Modern teknolojinin biyoloji alanına
sağladığı biyokimyasal, optik, biyofizik yöntemlerle her bilim dalında olduğu
gibi, Kadın Hastalıkları ve Doğum (Jinekoloji) bilgisinde de büyük ilerlemelere
tanık olmaktayız. Özellikle son on yılda yüzyılların birikimi olan klasik kural
ve yöntemler temelinden sarsılmış, fizyopatolojik olaylar aydınlatıldıkça yeni
yorum ve kavramlarla, klasik bilgi yeniden gözden geçirilmeye başlanmıştır.
Kısaca jinekoloji bilgisinin yeni baştan kuruluşuna tanık olduğumuz tarihi bir
dönem yaşanmaktadır.
Intrauterin yaşamın sırları teker teker
çözümlenmeye başlamış; artık çocuk sağlığı için sakıncalı olabilecek gebelikler
erken teşhis edilebilmekte, embriyo–fetus gelişme süreci tüm aşamalarında
yakından izlenmektedir. Doğacak çocuğun yaşama direnci, dış dünya koşullarına
uyumu için gerekli olgunluğa ulaşıp ulaşamadığı, boyu, kilosu, organ
anomalileri önceden saptanabilmektedir.
Jinekoloji artık dünkü mekanik bir uygulama
becerisi olmaktan çıkmış, çok geniş kapsamlı bir uzmanlık dalı haline
gelmiştir. Hekimin toplum sağlığındaki sorumluluğu da giderek ağırlaşmaya
başlamıştır.
Besim Ömer Akalın
1861 – 1940
1885’te Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’yi (Askeri
Tıbbiye) yüzbaşı rütbesiyle bitirip, 1891’de jinekoloji profesörü oldu. 1892
yılında İstanbul’da ilk doğum kliniği olan Viladethane’yi kurdu. Topkapı Sarayı
bahçesinde bulunan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin botanik bahçesi arkasındaki
küçük bir bina (1932’de Belediye Bahçeler Müdürlüğü) doğum kliniği haline getirildi.
Viladethane tutucu çevrelerde “piçhane” adı ile anılıyordu. Burada hem
bakıma muhtaç yoksul gebeler doğum yapıyorlar, hem de tıp öğrencileri ile
ebeler uygulamalı ders görüyorlardı.
1895’te müdürlüğüne atandığı Ebe Mektebi’ni modern bir okul durumuna
getirdi. Akalın 1909’da Sivil Tıbbiye ve
Askeri Tıbbiye’nin birleştirilmesi ile Haydarpaşa’da kurulan tıp fakültesine
bağlı olarak Kadırga’da ikinci bir doğum kliniği ve ebe okulu açtı. Bu klinik
ve okul 1928’te Haydarpaşa’ya taşınmış, buradaki
klinik ile birleşmiştir.
Akalın 1914’te
tıp fakültesi dekanlığına seçilmiş. 1919 -1923 arasında da rektörlük yapmıştır.
Mütareke dönemine rastlayan bu görevi sırasında işgal kuvvetlerinin
üniversiteye girmelerine izin vermemiştir. 1933’te emekli olduktan sonra 1935
ve 1939’da iki dönem milletvekili seçilmiştir.
Kadın-doğum
hekimliği yanında çocuk hekimliğinin kurulmasına, hemşireliğin ve
hastabakıcılığın bir meslek olarak gelişmesine büyük katkılarda bulunmuştur.
1917’de Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulmasında da rol
oynamıştır. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) 1911’de yeniden düzenlenmesine
de öncülük etmiştir. 1918’de Veremle Mücadele Osmanlı Cemiyeti’nin başkanlığına
getirilmiştir.
Verem Tehlikesi
Veremle Mücadele adlı risalesi Türkiye’de veremle savaş alanında yayımlanmış
ilk broşürdür. Halkın sağlık konularında eğitilmesine büyük önem vermiş,
sağlıklı çocuk yetiştirmek, dişlerin korunması, zayıflık ve şişmanlık, tütün,
içki, deniz banyoları, kaplıcalar ve ilk yardım gibi birçok konuda kitaplar
yayımlamıştır. Tıp tarihi üstüne de birçok makale ve eserleri vardır. mesleki
kitaplarının sayısı da elliyi geçmektedir.
Semmelweis’in ölümünün 100.yılı nedeniyle Viyana’da yapılmış ilk gün damgası ve zarfı
Ignaz
Philipp Semmelweis 1818 – 1865
Budapeşte’de gördüğü tıp eğitiminden sonra
Viyana ve Budapeşte’deki fakülte ve doğum kliniklerinde çalışıp öğrenciler
yetiştirdi. Modern asepsinin tarihi trajik bir görünüm içinde başlar. Modern
cerrahinin başlamasından önceki yıllarda loğusalık
enfeksiyonu bulundu. Ancak bazı çevreler bununla ilgilenmediler. Semmelweis,
Viyana Üniversitesinin I. Doğum Kliniği’nde
çalışırken, buradaki loğusalık ölüm hızının diğer II. Doğum Kliniği’nin
loğusalık ölüm hızından üç kere yüksek olduğunu buldu. Çünkü II. klinikte
yalnız ebelerin öğretimi yapılıyor, I. Klinikte ise tıp öğrencilerine açık
bırakılıyordu. Semmelweis, I. Klinikteki loğusalık hummasının, otopsi odasından
gelen doktorların ve tıp öğrencilerinin elleriyle bulaştığını bildirdi.
Semmelweis, ölüm nispetindeki bu farkı izah etmeye çalışırken adli tabip
profesörü olan arkadaşı Kolletschka bir otopside aldığı yaradan ölmüştü.
Semmelweis, gerek belirtileri, gerek postmortem muayenelerde bulunan
lezyonların tamamen loğusalık hummasındakilere benzediğini tespit etmişti.
Hastayı elle muayene etmeden önce ellerin klor solüsyonu ile yıkanmasını
önerdi. Sonuç olarak loğusalık ölüm hızında bir azalma oldu. Ancak
meslektaşları, onun bu buluşu ile pek ilgilenmediler. Sonunda Viyana’daki
işinden çıkarılan Semmelweis Budapeşte’ye dönmek zorunda kaldı.
Semmelweis, kendine özgü prensipleri olan bir
insandı. Her yıl doktorların bilgisizliğinden hastanelerde ölüme gönderilen
binlerce anneyi gördü. Ancak bu konuda verdiği öğütlerin hiçbiri çoğu kimse
tarafından duyulmadı. Ne yazıktır ki, 1865’te Viyana’da bir akıl hastanesinde
sepsisten öldü.
Semmelweis’in çalıştığı Viyana Üniversitesi Kadın Doğum Kiniği, başka değerli bir jinekolog Ernst Wertheim’ın anısına yapılmış bir kaşe