilindiği gibi kâinat sınırlıdır. Zaman ve mekân bu sınırlılık içinde bizler için bir mânâ kazanır. Sınırlı varlıklar içinde sınırlı bir varlık oluşumuz, zaman-üstü ve mekân-ötesi sınırsızlıkları kavrayamamamıza sebep olmaktadır. İşte bu idrak-ötesi "yer"lerden birisi "Kürsi" diğeri de "Arş" dır. (Onlara "yer" dememizin sebebi dîk-i elfazdan, yani başka kelime bulamayışımızdır).

Kaos: Hava veya borsa gibi kompleks sistemleri, ihtivâ ettikleri farklı unsurları terkip ederek inceleyen "bilimsel" bir teori. "Kaos", sistemi parçalarına ayırarak değil, bir bütün olarak ele alır. Tekerrür eden unsurları ve değişkenleri göz önünde bulundurur. (Meselâ borsada sadece bir firmanın faaliyetlerini incelemez, global piyasalar, kapanış seansları, döviz kurları gibi tekrar eden veya değişen faktörlere dikkat eder). Bu teori, ilmî çalışmalardaki "anlamlı hâdiseleri" nelerin meydana getirdiği hakkındaki görüşleri radikal bir biçimde değiştirmiştir. Kaotik teorinin holistik, yani küllî karakteri, içinde bulunduğumuz kompleks hâdiselerin tahlili ve hakîkatların terkibinde faydalı olabilir. En azından "at gözlüğü" ile etrafını seyretmeye alışmış insanların "tutucu" tabiatlarını gözler önüne serebilir. Eşya ve hâdiseleri bütüncül bir çerçeve içinde değerlendirmek bizi tevhide götürür. Evet, birlik Bir'i gösterir.

Yalnız, teorinin ismi insanı yanıltabilir. Kaos keşmekeş demektir. Ancak kâinatta kaos gibi görünen şeyler aslında bir intizam ve insicam örneğidir. Zaten kaosun tersi olan kosmos da kâinat demektir. Demek ki kaosun içinde kosmos meknîdir. Tabiî ki görebilenlere.

Kuantum mekaniği ve Heisenberg'in belirsizlik ilkesi: Her iki görüş de "bilimsel" incelemenin, bir sistemin bütün özelliklerini açığa çıkaracağı fikrini tenkit eder. Kuantum, atomaltı parçacıkların kararsızlığını araştırır. Heisenberg ise bir parçacığın, aynı anda hem yerini hem de hareketini (hızını) kesin olarak tespit edemeyeceğimizi öne sürer. Bilginin ancak ihtimâliyat üzerine kurulu olabileceğini, katiyet taşımayacağını iddia eder.

Objektivizm: Hâricî hakîkat mevcuttur ve hâdiselerin tahlili ve mantıkî bir şekilde ele alınmasıyla kesin olarak belirlenebilir. Meselâ yerçekimi mevcuttur, çünkü "bilimsel deney"lerle varlığı ispatlanabilir. (Ancak bilimsel deneylerle ispatlanamayan şeylerin yok olduğu da ispat edilemez).

Paradigma: "Bilimsel" inkılapların nasıl ve niçin ortaya çıktığını açıklamak üzere Thomas Kuhn tarafından ortaya atılan bir kavramdır. Kuhn'a göre bilimdeki radikal değişiklikler insanların kültür hayatını değiştirir. Meselâ Newton'un fikirleri, o devirde tarihçi, sanatçı ve denizcilerin dünyaya bakışına tesir etmiştir.

Pozitivizm: 1830'larda Auguste Comte tarafından geliştirilen bu akideye göre güvenilir tek bilgi kaynağı maddî âlemde yapılan doğrudan gözlemlerdir. Bilimsel deneylerle yerçekiminin nasıl olduğunu açıklayabiliriz fakat asla niçin böyle olduğunu söyleyemeyiz.

Halbuki bilgi kaynağı sadece gözlem ve deneyler değildir. Vahye istinad ederek hâdiselerin "niçin"ini de açıklayabiliriz.

Postmodernizm: Karikatürlerden savaşlara kadar herşeyi açıklamak için son yirmi yıldır kullanılan bir terim. Postmodernizm, kişilik hakkındaki Freud'a ait modeller, iktisat konusunda Marks'a ait teoriler veya tarih ilmindeki sebep-sonuç açıklamaları gibi "evrensel" (denilen) kavramları kullanarak dünyayı tarif etmeye çalışan entellektüel geleneklere bir tepki olarak doğmuştur. Postmodernizm 20. asrın son yarısında hayatı birbirinden kopuk ve dikkat çekmek için birbiriyle rekabet eden hâdiseler, gerçekler ve akımlardan ibaret görür. Hiçbir düşünce sisteminin, modern hayattaki sonsuz çeşitliliğin sebebini izah edemeyeceğini öne sürer. Meselâ bilim, hakîkat hakkında hayalin yaptığından daha iyi ve daha kesin bir tarif teklif edemez, sadece "farklı" bir tarif önerebilir.

Postmodernizmin önerdiği "farklı" bir tariftir. O iddia etti diye işin hakîkatının da öyle olması gerekmez. Bir sistem insanı, hayatı ve kâinatı gerçek yönüyle tarif edip gerçek medeniyeti vaadedebilir. Yeter ki bu sistem insanı, hayatı ve kâinatı yaratanın elinden çıksın.

Termodinamiğin İkinci Kanunu: 19. asrın ortalarında "kanun" namıyla ortaya atılan bir görüş. Termodinamiğin birinci kanununa göre enerji ne yaratılabilir ne de yok edilebilir(!). Halbuki Allah'ın gücünün yetmediği birşey yoktur. İkinci kanuna göre ise bir sistem içindeki bütün enerji kullanıma elverişli değildir. Enerji ne kadar çok kullanılırsa, entropi (yani kullanışlı olmayan enerjinin miktarı) artar. Bu yüzden sistemler kaçınılmaz bir şekilde düzenden düzensizliğe, istikrardan kararsızlığa, kesinlikten ihtimâliyata kayarlar.

Bu kanun maddenin ezelî olmadığını göstermektedir. Çünkü sonsuz bir süre içinde madde günümüze kadar gelemez, elverişli enerji biter ve hayat gözükmezdi.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Toplumun McDonaldizasyonu

McDonald's felsefesi, Mac ve Dick McDonald adlı kardeşlerin 1937'de, Pasadena'da (Kaliforniya) açtıkları restoranla değil, 1955 yılında Ray Kroc'un öncülüğünde, restoran zinciri şeklinde şubelerinin açılmasıyla başladı.

1990 yılında McDonald's'ın toplam satışı, 6.8 milyar dolar, toplam kârı ise 800 milyon dolardı. 1991 yılı sonunda dünya üzerinde 12.418 şubesi vardı. McDonald's düşüncesi, diğer fast-food restoranları tarafından da taklit edildi. Günümüzde hamburger, pizza ve başka mahalli yiyecekleri satan restoran zincirlerinin (Pizza Hut, Sbarro's, taco Bell, Popeye's, Charley Chan's gibi) en büyük 100 tanesinin, ABD'de 110.000'den fazla şubesi vardır. Yani her 2.250 Amerikalı'ya bir restoran düşmektedir.

1993'te Moskova'daki McDonald's şubelerinde günde 30.000 hamburger satılıyordu. Burada çalışan personelin sayısı ise 1.200'dü. 1992'de, Pekin'de dünyanın en büyük McDonald's şubesi açıldı. 700 müşteriye hizmet verilebilen bu şubede 29 kasiyer çalışıyordu. Toplam personel sayısı ise 1.000'i buluyordu. Bu şube, ilk gününde 40.000 kişiye hizmet vererek bir rekor kırdı.

1991 yılında McDonald's, ilk defa yurtdışında (427), Birleşik Devletler'dekinden (188) daha fazla şube açtı. Şu anda en çok satış ve kârın yapıldığı 10 şube ABD dışındadır. Toplam kârın % 50'sinden fazlası yine yurtdışından elde edilmektedir.

Diğer ülkeler ise, McDonald's felsefesinin tesiriyle kurumlarını şekillendirmekle kalmamış, bunları, ithal ettikleri ülkeye ihraç etmeyi de unutmamışlardır. Mesela, 39 ülkede 620 şubesi bulunan ve ekolojik yönden hassas İngiliz kozmetikleri pazarlayan Body Shop'un, ABD'de 66 dükkanı vardır. Dünya üzerinde birçok firma, McDonald's'ı taklit etmek istemektedir. Çocuklar için spor malzemeleri pazarlayan bir şirketin kurucusu, "çocukların McDonald's'ı olmak isterdim" demektedir.

McDonald's modelinin başarılı olmasının temelinde dört unsurun bulunduğu söylenmektedir:

1. Etkililik:

Fast-food modeli, ihtiyaçların karşılanmasında etkin bir hizmet sunmakta, açlığın tokluğa dönüşmesi için "en uygun" yolu gösterdiği şeklinde bir imaj çizilmektedir.

2. Kemmiyet:

McDonald's, kolayca sayılıp hesaplanabilen ürün ve hizmetler sunmaktadır. nsanlar az paraya, çok şey aldıkları hissine kapılmaktadır. Adeta kemmiyet keyfiyete eşit gösterilmektedir. Ayrıca, evde yemek hazırlamak için geçen süre ile fast-food satın alırken geçen süreyi kıyas eden insanlar, zaman yönünden de bir "kazanç" elde ettiklerini düşünmektedirler.

3. Tahminedilebilirlik:

McDonald's'da süprizlerle karşılaşmazsınız. Herhangi bir şubede yediğiniz hamburgeri, başka bir zaman, başka bir şubede de yiyebilirsiniz. İç dizayn ve personel de, her şubede birbirini hatırlatır. Çoğu öğrenci olan genç personel, sistemi tamamlayacak şekilde seçilir.

4. Kontrol:

McDonald'slar'da çalışan elemanlar, sadece kendi görevlerini yapacak şekilde eğiltilirler. Müşteriler bile belli kalıplarda hareket etmeye zorlanırlar, tabii bu kontrol çok daha dolaylı ve belirsizdir. Sınırlı menüler, az sayıda alternatifler, 20 dakika oturduktan sonra insanı rahatsız eden sıra ve sandalyeler, hep müdürlerin arzularına hizmet ederler: Müşteriler hızlı hızlı gelip giderler. Rutin işler, elektronik aletlerin desteğiyle çabuk ve hatasız yapılır. İçecekler bardaklara otomatik olarak doldurulur. Patatesler kızardığı an, zil çalar. Önceden programlanmış kasada, miktar ve fiyatların ayrı ayrı hesaplanmasına gerek kalmaz.

McDonaldizasyon, bir boşlukta ortaya çıkmamıştır. Alman sosyolog Max Weber'in rasyonalizasyon süreci hakkındaki çalışmalarının tesiriyle beliren "bürokrasi anlayışı", Frederick W. Taylor'ın "bilimsel yönetim" prensibi ve Henry Ford'un "seri üretim felsefesi", batı toplumunun McDonaldizasyonunda büyük rol oynamıştır.

McDonaldizasyon sağlığınıza zarar verebilir! Fast-food'ların yüksek kalorili, kolestrollü, aşırı şekerli ve tuzlu olduğu unutulmamalıdır. Bu tür restoranlardaki atmosferin çok "sıcak" olduğu da söylenemez. Personel, sınırlı işler yaptığı için bir süre sonra sinirli olabilir. Yeteneklerini geliştirebilecekleri, esnek bir ortam bulamadıkları için mesleki tatminsizlik, işe yabancılaşma veya kaytarma görülebilir. Hem personelin hem de müşterilerin, hızlı hareket etmek zorunda olduklarını düşünmeleri de aralarındaki ilişkiyi soğutmaktadır. Aynı soğuk perde, müşterilerin arasında da mevcuttur.

McDonaldizasyonun sebep olduğu bu komplikasyonlara, fabrikalara benzeyen okullarda, bürokratik kurumlarda, medyada, iş dünyasında, hatta eğlence merkezlerinde rastlamak mümkündür. Modernizmin kaleleri olan bu tür kurumlarda hemen herşey, McDonald'svari ele alınır. Hızlı hızlı gelip gidenler, keyfiyetten ziyade kemmiyete göre değerlendirilir. Manadan çok rakamlar önemlidir.

  ________________________________________________________________________________________________________

 Eğitimde Merak

ABD'nin Maryland Eyaleti'ndeki küçük bir kasabada bulunan Lexington Park ilkokulu'nundan, 10 yaşında bir öğrenci söz almak için parmağını kaldırır. O yöredeki bir lisede öğrenci olan başkan, "Delegeye söz hakkı verilmiştir" der.

Öğrenci konuşmaya başlar: "R130 sayılı tasarıyı hatırlatarak sözlerime başlamak istiyorum. Bu tasarıya göre çiftçiler, Chesepeake Koyu'nun 60 m civarında gübre kullanamazlar. Gübreler koya ulaşıp kirliliğe sebep olmakta ve balıkları öldürmektedir. Çiftçiler suya yakın yerlerde ekim yapmasalar da yeteri kadar ürün alabilirler. Koydaki kirliliği durdurduğumuzda, hepimizin daha iyi bir hayatı olacaktır. Sorularınızı cevaplandırabilirim."

Bir el kalkar. Başkan söz hakkı verir. Bu öğrenci, gübrelerin koya nasıl zarar verdiğini sorar. Konuşmayı yapan öğrenci de gübrelerin deniz yosunlarına besleyici maddeler sağladığını, aşırı derecede büyüyen deniz yosunlarının da istiridye, yengeç ve diğer canlıları oksijenden mahrum ettiğini söyler.

Green Holly İlkokulu'ndan 11 yaşındaki bir delege de başka bir bakış açısı sunar: "Ben bir çiftçiyim. Faturalarımı ödemekte güçlük çekiyorum. Bakmam gereken üç çocuğum var. Eğer tarlamı gübrelemezsem iflas ederim."

Bu tasarıyla ilgili tartışma bir saatten fazla sürer. Koydaki deniz canlılarını yakalayarak geçinenleri temsil eden öğrenciler, kirlilik sebebiyle işlerinin nasıl kötüye gittiğini anlatırlar. Dükkan sahipleri de, yine aynı sebep yüzünden mahalli ekonominin eskisi kadar iyi olmadığına dikkat çekerler. Sonunda komite, tasarının düzelmesine ve sadece durumu kötü olan çiftçilerin, suya yakın kesimlerde gübre kullanabileceğine karar verir.

Lexington Park ve diğer birkaç ilkokulda uygulanan bu pilot projedeki hedef, ailevi geçmişleri ve istidatlarına bakılmaksızın bütün öğrencilerin matematik, fen, tarih ve coğrafyada temel kabiliyetlerini (okuma, yazma, konuşma, dinleme) geliştirmek ve öğrendikleri herşeyi tatbik ettirerek pratikte faydalarını görmelerini sağlamaktır.

Bu projede öğrenciler günde 90 dakikalık özel araştırmalar yapmakta, faklı tarihi şahsiyetler veya meslek erbabının rollerine girmekte ve üzerinde çalıştıkları ilmi keşiflerle tarihi hadiselere bizzat, aktif olarak iştirak etmektedirler.

Temel kabiliyetleri edinmek gerekli, ama yeterli değildir. Öğrencilerin problemlere mucitliklerini kullanarak çözümler getirmeleri, kendi öğrenim süreçlerinin farkına varmaları ve farklı disiplinlerdeki bilgiler arasında ilişkiler kurmaları da gerekmektedir. şte bu proje, talebelerin sınıfta öğrendiklerini kullanarak ve işbirliği yaparak, gerek hayali gerekse gerçek hayattan alınmış problemleri çözmelerine imkan sağlamaktadır. Mesela Chesapeake Koyu'ndaki çalışmada öğrenciler, kıtanın en büyük koyundaki kirliliğe çözüm bumak için birçok kanun tasarısı yazmakta, teklif etmekte ve sonra da bunlar hakkında tartışmalar yapmaktadır. Bu arada yaptıkları araştırmalar sayesinde kirliliğin sebepleri, boşaltma havzası, gelgitler, yağış periyodu ve deniz canlıları hakkında birçok şey öğrenmektedirler. Ayrıca derslerde hükümet, politika, ekonomi ve coğrafyayla ilgili hususlar da gündeme gelmektedir.

Başka derslerde ise öğrenciler mucitlerin, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, eski Mısır'daki firavunların danışmanlarının ve 15. asırdaki kaşiflerin rollerine bürünmektedir. Bütün bu simülasyonlarda talebeler, fen bilimleri ve sosyal hadiselere ait meseleleri tetkik etmek için, küçük gruplar halinde kolektif çalışmalar yapmaktadır. Kitaplar ve makaleler okumakta, el ilanları, mektuplar ve teklifler yazmakta, gazete ve multimedya raporları hazırlamak için resimler, grafikler, müzik parçaları, bilgisayarlar, videolar gibi imkanlardan istifade etmektedirler.

Öğrenciler kendileri için belli bir mana taşıyan problemleri çözmek için bilgilere ve kabiliyetlere ihtiyaç duyduklarında motivasyon, merak ve vukufları artmaktadır. Yaptıkları şeyler simülasyon da olsa hisleriyle araştırmalara iştirak etmekte, öğrendikleri herşeyi tatbik etmeye çalışmakta, başka bir ifadeyle uygulamak için öğrenmektedirler. Yeterince motive edilen öğrencilerin, artan meraklarıyla bilgi peşinde koştukları bir gerçektir.

O halde bilgi çağında, çağların bilgi, vukuf ve hikmetini edinmek için sıradışı bir motivasyon ve doymak bilmez bir merak taşımak gereklidir. Nasıl ki bir araştırmacı, sürekli içinde bulunduğu ortamdan istifade ederek yetişir, yani yayınları takip eder, müzakereler yapar, belgeselleri izler, seminer, konferans vb. toplantılara katılır, seyahat eder, beyanatta bulunur, yazar ve kafa yorarsa, öğrenciler de zihni ve kalbi istidatlarını inkişaf ettirmek için bir tahsil ve tetkik ortamında çalışmalı, yetişmelidir. Bu ortamları, kendi kültürel motiflerimiz ve evrensel değerlerle en güzel ve cazip bir şekilde hazırlamak da öğretmen, pedagog ve idarecilere düşmektedir.

 

 

Düşünebilmek

Bir bütünü parçalarına ayırarak anlamaya o kadar alışmışız ki ağaçlara dikkat etmek yüzünden ormanı görmez olmuşuz. Halbuki hayattaki gerçekleri idrak etmek için, analitik düşüncenin yanında sentezci ve sistemci düşünce de gereklidir. Aynadaki görüntü, ayna kırıldıktan sonra parçaları biraraya getirerek tekrar elde edilemez.

Organizmalar birer sistemdir, sistemler de canlı organizmalar gibidir. Karakterlerini bütünden alırlar, dolayısıyla parçalandıkları an karakterlerini yitirirler. Bir fili ikiye bölmekle iki fil elde edilmez. (1)

Sistemci düşünce bize şunu telkin eder: "Sen ve senin dışındakiler, bir bütünü, bir sistemi teşkil eder. Ne sen bu sistemin dışındasın ne de çevrendekiler. Eğer sistemde bir değişiklik arzu ediyorsan sistemci düşünmek, bütüncül hareket etmek, yaratılış kanunlarına uymak, sabırlı olmak zorundasın. Sen dünyadan ayrı değilsin. Herşeyle, herkesle yakından veya uzaktan, az veya çok bağlantın var. Problemlerinin tek sebebi "başkaları" değildir. Düşmanını hep "dışarıda" arama. Sen ve problemlerin, sen ve düşmanların, sen ve ideallerin, sen ve hayat... Değişim ve dönüşüm peşindeysen, "iç"ten başla ve dışındakilerden kopuk olmadığını unutma."

Sistemci düşünmeyenler, arasıra yükseklere çıkıp ormanı seyretmezler. Bu yüzden de çoğu zaman görünüşe aldanıp göremedikleri gelişmelerdeki hikmetleri kavrayamazlar. Sıstemci düşünce, insana tedrici oluşumlara dikkat etmesini öğretir. Telaşı bıraktırıp yavaş gelişen, ama derinden ve stratejik gerçekleşen süreçlere önem verdirir. Tedrici düşünemeyenlerin halini "haşlanmış kurbağa meseli" çok güzel tasvir eder. "Bir kurbağayı kaynar suyun içine koysanız kendini hemen dışarı atmaya çalışacaktır. Ama eğer bir kurbağayı oda sıcaklığında suyun içine koyarsanız ve korkutmazsanız, öylece kımladamadan duracaktır. Bu arada su sıcaklığını yavaş yavaş artırırsanız, çok ilginç bir şey olur. Sıcaklık yükselirken kurbağa hiçbir şey yapmaz. Tersine, halinden keyfi çok yerinde gibi görünmektedir. Sıcaklık yavaş yavaş arttıkça, kurbağa gittikçe daha çok sersemleyecektir, ta ki kaptan dışarı çıkacak hali kalmayana kadar. Onu dışarı fırlamaktan alıkoyacak hiçbir şey olmamasına rağmen, kurbağa orada oturup haşlanmayı bekleyecektir. Niye? Çünkü kurbağanın hayatına yönelen tehditleri algılayan aygıtı onun çevresindeki ani değişimlere programlanmıştır, yavaş, tedrici değişmelere değil." (2)

Daima ani ve acil işlerle iştigal etmek yüzünden kimbilir kaç insan "haşlanıyor". Tabii uzun vadeli düşünebilmek, aktif sabırla soğukkanlı hareket etmek kolay değildir. Hele kriz durumlarında paniğe kapılmadan, sebepleri ihmal etmeden tevekkül etmek, tam bir karakler disiplini gerektirir. Zaten bu disiplin olmazsa hem insan hem de çevresindekiler badirelerden ve vartalardan kurtulamazlar. Başımız ağrıdığında bir iki aspirin yutar bekleriz. Ağrı hemen geçmez, ama biz de her beş dakikada bir tekrar aspirin yutmayı düşünmeyiz. Biliriz ki sabırlı olursak ağrı geçecektir. (3)

Sabır, sistemli gelişmenin anahtarıdır. Nilüferin çoğalma süreci malumdur. İlk gün bir tane olan nilüfer, bir gün sonra iki katına çıkar. Onları görenler, birkaç nilüfercik diye küçümserler. Ancak bu istikrarlı çoğalmayla bir gün gelir ki gölün yarısı çiçeklerle kaplanır, ertesi gün ise tamamı. İlk gün ve son gün, süre olarak aynıdır, fakat neticeler çok farklıdır. Mikroorganizmaların birikmesiyle oluşan mercan adaları da minik başlangıçlardan nerelere ulaşılabileceğine işaret eder.

Bir orkestradaki birliktelik kompleks bir sistemdir. Uyumlu eserler vermek isteyenler, icraatlarını tek başlarına yapmadıklarını unutmamalıdırlar. Fertlerin başarıları veya başarısızlıkları orkestradaki diğer üyelere tesir ettiği gibi, başkalarının performansları da onları etkileyecektir.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Toplantı Teknikleri

 Düşüncelerin en etkili biçimde aksiyona dönüşmesinde verimli toplantıların rolü büyüktür. Özellikle idarecilerin mesailerinin önemli bir bölümünü toplantılara ayırdıkları düşünülürse, olabildiğince kısa süreli ve az sayıda toplantıyla, mümkün olduğunca çok ve verimli işin gerçekleştirilmesi gerektiği görülecektir.

Etkili toplantılar düzenlemek için dikkat edilmesi gereken noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Gündem

Önceden plan yapılmadan bir geziye çıkıldığında, nereye gidip neler yapılacağına karar verilinceye kadar oldukça çok zaman kaybedileceği açıktır. Aynı prensip toplantılar için de geçerlidir. Önceden planlanmamış bir toplantı gereğinden fazla uzayabilir ve dolayısıyla önemli noktaların görüşülmesi için yeterince zaman kalmayabilir.

Gündem, toplantıya katılan kişilere rehber olur. Toplantıda nelerin ele alınacağı ve katılanların neleri müzekere etmeye hazırlanmaları gerektiği konusunda fikir verir. Toplantı süresince meselelerin birbirini nasıl takip edeceğini, bunlardan hangilerinin daha önemli olduğunu (ayrılan zamana kıyasla) gösterir.

Bir gündemde şu noktalar yer alır:

* Katılımcıların gelip gelmediklerinin kontrolü

* Geçen toplantının özeti

* Toplantı maddeleri

* Eklenilmesi talep edilen maddeler

* Toplantıya katılamayanların ilettikleri mesajlar

* Daha önce kararlaştırılmış, ancak bitirilmemiş işler

* Yapılacak yeni işler

* Toplantıda ele alınan meselelerin özeti

* Toplantının sona erdirilmesi

2. Amaçlar

Toplantılarda ele alınan mevzuların kuruluşun, grupların ve fertlerin gayeleriyle çelişmemesine dikkat edilmelidir. Kuruluşun gayesi, "misyon cümlesi" şeklinde tezahür eder. "A vakfı, himmeti milleti olan fertler yetiştirmek içın faaliyetler yapar" veya "B derneği, milletimizin sosyal enerjisini artırmak içın çalışır" ifadeleri bu tür misyon cümlelerine birer örnektir.

Grup gayeleri, belli görevleri üstlenmek için kurulan grupların taşıdığı gayelerdir. Mesela bir şirketin yeni mamülünün dağıtımını gerçekleştirmek için kurulan bir ekibin gayesi "bu ürünü en etkili biçimde dağıtmak" olacaktır.

Ferdi gayeler ise kişilerin şahıslarıyla alakalıdır. Bilgi ve tecrübeleri artırma isteği, hizmet verme arzusu, madden ve manen tatmin edici bir atmosferde bulunma talebi, bu tür gayelerdir.

3. Mekan

Bir toplantıda kimlerin neleri müzakere edeceği tespit edildikten sonra, bu toplantının nerede gerçekleşeceği belirlenmeli ve görüşmeyi kesmemek için gerekli malzeme ve dökümanlar temin edilmelidir.

Toplantı mekanıyla ilgili hususlar da şu şekildedir:

a. Oda yeterince geniş mi?

Oda çok dar veya gereğinden büyük ise katılımcıların konsantre olmaları güçleşir.

b. Odada katılımcıların dikkatlerini dağıtacak şeyler var mı?

Büyük pencereleri, renkli tabloları veya albenili duvar kağıtları olan odalarda meseleler üzerinde yoğunlaşmak oldukça zordur.

c. Odada yeteri kadar donanım mevcut mu? Elektrik prizleri, ses, ışık ve sıcaklık ayarı yapılabiliyor mu?

d. Bir önceki maddede adı geçen donanımlar rahatlıkla kullanılabiliyor mu? Neyin nerede olduğu biliniyor mu?

Işıkları ayarlamak için toplantıyı bölüp bütün odayı araştırmak hiç de hoş olmasa gerek.

4. Kurallar

Bir toplantıda düzeni sağlayıcı belli kurallar vardır. Ancak bu kuralların sayısı ve biçimi, toplantının resmi veya gayr-i resmi olmasına göre değişir. Mesela bir grubun pek etkili çalışmadığı düşünülüyorsa, bir takım resmi kurallar tatbik edilebilir. Öte yandan eğer grup, gayr-i resmi bir atmosfer olmasına rağmen düzenli çalışabiliyorsa, böyle bir durumda da katı kurallar üretkenliği azaltabilir.

5. İdarecinin Rolü

Bir orkestrada şef, batonunu bırakıp müzisyenlerin enstrümanlarını kapıp senfoniyi icra etmeye çalışmaz, zaten böyle bir şeyi de yapamaz. Bir orkestrada herbir ferdin belli bir görevi vardır ve sadece o görevi yapar, birbirine tahakküm etmez. Aynı prensip toplantılar için de geçerlidir.

Toplantıyı idare eden başkan, o toplantıyı yönlendirmekle kalmamalı, "kolaylaştırma"nın yollarını da aramalıdır. Gündeme bağlı kalınması, tartışmaların vuzuha kavuşturulması ve neticelendirilmesi başkanın görevlerinden birkaçıdır. Ancak bu tür vazifeler dışında kalan şeyleri de yapmaya çalışmak, podyumdan inerek orkestraya karışmak gibidir. Bir toplantının üyelerinin belirli fikirleri vardır ve bunları başkalarıyla paylaşmak için oradadırlar. Bu fikirleri teklif edecek onlardır, başkan değil.

6. Grubun Etkililiğinin Değerlendirilmesi

Bir grup çok iyi organizeli ve etkili olmasına rağmen, bazı şahıslarda tatminsizlik görülebilir. Bu tür insanlar hep daha iyinin peşindedirler. Daha iyiye ulaşmanın bir yolu da yapılanların değerlendirilmesidir. Bu da üç boyutta yapılabilir:

a. Bilgi açısından (Grubun üstlendiği somut görevler)

* Ele alınan konu yeterince geniş ve açık olmalıdır.

* Grup, müzakereye yeterince hazır olmalı, daha fazla bilgiye ihtiyaç varsa, önceden temin edilmelidir.

* Eğer bir grup çok çabuk sonuca ulaşıyorsa veya bazı üyeler görüşlerini açıklamak istemiyorsa, bir problem vardır. yi bir grup ihtilafa düşse bile, sonuca ulaşır, sorgular, müzakere eder, araştırır, öğrenir ve üretir.

b. Süreç açısından (Grubun faaliyet ve iletişiminin durumu)

* Herkes görüşlerini açıklama şansına sahip olmalıdır.

* İşlerin yapıldığına emin olunmalıdır.

* Faaliyetler özetlenerek gruptaki üyeler nelerin olup bittiği konusunda ikna edici bilgiler verilmelidir.

* İhtilaf doğduğunda tarafların birbirini dinlemeleri temin edilmelidir.

* Grupta tartışmalardan doğan sıkıcı bir hava oluştuğunda, rahatlatıcı çareler aranmalıdır. Sorumlulukların tavzih edilmesi, bu tür sıkıntıları önleyebilir.

c. Kişilerarası ilişkiler açısından (Kararlar nasıl bir atmosferde veriliyor?)

* Motivasyon

* Dayanışma

* İşbirliği

* Saygı

Verimli toplantılar temennisiyle.

  ________________________________________________________________________________________________________ 

Enformasyon Otoyolunda İşlenen Suçlar

Bazı gelecekbilimcilere göre, önümüzdeki asrın ilk çeyreğinde, para kullanılmayacağı için uyuşturucu ticareti sona erecektir. Ancak maalesef, geleceğin suç örgütleri de parasız bir toplum için hazırlıklar yapmayı ihmal etmeyecektir. Elektronik, mali ve hukuki uzmanları, iş yapmanın yeni yollarını bulacaktır.

Mesela, uyuşturucu ticaretinde, şimdilik kağıt para kabul eden sokak satıcıları ileride "plastik para" (kredi kartı) bile kabul edecek, hatta alıcıya belli bir kredi bile temin edeceklerdir. Bu illegal ticari işlemler, legal işletmelerde kayıtlara geçirilebileceği için kara para anında aklanmış olacaktır.

Bilgisayarlar aracılığıyla yapılan zorbalıklar ve şantajlar, gelecekteki suç örgütleri için önemli bir gelir kaynağı olacaktır. Çok uluslu bir şirketin bilgisayarlarına sızan bir virüs tam bir afet doğurabilir. Verilerin kaybı veya değişmesi, bütün işlemlerinn durmasına sebep olabilir. Hatta geleceğin virüsleri daha tahripkar ve sinsi olacağı için donanıma bile zarar verebilirler.

Yeni bir yüzyılda, hırsızlık faaliyetlerinin de çehresi değişebilir. Daha şimdiden, yüksek teknoloji ürünlerinin çalınıp gayri meşru işlerde kullanıldığına şahit olmaktayız. Mesela 1992 yılında, New York'daki Kennedy Milletlerarası Havalimanı'ndan, herbiri 100.000 dolar değerinde olan, yüksek teknoloji ürünü uçak yönlendirme sistemleri çalınmış ve narkotik madde kaçakçılığında kullanılan uçaklara yerleştirilmek üzere bir uyuşturucu karteline satılmıştır.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Kimlikler Üzerinde Oynamak

 Suç örgütlerinin, hedefledikleri kurumlara sızmak için çok yetenekli bilgisayar uzmanlarını istihdam etmeleri de muhtemeldir. Bu uzmanlar banka kayıtlarını, kredi hesap ve raporlarını, suç arşivlerini, eğitimle ilgili, tıbbi hatta askeri kayıtları değiştirebilirler. Ayrıca bu şahıslar, yeni bir kimlik isteyen, fakat meşru yollarla eski kimliğinden kurtulamayan kişilere de yardımcı olabilirler. Herhangi bir kişinin hususi kayıtlarına sızmak, bunları kopyalamak, değiştirmek veya silmek de imkan dahilindedir. Askeri veya adli maksatlarla kullanılan genetik bilgiler (DNA parmakizi) üzerinde bile oynamak muhtemeldir.

  ________________________________________________________________________________________________________

Meşruiyet Maskesi

 Dünya çapında suç örgütleri, şu anda kanundışı yollarla elde ettikleri kazançları, meşru işletmeler satın alarak aklamaktadır. Columbia menşeli uyuşturucu kartellerinin, 500 şirketin hisse senetlerinin önemli bir bölümünü satın aldıkları tahmin edilmektedir. Japonya'nın önde gelen suç örgütü Yakuza'nın da, ABD dahil, büyük ülkelerde yatırım yaptığı ve hisse senedi aldığı düşünülmektedir. Mafyanın, eskiden beri meşru işletmeler açarak girişimlerde bulunduğu bilinmektedir.

 Gelecek asırda, suç örgütlerinin sadece hisse senedi almakla yetinmeyip çok uluslu şirketleri ele geçirmeye çalışacakları da tahminler arasındadır. Rakip şirketlerin plan ve projelerini, bilgisayar uzmanları aracılığıyla elde eden bu suç örgütlerinin, uydu teknolojisi yardımıyla rakiplerinin gizli bilgilerine ulaşmaları ve çalışmalarını takip etmeleri de mümkündür. Hatta kendi uydularını uzaya göndererek uyuşturucu ticaretindeki bağlantılar için emniyetli bir enformasyon ağı da kurabilirler. Bu sistemlerin, emniyet güçlerine karşı bir erken uyarı sistemi görevi yapacağı da unutulmamalıdır. Şu an bile suç örgütlerinin kullandıkları yüksek teknoloji ürünlerinin, bazı devletlerin, hukuki ve adli işlemlerde yararlandıkları teknolojik imkanları gölgede bıraktığı bir gerçektir. Bu uyduların, güdümlü füze gibi silahları müsadere etme veya yönlendirme gibi maksatlarla kullanılması da muhtemeldir. Kurulan iletişim ağları aracılığıyla, spor karşılaşmalarından kumar gelirleri elde etmek daha kolay hale gelecektir. Yetkililerin tespitine göre, 1992 yılında, Dominik Cumhuriyeti'nde faaliyet gösteren bir kumar şebekesi, ABD'deki spor karşılaşmaları üzerinden 1 milyar dolarlık gayri meşru gelir elde etmiştir.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

Organize Suçlar

 Çocuğu olmayan ailelere satmak için çocuk kaçırma, Parkinson hastalığı gibi hastalıklarda ve kozmetik sanayinde kullanılan fetusların ticareti, zararlı atık maddelerin kanundışı yollarla elden çıkarılması, gelecekte sık sık gündem maddesi olacak suçlar arsındadır. Eski Sovyet Cumhuriyetleri'nden arta kalan silahların terörist örgütlere ve bağımsız suç gruplarına intikali de söz konusudur. Ancak belki de en dehşetli örgüt, "nükleer mafya"dır.

 Tabii bütün bu endişe verici ihtimaller, hakkın değil gücün hakim olduğu bir dünya için geçerlidir. Gücün kıymetini gözardı etmeden hak ve hakikat neşreden bir toplum, bu muhtemel illegal girişimlere karşı global tedbirler almayı ihmal etmeyecektir.

  ________________________________________________________________________________________________________

Takdim

Bugünkü bilgilerimiz ışığında yeryüzünde yaşayan karbon temelli varlıklar içerisinde insan, zihni-ruhi veya akli -kalbi melekelerle donatılmış yegane varlıktır. Diğer canlılardan farkı ise sahip olduğu bu melekelerine bir sınır konmayıp, potansiyel olarak gelişmeye müsait olmasıdır. İşte bu noktada insanın asıl vazifesinin, biyolojik ihtiyaçlarını (yeme-içme, barınma ve üreme gibi) giderdikten sonra zihni ve ruhi melekelerinin inkişafını gerçekleştirebilmek için sürekli öğrenme ve tekamül etmesidir. İnsanın ne öğreneceği ve hangi alanda tekamül edeceği de onu Yaratan Kudret'in ezeli ve ebedi Kitabı'nda belirtilmiştir. İnsanın Kur'an-ı Kerim'de yeryüzüne halife olarak atandığı belirtilmektedir. Halifeliğin misyonu ise yeryüzünde hakkaniyet ve adalet üzerine işlerin yürümesini sağlamak, fesad ve bozgunculuğu önlemek olarak tanımlanmaktadır. İnsanoğluna yüklenen bu misyonun yerine getirilmesi, varlık ve hadiselerin bilgisine ve künhüne sahip olmayı mecburi kılar. Çünkü insanın kendi yapısına konulan zihni ve ruhi melekelerine, hemcinslerine, dış dünyadaki diğer varlıklara hak ve adaletle davranabilmesi, öncelikle kendini tanımasını ve sahip olduğu bilme ve idrak vasıtalarına aşina olmayı gerekli kılmaktadır. Bunun tabii bir neticesi olarak okumak, düşünmek ve araştırmak, insanın bedeni ihtiyaçlarının bir üstünde yer alan asıl halifelik misyonunu yerine getirebilmek için olmazsa olmaz bir önşart olmaktadır.

Bilgiyi üreten işleyen kullanan ve manipule eden insanoğlunun, en güçlü güç üretici bir araç olan bilgiyi ve onunla ilgili konuları mercek altına alması, sağlıklı ve doğru kararlar vermede vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Her çağ ve dönemin kendine has bilgi üretim, edinme, analiz ve değerlendirme teknolojileri vardır. Her genç insan, bilginin avcısı ve talibi olmadan önce, bilginin tabiatı, özellikleri, önemi, derecesi, çeşitleri ve elde ediliş biçimleri hakkında temel eğitimden geçmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bugün bilgi teknolojileri bilişim adı altında interdisipliner bir çalışma sahası oluşturmakta ve bu sahada bilgisayar bilimleri, iletişim, algılama- psikoloji (cognitive) bilimleri, bilgi mühendisliği ve teknolojileri, İnternet, ağ tabanlı iletişim, epistemoloji gibi bilim dalları birbirinin içine girmiş bulunmaktadır. Yaşadığımız çağda insanın öğrenmesi ve tekamülü, bilginin geometrik artış hızına ayak uydurabilmesine, bilgiyi doğru, geçerli ve güvenilir şekilde tasnif edip ilişkilendirebilmesine, onu doğru form ve formatta pazarlayabilmesine, etkin biçimde kullanılabilir kılmasına ve bilgiyi hayatına taşıyıp sorunlarını çözmede kullanabilmesine bağlıdır. İşte bu ağır vazifenin nasıl yerine getirilebileceği konusunda bu kitabın yazarı, satır aralarında önemli şifreler sunmaktadır. Çünkü dış dünyadan toplanan adeta bir hammadde şeklinde olan veri ve malumatların bilgi, hikmet ve irfana dönüştürülmesi, insanın akli ve kalbi melekelerinde vuku bulmaktadır.

 Yetiştirdiğiniz insan tipi veya modeli, bu hammaddeden insanlığa refah, barış ve saadet getiren bilgi ve irfan elde edebileceği gibi, savaşı, zulmü teşvik eden ve insanları sömüren bilgi ve teknolojiler de üretebilir. Dolayısıyla insanlığa barış ve adaleti getirebilmek için öncelikle büyük araştırma merkezlerinde üretilen ve İnternet'te kullanıma sunulan veya reklamı yapılan malumatların ve bilginin, insanımızın hayat standardının yükseltilmesinde, üretimde ve sorunlarını çözmede kullanılabilmesi için bilgi ve beceri sahibi eğitimli insanlara ihtiyaç vardır.

 İşte elinizdeki bu kitap, bu konularda sizi aydınlatan ve düşünce dünyanıza ışık tutan, bilme ve algılama melekelerinizi mercek altına alan ve onları besleyen veya öldüren süreçleri size tanıtan vazgeçemeyeceğiniz değerli bir temel eserdir. Özellikle kitabın yazarının dilbilimci olması, insanın bilme anlama ve öğrenme sistemleri üzerine dünyadaki son gelişmeleri çok iyi bir şekilde, özet halinde okuyucuya sunması, okuyucu için büyük bir kazançtır.

 Bir milletin problemlerle boğuşan bir topluluktan sorunlarını bilgiyle kalıcı şekilde çözen bir topluluğa dönüşebilmesi için, önce kendisinin ve sorunlarının ne olduğunun farkına varması, sonra o konularda bilgi edinmesi, bilgiyi değere dönüştürmesi, daha sonra sahih bilgiyle işlerini halletmesi, bunun bir alışkanlık haline getirilmesi, bu becerilere sahip bireylerden sorun çözme takımları kurulması ve bir kolektif şuurun mayalandırılması gerekmektedir. Bu bakış açısından da elinizdeki kitap, insanın ve sorunlarının ne olduğu konusuna açıklık getirmekte ve zihinlerde bir "farkına varma"nın ve bilgilenmenin oluşmasına vesile olmaktadır.

 

21. yüzyıla girerken Türkiye'nin temel sorunu, kaliteli, eğitimli insan tipini yetiştirememektir. Bu sorunun ortaya çıkardığı diğer sorunlar ise, ekonomi, adalet sağlık, etkili ve istikrarlı yönetimde süregelen kronik hastalıklardır. Türkiye'nin eğitimli insan tipini yetiştirirken fikir işcilerinin veya eğitimcilerin birinci derecede ele alması gereken meseleler, kitabın ikinci (Bilgi ve Bilim), yedinci (Eğitim ve Mucitlik) ve sekizinci (Dünyayı Takip ederken) bölümlerinde ele alınarak önemli noktalara dikkat çekilmektedir.

  ________________________________________________________________________________________________________

Arif Olmayan Niçin Anlamıyor?

İnsanlar gerek metinleri gerekse dünyayı anlamaya çalışırken gelişigüzel davranmazlar. çok kompleks olan idrak faaliyetinde bulunurken bir takım stratejilerden istifade ederler. Bir cümleyi, bir paragrafı veya bir hikayeyi okurken aynı anda çok farklı malumatı tesirli bir şekilde kullanmak zorunda oldukları için, idrak kameralarını muhtelif yerlere çevirir, hızlı veya yavaş çekimler yapar, zumlarla önemli noktalar üzerinde dururlar. draki kolaylaştıran bu tür stratejiler fıtridir, bu yüzden farkına varılmaksızın kullanılır. Mesela, karmaşık ifadeler özetlenir, geçmiş tabirlerin taşıdıkları ipuçlarından yararlanılır, gelecek ibareler ve fikirler tahmin edilmeye çalışılır. Her metinde tamamlanması mukadder olan bazı malumat, hafızaya müracaat ederek aranılır, boşluklar doldurulur. Aslında metin, mevzu, muhteva ve makamın sunduğu minumum işaretler ve imalar, anlamak için kafidir. Evet, arife bir işaret yeter.

 Tarife fazla ihtiyaç duymayan okurların çok geniş bir "metintabanlar " vardır. Bilgisayarlardaki veritabanlarina benzer şekilde metintabanlari da bir yığın malumat içerir (van Dijk ve Kintsch, 1983: 11). Bilgi birikimi ve tecrübeler, metnin muhtemel manalarıyla birleşerek böyle bir zihni kaynak olu turular. İyi okurlar bu kaynağı verimli kullanmasını bilirler. Maddi ibareler arasında kaybolmaz, görülmeyen mana ve mesajları keşfetmek için metintabanlarını sürekli aktif tutar ve böylelikle kelimelerden kavramlara rahatlıkla intikal ederler. Metnin insicami da kuvvetliyse, adeta hep tahmin ettikleri şeylerle karşılaşırlar. Beklentilerine cevap veren bu tür metinler, hissedip de dile getiremedikleri gerçekleri tasvir ettiği için kendilerini akıp giden bir mana nehrinin su gibi ifadelerine salıverirler.

 Somut metinler, hayali okşayan metinlerdir. İçlerinde birçok benzetme, metafor, temsil veya anekdot bulunur. Teşbihleriyle dil merdivenini kavramlara uzatırlar. Bu tür metinleri zihin gergefinde gönül iğnesiyle inceden inceye işlemek daha kolay ve zevkli olduğu için soyut metinlere tercih edilirler. Evet, gariptir ama insanlar en çok ülfet ettikleri şeylerden hoşlanırla r. (Aslında dilden bahsederken bile dili kullanmak zorunda olmamız, film içinde film çevir mek gibii ironik bir şeydir). İşte bu yüzden mütekellim, muhataplarıyla olan ortak noktaları iyi tespit edebilirse kelimelerden kainata, kainattan maneviyata, maneviyattan tekrar kelimele re uzun, ama öğretici yolculuklar yapılabilir.

 Tarife ihtiyaç duyan okurlar, aşina oldukları temsili hikaye veya menkıbelerle dolu metinleri hemen idrak ederler, ancak uzmanlik isteyen bir metinle karşılaştıklarinda anlayışları azalır, zira bu mevzuda idraklerini yönlendirecek, kendilerine vukuf stratejileri temin edecek geniş bir metintabanları yoktur. Böyle bir beyan onlar için yabancı bir diyar gibidir. Nereden nereye gittiklerini, nerede olduklarını bir türlü kestiremezler. Aslında herkes, bir nisbette, bazı metinlerin ecnebisidir.

 Bir beyanın idraki hakikaten mucizevi bir şeydir. çünkü;

 1. Akıp gelen harfler (veya sesler), kelimeler, tabirler ve cümleler şeklinde yorumlanmalı ve birkaç saniye içinde bu farklı yapılara belli bir anlam verilmelidir.

 2. Aynı zamanda bu cümleler arasında insicam noktaları keşfedilip beyanın konusu belirlenmelidir.

 3. Metnin parça parça ve genel bütünlüğünü tespit etmek için akıl yürütmeler yapılmalı, bunun icin de mevcut bilgi birikimi seçici ve tesirli bir şekilde kullanilmalıdır.

 4. Ek olarak, konuşan veya yazan, sosyal ortam, metin türü gibi faktörler hakkında hafızada mevcut olan malumat aktif hale getirilmelidir.

 5. Üslup ve belagatla alakalı unsurlar gözardı edilmemelidir.

 6. Metnin muhtevasını ve beyandaki maksatları değerlendirmek için sadece bilgiler değil fikirler, tutumlar, hisler ve inançlar da aktif hale getirilmelidir.

 7. Yine diğerleriyle eşzamanlı bir ekilde okur veya dinleyici, idrakini yönlendiren arzu, maksat, plan ve hedeflerine göre stratejiler belirlemek zorundadır.

 8. Bütün bu yorumlama safhaları birbiriyle imtizaç halinde olmalıdır, kopuk kopuk olamaz.

 Bir cümle ancak semantik tasavvuru yapılabildiği an anlaşılabilir. Bir metnin ne hakkında olduğu hayal edilemiyorsa, o metnin (tam olarak) anlaşılması mümkün değildır. Bir beyanın tamamen anlaşılması, o beyanı ifade eden şahsın kastettiği herşeyi idrak etmekle gerçekleşir. Ancak bu hiç de kolay değildir. Zira kastedilen, hissedilen, bizzat tecrübe edilen herşeyi anlamak için dilbilgisi veya genel kültür yeterli değildir. Konuşan veya yazanın zihni dunyasına aşina, gonül dünyasından haberdar olmak gereklidir. Stratejiler, fikirler, tutumlar, maksatlar, kesbi malumat, vehbi sünuhat, ilhamlar ve iç tecrübeler farklı olduğu için, beyanların anlaşılmasında ortaya çıkan zihni ve kalbi süreçlerin, genişlik ve derinlik açısından sınırı yok gibidir. Herkesin anlayışı çapı nisbetindedir.

 ________________________________________________________________________________________________________ 

 Yaşarken heykeli dikilen hayırsever

Gerçek bir eğitim gönüllüsünü kaybetti Türkiye. Gösterişten uzak, tamamen ‘‘hayır’’ için çaba harcayan, tesis kuran, burslar veren bir gönül dostu, bu dünyaya gözlerini yumdu.

İzzet Baysal, dün sabah biz fanilerin arasından ayrıldı.

Onunla hiçbir zaman karşı karşıya gelmedik.

Ama eğitime gönül veren bir insan ve bir gazeteci olarak, bu büyük hayırseveri hep takdirle izledim. Tanıyanlardan, yakınındakilerden onu tanımaya çalıştım.

İzzet Baysal, israftan kaçan bir insandı.

Tabağında yemek, bardağında su artırdığı görülmezdi. Basılı evrakın arka yüzünü müsvette olarak kullanmadan atmak, ona göre israftı.

Başarıya ulaşmanın yolu azim, sabır, sebat, cesaret ve çalışmaydı. Randevu yerine herkesten önce gelirdi.

Ülke meseleleriyle yakından ilgilenmesine rağmen, politikaya girmezdi.

Günlük gazeteleri baştan sona okurdu. Polisiye ve macera romanları okumayı, tiyatroya gitmeyi severdi. İstanbul Sanat ve Kültür Festivali'nin kurucularındandı.

Ona göre para iyi bir dost, kötü bir düşmandı. Bu yüzden parayı yerinde kullanmasını bilmek gerekirdi. Paranın esiri değildi.

Dini inançlarına bağlı, namazını kılan bir insandı. Ama ‘‘Allah ile kul arasına kimsenin girmemesi gerekir’’ derdi.

Laiklik ve Atatürkçü'lük konusunda da tavizsizdi.

İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunu İzzet Baysal, Bolu'nun ilk mimarıydı. Müteahhit olarak kentine ve ülkeye pek çok eser kazandırdı.

Hayırseverliğiyle tanınan işadamı Baysal, en büyük eseri olduğunu söylediği kendi adını taşıyan vakfı, 1987 yılında kurdu. Mal varlığını devrettiği İzzet Baysal Vakfı, bugün 110 tesise sahip.

Baysal, yaşarken heykeli dikilen ender kişiliklerden biridir.

Çünkü o, hiçbir karşılık beklemeden, koca bir üniversite inşa edip, devletine bağışlayan bir hayırseverdi.

Onun bir özelliği daha vardı. Bütün yatırımlarını, vergisi ödenmiş öz kazancından yapmayı prensip edinmesiydi.

Kendisine eserlerinden hangisinin daha kıymetli olduğu sorulduğunda, ‘‘Halkımızın ve gençlerimizin bakışlarında hissettiğim sevgi, bunların hepsine bedeldir’’ yanıtını veriyordu.

Gerçek bir eğitim gönüllüsü aramızdan ayrıldı.

Aydın CANDABAK

 ________________________________________________________________________________________________________  

Bülbülü Altın Kafese Koymuşlar...

Özgürlüğe, kendine yakışan mekana, içinden çıkılıp gelinen yere duyulan hasreti, altın kafese konulan bülbülün dilinden anlatan ifade...

Kolay mı? Uçsuz bucaksız semanın içinden alınıp, boyutları sınırlı kafese konmak. Geceleri kandil gibi asılan binlerce yıldızın eşsiz güzelliğini seyretmekten mahrum olmak. Eni boyu belli olan bir odada asılı duran bir ampulun ışığına mahkum olmak kabul edilebilir mi?

Dört yandan esip, tabiatın bütün kokularını getiren rüzgarın esintisinden yoksun olmak, sadece kapı ya da pencereden gelen küçük bir esintiye razı olmak. Kanat çırpıp bütün canlı ve cansız varlıklarla selamlaşmak, varken odada sadece dekoru tamamlamak ve üç beş kişi görmek.

Bülbülün bu halini göz önüne getirince, insanın kendisi geliyor aklına. İnsan ah vatanım dese bir kere, özlem duysa asıl makanına, insanlığın atası Hz Adem (AS), insanlığı temsilen cennete konulmuştu. Yüce Yaratıcı O'na değer verdiğini, mükerrem kıldığını, üstün varlık olduğunu göstermek için sonsuz nimetlerle donattığı cenneti mekan kıldı.

Ey insan işte senin asıl mekanın burası, sana yakışan yer burası mesajını vermişti.

Yaşadığımız dünyada, kutlu peygamberin ifadesiyle insanın kafesi. O bir kurtulabilse, duygularına esri olmaktan, hayatı sadece madde boyutunda değerlendirmekten. Daha çok elde etme hırsıyla, ihtirasıyla aldatmasa, her şeyin sahibi ben olayım arzusuyla, yüreklere zincir vurmasa, alın terini kurutmasa, göz yaşı akıtmasa, kan dökmese.

Kendini cennetten, asıl yurdundan çıkaran şeytanın süslediği istek ve duygulara kapılıp, tutsaklık zincirine yeni halkalar eklemese. Ölümsüz değerlere kendisini adayıp, tükenen, tüketilen metanın kendini tutsak aldığının farkına varıp, özgürlük mekanı olan asıl yurduna, ah! vatanım diyebilse, Bülbülün nağmelerine katılabilse. Cennetin özlemini duyabilse ah!

Kemalettin ESER

 ________________________________________________________________________________________________________

Günde 8 bardak su şart

Uzmanlar açıkladı: Vücuttaki zehirli maddeleri vücuttan atabilmek için günde en az 2 litre yani, 8 bardak su içmek şart. Ancak su içimini sabah saat 07.00 ile gece 21.00 arasında dengeli bir şekilde dağıtmak gerekiyor

AMERİKALI Doktor Anna Selby'nin su hakkındaki bilimsel araştırmalarını aktardığı "H2O" adlı kitabı, suyun insan sağlığı için hayati değerini ortaya koydu. İngiliz Sunday Times Gazetesi'nin de geniş yer verdiği araştırma sonuçlarına göre "hem vücudun hem de beynin, fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için yetişkin bir insanın günde en az 2 litre yani 8 bardak su içmesi gerekiyor" Vücudun zehirli maddeleri dışarı atabilmesi, bağışıklık sisteminin iyi çalışması için bu miktarda su şart. Günlük su ihtiyacını bir anda almanın da zararlı olduğunu belirten Selby'nin günlük su içme planı şöyle:

07.00: Kalkar kalkmaz bir bardak (250 ml) su için. Kahvaltı için en az yarım saat bekleyin.

09.00: 2'nci bardak suyu için.

11.00: 3'üncü bardağınız... Kuru ve sıcak bir ortamdaysanız, 2 bardak su için.

12.30: Öğle yemeğini yemeden yarım saat önce bir bardak daha su için.

14.00: 5'inci bardak suyunuzu için. Bu saatkonsantrasyon ve enerjinin en düşük olduğu saattir.

16.00: 6'ncı bardak su, çaydan daha yararlı.

19.00: 7'nci bardağı için ve akşam yemeği yemek için bir yarım saat bekleyin.

21.00: Yatağa gitmeden önce son bardak suyunuzu da için.

Dikkat! Az uyuyan iyi öğrenemiyor

AMERİKALI bilimadamları, uyku ile öğrenme arısında önemli bir bağlantı olduğunu açıkladı. Dünyanın en saygın gazetelerinden Amerikan International Herald Tribune'ün haberine göre, yeni bir bilgi öğrenildikten sonra kişinin mutlaka uyuması gerekiyor. Çünkü yeni öğrenilen konu, o gün en az 6 saat uyunmadığı takdirde akılda kalmıyor.

Harvard Tıp Okulu profesörlerinden Robert Stickgold ve ekibi bu bağlantıyı Harvard Üniversitesi öğrencileri üzerinde yaptıkları araştırmalarla ortaya çıkardılar. Profesör Stickgold, "Uykuya dalınan ilk saatlerle uyanmadan önceki son saatlerde beyin, hafızayı güçlendirmeye yönelik fiziksel ve kimyasal değişikliklere giriyor" diyor. Bu nedenle özellikle öğrencilerin derslerini uykudan önce çalışmaları ve 6-8 saat arasında uyumaları gerekiyor. Çünkü yeni bilgiler, beynin hafıza merkezinde ancak 6 saat sonra tanımlanabiliyor. Uyku az olduğu takdirde ise beynin tek ilgilendiği şey, iyi bir uyku oluyor. Çok uyku hem hafızayı güçlendiriyor, hem öğrenmeyi hızlandırıyor.

  ___________________________________________________________________________________________________

Düşünenlerin düşündürdükleri...

* İnsanın karşısına kötülük etmek fırsatı günde yüz kez, iyilik etmek fırsatı ise yılda bir kez çıkar. Voltaire

* Başına dolu yağan, dünyanın dört bucağını fırtına içinde sanır. Montaigne

* Kabul etmediğimiz fikirlere karşı, ondan kuvvetli mantığımız vardır. Cenap Şehabettin

* Gece, kadınlarla yıldızları güzel gösterir. Byron

* Hiç kimse geçmişini geri alacak kadar zengin değildir. Oscar Wilde

* Gençliğimiz geçtikten sonradır ki onu sevmeye başlarız. Hörderlin

* Gerçeğin yarısını söylemek hiçbir şey söylemektir. Dostoyevski

* Bir gönüle bin yol bulunur. Ovidius

* Göz açıldıkça ruh perdelenir. Tevfik Fikret

* Gözyaşları biçmek istemeyen kimse sevgi ekmelidir. Schiller

* Genellikle bütün büyük yanlışlıkların altında gurur yatar. Ruskin

* En güzel güller, en çabuk solarlar. Andre Maurois

* Bugün dünün öğrencisidir. Publilius Syrus

* Ateş dumansız, delikanlı günahsız olmaz. Kaşgarlı Mahmut

* Güzellik, yaz yemişleri gibidir. Çabuk çürür, çok dayanmaz. Bacon

* Kötü haberlerin kanatları vardır. İyi haberlerin ayakları bile yoktur. Margaret Cavendish

* Hak, kuvvetler arasındaki aralıktır. Paul Valery

* Güç olan insanın haklı olduğu zaman değil haksız olduğu zaman dostlarıyla birlikte olmasıdır. Andre Malraux

* Halk kötü şeye iyi şeyden daha fazla inanır. Boccaccio

* Büyük meziyetlerle doğmuş olmanın en gerçek alameti, hasetsiz doğmuş olmaktır. La Rochefoucauld

* Hastalıkla ilgili çok fazla yazı okuyan insan günün birinde bir mürettip hatasından ölebilir. Jonathan Swift

* Hiç kimsenin hatasını yüzüne vurmayınız. O hatayı işleyene hatasını, başka birisini misal göstererek anlatınız. Hazret-i Ali

* Hayaller tatminsizlikten doğar. Her şeyi mükemmel olan bir adam hayal kurmaz. Montherlant

* Yaşamımızın kumaşı iyi ve kötüyle örülmüştür. W. Shakespeare

* Hayvanlara karşı acımasızlık ne gerçek eğitim, ne de gerçek bilginlik ile bağdaşır. Alexander von Humboldt

   ___________________________________________________________________________________________________

Genç ve sağlıklı kalın

Bilinçli beslenme yöntemleriyle sağlıklı ve dinç bir yapıya sahip olabilirsiniz. Önemli olan vücudun savunma sistemlerini güçlendiren besinlerden faydalanabilmek.

İnsan vücudunun çok karmaşık bir yapısı var. Aslında sağlıklı kalabilmemiz, vücudumuzdaki çeşitli sistemler arasında süren savaşa bağlı. İnsan vücudunu sağlık sorunlarından korumaya çalışan sistemler de var, sağlıklı olmamızı engelleyenler de. Kısacası vücudumuzda sistemler savaşı sürüp gidiyor. Bu arada bize düşen görev de vücudumuzdaki savunma sistemlerini güçlendirmeye çalışmak. Bu koruyucu vitaminler, taze meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunur. Bu nedenle beslenme uzmanları günde beş öğün meyve ve sebze yemenizi öneriyorlar. Belli başlı antioksidanlar E,C vitaminleri, beta-karoten ve selenyumdur. Sigara tiryakilerinin ve dengesiz beslenenlerin antioksidan takviyesi almalarında yarar var.

Antioksidanların, serbest radikal adı verilen düşman moleküllerle savaştıklarını biliyoruz. Sağlığımızın görünmeyen düşmanlarını tanımak istemez misiniz? Vücut hücreleri içinde sürdürülen ve oksijeni enerjiye dönüştüren oksitlenme işlemi sırasında oluşan moleküllere serbest radikaller adı veriliyor. Vücut her zaman normal koşullarda serbest radikal üretir. Ama serbest radikal oluşumu büyük miktarlara ulaşırsa, sağlığımız tehlikeye girer. Sigara, hava kirliliği ve morötesi ışınlar, serbest radikal üretimini artıran belli başlı nedenlerdir.

Vücudumuzdaki tehlikeli mücadeleye antioksidan takviyesi yaparak katkıda bulunabiliriz. Günümüz insanının karşı karşıya olduğu fiziksel ve zihinsel sağlık problemlerine özellikle serbest radikallerin neden oldukları belirtiliyor. Dolaşım sorunları sinir sistemi ve bağışıklık sistemleri serbest radikallerden etkileniyor. Antioksidanlar aynı zamanda cildin güzelliğini de koruyorlar.

ANTİOKSİDANLAR

Sağlığımızı korumamıza yardımcı olan antioksidanlar ve bunları içeren besin maddelerinin kısa bir listesini sunuyoruz:

E vitamini: Beyaz buğday unu, avokado, çiğ ıspanak, ayçiçek yağı, fındık.

Beta-karoten: Portakal, sarı ve kırmızı renkli meyveler, sebzeler ve yeşil yapraklı sebzeler.

C vitamini: Narenciye türü meyveler, yeşil yapraklı sebzeler, domates, patates ve kırmızı biber.

Selenyum: Sarmısak, yumurta, karaciğer, balık, soğan, domates ve brokkoli.

Azize BERGİN

   ___________________________________________________________________________________________________

YALNIZLIK

Yalnızlık belki de geceyarısı

Işık sızan bir penceredir ama,

Kimi zaman da bozkırda

Çıplak dağlarda

Yerde yatan bir taştır

Yorgun ağırlığıyla.

Yalnızlık kale kapısında,

Fındık kabuğunda,

Atılmış bir ayakkabı çöpler arasında,

Kozasında ipekböceğinin,

Gergin bir örümcek ağında,

Ama daha çok oteldedir

Küçük bir taşra kasabasında.

- Hey yolcu acıyım unutma,

Ben de varım orda.

Akan sudadır yalnızlık,

Adak ağacında;

Issız bir yamaçta

Sallanan renkli çaputlarıyla,

Her biri bir başka dert simgesi.

Sessiz yatırdadır yalnızlık,

Devrik bir mezar taşında.

Eski bir konsolda kendine aşık

Ve vasat tıkırtısında,

Uğuldayan rüzgardadır

Dallar arasında,

Bir kadeh rakının

Puslu beyazlığında,

Yalnızlık asıl yürektedir ama.

- Hey yolcu acıyım unutma,

Ben de varım orda.

Işık sızan bir pencere olabilmişsen,

Bozkırda çıplak dağlar,

Fındık kabuğu, kale kapısı,

Yerde duran kara taş

Ve atılmış ayakkabı çöpler arasında;

Hem kalabalık,

Hem de yalnız bana kalırsa.

Saymaya gerek yok gerisini,

Söylendi ve kesildi.

Ama ben tarttım kendimi,

Bastırdım elimi göğsüme;

Kentleri düşündüm, yoksul köyleri

Ve kendimi biraz da,

Pıhtı bir gecede, dostlardan uzakta.

Metin Altıok

   ___________________________________________________________________________________________________

Yalnızlığın hüznü....

Yalnızlık korkusu insanın ana korkularından biri. Bu yüzden herne pahasına olursa olsun yalnızlıktan kaçmaya çalışıyor insanlar. Ama kahve köşelerinde, ama sokaklarda, ama meyhane köşelerinde, ama bomboş konuşmaların yapıldığı arkadaş gurupları içinde, ama “aptal kutusu” televizyonun karşısında. Saatlerce oturup vakit öldürüyorlar. Zamanı “öldürmek”, insanın kendi hayatını katletmesi demektir. Bu en büyük suç olmalı. Zamanlarını üreterek değil de, tüketerek geçiren ve yalnızlık duygusunun dış etkenlerle giderileceğini sananlar, belki geçici süreler için kendilerini oyalayacaklar ama yine eninde sonunda kendilerini yalnızlığın koynunda bulacaklardır. Yalnızlık duygusu içe ait bir kavram olduğu için paylaşılamaz (-Paylaşılsaydı yalnızlık olmazdı-Özdemir Asaf). Yalnızlığı aşmak yaratıcı ve amaçlı olmakta yatıyor. Zaman denen hazineyi değerli kılmakla aşılıyor yalnızlık. İnsan yalnız doğuyor, yalnız ölüyor. Doğumla ölüm arasında yapılan arkadaşlıklar, evlilikler eğer içlerinde üretkenliği barındırmıyorsa yine doyumsuz oluyor insan ve yine yalnız. İki kişilik yalnızlıkların yaşandığı evlilikleri her yerde görmüyormuyuz?... Bir piramit düşünün. Piramitin geniş alt kısmı tıklım tıklım kalabalık içinde yalnızlarla dolu. Her biri kendi yalnızlığını, yanındaki yalnızın giderebileceği umudunda. Yaşadıkları dünyaya bir katkıda bulunma çabaları, toplum bilincinin üstüne çıkma, yaşamı, kuralları sorgulama gibi bir düşünceleri yok. Sadece her canlı varlığın yaprığını yapıyorlar. Yaşamlarını idame ettiriyorlar. Düşüncelerinin sınırlarını genişletme, üretkenlik, yaratıcılık, kendilerini geliştirme gibi kavramlar onlara yabancı. Bu insanların canları sıkılıyor.Ah, can sıkıntılarını giderecek biri olsa, birşey olsa. Piramitin üst katlarına çıktıkça seyrekleşiyor insanlar. Ama kendilerini çevreleyen boşluğu anlamlı kılıyorlar. Yeni düşüncelerle, yeni boyutlara, gelişkin kişilikleriyle dolduruyorlar boşluğu. Onların yalnızlıkları bir başka yalnızlık. Orada huzur var. Onların yanındaki arkadaşlar, sevgililer, eşler de boşluk dolduran kişiler değil. Gittikleri zaman boşluk yaratacak kadar hayatlarına yeni boyutlar kazandıran, yalnızlıklarını değil, bütünlüklerini paylaşan, çoğaltan insanlar oluyor. Gerçek “dostluk” kavramı da, gerçek “sevgi” kavramı da piramitin üstlerinde yer alıyor. Sayıları az, ama özler. Vermeyi bilen, paylaşmayı bilen insan yalnız olmaz. Adamın biri öbür dünyay gitmiş. Sorgulama sırasını beklerken, cennetin de, cehennemin de kapılarının açık olduğunu görmüş. Fırsat bu fırsattır deyip, iki kapıdan da içeri bakarak bir göz atmış. Bakmış ki cennet de, cehennem de tıpatıp birbirinin aynı. İki odada da upuzun bir ziyafet sofrası. Masanın üzerinde kuş sütü dahil her şey var. Her servis tabağının yanındaki çatal, bıçak ve kaşıkların sapı birer metre boyunda. Garibine gitmiş adamın böylesine kocaman saplı çatal, bıçak ve kaşıklar. Garibine giden bir başka şey de, cennet ve cehennemde sofraların aynı olmasına rağmen, cehennemdeki masanın etrafında oturan insanların soluk, bitkin, zayıf, mutsuz, cennettekilerin ise neşeli, şen, şakrak olmalarıymış. Nedenini bir türlü anlayamamış adam. İki taraftada her şey aynı ama insanlar arasında bu fark niye diye düşünüp durmuş. Fark neredeymiş biliyormusunuz? Davranışta. Cehennemdekiler bu upuzun çatal, kaşıklarla kendilerini beslemeye çalıştıkları için bir türlü güzelim yiyecekleri ağızlarına götüremiyorlar, yerlere döküp saçıyorlarmış. Bu yüzden beslenemiyorlar ve zayıf düşüyorlarmış. Cennettekiler ise uzun saplı çatal, kaşıkları karşısıdaki insana uzatıp birbirlerini besliyorlarmış. Böylece herkes hem besleniyor, hem her şeyi paylaşarak gülüşüyorlar, ziyafetlerini neşeli bir şekilde sürdürüyorlarmış...Yalnızlık paylaşılmaz ama karşılıksız vermeyi bilen, paylaşmaktan haz alan insan ne sevgisiz kalır, ne de dostsuz. Benzer benzeri çektiği için herkes kendi karekterine benzeyen insanları daima kendine çekecektir.Yalnızlıktan mı korkuyorsunuz? Neden korkunuzun üzerine üzerine gitmiyorsunuz? Bir süre seçimli bir yalnızlığı denemiyorsunuz? Yoksa kendinizle başbaşa kalamayacak kadar sıkıcı bir insan olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Siz kendi arkadaşlığınızdan zek almazsanız, başkası nasıl alsın ki? Yalnızlıkta kendini tanımak var. Kendinizin bilmediğiniz yönlerini ortaya çıkarmak var. Ne güzellikler, ne üretkenlikler, ne sevgiler gizli orada ve açığa çıkmayı sizin tarafınızdan tanınmayı sabırla bekliyorlar. Sizin kendinize şans tanımanızı bekliyorlar. Ama bu tanışmanın yolu yalnız kalmaktan, kendinize zaman ayırmaktan geçiyor. Cennet içinizdeyken hayatınızı cehenneme çevirmenin ne gereği var ki?...

NİL GÜN

   ___________________________________________________________________________________________________

Jorge Luis Borges'in yaşama dair ünlü notu

Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama İlkinden daha çok hata yapardım Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar Çok az şeyi ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla daha çok riske girerdim Yolculuk ederdim daha fazla. Daha çok gün doğumu izler, daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim, Görmediğim bir çok yere giderdim Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine Yaşamının her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben. Elbette mutlu anlarım oldu ama yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu Farkında mısınız bilmem; yaşam budur zaten: Anlar, sadece anlar. Siz de "anı" yaşayın Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda ayakkabılarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım. Bir şansım daha olsaydı eğer Ama işte 85'indeyim ve biliyorum, Ölüyorum...

   ___________________________________________________________________________________________________

Şiir...

DÖRT YAPRAKLI ÇİÇEK

Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Oynamamız bundandır.
Karatoprakla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Bundandır sevmemiz
Kiraz ağaçlarını.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Kardeşliğimiz bundandır
Mavi sularda binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı
Kimse.
Bundandır inanmamamız
Kocaman bombalara

Fazıl Hüsnü Dağlarca (1970)

   ___________________________________________________________________________________________________

 Hayata başlamak...

Eşinden boşanmış... Aynı günlerde ortağı olduğu şirket krize girmiş. Herşey üst üste gelmiş. Varlıklı ve mutlu bir ingiliz yurttaşı olan Richard Wilkins bir gecede kendini beş parasız ve yapayalnız buluvermiş.

- Gerçek zenginliği işte o noktadan sonra yakalamaya başladım, diyor.

Nasıl mı? Hayatın anlamını kendi dünyasına yerleştirerek, yeni bir hayat bakışı oluşturarak.

- Bugün eskisinden daha zenginim, diyor Wilkins, para ve malla değil duygularımla daha zenginim. Anladım ki, sizi etkileyen şeyleri değiştirmeyi her zaman başaramazsınız. Ama onların sizin üzerinizdeki etkisini değiştirebilirsiniz. Bunu başardığınız anda gerçek zenginliği ve mutluluğu yakalamışsınız demektir.

Richard Wilkins İngiltere'de piyasaya çıkan "Mental Tonic" (Zihin Açıcı) adlı kitabında yaşam felsefesinden süzdüğü ilkeleri sıralıyor. İşte onlardan birkaçı:

* Gerçek değişim kimi eski şeyleri farklı görmeye başlamaktır.

* Pencerenizin camı kirliyse dışarı çıkıp manzarayı parlatmanız boşunadır.

* Eğer siz kendinizi sevmiyorsanız başkası neden sevsin.

* Ana babanız doğumunuzdan sorumludur, yaşamınızdan değil.

* Eğer kendinize yön arıyorsanız yolunu kaybetmiş birine sormayın.

* Dostluk, ayrı oldukları zaman insanları birlikte tutar.

* Fedakarlık çiçeğin köküdür.

* Geçmişi bir kitap gibi kullanın, eviniz gibi değil.

* Birçok insan hayatının büyük bölümünü olduğundan farklı görünebilmek için heba eder.

* İlerlemenizin önündeki en büyük engel kendinize güvensizliğinizdir.

* Acı, mutluluğa göre daha çok şarkı bestelemiştir.

* Her davranışında başkalarının onayını arayan kimseler hayatın birçok güzelliğini ıskalar.

* Satıhta hazine bulamazsınız.

* Kahkaha ruhun dansıdır.

* Mucize, enerjinizi korkularınızı değil rüyalarınıza verdiğiniz zaman başlar.

* Karşısınızdakini dinliyor musunuz, yoksa konuşmak için sıra mı bekliyorsunuz?

* İkiyüzlülük sadece sahibi tarafından görülemez.

* Hayatınızı bir para kazanma denemesi olarak kullanmayın.

* Cennete gitmenin iki yolu vardır

1) Gerçekten öldüğünüz zaman

2) Gerçekten yaşadığınız zaman

* Gerçek zenginlik vaktinizi insanlara vermektir, para karşılığı satmak değil.

* Müziği notaların arasındaki sessizlik yaratır.

   ___________________________________________________________________________________________________

 DÜNYANIN GÖZÜNDE ATATÜRK

Gazi Mustafa Kemal Atatürk en büyük devlet adamı

Franklin D. Roosevelt (ABD Başkanı)

Mustafa Kemal hakkındaki bilgiyi O'nu çok iyi tanıyan birisinden edindim. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin Dışişleri Bakanı Litvinof ile görüşürken, onun fikrince bütün Avrupa'nın en değerli ve ilgi çekici devlet adamının bugün Avrupa'da yaşamadığını, Boğazların gerisinde, Ankara'da yaşadığını, bunun Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi.

(Üç Adam: Kemal Atatürk - Roosevelt - Mussolini, 1937)

Yüzyılımızın dahisi

David L'loyd George (İngiltere Başbakanı)

Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk milletine nasip oldu. (1922)

(K. Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi: 1958, s. 508)

"Ata'nın ölümü büyük kayıptır"

Winston Churchill (İngiltere Başbakanı)

Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaşları sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Ata'sına layık bir tezahürden başka bir şey değildir. (Tan: 18 Aralık 1938)

Yüksek anlayışlı önder

Vladimir İlyiç Lenin (Rus İhtilali Lideri)

Mustafa Kemal, sosyalist değildi. Fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici, iyi düşünceli ve akıllı bir önderdir. O, soygunculara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına ve Sultanı da yaranı ile birlikte alt edeceğine inanıyorum. (1912)

(Tek Adam: 1964, s. 378)

"O'na nasıl hayran olmayalım?"

Edouard Herriot (Fransa eski Başbakanı)

- Paşa, size nasıl hayran olmayayım? Ben Fransa'da laik bir hükümet kurmuştum. Bu hükümeti Papa'nın Paris'teki temsilcisinin yardımı ile papazlar devirdi. Siz ise bir halifeyi kovdunuz ve gerçek anlamıyla laik bir devlet kurdunuz. Siz bu taassup içinde laikliği bu topluma nasıl kabul ettirdiniz? Dehanızın büyük eseri laik bir Türkiye yaratmak olmuştur. (1933)

(Yazılmayan Yönleriyle Atatürk: 1963, s. 62)

"Türkiye övünebilir"

Eleutherios Venizelos (Yunanistan Başbakanı)

Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir. (31 Ekim 1933)

(Cumhuriyet: 29 Ekim 1969)

Türk birliğinin mimarı

Dwight D. Eisenhower (ABD Başkanı) Kemal Atatürk için daimi bir anıt tesisi münasebetiyle Türkiye'ye tebriklerimi arz ile gurur duyuyorum. O'nun gösterdiği yolda yürüyen büyük ulusunuz çok önemli başarılar elde etmiştir. Türk birliğinin ve ilerleyişinin mimarı Atatürk'ün hatırasını anmak için yapılan bu tören, dünyanın her tarafından hür insanlara ilham kaynağı olmuş bir zata çok yerinde bir saygıdır.

(Anıtkabir Özel Defteri'nden, 1953)

Atatürk ilham kaynağıydı

Habib ben Ali Burgiba (Tunus Devlet Başkanı)

Sakarya Savaşı, sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim, onun ruhuna bu kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?

(Cumhuriyet: 26 Mart 1965)

Sadık dostluk duyguları

Charles de Gaulle (Fransa Devlet Başkanı)

Büyük Atatürk'ün ölümünün 25. yıldönümü nedeniyle Fransız ulusunun, Türk ulusuna karşı duymakta olduğu sadık dostluk duygularını dile getirmek isterim. Türkiye tarihi, bugün, her zamandan çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir durumdadır. Ve Atatürk'ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. Memleketlerimiz arasındaki yüzyılları aşan dostluk, bu gelişmenin temelini oluşturur.

(Vatan: 10 Kasım 1963)

"O, Müslümanların da sesiydi"

Muhammed Ali Cinnah (Pakistan'ın kurucusu)

O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hint Müslümanları bugünkü durumlarına hala razı olacaklar mı?

(Milliyet Gazetesi: 10 Kasım 1954)

Bütün çağların lideri

Muhammed Eyüp Han (Pakistan Devlet Başkanı)

Kemal Atatürk yalnız bu yüzyılın en büyük liderlerinden biri değildir. Biz Pakistan'da O'nu, gelmiş geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. O, yalnız sizin ulusunuzun sevgili önderi değildir. Dünyadaki bütün Müslümanlar gözlerini sevgi ve hayranlık duygularıyla O'na çevirmişlerdir.

(Cumhuriyet: 10 Kasım 1963)

Atatürk'ün yönetimindeki Türkiye

Nikita S. Kruşçev (Sovyetler birliği Başkanı) Yakın ve Ortadoğu'da ilk cumhuriyet, doğuşunu O'na borçludur. Bu cumhuriyet, birçok ulusun milli özgürlük savaşlarına ışık tutmuştur. Atatürk'ün yönetimindeki Türkiye'nin uluslararası otoritesi yükselmiş ve ülkesi dünya siyasetinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır.

(Milliyet: 10 Kasım 1963)

Yüzyılımızın büyük önderi

John F. Kennedy (ABD Başkanı)

Atatürk adı insana bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk ulusuna ilham veren önderliğini, modern dünyayı anlayışındaki ileri görüşlülüğü ve bir askeri önder olarak kudret ve cesaretini hatırlatmaktadır. Şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve o zamandan beri Atatürk'ün ve Türkiye'nin giriştiği derin ve geniş devrimler kadar bir ulusun kendisine olan güvenini daha başarı ile belirten bir başka örnek gösterilemez.

(Hürriyet: 10 Kasım 1963)

Modern çağın yapıcısı

Jawaharla Nehru (Hindistan Başbakanı)

Kemal Atatürk veya bizim O'nu o zamanlar tanıdığımız ismiyle Kemal Paşa, gençlik günlerimde benim kahramanımdı. Büyük devrimlerini okuduğum zaman çok duygulandım. Türkiye'yi modernleştirme yolunda Atatürk'ün giriştiği genel çabayı büyük bir takdirle karşıladım. O'nun dinamizmi, yılmaz ve yorulmak bilmezliği insanda büyük bir etki yaratıyordu. O, Doğu'da modern çağın yapıcılarından biridir. O'nun en büyük hayranları arasında bulunmakta devam ediyorum.

(Gazeteler. 10 Kasım 1963) Eserleri takdirle anılmaktadır

Prof. Ludwig Erhard (Batı Almanya Başbakanı)

Bütün dünya 10 Kasım'da, biz Almanların da dostluk ve saygı ile bağlı olduğumuz bir insanın hayatını ve eserlerini takdirle anlamaktadır. Atatürk, daima Türkiye ile Avrupa arasında sıkı bağlar kurmaya çalışmıştır.

(Vatan: 10 Kasım 1963)

Kahraman ve cesur asker

Sir A. Douglas - Home (İngiltere Başbakanı)

Mustafa Kemal ismini bundan 50 yıl önce seçkin bir Türk komutanı olarak duymuştuk. Daha sonra barışın kuruluşuyla devlet adamlığı özelliklerini ortaya koymak fırsatını elde etmesi, büyük milli önderlerden biri olarak Ona tarihin en yüce mevkilerini kazandırmıştır. O kahraman ve cesur askeri saygıyla, modern Türkiye'nin gerçek babası olan devlet adamını da hayranlık ve şükranla anıyoruz.

(Cumhuriyet: 10 Kasım 1963)

Ata'ya duyulan hayranlık

Hayato İkeda (Japonya Başbakanı) Atatürk'ün Türk Dili Devrimi'ni gerçekleştirmesi ve dinle siyaseti birbirinden ayırarak türk toplumunun modernleşmesini sağlamak yolundaki çabalarına karşı büyük bir hayranlık duymaktayız.

(Hürriyet: 11 Kasım 1963)

"O, eserini tehlikeye sokmadı."

Kurt G. Kiesinger (Federal Almanya Başbakanı) Ben Türk - Alman dostluğunu yakından tanıyan bir neslin çocuğuyum. Küçük yaşımda bir adamın kahramanlıkları, yaptığı hizmetleri, ülkesi için giriştiği özverileri gördüm. Bu adam Mustafa Kemal idi. Bugün daha iyi kavrıyorum ki o insan büyük bir devlet adamı idi. Büyüktü, çünkü, ölçüyü korumasını her zaman bildi ve eserini tehlikeye sokacak sınırları aşmadı. Yürekliliğin ve kendi yürekliliğinin sınırlarını da çizebilecek kadar anlayışlıydı.

(Yeni Gazete: 9 Eylül 1968)

Atatürk'ün büyüklüğü

Joseph Luns (Hollanda Dışişleri Bakanı)

Çağımızda; uzak görüşlü, cesur, siyasi, sosyal ve ekonomik reformlarla Türkiye'yi bugünkü modern cumhuriyet durumuna getiren Atatürk'tür. Aynı zamanda bugün Türkiye'nin Avrupa Ortak Pazar'ına girebilecek güce erişmesini sağlayan modern ekonominin temelini hazırlayan da yine O'dur.

(Gazeteler: 11 Kasım 1963)

"Atatürk'le övünüyorum"

Gen. Douglas Mac Arthur (ABD Uzak Doğu Kuvvetleri Başkomutanı)

Asker - devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin en ileri memleketler arasında hakettiği yeri almasını sağlamıytır. Yine O, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını oluşturan, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir. Ben Atatürk'ün sadık arkadaşlarından biri olmakla büyük övünç duyuyorum.

(10 Kasım: 1963)

Mustafa Kemal'in büyüklüğü

Ernest Hemingway (Amerikalı Romancı, Yazar)

Marmara kıyısındaki sıcak, toz toprak içinde, eciş bücüş yollu ikinci sınıf kıyı kasabası Mudanya'da, Batı ile Doğu karşı karşıya geldiler. İsmet Paşa'yla görüşecek Müttefik generallerini taşıyan İngiliz sancak gemisi "İron Duke"kül rengi öldürücü kulelerine rağmen, Batılılar buraya barış dilenmeye geliyordu; yoksa barış istemeye, ya da şartlarını dikte ettirmeye değil... Bu görüşmeler, Avrupa'nın Asya üzerindeki egemenliğinin sonunu gösteriyor. Çünkü Mustafa Kemal, herkesin bildiği gibi, Yunanlıları silip süpürmüştü.

(The Toronto Daily Star: 23 Ekim 1922)

En büyük devlet adamı

W.Somerset Maugham 8İngiliz Romancı, Yazar)

Bir insanın değerinin en belirli ölçüsü kendi alanındaki üstünlüğünü dostuna - düşmanına kabul ettirebilmesindedir. İşte Atatürk bu yüceliğe ermiş dahilerden biridir. Bir ihtilalci olarak modern Türkiye'yi yaratmış, davasında muzaffer olmuş ve yüzyılımızın büyük devlet adamları arasında katılmıştır.

(Cumhuriyet: 11 Kasım 1953)

Yaşayan Türkiye

Claude Farrere (Fransız Romancı ve Diplomat)

Sevr'den sonra Türkiye'nin öldüğünü zanmıştım. Ama Türkiye yaşıyor; hem, Mustafa Kemal başına geçeli beri öylesine canlı yaşıyor ki; bir L'loyd George'un bütün çabaları, bütün imkanları, sağduyuya meydan okuyan bu şiddetli yaşama isteğinin karşısında erimekten başka bir şey yapamıyor... (1930)

(Türk Dili: 1964, C.XIV, s. 158)

"O'nun bakışı ile aydınlandık"

Muhammed İkbal (Pakistan Milli Şairi)

Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken O'nun bakışıyla cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.

(Türk Dili: 1958, C. VIII, s. 86)

"O, yarını görürdü"

Lord Kinross (İngiliz Devlet Adamı)

Atatürk, tarih boyunca gelip geçmiş en büyük devlet adamlarından biridir. Hiçbir zaman yaşadığı zamanın üzerinde durmamış, ileriyi görerek ona göre iş yapmıştır. Atatürk'ü Mussolini ve Hitler gibi yöneticilerden ayıran nokta işte bu niteliktir. Onlar her yaptıklarında kendilerini düşünerek hareket ediyorlardı. Atatürk, kendisinden ötesini, 20 - 30 yıl ilerisini görerek hareket ederdi.

(Ulus: 10 Kasım 1960)

Atatürk ile yaşamak

Şnork Kalutsyan (Türkiye Ermeniler Patriği)

Tarihte çok az kimse halkına ve vatanına Atatürk kadar faydalı ılmuştur. El ele, gönül gönüle güzel yurdumuzda huzur, barış ve anlayış içinde, sola sağa sapmadan Atatürk'ün hedefinde yaşayalım.

(Gazeteler: 13 Ocak 1981)

   ___________________________________________________________________________________________________

BİLGİ VE DÜŞÜNCE

Öğrenimden kazancımız daha iyi ve daha akıllı olmaktır. Epiharmus(filozof) der ki düşünce ile görür ve duyar; her şeyden yararlanan herşeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır. Şu kesin ki çocuğa kendiliğinden bir şey yapmak özgürlüğünü vermemekle onu korkak bir köle durumuna sokuyoruz. Retorika ve gramer üstüne, Cicero’nun şu veya bu cümlesi üstüne öğrencisinin ne düşündüğünü kim sormuştur? Bunları Tanrı sözü gibi belleğimize basmakalıp yapıştırırlar; harfler ve sözcükler, anlatılan şeyin kendisi haline gelir. Ezber bilmek, bilmek değildir; belleğimize emanet edilen her şeyi saklamaktır. İnsan, kendiliğinden bildiği her şeyi ustasına bakmadan, kitaptaki yerini aramadan, istediği gibi kullanır. Tümüyle kitaptan bir bilgi bir süs olarak kullanılsın: Ama temel olarak değil. Nitekim Platon, gerçek felsefenin sağlam irade, inanç ve dürüstlük, amaçları başka olan öteki bilimlerinse yalnızca süs olduğunu söyler.

MONTAIGNE (DENEMELER)

   ___________________________________________________________________________________________________

Söz...

....bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da insanlar, güneş gökyüzüne hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan şeylerin farkına varamaz olurlar.

Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum.

Herzaman, ne istediğini bilmek zorunda olduğunu anımsa.

Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşür. Simyacı

   ___________________________________________________________________________________________________

 BAŞARI

Başarı; sözlükte başarma eylemi, başarılan iş, bir işi eksiksiz yapma olarak açıklanmaktadır. Başarı her birey için mutlu olabilme kaynağıdır. İnsanın doğası gereği hazza ulaşmanın yollarından biridir. Başarının doruğundaki lezzetten tadan kişi hep orada kalabilmek için çabalar. Sürekli olumlu, üretici ve yararlı davranışlar geliştirir. Başarı çok çeşitlidir. Ancak, burada sadece öğrencinin öğretimdeki başarısından söz etmek istiyorum.

Öğretimde başarı; belirli konularda bireyin veya grubun belli bir zaman dilimi içinde öğretilmek istenen bilgi ve becerileri edinebilmesidir. Ancak, başarının sınırları, kime ve neye göreliği değişkendir. Üstelik başarısızlık yoktur. Kişinin potansiyeline uygun başarıyı sağlayacak, yeterli zaman ve koşullar bir araya gelememiştir, diye düşünmek de doğrudur. Çünkü bireylerin kendi kişilik farklılıkları içinde başarı plâtformu değişiktir. Başarının oluşmasına etki eden faktörler şunlardır :

1. Kalıtımsal yapı; kişinin kalıtımsal olarak sahip oldukları başarısının alanıdır. Bu alanın tamamen kullanılabilmesi ise eğitim öğretimle olur. Bordur Line-Sınır hatta zekâ düzeyindekinden nasıl lisans öğrenimi başarısı beklenemezse, özel yeteneği olana, yetisi doğrultusunda eğitim-öğretim verilemeyince de yeteneğin açığa çıkması ve başarısı söz konusu olamaz.

2. Ekonomik olumsuzluklar da başarıya engeldir. Karnı aç, yeterince beslenemeyenin, öğrenme için gerekli ortama, araç ve gerece sahip olmayanın başarı performansı düşüktür. "Öğretmenim midemin açlığını bastıramadığım için öğleye kadar ders dinleyemedim" diyen öğrencinin açlığından kaynaklanan öğrenememesini dikkate almamak mümkün müdür? Yine kalabalık bir ailede, yeterli sessizliğin, ısı ve aydınlanmanın sağlanamadığı küçük bir odada ders çalışanın başarısı gerçek düzeyde midir?

3. Kendine güveni olmayan, başarının zevkine hiçbir zaman varamamış her yaptığında çevresindekilerden fazlaca yardım almış kişiler kolay kolay başarılı olamazlar. Çünkü başarılı olabilme çabasını gösterecek itici güvene sahip değillerdir.

4. Ruh Sağlığı; aile içi çatışmalar veya parçalanmış ailelerin çocukları, yeterli ilgi, sevgi göremediklerinden sorunludurlar. Kardeş kıskançlıkları ana-babanın çocukları arasındaki tercihleri, bulüğ çağı sorunlarıyla başedecek desteği bulamayan çocukların, sağlıklı olmayan pisikolojik yapıları başarıya engeldir.

5. Zaman, faktörü de başarı için en büyük etkendir. Halk arasında sık sık kullanılan bir cümle vardır. "Doğru zamanda, doğru yerde, doğru insanla olabilmek başarıya götürür." Belli zaman dilimlerinde yapılması gerekenler çeşitli gerekçelerle ileri bir tarihe ertelenirse, başarının düzeyi de değişik olur. Başarı için uygun olan zamanın seçilmesi çok önemlidir.

6. Kişi hak hukuk kavramına sahipse, başarısı içinde doğru yoldan ve dürüstçe çabalayarak ulaşır. Hakça olmayan, dolambaçlı yollardan elde edilen başarı gerçekte kişinin iç dünyasında burukluk bırakır. Gerçek başarıda gösterilen özveri ve emeğin kişiye verdiği iç huzuru vardır. Başarıda hissedilen o huzur, gelecekteki diğer bir başarı için başlangıçtır. Hatta başarılı olan kişinin çevresindeki yakınları da o, huzurun getirdiği mutluluk çemberi içindedirler.

7. İnsanlarla iyi iletişim, hoşgörü ve alçak gönüllülük de başarı için kişinin önünü açar. Arkadaş grubu için de istenen, bir yeri olan çocuğun, davranışları olumludur. Kendine güveni ve yapıcılığı vardır.

8. Çalışmak; hiç bir başarı çabasız ve çalışmadan oluşmaz. Çalışmak başarının anahtarıdır. Her başarının çalışma yüzdesi farklı olduğu gibi bireylerin kişilik farklılıklarına göre başkalarıyla aynı düzey başarı için kişisel çalışma gayreti de farklıdır.

9. Başarının alt yapısı olan gerekli bilgi ve beceriye sahip olmak; Buraya kadar başarıyı hazırlayan bir çok koşuldan bahsettik. Ancak, bu koşulların üzerine oturrduğu bir alt yapının da olduğu unutulmamalıdır. Başarının alanına göre uygun faktörlerin daha önceden birikimi gerekir. Bu o günkü sınav için, sınav içeriğini kapsayan derslerin önceden öğrenilmiş olması veya problemi çözmek için dört işlemin bilinmesi, çözüm yollarının ezberlenmiş olması gereğidir. Gerekli olan bilgi ve beceriye sahip olamayanın başarısı da istenen düzeyde oluşamaz.

10. İnanç ve tevekkülünde başarı da rolü olduğu unutulmamalıdır. Başarabileceği gücün kendisine verildiğine, o gücü olumlu yönde kullanması gerektiğine, her türlü koşulu sağlayarak çalışma eylemini gerçekleştirdikten sonra biraz da tevekkül etmelidir. Ancak, her şeye rağmen başarıya yüzde yüz ulaşılamıyorsa bir daha dönüp geriye bakmalı. Basamaklardan kullanılmayan var mı kontrol etmelidir. Unutmayalım başarı mutlaka "BAŞARACAĞIM" diyebilenindir.

   ___________________________________________________________________________________________________

 "Biz iyi miyiz?"

Dell, dünyanın en hızlı büyüyen şirketleri arasında yer alıyor. Yine dünyanın en ucuz bilgisayarlarını satmasıyla da ünlü. Kendine has pazarlama yöntemi geliştirmiş. Hiçbir yerde donanım üreten bir tesisi yok. Orijinal olan tek şeyleri DELL markası. Bilgisayarlarını medya ve internetle pazarlıyor. Amerika'da bilgisayar satışlarında birinci sırada. Bilgisayar donanımcılarının stratejilerini Dell'e göre ayarladıkları söyleniyor. Anlatmak istediğim farklı...

Dell, 1997 yılında Texas'ta bir toplantı düzenliyor. Dünyanın önde gelen 120 yöneticisi toplantıda yer alıyor. Konuşmacı Singapurlu yönetim stratejisti Prof. Dr. Wee Chow Hou. Hou, üst düzey yöneticilere eğitim veren biri. Yaklaşımlarını Çinli düşünür Sun Tzu'nun felsefesi üzerine kurmuş. Sun Tzu ülkemizde "Savaş ve Yönetim" kitabıyla ünlendi. Hou bu kitabında yönetim üzerine yeni bir yaklaşım sergilerken Sun Tzu'yu da anlatıyor. Esasında Sun Tzu bir asker. Fakat uygulamalarını kitaplaştırmış ve binlerce yıl öncesinden günümüze mesajlar göndermiş. Tzu'nun ele aldığı prensipler içinde, sadece Çin kültürünün değil, Doğu kültürünün izlerini ve yaklaşımlarını da bulmak mümkün.

Hou, Texas'taki Dell toplantısında işte bu felsefeyi anlatıyor ve günümüzde savaş tekniklerinin nasıl endüstriyel alanda kullanıldığını söylüyor. Toplantıda Dell'in başkanı Michael Dell, çıkıp iki soru soruyor. Yardımcılarının, çalışanlarının ve misafirlerinin önünde bir nevi itirafta bulunuyor: "Biz gerçekten o kadar iyi miyiz? Yoksa diğerleri hata mı yaptı?" Diğerleri derken IBM, HP veya Compaq'dan bahsediyor. Cevabını da yine kendisi veriyor. "Evet, biz onların hatalarından yararlandık. Rakiplerimizin aklı karıştığında, biz pazar payımızı artırdık."

Rakiplerin hatasından yararlanmak, Sun Tzu felsefesiyle yakından ilgili. Yeri gelmişken, Sun Tzu'nun temel stratejileriyle ilgili bir iki nokta daha aktarayım:

* Bir ordunun başı kaçaklarla, emirlere itaatsizlikle, çöküntü, yıkım, düzensizlik ve bozgunlarla dertte olabilir. Bu altı musibetin doğal nedenlerle ilgisi yoktur. Hepsi de generalin hatalarından kaynaklanır.

* Kesin olarak avantajlı olmadığınız zaman hareket etmeyin.

* Çok sık ödüllendirmek fikirlerin önemini yitirdiğini gösterir, çok sık cezalandırmak ise büyük bir sıkıntı olduğunu.

Dell'in başkanının sorduğu ikinci soruya gelince: "Biz Asya'da ne yapmalıyız?" Hou, bu soruya Doğu mistisizminin eğitim tarzıyla yaklaşıyor. O biliyor ki, iyi bir filozof iyi soru sorulduğunda cevaplamaz, soru sorar. "Çekirdek yeteneğiniz nedir?" Dell yetkilileri buna, "Biz direkt satış yaparız, bayileri atlarız." diye cevap veriyorlar. Yani varsayımlara dayalı bir pazar anlayışına göre yapılanmış. Olgun pazar, zeki, kredi kartı ve internet kullanan tüketiciler... Hou, burada şaşırtıcı bir cevap veriyor: "Sizin çekirdek yeteneğiniz, sizin lanetiniz olacak." Çin'de kredi kartı yok, interneti bilmiyorlar, satın alma gücü yüksek değil.

Dell, sorunu anlıyor. 1998 yılında stratejilerini değiştiriyor ve Çin'de distribütörlerini ve full servislerini açıyor.

Fikri Türkel

   ___________________________________________________________________________________________________

NE YEMELİ, NE ZAMAN YEMELİ, NASIL YEMELİ

Her ne kadar yemek yemek bir gereksinimse de, çoğu kez aç değilken de yeriz. Gelişigüzel yemek iyi sonuç vermez. Gerçek açlıkla yalancı açlığı ayırt etmek gerekir. Gerçek açlık bedenin besine karşı bir isteği olduğunu gösterir. Yalancı açlık ise sinir ya da başka bir nedenle midenin, bazen de gözün ve damağın uyarılmasından ileri gelir. (Böyle bir durumda ağır su içmek bu yalancı açlık duygusunu giderir.)

Günlük besin elden geldiğince sade bir biçimde hazırlanmış olmalı. Aynı çok çeşitli yemek insanı aşırı yemeye sürükler ve mideyi yorar. Aşırı besin aşırı kilo demektir.

İlk yenen çiğ birşey olmalı. Çünkü önce çiğ besin yenirse, öteki besine midede daha az yer kalır. Ayrıca yenen ilk besin çiğ olursa, piston işini görerek bağırsakların çalışmasını da sağlar.

Acı baharattan kaçınmalı, bunların yerine tatlı olanlar (tarçın, karanfil, kimyon, küçük hindistancevizi v.b.) yeğlenmeli. Soslara ve yemeğe konan başka tat ve çeşni vericilere gelince, bunların da zarar vermeyenlerini kullanmalı. Doğa bize nice güzel kokulu, çeşnili bitkiler, otlar vermiştir. Bunlar yemeklere çeşni verdikleri gibi, sağlığımıza da yararlıdır.

Alınan besin mümkün olduğu kadar rafine edilmemiş olmalı. Yüksek kaliteli bir besin midede ekşir ve bağırsaklarda çürürse, kanda bir zehirlenme meydana gelir. Bu nedenle yenen besinin niteliği daha düşük olsa bile, iyi sindirilmesi şarttır. Doğa bize gerekli sindirim olanaklarını vermiştir; yeter ki biz de bedenimize fiziksel durumumuza, yaşımıza uygun olan besini verebilelim.

Sindirim bozuklukları genellikle kötü alışkanlıkların sonucudur. Belirtileri: Midede ağırlık, ekşime, aşırı asidite, yanma, bulantı, uyuklama, baş ağrısı, kusma v.b. Kötü sindirilmiş besin mideden geçtikten sonra bağırsaklarda şu belirtiler başlar: Gazlar (sancılı veya sancısız), şişkinlik, kabızlık veya ishal. Bir belirtiyi yok etmek için her şeyden önce onun nedenlerini ortadan kaldırmak gerekir. Sindirim bozukluklarının başlıca nedenleri şunlardır:

1) Çabuk yemek : Sindirim --- özellikle de unlu maddelerin sindirimi --- ağızda lokmanın çiğnenmesiyle başlar. İyi çiğnenmeyen bir besin sindirim organlarında ekşir. Yavaş yemek yemeyen er geç doktora görünmek zorundadır. Eğer insanın yemek yiyecek kadar vakit yoksa, vakti olduğu kadar yemek yemelidir. Yediğimiz en iyi besin bile sindirebildiğimiz kadar bize yararlıdır. Sağlığını korumak isteyenler kutsal bir görevi yerine getirircesine her lokmayı ağır ağır çiğnemelidir.

2) Yemekte su içmek : Yemek sırasında içilen sıvılar (içki, su, meyve suyu v.b.) mideyi şişirir ve yorar. Sıvılar midenin sindirim özsuyunu sulandırarak etkisini zayıflatır. Diğer yandan, yemek sırasında içilen serin ya da soğuk bir sıvı sindirimi durdurur. Çünkü midenin sindirimi gerçekleştirebilmesi için belli bir ısıya gereksinimi vardır.

3) Çok yemek : Kötü sindirimin başlıca nedenlerinden biridir. İnsan sofradan daha bir şeyler yiyebilirim duygusuyla kalkmalıdır. Çok yemekten kaçınmanın en kısa yolu sofrada az çeşit bulundurmaktır. Ancak bu az çeşitten aşırı yemek de elbette aynı kötü sonucu verir.

4) Birbirine yakın öğünler : Gerek mide, gerekse bağırsaklar görevlerini yerine getirmek için belli bir zamana gereksinim duyarlar. Normal bir sindirim için (aşırı derecede yenmemişse) 4-5 saat, bazı mideler içinse 5-6 saatlik bir zaman gerekir. Haftada bir gün olsun sindirim organları dinlenmeli. Haftada bir gün bir meyve kürü yapmak ya da hiçbir şey yememek (akşam yemeğinden sonra ertesi akşam yemeğine kadar) genç kalmanın sırlarından biridir.

5) Yemekler arasında yemek : Mideyi yorar ve sinir rezervlerini tüketir. İkindi kahvaltısı yetişkinler için gereksizdir.

6) Gece geç yemek : Yemek yedikten sonra hemen yatmak doğru değildir. Uyku sindirimi geciktirir. Bu nedenle ertesi sabah insan bedeninde yorgunluk duyarak kalkar. Gece yemekleri hafif olmalı. Ancak gündüz gerektiği gibi besin alamayanlar için koşullar değişiktir.

7) Yorgun ve sinirliyken : Yemek yenirse sinir sistemi sindirime yardımcı olamaz. Onun için bu durumdayken yememek daha doğru olur. Yorgunluk geçtikten, sinirlerin gerginliği giderildikten sonra yemeli. Aşırı yorgunluk mide kaslarının besini gerektiği gibi çalkalamasını engeller.

8) Uykusuzluk : Sindirim bozukluğuna yol açabilir, sinir sisteminin stoklarını tüketerek sindirimin dengesini bozar.

9) Asabiyet : Sinir sisteminin herhangi bir nedenle uyarılması sindirimi durdurur. Kavgalar, tatsız tartışmalar, aşırı heyecan, hırs, nefret, kin gibi olumsuz duygular sindirim organları üzerinde kötü etki yapar.

10) Ateşliyken yemek : Ateşin yükselmesine neden olur. Çünkü yüksek ateş sindirim çzsuyunu kurutur. Böyle bir durumda çabuk şifa bulmak için perhiz yapmalı. Doğada hiçbir hayvan yoktur ki, hastayken yemek yesin.

11) Her türlü kuvvetli baharat : Hardal, sirke, karabiber v.b. sindirim özsuyunu tahrik ve tahriş ederek midenin kimyasal bileşimini bozar ve sindirim bozukluğuna yol açabilir; özellikle mide zayıfsa.

12) Ham meyveler : Aşırı asit olduklarından kaçınmalı.

13) Bozulmaya yüz tutmuş besinler : Mikropların üremesine ve sindirim bozukluğuna yol açar.

14) Isıtılmış yemekler : Piştikten sonra soğuyan yemeğin yağı donar. Bakteriler bu donmuş yağda kalır. Yemek tekrar ısıtılınca içindeki bakteriler hızla ürer. Böyle yemekleri yer yemez zararını görmeyiz ama zamanla karaciğerimiz, böbreklerimiz, safra kesemiz ve bağırsaklarımız bundan olumsuz etkilenir.

15) Kızartmalar : Yağın cinsi ne olursa olsun, kızartmaların sindirimi genellikle ağırdır. Çünkü yüksek ısıda yağ ayrışır ve bu ayrışma karaciğere zarar verir.

16) Aşırı miktarda şeker : Sindirim bozukluğuna yol açar. Şeker çabuk ekşiyen bir maddedir ve sindirimle ilgili tüm organları olumsuz etkiler.

17) Besinlerdeki uyumsuzluk : Sindirim zorluğuna neden olabilir.

18) Çay, kahve, sütlü kakao ve benzerleri : Sinirleri etkileyerek sindirim sisteminin dengeli çalışmasını bozar.

19) Aynı öğünde birçok çeşit yemek : Sindirimi yokuşa sürer. Bir öğünde, salata dahil, üç çeşidi geçmemeli.

20) Çiklet ve benzerleri : Dr. Kollog bunların tükürüğün olumlu etkisini yansızlaştırarak midedeki asidin çoğalmasına neden olduğunu ileri sürer. Ayrıca bunların bileşiminde insan sağlığına zararlı kimyasal maddeler de vardır.

   ___________________________________________________________________________________________________

Bir babadan her zaman geçerli öğütler...

'Birkaç yıl önce oğlum, koleje gitmek için evden ayrılırken ona bazı önerilerde bulundum. Bu öneriler, 'Yaşam İçin Öğütler' el kitabı haline geldi. O zamanlar listenin tam olduğunu düşünüyordum. Ama

Şimdi eklemek istediğim diğer öneriler hakkında düşünmeye başladım. Ve şu eklemeleri yaptım' diyor Amerikalı yazar Jackson Brown.

'Bir babadan her zaman geçerli öğütler' başlığıyla, Popüler Bilim Dergisi'nin Aralık 1993 sayısında yer alan bu 'ek öğütleri' sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hiç kimsenin hayalleriyle dalga geçme.

Unutma! Çocuklarınla geçirdiğin zaman, hiçbir zaman boşa geçmiş sayılmaz.

Fıkra anlatmadan önce mutlaka bir prova yap.

Kıyafetlerini denemeden alma.

Küçük bir tartışmanın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.

Arada bir kuyrukta arkanda duranlara, önüne geçmelerini teklif et.

Eşinin yaşgününde kaynanana çiçek gönder.

Merdiven, uzatma kablosu ve bahçe hortumu alırken, ihtiyacın olandan fazlasını al.

Hiçbir aile geleneğini ilk bozan sen olma.

Biri sana bir adres tarif ediyorsa, en az iki kere daha tekrarlamasını iste.

Hava karardıktan sonra araba yıkama, ot biçme ve yılbaşı ağacı satın alma.

Her fırsatta çocuğunun elini tut. Çünkü sonra bunu yapmana izin vermeyebilir.

İnsanlara umduklarından fazlasını ver, ama isteyerek yap.

Seni kendine örnek alan biri her zaman olacaktır. Onu yüzüstü bırakma.

Müdürüne ne kadar dostça davranıyorsan, odacına da o kadar dostça davran.

Biri sana cevaplamak istemediğin bir soru sorarsa, gülümse ve 'Neden öğrenmek istiyorsun?' de.

Yolculuk zamanını yüzde 15 fazlasıyla hesapla.

Haklarını koru ama nezaketi elden bırakma.

İyi bir fikri, sırf söyleyeni sevmediğin için bir kenara atma.

Birinden özür dilerken gözlerinin içine bak.

Dürbünle bakarken, dürbünün ipini boynuna geçirmeyi unutma.

Başkalarının yanında karın ve çocukların hakkında hoş olmayan şeyler söyleme.

Ne kadar yaşlanırsan yaşlan, anneni her gördüğünde sarıl ve öp.

Dua et. Duanın verdiği güç başka hiçbir şeyde yoktur.

Dişlerini kravatını takmadan önce fırçala.

Saç tıraşına ihtiyacın olup olmadığını berbere sorma.

Eğer 20 dakikadan fazla geç kalacaksan, eve haber ver.

Unutma, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.

Üzüldüğün veya resim yaptığın zaman nerede duracağını iyi bil.

Cesur ol. Tanrı cesareti sever ve sana hayal bile edemeyeceğin kadar yol gösterir.

Babanı ara.

   ___________________________________________________________________________________________________

 Radyasyondan korunmak için pratik önlemler

-Elektromanyetik etkiyi azaltmak için elektrikli aletleri kendinizden mümkün olduğunca uzakta çalıştırın,

-Düşük radyasyonlu bilgisayar ekranı kullanmaya özen gösterin ya da ekran filtresi kullanın,

-Halojen ve floresan lambaları mümkünse kullanmayın,

-Televizyonunuzu stand-by'da bırakmayın, çünkü o sırada da radyasyon yaymaya devam ediyor,

-Televizyon ekranından en az 2 metre uzakta bulunun,

-Elektrikli saat, radyo ve alarmı başucunuzda bulundurmayın,

-Cep telefonunu kullanmadığınız sürece kapalı tutun. Gerekmedikçe cep telefonu kullanmayın. Açık durumda kalp üstünde, bel ve göğüste bulundurmayın,

-Cep telefonunuzu kendinizden uzak mesafeye bırakın. Tercihen 1 metre mesafeden kulaklıkla konuşun,

-Elektrikli battaniye kullanmayın,

-Saç kurutma makinesinin manyetik alanı çok yüksek olduğu için sürekli yerine, kısa aralıklarla kullanın,

-Mikrodalga fırın çalışırken en az 1 metre uzakta durun.

-Elektrikli tıraş makinesi kullanmayın veya şarjlı kullanın,

-Cep telefonu baz istasyonlarının evinizin çatısına, okullara veya yakın çevreye kurulmasına izin vermeyin."

   ___________________________________________________________________________________________________

 Kalbin sofradaki dostları


Bazı yiyecekler damarların temizlenmelerini sağlayarak kandaki kolesterol oranını azaltıyor ve kan basıncını düşürüyor. Aylık Woman’s Day Dergisi’nin son sayısında, kalbin gerçek dostları yiyecekler açıklandı.

Fındık

Fındık yağ içerir, ama bu yağ kolesterol oranını düşüren mono doymamış yağdır. Ayrıca fındıkta damarları koruyan E vitamini bol miktarda bulunur. Çinko, lif ve magnezyum da bulunur. Bir avuç fındığa bir avuç kuru üzüm katıp gün boyunca atıştırın. Sağlığınızı korumuş olacaksınız.

Elma

Günde bir elma yerseniz, kalp hastalıklarından korkmanıza gerek kalmaz. Elmada bulunan ve pektin adı verilen lif kendini kolesterole bağlar. Böylece kolesterolün damarlara geçmesini önler. Elma düzenli olarak yenirse, kalp hastalığına yakalanma tehlikesi azalır. Bu meyvenin içerdiği vitaminler de cabası.

Tane fasulye

Kuru, tane fasulye türlerinin harika besinler oldukları kesin. Her gün 1 1/2 fincan kuru fasulye yerseniz, kısa sürede kanınızdaki kolesterol miktarı azaları. Ayrıca kuru fasulye kolesterol gibi damarları tıkayan başka maddelerin birikmelerini önler.

Sarmısak

Sarmısak, kandaki kolesterol oranını düşürür. Kan pıhtılarının damarları tıkamasını engeller. Araştırmacılara göre her gün bir diş sarmısak yemek, kalbi korumak için yeterli.

Greyfurt

Narenciye türündeki bu yararlı meyve 80 kalori içerir. Aynı zamanda bir C vitamini deposudur. Ayrıca içi pembe olan greyfurta renk veren madde damarları kolesterolün tahribatından koruyan bir antioksidandır.

Yulaf

Yulaf ve yulaf gevreği, kolesterolün bir numaralı düşmanlarıdır. Yulaftaki lif kendini kolesterole bağlar ve kolesterolü vücut sisteminden dışarı çıkarır. Günde 1, 1/2 fincan yulaf yerseniz kanınızdaki kolesterol miktarı yüzde 20 oranında azalır.

Zeytinyağı

Doymuş yağlar yerine zeytinyağı kullanırsanız, kanınızdaki kolesterol miktarı azalır ve kan basıncınız düzene girer. İspanya’da yapılan deneyler, özellikle kadınlar için zeytinyağının son derece yarrarlı olduğunu kanıtladı.

Soğan

Soğan ve sarmısak kalbinizin sağlığı için canla başla savaşan yiyeceklerdir. Soğanın içerdiği maddeler, kolesterolün oksitlenip damarların duvarlarına zarar vermesini engelliyor.

Pirinç

Pirincin kolesterol ile savaştığı biliniyor. Ayrıca pirinç bol miktarda E vitamini ve B vitamini içerir.

Ispanak

Ispanak demir içermese de kalp hastalıklarına ve yüksek tansiyona karşı birebirdir. Kolesterolün damarlara yerleşmesini önler. Ayrıca ıspanak magnezyum ve potasyum gibi mineralleri içerir kan basıncını düşürür.

Domates

Domatesin kırmızı renk almasını sağlayan likopen isimli bileşim, damarlarda kolesterolün birikmesini önler. Özellikle domates salçasının kolesterole karşı iyi bir silah olduğunu belirtelim.

Çay

Eskiden kalp hastalarının çay içmeleri yasaklanırdı. Günümüzde ise çayın kalp için son derece yararlı olduğu iddia ediliyor. Çayın içerdiği bir madde damarların çeperlerinde kolesterolün birikmesini önler ayrıca kan pıhtılarının damarları tıkamaları olasılığını azaltır.

   ___________________________________________________________________________________________________

Üç günde sigaraya paydos

Siz de sigara tiryakisi misiniz? "Bundan kurtulmaliyim" dediginiz halde bir türlü birakamiyor musunuz? Iste size firsat. Ankara'da bulunan Sigarasiz Toplum Dernegi (STD) isin tedavisi ile üç günde sigara biraktiriyor. 22 AB ülkesinde uygulanan tedavi yönteminin yan etkisi bulunmuyor. Yapacaginiz ilk ve en önemli sey sigarayi birakmaya karar vermek.

Sigaranin sagliga zararli oldugunu herkes biliyor ancak nikotin bagimliliginin uyusturucu bagimliligi ile esdegerde oldugunu bilen insan sayisi çok az. Sigara firmalarinin bu gerçegi kamuoyundan uzunca bir süre saklama konusunda bir hayli basarili olduklari görülüyor. Ancak basta AB ülkeleri olmak üzere birçok ülke sigara ile mücadele konusunda son yillarda ciddi adimlar atmaya basladi. Nitekim geçtigimiz yil Ingiltere'de yayimlanan bir rapor, sigaranin eroin ve kokain ile ayni düzeyde bagimlilik meydana getirdigini ortaya koymus, Ingiliz doktorlar, sigaranin, tipki kokain ve eroin gibi bagimlilik yaptigini ve bu çerçevede degerlendirilmesi gerektigini açiklamislardi. Bunun üzerine Britanya Saglik Bakani Alan Milburn, sigaranin içindeki bagimlilik yapan maddelerin kamuoyuna açiklanacagi sözünü vermisti.

Birakmak için irade yetmiyor

Insanlar sigaranin psikolojik bagimlilik olusturdugunu, bu nedenle istenmesi halinde birakilabilecegini düsünüyorlar. Yani günlük dilde sik kullanildigi gibi, "Her seyin kafada bitecegi" inanci var. Dernek Baskani Fatma Cengiz, sigaranin psikolojik bagimlilik yaninda fiziksel bagimlilik olusturdugunu, bu nedenle iddia edildigi gibi her seyin kafada bitmedigini belirtiyor; "Herkes de zannediyor ki, bu irade ile halledilebilecek bir sey'. Ben her konuda irademe sahibim ama sigara konusunda degilim' sözlerine sik rastlariz. Bu, öyle bir sey degil. Sigara hem fiziksel, hem de psikolojik bagimlilik yapan bir uyusturucu maddedir. Fiziksel bagimlilik, kisinin iradesi disinda uyusturucu kullanmasi demek. Merkezi sinir sistemi dedigimiz beyin hücreleri o maddeye alisiyor, o madde olmayinca normal faaliyetini sürdüremiyor ve mutlaka hava gibi, su gibi ihtiyaç duyulan bir madde oluyor."

Yapilan arastirmalara göre ülkemizde nüfusun yüzde 40'i, yani 25 milyon kisi sigara içiyor. Kirsal kesim ve ev hanimlarinin durumlarinin arastirmalara saglikli olarak yansimadigi düsünülecek olursa bu rakamin 30 milyon civarinda oldugu söylenebilir. Diger önemli bir problem de sigara içme yasinin gittikçe düsmesi. Arastirma verilerine göre ülkemizde sigaraya baslama yas ortalamasi 9. Bu rakam, olayin geldigi tehlikeli boyutu da gözler önüne seriyor. STD Baskan Yardimcisi Muzaffer Sarihan, çocuklari ve gençleri bu tehlikeden kurtarmak için herkesin seferber olmasi gerektigini belirtiyor ve "Ögretmenler bize geliyorlar ve ilkokul üçüncü sinifa giden çocuklarin sigara içtigini söylüyorlar, 'Elimizden bir sey gelmiyor, ne yapalim' diye soruyorlar" diyor.

Tedavi yöntemi

Beynimiz bir sürü hücrelerden olusmustur ve bunlar hormon salgilarlar. Hormonlardan bir tanesinin adi endorfindir. Yani mutluluk hormonu. Üzüldügümüzde, sevindigimizde, terledigimizde, üsüdügümüzde vücudun dengesini saglayan hormondur. Vücudumuzun dogal morfini diyebiliriz. Nikotin bu endorfine biyokimyasal yapisi olarak çok benzer. Nikotin sunidir, endorfin dogal morfinimizdir. Sigara içen kisilerde nikotin bu endorfin salgisini durdurur, beyin hücrelerine yerlesir ve sigara içme istegini dogurur. Bu nedenle sigara birakmak için gelenlere önce sigaranin insan vücudunda neler yaptigi anlatiliyor. Fiziksel bagimliligin nasil önlenecegi anlatildiktan sonra tedaviye geçiliyor. "Sigara içen herkes birakma ile ilgili olarak mutlaka deneme yapmistir. Ama biraktigi zaman sinirlenir, strese girer, konsantrasyonu bozulur, kafasi çalismaz, agri olur, mutsuz olur. Bunlar tamamen endorfin üretiminin durmasindan, eksik salgilanmasindan kaynaklanir. Nikotin kesildigi zaman bunlar baslar. Bizim burada yaptigimiz tamamen fiziksel istegi kesmek, fiziksel bagimliligi ortadan kaldirmak. Vücudun nikotin ihtiyacini kesmek. Bunu da enfraruj dedigimiz kizilötesi, morötesi isinlar ile sagliyoruz" diyor Fatma Cengiz.

Tedavinin herhangi bir yan etkisi bulunmuyor. TUBITAK ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yaptigi incelemeler sonunda enfrarujun zararsiz olduguna ve radyasyon yaymadigina dair rapor yazmis. Bu, CE belgeli, Avrupa Birligi'nde, Asya ve Latin Amerika olmak üzere toplam 22 ülkede kullanilan bir cihaz. Vücudun belirli noktalarindan uygulama yapiliyor. Bu uygulama ile endorfin salgilari yeniden uyarilarak tikanmis ritmler yeniden düzenli hale getiriliyor. El, parmak uçlarina uygulanir genelde. Basari orani yüzde 90 civarinda. Üç gün üst üste yapilan uygulamalardan sonra endorfin salgilari yeniden bol bol üretilmeye basliyor ve nikotin alma istegi sona eriyor. Böylece irade de güçleniyor ve kisinin kararliligi ile bu yüzde yüz basariya ulasiyor. Fatma Cengiz, tedavide en önemli unsurun kisinin sigarayi birakma karari vermesi oldugunu söylüyor. "Sigara fiziksel bagimlilik ve uyusturucu bagimliligi yaptigi için önce kisinin karar vermesi gerekiyor. Kendi payina düsen yüzde 10 iradeyi göstermesi ve kararliligini devam ettirmesi. Istemesi yeterli oluyor. Bu yöntemle tedavi olanlar yüzde 90 sigarayi birakiyor. Iki yil takip ve garantisi de var. Amerika bile bunu su an çözememis durumda. Akciger Dernegi'nin geçen hafta bir açiklamasi vardi; sigara bagimlilari, biraksalar bile tekrar sigaraya dönme ihtimalleri var. Kisi kendi iradesi ile sigarayi biraktiginda bir süre sonunda mutlaka nikotin alma istegi doguyor ve kisi bu istegi yenemediginde tekrar basliyor." Cengiz, tek bir sigaranin bagimliligi baslattiginin altini çiziyor. "Eskiden, yok su kadar sene geçecek, yok su kadar sigara içildikten sonra bagimli olunur gibi seyler söyleniyordu. Bunlar tamamen yanlis. Bir tek sigara bile bagimliligi baslatiyor."

Dört ayda 80 kisiye sigara biraktirildi

Tedavinin maliyeti 160 milyon lira, yani alti aylik sigara parasi. Tedavi üç gün sürüyor, ama bazen bu 1 haftaya kadar sarkiyor. Yani istek kesilinceye kadar devam ediyor. Iki yil da garantisi var. Tedavi olanlar bu süre içerisinde belli periyotlarla araniyor ve tekrar sigaraya baslamalari önleniyor. Kisi sigara içme istegi duydugunda hemen dernege çagriliyor ve destekleme programina aliniyor. STD Baskan Yardimcisi Muzaffer Sarihan, kesinlikle kâr amaci gütmediklerini, burada aldiklari tüm parayi egitime harcayacaklarini kaydediyor. "Su an alt yapi çalismalari devam ediyor. Isin pedagojik yönünü de düsünerek ögrencilerin yas gruplarina göre anlayabilecekleri seviyede kitapçiklar, brosürler hazirliyoruz. Bunlar okullara dagitilacak. Isin köklü çözümü sigaraya baslatmamak, bunu engellemek için çalismalar yapmak." Agustos 1999'da kurulan dernek dört ay önce tedaviye baslamis ve bu süre içerisinde 80 kisiye sigara biraktirmis.

Katrilyonlar duman oluyor

Türkiye'de bir günde sigaraya harcanan para miktari ortalama on bir trilyon lira. 1999 yilinda sigaraya verilen para bir katrilyon 750 trilyon lira iken bu rakamin 2000 yilinda 3 katrilyon 750 trilyon civarinda olmasi bekleniyor. Yani Türkiye bütçesinin yüzde 12'si kadar para sigara tüketimine gidiyor. Milli Egitime ayrilan payin 2.6 katrilyon, Adalet Bakanligi'na bütçenin ancak yüzde birinin ayrildigi dikkate alinacak olursa rakamin büyüklügü daha iyi anlasilir. Isin ekonomi boyutunun yaninda dikkatimizi bir baska konuya çekiyor Muzaffer Sarihan: 'Light' aldatmacasi. Kimin söyledigi, nereden çiktigi bilinmiyor ancak insanlar light sigaralarin normal sigaralara oranla daha az zararli olduguna inandirilmislar. Nitekim Ingiliz bilimadamlari yukarida sözünü ettigimiz raporda bu aldatmaya dikkat çekmisler ve sigara paketlerinin üzerindeki 'light' ibaresinin kaldirilmasini istemislerdi. "Cafelerde olsun, barlarda olsun, diskolarda olsun, özellikle light sigaralari esantiyon olarak dagitiyorlar. Geliyorlar, masalara koyuyorlar, ücret almiyorlar. Neden? Çünkü bir sigara bagimlilik yapiyor. Bir defa içen insan o sigaranin müptelasi oluyor" diyor Sarihan. Baskan Yardimcisina göre Türkiye'de sigara, uyusturucuya açilan bir kapi olarak görülüyor. "Yapilan tüm arastirmalar sigara içme yasinin 9—11, uyusturucuya baslama yasinin da 12—14 yaslarinda oldugunu gösteriyor. Bu, su demek; önce sigara bagimliligi, ardindan uyusturucu bagimliligi."

En iyi temizlik hiç kirletmemektir düsturundan hareketle sigaraya hiç baslamamak/baslatmamak en iyi çözüm yolu. Olayin ekonomik, sosyal ve psikolojik yönlerini etraflica ele alarak meseleye el atmak gerekiyor. Gelismemis ülkelerde sigara içme oraninin, gelismis ülkelere göre çok daha fazla oldugu gerçegi gözardi edilmemeli. Ülkemizde sigara ile mücadele konusunda devlet ciddi bir çalisma yapmadi bugüne kadar. REFAHYOL döneminde çikarilan bes ve besten fazla kisinin bulundugu kapali ortamlarda sigara içilmesini yasaklayan 40207 sayili yasa kamu kurumlarinda bile uygulanmiyor. Bunun en önemli nedeni denetleme yetkisinin valiliklere verilmis olmasi. Valiliklerin hangi personelle, hangi imkanlarla bunu yapacagi konusu üzerinde hiç düsünülmemis. Muzaffer Sarihan, valilik ve kaymakamliklarin öncülük yapmasi halinde personel vermeye hazir olduklarini söylüyor.

Onlar erdi muradina, darisi bizim basimiza

Nefes darligi, yürümekte güçlük çekme, ayaklarin morarmasi, damar tikanikligi... Bunlar, günde birbuçuk paket sigara içen 76 yasindaki bir insanin sigaradan dolayi yasadigi rahatsizliklardan birkaçi. Emekli ögretmen Kamil Özyazar, 56 yildir soludugu zehirden isin tedavisi sayesinde kurtulmanin sevincini yasiyor. Kamil Bey 25 defa sigarayi birakmaya karar vermis, ancak bir türlü birakamamis. Onu tedavi için STK'ya götüren ogullari da hiç umutlu degillermis, zira yakin zamanda birkaç akrabasini kaybetminin üzüntüsünü yasayan babalarinin bu iradeyi gösterebilecegine ihtimal vermiyorlarmis. Ama Kamil Bey herkesi yaniltarak ilk günde sigarayi birakmis ve birbuçuk aydir sigara içmiyor. Özellikle 60 yasindan sonra insanlarin iradelerinin iyice zayifladigi dikkate alinirsa Kamil Bey'in gösterdigi direnç takdire sayan gerçekten. "50 metre ötedeki bakkala bile gidemiyordum ama simdi rahat yürüyorum, bir solukta merdivenleri çikiyorum. Kendimi eskiye göre oldukça iyi hissediyorum" diyor emekli ögretmen.

STD'de gördügü tedavi sayesinde sigarayi birakanlardan biri de Necmiye Gümüskaptan. 18 yasinda sigaraya baslamis ve doktorlarin israrla 'birak' demelerine ragmen hiç birakmamis; böyle bir tesebbüste bile bulunmamis. "Birakmayi hiç istemedim ama yas ilerledikçe rahatsizlanmaya basladim. Günde ikibuçuk paket içiyordum. Sabah kahvaltisindan önce üç sigara içmeden rahat etmezdim". Emekli memur Gümüskaptan 32 yil sonra sigaradan kurtulmaya karar verip tedaviye basladigi gün sigarayi kirmis ve Kizilay'dan Asagiayranci'ya yayan yürümüs. Ertesi sabah ise kiziyla duygu dolu dakikalar yasamislar. "Sabah kalktigimda sigara içme istegi duymadim. Kizim bana bakiyor, ben ona bakiyordum, 'Sigara içme istegim yok' dedim ve agladim." Necmiye Hanim'in da hayatinda sigarayi biraktiktan sonra önemli degisiklikler olmus. Eskiden en kisa mesafelere bile araçla gidiyormus ancak artik hep yürümek istedigini söylüyor. Ama en çok torununun zehirlenmekten kurtulmasina seviniyor Necmiye Hanim.

Sigaranin zararli oldugunu bilmeyen yok ama bunu bilmek yetmiyor. Sigara içme nedenlerini ortadan kaldirmanin yaninda, çocuklarin bu illete alismamasi için ciddi tedbirlerin alinmasi gerekiyor.

  ___________________________________________________________________________________________________ 

Markada düsman kardesler modasi

Arçelik-Beko-Aygaz, Istikbal-Bellona, McDonalds-Burger King, Sony-Aiwa, e-kolay-fistik, Coca Cola-Pepsi Cola, Beymen-Çarsi, Migros-Sok. Bu firmalarin ortak bir özellikleri var, markalari farkli fakat sektörleri ve sahipleri ayni

Piyasa sartlarinin degiskenligi ve rekabet ortaminin acimasizligi firmalarin sürekli 'özel önlem' almalarini ve 'yeni hayat egrileri'ne siçramalarini zorunlu kiliyor. Her ay sektör ve firma bazinda yeni trendlerin havalarda uçustugu, özellikle orta ve büyük ölçekli firmalarin kisa araliklarla stratejilerini gözden geçirip revize ettigi bir ortamda uluslararasi piyasalarda sik sik basvurulan bir pazarlama taktiginin Türkiye'de de yavas yavas moda hâline geldigi görülüyor: Bir grubun ayni sektörde ayri ayri sirket ve markalarla mücadele etmesi: Arçelik— Beko—Aygaz, Istikbal—Bellona, McDonalds— Burger King, Sony— Aiwa, e—kolay—fistik, Coca Cola—Pepsi Cola, Beymen—Çarsi, Migros—Sok. Bu firmalarin ortak bir özelligi var; markalari farkli fakat sektörleri ve sahipleri ayni.

Düsman kardesler modeli

Mcdonald's—Burger King ve Coca Cola—Pepsi Cola, birbiri ile acimasizca rekabet eden (ya da eder gibi görünen) ancak sahiplerinin ayni kisi ya da kurumlar oldugu sirketler. Ayni hedef kitleye hitap etmesine ve küçük nüanslarla birbirinden ayrismalarina ragmen bu sirketlerin 'gizli varlik sebebi' birbirini zayiflatma degil güçlendirme anlayisi üzerine kurulu. Birinin ciro ve pazar olarak zayiflamasi digerinin güçlenmesi anlamina geldigi için sahiplerinin zarar etmesi söz konusu degil. Bu yol özellikle elektronik sektöründe çok sik uygulanan bir yöntem. Örnegin dünyaca ünlü bir marka olan Aiwa, Sony'nin bir alt kurulusu. Kalitesi ayni seviyede olmakla birlikte fiyatlandirma ve hedef kitle tercihi olarak ayrisiyorlar. Aiwa'nin bugünlerde kalitesini ve fiyat politikasini Sony ile ayni seviyeye çikartma stratejisine girdigi belirtiliyor.

Peki bir marka neden kendini daha güçlü kilmak yerine baska bir marka olusturarak piyasada birden çok marka ile var olmak ister? Bu sorunun cevabi her sektör ve marka için farklilik arzetse de belli noktalarda bir ortak payda olusabiliyor? Örnegin ilk planda pazardaki grubun toplam payini artirmak, baska rakipler çikacagina kendisi rakip çikartarak baska rakiplerin çikmasini engellemek, ortak ar—ge olusturarak maliyetleri asagiya çekip fiyat avantaji yakalamak, Rekabet Kurulu'nun hismindan kurtulmak, kredi ve tesviklerden büyük ölçüde istifade etmek bu sebeblerden bazilari olarak sayilabilir.

  ___________________________________________________________________________________________________

MAVI ISIKLI YOL

Ögretmen ... Yazan, yöneten, oynayan; ölçen, biçen, sekil veren...Ögretmen, var eden, yok eden...Ögretmen ta kendisi toplumun;toplum ki ta kendisi ögretmenin. Ögretmen, baris;ögretmen, savas...Evet ögretmen her sey!
Bir dünya düsünün, her sey hayal edildigi gibi, her sey mükemmel. Kuskunuz olmasin, kurucusu, hazirlayicisi ögretmendir. Bir dünya düsünün...Düsünmek bile istemiyorum. Evet ögretmendir!
Bosuna degil iç çekislerim, ben her seyin sorumlusuyum; kavganin, barisin, iyinin, kötünün...
Bu gün kendimi görüyorum o renkli camda, okulda, is yerinde, sokakta... Kestirip atamiyorum;suçlular aramiyorum ucuz sözlerle, suç bende biliyorum. Ben, sorumlusuyum bu ülkenin, ama sevdalisiyim ayni zamanda!

Dedim ya kestirip atamiyorum, ögrencime "Tembel", isçime "hantal" diyemiyorum. Bu ülkenin dertleri bitmeli diyorum. Haykiriyorum! Çözüm ben de biliyorum...
Ve...bir mavi isik selamliyor beni. "Sen" diyor, "Sen, yeni neslin kurucusu"...O, Basögretmen, en büyügü ögretmenlerin! Görevimi hatirlatiyor ve gülümsüyor umuda...
Sen, ögretmenim! "Az zamanda çok büyük isler basardik." Özdeyisinin onurlu, yürekli savasçisi!
Türkiye Cumhuriyeti destaninin yorulmuz, yikilmaz mimari! Destanin devam edecek, biliyorum. Çünkü sen bu ülkenin, bu topraklarin "Kim bu cennet vatanin ugruna olmaz ki feda!" dizesiyle anitlasan her tasinin yikilmaz neferisin...
Sakin ümidini yitirme ögretmenim, n'olur gözlerin hep o mavi isikla parlasin, sakin yenilme! Sakin daha farkli düsünme kendini... Öyle kal, iliklerine kadar sevdani isle ve islet her karesine bu kutsal ülkenin. Bu ülke, bu insanlar senden sevgiyi yudumlayacaklar;bu
çocuklar, bu gençler senden hürriyeti içecekler...Ve bu ülke seninle "gelismekte olan ülkeler" sinifindan O Büyük Önderin gösterdigi hedefe;en ileriye, en iyiye yürüyecektir dev adimlarla...
Senin sevdan en büyügü, en sereflisi ve en nazlisi...Adi:Türkiye!
Sen ki bu ölümsüz sevdanin yikilmaz kahramanisin...
Selam sana ögretmenim! Adin özdes Cumhuriyet'le, adin özdes
O'nunla...

Nihat PEKINCE
  ___________________________________________________________________________________________________

Ulu Önder Atatürk'ün Cumhuriyet sonrasi çiktigi yurt gezilerinden birinde bir köy ilkokuluna düser..
Genç Ögretmen Ata'ya yerini vermek istediginde Ata
" Hayir der , sinifta Cumhurbaskani bile ögretmenden sonra gelir, lütfen dersinize devam ediniz, ben de faydalanmak isterim" diyerek reddeder...

Tüm Ögretmenlerimizin ÖGRETMENLER GÜNÜ'nü küçük bedenlerimizdeki büyük yüreklerimizde tasidigimiz sevgi ve saygiyla kutluyoruz.
  ___________________________________________________________________________________________________

Bu yazi Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Fuat Basgil'in "Gençlerle Basbasa" kitabindan alinmistir. (Bilim Teknik Dergisi. Ocak - 1988)

Çalisma hayatinin genel kanunlari : Okuyucum! Her isin ve meslegin kendi bünyesine göre çalisma ve isleme usul ve kurallari vardir. Bunu meslek sahipleri bilir. Bir de fizik ve fikri her nevi çalisma hayatinin ve genellikle basarili olmanin, düsünen aklin sasmaz kanunlari halinde bir takim genel ve rasyonel düsturlari vardir ki, ben burada bunlardan benim bildigi kadarini açiklayacagim.

Çalisma için uygun gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalismanin en uygun zamanidir.

Çalismak için uygun yer ve köse arama. Bil ki, her yer ve her köse çalismanin en uygun yeridir.

Bir günde ve bir zamanda yapman Iâzim gelen bir isi (bir dersi, bir vazifeyi) ertesi güne birakma. Zira her günün derdi gibi, isi de kendine yeter.

Bir zamanda yalniz tek bir is yap, yalniz bir ders, bir kitap,hatta bir fasil üzerinde çalis. Ta ki, dikkattin ve kuvvetin yayilip zayiflamasin. Bir zamanda birden fazla is yapayim diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca taninmis olan büyük Islam müteferriki "Imam-i Gazali"ye "Ihya-i Ulum" adli muazzam eserini nasil bir çalisma ile vücuda getirdigini sormuslar: "Bir zamanda yalniz bir fasil, bir bahis, bir konu üzerinde çalistim." demis.

Basladigin bir isi (bir dersi, bir kitabi, bir vazifeyi yapip bitirmeden baska bir ise (derse, kitaba ve vazifeye baslama. Yarida kalan is baslanmamis demektir.

Bir günün isini (dersini, vazifesini) bitirdikten sonra ertesi gün ne is yapacagina karar ver. Yahut, hiç olmazsa çalismaya baslamadan evvel, hangi is (ders, kitap) üzerinde çalisacagini düsünüp kararlastir ve çalismaya bu kararla otur.

Bir ise bas!amadan, bir dersi ögrenmeye, bir kitabi okumaya oturmadan evvel düsün ve çalisman için gerekli olan seyler arasinda ve elinin altinda bulundur. Tâ ki, ikide bir kalem, kagit aramaya kalkip da dikkatin dagilmasin.

Bir ise baslamadan evvel o isi (dersi, vazifeyi, kitabi) en kisa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir sekilde nasil yapmak, nasil ögrenip etüd etmek mümkün oldugunu iyice düsünüp hesapla.

Çalistigin bir is (bir ders, bir kitap, bir yazi) üzerinde herhangi bir güçlügü yenmeden bir adim bile gerileme. Gene bil ki; çalisma sevgisi güçlükleri yenmekten dogar ve kuvvetlenir. Güçlügü yenmekten hasil olan manevi zevk essiz bir zevktir. Emin ol ki; harple zafer ve iste basari yilmayanindir. Sebat önünde güçlükler erir ve imkansiz görünen, mümkün olur.

Bir dersi, bir kitabi en basit elemanlarina, kisim, fasil ve bahislerine ayir. Sira ile her bahsi iyice ve noksansizca anlayip ögrenmeden öbür bahse geçme. Fasillar ve bahisler üzerinde bir kör gibi yürü. Yani attigin adimi iyice basmadan öbürünü atma.

Devamli ve planli çalis. Ve her gün ayni saatlerde mutlaka çalismaya otur. Çalismayi uzun süre kesip terk etme. Hasta ve yorgun degilsen tatil aylarinda bile yavas ve az da olsa çalis ki, çalisma aliskanligin körlenmesin ve tekrar çalismaya koyulmak için zahmet çekmeyesin.

Bir is üzerinde yorulursan dinlenmek için isini degistir ve çalisma hizini yavaslat. Fakat dinlenme bahanesi ile, asla bos oturma. Bos oturanin içi islemeyen demir gibi, pas tutar.
Verimli çalismayi sakin is üzerinde geçirdigin zamanla ölçüp de, eh bugün su kadar saat çalistim, yetisir deme. Çalismanin sonucuna ve ögrendigine bak.

Fikrî çalismalar için, ayni saatlerde devamli ve düzenli bir surette, günde iki üç saat bile yeterlidir. Büyük Islam düsünürü Ibn-i Sina, dünyaca meshur olan Kitabu-s-sifa'sini, her gün, sabah namazindan sonra Bagdat'taki bir camiin büyük kandili altinda oturarak, kusluk vaktine kadar, yani takriben iki saat çalismak suretiyle vücuda getirmistir. Meshur Ingiliz düsünürü Spencer, muzazzam eserlerini, günde iki saat çalisarak yazmistir. Her sene bin, bin iki yüz sahifelik eser veren Fransiz edibi Emile Zola'ya bu basarisinin sirrini sormuslar: "Hergün yalniz üç saat çalisir ve yazarim." demis.

Sabirli ol genç dostum. Damlaya damlaya göl ye ayni noktaya düsen damlaciklar zamanla mermeri bile deler.

Bir ise basladigin bir dersi ögrenmeye basladigin, bir dersi ögrenmeye, bir kitabi okumaya koyuldugun zaman telas edip sabirsizlanma. Sakin ve metin ol yol al, fakat acele etme. Sindirerek çalis ve ögren

Isinde ve derslerinde herhangi bir fikrî noktayi küçümseyerek ihmal edip geçme. Küçük ihmalden bazen büyük zararlar dogdugunu unutma.

Gece yatagina uzandigin zaman, o gün ne yapacagini kendine sormadan uyuma

Her gün iyi bir eserden yüksek sesle bes on sahife oku. Bu sayede konusma ve söz söyleme yetenegin gelisir,

Rastladigin edebi, felsefi bazi; güzel parçalari ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade haznen zenginlesir hem de hafizan kuvvetlenir.

Çalistigin bir dersin, bir kitabin fasil ve bahislerini bitirdikçe, kitabi kapayip, okudugunu ezberden özet halinde not et. Bir dersi, bîr kitabi en iyi anlayip ögrenmenin yolu, onu bu sekilde yazmaktir.

Bir dersten ögrendigin, bir kitaptan okudugun fasil ve bahisleri arkadaslarinla ezberden müzakere ve münakasa et. Bu suretle hem zekan isler ve ögrendigin hazmolur, hem hafizan kuvvetlenir; hem de düzgün konusma ve fikirlerini açik o!arak ifade etme yetenegi kazanirsin.

Dikkat et: Sözlerin ve yazilarin kisa, açik ve anlamli olsun.
Fikrî çalismanin herkesin mizacina göre degisen verimli ve esref saatleri vardir. Bunlar bazi kimseler için sabahin erken saatleri, bazilari için de ögleye dogru, ögleden sonra, gece saatleridir. Kendini yokla ve senin esref saatlerin hangileri ise, bunlari hiç bir eglenceye feda edip kaçirma.

Okudugun bir kitapta rastladigin güzel bir parçayi veya orjinal bir fikri yerini ve sahifesini isaret ederek not. Bu suretle biriktirdigin nottan bir dosyaya veya bir is kutusuna sirasiyla yerlestir. Bir yazi yazmak veya bir eser yapmak istedigin zaman bu notlar senin için zengin bir malzeme hazinesi olur.

Bir konu hakkinda bir yazi veya bir eser yazmaya karar verdigin zaman, evvela bu konu üzerince evvelce yazilmis eserleri oku. Ta ki; yazilmis ve söylenmis söyle tekrar edip ömrünü israf etmeyesin.

Gök kubbe altinda yepyeni hiçbir fikir yoktur. En yeni fikir. eski bir fikrin yeni bir elbise giymisidir.

Her seyden evvel, ana dilini iyi konusmayi ve iyi yazmayi ögren. Insan için en faydali olani kendi ana dilidir.

Dilbilgisi bir amaç degil, bir araçtir. Asil amaç olan, fikir zenginligidir.

Kisinin kiymeti dilinin altinda ve kaleminin ucunda gizlidir. Onu söz ve yazi açiga vurur.

Bir isi yapip yapmamakta kararsizliga düstügün vakit, iki siktan her birinin fayda ve zararlarini iyice hesapla. Faydasi çok, zarari az olan sikki tercih et.

Bir ise öfkeli ve sinirli iken karar verme. Bekle öfken geçsin. Zira öfke île kalkan zararla oturur.

Çok konusma. Yerinde ve özlü konus. Kiymet ve tesir çok sözde degil, yerinde ve özlü sözdedir.

Kimsenin yüzüne karsi söyleyemedigini arkasindan söyleme ve bil ki arkadan konusma korkakligin en kötü seklidir.

Kimsenin cahilligini yüzüne vurma. Bil ki insanlari en ÇOK kizdiran ve gücendiren, cahilliklerinin yüzlerine vurulmasidir.

Yalan söyleme. Yalan söyleyen yakalanma korkusu içinde yasayan hirsiz gibidir.

Daima oldugun gibi görün, göründügün gibi ol. Oldugundan fazla görünmek isteyen, karsisindakilere kendi ahmakligini göstermis olur.

Ali Fuat Başgil

  ___________________________________________________________________________________________________ 

 Not: Yayınlanmasını istediğiniz saçma sapan yazılarınızı alielo53@hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Yayına hazırlayan: Tali Zortdemir

ANA SAYFAYA DÖN