سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c. |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 92 100. |
لَنْ
تَنَالُوا
الْبِرَّ
حَتَّى
تُنْفِقُوا
مِمَّا
تُحِبُّونَ
|
92. |
Sevdiğiniz
şeylerden fedakârlık edemediğiniz sürece iyiliğe
eremezsiniz. |
وَمَا
تُنْفِقُوا
مِنْ شَيْءٍ
فَإِنَّ
اللهَ بِهِ
عَلِيمٌ |
|
Allah, yaptığınız her iyiliği hakkıyla
bilir. |
كُلُّ
الطَّعَامِ
كَانَ
حِلاًّ
لِبَنِي إِسْرَائِيلَ
إِلاَّ مَا
حَرَّمَ
إِسْرَائِيلُ
عَلَى
نَفْسِهِ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ تُنَزَّلَ
التَّوْرَاةُ
|
93. |
Tevrat gönderilmeden önce, kendi kendilerine koydukları yasaklar
dışında, İsrailoğullarına her türlü yiyecek helâldi. |
قُلْ
فَأْتُوا
بِالتَّوْرَاةِ
فَاتْلُوهَا
إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Resulüm! onlara şöyle de: " Eğer samimi iseniz,
Tevratı açıp okuyabilirsiniz. " |
فَمَنِ
افْتَرَى
عَلَى اللهِ
الكَذِبَ
مِنْ بَعْدِ
ذَلِكَ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ الظَّالِمُونَ |
94. |
Yine de kendi yalanlarını Allah'a yamamaya devam ederlerse,
artık sadece kendilerine yazık ederler. |
قُلْ
صَدَقَ
اللهُ
فَاتَّبِعُوا
مِلَّةَ
إِبْرَاهِيمَ
حَنِيفًا
وَمَا كَانَ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
95. |
De ki: " Allah doğru söylüyor. İbrahim'in
pırıl pırıl dinine uyun. Çünkü o, hiçbir zaman
aratanrıcı olmadı
" |
إِنَّ
أَوَّلَ
بَيْتٍ
وُضِعَ
لِلنَّاسِ
لَلَّذِي
بِبَكَّةَ
مُبَارَكًا
وَهُدًى
لِلْعَالَمِينَ |
96. |
İnsanların ibadeti için yapılan ilk yapının,
Mekke'nin bereket kaynağı, tüm evrene yön veren Kabe olduğunu |
فِيهِ
آيَاتٌ
بَيِّنَاتٌ
مَقَامُ
إِبْرَاهِيمَ
وَمَنْ
دَخَلَهُ
كَانَ
آمِنًا |
97. |
içindeki İbrahim Makamı ispat ediyor. Nitekim buraya giren
kendini güvende hissediyor. |
وَ
ِللهِ عَلَى
النَّاسِ
حِجُّ
الْبَيْتِ مَنِ
اسْتَطَاعَ
إِلَيْهِ
سَبِيلاً |
|
İmkânı olan varlıklı Müslümanlar, Kabeyi ziyaret
etmelidirler. |
وَمَنْ
كَفَرَ
فَإِنَّ
اللهَ
غَنِيٌّ
عَنِ
الْعَالَمِينَ |
|
Buna inanmayan bir zengin, Allah'ın kainat zengini olduğunu
unutmamalıdır. |
قُلْ
يَا أَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَكْفُرُونَ
بِآيَاتِ
اللهِ
وَاللهُ
شَهِيدٌ
عَلَى مَا
تَعْمَلُونَ |
98. |
De ki: " Ey ehlikitap! Allah, bütün yapıp ettiklerinizi
görüp dururken, neden Allah'ın işaretlerini görmezden gelirsiniz
ki? " |
قُلْ
يَاأَهْلَ
الْكِتَابِ
لِمَ
تَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ مَنْ
آمَنَ
تَبْغُونَهَا
عِوَجًا
وَأَنْتُمْ
شُهَدَاءُ |
99. |
De ki: " Ey ehlikitap! gerçekleri göre göre neden
inananları Allah yolundan çevirmeye kalkarsınız ki? |
وَمَا
اللهُ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
تَعْمَلُونَ |
|
Allah yaptıklarınızın farkında değil mi
sanki? " |
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا |
100. |
Sevgili müminler! |
إِنْ
تُطِيعُوا
فَرِيقًا
مِنَ الَّذِينَ
أُوتُوا
الْكِتَابَ |
|
Eğer, ehlikitaptan bazılarının dediğine
giderseniz, |
يَرُدُّوكُمْ
بَعْدَ
إِيمَانِكُمْ
كَافِرِينَ |
|
hazır inanmış iken, sizi tekrar inkarcı
yapabilirler. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 101 107. |
وَكَيْفَ
تَكْفُرُونَ
وَأَنْتُمْ
تُتْلَى
عَلَيْكُمْ
آيَاتُ
اللهِ
وَفِيكُمْ
رَسُولُهُ |
101. |
Allah'ın
âyetleri size okunup dururken, hem de resul aranızda iken, nasıl
olur da dininizi terk edebilirsiniz? |
وَمَنْ
يَعْتَصِمْ
بِاللهِ
فَقَدْ
هُدِيَ
إِلَى
صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ |
|
Halbuki Allah'a sarılan, selamete erer. |
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اتَّقُوا اللهَ
حَقَّ
تُقَاتِهِ |
102. |
Ey inananlar! Allah'a karşı kendinizi olabildiğince
sağlama alın ve |
وَلاَ
تَمُوتُنَّ
إِلاَّ
وَأَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ |
|
mutlaka Müslüman olarak can verin. |
وَاعْتَصِمُوا
بِحَبْلِ
اللهِ
جَمِيعًا وَلاَ
تَفَرَّقُوا
|
103. |
Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın,
dağılmayın. |
وَاذْكُرُوا
نِعْمَةَ
اللهِ
عَلَيْكُمْ |
|
Allah'ın size verdiği nimetin kadrini bilin: |
إِذْ
كُنْتُمْ
أَعْدَاءً
فَأَلَّفَ
بَيْنَ
قُلُوبِكُمْ
فَأَصْبَحْتُمْ
بِنِعْمَتِهِ
إِخْوَانًا |
|
Çünkü sizler birbirinize düşman iken, Allah kalplerinizi
kaynaştırmış, ve bu iyiliği sayesinde hepiniz
kardeş olmuştunuz. |
وَكُنْتُمْ
عَلَى شَفَا
حُفْرَةٍ
مِنَ النَّارِ
فَأَنْقَذَكُمْ
مِنْهَا |
|
Tam da lav çukurunun kenarında iken, sizi oraya düşmekten
yine o kurtarmıştı. |
كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ
اللهُ
لَكُمْ
آيَاتِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَهْتَدُونَ |
|
Allah sözlerini size bu şekilde açıklıyorsa bu, sizin
düze çıkabilmeniz içindir. |
وَلْتَكُنْ
مِنْكُمْ
أُمَّةٌ
يَدْعُونَ إِلَى
الْخَيْرِ |
104. |
Artık sizin içinizde dahi insanları, hayra çağıran,
|
وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ الْمُنْكَرِ |
|
öz değerlere sahip çıkmanızı önerip kötüden
alıkoyan önderler bulunsun. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
|
Bunu yapanlar kurtuldu demektir. |
وَلاَ
تَكُونُوا
كَالَّذِينَ
تَفَرَّقُوا
وَاخْتَلَفُوا
مِنْ بَعْدِ
مَا
جَاءَهُمُ
الْبَيِّنَاتُ
|
105. |
Son derece açık belgelere rağmen, kendi aralarında
anlaşmazlığa düşüp darma dağın olanlar gibi
olmayın. |
وَأُولاَئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
|
Bu gibilerin cezası çok ağır olacak. |
يَوْمَ
تَبْيَضُّ
وُجُوهٌ
وَتَسْوَدُّ
وُجُوهٌ |
106. |
O gün bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler de
kararacaktır. |
فَأَمَّا
الَّذِينَ
اسْوَدَّتْ
وُجُوهُهُمْ
أَكَفَرْتُمْ
بَعْدَ
إِيمَانِكُمْ
فَذُوقُوا
الْعَذَابَ
بِمَا
كُنْتُمْ
تَكْفُرُونَ |
|
Yüzleri kapkara kesilenlere şöyle denecek: " İnandıktan
sonra döndünüz demek!!. Hadi o zaman nankörlüğünüzün cezasını
çekin! " |
وَأَمَّا
الَّذِينَ
ابْيَضَّتْ
وُجُوهُهُمْ
فَفِي
رَحْمَةِ
اللهِ هُمْ
فِيهَا خَالِدُونَ |
107. |
Yüzleri ağaranlar ise yüce Allah'ın sevgi halkasına
girmiş demektir, hem de sonsuza kadar kalmak üzere. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 108 115. |
تِلْكَ
آيَاتُ
اللهُ
نَتْلُوهَا
عَلَيْكَ بِالْحَقِّ
|
108. |
Resulüm! Biz, sana Allah kelâmını denge sağlaman için
okuyoruz. |
وَمَا
اللهُ
يُرِيدُ
ظُلْمًا
لِلْعالَمِينَ |
|
Herhalde Allah, insanlığa haksızlık edecek
değildir. |
وَ
ِللهِ مَا
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي اْلأَرْضِ
و َإِلَى
اللهِ
تُرْجَعُ
اْلأُمُورُ |
109. |
Çünkü göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Her
iş mutlaka Allah'ın onayından geçer. |
كُنْتُمْ
خَيْرَ
أُمَّةٍ
أُخْرِجَتْ
لِلنَّاسِ |
110. |
Sizler, tüm insanlık için yaratılan en hayırlı
milletsiniz. |
تَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَتَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنكَرِ
وَتُؤْمِنُونَ
بِاللهِ |
|
Çünkü siz, Allah'a inanan bir toplum olarak milleti millet yapan
değerleri savunuyor, kötüleri yasaklıyorsunuz. |
وَلَوْ
آمَنَ
أَهْلُ
الْكِتَابِ
لَكَانَ خَيْرًا
لَهُمْ |
|
Ehlikitap olanlar inansalardı, elbet kendileri için daha iyi
olurdu. |
مِنْهُمُ
الْمُؤْمِنُونَ
وَأَكْثَرُهُمُ
الْفَاسِقُونَ |
|
Aralarında inananlar var ama, çoğu başına buyruk
insanlar. |
لَنْ
يَضُرُّوكُمْ
إِلاَّ
أَذًى |
111. |
Onların size manevi rahatsızlıktan öte bir
zararları olamaz. |
وَإِنْ
يُقَاتِلُوكُمْ
يُوَلُّوكُمُ
اْلأَدْبَارَ
ثُمَّ لاَ
يُنْصَرُونَ |
|
Size karşı savaşsalar bile, dayanamayıp kaçarlar,
sonunda ortada kalakalırlar. |
ضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ
الذِّلَّةُ
أَيْنَ مَا
ثُقِفُوا
إِلاَّ
بِحَبْلٍ
مِنَ اللهِ
وَحَبْلٍ
مِنَ
النَّاسِ |
112. |
Resulüm! Onlar her yerde daima aşağılık
damgasını yediler. İçlerinde Allah'a ve yönetime
bağlılık gösterenler olsa da, |
وَبَاءُوا
بِغَضَبٍ
مِنَ اللهِ
وَضُرِبَتْ
عَلَيْهِمُ
الْمَسْكَنَةُ |
|
Allah'ın lanetinden kurtulamadılar, yoksulluk
yakalarını bir türlü bırakmadı. |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ
كَانُوا
يَكْفُرُونَ
بِآيَاتِ
اللهِ
وَيَقْتُلُونَ
اْلأَنبِيَاءَ
بِغَيْرِ
حَقٍّ |
|
Neden mi? Çünkü, yalnız Allah kelâmını inkar etmekle
kalmayıp, haksız yere Tanrı elçilerini de öldürdüler. |
ذَلِكَ
بِمَا
عَصَوْا وَكَانُوا
يَعْتَدُونَ |
|
Çünkü başına buyruktular, çünkü azgındılar. |
لَيْسُوا
سَوَاءً |
113. |
Hepsi değil tabi ki: |
مِنْ
أَهْلِ
الْكِتَابِ
أُمَّةٌ
قَائِمَةٌ
يَتْلُونَ
آيَاتِ
اللهِ
آنَاءَ
اللَّيْلِ
وَهُمْ
يَسْجُدُونَ |
|
Ehlikitap içerisinde, gece yarılarında Allah'ın
ayetlerini okuyup yerlere kapanan değerli kimseler de vardır. |
يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ
وَيَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمُنْكَرِ
|
114. |
Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, hep öz değerleri
savunurlar, kötü değerlerden sakındırırlar, |
وَيُسَارِعُونَ
فِي
الْخَيْرَاتِ
وَأُولاَئِكَ
مِنَ
الصَّالِحِينَ |
|
hayır işlerinde yarışırlar. Bu gibiler,
faydalı insanlardır. |
وَمَا
يَفْعَلُوا
مِنْ خَيْرٍ
فَلَنْ يُكْفَرُوهُ
وَاللهُ
عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ |
115. |
Hem onlar, hem yaptıkları hayırlar, asla göz ardı
edilmeyecektir. Allah, sağlamcıların farkındadır. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 116 121. |
إِنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
لَنْ تُغْنِيَ
عَنْهُمْ
أَمْوَالُهُمْ
وَلاَ أَوْلاَدُهُمْ
مِنَ اللهِ
شَيْئًا |
116. |
İnkarcıların, ne malları ne çocukları
kendilerini yarın kıyamet gününde Allah'ın elinden asla
kurtaramayacaktır. |
وَأُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
النَّارِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
Bunlar, ateş mahkumları olarak sonsuza kadar cehennemde
kalacaklardır. |
مَثَلُ
مَا
يُنْفِقُونَ
فِي هَذِهِ
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
كَمَثَلِ
رِيحٍ
فِيهَا صِرٌّ
أَصَابَتْ
حَرْثَ
قَوْمٍ
ظَلَمُوا
أَنْفُسَهُمْ
فَأَهْلَكَتْهُ
|
117. |
kendi değerlerini inkar eden bir milletin, şu dünyada
yaptığı hayır harcamaları, rastladığı
ekini kasıp kavuran sam yeline benzer. |
وَمَا
ظَلَمَهُمُ
اللهُ
وَلَكِنْ
أَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ |
|
Allah onlara haksızlık etmedi, ama onlar, kendi
değerlerini inkar ettiler
|
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَتَّخِذُوا
بِطَانَةً
مِنْ
دُونِكُمْ |
118. |
Sevgili müminler! Sizden olmayanlara sırlarınızı açmayın. |
لاَ
يَأْلُونَكُمْ
خَبَالاً
وَدُّوا مَا
عَنِتُّمْ |
|
Çünkü ehlikitap sizi yokuşa sürüp, sıkıntıya
sokmaktan pek hoşlanırlar. |
قَدْ
بَدَتِ
الْبَغْضَاءُ
مِنْ
أَفْوَاهِهِمْ
|
|
Artık nefretleri, yüzlerinden okunuyor. |
وَمَا
تُخْفِي
صُدُورُهُمْ
أَكْبَرُ |
|
İçlerinde gizledikleri ise daha da büyük. |
قَدْ
بَيَّنَّا
لَكُمُ
اْلآيَاتِ
إِنْ كُنْتُمْ
تَعْقِلُونَ |
|
Dikkat ettiyseniz, size bütün ipuçlarını verdik. |
هَاأَنْتُمْ
أُوْلاَءِ
تُحِبُّونَهُمْ
وَلاَ
يُحِبُّونَكُمْ
|
119. |
İşte siz işte onlar. Siz onları seviyorsunuz ama
onlar, sizi sevmiyorlar. |
وَتُؤْمِنُونَ
بِالْكِتَابِ
كُلِّهِ |
|
-herhalde bütün kitaplara inandığınız için olsa
gerek- |
وَإِذَا
لَقُوكُمْ
قَالُوا
آمَنَّا |
|
Size rastladıklarında: " inanıyoruz "
diyorlar. |
وَإِذَا
خَلَوْا
عَضُّوا
عَلَيْكُمُ
اْلأَنَامِلَ
مِنَ
اْلغَيْظِ |
|
Kendi başlarına kaldıklarında ise size
karşı olan öfkelerinden tırnaklarını yiyorlar. |
قُلْ
مُوتُوا
بِغَيْظِكُمْ
إِنَّ اللهَ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
De ki: " öfkeden çatlayın inşallah! Çünkü Allah
nasıl olsa içinizdekileri biliyor." |
إنْ
تَمْسَسْكُمْ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْ |
120. |
Siz bir iyiliğe kondunuz mu, bu onlara batar; |
وَإِنْ
تُصِبْكُمْ
سَيِّئَةٌ
يَفْرَحُوا بِهَا |
|
başınıza bir iş gelince de, buna alkış
tutarlar. |
وَإِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
لاَ يَضُرُّكُمْ
كَيْدُهُمْ
شَيْئًا |
|
Sabreder kendinizi sağlama alırsanız, onların
oyunları size hiçbir zarar veremez. |
إِنَّ
اللهَ بِمَا
يَعْمَلُونَ
مُحِيطٌ |
|
Çünkü Allah, onların yaptığı her şeyi
kuşatmaya almıştır
|
وَإِذْ
غَدَوْتَ
مِنْ
أَهْلِكَ
تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ
مَقَاعِدَ
لِلْقِتَالِ
|
121. |
Hatırlarsın, hani o gün sen Müslümanları mevzilerine konuşlandırmak
üzere sabahın köründe evden ayrılmıştın. |
وَاللهُ
سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah her şeyi bilip duyuyordu. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 122 132. |
إِذْ
هَمَّتْ
طَائِفَتَانِ
مِنْكُمْ
أَنْ تَفْشَلاَ
وَاللهُ
وَلِيُّهُمَا
|
122. |
Hattâ koruyucuları Allah olduğu halde içinizde iki kabile
neredeyse pes etmek üzereydi. |
وَعَلَى
اللهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ |
|
Aslında inananların, Allah'a güvenmesi gerekirdi. |
وَلَقَدْ
نَصَرَكُمُ
اللهُ
بِبَدْرٍ
وَأَنْتُمْ
أَذِلَّةٌ |
123. |
Nitekim durumunuz çok zayıf olduğu halde Allah, size Bedir'de
zafer nasib etmişti. |
فَاتَّقُوا
اللهَ
لَعَلَّكُمْ
تَشْكُرُونَ |
|
Şimdi dahi, Allah'a karşı kendinizi sağlama
almalı sonra da ona dua etmelisiniz. |
إِذْ
تَقُولُ
لِلْمُؤْمِنِينَ
أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ
أَنْ
يُمِدَّكُمْ
رَبُّكُمْ
بِثَلاَثَةِ
آلاَفٍ مِنَ
الْمَلاَئِكَةِ
مُنْزَلِينَ |
124. |
Hani Bedir savaşında Müslümanlara: " Rabbinizin
gökten inme üç bin melekle sizlere yardım etmesi yetmez mi ? "
diyordun. |
بَلَى
إِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
|
125. |
Elbette yeterdi. Çünkü siz, sabreder de sıkı tedbir ile
kendinizi sağlama alırsanız, |
وَيَأْتُوكُمْ
مِنْ
فَوْرِهِمْ
هَذَا
يُمْدِدْكُمْ
رَبُّكُمْ
بِخَمْسَةِ
آلاَفٍ مِنَ
الْمَلاَئِكَةِ
مُسَوِّمِينَ |
|
hemen üzerinize saldırsalar bile, Rabb'iniz sizlere, özel görevli
beş bin melekle yardım edecektir. |
وَمَا
جَعَلَهُ
اللهُ
إِلاَّ
بُشْرَى
لَكُمْ
وَلِتَطْمَئِنَّ
قُلُوبُكُمْ
بِهِ |
126. |
Allah ise bunları hem müjde vermek, hem de sizi rahatlatmak için
yapıyor. |
وَمَا
النَّصْرُ
إِلاَّ مِنْ
عِنْدِ
اللهِ الْعَزِيزِ
الْحَكِيمِ |
|
Çünkü asıl zafer, her şeye gücüyle egemen olan
Allah'tandır. |
لِيَقْطَعَ
طَرَفًا
مِنَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
127. |
Zaten Bedir savaşı, inkarcı kesimin gözünü
korkutup |
أَوْ
يَكْبِتَهُمْ
فَيَنْقَلِبُوا
خَائِبِينَ |
|
içten çökertmek ve geriye boynu bükük dönmelerini sağlamak için
yapılmıştır
|
لَيْسَ
لَكَ مِنَ
اْلأَمْرِ
شَيْءٌ |
128. |
Resulüm!
senin bu korkaklar için yapabileceğin bir şey yok. |
أَوْ
يَتُوبَ
عَلَيْهِمْ
أَوْ
يُعَذِّبَهُمْ
فَإِنَّهُمْ
ظَالِمُونَ |
|
onları affedecek ya da cezalandıracak olan Allah'tır.
Çünkü saygısızlık eden, onlardı. |
وَ
ِللهِ مَا
فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي
اْلأَرْضِ |
129. |
Göklerde ve yerde olan her şeyin sahibi Allah'tır: |
يَغْفِرُ
لِمَنْ
يَشَاءُ
وَيُعَذِّبُ
مَنْ
يَشَاءُ |
|
Bu nedenle o, isterse bağışlar, isterse
cezalandırır. |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah, engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَأْكُلُوا
الرِّبَا
أَضْعَافًا
مُضَاعَفَةً
|
130. |
Ey inananlar!
Ribayı / anapara artışını katlayarak almayın. |
وَاتَّقُوا
اللهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
|
Sonunuz selamet olsun istiyorsanız, Allah'a karşı
kendinizi sağlama alın. |
وَاتَّقُوا
النَّارَ
الَّتِي
أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ |
131. |
İnkarcılar için hazırlanan ateşe karşı da
kendinizi sağlama alın. |
وَأَطِيعُوا
اللهَ
وَالرَّسُولَ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
132. |
Sevgisine mazhar olmak istiyorsanız Allah ve Resulüne itaat edin |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 133 140. |
وَسَارِعُوا
إِلَى
مَغْفِرَةٍ
مِنْ رَبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ
|
133. |
Rabbinizin affını ve cennetini hedefleyin. |
عَرْضُهَا
السَّمَاوَاتُ
وَاْلأَرْضُ
أُعِدَّتْ
لِلْمُتَّقِينَ |
|
Eni yerler ve gökler kadar olan bu Cennet, tam sağlamcılara
göre hazırlanmıştır. |
اَلَّذِينَ
يُنْفِقُونَ
فِي
السَّرَّاءِ
وَالضَّرَّاءِ
|
134. |
Sağlamcı: varlıkta ve darlıkta verebilen, |
وَالْكَاظِمِينَ
الْغَيْظَ
وَالْعَافِينَ
عَنِ
النَّاسِ |
|
öfkesini yenebilen, insanları bağışlayabilendir. |
وَاللهُ
يُحِبُّ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Çünkü Allah, gönül yapanları sever |
وَالَّذِينَ
إِذَا
فَعَلُوا
فَاحِشَةً
أَوْ
ظَلَمُوا
أَنْفُسَهُمْ
|
135. |
Sağlamcı, kendisine bir kabalık ya da haksızlık edildi mi, |
ذَكَرُوا
اللهَ
فَاسْتَغْفَرُوا
لِذُنُوبِهِمْ |
|
hemen, Allah adına sığınıp tövbe istiğfar
edendir. |
وَمَنْ
يَغْفِرُ
الذُّنُوبَ
إِلاَّ
اللهُ |
|
- zaten tövbeleri Allah'tan başka kim
bağışlayabilir ki! - |
وَلَمْ
يُصِرُّوا
عَلَى مَا
فَعَلُوا
وَهُمْ
يَعْلَمُونَ |
|
Sağlamcı, yaptığı hatada bile bile inat etmeyendir. |
أُولاَئِكَ
جَزَاؤُهُمْ
مَغْفِرَةٌ
مِنْ رَبِّهِمْ
|
136. |
Böyle bir sağlamcının ödülü ise, başta
Allah'ın affına mazhar olmak, |
وَجَنَّاتٌ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
الاََّنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا |
|
daha sonra da içinde derelerin çağladığı sonsuzluk
bahçelerine kavuşmaktır. |
وَنِعْمَ
أَجْرُ
الْعَامِلِينَ |
|
Emeğinin karşılığını almak ne güzel! |
قَدْ
خَلَتْ مِنْ
قَبْلِكُمْ
سُنَنٌ
فَسِيرُوا
فِي
اْلأَرْضِ
فَانْظُروا
كَيْفَ كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُكَذِّبِينَ |
137. |
Resulüm!
Sizden önce nice iktidarlar gelip geçti. İsterseniz, dünyayı gezip
inkarcıların sonu ne olmuş bizzat kendiniz görün. |
هَذَا
بَيَانٌ
لِلنَّاسِ
وَهُدًى
وَمَوْعِظَةٌ
لِلْمُتَّقِينَ |
138. |
Bunlar, hep insanlığa bir şeyler söyler.
Sağlamcılar için de aydınlatıcı bir derstir
|
وَلاَ
تَهِنُوا
وَلاَ
تَحْزَنُوا |
139. |
Savaşta
kendinizi salıp hemen panik olmayın. |
وَأَنْتُمْ
اْلأَعْلَوْنَ
إِنْ
كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ |
|
Eğer yürekten inanıyorsanız, en büyük sizsiniz. |
إِنْ
يَمْسَسْكُمْ
قَرْحٌ
فَقَدْ
مَسَّ الْقَوْمَ
قَرْحٌ
مِثْلُهُ |
140. |
Eğer siz bu savaşta yara alırsanız, karşı
taraf da benzer yaralar alacak demektir. |
وَتِلْكَ
اْلأَيَّامُ
نُدَاوِلُهَا
بَيْنَ
النَّاسِ |
|
Resulüm! insanlar arasındaki bu savaşlar, bizim bir
kısır döngümüzdür. |
وَلِيَعْلَمَ
اللهُ
الَّذِينَ
آمَنُوا وَيَتَّخِذَ
مِنْكُمْ
شُهَدَاءَ |
|
Çünkü Allah, bu sayede inananları tanırken bir
kısmınızı da bu tanıklığa tanık
ediyor. |
وَاللهُ
لاَ يُحِبُّ
الظَّالِمِينَ |
|
Çünkü Allah, zorbaları sevmez. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 141 147. |
وَلِيُمَحِّصَ
اللهُ
الَّذِينَ
آمَنُوا وَيَمْحَقَ
الْكَافِرِينَ |
141. |
Allah, savaşlar sayesinde, inananları aklayıp
inkarcıları imha edecektir. |
أَمْ
حَسِبْتُمْ
أَنْ
تَدْخُلُوا
الْجَنَّةَ |
142. |
Yoksa siz, bedavadan cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? |
وَلَمَّا
يَعْلَمِ
اللهُ
الَّذِينَ جَاهَدُوا
مِنْكُمْ
وَيَعْلَمَ
الصَّابِرِينَ |
|
Hem de Allah, içinizdeki sabırlı ve samimî mücahitleri
belirlemeden öyle mi |
وَلَقَدْ
كُنْتُمْ
تَتَمَنَّوْن
الْمَوْتَ
مِنْ قَبْلِ
أَنْ
تَلْقَوْهُ |
143. |
Aslında siz, ölümle yüz yüze gelmeden önce ölmeye can
atıyordunuz. |
فَقَدْ
رَأَيْتُمُوهُ
وَأَنْتُمْ
تَنْظُرُونَ |
|
Gerçekle yüz yüze gelince, bakakaldınız. |
وَمَا
مُحَمَّدٌ
إِلاَّ
رَسُولٌ
قَدْ خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِهِ
الرُّسُلُ |
144. |
Muhammed, daha önceleri gelip geçen nice tanrı elçilerinden sadece
biridir. |
أَفَإِنْ
مَاتَ أَوْ
قُتِلَ
انْقَلَبْتُمْ
عَلَى
أَعْقَابِكُمْ
|
|
Şimdi o ölür ya da öldürülürse gerisin geriye dönüp gidecek
missiniz? |
وَمَنْ
يَنْقَلِبْ
عَلَى
عَقِبَيْهِ
فَلَنْ
يَضُرَّ
اللهَ
شَيْئًا |
|
Geri dönüp kaçanlar, Allah'a herhangi bir zarar veremeyecektir. |
وَسَيَجْزِي
اللهُ
الشَّاكِرِينَ |
|
Allah ise sonuna kadar dayananları ödüllendirecektir. |
وَمَا
كَانَ
لِنَفْسٍ
أَنْ
تَمُوتَ إِلاَّ
بِإِذْنِ
اللهِ كِتَابًا
مُؤَجَّلاً |
145. |
Hiç kimse Allah'ın ezelde yazdığı alın
yazısını yaşamadan ölmez. |
وَمَنْ
يُرِدْ
ثَوَابَ
الدُّنْيَا
نُؤْتِهِ
مِنْهَا |
|
Biz, dünya nimetini isteyene, payına düşeni veririz; |
وَمَنْ
يُرِدْ
ثَوَابَ
اْلآخِرَةِ
نُؤْتِهِ
مِنْهَا |
|
ahiret nimetini isteyene de ahiretten payına düşeni veririz. |
وَسَنَجْزِي
الشَّاكِرِينَ |
|
Haline şükredenleri ise ayrıca ödüllendiririz
|
وَكَأَيِّنْ
مِنْ
نَبِيٍّ
قَاتَلَ
مَعَهُ رِبِّيُّونَ
كَثِيرٌ |
146. |
Geçmişte
nice Allah dostu, nice tanrı habercisiyle omuz omuza
vuruşmuştur. |
فَمَا
وَهَنُوا
لِمَا
أَصَابَهُمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
Onlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı hiçbir
zaman gevşemediler, |
وَمَا
ضَعُفُوا
وَمَا
اسْتَكَانُوا |
|
pes etmediler, boyun eğmediler. |
وَاللهُ
يُحِبُّ
الصَّابِرِينَ |
|
Allah da, dayanıklı kullarını severdi. |
وَمَا
كَانَ
قَوْلَهُمْ
إِلاَّ أَنْ
قَالُوا
رَبَّنَا
اغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا |
147. |
Çünkü onların ağızlarından: " Allahım!
günahlarımızı affeyle, |
وَإِسْرَافَنَا
فِي أَمْرِنَا
وَثَبِّتْ
أَقْدَامَنَا |
|
aşırılığımızı hoş gör,
dizlerimize derman ver, |
وَانْصُرْنَا
عَلَى
الْقَوْمِ
الْكَافِرِينَ |
|
İnkarcı güçlere karşı bize kol kanat ol " demekten başka
söz çıkmazdı. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 148 153. |
فَآتَاهُمُ
اللهُ
ثَوَابَ
الدُّنْيَا
وَحُسْنَ
ثَوَابِ
اْلآخِرَةِ |
148. |
Buna karşılık Allah da onları dünya-ahret nimetinin
hem de güzeliyle ödüllendirdi: |
وَاللهُ
يُحِبُّ
الْمُحْسِنِينَ |
|
Çünkü Allah, işini sağlam yapanları severdi
|
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِنْ تُطِيعُوا
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
149. |
Sevgili müminler! eğer inkarcılara boyun eğecek olursanız, |
يَرُدُّوكُمْ
عَلَى
أَعْقَابِكُمْ
فَتَنْقَلِبُوا
خَاسِرِينَ |
|
onlar sizi geriye götürüp küfre sokarlar, sonra da yerlerde
sürünürsünüz. |
بَلِ
اللهُ
مَوْلاَكُمْ
وَهُوَ
خَيْرُ النَّاصِرِينَ |
150. |
Halbuki sizi koruyup kollayacak, size en iyi destek verecek olan,
Allah'tır. |
سَنُلْقِي
فِي قُلُوبِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
الرُّعْبَ |
151. |
Biz inkarcıların kalplerine korku salacağız. |
بِمَا
أَشْرَكُوا
بِاللهِ مَا
لَمْ يُنَزِّلْ
بِهِ
سُلْطَانًا |
|
Çünkü hiç aslı astarı olmayan şeyleri, Allah ile bir
tutuyorlar. |
وَمَأْوَاهُمُ
النَّارُ
وَبِئْسَ
مَثْوَى
الظَّالِمِينَ |
|
Onların yegane sığınağı ateştir.
Kendilerine saygısızlık edenlerin olacağı budur
|
وَلَقَدْ
صَدَقَكُمُ
اللهُ
وَعْدَهُ |
152. |
Aslında Allah'ın
size vadettiği zafer çok yakındı. |
إِذْ
تَحُسُّونَهُمْ
بِإِذْنِهِ |
|
Allah'ın izniyle düşmanı haklamak üzereydiniz ki |
حَتَّى
إِذَا
فَشِلْتُمْ
وَتَنَازَعْتُمْ
فِي
اْلأَمْرِ |
|
gevşediniz, size verilen görevi tartıştınız, |
وَعَصَيْتُمْ
مِنْ بَعْدِ
مَا
أَرَاكُمْ مَا
تُحِبُّونَ |
|
durumun bir an istediğiniz gibi gelişmesine bakarak emre
karşı geldiniz: |
مِنْكُمْ
مَنْ
يُرِيدُ
الدُّنْيَا
وَمِنْكُمْ
مَنْ
يُرِيدُ
اْلآخِرَةَ |
|
Kiminiz bu dünyayı; kiminiz öbür dünyayı tercih ettiniz. |
ثُمَّ
صَرَفَكُمْ
عَنْهُمْ
لِيَبْتَلِيَكُمْ
|
|
Sonunda Allah, Uhut'ta sizi harcadı. Size asla
unutamayacağınız bir ders verdi. |
وَلَقَدْ
عَفَا
عَنْكُمْ
وَاللهُ ذُو
فَضْلٍ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Ama yine de sizi affetti. Çünkü Allah, inanan kesime çok değer
veriyordu. |
إِذْ
تُصْعِدُونَ
وَلاَ
تَلْوُونَ
عَلَى أَحَدٍ
|
153. |
Hatırlıyor musunuz? O gün, resule rağmen dağlara
tırmanıyordunuz. |
وَالرَّسُولُ
يَدْعُوكُمْ
فِي
أُخْرَاكُمْ
|
|
Resul ise sizi, öbür dünya için mücadeleye çağırıyordu. |
فَأَثَابَكُمْ
غَمًّا
بِغَمٍّ |
|
Sonunda Allah, üzerinize dert üstüne dert saldı. |
لِكَيْلاَ
تَحْزَنُوا
عَلَى مَا
فَاتَكُمْ
وَلاَ مَا
أَصَابَكُمْ |
|
Çünkü bu savaşta kaybettiğiniz değerlerin
acısını sizlere unutturmak istiyordu. |
وَاللهُ
خَبِيرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ |
|
Çünkü, neler çektiğinizi, Allah biliyordu. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 154 157. |
ثُمَّ
أَنْزَلَ
عَلَيْكُمْ
مِنْ بَعْدِ
الْغَمِّ
أَمَنَةً
نُعَاسًا
يَغْشَى
طَائِفَةً
مِنْكُمْ |
154. |
Bu acı yenilgiden sonra bir kısmınızın üzerine
çöken o tatlı mı tatlı esenlik uykusunu Allah indirmişti. |
وَطَائِفَةٌ
قَدْ
أَهَمَّتْهُمْ
أَنْفُسُهُمْ
يَظُنُّونَ
بِاللهِ
غَيْرَ
الْحَقِّ
ظَنَّ
الْجَاهِلِيَّةِ |
|
Bu sırada canları pek kıymetli olan başka bir
birlik de Allah hakkında yakışıksız ve cahilce
laflar ediyorlar: |
يَقُولُونَ
هَلْ لَنَا
مِنَ
اْلأَمْرِ
مِنْ شَيْءٍ |
|
" bu işte bizim fikrimizi alan oldu mu sanki ? "
diyorlardı. |
قُلْ
إِنَّ
اْلأَمْرَ
كُلَّهُ
ِللهِ |
|
De ki: " her işin başyönetmeni Allah'tır." |
يُخْفُونَ
فِي
أَنْفُسِهِمْ
مَا لاَ
يُبْدُونَ
لَكَ |
|
Aslında senin yüzüne karşı açıkça ifade
edemediklerini içlerinde tutuyorlar ve: |
يَقُولُونَ
لَوْ كَانَ
لَنَا مِنَ
اْلأَمْرِ
شَيْءٌ مَا
قُتِلْنَا
هَاهُنَا |
|
" şayet bu işte bizim de görüşümüz
alınsaydı pisipisine ölmezdik böyle " demek istiyorlar. |
قُلْ
لَوْ
كُنْتُمْ
فِي
بُيُوتِكُمْ
لَبَرَزَ
الَّذِينَ
كُتِبَ
عَلَيْهِمُ
الْقَتْلُ
إِلَى
مَضَاجِعِهِمْ
|
|
De ki: " evinizde dahi olsanız, eğer birilerinin
kaderine ölüm yazılmışsa, ölüm onu yatağında da
bulur." |
وَلِيَبْتَلِيَ
اللهُ مَا
فِي صُدُورِكُمْ
وَلِيُمَحِّصَ
مَا فِي
قُلُوبِكُمْ |
|
" Bütün bu musibetlerle Allah, hem sizin iç dünyanızı
yoklamak hem de yüreklerinizin bakımını yapmak istemiştir.
" |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
Çünkü gizli saklı içinizdekileri en iyi Allah bilir. |
إِنَّ
الَّذِينَ
تَوَلَّوْا
مِنْكُمْ
يَوْمَ
الْتَقَى
الْجَمْعَانِ
|
155. |
İki taraf Uhut eteklerinde karşı karşıya
geldiği gün, içinizden geri dönüp kaçanları |
إِنَّمَا
اسْتَزَلَّهُمُ
الشَّيْطَانُ
بِبَعْضِ
مَا
كَسَبُوا |
|
bir şeyleri bahane ederek ayartan, şeytanın ta
kendisiydi. |
وَلَقَدْ
عَفَا اللهُ
عَنْهُمْ
إِنَّ اللهَ
غَفُورٌ
حَلِيمٌ |
|
Ama Allah, onları yine de affetti. Çünkü Allah, engin
hoşgörülü ve ince düşüncelidir
|
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا لاَ
تَكُونُوا كَالَّذِينَ
كَفَرُوا |
156. |
Sevgili
müminler! inkarcılar gibi olmayın. |
وَقَالُوا
لإخْوَانِهِمْ
إِذَا
ضَرَبُوا فِي
اْلأَرْضِ
أَوْ
كَانُوا |
|
Hele hele sefere katılıp da gazi olarak dönen
kardeşlerine: |
غُزًّى
لَوْ
كَانُوا
عِنْدَنَا
مَا مَاتُوا
وَمَا
قُتِلُوا |
|
" bizim yanımızda olsalardı, ölmez ya da
öldürülmezlerdi " diyenler gibi de olmayın. |
لِيَجْعَلَ
اللهُ
ذَلِكَ
حَسْرَةً
فِي قُلُوبِهِمْ |
|
Çünkü Allah, onlara ağızlarının payını
verecektir: |
وَاللهُ
يُحْيِ
وَيُمِيتُ
وَاللهُ
بِمَا تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
|
Çünkü, canı veren de alan da Allahtır. Allah, bütün
yapıp ettiklerinizi görüp durmaktadır. |
وَلَئِنْ
قُتِلْتُمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ أَوْ
مُتُّمْ |
157. |
Şayet Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki |
لَمَغْفِرَةٌ
مِنَ اللهِ
وَرَحْمَةٌ
خَيْرٌ
مِمَّا يَجْمَعُونَ |
|
Allah'ın o tatlı yaklaşım ve sevgisi
insanların topladığı maldan daha
hayırlıdır. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4. c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 158 165. |
وَلَئِنْ
مُتُّمْ
أَوْ
قُتِلْتُمْ
َلإلَى
اللهِ
تُحْشَرُونَ |
158. |
Unutmayın, ölseniz de öldürülseniz de eninde sonunda Allah'ın
huzuruna getirileceksiniz. |
فَبِمَا
رَحْمَةٍ
مِنَ اللهِ
لِنْتَ
لَهُمْ |
159. |
Resulüm! Bereket versin, o gün sen onlara nazik davrandın. |
وَلَوْ
كُنْتَ
فَظًّا
غَلِيظَ
الْقَلْبِ
َلانْفَضُّوا
مِنْ
حَوْلِكَ |
|
Eğer, kaba ve sert davransaydın, çevrenden
dağılıp giderlerdi. |
فَاعْفُ
عَنْهُمْ
وَاسْتَغْفِرْ
لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ
فِي
اْلأَمْرِ |
|
Bundan böyle de, affedici ve bağışlayıcı ol. Bu
gibi durumlarda onların da görüşünü al. |
فَإِذَا
عَزَمْتَ
فَتَوَكَّلْ
عَلَى اللهِ
إِنَّ اللهَ
يُحِبُّ
الْمُتَوَكِّلِينَ |
|
İşini sağlama aldın mı, artık Allah'a
güven. Çünkü Allah, güvenceli iş yapanları çok mu çok sever. |
إِنْ
يَنْصُرْكُمُ
اللهُ فَلاَ
غَالِبَ
لَكُمْ |
160. |
Şayet Allah yardım edecek olursa, sizi hiçbir kimse yenemez. |
وَإِنْ
يَخْذُلْكُمْ
فَمَنْ ذَا
الَّذِي يَنْصُرُكُمْ
مِنْ
بَعْدِهِ |
|
Eğer Allah sizi yalnız bırakacak olursa, bir daha size
kim destek olabilir ki? |
وَعَلَى
اللهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ |
|
Demem o ki, müminler sadece Allah'a güvensinler! |
وَمَا
كَانَ
لِنَبِيٍّ
أَنْ
يَغُلَّ |
161. |
Bir Tanrı elçisinin sömürmesi asla söz konusu olamaz. |
وَمَنْ
يَغْلُلْ
يَأْتِ
بِمَا غَلَّ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
|
Sömürenler, kıyamet günü sömürdüğü şeyleri
yanlarında getirecek ve |
ثُمَّ
تُوَفَّى
كُلُّ
نَفْسٍ مَا
كَسَبَتْ وَهُمْ
لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
o gün, tüm edinimleri, hiç haksızlık edilmeden kendilerine
gösterilecektir. |
أَفَمَنِ
اتَّبَعَ
رِضْوَانَ
اللهِ
كَمَنْ
بَاءَ
بِسَخَطٍ
مِنَ اللهِ |
162. |
Allah rızasını hedefleyenle, onun öfkesini üzerine çeken
bir olur mu hiç?! |
وَمَأْوَاهُ
جَهَنَّمُ
وَبِئْسَ
الْمَصِيرُ |
|
Berikinin sonu cehennemdir, aman ne kötü son
|
هُمْ
دَرَجَاتٌ
عِنْدَ
اللهِ
وَاللهُ بَصِيرٌ
بِمَا
يَعْمَلُونَ |
163. |
O gün
her insanın, Allah katında farklı bir yeri olacak. Çünkü
Allah, yaptıklarını biliyor. |
لَقَدْ
مَنَّ اللهُ
عَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
إِذْ بَعَثَ
فِيهِمْ
رَسُولاً
مِنْ أَنْفُسِهِمْ
|
164. |
Allah, kendi içlerinden birini elçi göndermekle müminlere çok büyük bir
iyilikte bulunmuştur. Neden mi?: |
يَتْلُوا
عَلَيْهِمْ
آيَاتِهِ
وَيُزَكِّيهِمْ
|
|
Çünkü bu elçi, halka Allah kelâmını okumak suretiyle,
onları temiz toplum haline getirecek, |
وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ |
|
ayrıca kendilerine yazıyı ve egemen olma
sanatını da öğretecektir. |
وَإِنْ
كَانُوا
مِنْ قَبْلُ
لَفِي
ضَلاَلٍ مُبِينٍ |
|
Nitekim vaktiyle onlar, tamamen yalnızlığa
terkedilmiş bir toplum idi. |
أَوَلَمَّا
أَصَابَتْكُمْ
مُصِيبَةٌ
قَدْ
أَصَبْتُمْ
مِثْلَيْهَا
قُلْتُمْ
أَنَّى
هَذَا |
165. |
Yoksa daha önceleri başkalarına
tattırdığınız yenilgi, kendi başınıza
gelince mi: " bu da nesi " diyerek apışıp
kaldınız ? |
قُلْ
هُوَ مِنْ
عِنْدِ
أَنْفُسِكُمْ
|
|
De ki: " bu yenilgi sizden kaynaklanmıştır.
" |
إِنَّ
اللهَ عَلَى
كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Allah elbette her şeye kadirdir
|
سورةُ
آل عمران : مدنية
200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 166 173. |
وَمَا
أَصَابَكُمْ
يَوْمَ
الْتَقَى الْجَمْعَانِ
فَبِإِذْنِ
اللهِ |
166. |
İki tarafın çarpışması sonucu tattığınız bu
acı yenilgi, Allah'ın bilgisi dahilinde olmuştur. |
وَلِيَعْلَمَ
الْمُؤْمِنِينَ |
|
Çünkü Allah, hem inananları, |
وَلِيَعْلَمَ
الَّذِينَ
نَافَقُوا |
167. |
hem de iki yüzlülük edenleri sergilemek istemiştir. |
وَقِيلَ
لَهُمْ
تَعَالَوْا
قَاتِلُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ أَوِ
ادْفَعُوا |
|
Nitekim kendilerine: " haydi Allah için savaşın, ya
da savunma yapın " denince: |
قَالُوا
لَوْ
نَعْلَمُ
قِتَالاً
لاَتَّبَعْنَاكُمْ |
|
" savaştan anlasak, zaten size takılırdık
" demişlerdi. |
هُمْ
لِلْكُفْرِ
يَوْمَئِذٍ
أَقْرَبُ
مِنْهُمْ
لِلإيمَانِ |
|
Ogün onlar, imandan çok, küfre yakındılar. |
يَقُولُونَ
بِأَفْواهِهِمْ
مَا لَيْسَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
|
|
Kalplerinde olmayan bir şeyi, ağızlarının
ucuyla söylüyorlardı. |
وَاللهُ
أَعْلَمُ
بِمَا
يَكْتُمُونَ |
|
Allah ise, neleri gizlediklerini pekâlâ biliyordu. |
اَلَّذِينَ
قَالُوا
ِلإِخْوَانِهِمْ
وَقَعَدُوا
لَوْ
أَطَاعُونَا
مَا قُتِلُوا
|
168. |
Hattâ kardeşleri için oturdukları yerden: " bizi
dinleselerdi, öldürülmezlerdi " diyenler oldu. |
قُلْ
فَادْرَءُوا
عَنْ
أَنْفُسِكُمُ
الْمَوْتَ
إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Resulüm! bu gibilere şunu söyle: " Eğer samimi
iseniz, hadi siz de ölüme engel olun." |
وَلاَ
تَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
قُتِلُوا فِي
سَبِيلِ
اللهِ
أَمْوَاتًا |
169. |
Sakın ola ki Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. |
بَلْ
أَحْيَاءٌ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ
يُرْزَقُونَ |
|
Bilakis onlar, Rab'leri tarafından ikrama boğulan dirilerdir. |
فَرِحِينَ
بِمَا
آتَاهُمُ
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ |
170. |
Allah'ın kendilerine, bir şükran borcu olarak verdiği
şeylerden de mutludurlar. |
وَيَسْتَبْشِرُونَ
بِالَّذِينَ
لَمْ يَلْحَقُوا
بِهِمْ مِنْ
خَلْفِهِمْ |
|
Hattâ, geride kendilerine henüz katılmamış olan
şehit adaylarına müjdeyi yetiştirirler: |
أَلاَّ
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ
يَحْزَنُونَ |
|
korku ve keder yüzü görmeyeceklerini iletirler, |
يَسْتَبْشِرُونَ
بِنِعْمَةٍ
مِنَ اللهِ وَفَضْلٍ
وَأَنَّ
الله لاَ
يُضِيعُ
أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ |
171. |
şehitlik Allah tarafından hem bir nimet hem de
ayrıcalıkmış, Allah, inananların ecrini zayi
etmiyormuş
derler
|
اَلَّذِينَ
اسْتَجَابُوا
ِللهِ
وَالرَّسُولِ
مِنْ بَعْدِ
مَا
أَصَابَهُمُ
الْقَرْحُ |
172. |
Savaşta
aldıkları ağır yaralara rağmen, bir yandan Allah ve
resulünün çağrısına koşarken, |
لِلَّذِينَ
أَحْسَنُوا
مِنْهُمْ
وَاتَّقَوْا
أَجْرٌ
عَظِيمٌ |
|
bir yandan güzel davranışlar sergileyen
sağlamcılara muhteşem ödüller var. |
اَلَّذِينَ
قَالَ
لَهُمُ
النَّاسُ
إِنَّ النَّاسَ
قَدْ جَمَعُوا
لَكُمْ
فَاخْشَوْهُمْ
|
173. |
" Bak düşmanlar size karşı silahlanıyor,
onlara karşı güvenlik tedbirinizi alın "
şeklindeki uyarılardan |
فَزَادَهُمْ
إِيمَانًا
وَقَالُوا
حَسْبُنَا
اللهُ
وَنِعْمَ
الْوَكِيلُ |
|
güç alıp: " Allah bize yeter, ondan âlâ güvence mi olur
" diyenlere bile ödül var. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 174 180. |
فَانْقَلَبُوا
بِنِعْمَةٍ
مِنَ اللهِ
وَفَضْلٍ
لَمْ
يَمْسَسْهُمْ
سُوءٌ
وَاتَّبَعُوا
رِضْوَانَ
اللهِ |
174. |
Hattâ, Allah'ın özel ilgi ve ikramı sayesinde Bedir'den
kayıp vermeden dönüp Allah'ın sevgisine mazhar olanlara da ödüller
var
|
وَاللهُ
ذُو فَضْلٍ
عَظِيمٍ |
|
Allah,
muhteşem bir erdeme sahiptir. |
إِنَّمَا
ذَلِكُمُ
الشَّيْطَانُ
يُخَوِّفُ
أَوْلِيَاءَهُ
|
175. |
Sizin şu insan bozuntusu şeytanınız ise, olsa olsa
kendi yandaşlarını korkutabilir. |
فَلاَ
تَخَافُوهُمْ
وَخَافُونِ
إِنْ كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ |
|
Eğer gerçekten inanıyorsanız, ondan değil benden
korkun
|
وَلاَ
يَحْزُنْكَ
الَّذِينَ
يُسَارِعُونَ
فِي الْكُفْرِ
|
176. |
Resulüm!
inkar bataklığında koşuşturanlar, sakın seni
üzmesin. |
إِنَّهُمْ
لَنْ
يَضُرُّوا
اللهَ
شَيْئًا |
|
Onlar, Allah'a herhangi bir zarar veremezler. |
يُرِيدُ
اللهَ
أَلاَّ
يَجْعَلَ
لَهُمْ حَظًّا
فِي
اْلآخِرَةِ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
|
Allah onları, öbür dünyada nasipsiz bırakmak istiyor.
Ayrıca onlar, çok da ağır cezalara
çarptırılacaklardır. |
إِنَّ
الَّذِينَ
اشْتَرَوُا
الْكُفْرَ
بِالإيمَانِ
لَنْ
يَضُرُّوا
اللهَ
شَيْئًا وَلَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
177. |
İmanı bırakıp küfrü tercih edenler, Allah'a zarar
veremezler. Onlar da, çok acı veren cezalara maruz kalacaklar
|
وَلاَ
يَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا أَنَّمَا
نُمْلِي
لَهُمْ
خَيْرٌ
ِلأَنْفُسِهِمْ
|
178. |
İnkarcılar, bizim iplerini biraz uzatmış olmamızı, sakın
kendileri için hayra yormasınlar. |
إِنَّمَا
نُمْلِي
لَهُمْ
لِيَزْدَادُوا
إِثْمًا
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
مُهِينٌ |
|
Onları biraz salıyorsak bu, suçları çoğalsın
diyedir. İlerdeki cezaları daha da
aşağılayıcı. |
مَا
كَانَ اللهُ
لِيَذَرَ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَى مَا
أَنْتُمْ
عَلَيْهِ |
179. |
Herhalde Allah, inananları hep, sizin şimdiki konumunuzda
tutacak değildir. |
حَتَّى
يَمِيزَ
الْخَبِيثَ
مِنَ
الطَّيِّبِ |
|
Bu durum, temizi pislikten kurtarana kadar sürecektir. |
وَمَا
كَانَ اللهُ
لِيُطْلِعَكُمْ
عَلَى الْغَيْبِ
وَلَكِنَّ
اللهَ
يَجْتَبِي
مِنْ رُسُلِهِ
مَنْ
يَشَاءُ |
|
Allah, gayb âlemini size göstermez. Fakat Allah, bu bilgiyi kendi
elçileri arasından sadece dilediğine yükleyebilir. |
فَآمِنُوا
بِاللهِ
وَرُسُلِهِ
وَإِنْ تُؤْمِنُوا
وَتَتَّقُوا
فَلَكُمْ
أَجْرٌ عَظِيمٌ |
|
Artık Allah ve resulüne inanmanız gerekir. Eğer
inanır da kendinizi sağlama alırsanız,
karşılığında çok büyük ecir kazanacaksınız
|
وَلاَ
يَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
يَبْخَلُونَ
بِمَا
آتَاهُمُ
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ
هُوَ خَيْرًا
لَهُمْ بَلْ
هُوَ شَرٌّ
لَهُمْ سَيُطَوَّقُونَ
مَا
بَخِلُوا
بِهِ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
|
180. |
Cimriler,
Allah'ın özel ikram olarak sunduğu malı, kendileri için hayra
yormasınlar. Aksine bu, onlar için bir kötülüktür. Çünkü serbest
dolaşımına engel oldukları bu mal, kıyamette kendi
boyunlarına dolanacaktır. |
وَلِلَّهِ
مِيرَاثُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأرْضِ |
|
Göklerin ve yerin tüm mirası Allah'ın tekelindedir. |
وَاللهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
خَبِيرٌ |
|
Allah, yaptıklarınızın tümünden haberlidir. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 181 186. |
لَقَدْ
سَمِعَ
اللهُ
قَوْلَ
الَّذِينَ |
181. |
Allah şu zavallıların sözünü, tabiki duymuştur. |
قَالُوا
إِنَّ اللهَ
فَقِيرٌ
وَنَحْنُ
أَغْنِيَاءُ |
|
Akılları sıra: " Allah fakir, biz zenginiz
" diyorlar. |
سَنَكْتُبُ
مَا قَالُوا
وَقَتْلَهُمُ
اْلأنْبِيَاءَ
بِغَيْرِ
حَقٍّ |
|
Biz, onların bu sözlerini, hattâ tanrı elçilerini nasıl
acımadan öldürdüklerini de kaydettik. |
وَنَقُولُ
ذُوقُوا
عَذَابَ
الْحَرِيقِ |
|
Bir gün kendilerine: " yangın acısını
tadın " diyeceğiz o kadar. |
ذَلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
أَيْدِيكُمْ
|
182. |
Bu ceza, dünyada iken yaptıklarınızın
karşılığıdır. |
وَأَنَّ
اللهَ
لَيْسَ
بِظَلاَّمٍ
لِلْعَبِيدِ |
|
Herhalde Allah, kullarına haksızlık edecek
değildir. |
اَلَّذِينَ
قَالُوا
إِنَّ اللهَ
عَهِدَ إِلَيْنَا |
183. |
Sevgili resulüm!
Şu Yahudi'lerin küstahlığına bak: " Biz,
Tanrı ile sözleştik, bundan böyle |
أَلاَّ
نُؤْمِنَ
لِرَسُولٍ
حَتَّى
يَأْتِيَنَا
بِقُرْبَانٍ
تَأْكُلُهُ
النَّارُ |
|
bize ateşe atılabilecek bir kurban getirmeden hiçbir resule
inanmayacağız " diyorlar. |
قُلْ
قَدْ
جَاءَكُمْ
رُسُلٌ مِنْ
قَبْلِي
بِالْبَيِّنَاتِ
|
|
Cevaben de ki: " benden önce gelen elçiler, size belgeler de
getirmişlerdi. |
وَبِالَّذِي
قُلْتُمْ
فَلِمَ
قَتَلْتُمُوهُمْ
إِنْ
كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Hattâ o, dediğiniz kurbanı da getirmişlerdi. Samimi idiyseniz neden
onları öldürdünüz ?" |
فَإِنْ
كَذَّبُوكَ
فَقَدْ
كُذِّبَ
رُسُلٌ مِنْ
قَبْلِكَ |
184. |
Resulüm! sana yalancı derlerse, bil ki senden öncekiler de
yalanlanmıştı, |
جَاءُوا
بِالْبَيِّنَاتِ
وَالزُّبُرِ
وَالْكِتَابِ
الْمُنِيرِ |
|
Hem de, belgeler ve aydınlatıcı kitaplar sundukları
halde
|
كُلُّ
نَفْسٍ
ذَائِقَةُ
الْمَوْتِ |
185. |
Her nefis
ölümü tadacaktır. |
وَإِنَّمَا
تُوَفَّوْنَ
أُجُورَكُمْ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ |
|
Hepiniz emeklerinizin karşılığını,
kıyamet gününde alacaksınız. |
فَمَنْ
زُحْزِحَ
عَنِ
النَّارِ
وَأُدْخِلَ
الْجَنَّةَ
فَقَدْ
فَازَ |
|
O gün ateş yolundan alınıp cennet yoluna sokulanlar
kurtuldu demektir. |
وَمَا
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
إِلاَّ مَتَاعُ
الْغُرُورِ |
|
Dünya hayatı, tam bir aldatmacadan ibarettir. |
لَتُبْلَوُنَّ
فِي
أَمْوَالِكُمْ
وَأَنْفُسِكُمْ
|
186. |
Bu dünyada hepiniz, mallarınız ve canlarınız
konulu bir sınava tabi tutulacaksınız. |
وَلَتَسْمَعُنَّ
مِنَ
الَّذِينَ
أُوتُوا الْكِتَابَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
وَمِنَ
اَلَّذِينَ
أَشْرَكُوا
أَذًى
كَثِيرًا |
|
Bu arada, öncelikle ehlikitaptan, daha sonra da Allah'a aracılarla
ulaşan torpilci zihniyetten çok eza cefa göreceksiniz. |
وَإِنْ
تَصْبِرُوا
وَتَتَّقُوا
فَإِنَّ ذَلِكَ
مِنْ عَزْمِ
اْلأُمُورِ |
|
Artık sabredip kendinizi sağlama almalısınız.
Bu ise, kesinlikle bir azim işidir. |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 187 194. |
وَإِذْ
أَخَذَ
اللهُ
مِيثَاقَ
الَّذِينَ أُوتُوا
الْكِتَابَ
|
187. |
Vaktiyle Allah, ehlikitap ulemasından söz almış ve: |
لَتُبَيِّنُنَّهُ
لِلنَّاسِ
وَلاَ تَكْتُمُونَهُ |
|
" Kitabı insanlara mutlaka açıklayacak ve asla
gizlemeyeceksiniz " demiştik. |
فَنَبَذُوهُ
وَرَاءَ
ظُهُورِهِمْ
وَاشْتَرَوْا
بِهِ
ثَمَنًا
قَلِيلاً |
|
Çok geçmeden kitabı ortadan kaldırdılar, üç kuruşa
tenezzül edip ayağa düşürdüler. |
فَبِئْسَ
مَا
يَشْتَرُونَ |
|
Yaptıkları çok çirkin bir alışverişti. |
لاَ
تَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
يَفْرَحُونَ
بِمَا
أَتَوْا |
188. |
Sevgili resulüm! yaptıklarından dolayı
şımaranların, |
وَيُحِبُّونَ
أَنْ
يُحْمَدُوا
بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا |
|
hiç yapmadığı şeylerden dolayı övülmekten
hoşlananların |
فَلاَ
تَحْسَبَنَّهُمْ
بِمَفَازَةٍ
مِنَ الْعَذَابِ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
cezadan kurtulacaklarını sanma. Onlara verilecek ceza çok
kıvrandıracak. |
وَلِلَّهِ
مُلْكُ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
|
189. |
Göklerin ve yeryüzünün tek hakimi Allah'tır. |
وَاللهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Allah ise, her şeye kadirdir. |
إِنَّ
فِي خَلْقِ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ
وَاخْتِلاَفِ
اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ
َلآيَاتٍ
ِلأُولِي
اْلأَلْبَابِ |
190. |
Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece gündüz farkında,
öz bilgi sevdalısı bilim adamları için bir takım
ipuçları vardır. |
اَلَّذِينَ
يَذْكُرُونَ
اللهَ
قِيَامًا
وَقُعُودًا
وَعَلَى
جُنُوبِهِمْ
|
191. |
Çalışırken, otururken, dengilip yatarken Allah
adını dilinden düşürmeyen bilginler, |
وَيَتَفَكَّرُونَ
فِي خَلْقِ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضِ |
|
göklerin ve yerin nasıl yaratıldığını
düşünürken şöyle mırıldanırlar: |
رَبَّنَا
مَا
خَلَقْتَ
هَذَا
بَاطِلاً سُبْحَانَكَ
فَقِنَا
عَذَابَ
النَّارِ |
|
" Ya Rab! Bütün bunları boşuna yaratmadın. Sen
muhteşemsin. N'olur ateşe atma bizi. |
رَبَّنَا
إِنَّكَ
مَنْ
تُدْخِلِ
النَّارَ فَقَدْ
أَخْزَيْتَهُ
وَمَا
لِلظَّالِمِينَ
مِنْ
أَنْصَارٍ |
192. |
Ya Rab! Çünkü sen, zalime kimseler yâr olmaz misali ateşe
attıklarını hep yüzüstü bırakırsın. |
رَبَّنَا
إِنَّنَا
سَمِعْنَا
مُنَادِيًا يُنَادِي
لِلإِيمَانِ
أَنْ
آمِنُوا
بِرَبِّكُمْ
فَآمَنَّا |
193. |
Ya Rab! Biz, 'sizin gerçek sahibiniz olan Allah'a inanın!' diyen
bir ses duyduk ve hemen inandık. |
رَبَّنَا
فَاغْفِرْ
لَنَا
ذُنُوبَنَا
وَكَفِّرْ
عَنَّا
سَيِّئَاتِنَا
وَتَوَفَّنَا
مَعَ
اْلأَبْرَارِ |
|
Ya Rab! N'olur hiç olmazsa bu yüzden bizi bağışla, kötülüklerimizi
görmezden geliver, iyi kulların arasına bizi de alıver. |
رَبَّنَا
وَآتِنَا
مَا
وَعَدْتَنَا
عَلَى رُسُلِكَ
|
194. |
Ya Rab! Elçilerin vasıtasıyla vadettiklerini ver artık
bize, |
وَلاَ
تُخْزِنَا
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
إِنَّكَ لاَ
تُخْلِفُ
الْمِيعَادَ |
|
bizi kıyamet gününde perişan etme. Çünkü sen sözünden
dönmezsin. " |
سورةُ
آل عمران :
مدنية 200 آية |
4.
c |
Âli Ímrân Sûresi: 3 / 195 200. |
فَاسْتَجَابَ
لَهُمْ
رَبُّهُمْ
أَنِّي |
195. |
Rablerinin ise onlara cevabı kesindir: |
لاَ
أُضِيعُ
عَمَلَ
عَامِلٍ
مِنْكُمْ |
|
" Ben, emek sarf eden hiçbir emekçinin emeğini zayi etmem.
|
مِنْ
ذَكَرٍ أَوْ
أُنْثَى
بَعْضُكُمْ
مِنْ بَعْضٍ |
|
Kadın erkek fark etmez, ha siz ha onlar. " |
فَالَّذِينَ
هَاجَرُوا
وَأُخْرِجُوا
مِنْ دِيَارِهِمْ
|
|
Ben, yurtlarından çıkarıldığı için göç
etmek zorunda kalanların, |
وَأُوذُوا
فِي
سَبِيلِي |
|
benim için çile çekenlerin, |
وَقَاتَلُوا
وَقُتِلُوا
لأُكَفِّرَنَّ
عَنْهُمْ
سَيِّئَاتِهِمْ |
|
savaşırken öldürülenlerin geçmiş suçlarını
silip |
وََلأُدْخِلَنَّهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
|
hepsini, içinde derelerin çağladığı bahçelere
alacağım. |
ثَوَابًا
مِنْ عِنْدِ
اللهِ |
|
Allah'tan bir karşılık olmak üzere. |
وَاللهُ
عِنْدَهُ
حُسْنُ
الثَّوَابِ |
|
Çünkü en güzel karşılığı sadece Allah verir
|
لاَ
يَغُرَّنَّكَ
تَقَلُّبُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
فِي
الْبِلاَدِ |
196. |
Resulüm!
İnkarcıların ülke genelindeki müreffeh
yaşantıları sakın seni yanıltmasın. |
مَتَاعٌ
قَلِيلٌ
ثُمَّ
مَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ
وَبِئْسَ الْمِهَادُ |
197. |
Bu yaşantı kısa sürelidir. Onların sonu
cehennemdir. Ah ne kötüdür orası! |
لَكِنِ
الَّذِينَ
اتَّقَوْا
رَبَّهُمْ
لَهُمْ
جَنَّاتٌ |
198. |
Allah'a karşı kendilerini sağlama alanların ise yeri
cennettir. |
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
|
Hem de içinde şarıl şarıl şarlayan dereleriyle |
خَالِدِينَ
فِيهَا
نُزُلاً
مِنْ عِنْدِ
اللهِ |
|
sonsuza kadar, üstelik Tanrının özel konuğu olarak. |
وَمَا
عِنْدَ
اللهِ
خَيْرٌ
لِلأَبْرَارِ |
|
Evet, Allah katındaki tüm güzellikler, seçkin kullar içindir. |
وَإِنَّ
مِنْ أَهْلِ
الْكِتَابِ
لَمَنْ يُؤْمِنُ
بِاللهِ |
199. |
Ehlikitap içerisinde Allah'a yürekten inananlar da vardır. |
وَ
مَا
أُنْزِلَ
إِلَيْكُمْ
وَمَا
أُنْزِلَ
إِلَيْهِمْ
خَاشِعِينَ
ِللهِ |
|
Bunlar, size ve kendilerine indirilenin Allah'tan olduğuna derin
bir saygı duyarak inanırlar. |
لاَ
يَشْتَرُونَ
بِآيَاتِ
اللهِ
ثَمَنًا قَلِيلاً |
|
Allah kelâmını ucuz sömürü aracı yapmazlar. |
أُولاَئِكَ
لَهُمْ
أَجْرُهُمْ
عِنْدَ رَبِّهِمْ
|
|
Bunlar, Allah'tan alacaklı durumundadırlar. |
إِنَّ
اللهَ
سَرِيعُ
الْحِسَابِ |
|
Allahın hesaplaması ise son derece hızlıdır
|
يَآأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
اصْبِرُوا
وَصَابِرُوا
وَرَابِطُوا
|
200. |
Ey müminler!
Sabredin, sabrı tavsiye edin, aranızda gönül köprüleri
oluşturun. |
وَاتَّقُوا
اللهَ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
|
bir de kurtulabilmeniz için Allah'a karşı kendinizi
sağlama alın. |
سورةُ النساء :
مدنية 176آية |
4.
c |
Nisâ Suresi: 4/ 1 - 6. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم
|
|
Bismillâhirrahmânirrahîm
|
يَآ
أَيُّهَا
النَّاسُ
اتَّقُوا
رَبَّكُمُ |
1. |
Ey insanlar! Allah'a
karşı kendinizi sağlama alın. |
الَّذِي
خَلَقَكُمْ
مِنْ نَفْسٍ
وَاحِدَةٍ
وَخَلَقَ
مِنْهَا
زَوْجَهَا
وَبَثَّ
مِنْهُمَا
رِجَالاً
كَثِيرًا
وَنِسَاءً |
|
O sizi bir tek candan
yaratmış; sonra ondan eşini var etmiş, daha sonra da bu
ikiliden erkek ve kadın cinsini üretmiştir. |
وَاتَّقُوا
اللهَ
الَّذِي
تَسَاءَلُونَ
بِهِ
وَاْلأَرْحَامَ |
|
Her vesile ile
adını kullandığınız Allah'a karşı da
kendinizi sağlama alın, akrabalara karşı
da. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
عَلَيْكُمْ
رَقِيبًا |
|
Çünkü Allah'ın
gözü hep üzerinizdedir. |
وَآتُوا
الْيَتَامَى
أَمْوَالَهُمْ
وَلاَ
تَتَبَدَّلُوا
الْخَبِيثَ
بِالطَّيِّبِ
وَلاَ
تَأْكُلُوا
أَمْوَالَهُمْ
إِلَى
أَمْوَالِكُمْ
|
2. |
Yetim
mallarını kendilerine aynen iade edin. İyilerini kendi
kötülerinizle değiştirmeyin. Mallarını kendi
malınıza karıştırıp yemeyin. |
إِنَّهُ
كَانَ
حُوبًا
كَبِيرًا |
|
Bunu yapmak çok büyük
bir suç olur. |
وَإِنْ
خِفْتُمْ
أَلاَّ
تُقْسِطُوا
فِي الْيَتَامَى
فَانْكِحُوا
مَا طَابَ
لَكُمْ مِنَ
النِّسَاءِ
مَثْنَى
وَثُلاَثَ
وَرُبَاعَ |
3. |
Yetimlere
gerektiği kadar bakamama endişeniz varsa, onlara
bakabileceğini tahmin ettiğiniz iki, üç, dört kadınla
evlenebilirsiniz. |
فَإِنْ
خِفْتُمْ
أَلاَّ
تَعْدِلُوا
فَوَاحِدَةً
أَوْ مَا
مَلَكَتْ
أَيْمَانُكُمْ
|
|
Eşler arası
eşitlik sorun olacaksa, tek bayanla evlenmeli, ya da cariyelerle
yetinmelisiniz. |
ذَلِكَ
أَدْنَى
أَلاَّ
تَعُولُوا |
|
Çok çocuk yapmamak için
en doğrusu budur. |
وَآتُوا
النِّسَاءَ
صَدُقَاتِهِنَّ
نِحْلَةً
فَإِنْ
طِبْنَ
لَكُمْ عَنْ
شَيْءٍ مِنْهُ
نَفْسًا
فَكُلُوهُ
هَنِيئًا
مَرِيئًا |
4. |
Kadınlara
mehirlerini geri almamak üzere verin. Şayet size gönül
rızasıyla bir miktar verirlerse bunu alıp harcayabilirsiniz
|
وَلاَ
تُؤْتُوا
السُّفَهَاءَ
أَمْوَالَكُمْ
الَّتِي
جَعَلَ
اللهُ
لَكُمْ
قِيَامًا |
5. |
Zekâ özürlülerin mallarını
kendilerine teslim etmeyin, çünkü Allah, onu size
çalıştırmanız için emanet etmiştir, |
وَارْزُقُوهُمْ
فِيهَا وَاكْسُوهُمْ
وَقُولُوا
لَهُمْ
قَوْلاً
مَعْرُوفًا |
|
Bu malın
geliriyle gıda ve giyim ihtiyaçlarını
karşılayın. Olumlu sözlerle gönüllerini alın. |
وَابْتَلُوا
الْيَتَامَى
حَتَّى
إِذَا بَلَغُوا
النِّكَاحَ
فَإِنْ
آنَسْتُمْ
مِنْهُمْ
رُشْدًا
فَادْفَعُوا
إِلَيْهِمْ
أَمْوَالَهُمْ
|
6. |
Yetimleri, evlenme
çağına doğru deneyin. Şayet onlarda yeterli olgunluk
görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. |
وَلاَ
تَأْكُلُوهَا
إِسْرَافًا
وَبِدَارًا
أَنْ
يَكْبَرُوا |
|
Daha büyümelerine çok
var diyerek mallarını çarçur edip yemeyin. |
وَمَنْ
كَانَ
غَنِيًّا
فَلْيَسْتَعْفِفْ
وَمَنْ
كَانَ
فَقِيرًا
فَلْيَأْكُلْ
بِالْمَعْرُوفِ |
|
Şayet velî
zengin ise, iffetli davransın, şayet fakir ise, örfî yasalara uygun
olarak harcayıp etsin. |
فَإِذَا
دَفَعْتُمْ
إِلَيْهِمْ
أَمْوَالَهُمْ
فَأَشْهِدُوا
عَلَيْهِمْ |
|
Yetimlere
mallarını teslim ederken, durumu karşı tanıklarla
belgeleyin. |
وَكَفَى
بِاللهِ
حَسِيبًا |
|
Çünkü sorumluluk
konusunda tek başına yeterli olan sadece Allah'tır
|
سورةُ النساء : مدنية
176آية |
4.
c |
Nisâ Suresi: 4/ 7-11. Ayetler |
لِلرِّجَالِ
نَصِيبٌ
مِمَّا
تَرَكَ
الْوَالِدَانِ
وَاْلأَقْرَبُونَ
|
7. |
Anne baba ve akrabalardan kalan maldan
erkeklerin hissesi olduğu gibi |
وَلِلنِّسَاءِ
نَصِيبٌ
مِمَّا
تَرَكَ الْوَالِدَانِ
وَاْلأَقْرَبُونَ
مِمَّا
قَلَّ
مِنْهُ أَوْ
كَثُرَ
نَصِيبًا
مَفْرُوضًا |
|
anne baba ve
akrabalardan kalan maldan az veya çok kadınların da belli oranda
hisseleri vardır. |
وَإِذَا
حَضَرَ
الْقِسْمَةَ
أُولُوا
الْقُرْبَى
وَالْيَتَامَى
وَالْمَسَاكِينُ
|
8. |
Eğer
paylaşıma uzak akraba, öksüzler ve yoksullar da seyirci olarak
katılmışsa |
فَارْزُقُوهُمْ
مِنْهُ
وَقُولُوا
لَهُمْ قَوْلاً
مَعْرُوفًا |
|
maldan bir
şeyler vermek suretiyle onların da gönülleri
alınmalıdır. |
وَلْيَخْشَ
الَّذِينَ
لَوْ
تَرَكُوا
مِنْ
خَلْفِهِمْ
ذُرِّيَّةً
ضِعَافًا
خَافُوا عَلَيْهِمْ
|
9. |
Veliler, geride
bıraktıkları bakıma muhtaç yavruları için
gösterdikleri titizliği diğer varislerine de aynen göstersinler. |
فَلْيَتَّقُوا
اللهَ
وَلْيَقُولُوا
قَوْلاً
سَدِيدًا |
|
Allah'a
karşı kendilerini sağlama alıp doğru kararlar
versinler. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَأْكُلُونَ
أَمْوَالَ الْيَتَامَى
ظُلْمًا |
10. |
Yetim
mallarını insafsızca yiyenler, |
إِنَّمَا
يَأْكُلُونَ
فِي
بُطُونِهِمْ
نَارًا |
|
midelerini
ateşle dolduruyorlar demektir. |
وَسَيَصْلَوْنَ
سَعِيرًا |
|
Bu gibiler,
harlı ateşe yaslanacaklardır
|
يُوصِيكُمُ
اللهُ فِي
أَوْلاَدِكُمْ
|
11. |
Allah'ın çocuklarınız
hakkındaki veraset önerisi şöyledir: |
لِلذَّكَرِ
مِثْلُ
حَظِّ
اْلأُنثَيَيْنِ |
|
Bir erkek, iki
kız kadar paya sahiptir. |
فَإِنْ
كُنَّ
نِسَاءً
فَوْقَ
اثْنَتَيْنِ
فَلَهُنَّ
ثُلُثَا مَا
تَرَكَ |
|
Varislerin hepsi
kız olup ikiden fazla ise, ölenin bıraktığı
malın üçte ikisi onlarındır. |
وَإِنْ
كَانَتْ
وَاحِدَةً
فَلَهَا
النِّصْفُ |
|
Varis tek kız ise,
payı yarımdır. |
وَ
ِلأَبَوَيْهِ
لِكُلِّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا السُّدُسُ
مِمَّا
تَرَكَ إِنْ
كَانَ لَهُ وَلَدٌ |
|
Ölenin çocuğu
varsa, bıraktığı malın altıda biri anne babaya
aittir. |
فَإِنْ
لَمْ يَكُنْ
لَهُ وَلَدٌ
وَوَرِثَهُ
أَبَوَاهُ
فَلأُمِّهِ
الثُّلُثُ |
|
Ölenin çocuğu
yoksa, yani varis, ana ile baba ise, anne üçte bir paya sahiptir. |
فَإِنْ
كَانَ لَهُ
إِخْوَةٌ
فَلأُمِّهِ
السُّدُسُ
مِنْ بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
يُوصِي بِهَا
أَوْ دَيْنٍ |
|
Ölenin
kardeşleri varsa, annenin payı altıda birdir. -Vasiyet ve
borcun ödenmesinden sonra kalanın altıda biri-. |
آبَاؤُكُمْ
وَأَبْنَاؤُكُمْ
لاَ تَدْرُونَ
أَيُّهُمْ
أَقْرَبُ
لَكُمْ
نَفْعًا فَرِيضَةً
مِنَ اللهِ |
|
Sizler, Allah'ın
farzları söz konusu olunca atalarınızdan ve
çocuklarınızdan hangisi, çıkar olarak size daha yakın,
bilemezsiniz. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
عَلِيمًا
حَكِيمًا |
|
Allah ise, her
şeyi bilir, her şeye egemendir. |
سورةُ النساء :
مدنية 176آية |
4.
c |
Nisâ Suresi: 4/ 12 - 14. Ayetler |
وَلَكُمْ
نِصْفُ مَا
تَرَكَ
أَزْوَاجُكُمْ
إِنْ
لَمْ يَكُنْ
لَهُنَّ
وَلَدٌ |
12. |
Ölen
hanımın
çocuğu yoksa, bıraktığı malın yarısı,
kocasınındır. [1] |
فَإِنْ
كَانَ
لَهُنَّ
وَلَدٌ
فَلَكُمُ
الرُّبُعُ
مِمَّا
تَرَكْنَ |
|
Ölen
hanımın çocuğu varsa, kocasının maldan payı,
dörtte birdir. |
مِنْ
بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
يُوصِينَ
بِهَا أَوْ
دَيْنٍ |
|
-
yaptıkları vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra tabi ki.- |
وَلَهُنَّ
الرُّبُعُ
مِمَّا
تَرَكْتُمْ
إِنْ لَمْ
يَكُنْ
لَكُمْ
وَلَدٌ |
|
Ölen kocanın çocuğu yoksa bıraktığı
malın dörtte biri dul karısınındır. |
فَإِنْ
كَانَ
لَكُمْ
وَلَدٌ
فَلَهُنَّ
الثُّمُنُ
مِمَّا
تَرَكْتُمْ |
|
Ölen kocanın
çocuğu varsa hanımların payı sekizde birdir. |
مِنْ
بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
تُوصُونَ
بِهَا أَوْ
دَيْنٍ |
|
- yapılan vasiyet
ve borcun ödenmesinden sonra tabi ki.- |
وَإِنْ
كَانَ
رَجُلٌ
يُورَثُ
كَلاَلَةً
أَوِ
امْرَأَةٌ |
|
Kadın olsun
erkek olsun eğer ölenin babası ve çocuğu yoksa / kelâle |
وَلَهُ
أَخٌ أَوْ
أُخْتٌ
فَلِكُلِّ
وَاحِدٍ
مِنْهُمَا
السُّدُسُ |
|
ama erkek ve kız
kardeşi varsa her birinin payı altıda birdir. |
فَإِنْ
كَانُوا
أَكْثَرَ
مِنْ ذَلِكَ
فَهُمْ
شُرَكَاءُ
فِي
الثُّلُثِ |
|
Çocuksuz kelâlenin
kardeşleri ikiden çok ise kardeşler, kalanın üçte birine
ortak olurlar. |
مِنْ
بَعْدِ
وَصِيَّةٍ
يُوصَى
بِهَا أَوْ
دَيْنٍ |
|
- vasiyet ve borç
ödemesinden sonra tabi ki-. |
غَيْرَ
مُضَارٍّ
وَصِيَّةً
مِنَ اللهِ |
|
Bunları
Allah'ın tavsiyelerine zarar vermeden, gerçekleştirin. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَلِيمٌ |
|
Allah her şeyi
bilir, evmez evişmez. |
تِلْكَ
حُدُودُ
اللهِ |
13. |
Bunlar, Allah'ın
getirdiği sınırlamalardır. |
وَمَنْ
يُطِعِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
|
|
Allah, kendisine ve
elçisine itaat edenleri, |
يُدْخِلْهُ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ |
|
içerisinde derelerin
çağladığı bahçelerde ağırlayacaktır. |
خَالِدِينَ
فِيهَا |
|
Hem de sonsuza kadar. |
وَذَلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
Çünkü kazanılan,
çok muhteşem bir zaferdir. |
وَمَنْ
يَعْصِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
وَيَتَعَدَّ
حُدُودَهُ
يُدْخِلْهُ
نَارًا |
14. |
Allah'a ve resulüne
baş kaldıranları ise ateşe atacaktır. |
خَالِدًا
فِيهَا |
|
Hem de sonsuza kadar. |
وَلَهُ
عَذَابٌ
مُهِينٌ |
|
Ayrıca çok
aşağılayıcı cezaları da olacak
|
سورةُ النساء :
مدنية 176آية |
4.
c |
Nisâ Suresi: 4/ 15 - 19. Ayetler |
وَاللاَّتِي
يَأْتِينَ
الْفَاحِشَةَ
مِنْ
نِسَائِكُمْ
|
15. |
Fuhuş yapan
kadınlarınızın durumlarını |
فَاسْتَشْهِدُوا
عَلَيْهِنَّ
أَرْبَعَةً
مِنْكُمْ |
|
içinizden dört erkek
şahitle belgelendirin. |
فَإِنْ
شَهِدُوا
فَأَمْسِكُوهُنَّ
فِي
الْبُيُوتِ
حَتَّى
يَتَوَفَّاهُنَّ
الْمَوْتُ
أَوْ
يَجْعَلَ
اللهُ لَهُنَّ
سَبِيلاً |
|
Durumları
tanıklarla belgelenen kadınları, ölene, ya da Allah,
durumlarına bir çare bulana kadar ev hapsinde tutun |
وَاللَّذَانِ
يَأْتِيَانِهَا
مِنْكُمْ فَآذُوهُمَا
|
16. |
İçinizden bir
çift zina yaparsa önce onurlarını incitin. |
فَإِنْ
تَابَا
وَأَصْلَحَا
فَأَعْرِضُوا
عَنْهُمَا |
|
Tövbe edip
durumlarını düzeltirlerse, daha üzerlerine varmayın. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
تَوَّابًا
رَحِيمًا |
|
Çünkü Allah, içten
pişmanlıklara dayanamaz bakarsın
bağışlayıverir. |
إِنَّمَا
التَّوْبَةُ
عَلَى اللهِ
لِلَّذِينَ
يَعْمَلُونَ
السُّوءَ
بِجَهَالَةٍ
ثُمَّ
يَتُوبُونَ
مِنْ
قَرِيبٍ |
17. |
Kötülüğü
bilmeden işledikten sonra yürekten pişmanlık duyanların tövbelerini
kabul etmek sadece Allah'a özeldir. |
فَأُولاَئِكَ
يَتُوبُ
اللهُ
عَلَيْهِمْ
وَكَانَ
اللهُ
عَلِيمًا
حَكِيمًا |
|
Allah, bu gibilerin
tövbesini elbet kabul eder. Çünkü her şeye bilgi ile hakim olan
Allah'tır. |
وَلَيْسَتِ
التَّوْبَةُ
لِلَّذِينَ
يَعْمَلُونَ
السَّيِّئَاتِ
حَتَّى إِذَا
حَضَرَ
أَحَدَهُمُ
الْمَوْتُ
قَالَ إِنِّي
تُبْتُ
الآنَ |
18. |
Kötülük yapmayı
adet haline getirenlerin, ecel gelince pişman olup: " artık
şimdi pişmanım " demeleri pişmanlık
değildir. |
وَلاَ
الَّذِينَ
يَمُوتُونَ
وَهُمْ
كُفَّارٌ |
|
Keza inkarcı
olarak ölenlerin son pişmanlıkları da tövbe sayılmaz. |
أُولاَئِكَ
أَعْتَدْنَا
لَهُمْ
عَذَابًا أَلِيمًا |
|
Biz bu gibiler için
çok acı veren cezalar ayarladık
|
يَآ
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا |
19. |
Sevgili müminler! |
لاَ
يَحِلُّ
لَكُمْ أَنْ
تَرِثُوا
النِّسَاءَ
كَرْهًا |
|
Kadınlara zorla
mirasçı olmaya kalkışmanız helâl olmaz. |
وَلاَ
تَعْضُلُوهُنَّ
لِتَذْهَبُوا
بِبَعْضِ
مَا
آتَيْتُمُوهُنَّ
|
|
verdiğiniz
mehrin hiç olmazsa birazını kurtarayım diye kendilerini
sıkıştırmayın. |
إِلاَّ
أَنْ
يَأْتِينَ
بِفَاحِشَةٍ
مُبَيِّنَةٍ |
|
Belgeli bir
iffetsizlik yaparlarsa başka tabi ki. |
وَعَاشِرُوهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ |
|
Eşlerinizle
güzel güzel geçinin. |
فَإِنْ
كَرِهْتُمُوهُنَّ
|
|
Eğer kendilerine
bir türlü ısınamadıysanız, |
فَعَسَى
أَنْ
تَكْرَهُوا
شَيْئًا
وَيَجْعَلَ
اللهُ فِيهِ
خَيْرًا
كَثِيرًا |
|
Bakarsın Allah,
beğenmediğiniz bir şeyde sizin için nice güzellikler
saklamış olabilir
|
سورةُ النساء : مدنية
176
آية |
4.
c |
Nisâ Suresi: 4/ 20-23. Ayetler |
وَإِنْ
أَرَدْتُمُ
اسْتِبْدَالَ
زَوْجٍ مَكَانَ
زَوْجٍ |
20. |
Eşinizi bırakıp başka bir
hanımla evlenmek isterseniz, |
وَآتَيْتُمْ
إِحْدَاهُنَّ
قِنطَارًا
فَلاَ
تَأْخُذُوا
مِنْهُ
شَيْئًا |
|
birincisine tonla
mehir vermiş olsanız bile bu miktardan hiçbir şey
almayın. |
أَتَأْخُذُونَهُ
بُهْتَانًا
وَإِثْمًا مُبِينًا |
|
Yoksa, niyetiniz
iftira atmak, ya da açık bir suçlama ile bir şeyler koparmak
mı? |
وَكَيْفَ
تَأْخُذُونَهُ
|
21. |
Bu mehri nasıl
alabilirsiniz? |
وَقَدْ
أَفْضَى
بَعْضُكُمْ
إِلَى
بَعْضٍ |
|
Birbirinize o kadar
da içli dışlı olmuş iken, |
وَأَخَذْنَ
مِنْكُمْ
مِيثَاقًا
غَلِيظًا |
|
ayrıca
kadınlar sizden o derece sağlam sözler almış iken
? |
وَلاَ
تَنْكِحُوا
مَا نَكَحَ آبَاؤُكُمْ
مِنَ
النِّسَاءِ |
22. |
Babalarınızın nikahlayıp
boşadığı kadınlarla evlenmeyin. |
إِلاَّ
مَا قَدْ
سَلَفَ
إِنَّهُ
كَانَ فَاحِشَةً
وَمَقْتًا
وَسَاءَ
سَبِيلاً |
|
Geçen geçmiştir.
Ne kadar da çirkin, iğrenç ve berbat bir gelenek idi
|
حُرِّمَتْ
عَلَيْكُمْ |
23. |
Evlenemeyeceğiniz
Kadınlar: |
أُمَّهَاتُكُمْ
وَبَنَاتُكُمْ |
|
Analarınız,
kızlarınız, |
وَأَخَوَاتُكُمْ
وَعَمَّاتُكُمْ
وَخَالاَتُكُمْ |
|
kız kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, |
وَبَنَاتُ
الأَخِ
وَبَنَاتُ
الأُخْتِ |
|
erkek ve kız kardeşlerinizin
kızları, |
وَأُمَّهَاتُكُمُ
اللاَّتِي
أَرْضَعْنَكُمْ |
|
sizi emzirmiş
olan süt anneleriniz, |
وَأَخَوَاتُكُمْ
مِنَ
الرَّضَاعَةِ |
|
süt kız
kardeşleriniz, |
وَأُمَّهَاتُ
نِسَائِكُمْ |
|
eşlerinizin
anaları, |
وَرَبَائِبُكُمُ
اللاَّتِي
فِي
حُجُورِكُمْ |
|
üvey
kızlarınız, - himayeniz altında ve de |
مِنْ
نِسَائِكُمُ
اللاَّتِي
دَخَلْتُمْ
بِهِنَّ |
|
zifaf olduğunuz
eşinizden olmalı.- |
فَإِنْ
لَمْ
تَكُونُوا
دَخَلْتُمْ
بِهِنَّ
فَلاَ
جُنَاحَ
عَلَيْكُمْ |
|
-Eğer, anasıyla
henüz cinsel beraberliğiniz olmamışsa, onlarla
evlenebilirsiniz.- |
وَحَلاَئِلُ
أَبْنَائِكُمُ
الَّذِينَ
مِنْ
أَصْلاَبِكُمْ
|
|
gelinleriniz, / öz
oğullarınızın hanımları, |
وَأَنْ
تَجْمَعُوا
بَيْنَ
الأُخْتَيْنِ
|
|
aynı anda
iki kız kardeş. |
إِلاَّ
مَا قَدْ
سَلَفَ |
|
Geçmişin
hesabı kapatılmıştır. |
إِنَّ
اللهَ كَانَ
غَفُورًا
رَحِيمًا |
|
Çünkü Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir. |
[1]
Mirasla
ilgili ayetlerin Arapçasındaki ikinci şahıslar, daha iyi
algılanabilmesi açısından Türkçeye hep üçüncü şahıs
olarak nakledildi.