RIZK RISKTEDIR
MURAT ÇİFTKAYA
Kimi
konular birkaç günlügüne gündemimize misafir olup yerlerini yenilerine terketseler
de, bazi konular gündelik konusmalarimizin merkezinde kalmaya devam ediyor: fiyatlar,
ihtiyaçlar, enflasyon ve hepsini içine alan "geçim sikintisi" gibi. Bu
konular sadece "fakir-fukara"nin degil nisbî olarak zengin sayilabilecek
insanlarin da dillerinde geziyor. Her ay yapilan "Bu ay en çok neyi konustuk?"
arastirmalarinda, "ekonomi" birinciligi baska birseye hemen hiç kaptirmiyor.
Çok degil, 15-20 sene önce, gazetelerin özel bir ekonomi sayfasi bile yokken, simdi
para, borsa, sirketler vs. için ayri ayri sayfalar tahsis ediliyor. Kisacasi, gittikçe
daha fazla ekonomi eksenli düsünüyor, konusuyor ve yasiyoruz. Her yeni gün, yeni
tedirginlikler, endiseler ve korkular tasiniyor dünyamiza. Ihtiyaçlarimizi,
isteklerimizi elde etmeye yönelik belirsizlikler, ihtimaller ve soru isaretleri birer
sikinti kaynagi haline geliyor. "Acaba"lar, "yoksa"lar, "ya
olmazsa"lar, geçim ve gelir konularinda bize "dert" kaynagi oluyor. Öyle
ki, bu kaygilar ve korkular, geçinmeyi bir dert ve sikinti haline getiriyor. Rizk ve
ekmek kazanmak, bir aslanla savasmak kadar tehlikeli ve korkulu bir konu bizim için.
Ekmegi "aslanin agzi"ndan alabilmek gerekiyor çünkü.
Peki,
çözüm olarak ne yapiyoruz? Çogu çareyi "kesin ve garantili" rizk
kapilarinda bulmaya çalisiyor ve bunlarin basinda da devlet memurlugu geliyor. Esasen,
umuma hizmet yeri olmasi gereken "devlet kapisi," ne yazik ki, çogunluk
tarafindan risksiz bir gelir kaynagi olarak görülüyor. Çünkü, bu kapiya kapagi
atanin düsük de olsa garantili bir gelire kavusacagi düsünülüyor. Memur olabilmek
için yüksek meblaglarda ödenen rüsvetler, memur alimlarinda izlenecek yöntemlere
iliskin hararetli tartismalar da bunu gösteriyor zaten. Diger bir "risksiz rzk"
arayisi faize götürüyor kimilerini. Emek sarfetmeden, riske girmeden, yan geldigi yerde
parasiyla para kazanmayi hedefleyen bu kimseler, ticaretin riskli ve kaygan zemininden
kaçmaya çalisiyor. Ilginçtir, sadece bireyler degil, en büyük sirketler dahi nice
zamandir riskli ve zahmetli yatirim ve üretimi bir kenara birakip, devlete faizle borç
vererek "garantili" kârlar elde ediyorlar ve bunu muhasebe defterlerine
"faaliyet disi gelirler" diye kaydediyorlar.
Üstelik,
bu faaliyet disi kârlar yüzlerce büyük sirketin toplam gelirlerinin yüzde doksanindan
fazlasini teskil ediyor. Bu çözümün çikmaz bir sokak oldugunu bugün yasanan
bunalimlar açikça ortaya koyuyor. Bir kisinin isini üç kisinin yarim-yamalak yaptigi
hantal ve tembel bir bürokrasi, borç faizi ödemekten cani çikmaya yaklasmis bir kamu
ekonomisi... Okudugunuz yazi, ne mikro ne de makro ekonomik tahliller yapmayi
amaçlamiyor. Eline alacaginiz dindar ya da laik her gazetenin ekonomik sayfalari bu
tahlillerle dolu zaten. Niyetimiz, bu tablonun bize gösterdigi yanlisin satih altina
inmek ve insanî varolusumuzun bir parçasini olusturan rizk konusuna risk penceresinden
bakmaya çalismak. Herbirimiz, bir balikçinin aglarini denize atmasi gibi, rizk yolunda
adimlar atiyoruz. Saticiysak dükkanimiza gidip mallarimizi sergiliyoruz, tüccarsak
ticarî iliskiler kuruyoruz, isçiysek emegimizi sarfediyoruz. Fakat, attigimiz bu
adimlarla ulasmak istedigimiz sonuç, yani rizk arasinda riskler dolu. Balikçi
örneginden devam edecek olursak, sabah kalkip teknemizle denize açiliyoruz. Bir vakit
sonra aglarimizi uygun gördügümüz bir yerde usulca denize saliyoruz. Sonra? Elbette
ki, bekleyis. Ne denize, ne baliklara hükmeden birisi olmadigimiza, baliklarin
dizginlerini biz elimizde tutmadigimiza göre, yapacagimiz, baliklarin agina dolusmasini
beklemek.
Ama
biliyoruz ki, geri çektigimizde aglari bombos da bulabiliriz. Çünkü, denize açilip
aglari attik diye, baliklar mutlaka agina dolusacak degil. Diger bir ifadeyle,
basvurdugumuz sebeblerle, umdugumuz sonuç arasinda birebir ve kesin bir iliski degil,
belirsiz bir iliski var. Iste, yollar burada çatallaniyor. ?ayet rizkimiz için sebebleri
merci taniyorsak, 'Her sonuç bir sebebin ürünüdür. Sonuçlari sebebler yapar' diyen
Avrupa felsefesi, bilsek de bilmesek de, dünyamiza hâkim demektir. Hava, rüzgâr, balik
sürülerinin gittigi yön, aglarin saglamligi, teknenin ariza yapmamasi... Olmasi ve
olmamasi 'gereken' sayisiz sebeb, dünyamiza sayisiz ihtimal tasir ve sonuçta bir
tedirginlik ve belirsizlik yasariz. Rizkimizi maddî sebeblerden biliyorsak, Bati
felsefesinin sekillendirdigi zihnimizi bu belirsizlik tedirgin edip durur. Çünkü böyle
bir zihin, sonucu -yani, rizki- maddî ve zahirî sebeplerden bilir. Dolayisiyla,
mutlulugumuzu da o sebeblere baglariz. Halbuki, merci tanidigimiz o sebebler ne bizim
ihtiyacimizi bilecek bir bilgiye, ne o ihtiyaçlari karsilayacak kuvvete, ne de iradeye
sahiptir. Âciz, cahil, suursuzdur. Onlarla sonuçlari arasinda koca bir bosluk vardir.
Sebeblerde takilan insana ancak kaygi veren bir bosluk... Zaten, Bati felsefesiyle
beslenmis esbabperest bir balikçi, aslinda tâ basindan kaygilidir. Ya firtina çikarsa?
Ya teknesini aksam koydugu yerde sabah bulamazsa? Ya, balik sürüleri ters yöne akin
ederlerse? Bu vehimlerin herbiri, onun gözünde aglarla baliklar arasindaki boslugu daha
da büyütür ve dünyasina maddi-manevi sikintilarin dolmasina sebeb olur.
Bu
durumda girisecegi bütün faaliyetler sebeble sonucu birbirine biraz daha yaklastirmaya,
yani sonucu garantiye almaya yönelik olacaktir. Fakat, sebeplerle sonuç arasindaki o
sisli, belirsiz perdeyi hiçbir zaman kaldiramadigi için rizk arayisi onun için bir
'risk' olup çikar. Burada ilginç bir noktaya isaret etmek gerekiyor. Türkçe'ye de mâl
olan 'risk, risque ve rizico' gibi Avrupaî kelimelerin mensei, aslinda 'rizk' kelimesine
dayanir. Hiçbir olumsuz anlam ifade etmeyen, aksine tamamen olumlu çagrisimlara sahip
olan rizk kelimesinin, Avrupa dillerine taban tabana zit bir anlam degisikligi yasayarak
geçmesinin nedeni, yukarida anlatilan rizk arayisinin riskli olmasina biçilen degerdir.
Yani, materyalist felsefî bakis açisi, rizkin riskte olusunu "kötü"
gördügünden, rizk ve rizk arayisi bu bakis açisi için, risk olup çikmaktadir. Oysa,
baska bir bakis açisi pekâla mümkündür ve gereklidir. Agini usulünce denize salsa
da, rizkini ne bir o yana bir bu yana dalgalanan ve ihtiyaçlarini bilip onun yardimina
kosmaktan âciz denizden, ne de yaz-boz tahtasi misâli hava sartlarindan bilmeyen mü'min
bir balikçi o belirsizlige (riske) bakip sükredecektir. Sebeple, yani balik tutmak için
bütün yapip ettikleriyle baliklarin agina dolusmasi arasindaki o mesafe onun için kaygi
degil rahatlik vesilesidir.
Niye
mi? Çünkü, o belirsizlik ve mesafe, hem bir sonuç olan rizki, hem de insanin ihtiyaç
duydugu sefkat, güven, taninip bilinme, muhatap alinma, istenen seyin hep verilmesi, vs.
gibi duygulari (ki bunlar da riziktir) maddî ve zahirî sebeblerin elinde olmadiginin
delilidir. Rizki hem âciz, hem cahil, hem suursuz, hem de gözsüz maddî sebeplerin
veremeyecegine inanmis bu balikçi, maddî sebeblerin perdesinin arkasinda, rizka
muhtaçlari taniyip bilen, onlarin her rizik istegini isiten, o rizki onlara vermeye
gücü yeten, sefkat ve merhamet sahibi Birisini, yani hakiki Rezzak'i, hisseder. Maddî
sebeblerin olsa olsa Onun kudretinin perdeleri ve rezzakiyetinin kaplari ve kapilari
olabilecegini bilir. Ve anlar ki, sebepler ile sonuçlar arasinda bulunan ve Said
Nursi'nin sema ile yer arasindaki ufka benzettigi -gerçekte sonsuz- mesafeyi kendi
bakisinda ne kadar açabilirse, yani sebeblerin rizik vermekten ne kadar uzak oldugunu
anlarsa, o ufuktan gerçek Rezzakiyet bir yildiz gibi o kadar parlak dogar ve ruhen o
kadar rahat edebilir. O yüzden ta bastan bir tevekkül içindedir mümin balikçi. Her
adimini da o tevekkülle atar. Sabah kalkisindan agi denize atincaya kadarki bütün yapip
ettiklerinin sonuca bizzat ulasma çabalamasi degil, sonucu, yani rizki Ondan istemek
için bir helâl sa'y (çalisma) oldugunu bilir.
Helâl
rizkin sebeplerden degil, sadece ve sadece gerçek Rezzak'tan istenen, Ondan bilinen ve
karsiliginda Ona tesekkür edilen rizik oldugunu da. Insanin amel ve hareketlerinde
kullugu esas alan seriat, bundan dolayi faizi yasaklamis olmali ve helâl kazançta 'risk'
unsurunu bu hikmete binaen sart kosmus olmalidir. Yani, rizkin hikmeti Rezzak'i tanitmak
olduguna göre, Rezzak'tan yüz çevirerek, hiçbir rizk duasinda bulunmadan 'garanti'
edilen kazanç helâl sayilmiyor, çünkü insana gerçek anlamda rizk olup Rezzak'i
tanitmiyor. Yine, 'Helâl rizkin onda dokuzu ticarettedir' mealindeki ikazlar, bu hikmete
binaen, riziktan asil maksadin gelip geçici birtakim ihtiyaçlarin temini degil ebedî
hayati kazanmak oldugunu ders veriyor; ve riziktan Rezzak'a, çalismaktan rizik duasina
geçis yapmamiz için bizi tesvik ediyor olsa gerektir. Yine, geçimi bir sikinti ve dert
haline getirisimizin altinda rizki sebeblerden biliyor olusumuz yatiyor olsa gerektir.
Ayni sekilde, sefkat duygularini yanlis kullanan annelerin çocuklarinin 'devlet kapisi'na
yamanmasini istemelerinin esas nedeni, devleti en kuvvetli rizk sebebi sebep
görmeleridir. Hatta kimilerinin saplanti derecesinde devletçi kesilmesinin altinda da
geçimlerini devletin cebinden bilmeleri yatmaktadir. Kisacasi, risksiz rizk arayisi
kulluk hükmüne geçmiyor. Çünkü, Hakikî Rezzak'i tanima niyetini tasimiyor. Risksiz
rizk, aslinda rizk olmuyor.
Çünkü,
insanin maddî-manevî ihtiyaçlarina karsilik gelmiyor, çünkü Rezzak'i tanitmiyor.
Üstelik, insanoglunun rizk hususundaki güven ihtiyacini iyi bilen Rabbimiz, ilâhî
kelâminda defalarca Kendisini "Hüve'r-Rezzaku Zü'l-kuvveti'l-metîn" diye
tanitarak gerçek garantiyi verir. Rizki Veren'i tanitmak için sadece "Hüve,"
yani "O," demesi yetecekken, insani teskin ve temin için, Kendisinin Hem
Rezzak, hem Kuvvet Sahibi ve hem de Metîn oldugunu hatirlatir. Tâ ki, insanlar, rizk
endisesiyle yanlis kapilari çalmasin ve kulluk yolundan etkisiz ve sahte rezzaklara dilencilik etmesinler...
Bu yazı Zafer dergisinden alınmıştır... ( İlgilerinden dolayı kendilerine çok teşekkür ederim... )