TARİH ÖNCESİ DEVİR
Sihirbazlar veya hekimler
topluluğun gelişmesinde en eski meslek sınıfını oluştururlar. Pirene Dağları’ndaki Üç Kardeşler Mağarası’nın duvarındaki
resmin bir hekim veya daha doğrusu bir sihirbazın tanınmış en eski resmi olması
muhtemeldir.
08.02.1990
Ankara, FDC; Avusturya Viyana’ya gönderilmiş mektup Tıp Tanrıları okla işaretli
olan pulda mavi renk erörü vardır.
Dünyanın çeşitli
bölgelerinde elde edilen tarih öncesi devir kafataslarında ve bazı iptidai
kavimler tarafından günümüzde dahi yapılmakta olan bu garip cerrahlık işlemini
incelersek; Broca,
bu işlemden sonra sağ kalanların mistik kuvvetlere sahip olduklarını ve bu
gibilerin öldüklerinde kafatasından alınan ve delik kısımlarını içeren
parçaların epilepsi ve akıl hastalıklarına karşı sihir veya muska amacı ile
yapıldığını ileri sürmüştü.
Trepanasyon yapılan kafataslarının
hepsi yetişkinlere aitti. Bu işlem Kuzey Pasifik Adaları, Kafkasya, Cezayir
gibi dünyanın birbirinden uzak bazı kısımlarında ilkel kalmış insanlar
tarafından pek yakın vakitlerde yapılmış veya yapılmaktadır.
Trepanasyon işlemi çok kızdırılmış bir
zımba ile baş derisinden yuvarlak bir parça çıkardıktan sonra, küçük bir matkap
ve madeni testere kullanarak kemikte bir delik açarak yapılırken, iki kurala dikkat ediliyordu :
1.) Yapılan deliğin
kafatası sütürlerinden hiçbirine rastlamaması,
2.) Dura mater’in zedelenmemesidir.
Tedavi yöntemlerinde birçok sihir, batıl fikirler bulunmakla
beraber, tıbbın bunca ilerlemesine rağmen büyü izleri her kavimde görülürdü.
Bunlara bazı örnekler vermek istiyorum. Aftlar için
canlı bir kurbağayı birkaç dakika ağızda tuttuktan sonra salıvermek şeklinde
bir tedavi yöntemi vardı. Çok yayılmış bir başka inanca göre diş ağrısını
tedavi etmek için dişetini bir çivi ile kanattıktan sonra bu çiviyi bir meşe
ağacına çakmak gerekirdi. Romatizmasını yenmek üzere cebinde bir patates veya
bir tavşanın sağ ayağını taşıyan birini görmeyen var mıdır? Bu gibi uğurlara
inanış hemen hemen umumidir. Muskalar, Kur’an ve İncil’den ayet, cümle ve kelimeler taşıyan küçük
tabletler, kağıtlar, nazar boncuğu, at nalı, sarımsak v.s. bunların
taşınmasının hastalıklardan, kötü gözlerden korunduklarını iddia ederler.
Halk hekimliği birçok
kıymetli ve asırlar boyunca kullanılmış, faydası görülmüş maddeler ile doludur.
Yüzlerce yıldan beri yörükler beyaz peynir küfünü
iyileşmeyen yaralarda kullanmışlar. Flemming’in büyük buluşu olmasaydı küfler kim bilir daha ne
kadar elimizin sürülmeyeceği bir madde olacaktı. Artık Penisilin’i bugün
tanımayan kalmadı.
Tiryak M.Ö.132 - 63 yılları
arasında Trabzon çevresinde yaşayan Mithridate Eupator VI. Pontus Kralı
tarafından hazırlanmış bir ilaçtır. Mithridate kral
olduktan sonra devrin çok yaygın bir öldürme metodu olan zehirlemeye karşı
kendini korumak için çeşitli droglardan yapılan bir antidot hazırlamıştır.
Tiryak adı ile diğer
ülkelerde bilinen ve Türkiye’ye Venedik yolu ile girdikten sonra Mesir adını alan bu ilacı ülkemizin tıbbi folklorunda bugün
de bilinmektedir. Türkiye’de Mesir şeklinde söylenen
ilaç veya macun işte tarihimizde Pontus Kralı’nın
adından bozma bir kelimedir.
Genellikle İngiliz kralları
tiryaka çok rağbet ederlerdi. Bunu Kral
V.Henry’den kalma bir tiryak kutusundan da anlamaktayız.
Ortaçağ İslam dünyasında İbn-i Sina tiryakı kompoze drogların en yararlısı olarak bildirir.
Manisa Mesir Bayramı 20.04.1983 İlk Gün Damgası Manisa Bimarhanesi (Hastahane)
1539’da Kanuni’nin annesi Hafise Sultan adına yapılan Darüşşifa’da Merkez Muslihiddin
Efendi tarafından Manisa’da bir gelenek kurulmuştu. Yapılan macun kağıtlara
sarılarak eskiden yılbaşı sayılan 21 Mart günü Hafise
Sultan Camii şerefesinden ve Darüşşifa’nın
kubbelerinden halka atılırdı. Mihridates içinde 74
değişik madde mevcuttu. Halbuki Manisa’da yapılan Mesir
Macunu içinde 41 ve son senelerde ise 11 madde kalmıştır. Tiryak veya Mesir günümüzde de aktarlar tarafından yapılmaktadır. Bugün
macun halk arasında kansızlık, iştahsızlık, kuvvet verici ve ağız kokularına
karşı verilir. Ayrıca küçük çocukları uyutmak için bir miktar ilaç çocuğa
yalatılır.
Merkez
Muslihiddin Efendi
Hafsa
Sultan
Uygarlığın beşiği olan Mezopotamya’da M.Ö.4000-5000 yıllarında parlak bir uygarlık bulunduğu ve buranın
en eski insanları olan Sümerler’in
300.000 tabletlik bir kütüphaneleri vardı. Bunların 70.000 kadarı ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde
bulunmaktadır. Bu tabletler bize Mezopotamya Tıbbı hakkında bilgi veren
kaynaklardır. Bunlarda pek çok hastalık ve bunların tedavi şekilleri yazılıdır.
Mezopotamya’da tıp öncelikle din etrafında toplanmıştı. Onların inancına göre
hastalık insana verilen bir günah işleme cezasıydı. Hastalıkların tedavisi droglara, dualara, sihire ve
muska gibi metafizik araçlara dayanırdı.
Sekhet’enanach M.Ö. 3000 yıllarında
yaşamış olan firavunlardan birinin başhekimiydi ve tarihin ilk hekimi olmak
hakkını kazanmıştır. Tıp tarihçileri için daha iyi bilinen ikinci isim ise “o
ki barış ve sessizlik içinde geliyor” anlamındaki adı ile Imhotep’tir.
İmhotep
Imhotep yalnız bir politikacı gibi
başarılar elde etmekle kalmamış, ayrıca tarihin kaydettiği en büyük mimarlardan
biri olmuştur. Nil’den yukarı çıkıp Memphis’i ziyaret eden her turistin gözüne çarpan Basamaklı
Piramit’in planını o yapmıştır.
Tarihin en eski
hekimlerinden M.Ö 2100 yıllarında yaşamış olan Sümerli Urlugaledinna’nın
Wellcome Müzesi’nde mührü vardır. Louvre Müzesi’nde de buna benzer bir mühür bulunmaktadır.
Babil’in ilk krallarından biri olan
Hamurabi kudretli
bir hükümdardı. Bu kişi taş bir sütun üzerine kazılıp Babil
Tapınağı’na koydurduğu bir kanun hazırlatmıştır. Çivi yazısı ile kazılan kanun
her bakımdan ilgi çekicidir. Bütün medeni dünyanın dikkatini üstüne toplayan bu
abide karşılaştırmalı hukuk, tıp, ceza, aile, ticaret ve ziraat gibi her türlü
beşeri olaylar üstüne ışık tutmaktadır.
Bu 4000 yıllık yasa
herkesin bilhassa Tıp alanındakilerin nasıl çalışacaklarını, operasyonları
yaparken uyulacak titiz kuralları anlatmıştır. Bu kanun hekimlerin ve
cerrahların sorumluluklarını ve dikkat edecekleri kuralları gösteren il
örnektir. Babil’de bulunan alçıdan karaciğer
modellerinin görünüşünden geniş ölçüde kehanet yapıldığı anlaşılır.
Nil kıyılarında görülen Mısır
Uygarlığı ve bu eski zamandaki Mısır tıbbı hakkında bildiklerimiz pek azdır.
Sanatlara ve ilimlere başkanlık eden birçok Tanrılar vardı. Horus Sağlık Tanrısı, İrfan Tanrısı olan İbis başlı Thot’un tıp
kitapları yazdığı ve Aslan başlı Sekhmet ise Doğum
Tanrısı idi.
Eski Mısır’da Tanrı Horus’un Gözü; Hastalıklardan korunma ve tedavinin sembolü
Yazı eski Mısır’da icat
edilmiş ve papirüsler üzerine yazılmıştı. Tıbbi papirüsler içinde en iyi
tanınan 1862 yılında Prof. Dr. Georg Ebers tarafından Thebes’de bir mezarda bulunan, M.Ö.1500 yıllarında
yazılmış, 110 sayfadan oluşan ve 900 kadar reçeteyi içeren Ebers
Papirüsü’dür. Bugün Leipzig Üniversitesi’nde
saklı bulunan papirüs mevcut en
eski tıp kitabı olmakla kalmayıp, aynı zamanda en eski kitap olduğu da söyleniyor.
Ölümden sonra insan
vücudunun korunmasına ait mumyalamadan bahsedilmezse eski Mısır Tıbbı
hakkındaki açıklamalar eksik kalır.
Eski Mısır’da diş hekimliği
oldukça ileriydi. Bazı mumyalarda bulunan drene edilmiş dişler, dolgulu dişler
bu bilginin kanıtıdır. Diş çekmek için madeni davye
kullanırlardı. Diş çekmeden önce yanağa ve dişetine ağrıyı azaltıcı maddeler
sürerlerdi.
Eski Hint Tıbbı üç ayrı
devrede izlenir : 1.) Ayur-Veda Devri 2.) Yunan Devri 3.) İslam Devri
Eski Hint’te hastalık
nedenlerinin başında metafizik nedenler gelir. Tedavi yöntemi ise telkin ve droglar ileydi. Telkin tedavisinde muska, sihir veya dua
gibi metafizik güçlerden yararlanılır, ruh hastalıklarında ise şok tedavisi
uygulanırdı. Bunun için hasta aniden zehiri alınmış
yılanlara sokturularak korkutulurdu. Hint Tıbbı ilaç bakımından çok zengindi.
Eski Hint Tıbbı’nın en
büyük başarısı cerrahi alanda olmuştur. Genel cerrahi devri için çok ileri idi.
Cerrahinin bu kadar ileri olmasına rağmen Anatomi gelişmemişti. Katarakt
operasyonu, abse tedavisi, tonsilektomi,
kırık-çıkık tedavisi yaygındı. Cerrahi dikiş için karınca başları kıskaç olarak
kullanılırdı. Hintliler modern plastik cerrahinin öncüleri oldular. Zina
edenlerin burunları kesildiğinden bu ameliyata çok ihtiyaç duyulurdu. Arzu
edilen şekil ve büyüklükte kesilen bir ağacın yaprağı model olarak kullanılıp,
çeneden veya alından alınan bir deri parçası yeni burun olarak dikilirdi.
Çin’de tıbbın kurucusu M.Ö
3000 yıllarında yaşayan Shen Nung’ dur. O bilgilerini Pen Tsao adlı
tıp bitkilerini gösteren bir kitapta toplamıştır. Cerrah Hua-Tu
( 115-205 ) esrarı ilk kez narkotik olarak kullandı. Bu nedenle Hua-Tu tıp
tarihte anestezinin babası diye anılır.
Akupunktur ve masaj ilk
defa Çin’de uygulanan ve sonradan tüm dünyaya yayılan tedavi metotlarıdır.
Masaj tedavisinde gözleri kör masajcılar kullanılırdı. Bu ülkede hastalık
nedeni olarak mevsimler, rüzgarlar gibi dış ve dini tesirler kabul edilirdi.
Hastalığın teşhise nabıza ve dilin göz ile muayenesine
dayanırdı.
Tetanozun üretme yerini bulan Kitazato, Fransız hekimi Yersin’den habersiz aynı zamanda
veba basilini buldu. Bu nedenle veba mikrobu yerine “ Kitazato-Yersin Basili ” demek adet olmuştur.
Eski Yunan Tıbbı iki
devrede incelenebilir. Bu iki devir M.Ö.9yy - M.Ö.5yy arasındaki Mitolojik
Devir, M.Ö.5yy’da Hipokrat ile
başlayan Bilimsel Devir.
Mitolojik devirdeki Yunan
Tıbbı mitolojik düşüncelerden öteye gidememiştir. Tıbbın koruyucu tanrısı Apollon tedavi sanatını bazen cerrahi tanrısı diye
anılan becerikli Chiron’a öğretmişti. O da bu
sanatı Achilles ve Apollon’un oğlu Asklepios’a öğretmişti. Asklepios’un
çoğu sağlıkla ilgili ve tıbbi görevleri olan bir ailesi bulunuyordu. Karısı Epione ağrıları azaltıyor, bir kızı Hygieia
hastalıkların önlenmesini temsil eden bir sağlık tanrıçası olarak, diğer kızı Panakeia tedavi edici olarak ve oğulları Machaon ve Podaleirios
iyileştirme sanatlarında bilgiliydiler. Devamlı ona eşlik eden Telefenos nekahet dönemini temsil ediyordu. Asklepios heykellerinde görülen baston uzun yaşamı, yılan
uyanıklığı, taş da ilacı işaret eder. Buradaki anlam hekimin yaşantısı boyunca
dikkatli, iyileştirici bir kişi olması gerektiğidir.
Apollon Specimen
(Örnek) Asklepius’un
Yunanistan tarafından basılmış çeşitli pulları
Asklepios (Aesculap)adına bir çok mabet
kurulmuştur. Bunlara asklepyon denir ve bugünkü hastanelerin karşılığıdır. Mabet tedavisi
hakkında olan kayıtlarda vakaların istisnasız hepsinin sonucu iyi olmakta, şifa
bulmaz diye düşünülen birçoklarında iyileşme mucize denecek haldedir.
Başarısızlıklar asla kaydedilmemiş, ölümler ise hiç söylenmemiştir. Palermo,
Sardunya, Napoli, Tenos adası, Kıbrıs, Rodos ve
Yunanistan’da bir çok kilisede bu adet bugüne kadar yaşatılmış, kiliselerde
yapılan büyük dini törenlerden sonra şifa arayan hastalar buralarda
uyumuşlardır.
Asklepios’un
asası, aynı zamanda tıbbın simgesi olup asaya çift yılan sarılmıştır
Asklepios’un
kızı Hygieia
Oğulları
Machaon ve Podaleirios
iyileştirme sanatları dışında Truva Savaşı’nda
komutandılar.
Bergama’da Asklepyon’un
kapısı
Bugünkü modern tıbbın babası
ve pozitif tıp biliminin kurucusu olan Hippokrat ( M.Ö.460 - 377 ) İstanköy
adasında doğmuş, humoral patoloji teorisi ünlü
Bergamalı hekim Galen’e kadar sürmüş,
12 adet birbirinden değerli eseri
bulunan bir hekimdir. Hippokrat’ın İstanköy adasında bugün bile mevcut biricik andacı
kasabanın ortasında bulunan dev çınar ağacıdır. Bunun gölgesinde talebelerine
ders verdiği, bir açık hava kliniği tesis etmiş olduğu bilinmektedir.
Hippokrat’ın hekimliği sadece iç hastalıklarına
ait değildi. O aynı zamanda iyi bir cerrahtı. İrinleri akıtır, kırıkları yerine koyar, çıkıkları
özel bir masada iyi ederdi. Hippokrat’ın
eserlerinde tanımlanan gözlem, özellikle muayeneye ve palpasyona
dayanırdı. Bundan başka koku duyusunun kullanımı, kaba tipte bir oskültasyon çeşidi olan bir hastayı sarsma
metotları da diğer muayene özellikleri arasında idi. Yine onun tıbbi deontoloji
açısından atasözü haline gelen birkaç deyimi şunlardır:
“Her
şeyden önce hastaya zarar vermeyeceksin.”
“Ağrıyı dindireceksin.”
“Cerahati
nerede görürsen boşaltıp temizleyeceksin.”
“Çocuk
düşürmeyiniz.”
“Hekimin görevi hastayı nadiren
iyileştirmek, çok kere ağrısını dindirmek, fakat her zaman için teselli
etmektir.”
Hippokrat’ın altında düşündüğü
ve altında öğrencileri ile toplandığı ağaç
Hippokrat’ın çeşitli ülkelerden çıkmış pulları
Aristotes ( M.Ö.384 - 322 ) belki
dünyaya eşi gelmeyen en büyük bir fen dahisiydi. O yalnız üstün bir filozof
değildi, belki ilk biyolojist olmak sureti ile
eserleri hekimlik ve tıp ilmi için çok değerlidir. Aristotes
karşılaştırmalı anatominin ve embriyolojinin esaslarını kurmuştur.
Atina yerini İskenderiye’ye
sonra da Roma’ya terk ediyordu. Fakat Roma İmparatorluğu’nun en büyük hekimleri
Yunanlı idi. İskenderiye M.Ö.332 yılında kurulmuş olup, burada bir okul ile
700.000 cilt kitabı bulunan bir kütüphane inşa edilmişti. İskenderiye Tıp Okulu
Herophilus ile Erasistratus adında iki alim tarafından tesis ve
idare edilmişti.
Herophilus anatomistti.
Duodenuma ilk ismini veren odur. Bazıları tarafından
fizyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Erasistratus,
beyini beyincikten ayırt etmiş duyu ile motor sinirleri arasındaki farkı kayıt
etmiştir.
Roma’ya Yunanlı hekimler
gelerek görev yaptılar. Roma’da sivil ve askeri resmi hekimlerin yanında özel
olarak çalışan hekimler de vardı. Bu özel hekimlerin bir kısmı yalnızca ilaç
hazırlardı. Bu tip hekimler Taberna Medica denilen yerlerde çalışırlardı ve bunlara da Parmaceutae (eczacı) denilirdi.
Romalıların genel sağlık ve hijyene
verdikleri önemi belirtmeden geçmemek gerekir.
Etrüsk’ler zamanında çevre bataklılıklar kurutulmuştu. Kanalizasyon inşa
edilmiş, şehre uzak yollardan meşhur su yolları ile temiz su getirilmiş, sıcak
su banyoları, havuzlar, kaplıcalar ve hamamlar inşa etmişlerdi.
Roma’ya gelen ilk Yunan
hekimleri arasında anılmaya değer bir kişi vardır. M.Ö.124 yılında Marmara
Denizi’nin güney sahilinde Bursa’da doğmuş bulunan Asclepiades’dir.
Tracheatomi işleminin ilk defa onun tarafından
yapıldığı söylenmiştir. Diyeti, fizik tedaviyi (banyo,masaj v.s) ilaçla olan
tedaviye tercih etmekle beraber hekim tarafından alınacak tedbirlere
inanıyordu.
Kapadokyalı Aretaeus M.S.200
yıllarında İskenderiye’de yaşamış ve şeker hastalığına Diabetes
( aradan geçen ) ismini veren alimdir.
M.S.100 yıllarında
Anadolulu bir hekim olan Pedanius Dioscorides ise Roma İmparatorluğu’nda askeri
hekimlik yapmış ve afyonu bugünkü anlamda ilaç olarak hazırlayan ilk hekim o
olmuştur.
Aulus Cornelus
Celsus ( 3 - 64 ) , Latin aslından olup bir berber-cerrah
olarak tanınmıştır. De Re Medicana adlı 8 ciltlik bir tıp
ansiklopedisi yazmıştır. Celsus’un
bu eseri modern çeşitte bir tıp klasiğidir. Bu kitaplarda iltihabın bugün
hekimlere meçhul olmayan 4 esaslı işaretinden bahsetmektedir.
“ DOLOR - RUBOR - TUMOR - COLOR = AĞRI - KIRMIZILIK - ŞİŞ - ISI ”
Roma’nın en ünlü hekimi ve
belki de Hippokrat’tan sonra antik
çağların en büyük tıp otoritesi, Bergamalı Galen’dir ( 130 - 201 ). O anatomi
bilgisi olmayan bir hekimin tıpkı planı olmayan bir mimara benzeyeceğini bildirmek suretiyle tıpta
anatominin kıymetini tanıtmıştır. Böyle olmakla beraber onun anatomisi maymun
ve domuzlar üzerinde yaptığı araştırmalara dayanıyordu. Büyük bir biyopsi
bilgini olan bu ünlü hekim kaslar ve kemikler üzerinde incelemeler yaptı.
Beyini ve karıncıkları tanımlayan Galen yumuşak ve sert sinirler
arasındaki farkları gösterdi. Sempatik sinir sistemini bulan o olmuştur.
Deneysel bir fizyolog olarak da tanınan bu ünlü bilgin sinirlerin
fonksiyonlarını da inceledi. Galen’in en büyük fizyolojik teorisi
Harvey zamanına kadar tıbba etkili olan kan akımı
teorisi idi. Ancak Galen de Hippokrat gibi
nabız ve idrar muayenesine önem verir, tedavide rejim ve fizyoterapiden
yararlanırdı.
Galen olağanüstü bir yazardı.
500den fazla kitap yazdığı söylenmiştir. Fakat birçok el yazıları Roma’da kendi
evinde çıkan bir yangınla harap olmuş, bazıları kaybolmuş ancak 80 kadarı
mevcuttur.
Oribasius (
325 - 403 ) O da Galen gibi Bergamalı olup, İmparator
Jülyen’in
hekimliğini yapmıştır. Çalışkan bir alim olan bu hekim “ Synogogai
Iatrikai ” adlı 70 ciltlik cerrahi üzerine
ansiklopedik bir tıp kitabı ve ayrıca halk için ilk yardım hakkında tıbbi tavsiyeler
içeren bir kitap ta yazmıştır.
Bizans’ın ilk devirlerinde
en sık rastlanan hastalıklar arasında veba, cüzzam,
romatizma, göz ve akıl hastalıkları geliyordu.
6.asırda yaşamış başka bir
yazar da Dicle nehri üzerinde Diyarbakırlı Aetius’tur.
Rönesans hekimleri ile daha sonraları Boerhaave
tarafından büyük değer verilmişti. Zehirler hakkındaki açıklamaları bilhassa
kıymetliydi. Eserlerinin göz, kulak - burun - boğaz hastalıklarının en güzel
klasik tariflerini içerdiği söylenmiştir.
Trallesli Alexander ( 525 - 605 ) tecrübeli
bir hekim olup Bizanslılar arasında orjinalite
gösteren tek alim odur. Eserleri Salerno Okulu’nda
çok okunurdu.