Bir terapi öyküsü CENNETİN ÇOCUĞU-1

Dr. MUSTAFA ULUSOY

Bir günün son saatleri yaklaşıyordu. Son hastamı da görmüştüm. Yorgunluktan halsiz düşmüş kafamı koltuğa yaslayıp, o günkü seansları gözden geçiriyordum. Bunu çoğunlukla yapıyorum. Etkilendiğim vakalar vardı. Çaresizlik hissettiklerim. Ne söyleyeceğimi bilemediklerim. Gün içinde bu an bereketli bir andır. Bir çeşit meyve toplama anıdır o an. O gün yaşadıklarımı gözden geçirip, zihnimde ve duygularımda tortu bırakan durumları zihnimde derleyip toplama anıdır bu an. Bir yandan da acele ediyordum.

Evime gitmek istiyordum artık. İnsan sorunları dinlediğim ofisimden uzaklaşmak istiyordum. Biraz yürüyecek ve düşünecektim. Yola koyulacak ve evin yoluna doğru hızlanacaktım. Sonra çocuklarımı da özlemiştim. Serra ve Zeyneb'i düşünüyordum. Onlarla oyun oynamak ne güzel olurdu şimdi. Gözümün önüne gülen gözleri gelmişti. Cennetsi bakışları ne rahatlatıcıydı. Kapı açılacak ve onlar "baba" diye boynuma atılacaklar. Sabırsızlanıyordum. Sonra eşimin şefkatine de ihtiyacım vardı. Zor bir gündü. Zor hastalar, zor sorunlar içinde debelenip durmuştum. Bir an önce eve ulaşmalıydım. Masamı toplamış, dosyaları yerine koymuştum.

Çantama evrakları koydum, okuduğum kitabı özenle yerleştirdim. Geriye çantanın fermuarını çekme kalmıştı. Telefon çaldı. Ahizeyi aldım. Titrek, cılız ve tedirgin bir ses "alo" dedi. Kararsız ve çekingen bir hali vardı. Özür diledi. "Zamanınızı aldığımı biliyorum. Lâkin bana biraz zaman ayırabilirseniz çok memnun olurum. Buna çok ihtiyacım var" dedi. Zamanlama mükemmeldi. Bunu kasten yapmamıştı. Belki de sınanıyordum. Çantam hâlâ açık duruyordu ve kapandığında ben evin yolunu tutmuş olacaktım. "Buyurun, sizi dinliyorum, size nasıl yardımcı olabilirim" Sesin titrekliği, yardıma ihtiyacı beni etkilemişti. Yaralanmış bir kalbin sesiydi bu.

Acı çeken bir insanın ses tonuydu. Böyle sesleri çok iyi tanıyordum. Yıllarca mesleğin içinde olma, bana sesleri okuma tecrübesi kazandırmıştı. Ona "şu an evime gitmeye hazırlanıyorum, başka bir zaman sonra da görüşebiliriz" diyemedim. Bütün dikkatimi telefondaki sese vermek zorundaydım. Çünkü onu göremiyordum. Yüzünü okuyamayacak, duygularını tam olarak anlayamayacak, ne yaşadığını hissedemeyecek ve dolayısı ile onun dünyasına giremeyecektim. Elimde o insanı anlamanın tek imkânı vardı. O da sesiydi. "Bakın size uzun uzadıya seanslara gelemem. Şu an inanın çok acı çekiyorum.

Lütfen bana tek bir cümle söyleyin. Bir şeyler anlatın ve yüreğimdeki acıyı alın". İki tane sorun vardı. Birincisi benden bir yardım taleb eden kişi karşımda bile değildi. Onu göremiyordum. Onun yüzünü okuyamıyordum. Onun dünyasının derinliklerine giremiyordum. Onun yalnızca sesi vardı. Titrek, acı çeken bir ses. Sonra o kimdi? Yardım edeceğim kişiyi ayrıntıdan ayrıntıya geçirir, sıkı bir elekten geçirir, onu iyice tanır sonra söyleyecekerimi söylerdim. O ise benden telefonda yardım istiyordu. İkinci sorun beni iyice bunaltmıştı. "tek bir cümle" isteniyordu benden. Tek bir cümle ile onu rahatlatmam isteniyordu. Bunlar en irkildiğim cümlelerden biridir. Birisinin "beni iyileştirin" isteği hep korkutagelmiştir. İşimin zor olduğunu farketmiştim.

Koltuğa iyice yaslandım. Bu telefon görüşmesi epey vaktimi alacağa benziyordu. Önce benim iyileştirici gücümün olmadığını karşımdaki kişinin bilmesi gerekirdi. Bunu söylemekten vazgeçtim. "Benden yardımcı olmanızı istediğiniz konuyu bana anlatır mısınız?" 9 yaşındaki çocuğu, 3 ay önce yeğeninin sürdüğü arabanın trafik kazası geçirmesi sonucu ölmüştü. Anne çok acı çekiyordu. Günlerdir ağlıyordu. Evlerinin tam karşısındaki ilkokula bakamıyordu. Okula giden çocuğu yaşıtı çocukları görünce yüreği sızlıyor, kendi çocuğunun toprağın altında olmasına dayanamıyordu. Hayatla adeta bir bağlantısı kalmamıştı. Çocuğu olmadan yaşamak neye yarardı ki. Çocuğu şimdi neredeydi? Ne yapıyordu? Toprağın altında üşümüyor muydu? Ruhu huzur içinde miydi? Yoksa azap mı çekiyordu? Annesini özlüyor muydu?

Kısacası sorun şuydu: yavrusu ölmüştü. Onunla ilgili planları ölmüştü. Onunla ilgili projeleri ölmüştü. Onunla ilgili hayalleri ölmüştü. Ondan olacak torunları ölmüştü. Onun okulu bitirmesi ölmüştü. Çocuğunda tadacağı başarılar ölmüştü. Geleceği ölmüştü. Geçmişi ölmüştü. Unutur gidersin demişlerdi. Onu unutmak bir ihanetti. Yaşamı tam bir yas içinde geçiyordu. Bir insan çocuğunu nasıl unuturdu. Günlerdir yaşam bir zehir gibi içine akıyordu.

Sorular bunlardı ve benden bir cümle ile kendisinin rahatlatılmasını istiyordu. Ve benim acelem vardı. Ben çocuklarıma kavuşmak için toparlanmaya çalışıyor, aceleyle çantamı yerleştiriyor, karşımdaki insan, çocuğunu kaybetmekten acı çekiyordu ve cevaplarını bulamadığı soruları hayatını allak bullak ediyordu. Yaratıcı zor bir anda zor bir tercihle beni karşı karşıya getirmişti. Hayatım ikiye bölünmüştü sanki. Bir yanda çocuklarım vardı. Serra ile Zeynep beni bekliyorlardı. Yarım saatlik bir yürümeden sonra onların yanında olabilirdim. Yarım saat sonra onlar "baba" diye kucağıma atlayabilirlerdi. Bölünmüş dünyanın diğer yarısında acılı bir kalp vardı. Titrek bir ses yavrusunu kaybettiğini söylüyordu. Ve ben tam evime ulaşmak isterken o yardım istiyordu. Kalmalıydım. Serra ile Zeynep ve eşim haklarını helâl etmeliydiler. Onlara ait bir zamanı ben telefondaki sese harcayacaktım. Bu fedakârlığı yapacaklarına inanıyordum. Bir cümle bulmalıydım. Tek bir cümle bu annenin tüm sorunlarını halletmeliydi. Mucizevî bir cümle. Bir tılsıma ihtiyacım vardı. Hayatın ve ölümün sırrını açacak ve çözecek tek bir cümle gerekliydi bana. Böyle bir cümle olmalıydı. Her şeyi anlatan ve özetleyen bir kaç kelime. Ne kadar da ihtiyacım vardı şimdi buna. Uzun uzadıya edebiyat yapmaya, nutuk çekmeye, uzun öğütlere ihtiyacı olmadığını söylemeye getiriyordu telefondaki anne. Ben uzun uzadıya terapilere alışıktım. Haftalar, aylar süren seanslarla ancak insanların dünyasına girebiliyor ve ancak bir şeyler söyleyebiliyordum. İlk kez bir hasta benden tek seanslık bile değil tek bir cümlelik bir terapi rica ediyordu. Hem de telefonla! O dobra dobra konuşmuştu ve konuya direkt girmişti. Bu hali hoşuma gitmişti. O bir tek cümleyi bulabilsem hayatımın tek bir cümlelik ilk terapisini yapmaya hazırdım. Bu terapi seansı bedavaya gelse bile. ... (Bu yazının devamını Mayıs sayısında okuyabileceksiniz)

Bu yazı Zafer Dergisinden alınmışır. ( Dergi çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim. )

Geri