BİLİM TEKNOLOJİ

genel(saglik)

Uzuv kopmalarında zamanla yarışmak gerekiyor

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı El Cerrahisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Yıldız, parmak kopmalarında 12, el, kol ve ayak kopmalarında ise 6 saat içinde ameliyatın yapılacağı hastaneye ulaşılması gerektiğini belirtti.

Kopma keskin bir aletle olmalı
Prof. Dr. Yıldız, dünyada 20 yıldır, Türkiye`de ise 15 yıldır kopma ameliyatlarının yapıldığını hatırlatarak, çeşitli kazalar sonrası kopan el, parmak, kol ve ayak gibi organların, zamanında hastaneye ulaştırılması halinde çok başarılı ameliyatların yapıldığını bildirdi. Yıldız, şu uyarılarda bulundu: "Parmak kopmalarının 12, el, kol ve ayak kopmalarının ise 6 saat içinde ameliyatın yapılacağı hastaneye getirilmesi gerekiyor. Parmak dışındaki organlarda kas dokusu çok olduğu için 6 saat içinde ulaştırılması lazım. Ayrıca her kopmuş olan organ yerine dikilemez. Kopmanın keskin bir aletle olmuş olması lazım. Bu tür ameliyatlarda başarılı olma şansı daha yüksek. Ama ezilerek kopma olduğu zaman başarı şansı düşüyor."

Kopmuş organ buzla direkt temas ettirmeyin!
Prof. Dr. Yıldız, kopmaların yörede en çok marangoz ve sanayi işçilerinde rastlandığını da ifade ederek, "Kırsal alanlarda genellikle çocuklarda bu tür vakalara rastlıyoruz. Böyle bir durum olduğu zaman, ilk önce kanama durdurulmaya çalışılmalıdır. Daha sonra kopmuş olan parça önce kuru bir poşet içine, sonra da yine bu poşetle içi buz dolu başka bir poşetin içine konulmalıdır. Kopmuş organın direkt buzla temas etmemesi çok önemlidir" dedi.

Ameliyatlı hastaya taze çiçek yasağı!

İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre "yeni ameliyat geçirmiş hastalara taze çiçek göndermek son derece sakıncalı."

Uzmanlar, bu tespitin nedenini şöyle açıklıyor: "Suda tutulan taze çiçeklerin çürümesi sırasında ortaya birçok bakteri çıkıyor ve bu bakteriler ameliyat yarası kapanmamış hastalarda enfeksiyona yol açıyor." Bu nedenle İngiltere'deki hastanelerin ameliyat sonrası bakım ünitelerine taze çiçek sokulması yasaklandı.

Araştırmalara göre ameliyatlı hastaların yüzde 9'u bu gibi nedenlerle ölüyor.

Kasık fıtığında korse takılması riskli

"Fıtık bağı" ya da "kasık bağı" olarak adlandırılan korseler, hastalığı önlemediği gibi, bağırsakta boğulmaya ve ölüme dahi yolaçabiliyor.

Kasık fıtığı, doğuştan olabileceği gibi, her yaşta insanda ve özellikle ileri yaşlarda sık görülüyor. Hastalığın ana belirtisi yatınca kaybolan veya küçülen şişlikler. Ağır kaldırma, fazla öksürük, kabızlık ve prostat, hastalığı tetikliyor. Şiddetli ağrı olmadığı için hastalığın tedavisi ihmal ediliyor. Tek tedavi yöntemi olan ameliyatın ertelenmesi ölüm riskini artırıyor.


Dünyada her 100 kişiden 15'inde görülen kasık fıtığının, Türkiye'de özellikle son yıllarda yaygın hale geldiği ve tek tedavi yöntemi olan ameliyatın ertelenmesinin, hastanın ölümüne dahi yol açabileceği belirtildi. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Sungur, kasık fıtığının doğuştan olabileceği gibi, her yaşta insanda, özellikle ileri yaşlarda sık olarak görüldüğünü söyledi. Ağır kaldırmanın, fazla öksürüğün, kabızlığın ve erkeklerdeki prostatın, karın içi basıncını artırmaları nedeniyle hastalığı tetiklediğini belirten Prof. Dr. Sungur, şöyle konuştu:

Tek tedavi yöntemi ameliyat
"Hastalığın tek tedavi yöntemi ameliyattır. Bazı hastalıklarda, hastanın ameliyatı için belli bir yaşa gelmesi beklenebilir. Ancak kasık fıtığında bu bekleme, ölüm riski demektir. Ameliyat ne kadar erken yapılırsa, hastanın sağlığına kavuşma şansı o kadar yüksek olur."

Prof. Dr. Sungur, kasık fıtığında ana belirtinin, yatınca kaybolan veya küçülen şişlikler olduğunu belirterek, fıtık büyüdükçe ağrının ortaya çıktığını söyledi. Sungur, "Şiddetli ağrı olmadığı için de hastalığın tedavisi ihmal ediliyor" dedi. Halk arasında yaygın olarak "fıtık bağı" ya da "kasık bağı" olarak adlandırılan korseler kullanıldığını ve bunların rahatsız bölgeye basınç yaptığını ifade eden Prof. Dr. Sungur, "Bunlar hastalığı önlemez, aksine bağırsakta boğulmaya ve ölüme dahi yol açabilir. Ayrıca ameliyatı da güçleştirir" diye konuştu.

Sentetik yama
Ç.Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda yılda en az 100 kasık fıtığı ameliyatının gerçekleştirildiğini, 2000 yılında da ameliyat sayısının 100'ü aştığını belirten İlhan Sungur, başvuran hastaların büyük çoğunluğunun, 60 yaş üzerinde olduğunu kaydetti. Son yıllarda fıtık tedavisinde kullanılan klasik cerrahi yöntemlerine alternatif girişimlerin gündeme geldiğini belirten Sungur, şöyle devam etti:

"Geleneksel fıtık tamirlerinde, hastalığın nüksetmesi, yüzde 5-15 civarındadır. Ayrıca hastanın normal bedensel faaliyetleri için ise 4-6 hafta gibi uzun bir zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Ameliyat ağrısının fazla olması ve hastanede kalış süresinin uzunluğu gibi istenmeyen faktörler sebebiyle, son yıllarda fıtık tedavisinde sentetik yama yöntemi tercih edilmektedir."

Sentetik yama yöntemi diye adlandırılabilen bu ameliyatta, hastalığın nüksetme ihtimalinin binde 1'in altında olduğunu kaydeden Prof. Dr. Sungur, ayrıca hastanın 1-2 günde taburcu edilebildiğini ve 2 hafta sonra da ağır işlerde dahi çalışabildiğini bildirdi. Prof. Dr. Sungur, bu yöntemin dünyada tercih edilen cerrahi bir yöntem olduğunu belirterek, kasık fıtığı teşhisi konulan hastaların, hiç zaman geçirmeden ameliyata karar vermeleri gerektiğini sözlerine ekledi.

Robot doktor, 100'den fazla by-pass yaptı

Robotlar yakın bir gelecekte insandan daha güvenli ameliyatlar yapacak. Almanya'nın Dresden kentindeki üniversite hastanesinde bulunan robot doktor ise bugüne kadar 100'den fazla başarılı by-pass ameliyatına imza attı.

Robot doktorlar, yavaş yavaş tıbbın her alanına el atmaya başladılar. Robot doktorlar, kalbi yerinden çıkarmadan by-pass ameliyatlarını çok kolay yapabiliyor. Almanya'nın Dresden kentindeki üniversite hastanesi uzun süredir bu robotlardan kullanıyor ve hastanede bugüne kadar 100'den fazla by-pass ameliyatı, son derece başarılı bir biçimde gerçekleştirildi.

Ameliyatlarda robot kullanan hastanelerin uzmanları, robotların bir insandan daha güvenilir olduğunu belirtiyorlar. Saatler süren ameliyatlar, cerrahlar açısından sıkıntı yaratabiliyor ve zor bir ameliyatta birden fazla cerrah görev yapıyor. Oysa robotlar elleri bir an bile titremeden saatlerce güvenli bir şekilde görevlerinin başında olabiliyor.

Dresden üniversite hastanesinin yetkilileri, ameliyathanede bulundurdukları insan sayısını da azalttıklarını ve bu durumun hasta açısından önemli sonuçları olduğunu söylediler. Yetkililer, ''Ameliyathaneye ne kadar az insan girerse, o kadar steril olur ve içeriye daha az bakteri taşınır. Basit operasyonlarda ameliyathaneye robotun yanında sadece bir anestezistin bulunması yeterli oluyor'' dediler.

American College of Surgeons'da yapılan bir gösteride robotların gelecekte çok hassas ve karmaşık ameliyatları, son derece güvenli ve sorunsuz bir şekilde yapacakları kanıtlandı. Gösteride ''Da Vinci'' adı verilen bir robot doktorun marifetleri de sergiledi. Da Vinci, bir hastayı ameliyat ederken onu yöneten cerrah, kokpite benzer bir odadan komuta etti. Kaliforniya'da bulunan Intuitive Surgical adlı yüksek teknoloji şirketinin ürettiği Da Vinci, şu an tam istenilen kalitede olmasa da çok yakın bir gelecekte dünyanın birçok hastanesinde kullanılmaya başlanacak.

Okyanus ötesi robot ameliyat

Fransız doktor Jacques Marescaux, ilk kez robot yardımıyla ABD'nin New York Kenti'nden 7000 km ötedeki Fransa'nın Strasbourg Kenti'ndeki bir hastayı ameliyat ederek safrakesesini aldı.

Safrakesesi alındı

Ameliyat, Sindirim Sistemi Kanserleri Araştırma Enstitüsü'nden bir ekiple Fransız Prof. Jacques Marescaux tarafından gerçekleştirildi. 7 Eylül tarihinde yapılan ameliyatla, Marescaux, New York'ta bir ekran başına oturdu, ‘Zeus’ adlı cerrah robotun kollarını oynatarak Fransa'daki 68 yaşındaki kadın hastayı ameliyat etti.

Lindbergh Operasyonu

Kadın hastanın karnına sokulan laparoskopi aletinin ucundaki fiber optik kamera sayesinde Dr. Marescaux, gerekli hamleleri yaparak cerrah aletleriyle hastalıklı dokuları çıkardı. Tele-ameliyata 1927 yılında ilk kez uçakla tek başına Atlantik'i geçen Amerikalı havacı Charles Lindbergh'in anısına ‘Lindbergh Operasyonu’ adı verildi.

Robot çağı başlıyor

Tıpta bir ilke imza attıklarına işaret eden Jacques Marescaux, ‘Gelecekte doktorların dünyanın herhangi bir yerindeki operasyona oraya gitmeden katılabileceklerini söyleyebiliriz. Birkaç yıl içinde robotlar, ameliyathanedeki standart ekipmanlar arasında yer alacak’ dedi.

Türkiye'de obezite sıklığı (prevalansı)

Genel Cerrah Op. Dr. Halil Coşkun

Türkiye'de Obezite Prevalans Çalışması; İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Diyabet Bilim Dalı, İ.Ü. DETAE, Metabolizma ve Diyabet Birimi, Obezite Araştırma Ünitesi, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ve TC. Sağlık Bakanlığı'nın ortaklaşa çalışmalarıyla (Prof. Dr. İ. Satman ve arkadaşları), uluslararası prevalans denek seçim kriterlerine göre belirlenen 24788 (Kadın: 13708, %55.3; Erkek: 11080, %44.7) erişkin (>19 yaş) birey üzerinden yapılmıştır.

Vücut Kitle İndeksi>30 kg.m2 baz alınarak yapılan çalışmada, Türkiye'de obezite prevalansı %22.3 bulunmuştur.

Prevalans kadınlarda erkeklerden (Kadın: %29.9, Erkek: %12.9), kentsel alanlarda yaşayanlarda kırsaldaki gruptan (Kentsel %23.8, Kırsal %19.6) daha
fazla olarak tespit edilmiştir. Bölgesel dağılımlar göz önüne alındığında; obezite prevalansı Doğu Anadolu'
da en düşük (%17.2) ve İç Anadolu'da en yüksek (%25.0) olmak üzere, Güney de %24, Kuzey de %23.5 ve Batı da %21.6 bulunmuştur. Tüm yerleşim birimleri coğrafi bölgelerde kadınlarda prevalansın erkeklerden yüksek olduğu saptanmıştır.

Genel olarak yaşlanma ile obezite sıklığının arttığı gözlenmiş, 55-59 yaş grubunda en yüksek (534.8) olmak üzere, orta (40-55) yaş gruplarında çalışma kapsamındaki bireylerin %30'unun obez olduğu görülmüştür. Aktif meslek gruplarında obezite daha seyrek iken emekli ve ev hanımlarında prevalans artmıştır (sırası ile %17.3 ve %30.7).

Eğitim düzeyi düşük (okur-yazar olmayan %33.4, yüksek okul mezunu %10.0) gruplar ve dar gelirli gruplarda (asgari ücretin altı %22.6, yüksek gelirli %15.5) obezite sıklığı artmış bulunmuştur.

Hane halkı büyüklüğü ile obezite arasında istatistiksel ilişki saptanmamıştır. Obezite sıklığı alkol ve sigara kullananlarda, bu alışkanlıkları olmayan gruplara oranla daha yüksek bulunmuştur.

İskemik kalp hastalığı, ailede diyabet, bilinen diyabet ve bilinen hipertansiyon hikayesi veren bireylerde, bu özellikleri bulunmayanlara kıyasla prevalansın anlamlı olarak arttığı görülmüştür.

Bel/kalça oranı (Kadın:>0.85, Erkek:>1.00) veya bel çevresi (Kadın:>88 cm, Erkek:>102 cm) baz alındığında, santral tip obezite sıklığı %19.2 (Kadın:%29.3, Erkek:%6.6) bulunmuştur.

Genel obezite için yukarıda tanımlanan özelliklerin tümünün santral obezite grubu için de geçerli
olduğu, ayrıca bunlara ilave olarak santral obezite prevalansının hane halkı büyüklüğü ile ters orantılı olarak arttığı saptanmıştır. Çalışmanın sonuçlarında; obezitenin ülkemizde toplum sağlığını önemli
ölçüde tehdit eden ve gelecek nesillerin korunması için acil önlemler alınması gereken önemli bir sorun olduğunun altı çizilmiştir.İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Diyabet Bilim Dalı, İ.Ü. DETAE, Metabolizma ve Diyabet Birimi, Obezite Araştırma Polikliniği ve İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Bilim Dalı'nın yapmış olduğu araştırma (Prof. Dr. M.T. Yılmaz ve arkadaşları) şu şekilde sonuçlanmıştır.

Ülkemizde tarihsel süreç içinde gerek obezite sorununa bakış, gerekse obezitenin gelişimine neden olan etkenler açısından önemli, bir anlayış
farkı ve buna paralel değişimler yaşanmaktadır. Cumhuriyet öncesi dönemde şişmanlık olgusu sağlık anlamında kullanılmakta iken son yıllarda, obezitenin tedavi edilmesi gerekli bir hastalık olduğu bilinci gelişmeye başlamıştır.

Çalışmada Türkiye'de obezite konusunda yapılmış iki büyük araştırmanın sonuçları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. 1976-1986 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Diyabet ve Beslenme Bilim Dalı, Obezite
Polikliniğinde yapılmış 2440 obez hastayı kapsayan ilk araştırmanın (OB1) sonuçları ile 1997-1998 yıllarında yapılmış "Türkiye Diyabet, Obezite, Hipertansiyon Prevalans" (TÜDEP) araştırmanın (OB2) sonuçları, obezite: Vücut Kitle İndeksi >30 kg.m2 baz alınarak irdelendiğinde; OB1 çalışmasında kadın/erkek oranı 6.9 iken OB2 çalışmasında 3 kat azalmış (kadın/erkek: 2.9) bulunmuştur. İlk çalışmadan ikinci çalışmaya kadar geçen süre içinde kentsel kökenlilerde obezitenin arttığı, kırsal gurupta ise azaldığı (Kentsel: OB1 %50.8, OB2 %67.6; Kırsal: OB1 %49.2, OB2 %32.4) görülmüştür. Buna karşılık genel olarak morbid obezite (Vücut Kitle İndeksi>40 kg.m2) sıklığında
belirgin azalma saptanmıştır (OB1 %10.8, OB2 %3.7). Meslek guruplarına göre incelendiğinde her iki çalışmada da ev kadınlarında obezite sıklığı yüksek
bulunmuştur (OB1 %62.6, OB2 %58.5), işçilerde ise obezite sıklığının arttığı gözlenmiştir (OB1 %12.6, OB2 %16.6). Her iki çalışmada da obezite sıklığı eğitim azlığı ile ters orantılı olarak yüksek bulunmuştur.

Geçen son 20 yılda büyük kentlere göçün hızlanması ile birlikte posadan fakir-kalorisi yüksek-hızlı beslenme kültürünün yaygınlaşmasının yanısıra, sedanter ve stresli yaşam biçiminin benimsenmesi ülkemizde obezite prevalansının artmasına yol açmıştır. Diğer taraftan tarımsal üretimin önemini kaybetmesi, üretimin azalması ve ayrıca tanı yöntemlerinin değişmesi nedeniyle periferde de obezite profili değişmeye başlamıştır. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinin hızlanması, önümüzdeki 20 yıl içinde obezite prevalansını daha da önemli ölçüde etkileyeceği düşünülmektedir

 

"Bel fıtığı ameliyatı olmadan önce 10 kez düşünün"

Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Eser Cemil Alptekin, bel fıtığında ameliyatın riksli olduğunu belirterek, "ameliyat dışında başarılı bilimsel tedavi yöntemleri var, tıpta ileri ülkeler bel fıtığı ameliyatlarından vazgeçmek üzere" dedi.

Alptekin, bel fıtığı için risk faktörlerini, "stres, sigara, hareketsizlik, yanlış ağırlık kaldırma ve kilo" şeklinde sıraladı.

Önemli bir halk sağlığı sorunu olan bel fıtığı ameliyatları Reha Muhtar'ın ameliyat olması ve Alaattin Çakıcı'ya bel fıtığı teşhisi konulmasıyla gündemdeki ağırlığını artırdı. Türkiye'de gereksiz yere çok fazla bel fıtığı ameliyatı yapıldığına dikkat çeken Alptekin Kliniği'nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Eser Cemil Alptekin, "ameliyat olmadan önce en az 10 kez düşünün" dedi. Alptekin, yaptığı açıklamada, vücudun taşıyıcı sistemi olan bel kemiğindeki omurlar arasında içleri jöle kıvamında sıvı dolu diskler olduğunu bildirdi. Alptekin, "Bu diskin kanalın içinden çıkıp bacağa giden sinirlere baskı yapmasına bel fıtığı diyoruz. Aynı şey boyunda olunca boyun fıtığı adını alıyor" dedi. Bu durumda sinirlerin etki yaptığı kaslarda kas gücü kaybı, protez kayıpları ve refleks kayıplarının oluştuğunu söyleyen Alptekin, tedavi ile bu sorunların ortadan kaybolduğunu ancak cerrahi müdahale yapılan durumlarda bu kayıpları yerine getirmenin zor olduğunu söyledi.

Ameliyat şart değil
Alptekin, tıpta ileri ülkelerin bel fıtığı ameliyatlarından vazgeçmek üzere olduğunu bildirdi. 15 yıl önce tüm dünyada bel fıtığından ameliyat oranının yüzde 46 olduğunu söyleyen Alptekin, bugün bu rakamın yüzde 3'lere düştüğünü vurguladı. Alptekin, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Bel fıtığı ameliyatlarının yapılması için uluslararası bir takım kriterler var. Bu kriterlere göre, hastanın büyük abdesti veya idrarının kontrolü yapılamadığı durumlar ile iktidarsızlık riski taşıyan hastalarda cerrahi yöntem uygulanabilir. Ancak bu belirtiler de zaten bin bel fıtığı hastasının birinde görülüyor. Çünkü cerrahi müdahalenin yarattığı sorunlar çok fazla. Her ameliyatın riski vardır: Bel ve boyun cerrahisinde

1. Ameliyatta yüzde 15-45 risk var.
2. Ameliyatta risk yüzde 68'e, üçüncü ameliyatta ise yüzde 98'e çıkar.

Halbuki ameliyattan önce bilimsel tedavi yöntemleri var. Amerika'da bu cerrahi müdahaleyi yaptırmak neredeyse imkansız. Hastalar ameliyat olmadan önce en az 10 kez düşünsünler." Her bel ağrısının bel fıtığı olmadığını söyleyen Alptekin, bel ağrılarında bel fıtığını taklit edebilen yaklaşık 30 hastalık olduğunu söyledi. Alptekin, bel fıtığı hastalığı için risk faktörlerini ve korunma yöntemlerini şöyle sıraladı:

"Stres adalelerdeki spazmı artırıyor. Vücudun bağışıklık sistemini etkiliyor. Bu nedenle stresten uzak bir yaşam tarzı bel a hastalık riski de artıyor."

Türk doktorun büyük başarısı

ABD'nin önde gelen kalp hastalıkları merkezi Texas Heart İnstitute'da çalışan Türk doktoru Hakan Akay yılın "En Başarılı Cerrahı" ünvanını kazandı.

Burdurlu Dr. Hakan Akay, kalp cerrahisinin babası sayılan dünyaca ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Denton A. Cooley'in kurduğu Texas Heart Institute de iki yıldır çalışıyor. Dr. Hakan Akay, bu kurumun geleneksel başarılı cerrah ödülünü Dr. Cooley'in elinden aldı.

Hakan Akay'ın da içinde bulunduğu Dr. Cooley'in ekibi, başta kalp nakli olmak üzere kalp hastalıklarının otoritesi sayılıyor. Dr. Akay'a plakete ek olarak, diğer ünlü kalp merkezleri Cleveland Clinic, Harvard ve Stanford Tıp Fakülteleri'nde araştırma ziyaretleri imkanı da sağlandı.

GÖZ...GÖZ...GÖZ...

Bilgisayar, gözdeki sorunu ortaya çıkarıyor

Prof. Tolun, bilgisayardan uzaklaşıp 1-2 dakika süreyle uzağa bakılmasının ve 5 dakika kadar da gözlerin kapalı tutulmasının gözleri dinlendireceğini belirtti.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Hayati Tolun, bilgisayarın gözleri bozmadığını belirterek, "Ancak kişilerde daha önceden var olan göz sorunları, yoğun bilgisayar kullanıldığında ortaya çıkar" dedi. Prof. Tolun, bilgisayarın yaydığı ultraviyole ışınların ciltte olduğu gibi gözlerde de mevcut sorunların ortaya çıkmasına yol açtığını vurguladı.


Bilgisayar ekranının gözlere hiçbir zararı olmadığına işaret eden Prof.Tolun, şunları kaydetti: "Kişi sürekli bilgisayar kullandığı için, yazılarda bulanıklaşma, gölgelenme, gözlerde sulanma, yanma, bir gözü hafif kapama ihtiyacı, göz kapaklarında şişmeler gibi sorunları doğrudan bilgisayara yüklüyor. Ancak, 0,25-0,50 gibi küçük hipermetroplarda çok şiddetli göz sulanması, göz ağrısı, baş ağrısı gibi sorunlar çıkabilir. (Bilgisayar gözümü çok yoruyor, gözüm sulanıyor, gözümde şişkinlik var) diyen kişilerin mutlaka muayene olması lazım. Bu belirtiler, gözlerinde sorun olan kişilerde ortaya çıkar."

"Filtre göz sağlığı için gerekli"
Prof. Tolun, bu sorunlarla kendilerine başvuran hastaların tedavi için ilk tercihinin göz damlası olduğunu dile getirerek, şöyle konuştu: "Gözlerinde yanma, kızarıklık, yaşlanma ve kapakların şişmesi gibi şikayetleri olan hastaların gözlük kullanması gerekir. Fakat insanlar, görmede sorun yaşamadıkları için gözlük kullanmak istemiyorlar. Sadece iyi görmek yetmiyor, kaliteli görmek ve göz fonksiyonlarını sağlıklı kullanmak da önemlidir."

Gözlüklerde ya da bilgisayarda filtre bulunmasının göz sağlığı için gerekli olduğunu belirten Prof. Tolun, bilgisayardan uzaklaşıp 1-2 dakika süreyle uzağa bakılmasının ve 5 dakika kadar da gözlerin kapalı tutulmasının gözleri dinlendireceğini belirtti.

DİŞ...DİŞ...DİŞ...

Saydam takma diş yapıldı

Berlin'de kullanılmaya başlanan saydam takma dişin tek olumsuz yanı, fiyatı... 5 ila 9 bin marka maloluyor.

ABD'de geliştirilen saydam takma diş Almanya'da ilk kez başkent Berlin'de kullanılmaya başlandı. Charite hastanesinin Ortopedi Bölüm Başkanı Prof. Rainer-Reginald Miethke, yeni geliştirilen saydam takma dişi "dünyada bir tıp devrimi" olarak nitelendirdi.


Miethke, saydam takma dişin, diş teli gibi ağız içerisinde yara yapmadığını, dişler arasına kırıntı kaçmasını engellediğini ve dışardan bakıldığında da görülmediğini söyledi. Berlinli ortopedistlerin, hastalarının diş izlerini ve röntgen fotoğraflarını ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki Align adli şirkete gönderdiklerini kaydeden Miethke, dişlerle ilgili bilgilerin bilgisayara verildiğini, Pakistan'daki grafik tasarımcılarının bu verilere dayanarak bilgisayarda dişlerin 3 boyutlu bir modelini hazırladıklarını anlattı. Miethke, hazırlanan modelin daha sonra Meksika'daki bir şirkete gönderildiğini, saydam takma dişin burada hazırlandığını ve Berlin'deki müşteriye gönderildiğini söyledi. Charite hastanesinde 20 müşterinin saydam takma diş kullandığını ve dışardan bakıldığında görülmediği için çok mutlu olduklarını belirten Miethke, saydam takma dişin tek olumsuz yanının 5 ila 9 bin marka malolması ve hastalık sigortalarının bu masrafı ödememesi olduğunu sözlerine ekledi.

ORTOPEDİ

Menüsküs artık sorun değil

İngiltere'nin Stanmore kentindeki Ulusal Ortopedi Hastanesi'nde uzmanlar, laboratuvarda yetiştirdikleri kıkırdakla, dizdeki sakatlıkları tedavi etmeyi başardılar.

Uzmanlar, bu yeni teknikle yüzde 80 başarılı olunduğunu açıkladılar.

Yeni yöntem, dizdeki sağlıklı kıkırdaktan alınan hücre yardımıyla, laboratuvar ortamında üç veya dört haftada üretilen kıkırdağın, yeniden hastanın dizindeki arızalı bölgeye nakledilmesini öngörüyor. Nakil ameliyatından sonra en fazla iki yıl içinde olumlu sonuç alınıyor.

Doktorlar, bu yöntemin özellikle sakatlık geçiren genç sporculara uygulanacağını ifade ediyorlar. Bu yeni yöntemle, tedavisi imkánsız biçimde sakatlanan bir çok sporcunun, yeniden spor yaşamına dönebileceği belirtiliyor.

Bel ağrısına yeni çözüm

Time Dergisi'nin son sayısındaki habere göre ABD'de yetişkinlerin yüzde 80'i yaşamlarının bir bölümünde bel ağrısı çekiyor. Araştırmalara göre bel ağrıları soğuk algınlığından sonra en fazla işgücü kaybına neden olan hastalık. Bel hastalıklarının büyük bir bölümünden fizik tedavi ya da reçetesiz satılan ilaçlarla kurtulmak mümkün. Ama bazı hastalar için her şey bu kadar kolay değil. Ancak ‘‘Nükleoplasti’’ yöntemi, her yola başvurmalarına rağmen çözüm bulamayan bel hastalarının imdadına yetişiyor. Nükleoplasti, minimal ‘‘disk herniasyonu’’ olan, yani disk kaymasının tehlikeli boyutlara ulaşmadığı hastalara uygulanabiliyor.

5-7 BİN DOLAR

Bel fıtıkları, omuriliğin esnemesini sağlayan jelimsi maddenin dışarı çıkarak sinirlere baskı uygulamasından kaynaklanıyor. Nükleoplasti, sinirler üzerindeki bu baskının kaldırılmasını sağlıyor. Bu tedavi yönteminde hastaya lokal anestezi yapılıyor ve az miktarda sakinleştirici veriliyor. Bir iğneyle sorunlu diske ulaşılıyor. İğneye X-ray ışınları yol gösteriyor. İğneye tutturulmuş, çubuğa benzer bir cihazla sinirlere baskı yapan, dışarı taşmış jelimsi maddeye ışın veriliyor. Bu ışınlar jelimsi maddeyi ısıtıp buharlaştırıyor. Operasyondan sonra hastalar bir hafta içinde güç kazanabilmek için fizik tedavi programına başlayabiliyorlar.

California'daki Standford Omurilik Merkezi Başkanı Dr. Yung Chen'e göre ABD'de şimdiye kadar 2500 hastaya bu yöntem uygulandı. 5 ila 7 bin dolara mal olan operasyonlarda yüzde 70 başarı sağlandı. Buna rağmen Dr. Chen'e göre, nükleoplasti tamamen risksiz bir yöntem değil. Bu yöntemin uygulandığı hastalarda nadiren de olsa kanama, enfeksiyon ve sinir tahribi gibi komplikasyonlar görülebiliyor. Ancak bu yöntemin bel fıtığı ameliyatlarından daha sorunsuz olduğuna dikkat çekiliyor

Sıtmaya ilaç bulundu

Bilim adamları, ilk kez sıtma hastalığını önleyen ve yan etkisinin olmadığı tahmin edilen bir ilaç geliştirdi.

Alman Geo dergisinin haberine göre, Almanya'daki Tübingen Tropik Hastalıklar Enstitüsü'nde görevli araştırmacıların yaptığı deneyler sonucunda, üç gün kullanılan Tafenoquine adlı madde, iki ay boyunca sıtma hastalığından koruyor. Enstitünün Parazitoloji bölüm başkanı Peter Kremsner, Gabon'da yapılan klinik deneylerle, Tafenoquine maddesinin etkinliğinin kanıtlandığını söyledi. Sıtma hastalığının yaygın olduğu bölgelerde sağlık politikasıyla ilgili yeni önlemlerin alınabileceğini belirten Kremsner, Tafenoquine maddesinin tek olumsuz yanının, glikoz-6-fosfat-dehidrogenase eksikliği olarak adlandırılan enzim bozukluğu olan kişilerde kullanılamaması olduğunu kaydetti. Enzim bozukluğunun tespiti için kapsamlı kan tahlili yapılması gerektiğini belirten Kremsner, tahlili kolaylaştıracak bir kan testi bandı üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) verilerine göre, sıtma riski yüksek olan bölgelerde yaklaşık 2,4 milyar insan yaşıyor. Yılda 300 ila 500 milyon kişi sıtma hastalığına yakalanırken, bunlardan 1,5-2,7 milyonu hayatını kaybediyor

ABD'de ilk defa bir ilaç 5 ayda onaylandı...

Urla savaşan yumurtalık kanseri ilacı, yeni umut... ABD'de tümörleri yok edici yumurtalık kanseri ilacı, 5 ay gibi kısa bir zamanda onaylanarak bu konuda rekor kırıldı.

Genellikle bir ilacın onaylanmasının 7 yıl sürdüğüne değinen uzmanlar, Başkan Bill Clinton'ın Mart ayında yaptığı açıklamada kanser ilaçlarının bekletilmeden onaylanmasını tavsiye etmesi üzerine, ABD Gıda ve İlaç Dairesi FDA'nın elini çabuk tuttuğuna işaret etti. ABD'de yiyecek ve ilaçları denetleyen kurum FDA'nın yönetim kuruluüyesi David A. Kessler, yumurtalık kanserinin tekrarlaması durumunda tedavisinin zor olduğuna, yeni ilacın, diğer tedavi uygulamalarına duyarlılık göstermeyen hastalar için büyük bir potansiyel taşıdığına değindi.
"Topocetan-Hycamtin" adındaki ilaç, "Camptothecins" adını taşıyan yeni sınıf ilaç grubuna dahil.

Yumurtalık kanseri tedavisinden sonra hastalıkları tekrarlayan insanlarda kullanılacak ilacın, 337 hasta üzerinde yapılan klinik denemelerinde tümörleri yüzde 17 küçülttüğü görüldü. İlacın sadece 5 aylık bir denemeden sonra etkili olduğunun görüldüğüne değinen uzmanlar, kısa sürede elde edilen neticenin, umut verici olduğunu açıkladılar. Diğer yumurtalık kanseri ilacı Taxol'un da yeni ilaca yakın derecede tedavi edici olduğu belirtiliyor.

Topocetan'ın bazı hastalarda yan etkilerinin olacağına değinen araştırmacılar, bu yan etkilerden birinin, beyaz kan hücrelerinin azalması olduğunu ve bu durumda hastanın enfeksiyonlarla mücadelesininzorlaşabileceğini kaydettiler.
Diğer yan etki, kandaki pıhtılaşma oranının azalması ve kanama riskinin doğması olarak gösteriliyor. İlacın hafif yan etkisi olarak ise mide bulantısı yaptığı açıklandı. İlaç, ABD'nin Philedelphia bölgesindeki SmithKline Beecham firmasıtarafından piyasaya çıkarılacak. İlacın kısa zamanda piyasaya sürüleceği bildirildi

Kanser ilacı 3 yıl içinde çıkacak...

İngiltere'deki Dundee Üniversitesi bilim adamlarından "Sir" unvanı sahibi Prof. David Lane, önümüzdeki Eylül ayı içinde yeni bir kanser ilacının denemelerine başlanacağını ve başarılı olunursa kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavi yöntemlerinin üç yıl içinde tarihe karışacağını söyledi.

Son derece güçlü bir uluslararası ekiple birlikte çalışma ve araştırmalarını sürdürecek olan ve önümüzdeki yılların Nobel ödülü adaylarından biri olarak görülen Prof. Lane, söz konusu ilacı yine kendi buluşu olan p-53 geninin özelliklerine dayandıracak.

Prof. Lane (47) tarafından bulunan p-53 geni vücudun koruyucu meleği" ya da "bekçi geni" olarak tanımlanmıştı. Söz konusu gen, ürettiği protein sayesinde "tümör düşmanı" ilan edilmişti. Genin ürettiği proteinin eksikliğinin akciğer, bağırsak ve yumurtalık kanserlerinin yüzde 90'ına, beyin kanserlerinin ise yüzde 50'sine neden olduğu belirtiliyor. Bu genin ürettiği proteinin önemini kavrayan Prof. Lane ve beraber çalışacağı 90 kişilik bilim ekibi, kendileri için İngiltere'nin Dundee kentinde hazırlanan bir araştırma merkezinde, bu proteinin nasıl olup da laboratuvar koşullarında kopyalarak çoğaltılabileceğini araştıracak.

Prof. Lane, bunun bir molekül ile mümkün olduğunu düşünüyor. Bu molekül üzerindeki denemelerini derinleştirecek olan Lane, bunların sonucunda büyük olasılıkla kanser tedavisinde kullanılacak p-53 geni üretimi proteini, laboratuvar koşullarında çoğlatabileceğini ve dışardan vücuda verebileceğini tasavvur ediyor. Eğer herşey hesaplandığı gibi giderse yeni ürtilecek ilacın üç yıliçinde piyasada olması bekleniyor.

Kan incelten ilaç Plavix, öldürücü risk taşıyor!

Kalp damarlarının açılmasında kullanılan Anjiyoplast uygulamasından sonra hastalara verilen Plavix adlı kan inceltici ilacın, bazı hastalarda öldürücü bir kan hastalığına yol açtığı açıklandı. New England Journal of Medicine adlı derginin 15 Haziran sayısında konuyla ilgili açıklamalara yer verileceği bildirildi. Bristol-Meyers Squibb ve Sanofi-Synthelebo adlı firmalar tarafından üretilen ilacın, tüm dünyada 3 milyon insan tarafından iki yıldan bu yana kullanıldığı bildirildi. Plavix kullanan 11 kişide, Amemia (Kan azalması ile ilgili) hastalığının öldürücü formu olan Thorombolic Purpura (TTP) geliştiği belirtildi. İlacın faydası nedeniyle kullanılması gerektiğine değinen araştırmacılar, hastaların yakından gözlenmesi gerektiğini kaydettiler.

Faydası daha fazla...
Plavix ilacının, Anjiyoplast uygulamasından sonra hastalara bir ay süreyle verildiği, ''mini beyin kanaması'' geçiren hastalara ise büyük kanamayı önlemek için ilacın daha uzun süre kullandırıldığı ve ilacın, genellikle aspirin kullanamayan hastalara verildiği belirtildi. Plavix'in, Amemia hastalığı ile ilgisini saptayan North Western Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Charles L. Bennett, ilacın faydasının büyük olduğunu, bu yüzden hastaların kullanması gerektiğini kaydetti. Dr. Bennett, ilacı veren doktorların hastalarını en az bir - iki hafta gözlem altında tutmalarını salık veriyor. Anemia hastalığının, 11 kişinin 10'unda ilacın kullanılmasından sonra iki hafta içinde görüldüğü, 11 kişinin dışında ilacı kullanan 60yaşındaki bir hastanın ise, birkaç gün içinde öldüğü açıklandı. TTP hastalığının, alyuvarları ve kanı incelten hücreleri öldürdüğü, yan etki olarak Anemia, böbrek yetmezliği ve anormal kalp atışlarına, nörolojik bozukluklara yol açtığı bildirildi. Plavix ilacının aspirinden daha yararlı olduğunu belirten araştırmacılar, inmeleri ve yeni kalp krizlerini önlediğine değiniyorlar. İlaç ile ilgili olarak yeni ve daha boyutlu araştırmaların yapılacağı bildirildi.

İlaç alerjileri

İlaçların İstenmeyen Etkileri Nelerdir?

İlaç alerjileri, istenmeyen etkilerinin %5-10 unu oluşturur. İstenmeyen ilaç etkileri iki grupta incelenir:

1) önceden tahmin edilebilenler. Bunlar sıklıkla ilacın dozuna ve bilinen farmakolojik etkisine bağlıdır, diğer yönlerden normal olan hastalarda görülür, istenmeyen ilaç etkilerinin %80' inden sorumludur. Bu reaksiyonlara örnek olarak toksisite, yan etkiler, Herxheimer reaksiyonu, ilaç-ilaç etkileşimleri verilebilir.

2) önceden tahmin edilemeyenler. Bu reaksiyonlar ise genellikle ilacın dozuna ve farmakolojik etkisine bağlı değildir, sıklıkla kişinin bağışıklık cevabı veya duyarlı kişilerin genetik farklılığı ile ilgilidir. İntolerans, idiyosinkrazi, allerjik ve psödoallerjik (yalancı alerjik) reaksiyonlar bu gruptandır.

İlaç Alerjisi Nasıl Oluşur?
Alerjik ilaç reaksiyonları, daha önce alınmış bir ilaç ile tekrar karşılaşıldığında spesifik antikor yapılması veya duyarlı Tlenfositlerin çoğalması, veya her ikisinin aynı anda oluşması ile karakterize bağışıklık yanıtının sonucudur. İlaç ile daha önce karşılaşılmamışsa, aynı ilacın alımıyla 1 haftadan önce allerjik reaksiyon genellikle görülmez. Psödoallerjik (yalancı alerjik) reaksiyonlar klinik olarak allerjik reaksiyonlara benzer ancak ilaçla ilk karşılaşmada ortaya çıkar ve ilacın nonspesifik olarak vazoaktif (damarlar üzerinde etkili) madde salınımını uyarmasına bağlıdır.

Penisilin alerjisi

Penisilin alerjisi sık rastlanılan bir durum mudur?

Penisilinler alerjik reaksiyonlara en sık neden olan ilaçlardır. Amerika Birleşik Devletleri'nde penisiline karşı allerjik reaksiyona tedavi kürlerinin %1-10 unda rastlanmasına rağmen bunların ancak 4 /10.000 - 15/10.000 inde anaflaktik (ağır alerjik) reaksiyon görülmüştür. Penisilin anaflaksisinden ölüm ise tedavi kürlerinin 1/50.000 - 1/100.000 inde görülmektedir. Bu, penisiline bağlı anaflaktik reaksiyonların yaklaşık onda birinin ölümcül seyrettiği anlamına gelir. Hastanede yatan hastaların %10-20 sinin penisilin allerjisi öyküsü vermelerine karşın, bunların yaklaşık %75 inin hatalı bir şekilde "penisiline alerjik" olarak tanımlanmış veya zamanla duyarlılıklarını kaybetmiş oldukları gösterilmiştir. Penisilin Alerjisi Nasıl Oluşur?
Ölümcül penisilin reaksiyonlarının %96 sı ilaç uygulandıktan sonraki 60 dakika içinde ortaya çıkmaktadır. Penisilinin damardan veya kas içi uygulanması ağızdan kullanımından daha fazla allerjik reaksiyona neden olur. Penisilin allerjisi öyküsü olanlar, böyle bir öykü olmayan kişilere göre 4-6 kat daha fazla reaksiyon görülme riskine sahiptirler. Bununla birlikte fatal penisilin ve diğer sentetik penisilin allerjik reaksiyonlarının çoğu, daha önce bu antibiyotiklere karşı allerjik reaksiyon vermemiş
kişilerde görülür. Bu kişilerin duyarlılaşması, son penisilin tedavisi sırasında gizli çevresel karşılaşma ile oluşabilir. Gıdalara koruyucu katkı maddesi olarak konulan penisilin, eti yenen hayvanlara daha
önce tedavi amacıyla verilmiş olan penisilin veya sağlık personelinin havadaki penisilin partiküllerini soluması bu tip bir karşılaşmadır. Penisilin molekülündeki beta laktam halkası fizyolojik şartlarda vücutta kendiliğinden açılarak penicilloyl grubu oluşturur. Penisilin moleküllerinin %95 i penicilloyl
grubuna dönüşüp vücuttaki proteinlere geri dönüşümsüz bağlandığı için bu gruba major determinant denilmiştir. Bu reaksiyon, prototip olan benzil penisilin ve hemen hemen tüm sentetik penisilinler ile gerçekleşir. Benzil penisilin, diğer bazı antijenik determinantları oluşturmak üzere %5 oranında başka metabolik yollarla da parçalanır.
Bu parçalanma sonucu oluşan, az miktarda yapılıp değişik kişilerde farklı bağışıklık cevapları uyaran ürünler "minör determinantlar olarak isimlendirilmiştir (benzylpenicilloate, benzlypenylloate,
benzlypenicilline G). Penisiline karşı anaflaktik reaksiyonlar genellikle minör determinantlara karşı oluşan IgE antikorlarıyla ortaya çıkmaktadır.
Akselere (hızlanmış) ve geç ürtikeriyal (kaşıntılı allerjik döküntü) reaksiyonlar ise genellikle penicilloyl-spesifik IgE antikorlarıyla (major determinant) gerçekleşir.

Penisilin alerjisi nasıl tanınır?

1. Ayrıntılı öykü:
İlacın daha önce neden olduğu reaksiyon ile ilgili ayrıntılı öykü, tanı ve tedavide belirleyici olabilir. Uzun süredir kullanılmakta olan ilaçlardan çok, yeni aşlanan veya mükerrer verilen ilaçlar reaksiyon açısından daha önemlidir. Önceden bir ilaca allerjik cevap veren hasta yapısal olarak farklı da olsa başka bir ilaca karşı
reaksiyon verme riski taşır. Örneğin penisilin allerjisi saptanan hastalarda diğer grup antibiyotiklere allerjik reaksiyon verme riski 10 kat artmıştır. Penisilinle karşılaşma öyküsü allerjik reaksiyonlar için risk olmamakla birlikte, penisiline allerjik reaksiyon verme
öyküsü önemli bir risktir. Allerjik hastalık öyküsü ilaç allerjisi riskini artırmaz, ancak anaflaktik (ağır allerjik) ilaç reaksiyonları için predispozan (kolaylaştırıcı) faktördür. Antimikrobiyal ilaçlara gösterilen reaksiyonlarda ailesel yatkınlık sözkonusudur. Antibiyotik allerjisi olan ebeveynin çocuğunda 16 yaş itibarıyla aynı ilaca karşı allerjik reaksiyon görülme olasılığı %26 dır. Bir başka deyişle, aile öyküsü olmayanlara göre 15 kat artmıştır.

2. Kanda RAST (Radio Allergo Sorbent Test) testi: Penicilloyl determinantına karşı IgE antikorunu belirleyen RAST geliştirilmiştir. Halen minör determinant antikorları için RAST mevcut değildir. Yalancı pozitiflik ve yalancı negatiflik olabilmektedir. Bu edenlerle RAST ve diğer in-vitro analoglarının klinikte kullanımı sınırlıdır.

3. Cilt testi:
Bir kişinin IgE ye bağlı akut penisilin allerjik reaksiyon potansiyeli taşıyıp taşımadığını değerlendirmede en faydalı bilgi major ve minör penisilin determinantlarına
olan cilt testi cevabıdır. Major determinant-spesifik IgE antikorunun belirlenmesinde cilt testi solüsyonu olarak kullanılan penicilloyl-polylysine (PPL) elde edilmiştir. Bu madde ticari sunumdadır (Pre-Pen®), ancak ülkemizde mevcut değildir. Minör eterminantlar labil olduğu için ve multivalan formda sentezlenmesi zor olduğundan, cilt testi genellikle benzil penisilin G, benzil penisilinin alkali hidroliz ürünü olan
benzylpenicilloate ve asit hidroliz ürünü olan benzlypenylloate karışımı (Minor Determinant Mixture; MDM) ile uygulanmaktadır. Fakat MDM halen ticari sunumda değildir. Minör determinant reaktifi olarak
sadece benzil penisilin 10.000 U/ml dilüsyonda kullanılırsa allerjik hastaların %5-10 u gözden kaçar. Bu hastaların bir kısmı ciddi anaflaktik reaksiyon riski taşıyabilir. Bununla birlikte bu solüsyon, IgE ye bağlı reaksiyon öyküsü olmayan hastalarda MDM'a iyi bir alternatiftir.

Güvenlik açısından, intradermal cilt testi yapılmadan önce çizme (scratch) veya epikütanöz delme (prick) test uygulanmalıdır. Cilt testi reaktiflerine karşı sistemik reaksiyon, penisilin allerji öyküsü bulunan hastaların %1 veya daha azında görülmüştür. Ön kolun iç yüzünde 26 G PPD iğnesi ile 1 cm zunluğunda bir çizik yapılır. Bu çiziğin üzerine 0.1 ml ulandırılmamış reaktif damlatılır, 10 dakika içinde reaksiyon görülmezse intradermal teste geçilir. Çizik etrafında 20 dakikadan fazla sebat eden endurasyon (ciltte sert kıvam ve kızarıklık) pozitif reaksiyondur. İntradermal testte ise 0.02 ml reaktif ile ciltte 3-4 mm kabarcık oluşturulur. 15-20 dakika sonra endurasyon çapı 5 mm veya daha fazla ise test pozitif kabul edilir.

"İnternetten ilaç satışı sakıncalı"

İnternetten ilaç satışının gereksiz ve kontrolsüz ilaç tüketimini artıracağı ileri sürüldü.

İzmir Eczacılar Üretim, Temin, Dağıtım Kooperatifi (EDAK) Başkanı Vecihi Özerdemli, internet ortamında kullanıcı ile arada herhangi bir sağlık elemanı olmadığını, ilacın uluslararası şirketlerden tüketiciye ulaşacağını belirtti. İlaç satıcısının bilgisayar ortamında verdiği bilginin ne kadar doğru, ne kadar bilimsel olduğunun bilinemediğini belirten uzmanlar, ilacın tedavi özelliğini göstermesi için akademik eğitim almış insanların önerisinin gerekli olduğunu kaydettiler.

İzmir Eczacılar Üretim, Temin, Dağıtım Kooperatifi (EDAK) Başkanı Vecihi Özerdemli, internette ilaç satışını, eczaneler için olası bir tehlike olarak gördüklerini bildirdi. ABD'de ilaçların e-ticarete konu olduğunu, ilaç satışını büyük pazarlama ve dağıtım şirketlerinin yaptığını anlatan Özerdemli, "Avrupa'da da 2001 yılında internetten ilaç satışına başlanacak. Şimdiden reçetesiz satılan vitaminler ve benzeri maddelerle bu uygulamaya yavaş yavaş başlandığını görüyoruz" dedi.

Türkiye'de yasaların internetten ilaç satışına izin vermediğine işaret eden Özerdemli, "Türkiye, bir tehlike olarak gördüğümüz bu gelişmenin dışında kalamaz. Yasalar değişmez değildir. Büyük sermaye grupları baskı yaptığında, kamu yararı da öne sürüldüğü takdirde yasalar kolayca değişebilir" diye konuştu.

Eczacıyla bağı koparıyor
İnternetten ilaç satışının, ilacın eczacıyla bağını koparacağını öne süren Özerdemli, bunun sonucunda reçetelerin artık eczanelere uğramayacağını, ilacın uluslararası şirketlerden tüketiciye ulaşacağını söyledi.
İzmir Eczacı Odası Başkanı Levent Kamacık da ABD'de Viagra dahil birçok ilacın internetten satışının yapılabildiğini belirtti. Kamacık, "Tüketici internete girdiğinde, ilaçla ilgili bilgiyi ekrandan kendisi alabiliyor. İlaç satıcısının bilgisayar ortamında verdiği bilginin ne kadar doğru, ne kadar bilimsel olduğunu bilemeyiz" dedi.

Kontrolsüz ilaç tüketilir
Her ilacın başka bazı ilaçlarla "geçimsizliği" olduğunu, her ilacın, bazı başka ilaçları kullanan hastalarda istenmeyen etkilerinin olabileceğini anlatan Kamacık, şu bilgiyi verdi:
"İnternet ortamında kullanıcı ile arada herhangi bir sağlık elemanı yoktur. Tamamen ticari kaygıyla hazırlanmış bir sistemdir. Bunun sonuçlarını ne kullanıcı, ne hekim, ne de eczacı bilebilir. İnternetten ilaç satışının en büyük sakıncası budur. Ayrıca internetten ilaç satışı gereksiz ve kontrolsuz ilaç tüketimini iyice artırır. Her ilaç, zamanında, uygun dozda, uygun tanıda kullanılmadığı zaman etkilidir. İlacın tedavi özelliğini göstermesi, ancak bu konuda akademik eğitim almış insanların önerisi üzerine kullanılırsa olabilir."

İspanya örneği
ABD'deki olumsuzlukları göz önüne alan İspanyol hükümetinin, internet üzerinden ilaç ve tıbbi malzeme satışının halk sağlığını tehdit ettiğini açıkladığını, bunun ardından bazı internet sitelerine yasaklar getirilmesinin beklendiğini anlatan Kamacık, diğer Avrupa ülkeleri ve Türkiye'nin de İspanya'yı örnek almalarını istediğini söyledi. İnternet üzerinden ilaç satışının ülke sınırı tanımadığını da kaydeden Kamacık, internetle satılan malların dünyada çok rahat dolaşabildiğine dikkati çekti. Türkiye'de kamuoyuna ilaç gibi lanse edilen, aslında Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı'ndan ruhsatlı "gıda takviyesi" statüsündeki, genellikle ithal edilen ürünlerin internet üzerinden satışının yapılabildiğini belirten Kamacık, bu maddelerin arasında doğal kaynaklı vitaminlerin, zayıflatıcı veya selülit giderici etkili formüle sahip ürünlerin bulunduğunu bildirdi.

Kalp ilacı migrene iyi geliyor

Kalp ve damar hastalıklarında kullanılan Lisinopril'in, migren ağrılarını önlediğini belirtildi.

19-59 yaş grubuna dahil ve migren ağrısı çeken bir grup hasta üzerinde Lisinopril ilacını deneyen araştırmacılar, bu ilacı kullananlarda migren ağrılarının placebo kullanan hastalara göre azaldığını belirledi. Lisinopril'in denendiği bazı hastalarda, 12 hafta süren tedavi sonunda ağrının olduğu gün ve saatler azaldı, ağrının şiddeti yavaşladı. Konuyla ilgili araştırma sonuçları, British Midcal Journal adlı tıp araştırmaları dergisinde yayımlandı.

site yapım,içerik ve dizayn:

SELCUK TUNCER

nick: BLueMooN