“
İnsan bilmelidir ki neşe, hoşnutluk, gülme, acı, üzüntü, karamsarlık ve matem
yalnızca beyinden gelir. Bununla özel
bir tarzda sezip bilgiyi elde eder, görür ve işitiriz. Aynı organla deli ve
çılgın olunur, korkular ve dehşet bazen gece bazen gündüz bizi etkisine alır...” HİPOKRAT
Hekimliğin ve davranış bilimlerinin birçok
konularını içeren, çeşitli kuramsal ve uygulamalı yanları olan geniş bir tıp
dalıdır. Kişinin zihinsel, duygusal yetilerinde, davranışlarında, çevreye
uyumunda görülen bozuklukların incelenmesi, tanımlanması sınıflandırılması
tedavi ve korunması ile uğraşır. Geçen yüzyılda hem tıptan, hem toplumdan uzak
kalan psikiyatri günümüzde hekimliğin önemli bir uzmanlık dalı olmuştur. Tıp
biliminin temellerini ve teknolojisini bırakmayan psikiyatri, genetik,
biyokimya, farmakoloji gibi temel tıp bilimleri ile yakın ilişki içine girmiş;
fakat aynı zamanda psikanaliz, psikoloji, sosyal antropoloji ve sosyoloji gibi
davranış bilimlerinden de yararlanarak ufkunu genişletmiştir.
Hastalıkların doğaüstü güçlere bağlandığı,
animistik düşüncenin egemen olduğu ve eski Yunan-Roma dönemine dek uzanan çağlardır. Bu çağlarda
hastalıklar doğaüstü zararlı ruhlara bağlanıyordu. Büyücü hekimler, şamanlar
çeşitli törenler, danslar, garip hareketler, ruhları saklayan eşyanın yok
edilmesi, çılgınlık nöbetleri ve özgeçi (trans) durumları ile zararlı ruhları kovarak hastalıkları
iyileştirmeyi çalışıyorlardı.
Doğa karşısında çoğu kez güçsüz ve çaresiz
kalan ilkel insan, derin korkular ve güvensizlik içinde doğaüstü güçlerin
varlığına inanarak anlayamadığı bir olguyu açıklama, aydınlatma, anlayabilme ve
bunlara göre savunma yolları aramıştır. Hastalıkları ve doğal yıkıcı güçleri
kendi gücü ve teknolojisi ile yenemediğine, korunabileceğine ilişkin inançlar,
kavramlar ve uygulamalar geliştirmiştir. İlkel insanın hastalıklara, korku verici
olaylara, sıkıntıya, bunaltıya karşı savaşı kendi içindeki yansıtmalarla,
yarattığı gizemci ve büyüsel düşünce yardımı ile olmuştur. Korunma ve tedavi
büyü ve doğaüstü güçlere inanmak yoluyla oluyordu. Çağımızda da kimi yörelerde
ve toplumlarda kullanılan bu yöntemlerin etkinliği hasta kişinin inancı ile
doğru orantılıdır.
Hipokrat hastalıkların doğaüstü güçlere değil
doğal etkenlere bağlı olduğunu gösterdi. Büyüsel-gizemci düşüncenin
egemenliğine hiç olmazsa geçici bir süre son veren bu insandır. Hipokrat’ın
psikiyatriye kattığı kimi terimler bugün bile kullanılmaktadır. Histeri,
melankoli gibi. O çağa dek kutsal bir hastalık olarak bilinen epilepsinin bir
beyin hastalığı, histerinin kötü ruhlara değil, cinsel bir organa, döl yatağına
(histeron) bağlı bir hastalık olduğunu ilk savunan
hekimdir. O çağlarda bugünkü anladığımız biçimde psikoterapi yorumlamaları
drama, uğraşı, okuma, çamur banyoları ve çeşitli telkin yöntemlerinin
kullanılmış olduğunu biliyoruz. Bunun en etkin örneği olan Bergama’daki Aesculapion tapınağında bugün de görülebilir.
Ancak bu aydınlanış dönemi çok uzun sürmemmiş
ve batı dünyasında karanlık çağlar diye bilinen Ortaçağda gerileme olmuş ve
hızla yeniden büyüsel-gizemci düşünce egemenlik kazanmaya başlamıştır.
Ortaçağda ruh hastalarına korkunç işkenceler yapılmış, ruh hastaları şeytanın
yakaladığı bir büyücü olarak avlanır ve diri diri
yakılırdı. O çağın Hıristiyan dünyasında din adamları ve kilise ruh hastalarını
büyücü diye adlandırıp, kovalamış,cezalandırmış ve yakmış, böylece şamanizmden de geriye gitmiştir.
Avrupa’da 12-13. yüzyıllardan başlayarak
Hıristiyan kilisesinin katı, acımasız, dogmatik kurumlarına ve uygulamalarına
karşı giderek artan tepkiler belirmiştir.
Ortaçağın kapanması ve ruh hastalıklarının
katı, dogmatik yarı dinsel inançlarla açıklayan görüşlerin ve uygulamaların son
bulması ile 17.yüzyılda Avrupa’da hızla gelişen bilimsel çalışmalar döneminde
psikiyatri alanında da ruh hastaları hakkında bir kararın din adamlarınca
değil, hekimlerce verilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Psikiyatri’de en önemli ilk adımı 18.yüzyılın
sonlarına doğru Fransız ruh hekimi Philippe Pinel 1745 –
1826 atmıştır. Hastaları zincirden kurtaran hekim olarak bilinen Pinel
planlı psikoterapinin ilkelerini belirten ilk
hekimdir. Pinel’in başlattığı insancıl akım diğer ülkelere de yayıldı ve
giderek ruh hastalarına hastanelerde, bakım evlerinde tedavi verme görüşü geniş
uygulama alanı buldu.
19.yüzyılda psikiyatride en önemli çalışmalar
Fransız ve Alman ruh hekimleri tarafından yapılmıştır. Fransa’da Esquirol, Morel, Magnan ve yüzyılın sonuna doğru Liebault,
Bernheim ve Charcot.
Jean Martin Charcot 1825 – 1893,
bir müddet Freud ile birlikte de çalıştı. Histerinin yalnız kadınlarda değil,
erkeklerde ve çocuklarda da olabileceğini hastalığın oluşunda ruhsal etkenlerin
önemini hipnozla düzelebileceğini gösterdi.
Theodor Meynert Sigmund Freud Carl Gustav
Jung
1833 – 1892 1856
– 1939 1875
– 1961
Almanya,
Avusturya ve İsviçre’de 19.yüzyılın başından sonuna doğru Meynert,
Freud, Jung ve Adler çağdaş
psikiyatrinin kurusu oldular. Ruhsal bozuklukların anlaşılmasında ve dinamik
psikiyatrinin gelişmesinde öncü oldular.
Bu konuda asıl çığırı
Freud açmış, psikanaliz kuramı birçok yönleri ile çağımızın en önemli psikoloji
okulu olmuş ruh hekimliğindeki hastalık anlayışını ve tedavi yöntemlerini köklü
biçimde etkilemiştir.
Iwan Petrowitsch Pawlow 1849 – 1936
Freud ile aynı çağda
yaşayan Rus fizyoloğu Pawlow’un
koşullandırma ile öğretme denemeleri ve koşullu tepki kuramı psikolojiye,
psikiyatriye ve psikosomatik hekimliğe apayrı bir boyut kazandırmıştır.
Davranışçı okulların ve terapilerin kaynağı kuşkusuz Pawlow
olmuştur.