Hz.
İsa'nın hayatı kopyadır
'Da Vinci Şifresi'ndeki olaylar da kurgu mu?
- Tamamen bir kurgu. Türkiye'nin Niğde ilinin bugün Kemerhisar dediğimiz, geçmişte
Tiana diye bilinen -Hititlerin başkenti olan Tuvana- şehrinde Apollonius diye
bilinen bir ermiş var. O da İsa gibi babasız doğmuş kabul ediliyor. Pagan.
Apollo'nun oğlu diye biliniyor. Doğduğu zaman 'Tanrı'nın oğlu' deniyor.
Tarsus'ta, Aziz Paul'un şehrinde eğitim görüyor. Pisagorcu gizli bir teşkilata
da üye yapılıyor. Mucizeleri var. İsa ile aradaki fark şu; Apollonius'un
mucizeleri Roma imparatorluk kayıtlarında geçiyor. Sıfırla 90 yılı arasında
yaşamış. Araplar arasında Balyanus Usta adıyla biliniyor.
Hakkında yazılan kitaplarda 'insan suretindeki Tanrı olduğu'ndan söz
ediliyor. Bunu da yazdırmış olan İmparatoriçe Julia Domna. Roma İmparatorluğu
diyor ki 'İsa diye birisinin kaydı yok!' Apollonius'un var. Hani o meşhur İsa'nın
adam diriltmesi, işte bu olayını Apollonius Efes'te yapıyor, genç bir kızı
diriltiyor. Mucize falan değil. Adam gayet net: 'Ben şifacıyım, tabiatta böyle
olaylar var, hasta kızı bitkilerle canlandırdım. İkinci kez dirilt
derseniz, yapamam.' Yani Tanrı olma iddiası yok.
Daha sonra Kilise Babaları, Hıristiyanlığı Konstantin'e kabul ettirmek için
böyle bir olay yaratıyorlar. İşte bu hikâyeyi, Apollonius'un hayatını alıp
İncil'de İsa'ya atfediyorlar.
Hz. İsa'nın yaşamı Niğdeli Apollonius'tan kopya edilmiş öyle mi?
- Resmen intihal. Bu intihal sonucunda tartışma o kadar büyüyor ki Tapınak
Şövalyeleri'ne, Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatına, Masonlara kadar
geliyor.
Neyi savunuyorlar?
- Diyorlar ki aslında İsa diye birisi yoktu. Apollonius'un hayatı 1501'de yayımlanıyor,
Kilise bunu hemen yasaklatıyor. Hollanda'da yüz yıl sonra Gül ve Haç Kardeşliği
teşkilatı kitap çıkarıyor, o da engelleniyor. Onlar Vatikan'ı, 'Apollonius'un
hayatını alıp İsa Mesih diye bir Tanrı yaratmakla' suçluyorlar.
Apollonius Ayasofya'daki İsa mozaiği mi?
- Evet, bakıldığında İsa gibi duruyor fakat özel bir şifre var, kaşının
üstünde 11 işareti var. Gizli teşkilata girenlere böyle bir işaret
konuyor, Apollonius 16 yaşındayken Pisagorcu bir gizli teşkilata girmiş,
Urfa-Harran bölgesinde 11. yüzyıla kadar Apollonius'a tapıyorlar. Fakat biz
buna Apollonius dersek bizi keserler diye İsa suretinde Apollonius'lar yapıp
11 işaretini koyuyorlar. 1954'te Amerika'da Alice Weston bu olayı güncelleştirdi.
1990'lara gelindiğinde Türkiye'de Kemerhisar kazılarının yapılması
meselesini ben gündeme getirdim. Apollonius diye biri var mı, çıksın ortaya
diye. Türk hükümeti maalesef buna para ayıramadı.
Dünyanın
ilk vejeteryanının, bugün Niğde'nin Bor İlçesi'ne bağlı
Kemerhisar Beldesi'nde bulunan Tyana Antik Kenti'nde 2000 yıl önce
yaşayan Apollon olduğu bildirildi.
İtalya'nın Venedik Ca Foscari Üniversitesi'den
emekli olan Dilbilimci Prof. Dr. Asım Tanış, Apollon'un M.Ö. 5 ve
M.S. 95 yılları arasında yaşadığını, öğrenimini Tyana,
Tarsus ve Aygay'da (Taşucu) yaptığını ve tapınağını bir
akademiye dönüştürdüğünü söyledi.
Tyana Antik Kenti'nde 28 yıldır süren
kazı çalışmalarına başkanlık eden Tanış, bulunan kitabe ve
yazıtlardan Apollon'un beslenme konusunda çok titiz davrandığının
anlaşıldığını belirterek, şunları anlattı:
''Tyanalı Apollon 2000 yıl öncesinden
insanların deli dana gibi hastalıklar nedeniyle kendi kendine yok
etme noktasına geleceğini, doğal beslenmenin sağlığın ilk şartı
olduğunu görmüş ve bunu eserlerinde anlatmış. Apollon, günümüze
dek yansıyan eserlerinde yer verdiği görüşlerinde, 'Toprak
insanların süt annesidir, besleyicisidir. Buna rağmen insanlar
toprağın çığlıklarını duymamış gibi giysi ve besin elde
etmek için hayvanlara karşı kılıçlarını bilemektedir. Elimi
kana bulasaydım, ne denli bir yanlış yapardım bilemezsiniz. Öyle
yapsaydım Tanrı'nın sesi beni arı olmayan bir yaratık gibi bırakır
giderdi' demiş. Bu nedenle Apollon beynin çalışmasını yavaşlattığı
gerekçesiyle etle beslenmemiş. Et yerine tahıl,sebze ve meyve
yemeyi tercih etmiş.''
Apollon'un dünyanın ilk vejeteryanı
olduğu savunan Prof. Dr. Tanış, şöyle devam etti:
''Apollon kendisine ağırlayan
krallardan kendisine ekmek, kuru meyve ve kendi kendine yetişen
yabani sebzeler vermelerini istemiş. Vejeteryanlığı o kadar
ileriymiş ki hayvan derisinden yapılan ayakkabıları ve giysileri
giymiyor, kendisine söğüt dallarından ayakkabılar örüyor, keten
giysiler giyiyormuş. Bunlarla örtünüp, yatıldığında insanın
uykusunun da arı gibi saf, görülen düşlerin de kendisi gibi yaşayan
birisi için gerçeğe daha yakın olacağını savunmuş.''
Vatikan’ın
bilinmeyen yüzü..!
Bu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian`ın
bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna`nın imparatorluk arşivindeki belgeleri
vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta
ortaya atılmıştır. Kitapta, Tynalı Apollonius`un yardımcısı Ninovalı
Damis`e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı.
Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler
yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta,
Apollonius`un yaşadığı dönemde ve Flavius`un günlerinde ‘insan
suretindeki tanrı` adıyla tanındığı vurgulanmıştı.
Nedir ki Apollonius`un yaşamı ve eserleri , İS 325 yılında İmparator
Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil`de alınan gizli bir kararla
Plagiarisma (İntihal) yoluyla İsa Mesih`e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise
tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir.
16.Yüzyıl`da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius`un yaşamı ve
eserleri özellikle Arap bilim adamları tarafından yeniden gündeme gelmiştir.
Apolonius`un Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı
özellikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i
Hayyan tarafından yazılmış kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştır.
Kilise bütün bu yayınlara karşı apollonius`un çok tehlikeli bir Okültist,
Gizli İlimler üstadı olduğunu ve İsa`dan üstün olmadığını söylemekle
yetinmiştir. 20.Yüzyıl`a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış
ve bunlarda da Apollonius`un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu
belirtilmiştir. 1954`de ABD`de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı daha
da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik olarak
kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise Babaları
tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa`nın ‘sanal` bir roman
roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı bilimsel ve
arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra da basında tartışılmaya
başlanmıştır.
Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı olmuştur.
Flavius Philostratus`un yazdığı ya da Damis`in tuttuğu notlardan ve İmparatoriçe
Julia Domna`ya iletilen belgelerden derlediği ‘` Tyanalı Apollonius`un Yaşamı
‘` böyle bir tartışmanın odağı olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre,
Tyanalı Pagan Apollonius`un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih`in yaşamı
nerdeyse birebir çakışmaktadır.
Şöyle ki Flavius`un yazdığına göre, Apollonius günümüzün takvimiyle
hesaplanınca, İ.Ö. 4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda
Kapadokya`daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki
de birincisiydi. Batısında Galetia ( Konya ve çevresi ), doğusunda Armenia,
güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde`nin
Kemerhisar ilçesidir.
Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı`ya ( Podandus ) ve oradan
da Tarsus ve Adana`ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az Edessa ( Urfa
) ve Carrhae ( Harran`ın 1.yy`daki adı ) kadar gelişmiş ve uygarlaşmış
kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi, ilginçitir, 10.yy`da
da gözükara, kaba, dikkafalı,söz dinlemez cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı.
Öyle ki, 10.yy`da saray geleneğinde Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı
demek anlamına geliyordu.
Apollonius`un doğum tarihi ile İsa`nın doğum tarihi, kuvvetle muhtemelen aynıdır.
Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu konuda sorun vardır.
Flavius`un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü
bir ailenin çocuğudur.ataları Tyana`nın kurucularındandır. İyi bir eğitim
ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğinde ailesinin isteği üzerine
o dönemde eğitim merkezi sayıaln Tarsus`a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo`ya
bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda,
daha genç olarak Aziz Paul da Tarsus`ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir
Yahudi Farisi mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu`nun
asli dinsel sistematiği olan Paganizm‘e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da
Tarsus`un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu.
Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler`in ‘en‘ tutucu Farisisi
olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul`un Tarsus`ta tanışıp tartışmış
olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle ‘olmamıştır` denilebilecek bir gerçek
vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa`yı hiç görmemiş ve tanımamıştır.
Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa Mesih
olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist`in Gospeller`ini vaaz etmeye
başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır. Dördüncü
Gospel`in yazarı John –ki bunu onun yazdığı belli değildir- İsa`nın
Lazarus adlı bir genci ‘öldükten sonra dirilttiğini` yazmıştır. ( Not:
Neredeyse bu Lazarus ve diğer ‘sözde` dirilenler, daha sonra tekrar ölmüşler
ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha dirilmek şansını
yakalayamamışlardır. )
Bu masalda garip olan, John`un son Evangelist olması ve Gospeli`ni İsa`nın ölümünden
( İS yaklaşık 27-29 yılları ) 60 yıl kadar sonra yazmış olmasıdır.
Oysa Claude-Carrierre`nin de belirttiği gibi, ilk Gospel`in yazarı Matthew, İsa`nın
hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla beraber olmuş he zaman ona yakın
olumuştu ama kendi Gospel`inde, böylesine inanılmaz bir olaydan tek satırla
dahi söz etmemişti.İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius`u karalamak için
onun ‘cinlerle` uğraşan, şifa getirmek amacıyla ‘cinleri` kovan bir büyücü
olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir.
İsa`nın Lazarus`u Öldükten Sonra Diriltmesi
Katolik Kilisesi`ne göre Pagan Apollonius, ‘cinlerle` konuştuğu ve onları
yönlendirdiğini öne sürmüş bir ‘Sahte Şifacı`dır. Nedirki, o dönemde
‘Cin` ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı. Yahudilerde böyle
bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. ‘Cin Kovma` (Exorcism) Paganlara özgü
bir ‘Şifa` yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür ‘Ruhsal
terapi` ve psikolojik danışmanlık ve ‘ruhsal sağım`dı.
Doğrudur, 1.yy`da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı
olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün Katolik
Kilise`sinde ‘resmen` vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır
Kilise`ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise`nin gizli bölümlerinde ‘cin
kovmakla` meşguldüler. Katolik Kilisesi`nde resmen ‘Cin Kovma – Cin Çıkarma`
dairesi vardır. Ve adı da ‘Athenaeum Pontificium Regina Apostolorum`dur.
Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius`un yaptığı gibi, ruhsal
bunalımlar geçirmekte olan hastalarını ‘zapt` etmiş olan cinleri (Demos)
çıkartmakta yada kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu
Hindistan`da, Mısır`da ve Askelipos`ta öğrendiği yöntemle ‘Doğa` adına
yapmıştı. Katolik Papazlar, Konstantin`in emriyle ‘Devlet Tanrısı` yapılmış
olan İsa Mesih ve O`nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar.
Papazlar neyin adına yapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi
tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez.
3.yy`da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius`un hocası Amobius,
Apollonius`un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten
de, Yeni Ahit bölümünde anlatılanların nerede ise tamamını Apollonius da
yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius`un doğumunda onun yeryüzüne
Apollo`nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş, Philostratus da bunu
nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin yaptıklarını /söylediklerini
‘ Oracle`lardan kaynaklandığını belirtmiştir.. Apolonius ‘DA` (Deus
Absconditus) rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları
dolaşmış ve buradaki ‘çarpık ve yoz` dinsel öğretileri eleştirmiştir.
Bir farkla ki İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını
gezmiş ve eleştirmiştir. Apolonius ‘DA` tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi
tefecilerle tartışmış onların insanlara insanlara zulüm ve acı
getirdiklerini söylemiş ve onlaın kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını
istemiştir. İncil`de İsa`nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını
nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği kentte bu kişilerle
tartışmıştır.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius ‘DA` (Deus Absconditus) insanlara kötü
huylarından vazgeçerlerse, kendilerine yeni bir yaşam verileceğini muştulamıştır.
Bir farkla ki, İsa bu yeni ve ‘ölümsüz` yaşamın kendisinden geleceğini
söylemiş -yada Kilise babaları onun ağzından söylemişler- Apollonius ise
bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da ‘yeryüzünün` tüm imkanlar için
olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne ‘El` koyamayacağını
ve insanları köleleştirmeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere karşı
çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibibu çağrısının
arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik nedeniyle Yahudilerin umutla
bekledikleri ‘mesih` olabilme şansını yitirmiştir. Apollonius ise zindanda
bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir.
Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius ‘DA` konuştuğu zaman Peygamber yada W.C:
Frend`in deyimiyle bir ‘Yasayapıcı` (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin
uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini, sağlamak
istemiştir. Bir farkla ki,İsa`nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi
tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius`un sözleri ise tüm Pagan dünyasında
yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde,
krallar, imparatorlar, Apollonius`un işaret ettiği yanlışların ve hataların
düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır.
Örneğin bir Pagan geleneği olan ‘kurban` edilmesinin yanlış olduğunu ilk
kez Apollonius tarafından dile getirilmiştir.
Olayın özü şudur: İncil`in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih`e atfedilen
birçok özellik, mucizeler de dahil ‘intihal` izlemini vermektedir. Bunların
birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların birçoğu, İsa`nın
ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından
yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak
‘Baba Tanrı`nın Oğlu` yapılmışsa ‘Tanrı Oğlu` yapmak fikri İncil`den
en az 1000 yıl önce Hindistan`da ve Mısır`da uygulanan bir gelenekti. Ölü
Deniz`de bulunan`Oumran` belgelerinde İsa`nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş
ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri ‘ Seherin/ Şafak`ın
Oğlu/Oğulları` (bene ha-shahar) ile ‘Işığın Oğulları` ayrımını yapıyorlardı.
Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler`in Belletici Öğretmeni (maskil) henüz
belirli olgunluğa gelerek / ulaşarak ‘Işığın Oğlu` olmamış genç
tilmizlere ‘Seher`in Oğulları, burada öğrendiklerimizi tam olarak
uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz` diyerek onları uyarırdı,
gelenek böyleydi. (and returned to the path of life) . Gerçekte İncil`de
kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil`in sayfalarından dolaşan
‘Deus Absconditus` ( invisible God) gmze görünerek bu sayfalarda ‘Dolaştırılmış`
olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apolonlius`tur, denilse yanılgı
olmaz kanısındayım.
İncil`de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa`nın annesi olarak
gösterilen ‘Bakire Meryem` dışındakilerin kimlikleri koyu bir sis
perdesinin ardına saklanmıltır. Bu on Meryem`den hangisinin Maria Magdelana
olduğu da belli değildir.Hatta Maria Magdelan`nın, İsa`yı yetiştirmiş
olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.
İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem`den biriyle gerçekten
de evlenmiş miydi. Acaba? Günümüzde çok bilinenve tartışılan bu konu Hıristiyanlığın
2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu tasarınmsal evlilik konusunda daha ilk
yüzyıldan başlayarak kitaplara konu olmuş sayısız tartışma yaşanmıştır.
Şimdi kısaca bu tartışmalardan bazılarını görelim.
İlkin İncil`de yer alan şu on Meryem`i görelim. Bunlar sırayla, İsa`nın
annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James`in annesi Meryem, Evangelist = İncil`in
dördüncü kitabının yazarı Yuhanna`nın (John) annesi Meryem, kim olduğu
bilinmeyen esrarengiz bir kadın olarak kalan ve sadece ‘Öteki` (Other) diye
tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary Jacoby diye adı ve soyağacıyla
belirtilmiş olan Meryem, Maria Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark`ın yazdığı
ikinci kitapta adı geçen Bethany`li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem`dir.
İlginçtir ki 16.yy`da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.
El Greco`nun Mecdelli Meryem Tablosu
Şöyle ki, İsa`nın annesi Meryem`in annesi Hannah (Anna) İncil`de anlatıldığına
göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap`taki beşinci kısır kadındır.Daha
sonra, Tanrı`nın lütfuyla hamile kalıp Meryem`i doğurmuştur. 16.yy`da bu
klasik anlatım bir hayli tartışılmış ve bazı din adamları bunun doğru
olmadığını ,üçüncü yüzyılda uydurulduğunu ve amacın da İsa`nın
annesine kutsiyet atfedebilmek için Kutsal Kitap`taki Abraham (İbrahim
Peygamber) ve eşi Sarai`yi örnek alarak Hannah`ı da kısır yaptıkları şeklindeki
iddiaydı. Özellikle Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan
bu iddiaya göre Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her
kocasından bir kız çocuk evlat edinmiş ve içinüde Meryem adını vermişti.
İsa`nın annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa
ile yaşiı iki de ‘Bebek Teyzesi` vardı. Protestanlar bu nedenle Bakire
Meryem`e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece Tanrı`nın ‘Biricik` Oğlu`nun
yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç daha doğrusu bir tekne (=Vessel)
olduğunu öne sürerler.
Bu on iki Meryem`den Mısırlı ve Bethany`li Meryemler 17.yy`dan itibaren Maria
Magdelena il özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre bu şekilde
anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma sağlanabilmiş değildir.
Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve toplumsal statüsü itibarıyla
Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan Haham Cleophas`ın eşi Meryem
vardır . Bu Meryem de İncil araştırmacıları için bir sorundur. Çünkü
bunun işte yukarda sözünü ettiğim Hannah`ın iç kızından biri olma olasılığı
vardır.. Bu durumda İsa`ya en çok karşı çıkan Haham`ın karısı İsa`nın
küçük teyzelerinden biri olmaktadır. Özellikle de 20. yy`da yapılan
bilimsel araştırmalara göre İsa`nın tabii eğer böyle birisi yaşadıysa
evlenmiş olabileceği Meryem`in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda
genel bir kabul vardır. Tinede bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak
Bethany`li Meryem`i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile
Bethany`li Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikiside İsa il evlenmek istemişlerdir.
Çok gerilere gitmeden çağımızdaki yartışmalara bakarsak İsa`nın
‘Evlilik` yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk blimsel
çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatçı William E. Phipps tarafından
gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu Protestan ilahiyatçı 20. yy`daİsa`nın
evli olup olmadığını sorgulayan ve ‘Evli` olduğunu öne süren ilk
akademisyendir.. Prof. Phipps, kitabında ilk dönem Kilise Babaları`ın bu gerçeği
örtbas ederek İsa`ya Tanrısal bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu
‘Evlilik ve Kadın` düşmanı gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir.. Gerçekten
de İncil ‘in Herüstik vr Hermeneutik ( iki ayrı bilimsel okuma yöntemi)
okumalarında İsa, gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik
aleyhtarı ve kadın düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus
(Paul ) tarafından yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş
ve ilginçtir ki kadınların Kilise`ye geldiklerinde en arkada ve başları ve
yüzleri örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul`un
koyduğu bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal
kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu öylesine sert
uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yözyıllarca İncil`i okuyamamışlar
ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki,eşlerini
öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu.
VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız bir Kral
olabilmek için mücadele etmişti. Ve ilk kez bu kral kızını karşısına
oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa`nın yasağını kaldırdığını
ve kızının (Elizabeth) İncil`i tutarak okuyacağını açıklamıştır. Böylelikle
İncil`in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez 16.yy`da önce İngiltere`de
sonra da yavaş yavaş Avrupa`da yaygınlaşmıştır.
İncil`de Mecdelli Meryem`in adı pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre,
İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olanbu kadına
rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın (MM) birden
silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa`nın aradıkları arasına katılıverir.
Bu İsa`nın mucizelerinden biri olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960
‘dan sonra Harvard`lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer
bir çok uydurma gibi İncil`e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin
‘in isteği ile kararlar almış olan İznik Konsil`yle birliktr eklendiğini
saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın fahişe
olmayı, gizli bir ezoterik örgütün ‘Baş Rahibelerinden biriydi.Dahası İsa`nın
bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa`ya aktarmış ve onu hem eğitmiş hem
yönlendirmişti. Bu iddia özellikle İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli
çok geniş bir ilahiyatçılar topluluğu tarafından savunulmaktadır.
Vatikanise onların bu istekleri ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz
kalmayı her zamanki gibi seçmiş görünmektedir. Yine de İncil`in düzeltilmiş
yeni basımının hazırlandığı şu dönemde hiç değilse İsa`nın annesi
Meryem`in hamileliği ile ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin
edilmektedir.
Mecdelli Meryem`in, fahişe değil gizli bir- Mısır kökenli ve İsis çıkışlı-
örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947`de n sonra
bulunan ve /veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden ve yine o
yıllarda yazılmış olan bazı gnostik İncil`lerden kaynaklanmıştır.
Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunan ‘Mecdelli Meryem İncili`dir.
Klasik İncil`de fahişe olarak tanıtılan bu Meryem`in Gnostiklerce yazılmış
olan yaşamında bambaşka bir profil vardır. Bu incilerde Meryem ‘Dişil İlkeyi`
(Sofya=Hikmet) temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil
terminolojisi ve literatüründe için çok tehlikeli bir belgedir. Çğnkğ İznik
Konsili`nde İsa, ‘ Logos` adı verilerek ‘tanrı`nın Kelamı ve Hikmeti`
yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke ‘Eril=Logos` yapılarak İsa`ya mal
edilmişti.
Bu Gnostik İncil`den sonra 1990`larda bu kez bir de ‘Gerçek` Markus İncil`i
bulundu. Kısaca ‘Markus`un Gizli İncil` diye bilinen bu metinlerde de
Bethany`li Meryem`in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil`de
anlatılanlardan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca ‘Öteki` diye adlandırılan
kişi olan esrarengiz Meryem`in İsa`ya yardım için uzak bir yerden gönderildiği
şeklinde pasajlar vardır.
Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı ‘kadın düşmanı`
Kilise Babaları`nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin olan
Mecdelli Meryem`in ve / veya Bethany`li Meryem`in İsa`nın gömüldükten sonra
mezarının ‘Boş` olduğunu gören ilk kişi olduğudur.. Gnostik yazarlara göre
ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü Havari James`in
annesi Meryem`dir. Bu sonucu Meryem`in ardında İncil`deki ‘En` esrarengiz kişi
sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır.. Bu esrarengiz adam, Joseph
Arimeteadır. Gerçekte İsa`nın gömülmesi için yapılan mezar bu adama
aitti ve Meryemler`in ‘Boş` buldukları mezar buydu – çünkü Joseph
Arimetea ölmemişti ve İsa`nı bedenini Çarmıh`tan indirme hakkını Romalı
garnizon komutanı ona vermişti.
Joseph Arimetea ‘yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının Havariler arasında
geçmemesine rağmen Dört İncil`de de (Gospellerde) Tartışmasız geçmesi ve
dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan aynı şekilde
zikredilmesindedir.
Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa`nın Çarmıh`tan
indirilme hakkını – bu o dönemde çok önemliydi- niçin İsa`nın annesine
ve havarilere değilde bu adama vermişti. Bu sorular çok önemlidir. Çünkü
İsa`nın Çarmıh`tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN indirilmiş olması olasılığı
vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu Arimetea idi. İlginç olan Arimetea`nın
İsa`yı idama gönderen Yahudi Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin`in ‘En
Saygın` Baş danışmanı olmasıdır. Gnostik İncil`lere göre , Arimetea, İsa`yı
henüz ölmeden Çarmıh`tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır
vererek onun bu sırra uygun davranmasını istemiştir.
VATİKAN`IN GİZLİ YÜZÜ
Gnostik İnciller`de anlatıldığına göre Arimetea`ya akratılan sır, İsa`nın
kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir kase alıp İsa`nın kanının bir kısmını
toplamıştır. İsa`nın eşini ve çocuğunu alarak İngiltere`ye giden
Arimetea soylular tarafından korunmuştur. Kral Arthur ve Şövalyeleri, Kutsal
Kase`nin saklandığı şatodan yetişmiştir.
KATOLİK KİLİSESİ`Nİ NE BEKLİYOR
Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte son 2000
yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip geçmiş olsun
264 Papa`dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle ölmedikleri
bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius değil, kendi katı
‘‘dogmalarına`` karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır. Buna karşılık
kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış papalar da vardır.
Örneğin XXII. John bunlardan biriydi. Aynı şekilde Katolik Kilisesi tarafından
lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız
Kardinal hatta papalar vardır. Örneğin Türk Papa diye yutturulan XXII. John
gerçekte Gül ve Hac Örgütü`nün üyesi yapılmıştı ve hem de Türkiye`de
görevli bulunduğu sırada!
Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus`tan değil doğrudan doğruya
Kilise`nin içinden gelmiştir. Bir önceki papa I.John Paul ileride Vatikan`ın
yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski ikametgahı olan LATERAN`a döneceğini
ve kendi içinde doktrinler açısından büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.
Nostradamus`a gelince. Bu Yahudi asıllı ‘‘Kahin`` tüm bilgisini başta İbn-i
Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı. Bunların arasında
Tyanalı Apollonius`un NUCTEMERON diye bilinen ‘‘Şifreli`` deyişleri de
vardı.
Nuctemeron`da yer alan 12 kehanet ve Nostradamus`unkiler karşılaştırılırsa
aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir. Kaldı ki
Nostradamus`u 1941`de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer olmuştu. Alman
Gizli Servisinde görevli olan bu akademisyen Hitler veNaziler`in ‘‘Manevi``
lideri durumundaydı. Haushoffer 1945`te intihar etti.
Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını
anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan Hıristiyanlar günümüzde
artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki inanması güç
gelecektir ama, tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı Apollonius`un yazılarını
ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden bunları okumalarını istemektedirler.
Nednedir bilinmez, İsa Mesih`i Çarmıh`tan indiren ve onu ‘‘beşeri``
haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde kendisi
Katolik Kilisesi tarafından ‘‘Aziz`` ilan edilmiştir. Oysa İsa`yı görmüş
ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen yüzyıllar içinde Aziz
yapılmışlardı. Katolik Kilisesi`nin Index`inde 10,00`den fazla Aziz ve Azize
vardır... Benzer şekilde Meryemlerden de sadece ikisi(Bakire ve Mecdelli)
azize ilan edilmişler, diğerleri görmezlikten gelinmiş.
İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnastiklere göre İsa son nefesini
vermeden Arimetea`ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik İnciller`de
anlatıldığına göre bu sır İsa`nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu
nedenle bir ‘‘Kase`` (Graal) alıp İsa`nın böğründen akmakta olan kanın
bir kısmını toplamıştır. Ancak yine aynı kaynaklara göre İsa, Arimetea`ya
eşini (Mecdelli Meryem) ve çocuğunu alarak uzak bir ülkeye götürmesini
istemiştir. Bunu üzerine Arimetea`a yanındakilele birlikte çok uzağa, İngiltere`ye
gitmiş ve burada ilginçtir ki Evalach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından
korunmuştur bu kişiler aynı zamanda kaseyi saklamak için bir manastır inşal
ettirmişler ve Kasenin bekçisi olarakta Arimetea`nın kayın biraderi Brons`u
‘‘Baş Gardiyan/Koruyucu`` olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha
sonra Brons`un oğlu Allain`e geçmiş ve bu kişi de Corberic de bir şatoya
saklamıştır. Kutsal Kan Kasesini. İşte bu şatodan yetişen Kral Arthur ve
Şövalyeleri Kaseye sahip oldukları için insan üstü işler yapmışlar ve
ilk ‘‘Gizli`` Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.
Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efendisi`nin Batıdaki versiyonudur. Oysa
bu efsane ilginçtir ki, 12.yy`da İspanya`da/Toledo`da ortaya çıkmıştı ilk
kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars kaynaklı bir kitapta da yer almıştır.
Efsaneyi batıya taşıyanlar ünlü Tapınak Şövalyeleri olmuştur.
Muhtemelen 11.yy.`ın sonlarında Toledo`ya getirilen bu Farsça efsane,
Latinceye çevrilmiş ve ‘‘Flegitanis`` adlı gerçekte var olmayan bir
Katolik`e maledilmişti. Gül ve Hac kardeşliği gizli örgütünün imparator
statüsündeki üstadı (1950`lerde) Lewis Harvey Spence`in yaptığı açıklamaya
göre kitabın özgün adı farsça olarak ‘‘Felekedane`` idi.
İSA ÇİÇEKTİR, GÜL VE HAÇ`TADIR.
Gül ve Hac örgütünden daha önce söz etmiş ve 20.yy`da bu örgüte üye
olmuş yada bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu söylemiştim. Bu
papayı tanıtmadan önce Gül ve Hac sembolizminin Hıristiyan ezoterizmindeki
(Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.
İsa çarmıha gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ızdırap çekiyordu.
Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağı ile İsa`nın böğrüne bir darbe
vurmuştu. Askerin amacı İsa`nın daha fazla acı çekmeden bir an önce ölmesini
sağlamaktı. İsa`nın böğründen akan kan, ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş
olduğu haçın dibine damlamış ve inanca göre İsa`nın kanının damladığı
haçın dibinde birdenbire güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu Gül ve
Kan İsa`nın tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuştu ve açmıştı. Bu
olayda kuşkusuz haçta önemli bir anlama sahipti. Çünkü haç olmasaydı İsa`nın
kanının Gül`e dönüştüğü de bilinemeyecekti.
Ama bu anlatım Gül ve Hac konusundaki sayısız söylenceden sadece biri,
belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka değerlendirmelerde vardı.
Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite`ın anlattığına göre Gül, İsa`nın
kanı olmasının yanı sıra, haçın esrarengiz mesajını iletmek için
kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül, gerçekte ‘‘Çiğ
Damlası`` demektir ve bu haliyle de İsa`nın Hıristiyan Gonostisizmindeki
(Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül, Orataçağ`daki yazılışıyla
RAS (Rose) kelam demektir ve sayısal değeri itibariyle de R=200; O=75, S=90,
E=365`i vermektedir. Bu nedenle günümüzde kullanılan takvim sistemini kuran
Papa Gregor tarafından bir Yılın 365 gün olması uygun görülmüştür. Böylelikle
İsa`nın yılın her gününe damgası vurması sağlanmıştır. Bu
sistematikte İsa yine çiçek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü NASIRA
kentinden geldiği için kendisine Nasıra`lı İsa denilen Tanrı`nın Oğlu,
Nasıra, (Nazereth) çiçek anlamına geldiği için böyle anılmıştır. İşte
Gül ve Hac örgütü, gülün ve haçın bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin
bulunduğuna inanmış şövalyeler tarafından 2.yy`da Kudüs`te kurulmuş ve günümüze
kadar çeşitli dünya olaylarına karışarak gelmiştir.
MASONİK MİSYONERLİK
Hıristiyanlıkta gizli örgütler İsa`nın çarmıha gerilişinden sonra,
hatta bizzat onula birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin Spekülatif
Masonlar, İsa`nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun geçmişi daha önce
anlattığım Templar Örgütü`ne dayanır. Ve temelinde Essene diye bilinen küçük
bir Yahudi cemaati vardır. Ne olduğu ve kim oldukları tam bilinmeyen bu
cemaat, iddialara göre, İsa`yı yetiştirmiş ve Yahudi Krallığı`na sahip
olmak istemiştir. Ve yine inanışa göre, çok gizli ve esrarengiz bir
Suriyeli cemaat, İsa`nın öldürülmesinden sonra bu sırları saklamış ve
Haclı Seferleri sırasında Templar Şövalyeleri tarafından korunan bu küçük
cemaat, Avrupa`ya kaçırılmıştır. Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya`ya
yerleştirilmiş ve daha sonra da Avrupa`ya giderek Templar`ın yardımıyla
‘‘Masonik Misyonerliği`` başlatmışlardır. Böylelikle iki adım doğmuştur.
Bunlardan biri Meryem`e dayandırılan ‘‘Dul Kadının Oğulları`` Örgütü,
değeri de Sufi Masonluğudur. Hen neyse, konumuz bu olmadığı için bunu geçelim
ve gelelim günümüzde en gizli ve en güçlü Katolik örgütü OPUS DEI`ye.
PAPA II. JEAN PAUL`U TAHTA OTURTAN ÖRGÜT
İsviçreli parlementer ve toplum bilimci Jean Zeiegler`in dediğine göre OPUS
DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken gizli çalışan aşırı
sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı kardinal, şair ve aktör Karol
Wojytla`yı Papa II.Jean Paul olarak Vatikan`daki tahta oturtan bu örgüttür.
Karol, papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen muhalefete başladı.
OPUS DEI, tarafından seçtirilen papayı tanımamakla tehdit etti. 1983`e kadar
Cizvitler II.Jean Paul`a karşı muhalefet ettiler bu arada papaya suikastler düzenlendi.
Porkekiz`de oturan Arrupe`nin taraftarı bir papaz, papayı tahtında otururken
bıçakla saldırarak öldürmek istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan`da tüm
dizginleri eline alıncaya kadar bekledi. 1983`te Cizvitlere karşı taarruza başladı.
Kişisel yetkisini kullanarak Cizvitler`e yeni bir önder seçilmesini sağladı.
Bu, 54 yaşındaki Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach`dı. Bu seçimde papanın
adamı diye bilinen Kolvenbach`ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu
kez doğrudan OPUS DEI`yı hedef alan saldırılara başladılar. Ve OPUS DEI`yı,
aynen Katolik Kilisesindeki Mason Locaları olarak tanımladılar. Bunu karşılık
papada onları Latin Amerika`da Marksistlerle dayanışma halinde olmakla suçladı.
Papa bir risale yayınlayarak Marksizmi kınadı. Cizvitlerde buna karşı papanın
Latin Amerika`daki kapitalist sömürüyü, adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden
gelmekte olduğunu ve yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar.
Konu daha sonra insan hakları tartışmasına geldi. Cizvitler ısrarla insan
haklarını savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan`ın daima insan
haklarından yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma
büyüdü. Bu arada papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi olduğu
açıklanmış olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC Gazetesinin Roma muhabiri
İspanyol asıllı Joaquin Navorro-Valls`ı Vatikan`ın basın sözcüsü yaptı.
Böylelikle sadece Kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve
tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu. Papa, ayrıca,
1984`e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo Vatikan`ın başına da laik
bir şahsı atamıştı.
Gizli gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu belirtmek
gerekiyor: Gizli kavramı(Secret) bu gelenek içinde ‘‘Okült`` anlamında
kullanılmıştır. Katolik Kilisesi`nin vahşi saldırılarına mahsur kalmış
olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristles ‘‘Gizli`` sözcüğünü
kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır anlamına gelen ‘‘Secret`` sözcüğünü
kullanmışlardı.
Gelenek sözcüğü de benzer şekilde ‘‘Hafifletilmiş`` Burada
‘‘Gelenek``derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla
‘‘Gelenek``kast edilmiyordu; kast edilen ‘‘Kabala`` idi./NOT:Kabala, sözcük
anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse ‘‘Gizli Gelenek`` denildiğinde
insanlığın ilk dönemlerinden beri uğraştığı ‘‘Okült`` uygulamaları
ile daha sonraki yy.larda, özellikle de 11, ve 12, yy.lardan itibaren gelişen
ve içinde Yahudi Kabalizmi`nin de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve
bilim kümeleri kast ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla ‘‘Gelenek`` (Tradition)
okült örgütlerinin anladığı ve kullandığı bilimdi. Bunun için de
Helen, Yahudi, Roma, Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin
‘‘Geleneklerinden`` fizyon yoluyla taşınmış öğeler vardır. Ancak en güçlü
etki Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres,
Cybele ve Eleusis, Samothraki kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist
uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze
kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat ‘‘Cabiriler`` adıyla tanınmıştı.
Başta Herodot ve Çecero olmak üzere bir çok yazar Cabiri kültü hakkında
uzun tanıtımlar yazmışlardır. Nedir ki ilk kez 1888 yılında bu kültün
tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabilmişti. Thebes`te yapılan
kazılarda cabiri kültürün tanrılarından biri olan ve Herodot tarafından
‘‘En Güçlü Büyücü`` diye tanımlanan Caberios`un heykeli bulunmuştur.
İşte bu cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu`daki en eski ve etkili okült
sistematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında cabiri ‘‘Sırları``
(Mysteries) batıya Tapınak Şövalyeleri aracılıyla taşındı. İlkin Gül
ve Hac kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna sahipti, sonra bu örgütün
üst üyeleri Masonluktaki ‘‘Spekülatif ve Operatif`` Mason localarını
kurdular. Ünlü din adamı ve okült uzmanı Rev.George Oliver`in ‘‘History
of Initiation`` adlı kitabında yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu-Büyük
Doğu Locası-tam anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti.
Cabiri geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu
asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadır.
Gizli geleneğin ,Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece
soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk ‘‘Açık``
Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767`den itibaren peş peşe açılmaya
başlandı. Bunlar tamamen Cabirir geleneğine uygun, en eski kültür ve kült
uygulamalarının taşıyıcıları oldukları bilinen özel örgütlerdi.
Krallar, başta II. Fredeick, prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve
zenginler bu örgütlere üye olmuşlardı. Bu dört örgüt şulardı:1767`de
Avusturya`da Habsburg Hanedanı`nın himayesinde kurulan, ‘‘The Academy of
the Ancients and of the Mysteries``;1780`de kurulan ‘‘The Knights of the
Ture Light``: aynı yıl Almanya`da Gül-Haç`ın üyeleri tarafından kurulan
‘‘The Order of Jerusalem`` ve 1783`te Paris`te açılmış olan, ‘‘The
Society of the Universal Auora``. Bu tarikat ve localar, tüm Avrupa`da sadece
‘‘manevi`` planda deil, Kilise Karşıtı faaliyetlerde baş rolde yer almışlar
ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini temin etmişlerdir. Ünlü
Mesmer, İsveç`teki en etkili Kilise`yi kuran Swedenborg, Fransız şifacı,St.
Martin, ünlü Pasqually, Willermoz ve örneğin geçmişteki Lavator ve
Ecekartshausen bibi mistiklerde dahil, adları 71,18,19,yy.larda ünlenmiş birçok
entelektüel bugünkü Avrupa Birliği`nin, ‘‘Kültürel Mirasına`` işte
bu tip gizli örgütler aracılığıyla yön vermişlerdir. Bınlardan bazıları
bu gizli örgütlere,6 yaşındayken ‘‘İnisye`` edilmişlerve çok gizli,
çok özel bilgilerle donatılmışlardı.
SON SÖZ
Yer altı okült örgütlerinde sır`‘Mystery`` anlamında kullanılır,
sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu örgütlerde
‘‘Mystery`` kişilerle ilgili değil, ‘‘Uhrevi`` bir güce atfen ‘‘Sır``
olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir vb. gibi okültik
uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun yerine kaim edilmiş bir `‘Süper
Güçtür``. Gizlilik ise, işte bu anlamda anlaşılan ‘Mystery`nin (sırrın)
kimseye fark ettirmeden, ‘‘Gizlilik`` (Clandestine) içinde toplumlara
uygulanması yada enjekte edilmesi faaliyetidir.
Örneğin komünizim döneminde S.S.C.B.`de okült ilimleri ile ilgili sırlar
bilimsel araştırma konuları başlığı altında ‘‘Üst Tasarım``
sahipleri tarafından hayata geçiriliyor. Daha doyurucu bir örneği İngiltere`den
verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü şair
William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886`da Gül ve
Haçın sürgünlerinden olan Theosophical Society`ye üye olmuştu. (Russell`de
aynı örgüte üyeydi.) yeats daha sonra 1890`da ‘‘Hermetic Society of the
Golden Down`` adlı okültik-hermetik örgüte üye yapıldı. Araçtırmacı-yazar
Michael Edwardes`in yazdığına göre bu iki yazar 1916`da patlak veren
Paskalya ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik bilgilerle
‘‘Milli Ruh`` katmışlardı. Edwardes`e göre bu ikili ‘‘Düşsel`` bir
İrlandalılık ruhu yaratmışlar ve 1922`de İrlanda devlerinin (kısmen) doğmasına
yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere, ‘‘Spekülatif``
sonra ‘‘Operatif`` (Silahlı Mücadele) olan yaşanmıştır. Toparlarsak,
yer altı okült örgütlerinde sır belirli bir ‘‘Üst Tasarım`` oluşturan
ve Spekülatif olan bir ‘‘Mystery`` dir. Operatif olan ise, verili ‘‘Üst
Tasarım`` ın ön gördüğü tarzda bu ‘‘Mystery`` yi gizlilik içinde
topluma aşılamaktır.
AYTUNÇ ALTUNDAL