HER CANLI BIR MUCIZEDIR

YUNUS KAAN TRUVALI

                Son yillarda biyoloji ve tip sahalarinda genetik ile ilgili çok önemli gelismeler kaydedilmistir. Genetik artik ayri bir bilim dali olarak kabul edilmekte ve uygulama sahasi da hizla genislemektedir. Canlilarin sifresi olan genler DNA olarak adlandirilan ve uzun zincirler halinde bir araya gelmis moleküllerden olusur. Binlerce genin biraraya gelmesiyle de bir canlinin fizikî yapisi ile ilgili bilgilerin tümünü içeren bir ansiklopedi meydana gelir. Canlilarin tamaminin genlerinin temel yapisi olan DNA molekülleri bazi virüsler hariç sadece 4 çesit nükleotidden olusmustur.

                Bu dört nükleotidin farkli siralarla biraraya gelmesiyle de birbirinden çok farkli özelliklere sahip biyolojik yapilar ortaya çikar. Dolayisiyla her canlinin kendine has farkli bir sifresi mevcuttur. Insandan bitkilere kadar tüm canlilarin ortak bir Yaraticiya sahip olduklarinin baska bir delili olan genlerle ilgili bilgilerimiz, son yillarda genetikcilerin buluslari ile hizla ilerlemesine ragmen, insanoglu bu konuda henüz yolun çok basindadir. Insanin genetik haritasinin ortaya çikarilmasi ile ilgili olan proje, dünyanin çesitli yerlerindeki bilim adamlarinin katkilari ile 2005 yilinda bitirilmeye çalisilmaktadir. Tabii bu asamadan sonra, bu genlerin fonksiyonlarinin tek tek ortaya çikarilmasi gerekecektir. Bu ise âdeta dipsiz bir kuyuya girmek gibi bir durum demektir. Çünkü tüm gelismelere karsin halen genetikciler ve embriyologlar canlilarin anne karninda olusma seklini anlayabilmis degildirler. Iki hücrenin birlesmesi sonucu olusan ilk fetal hücreler belirli bir sayiya ulasincaya kadar birbirinden hiçbir farklilik göstermezler. Ilk fetal hücrelerdeki DNA sifreleri ile, canli dogduktan sonraki hücrelerin DNA sifreleri aynidir. Ayni durum canlilarin degisik organlarina ait hücreler için de geçerlidir. Beyin, karaciger, deri, göz gibi organlarin hücreleri çok farkli yapi ve fonksiyonel özelliklere sahip olmasina ragmen nukleuslarindaki DNA sifreleri birbirinden farkli degildir. Tabii bu noktada çok temel bir soru hemen insanin aklina gelmektedir.

                Madem birbirinden bu derece farkli özelliklere sahip olan bu organlarin hücrelerinin genetik sifresi birbirinin aynisidir ve biz de canlilarin biyolojik yapilarinin bütün özelliklerini genlerin belirledigini biliyoruz, o zaman embriyolojik hayattaki bu farklilasma nasil olusmaktadir ? Iste insanoglu basit fakat çok temel olan bu sorunun cevabini bilmemektedir. Fetal hücreler belirli sayiya ulastiktan sonra gittikçe farklilasmaya baslar. Iç organ, kemik, deri hücreleri gibi hücreler halini alip bu doku ve organlarin görevini yapmaya baslarlar. Bu degisim sirasinda ise temel genetik sifre, yani DNA sifresi hiçbir degisime ugramaz. Organ ve dokularin tek farklilik gösteren özelligi, onlarin farkli fonksiyonlari da degildir. Ayni zamanda 3 boyutlu sekil ve büyüklükleri de kendilerine özgündür. Karaciger belirli bir büyüklüge sahiptir. Karaciger hücreleri çogalirken organ belirli büyüklüge ulastiginda hücreler çogalmayi, durdururlar. Deri hücreleri de keza ayni sekilde vücudun kendine özgün seklini verirken belirli sinirda çogalmayi durdurur. Peki bu sinirlar genetik sifrede nasil belirlenmektedir ? Hücreler önlerinde bir engel olmadigi halde vücudun ve organlarin seklini verebilmek için belirli bir sinirda nasil durabilmektedir ? Tek yumurta ikizlerinin birbirinin ayni olan yüz yapisini olusturan deri hücrelerinin, ne kadar sayida hangi bölgede olmalari gerektigini belirleyen faktörler nelerdir ? Son yillarda populer olan genetik klonlama yani kopyalama ile ilgili medyada çikan haberlere ragmen, genetik biliminde yolun çok basinda sayiliriz.

                Henüz genetik yukarida özetlenen bazi temel kavramlari bile açiklamaktan çok uzaktir. Tabii bu bunlarin birgün açiga çikmayacagini da göstermez. Burada vurgulanmasi gereken husus "bir koyunun kopyasini yarattik" diye ortaya çikan bazi bilim adamlarinin aslinda ne kadar büyük bir gaf yaptiklaridir. Rabbimizin bize verdigi akil, göz gibi daha nice nimetlerin hikmetini anlamaktan âciz olan bazi insanlarin âdeta isyankâr bir tavirla bu ifadeleri kullanmasi gerçekten üzücüdür. Bize düsen görev Rabbimizin emrettigi gibi ilimde ilerlerken, bunu tefekkür, takdir, hayranlik, ve sükür duygusu içinde yapmaktir.

Bu Yazı Zafer Dergisinden Alınmıştır... ( Kendilerine teşekkürler... )

Geri