Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

 

 

“E, bu mendili icat edeni”

“Bu bir Ankara usulüdür. Ankara’dan çıkar. Yeni olsa ne, eski olsa ne çıkar! Delikanlılar ben, biz, onlar. Haa bak daha  ne var! En hızlı zamanında Ankara’nın, sevdik birbirimizi. Sen ve ben. Belki çok erken. Ama çok yakın olduk birbirimize. Bir kız ve bir erkek. Çığ gibi yağdık Ankara’nın üstüne.  Kaldırımların dili yok onlar söylemez. Biz söyleriz onları nasıl çiğnediğimizi. Sabaha karşı fırından  ekmek alıp yediğimizi,içtiğimizi, sevdiğimizi sevildiğimizi. Aslında bir hikayemizi anlatmaya kalksak, zamanın beyni durur, denizler kurur.”

 

 

Sevgili arkadaşlar; yukardaki sözler Erkin (Koray) ağabeyimize ait bildiğiniz gibi. Nedense onca şarkı ve şiir içinde, bizim o günkü hallerimizi bu kadar esaslı bir şekilde tasvir edeni yoktur benim için. Konuya girersek, Hatçe (kıvırcık) Renan ve Nermin arkadaşlarımızın eline sağlık. ÖTK gecesi de, ertesi günkü şenlik ve forum da çok güzeldi. Yemek kısa sürdü. Ben biraz da geç kalmıştım. Birçok arkadaşla istediğim kadar görüşemedim. Yemekten sonra küçük ve sarhoş bir grup olarak (Cemil Cengiz, Hatçe, Selçuk, Ümit, MehmetSeven, Lisederli Çoşkun,Ulus Beykır vs) yakınlarda bir bara gittik. Mevlüt arkadaşımız da bizimle geliyordu ama yolda kayboldu. Gecenin bir türlü ilerleyemeyen saatlerinde,  Serdar Turgut’un bir yazısı üzerine (Ne ayıp) Mc Donalds meselesi gündeme geldi. MehmetS. Ulus, Çoşkun ve maalesef Hatçe de aralarında olmak üzere bir grup arkadaşımız, içkinin de tesiriyle, ertesi gün Mc Donalds’a gidip, yemek yedikten sonra hesap ödememe şeklinde bir eylem önerisinde bulundular. Kendisi önde gelen bir sanayici olan Ümit (Çinözgümüş)arkadaşımız ise kendisinin gidip hamburger yiyeceğini, hesabı ödeyeceğini üstelik fiş de alacağını söyleyince tartışma alevlendi. Ben bu iki karşıt grubu uzlaştırmak için Milli Demokratik Devrim aşamasında burjuvazi ve halk güçlerin ittifakı konusundaki bildik tezi ortaya attımsa da kimse yemedi. Cemil Cengiz’in, şimdi  Mc Donalds olan o kadersiz pastane binasının asıl sahibi olduğunu “itiraf etmesiyle” olay çığrından çıktı. Sonunda benim de itirazımla oturma eylemi yapılmasına karar verildi. Taraflar karşılıklı tehditlerle, hesaplaşmayı ÖTK şenliğine bıraktı. Ben “korkak, mücadeleden kaçıyor” demesinler diye oturma eylemini desteklemek zorunda kaldım Hem böylece, işten atılan Yaşar (Morpınar) arkadaşımızın da öcü alınmış olacaktı. Maalesef eylemi önerenlerden en ateşlisi olan MehmetS arkadaşımız ertesi gün ortalıkta görünmedi. Cep telefonu da kapalıydı. Sevenleri ve yakın dostları “ Bu herif para için her şeyi yapar şu anda özel ders veriyordur cep telefonu da bu yüzden kapalıdır “ şeklinde açıkladılar hadiseyi.  Eylem arkadaşları,  bir de pankart açmış olan SİP’lileri görüp tırsarken, bizden çok daha akıllı bir arkadaşımızın(söylemesi zor ama galiba Ercan’dı)  “ Yahu Mc Donalds’da önce fiş alıp sonra yemek yeniyor zaten” hatırlatması üzerine son mücadele azimlerini yitirdiler. Ümit arkadaşımız bunları korkaklık ve devrimci mücadeleden kaçmakla suçladı. Forumdan sonra yemek için Pizza Hut’a gidildi. Bizlerse (Tevfik,(Toker) ben,C.Cengiz ve Nihat) yemeklerimizi masaları bitişik olduğu için, yanlışlıkla Pizza Hut diye oturduğumuz  bir pidecide yedik. Nihat arkadaşımız  bizden akıllı (altın çocuk)  olduğu için o pidelerden yemedi, sadece hesapları ödedi.

Bu ÖTK gününün perde arkası.  Fakat asıl anlatmak istediğim bu değil. Ben  birkaç gün daha Ankara’da kaldım. Sanırım çarşamba akşamı, eski bir arkadaşımla buluşmak için “Mülkiye’lilere” gittim. Kapıda bir adam duruyor ve gelenlerin herhangi bir derneğe üye olup olmadıklarını soruyordu. İçeri girenlerin bir dernek üyesi olması zorunluymuş. Hatçe  bunun Mülkiyelilerin  kendi üyelerine yer kalmadığı için alınan bir önlem olduğunu söyledi. Neyse, Mülkiyelilerin yönetimindeki arkadaşımızın (Haluk) ismini hatırlayamadım ve ODTÜ  Mezunlar Derneği üyesiyim demek geldi aklıma. Fakat, sıra bana gelince ağzımdan ODTÜ-DER üyesiyim lafı çıktı ki bu tamamen doğru. Çünkü okuldan mezun olmadığım gibi üye olduğum dernek de bizim eski ODTÜ-DER. Bu sözüm üzerine, yaşı icabı, büyük ihtimalle bu durumlardan haberdar olan görevlinin   şaşkınlığını görmenizi isterdim. Bense onun suratındaki ifadeyi görünce ODTÜ Mezunlar Derneği diye düzelttim. Ama sonra ağzımdan çıkıveren bu sözler beni düşündürdü. Hani Allah söyletti derler ya. Sanki o güzel gecenin ve o güzel  günün ardından, zamanın onca gerisinden bir şey hatırlanmak istiyordu ; ÖTK’nın da varlığını borçlu olduğu emektar, yargılanmış, kapatılmış ODTÜ-DER.  Sıhhıye’deki o külüstür dernek binası. Alt katta o zaman hayırlı komşular olmuş Timisigiller. Birkaç tahta sıra, eski bir iki masa. Zamanın  kimbilir hangi kapı arkasına, hangi holding binasına, hangi hapishane hücresine ya da hangi mezar taşına sürüklediği genç hayallerimiz. Ne çocuklar girip çıktı o binaya ki şimdi yoklar. Ne abilerimiz vardı; görünce saygı, ve hayranlıktan elimiz ayağımıza dolanırdı.

Geriye dönüp ÖTK şenliğinde ODTÜ- DER’den geri kalanları aradım. Yoktu. ODTÜ-DER, bütün izleriyle kaybolmuştu.  Hazırlık’ın arkasında hırpalanan bir çocuğu (cebinden galiba Kuran çıkmıştı) üstünü silkeleyip “Hadi koçum sen evine git” diyerek sırtını sıvazlayıp üstünü başını temizleyen Mehmet Ali yoktu. Mehmet Ali’yi ben böyle tanıdım, böyle sevdim ve her şeye rağmen (gule gule Ayşegul vs) sevmeye devam edeceğim. Ayşe gelmemişti. İdari’nin önünde Celal Hoca’yla futbol oynarken görmeye alıştığım Taner yoktu. Şerafettin’in bıyıkları da ortada gözükmüyordu.

Böylece ister istemez eski günlere döndüm. Ve yurt binalarını bölümlere, kütüphaneyi, yemekhaneye bağlayan o yollarda kısa saçlı, küçük bir kızın izlerini kovaladım. Bir sabaha karşı okula yapılan ilk faşist saldırıda, yurtlardan kapıya koşuşumuzu, hiç silahla karşılaşmamış, hiç kan görmemiş çocuklar olarak,  faşistlere karşı çıkışımızı hatırladım. Hastaneye gönderdiğimiz arkadaşlardan birinin ayakkabılarından taşan kan, belki de sonraki senelerde karşılaşacağımız kanlı olayların habercisiydi. Şimdi herhalde çok uzaklarda olan Uğurhan’ı o gün yurdun önünde yakılan ateşin başında tanımıştım. Bizler o yılın (1974) hazırlık öğrencileriydik. Taze kandık. –Bu laf şimdi ne kadar acı geliyor- Gerçekten Hazırlık, eşi görülmedik bir bahar gibi açmıştı ODTÜ’de.  Hazırlık’a gelenler ya devrimci ya sempatizan ya da okuldaki anti faşist mücadeleye ilgi duyan çocuklardı. Yollarımız ayrılana kadar okuldaki jandarma baskısına ve faşist saldırılara karşı en iyi mücadele veren gruptu Hazırlık. ODTÜ- DER üyelerinin de sanırım çoğu Hazırlık’tandı.  Daha sonradan, yani saflar ayrıştıktan sonra aramıza katılanlara nasip olmayan  bir şey nasip oldu bize. Başka gruplara katılmış olsak da birbirimizi her zaman sevmek ve kollamak diye ifade edebilirim bunu. Hazırlık ruhu böyle bir şeydi. Bu yüzden 12 Eylül’den sonra Cihan’la (muhalefet) karşılaştığım da dünyalar benim oldu. (Cihan, pastanede Behçet’le Naci’yi tanıştırma girişimimizi –tabi ki başarısız-) hatırlıyor musun?)  Hatırlarsanız bir de Enver arkadaşımız vardı. O hepimizden daha “örgütlüydü” Paltosu, Vigo’yu hatırlatan duruşu vs ile tam bir romantik devrimci. Bu arkadaşımız, ayıptır söylemesi doktorcuydu. Hazırlık forumlarında hepimizi mat edecek durumda olmasına rağmen, herhalde bize sevgisinden çok da üstümüze gelmezdi. Yurtkan ve Mıstık arkadaşlarımız Enver’le dolanırlardı. (Enver neredesin? Reich- Fromm sohbetlerinin tadı damağımda) Yine Ben ve Bülent’le birlikte bir dönem hazırlık temsilcisi olan, aynı taifeden Ercüment arkadaşımız da bu temsilcilik hizmetini, fiziki yetenekleriyle (pata-küte) gerçekleştirirdi daha çok. Bu konularda yetenekli bir de Panzer Mehmet arkadaşımız vardı ki, duyduğuma göre şimdi papağanıyla birlikte yaşıyormuş. ( bari mutlu musunuz Panzer?) Biz hazırlık kızları olarak bir örnek kıyafetler ve sivri kukuletalı montlarımızla aynı yeni yetme cinler gibi hep bir arada dolaşırdık. Daha sonra çeşitli fraksiyonlara ayrılan grubumuzun yarısının ismi Serap’tı. ÖTK gününde bu arkadaşlardan bazıları hayli şişmanlamış olarak karşıma çıktılar (Özay! vallahi sana söylemiyorum - Handan ve Seraplar niye gelmediniz?) Asker Haydar arkadaşımızın o günkü forumda pek çok kişiyi şaşırtan belagati  beni hiç şaşırtmadı arkadaşlar. Hazırlık’ın ilk günlerinde bu arkadaşımız servis otobüsünde yine böyle bir söylev vermişti. Yalnızca konu diş fırçalamanın ayrıntılarıyla ilgiliydi ve oldukça uzun sürmüştü. Bugün bile dişlerimi fırçalarken ara sıra aklıma gelir. Yani o kadar etkileyiciydi. BF foruma gelmişti. Ama bu grubun ayrılmaz üyeleri MC ve Balthazar ( namı diğer Kaplama Cengiz arkadaşımız) yoktular. Murat, Avrupa İnsan Hakları Konseyi’nde kapı görevlisi olarak çalışıyor ama Cengiz burada (Nerdesin Cengiz)

Kim Hatırlamaz ki,  okulumuzda bir Aydın Başçavuş vardı. Bu vatandaş, bana takmıştı. Bu yüzden Melih ( o zaman bütün dişleri çürüktü ve çok sevimliydi) Hazırlık okulunun önünde bu durumu protesto eden bir konuşma yapmıştı. Aydın Başçavuş tabi ki sevilmezdi. Ama daha sonra karşılaştığımız aynı cinsten adamları düşününce, bugün sevimli bile geliyor. Okulda düzenlenen forumlardan birini yine jandarma basmıştı. Ben elimdeki bildirileri dağıtmış kaybolmaya hazırlanırken Hazırlık’tan ismi lazım değil bir arkadaşımızın elinde bir tomar bildiriyle ağlamakta olduğunu gördüm. Jandarmaya yakalanmaktan korkuyordu. Hemen elinden aldım. Kütüphanenin tuvaletine götürmeye çalışırken yakalandım. Yukarda 7 (8?) yurt diye tanımladığımız jandarma karakoluna götürülürken Yakup’la (Kangallı) birlikte cemseden atmaya çalıştık ama beceremedik, bildiriler ortaya çıktı. Aydın Başçavuş bizi epey azarladı. Ben kız olduğum için dayaktan kurtuldum  Ama Yakup’çuk bir tokat yedi. (Nerdesin Yakup?) Aydın Başçavuş  bizi “adam olalım” diye şakır şakır yağmurun altında saatlerce bekletti. Adnan (Wheytt) o yağmurun altında şarkılar söyledi (Deli, deli) Adnan arkadaşımız başındaki şapkayı, saçlarım ıslanmasın diye bana vermek nezaketini de göstermişti (Sağ ol Adnan). Güle oynaya gittiğimiz Mamak de 40 kişi, iki hafta kaldık. Kendi hesabıma tek şikayetim, nevresimlerin çok kötü kokması ve sabah kahvaltısının (çorba) sabaha karşı 5 gibi münasebetsiz bir saatte getirilmesiydi. Biz o çorbayı zaten içmiyorduk ama çorba verilirken tekmil vermek mecburiyeti vardı. Bu duruma direnmek adeti henüz geliştirilmediğinden bizi sadece, sabahın köründe uykudan kalkmak rahatsız ediyordu. Okula dönünce öğrendim ki, bildirileri elinden aldığım kız arkadaşımız benim için, “kahramanlık taslamasaydı” gibi bir laf etmiş. (canı sağ olsun) Bu olay böyle bitmedi. Bir gün Mehmet Ali arkadaşımız “Bu alınan 40 kişi gidip ifade versinler, dosya kapansın” buyurdular.  Biz o zaman Behçet arkadaşımızla yeni evlenmiştik. Perdelerimiz, battaniyelerimiz , yatak ve yemek takımları okuldan “hediye” gelmişti. Ama yer sofrası, leğen gibi, proleter devrimcilerinin evlerinde bulunması zorunlu bazı aksesuarları  hazırlıktaki arkadaşlar aralarında para toplayarak alıyorlardı. Yer sofrası Saman Pazarı’ndan alınmıştı. O gün de Mahmut’la  (Mutman) şehre inip, yine  arkadaşlarımızın hediyesi olan leğeni aldık. Bu leğen, iğrenç mavi renkte ve plastik olup inanılmayacak büyüklükte ve inanılmayacak çirkinlikteydi.) Ben gelmişken şu ifade işini de halledeyim dedim ve yol üstündeki Adliye binasına uğradık. Mahmut elinde leğenle beklerken ben de, ifademi alacak zatın odasına girdim. Tam işim bitip çıkmak üzereyken adam, kaşla göz arasında bir dosya açtı ve ismimin ODTÜ-DER davasından arananlar arasında olduğunu söyledi. Bir zile bastı. İki polis gelip beni Emniyete götürürlerken Mahmut’un elinde leğenle şaşkın kalakalışı hala hatırımdadır. Gerçekten çok komikti. Hapisten çıkınca o leğeni evde buldum maalesef. (Mahmut nerelerdesin?) Orada epey kaldım. Arkadaşlarımız görüşe geldiklerinde (Behçet- Ali Alfatlı) bir şeye ihtiyacın var mı diye sormak yerine benimle dalga geçiyorlardı. O zaman her işe koşturan avukatımız Mehdi Abi’nin  (Bektaş) dalgınlığına geldiğinden tahliyemi istemeyi unutmuş, bu yüzden  biraz da fazla kaldım hapiste (feda olsun). Arkadaşlar, o güzel günlerde hapse düşmek kıskançlık uyandıran bir şeydi. Bu yüzden olacak, saçı kısa, dili sivri  bir arkadaşımız, benim için “aptallığından yakalandı” demiş. Bunu da çıktıktan sonra öğrendim. (onun da canı sağ olsun) Böylece her türlü hayat dersini ODTÜ-DER çerçevesinde almış oluyordum. Hazırlık, benim için daha sonraki devrimci mücadeleye hazırlık okulu oldu neredeyse. “Nitelikli arkadaşların öğrenci mücadelesinden başka alanlara tayini programı çerçevesinde” okuldan ayrıldım. O zaman da torpil geçerli olduğundan benimle birlikte tayini çıkan başka bir arkadaş okulda kalmıştı. Bu da bir hayat dersiydi ( sağ olun arkadaşlar!)  Bölümler arasında  taban tepmek yerine, gecekondularda taban tepmeye başladım. Bu da çok güzeldi. Hayatımızın en mutlu günleriydi. Devrimci olmak başımıza gelen en güzel şeydi. Hatta şey.

Her şey olup bittikten sonra, aftan yararlanıp okula dönmeye karar verdim. Ret cevabı inanılmaz bir hızla geldi. Kız yurdu işgali de dahil, 7 tane disiplin cezam olduğundan af kapsamının dışında kalıyordum. Pek de üzülmedim. Ben gerçekten çok istediğim Sosyoloji eğitimini, alan çalışması ağırlıklı olmak üzere  fazlasıyla almıştım.

Bu da benden bir ODTÜ hikayesi, özetle sizinle beraber olmak çok güzeldi. Şimdi gelelim, çıkarılacak  dersler bölümüne

1)      Bu sene forumu “muhalefetten” arkadaşlar yönetti. Çocuklar forum yönetmeye alışkın olmadıkları için haliyle pek başarılı olamadılar. Ama yine de idare ettiler. Asker Haydar’ın konuşması sırasında birçok kişinin içinden “Biz bu herifleri boşuna dövmüyor muşuz” diye geçtiyse de belli etmediler. Çamur Ahmet arkadaşımızın yokluğu en çok o anda hissedildi. Şaka bir yana  Asker Haydar gerçekten de güzel konuştu (Bravo Haydar) Aslına bakacak olursanız bizim muhalefetten arkadaşlara karşı bu ikna faaliyetlerimiz onlar için hayırlı sonuçlar da yarattı. Kimse bilmez ama Ümmüşen’in sesi böyle açılmıştır mesela. Selçuk Ülkü arkadaşımız ise siyasi olarak bayağı doğru şeyler savunmaya başlamış. Artık şakası bile kötü geliyor değil mi? Pek çoğumuz azınlığın çoğunluğa uyması anlamındaki demokrasi tarifimizi değiştirdik. Çoğunluğun, azınlığın hak ve isteklerini dikkate alması olarak yapıyoruz bu tanımı artık. Ama iş bununla bitmiyor. Bir dahaki sene, forumda, bu güne kadar söz hakkı verilmeyen başka bir kesime kadınlara bırakalım konuşmayı. Kadın arkadaşlar çıkıp konuşma yapsın. Ne dersiniz? Kadın arkadaşlarımız ( yani ben, biz, onlar) hem daha akıllılar hem de göbekleri erkekler kadar kocaman  değil ( Nevay! bu kıyağımı unutmazsın herhalde)

2)      ÖDTÜ’deki anti-faşist mücadelede yer alıp da bu gün aramızda olmayan başka arkadaşlarımız da var. Safiye mesela. Mesela Eray. Onları da atlamayalım. Resimlerini diğer arkadaşlarımızın yanına koyalım.

3)       İşsiz ve zor durumda bazı arkadaşlarımız var, dayanışmayı artıralım.

 

Sevgiler Selamlar...