سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 111 - 118. Ayetler |
وَلَوْ
أَنَّنَا
نَزَّلْنَا
إِلَيْهِمُ
الْمَلاَئِكَةَ
وَكَلَّمَهُمُ
الْمَوْتَى |
111. |
Sevgili resulüm! onlara melek de indirsek, ölüler
dile gelip konuşsa da, |
وَحَشَرْنَا
عَلَيْهِمْ
كُلَّ شَيْءٍ
قُبُلاً |
|
tüm belgeleri toplayıp önlerine
yığsak da, |
مَا
كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا
إِلاَّ أَنْ
يَشَاءَ
اللهُ |
|
Allah istemedikçe inanmaları mümkün
değil. |
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَهُمْ
يَجْهَلُونَ |
|
Zaten çokları ne
yaptığının bilincinde değil. |
وَكَذَلِكَ
جَعَلْنَا
لِكُلِّ
نَبِيٍّ
عَدُوًّا
شَيَاطِينَ
اْلإنْسِ
وَالْجِنِّ |
112. |
Zaten biz, tüm Tanrı habercilerine,
ins ve cin âleminden, hep bu şekilde şeytanlar musallat ederiz. |
يُوحِي
بَعْضُهُمْ
إِلَى
بَعْضٍ
زُخْرُفَ الْقَوْلِ
غُرُورًا |
|
Bu şeytanlar birbirilerine, habire
süslü püslü gururu okşayan sözler fısıldaşırlar. |
وَلَوْ
شَاءَ
رَبُّكَ مَا
فَعَلُوهُ
فَذَرْهُمْ
وَمَا
يَفْتَرُونَ |
|
- Rabb'in istese, bunu yapamazlar ama,
yine de sen, onları pis yalanlarıyla başbaşa bırak-: |
وَلِتَصْغَى
إِلَيْهِ
أَفْئِدَةُ
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاْلآخِرَةِ
|
113. |
Çünkü, ahirete inanmayanın gönlü, hep
şeytandadır. |
وَلِيَرْضَوْهُ
وَلِيَقْتَرِفُوا
مَا هُمْ
مُقْتَرِفُونَ |
|
Bu gibiler, şeytanları memnun
etmeye ve onları taklit etmeye pek heveslidirler
|
أَفَغَيْرَ
اللهِ
أَبْتَغِي
حَكَمًا
وَهُوَ
الَّذِي أَنْزَلَ
إِلَيْكُمُ
الْكِتَابَ
مُفَصَّلاً |
114. |
Resulüm de ki: " size Kuranı
ayrıntılı olarak indirmiş iken ben şimdi gidip
Allah'tan başka hakem mi ararım? " |
وَالَّذِينَ
آتَيْنَاهُمُ
الْكِتَابَ
يَعْلَمُونَ
أَنَّهُ
مُنَزَّلٌ
مِنْ رَبِّكَ
بِالْحَقِّ
فَلاَ
تَكُونَنَّ
مِنَ الْمُمْتَرِينَ |
|
Ehlikitap, Kuranın, Allah
tarafından bir denge unsuru olarak indirildiğini bal gibi biliyor.
Sakın ola bu konuda şüpheci olma. |
وَتَمَّتْ
كَلِمَةُ
رَبِّكَ
صِدْقًا
وَعَدْلاً |
115. |
Rabb'inin sözleri yer ve zamanlama
açısından tam yerinde söylenmiştir. |
لاَ
مُبَدِّلَ
لِكَلِمَاتِهِ
وَهُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
|
Kimse onun sözlerini çarpıtmaya
kalkışmasın çünkü o, engin bilgi ağı ile her
şeyi duyuyor. |
وَإِنْ
تُطِعْ
أَكْثَرَ
مَنْ فِي
اْلأَرْضِ |
116. |
Eğer sen, bu dünyada herkesin
aklına uyacak olursan, |
يُضِلُّوكَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ |
|
onlar seni Hak yoldan edip
bunaltırlar. |
إِنْ
يَتَّبِعُونَ
إِلاَّ
الظَّنَّ |
|
Çünkü onlar, varsayımlarla hareket
ederler. |
وَإِنْ
هُمْ إِلاَّ
يَخْرُصُونَ |
|
bütün söyledikleri palavradır. |
إِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
أَعْلَمُ
مَنْ
يَضِلُّ عَنْ
سَبِيلِهِ |
117. |
Yolundan çıkanları en iyi Allah
bilir. |
وَهُوَ
أَعْلَمُ
بِالْمُهْتَدِينَ |
|
doğru yolda olanları da en iyi o
bilir
|
فَكُلُوا
مِمَّا
ذُكِرَ
اسْمُ اللهِ
عَلَيْهِ
إِنْ كُنْتُمْ
بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ |
118. |
Eğer Allah kelâmına
inanıyorsanız, besmele bismillah çekilerek kesilmiş
olan hayvan etini yiyin. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 119 - 124. Ayetler |
وَمَا
لَكُمْ
أَلاَّ
تَأْكُلُوا
مِمَّا ذُكِرَ
اسْمُ اللهِ
عَلَيْهِ |
119. |
Üzerine besmele çekilerek kesilmiş hayvan
etini yememek de nereden çıktı ? |
وَقَدْ
فَصَّلَ
لَكُمْ مَا
حَرَّمَ عَلَيْكُمْ
إِلاَّ مَا
اضْطُرِرْتُمْ
إِلَيْهِ |
|
Halbuki Allah, zaruret hali
dışında yasak ettiği şeyleri bütün
ayrıntılarıyla size açıklamıştı. |
وَإِنَّ
كَثِيرًا
لَيُضِلُّونَ
بِأَهْوَائِهِمْ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ |
|
Herhalde birçokları bilir bilmez
keyfî uygulamaları sebebiyle olayı saptırıyor. |
إِنَّ
رَبَّكَ
هُوَ
أَعْلَمُ
بِالْمُعْتَدِينَ |
|
Rabbin aşırılık
yapanları biliyor elbet. |
وَذَرُوا
ظَاهِرَ
اْلإثْمِ
وَبَاطِنَهُ
|
120. |
Günahın açığını
da gizlisini de işlemeyin. |
إِنَّ
الَّذِينَ
يَكْسِبُونَ
اْلإثْمَ سَيُجْزَوْنَ
بِمَا
كَانُوا
يَقْتَرِفُونَ |
|
Çünkü suç işleyenler,
işledikleri suçun cezasını mutlaka çekeceklerdir. |
وَلاَ
تَأْكُلُوا
مِمَّا لَمْ
يُذْكَرِ اسْمُ
اللهِ
عَلَيْهِ
وَإِنَّهُ
لَفِسْقٌ |
121. |
Besmelesiz kesilmiş hayvan etini
yemeyin. Yoksa, bu bir isyan olur. |
وَإِنَّ
الشَّيَاطِينَ
لَيُوحُونَ
إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ
لِيُجَادِلُوكُمْ |
|
Çünkü şeytanlar,
yandaşlarına habire sizinle uğraşmalarını
fısıldar. |
وَإِنْ
أَطَعْتُمُوهُمْ
إِنَّكُمْ
لَمُشْرِكُونَ |
|
Şayet şeytana uyarsanız,
kesinlikle çok Tanrıcı / müşriklerden olursunuz
|
أَوَمَنْ
كَانَ
مَيْتًا
فَأَحْيَيْنَاهُ
وَجَعَلْنَا
لَهُ نُورًا
يَمْشِي
بِهِ فِي النَّاسِ
|
122. |
Ölü iken hayat verdiğimiz, ayrıca insan
içine çıkıp dolaşabilecek hâle getirdiğimiz saygın
bir adam, |
كَمَنْ
مَثَلُهُ
فِي
الظُّلُمَاتِ
لَيْسَ بِخَارِجٍ
مِنْهَا |
|
karanlıklara saplanıp
kalmış çaresiz adamla bir olur mu? |
كَذَلِكَ
زُيِّنَ
لِلْكَافِرِينَ
مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
İnkarcılar hep kendi
yaptıklarını beğenirler. |
وَكَذَلِكَ
جَعَلْنَا
فِي كُلِّ
قَرْيَةٍ أَكَابِرَ
مُجْرِمِيهَا
|
123. |
Biz de her şehirde, bu gibileri
kullanarak bir takım suç ağalıkları oluştururuz. |
لِيَمْكُرُوا
فِيهَا |
|
Bunlar, halkı oyuna getirip
dolandırırlar. |
وَمَا
يَمْكُرُونَ
إِلاَّ
بِأَنْفُسِهِمْ
وَمَا
يَشْعُرُونَ |
|
Aslında dolandırılanlar
içinde kendileri de vardır ama, bunun farkında değillerdir. |
وَإِذَا
جَاءَتْهُمْ
آيَةٌ |
124. |
Kendilerine bir ayet geldi mi: |
قَالُوا
لَنْ
نُؤْمِنَ
حَتَّى
نُؤْتَى مِثْلَ
مَا أُوتِيَ
رُسُلُ
اللهِ |
|
" Tanrı elçilerine
verilen, bize de verilmedikçe inanmayacağız " deyip çıkarlar. |
اَللهُ
أَعْلَمُ
حَيْثُ
يَجْعَلُ
رِسَالَتَهُ |
|
Allah ise, elçilik görevi vereceği
yeri herhalde daha iyi bilir. |
سَيُصِيبُ
الَّذِينَ
أَجْرَمُوا
صَغَارٌ عِنْدَ
اللهِ |
|
Suç işleyenler, yarın Allah
huzurunda hem çok horlanacaklar, |
وَعَذَابٌ
شَدِيدٌ
بِمَا
كَانُوا
يَمْكُرُونَ |
|
hem de,
dolandırıcılıkları sebebiyle çok ağır
cezalara maruz kalacaklar. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 125 - 131. Ayetler |
فَمَنْ
يُرِدِ
اللهُ أَنْ
يَهدِيَهُ
يَشْرَحْ
صَدْرَهُ لِلإسْلاَمِ
|
125. |
Allah, birisini doğru yola sokmak
isterse, onun gönlünü İslâma açar. |
وَمَنْ
يُرِدْ أَنْ
يُضِلَّهُ |
|
Dışlayıp yalnız
bırakmak istediğinin |
يَجْعَلْ
صَدْرَهُ
ضَيِّقًا
حَرَجًا
كَأَنَّمَا
يَصَّعَّدُ
فِي
السَّمَاءِ |
|
göğsünü de öyle daraltır ki,
kininden gökleri tırmalar. |
كَذَلِكَ
يَجْعَلُ
اللهُ
الرِّجْسَ
عَلَى الَّذِينَ
لاّ
يُؤْمِنُونَ |
|
Allah, pis işleri hep
inançsızların üstüne yıkar. |
وَهَذَا
صِرَاطُ
رَبِّكَ
مُسْتَقِيمًا
|
126. |
Bu, Rabb'inin hiç şaşmaz bir
yöntemidir. |
قَدْ
فَصَّلْنَا
اْلآيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَذَّكَّرُونَ |
|
Sözlerimizi de, düşünce toplumunu
hedef alarak ayrıntıladık. |
لَهُمْ
دَارُ
السَّلاَمِ
عِنْدَ
رَبِّهِمْ |
127. |
Düşünce toplumu ise, Tanrı
katındaki esenlik yurdunun sahipleridir. |
وَهُوَ
وَلِيُّهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ |
|
Bunlar emeklerine karşılık
Tanrı'nın koruması altındadırlar. |
وَيَوْمَ
يَحْشُرُهُمْ
جَمِيعًا |
128. |
Allah, o gün herkesi huzurunda toplayacak
ve |
يَامَعْشَرَ
الْجِنِّ
قَدِ
اسْتَكْثَرْتُمْ
مِنَ اْلإِنْسِ |
|
" Ey cinler sülalesi! diyecek.
İnsanların üzerine biraz fazla gittiniz. " |
وَقَالَ
أَوْلِيَاؤُهُمْ
مِنَ اْلإِنْسِ
|
|
Fakat cin dostu bazı insanlar: |
رَبَّنَا
اسْتَمْتَعَ
بَعْضُنَا
بِبَعْضٍ
وَبَلَغْنَا
أَجَلَنَا
الَّذِي
أَجَّلْتَ
لَنَا |
|
" Ya Rab! birbirimizi
kullandık kullanacağız derken bize biçtiğin ömür çabucak
gelip geçiverdi " demeye kalmadan |
قَالَ
النَّارُ
مَثْوَاكُمْ
خَالِدِينَ
فِيهَا
إِلاَّ مَا
شَاءَ اللهُ |
|
cevap verilir: " Sizin yeriniz
ateştir. Hem de sonsuza kadar. Allah aksini isterse ne âlâ. "
|
إِنَّ
رَبَّكَ
حَكِيمٌ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü her şeye bilgi ile hakim olan
Allah'tır. |
وَكَذَلِكَ
نُوَلِّي
بَعْضَ
الظَّالِمِينَ
بَعْضًا
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ |
129. |
Bu şekilde biz,
yaptıklarına bakarak, bazı suç odaklarını, dostluk
kimliği altında birbirilerine düşman ederiz
|
يَامَعْشَرَ
الْجِنِّ
وَاْلإنْسِ
أَلَمْ
يَأْتِكُمْ
رُسُلٌ
مِنْكُمْ |
130. |
O gün bir ses: " Ey ins ve cin
topluluğu! Size kendi aranızdan elçiler gelip de, |
يَقُصُّونَ
عَلَيْكُمْ
آيَاتِي
وَيُنْذِرُونَكُمْ
لِقَاءَ
يَوْمِكُمْ
هَذَا |
|
benim sözlerimi anlatmadılar
mı, size bu mülakattan söz eden olmadı mı hiç ? diye |
قَالُوا
شَهِدْنَا
عَلَى أَنْفُسِنَا
|
|
gürlerken: " bütün suç
bizde " diye itirafta bulunanlar olur. |
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا
وَشَهِدُوا
عَلَى أَنْفُسِهِمْ
أَنَّهُمْ
كَانُوا
كَافِرِينَ |
|
Dünya hayatı onların gözünü
bürümüştü, bu yüzden gerçekleri göremediler. Sonunda bunu itiraf
ettiler. |
ذَلِكَ
أَنْ لَمْ
يَكُنْ
رَبُّكَ
مُهْلِكَ الْقُرَى
بِظُلْمٍ
وَأَهْلُهَا
غَافِلُونَ |
131. |
Bu itiraflar: şuursuzca işler
yapan bir toplumu helâk ederken, Tanrı'nın haksızlık
etmediğini ifade eder. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 132 - 137. Ayetler |
وَلِكُلٍّ
دَرَجَاتٌ
مِمَّا
عَمِلُوا |
132. |
Herkesin, yaptığı hizmete
göre bir derecesi vardır. |
وَمَا
رَبُّكَ
بِغَافِلٍ
عَمَّا
يَعْمَلُونَ |
|
Çünkü Allah, kulların,
yaptıklarını görmemiş olamaz. |
وَرَبُّكَ
الْغَنِيُّ
ذُو
الرَّحْمَةِ
|
133. |
Senin Rabb'in, engin bir sevgi
deryasıdır. |
إِنْ
يَشَأْ
يُذْهِبْكُمْ
وَيَسْتَخْلِفْ
مِنْ
بَعْدِكُمْ
مَا يَشَاءُ |
|
İsterse sizin görevinize son verip,
yerinize sevdiği birini atayabilir. |
كَمَا
أَنْشَأَكُمْ
مِنْ
ذُرِّيَّةِ
قَوْمٍ
آخَرِينَ |
|
Nitekim sizi de başka milletlerin
soyundan inşa etti. |
إِنَّ
مَا
تُوعَدُونَ
َلآتٍ وَمَا
أَنْتُمْ
بِمُعْجِزِينَ |
134. |
Size sözü edilen felaket, mutlaka
gelecektir. Asla buna engel olamayacaksınız. |
قُلْ
يَاقَوْمِ
اعْمَلُوا
عَلَى
مَكَانَتِكُمْ
إِنِّي
عَامِلٌ |
135. |
Onlara şunu söyle: " Sevgili
milletim! Siz yapacağınızı yapın, ben de
yapayım, |
فَسَوْفَ
تَعْلَمُونَ
مَنْ
تَكُونُ
لَهُ عَاقِبَةُ
الدَّارِ |
|
Yer edinmede kimin
başarılı olacağını pek yakında
göreceksiniz, |
إِنَّهُ
لاَ
يُفْلِحُ
الظَّالِمُونَ |
|
çünkü haksızlık edenin
sonuç alması imkânsızdır
" |
وَجَعَلُوا
ِللهِ
مِمَّا
ذَرَأَ مِنَ
الْحَرْثِ
وَاْلأَنْعَامِ
نَصِيبًا |
136. |
Akıllarısıra, Allah'ın ektiği
ekinlerden ve büyük baş hayvanlardan Allah'a pay ayırıp: |
فَقَالُوا
هَذَا ِللهِ
بِزَعْمِهِمْ
وَهَذَا
لِشُرَكَائِنَا
|
|
" bu Allah'ın, şu
da Tanrılarımızın " derlerdi. |
فَمَا
كَانَ
لِشُرَكَائِهِمْ
فَلاَ يَصِلُ
إِلَى اللهِ |
|
Ne hikmet ise, Tanrılarına
adadıkları, Allah'a ulaşmaz, |
وَمَا
كَانَ ِللهِ
فَهُوَ
يَصِلُ
إِلَى شُرَكَائِهِمْ |
|
ama, Allah'a adadıkları,
Tanrılara ulaşırdı. |
سَاءَ
مَا
يَحْكُمُونَ |
|
Hepsi, saçma sapan hükümlerdi. |
وَكَذَلِكَ
زَيَّنَ
لِكَثِيرٍ
مِنَ الْمُشْرِكِينَ
قَتْلَ
أَوْلاَدِهِمْ
شُرَكَاؤُهُمْ
|
137. |
Bir saçmalık da
Tanrıların, müşriklere kendi çocuklarını
öldürmelerini iyi bir şeymiş gibi göstermesiydi. |
لِيُرْدُوهُمْ
وَلِيَلْبِسُوا
عَلَيْهِمْ
دِينَهُمْ |
|
Asıl maksatları ise, dinî bir
kılıf uydurmak suretiyle çocuk sıkıntısından
kurtulmaktı. |
وَلَوْ
شَاءَ اللهُ
مَا
فَعَلُوهُ |
|
Sevgili resulüm! Allah isteseydi elbette
bunu yapamazlardı, |
فَذَرْهُمْ
وَمَا
يَفْتَرُونَ |
|
ama yine de sen onları, bu saçma
iftiralarıyla başbaşa bırak. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 138 - 142. Ayetler |
وَقَالُوا
هَذِهِ
أَنْعَامٌ
وَحَرْثٌ
حِجْرٌ |
138. |
Bir de: " şunlar,
dokunulmazlığı olan ekin ve davarlardır, |
لاَ
يَطْعَمُهَا
إِلاَّ مَنْ
نَشَاءُ
بِزَعْمِهِمْ
|
|
başkaları bunları,
sadece biz istersek yiyebilir. İddiasında bulunurlar, |
وَأَنْعَامٌ
حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا |
|
şunların da
sırtına binilemez " derlerdi. |
وَأَنْعَامٌ
لاَ
يَذْكُرُونَ
اسْمَ اللهِ عَلَيْهَا
افْتِرَاءً
عَلَيْهِ |
|
Allah böyle buyuruyor iftirasıyla
hayvanları besmele çekmeden keserlerdi. |
سَيَجْزِيهِمْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْتَرُونَ |
|
Yakında bu iftiralarının
cezasını çekecekler. |
وَقَالُوا
مَا فِي
بُطُونِ
هَذِهِ
اْلأَنْعَامِ
خَالِصَةٌ
لِذُكُورِنَا
وَمُحَرَّمٌ
عَلَى
أَزْوَاجِنَا
|
139. |
Bir de: " şu şu
hayvanın karnındaki yavrular bizim erkeklerimize özeldir,
eşlerimize yasaktır. |
وَإِنْ
يَكُنْ
مَيْتَةً
فَهُمْ
فِيهِ
شُرَكَاءُ |
|
Ama ölü doğarsa, erkek de kadın
da yiyebilir " derlerdi. |
سَيَجْزِيهِمْ
وَصْفَهُمْ |
|
yakında bunun da cezasını
çekecekler. |
إِنَّهُ
حَكِيمٌ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü Allah, engin bilgi gücüyle her
şeye egemendir
|
قَدْ
خَسِرَ
الَّذِينَ
قَتَلُوا
أَوْلاَدَهُمْ
سَفَهًا
بِغَيْرِ
عِلْمٍ |
140. |
Aptalca bir anlayış yüzünden öz
evlatlarını, gözlerini kırpmadan öldürenlerin, |
وَحَرَّمُوا
مَا
رَزَقَهُمُ
اللهُ
افْتِرَاءً
عَلَى اللهِ |
|
Allah'a attıkları
asılsız iftiralarla onun verdiği rızkı,
yavrularına çok görenlerin, işi bitmiştir. |
قَدْ
ضَلُّوا
وَمَا
كَانُوا
مُهْتَدِينَ |
|
Bunlar, kendi kendilerini bunalıma
mahkum etmişlerdir. Yola gelmeleri mümkün değildir
|
وَهُوَ
الَّذِي
أَنْشَأَ
جَنَّاتٍ
مَعْرُوشَاتٍ
وَغَيْرَ
مَعْرُوشَاتٍ
|
141. |
Çardaklı çardaksız bahçeler yapan, |
وَالنَّخْلَ
وَالزَّرْعَ
مُخْتَلِفًا
أُكُلُهُ |
|
Her biri değişik tat ve lezzette
ekin ve hurmaları yetiştiren, |
وَالزَّيْتُونَ
وَالرُّمَّانَ
مُتَشَابِهًا
وَغَيْرَ
مُتَشَابِهٍ |
|
her cinsten zeytin ve nar çeşidini
yaratan Allah'ın; |
كُلُوا
مِنْ
ثَمَرِهِ
إِذَا
أَثْمَرَ
وَآتُوا
حَقَّهُ يَوْمَ
حَصَادِهِ |
|
ağaçları, meyveye oturunca
yiyin, ayrıca, hasadının hakkını da verin. |
وَلاَ
تُسْرِفُوا
إِنَّهُ لاَ
يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ |
|
Döküp saçmayın. Çünkü Allah
müsrifleri hiç sevmez
|
وَمِنَ
اْلأَنْعَامِ
حَمُولَةً
وَفَرْشًا |
142. |
Allah, bazı büyük baş hayvanları
ağırlık taşımak ve yünleri için
yaratmıştır. |
كُلُوا
مِمَّا
رَزَقَكُمُ
اللهُ |
|
Allah'ın sizlere verdiği besin
maddelerinden yiyin. |
وَلاَ
تَتَّبِعُوا
خُطُوَاتِ
الشَّيْطَانِ
إِنَّهُ
لَكُمْ
عَدُوٌّ مُبِينٌ |
|
Ancak, şeytanın izinden
gitmeyin. Çünkü şeytan, sizin baş
düşmanınızdır. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 143 - 146. Ayetler |
ثَمَانِيَةَ
أَزْوَاجٍ |
143. |
Bu şeytanların dediğine
göre sekiz çift hayvan eti haram imiş? |
مِنَ
الضَّأْنِ
اثْنَيْنِ
وَمِنَ
الْمَعْزِ
اثْنَيْنِ |
|
bunlardan bir çifti koyun; bir çift keçi
imiş: |
قُلْ
آلذَّكَرَيْنِ
حَرَّمَ أَمِ
اْلأُنْثَيَيْنِ |
|
Resulüm sor onlara: " Allah bir
çift erkeği mi haram etmiş yoksa bir çift dişiyi mi? " |
أَمَّا
اشْتَمَلَتْ
عَلَيْهِ أَرْحَامُ
اْلأُنثَيَيْنِ
|
|
Yoksa ana rahmindekiler de bu
yasak kapsamında mı? |
نَبِّئُونِي
بِعِلْمٍ
إِنْ كُنْتُمْ
صَادِقِينَ |
|
Eğer samimî iseniz, hadi bana
bilimsel bir açıklama yapın " de. |
وَمِنَ
اْلإبِلِ
اثْنَيْنِ
وَمِنَ
الْبَقَرِ
اثْنَيْنِ |
144. |
Bu sekiz çiftten, bir çifti deve; bir
çifti de sığır imiş: |
قُلْ
آلذَّكَرَيْنِ
حَرَّمَ أَمِ
اْلأُنثَيَيْنِ |
|
Sor onlara: " Allah bir çift erkek
deveyi mi haram etmiş yoksa bir çift dişi deveyi mi? |
أَمَّا
اشْتَمَلَتْ
عَلَيْهِ
أَرْحَامُ اْلأُنْـثَيَيْنِ
|
|
ya da ana rahmindekiler de bu
yasak kapsamında mı? |
أَمْ
كُنْتُمْ
شُهَدَاءَ
إِذْ
وَصَّاكُمُ
اللهُ
بِهَذَا |
|
Yoksa Allah bu yasakları size
önerir iken sizler orada mıydınız? " de
|
فَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا |
|
Acaba uydurduğu yalanı Allah'ın
üstüne atandan daha insafsız kim olabilir? |
لِيُضِلَّ
النَّاسَ
بِغَيْرِ
عِلْمٍ |
|
Gidiler, bilir bilmez konuşarak
insanları bunaltıyorlar. |
إِنَّ
اللهَ لاَ
يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ |
|
Allah, kendisine saygısı olmayan
toplumlara yol vermez
|
قُلْ
لاَ أَجِدُ
فِي مَا
أُوحِيَ
إِلَيَّ
مُحَرَّمًا |
145. |
Resulüm de ki: " ben, bana vahyedilenler
içerisinde yasaklı bir hayvan göremiyorum. |
عَلَى
طَاعِمٍ
يَطْعَمُهُ
إِلاَّ أَنْ
يَكُونَ |
|
Bir insana yasak edilenler ise
şunlardır: |
مَيْتَةً
أَوْ دَمًا
مَسْفُوحًا
أَوْ لَحْمَ
خِنْـزِيرٍ
فَإِنَّهُ
رِجْسٌ أَوْ
فِسْقًا
أُهِلَّ
لِغَيْرِ
اللهِ بِهِ |
|
Leş, etten
dışarı çıkmış olan kan, pislikle beslenen domuz
eti, sırf inat olsun diye Allah adına kesilmemiş hayvanlar. " |
فَمَنِ
اضْطُرَّ
غَيْرَ
بَاغٍ وَلاَ
عَادٍ |
|
zorda kalanlar, kerhen ve
aşırıya kaçmadan yiyebilir. |
فَإِنَّ
رَبَّكَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü senin Rabb'in, engin hoşgörülü
bir sevgi selidir
|
وَعَلَى
الَّذِينَ
هَادُوا
حَرَّمْنَا
كُلَّ ذِي
ظُفُرٍ |
146. |
Yahudilere tırnaklı hayvan etini
yasakladık. |
وَمِنَ
الْبَقَرِ
وَالْغَنَمِ
حَرَّمْنَا
عَلَيْهِمْ
شُحُومَهُمَا |
|
Sığır ve davarın iç
yağlarını da yasakladık. |
إِلاَّ
مَا
حَمَلَتْ
ظُهُورُهُمَا
أَوِ
الْحَوَايَا
أَوْ مَا
اخْتَلَطَ
بِعَظْمٍ |
|
Bu iki hayvanın sadece sırt,
bağırsak ve kemiğe yapışık
yağlarını yemelerine müsaade ettik. |
ذَلِكَ
جَزَيْنَاهُمْ
بِبَغْيِهِمْ
وَإِنَّا
لَصَادِقُونَ
|
|
Aşırılıkları
sebebiyle onları cezalandırdık. Bizim söylediklerimiz
doğrudur. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 147 - 151. Ayetler |
فَإِنْ
كَذَّبُوكَ
فَقُلْ
رَبُّكُمْ
ذُو
رَحْمَةٍ
وَاسِعَةٍ |
147. |
Eğer sana yalancı derlerse, de
ki: " sizin Rabb'iniz engin bir sevgi selidir |
وَلاَ
يُرَدُّ
بَأْسُهُ
عَنِ
الْقَوْمِ
الْمُجْرِمِينَ |
|
ama, suçlu topluma verdiği
cezayı da geri çekmez. " |
سَيَقُولُ
الَّذِينَ
أَشْرَكُوا
لَوْ شَاءَ
اللهُ |
148. |
Çoktanrıcılar: " eğer
Allah isteseydi, |
مَا
أَشْرَكْنَا
وَلاَ
آبَاؤُنَا
وَلاَ حَرَّمْنَا
مِنْ شَيْءٍ |
|
biz ve atalarımız pekâlâ
puta tapmaz, hiçbir şeyi de yasaklamazdık. " diyeceklerdir. |
كَذَلِكَ
كَذَّبَ
الَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ
حَتَّى
ذَاقُوا
بَأْسَنَا |
|
Hep aynı, daha öncekiler hep böyle
diye diye yalanladılar. Ama sonunda acımızı
tattılar. |
قُلْ
هَلْ
عِنْدَكُمْ
مِنْ عِلْمٍ
فَتُخْرِجُوهُ
لَنَا |
|
Resulüm de ki: " elinizde bize
göstermek istediğiniz bir belge mi var ? |
إِنْ
تَتَّبِعُونَ
إِلاَّ الظَّنَّ
وَإِنْ
أَنْتُمْ
إِلاَّ
تَخْرُصُونَ |
|
Aslında siz, sadece
varsayımlara dayanıyor ve sadece tahminlerde bulunuyorsunuz. |
قُلْ
فَـلِلّهِ
الْحُجَّةُ
الْبَالِغَةُ
|
149. |
Allah'ın delili
sağlamdır. |
فَلَوْ
شَاءَ
لَهَدَاكُمْ
أَجْمَعِينَ |
|
Allah isteseydi hepinizi yola
getirirdi. |
قُلْ
هَلُمَّ
شُهَدَاءَكُمُ
الَّذِينَ يَشْهَدُونَ
أَنَّ اللهَ
حَرَّمَ
هَذَا |
150. |
Allah'ın bu besin maddelerini
yasak ettiğine dair bir belge getirebilir misiniz? " |
فَإِنْ
شَهِدُوا
فَلاَ
تَشْهَدْ
مَعَهُمْ |
|
Resulüm! Belge falan getirmeye
kalkarlarsa, sakın onları ciddiye alma. |
وَلاَ
تَتَّبِعْ
أَهْوَاءَ
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
|
|
Sakın ola, bizim sözlerimizi
yalanlayanların isteklerine boyun eğme. |
وَالَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاْلآخِرَةِ
وَهُمْ
بِرَبِّهِمْ
يَعْدِلُونَ |
|
Çünkü ahiret hayatına inanmayanlar,
Tanrının annacına hep bir şeyler koyarlar
|
قُلْ
تَعَالَوْا
أَتْلُ مَا
حَرَّمَ
رَبُّكُمْ
عَلَيْكُمْ |
151. |
Resulüm onlara de ki: " Gelin size
Tanrının yasak ettiklerini okuyayım: |
أَلاَّ
تُشْرِكُوا
بِهِ
شَيْئًا |
|
hiçbir şeyi Allah ile bir
tutmayın; |
وَبِالْوَالِدَيْنِ
إِحْسَانًا |
|
hiçbir iyiliği de ana baba
ile bir tutmayın. |
وَلاَ
تَقْتُلُوا
أَوْلاَدَكُمْ
مِنْ إِمْلاَقٍ
|
|
açlık korkusuyla
çocuklarınızı öldüremeyin, |
نَحْنُ
نَرْزُقُكُمْ
وَإِيَّاهُمْ |
|
çünkü size de onlara da bakacak
olan biziz. |
وَلاَ
تَقْرَبُوا
الْفَوَاحِشَ
مَا ظَهَرَ
مِنْهَا
وَمَا
بَطَنَ |
|
fuhşun açığına
da gizlisine de yanaşmayın, |
وَلاَ
تَقْتُلُوا
النَّفْسَ
الَّتِي
حَرَّمَ
اللهُ
إِلاَّ
بِالْحَقِّ |
|
geçerli bir sebep olmadan
Allah'ın haram ettiği cana kıymayın. " |
ذَلِكُمْ
وَصَّاكُمْ
بِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ |
|
Allah bunları, üzerinde kafa
yormanız için öneriyor
|
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 152 - 157. Ayetler |
وَلاَ
تَقْرَبُوا
مَالَ
الْيَتِيمِ |
152. |
Yetim mallarına karşı çok
dikkatli olun. |
إِلاَّ
بِالَّتِي
هِيَ
أَحْسَنُ
حَتَّى يَبْلُغَ
أَشُدَّهُ |
|
Yetim ergenlik çağına gelene
kadar onun çıkarlarını en iyi şekilde kollayın. |
وَأَوْفُوا
الْكَيْلَ
وَالْمِيزَانَ
بِالْقِسْطِ |
|
Ölçeğin ve tartının
hakkını verin. |
لاَ
نُكَلِّفُ
نَفْسًا
إِلاَّ وُسْعَهَا |
|
Çünkü biz, kişiyi gücü oranında
sorumlu tutarız. |
وَإِذَا
قُلْتُمْ
فَاعْدِلُوا
وَلَوْ كَانَ
ذَا قُرْبَى |
|
Konuşurken, yakınınız
bile olsa adil olun. |
وَبِعَهْدِ
اللهِ
أَوْفُوا |
|
Allah adını kullanarak
verdiğiniz sözlerin gereğini yapın. |
ذَلِكُمْ
وَصَّاكُمْ
بِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
|
Allah bunları, üzerinde
düşünmeniz için öneriyor. |
وَأَنَّ
هَذَا
صِرَاطِي
مُسْتَقِيمًا
فَاتَّبِعُوهُ
|
153. |
Benim yolum düzgündür, siz onu izleyin. |
وَلاَ
تَتَّبِعُوا
السُّبُلَ
فَتَفَرَّقَ
بِكُمْ عَنْ
سَبِيلِهِ |
|
Sakın ola sizi Hakyolundan
uzaklaştıracak yollara sapmayın. |
ذَلِكُمْ
وَصَّاكُمْ
بِهِ
لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ |
|
Allah bunları, kendinizi sağlama
almanız için öneriyor
|
ثُمَّ
آتَيْنَا
مُوسَى
الْكِتَابَ
تَمَامًا
عَلَى
الَّذِي
أَحْسَنَ |
154. |
Musa'ya Tevratı, güzel işlerde
diretsin diye, |
وَتَفْصِيلاً
لِكُلِّ
شَيْءٍ
وَهُدًى وَرَحْمَةً
|
|
her şeyi ayrıntılasın,
öncülük etsin, sevsin, |
لَعَلَّهُمْ
بِلِقَاءِ
رَبِّهِمْ
يُؤْمِنُونَ |
|
herkes, Allah ile yüzleşmenin
kesinkes olacağına inansın diye verdik. |
وَهَذَا
كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ
مُبَارَكٌ
فَاتَّبِعُوهُ
|
155. |
Şimdi indirmekte olduğumuz
Kur'an iyilikler kaynağıdır. Artık onu izleyin. |
وَاتَّقُوا
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
|
Eğer kendinizi sağlama
alırsanız, sevgi saygı görürsünüz. |
أَنْ
تَقُولُوا
إِنَّمَا
أُنْزِلَ
الْكِتَابُ
عَلَى
طَائِفَتَيْنِ
مِنْ
قَبْلِنَا |
156. |
Vaktiyle " bizden önce, şimdi
Yahudi ve Hristiyan olan iki topluma Kitap indirilmiş ama |
وَإِنْ
كُنَّا عَنْ
دِرَاسَتِهِمْ
لَغَافِلِينَ
أَوْ
تَقُولُوا |
|
doğrusu onların
okumalarından pek bir şey anlamıyoruz " derdiniz. |
لَوْ
أَنَّا أُنْزِلَ
عَلَيْنَا
الْكِتَابُ
لَكُنَّا
أَهْدَى
مِنْهُمْ |
157. |
Hattâ: " eğer bize de bir
kitap indirilseydi, biz onlardan daha ilerde olurduk " derdiniz. |
فَقَدْ
جَاءَكُمْ
بَيِّنَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ
وَهُدًى
وَرَحْمَةٌ |
|
Artık size de Allah'tan bir
açıklama, bir öncü ve bir sevgi kaynağı gelmiş bulunuyor. |
فَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنْ
كَذَّبَ
بِآيَاتِ
اللهِ
وَصَدَفَ
عَنْهَا |
|
Bundan böyle Allah kelâmını
yalanlayıp es geçen artık zalimin tekidir. |
سَنَجْزِي
الَّذِينَ
يَصْدِفُونَ
عَنْ آيَاتِنَا
سُوءَ
الْعَذَابِ
بِمَا
كَانُوا
يَصْدِفُونَ |
|
Sözlerimizi kale almayanlara, bu umursamaz
tutumları sebebiyle pek yakında çok büyük acılar
tattıracağız. |
سورةُ الأنعام:
مكية 165 آية |
8. c. |
Enam: 6 / 158 - 165. Ayetler |
هَلْ
يَنْظُرُونَ
إِلاَّ أَنْ
تَأْتِيَهُمُ
الْمَلاَئِكَةُ
أَوْ
يَأْتِيَ
رَبُّكَ |
158. |
Ne bekliyorlar, ölüm meleklerini mi,
Tanrının felaketini mi |
أَوْ
يَأْتِيَ
بَعْضُ
آيَاتِ
رَبِّكَ |
|
Ya da Rabbinin mucizesini mi? |
يَوْمَ
يَأْتِي
بَعْضُ
آيَاتِ
رَبِّكَ لاَ يَنْفَعُ
نَفْسًا
إِيمَانُهَا |
|
Tanrının kıyamet
alametleri geldiğinde, inanmanın kimseye faydası olmayacak ki: |
لَمْ
تَكُنْ
آمَنَتْ
مِنْ قَبْلُ
أَوْ كَسَبَتْ
فِي
إِيمَانِهَا
خَيْرًا |
|
Hele de daha önce inanmamışsa,
ya da inancı doğrultusunda bir iyilik yapmamışsa. |
قُلِ
انْـتَظِرُوا
إِنَّا مُنْـتَظِرُونَ |
|
Resulüm! de ki: " bekleyin çünkü biz
de bekliyoruz. " |
إِنَّ
الَّذِينَ
فَرَّقُوا
دِينَهُمْ
وَكَانُوا
شِيَعًا
لَسْتَ
مِنْهُمْ
فِي شَيْءٍ |
159. |
Resulüm! Dinlerini bölük börçük edip
parselleyenlerle senin herhangi bir işin olamaz. |
إِنَّمَا
أَمْرُهُمْ
إِلَى اللهِ
ثُمَّ
يُنَبِّئُهُمْ
بِمَا
كَانُوا
يَفْعَلُونَ |
|
Onların işi Allah'a
kalmıştır. Artık o gün Allah, onlara
yaptıklarını bir bir sayıp dökecektir. |
مَنْ
جَاءَ
بِالْحَسَنَةِ
فَلَهُ
عَشْرُ أَمْثَالِهَا
|
160. |
O gün iyiliği olana, on katı
ilave edilecek; |
وَمَنْ
جَاءَ
بِالسَّيِّئَةِ
فَلاَ يُجْزَى
إِلاَّ
مِثْلَهَا
وَهُمْ لاَ
يُظْلَمُونَ |
|
kötülüğü olana ise sadece
kötülüğü kadar ceza verilecektir. Kimselere asla haksızlık
edilmeyecektir. |
قُلْ
إِنَّنِي
هَدَانِي
رَبِّي
إِلَى صِرَاطٍ
مُسْتَقِيمٍ
دِينًا
قِيَمًا |
161. |
De ki: " Rabbim beni,
değerli bir dine ve onun doğru yoluna doğru
yönlendirmiştir. |
مِلَّةَ
إِبْرَاهِيمَ
حَنِيفًا
وَمَا كَانَ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
|
Hem de, hiçbir zaman çok
Tanrıcı olmamış İbrahim'in, doğa kadar temiz
dinine. |
قُلْ
إِنَّ صَلاَتِي
وَنُسُكِي
وَمَحْيَايَ
وَمَمَاتِي ِللهِ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
162. |
Benim dualarım da,
ibadetlerim de, yaşamım ve ölümüm de, kainatı çekip çeviren
Allah içindir. |
لاَ
شَرِيكَ
لَهُ
وَبِذَلِكَ
أُمِرْتُ
وَأَنَا
أَوَّلُ
الْمُسْلِمِينَ |
163. |
Onun eşi benzeri yoktur. Ben
de, bana emredildiği gibi ilk müslümanım. " |
قُلْ
أَغَيْرَ
اللهِ
أَبْغِي
رَبًّا
وَهُوَ
رَبُّ كُلِّ
شَيْءٍ |
164. |
Artık her şeyin tek sahibi
Allah iken başka Sahip istemem. " |
وَلاَ
تَكْسِبُ
كُلُّ
نَفْسٍ
إِلاَّ
عَلَيْهَا |
|
Herkesin günahı kendine. |
وَلاَ
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ
أُخْرَى |
|
Kimse kimsenin suçunu üstlenemez. |
ثُمَّ
إِلَى
رَبِّكُمْ
مَرْجِعُكُمْ
|
|
Bir gün gerçek Sahib'inize döneceksiniz. |
فَيُنَبِّئُكُمْ
بِمَا كُنْتُمْ
فِيهِ
تَخْتَلِفُونَ |
|
O da size
uzlaşamadığınız şeyleri bir bir sayıp
dökecek. |
وَهُوَ
الَّذِي
جَعَلَكُمْ
خَلاَئِفَ
اْلأَرْضِ
وَرَفَعَ
بَعْضَكُمْ
فَوْقَ
بَعْضٍ
دَرَجَاتٍ
لِيَبْلُوَكُمْ
فِي مَا
آتَاكُمْ |
165. |
Allah siz insanları, yeryüzü
temsilcileri olarak yarattı. Bazılarınızın
derecelerini yükselttiyse bu, sizi size verdikleriyle sınamak içindir. |
إِنَّ
رَبَّكَ
سَرِيعُ
الْعِقَابِ
وَإِنَّهُ
لَغَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Rabbinin sorgulaması
hızlıdır. Üstelik, engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 1 - 11. Ayetler |
بسم
الله الرحمن
الرحيم |
|
Bismillâhirrahmânirrahîm |
الۤمۤصۤ |
1. |
Elif, lâm, mîm, sâd. |
كِتَابٌ
أُنْزِلَ
إِلَيْكَ
فَلاَ
يَكُنْ فِي
صَدْرِكَ حَرَجٌ
مِنْهُ |
2. |
Resulüm! Sana, indirdiğimiz bu Kitap
hakkında, gönlünde bir kuşku bulunmasın. |
لِتُنْذِرَ
بِهِ
وَذِكْرَى
لِلْمُؤْمِنِينَ |
|
Sen bu kitapla uyarıda bulunacak,
müminlere öğütler vereceksin. |
اِتَّبِعُوا
مَا
أُنْزِلَ
إِلَيْكُمْ
مِنْ رَبِّكُمْ
|
3. |
Allah tarafından size indirilen bu
Kitab'a uyun. |
وَلاَ
تَتَّبِعُوا
مِنْ
دُونِهِ
أَوْلِيَاءَ |
|
Kendinize de Allah'tan başka dost
aramayın. |
قَلِيلاً
مَا
تَذَكَّرُونَ |
|
Öyle az düşünüyorsunuz ki. |
وَكَمْ
مِنْ
قَرْيَةٍ
أَهْلَكْنَاهَا
فَجَاءَهَا
بَأْسُنَا
بَيَاتًا
أَوْ هُمْ
قَائِلُونَ |
4. |
Biz, nice şehirleri yok ettik.
Felaket onları, ya gece yarılarında ya da gündüz uykusunda
yakadı. |
فَمَا
كَانَ دَعْوَاهُمْ
إِذْ
جَاءَهُمْ
بَأْسُنَا |
5. |
Kendilerine Felaket geldiğinde
yaptıkları son dua hep: |
إِلاَّ
أَنْ
قَالُوا
إِنَّا
كُنَّا
ظَالِمِينَ |
|
" kendimiz ettik kendimiz bulduk.
" demek olmuştur. |
فَلَنَسْأَلَنَّ
الَّذِينَ
أُرْسِلَ
إِلَيْهِمْ
وَلَنَسْأَلَنَّ
الْمُرْسَلِينَ |
6. |
Biz, elçi gönderilen toplumlara da,
elçilerine de hesap soracağız. |
فَلَنَقُصَّنَّ
عَلَيْهِمْ
بِعِلْمٍ
وَمَا
كُنَّا
غَائِبِينَ |
7. |
O gün bilgimizi
konuşturacağız, çünkü olup bitenler bizim bilgimiz dahilinde
oluyordu. |
وَالْوَزْنُ
يَوْمَئِذٍ نِالْحَقُّ
|
8. |
O gün tartılar yalan söylemeyecek: |
فَمَنْ
ثَقُلَتْ
مَوَازِينُهُ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الْمُفْلِحُونَ |
|
Tartısı ağır basanlar
kurtulacak. |
وَمَنْ
خَفَّتْ
مَوَازِينُهُ
فَأُولاَئِكَ
الَّذِينَ
خَسِرُوا
أَنْفُسَهُمْ |
9. |
Tartısı hafif gelenler ise,
kendilerinden geçecekler |
بِمَا
كَانُوا
بِآيَاتِنَا
يَظْلِمُونَ |
|
çünkü vaktiyle ayetlerimizi hiçe
saymışlardı. |
وَلَقَدْ
مَكَّنَّاكُمْ
فِي
اْلأَرْضِ
وَجَعَلْنَا
لَكُمْ
فِيهَا
مَعَايِشَ |
10. |
Halbuki dünyada iken sizi imkânlara
boğmuş ne güzel geçimlikler vermiştik. |
قَلِيلاً
مَا
تَشْكُرُونَ |
|
Öyle az şükrediyordunuz ki
|
وَلَقَدْ
خَلَقْنَاكُمْ
ثُمَّ
صَوَّرْنَاكُمْ
|
11. |
Sizi yaratıp, bir güzel şekil
verdik. |
ثُمَّ
قُلْنَا
لِلْمَلاَئِكَةِ
اسْجُدُوا ِلآدَمَ
|
|
Sonra meleklere: " hadi Adem'e
saygınızı gösterin " dedik. |
فَسَجَدُوا
إِلاَّ
إِبْلِيسَ
لَمْ يَكُنْ مِنَ
السَّاجِدِينَ |
|
Hepsi saygı gösterisinde bulundular,
ama İblis, saygı göstermedi. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 12 - 22. Ayetler |
قَالَ
مَا
مَنَعَكَ
أَلاَّ
تَسْجُدَ
إِذْ أَمَرْتُكَ
|
12. |
Allah: sana
emrettiğim halde neden saygı göstermedin? |
قَالَ
أَنَا
خَيْرٌ
مِنْهُ
خَلَقْتَنِي
مِنْ نَارٍ
وَخَلَقْتَهُ
مِنْ طِينٍ |
|
İblis: ben ondan üstünüm, çünkü
beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan. |
قَالَ
فَاهْبِطْ
مِنْهَا
فَمَا
يَكُونُ لَكَ
أَنْ
تَتَكَبَّرَ
فِيهَا
فَاخْرُجْ
إِنَّكَ
مِنَ
الصَّاغِرِينَ |
13. |
Allah: Hemen oradan in
aşağı. Çünkü burada kibir sana düşmez! Yıkıl
karşımdan! Gözümden düştün artık! |
قَالَ
أَنْظِرْنِي
إِلَى
يَوْمِ
يُبْعَثُونَ |
14. |
İblis: Peki kıyamete kadar
faaliyetime izin ver o zaman?! |
قَالَ
إِنَّكَ
مِنَ الْمُنْظَرِينَ |
15. |
Allah: Tamam izinlisin. |
قَالَ
فَبِمَا
أَغْوَيْتَنِي
َلأَقْعُدَنَّ
لَهُمْ
صِرَاطَكَ
الْمُسْتَقِيمَ |
16. |
İblis: Madem beni dürteledin, ben
de varıp sana giden yol üzerine bir güzel kurulacak, |
ثُمَّ
َلآتِيَنَّهُمْ
مِنْ بَيْنِ
أَيْدِيهِمْ
وَمِنْ
خَلْفِهِمْ
وَعَنْ
أَيْمَانِهِمْ
وَعَنْ
شَمَائِلِهِمْ
وَلاَ
تَجِدُ
أَكْثَرَهُمْ
شَاكِرِينَ |
17. |
insanların önü, arkası,
sağı solu derken ağzından girip burnundan
çıkacağım, sen de artık şükreden kul bile
bulamayacaksın. |
قَالَ
اخْرُجْ
مِنْهَا
مَذْءُومًا
مَدْحُورًا |
18. |
Allah: Hadi oradan alçak rezil! |
لَمَنْ
تَبِعَكَ
مِنْهُمْ َلأَمْلأَنَّ
جَهَنَّمَ
مِنْكُمْ
أَجْمَعِينَ |
|
Eğer kullarımdan sana
uyan olursa, hepinizi cehenneme tıkarım
|
وَيَاآدَمُ
اسْكُنْ
أَنْتَ
وَزَوْجُكَ
الْجَنَّةَ |
19. |
Adem!! Sen ve eşin cennete
yerleşin. |
فَكُلاَ
مِنْ حَيْثُ
شِئْتُمَا |
|
İstediğiniz gibi
yaşayın, |
وَلاَ
تَقْرَبَا
هَذِهِ
الشَّجَرَةَ
فَتَكُونَا
مِنَ
الظَّالِمِينَ |
|
ancak, şu ağaca
yaklaşmayın, aksi halde kendinize yazık edersiniz. " |
فَوَسْوَسَ
لَهُمَا
الشَّيْطَانُ
لِيُبْدِيَ
لَهُمَا مَا
وُورِيَ
عَنْهُمَا
مِنْ سَوْآتِهِمَا
|
20. |
Derken şeytan onların
aklını çeldi. Kendilerine henüz farkında olmadıkları
ayıp yerlerini göstermek istedi ve: |
وَقَالَ
مَا
نَهَاكُمَا
رَبُّكُمَا
عَنْ هَذِهِ
الشَّجَرَةِ
إِلاَّ أَنْ
تَكُونَا
مَلَكَيْنِ
أَوْ
تَكُونَا
مِنَ
الْخَالِدِينَ |
|
" Sahib'iniz size bu
ağacı yasakladı ama, yerseniz hem melek, hem de ölümsüz
olacaksınız
" dedi. |
وَقَاسَمَهُمَا
إِنِّي
لَكُمَا
لَمِنَ
النَّاصِحِينَ |
21. |
Onlara yeminler etti: " ben sadece
sizin iyiliğinizi istiyorum " dedi. |
فَدَلاَّهُمَا
بِغُرُورٍ
فَلَمَّا
ذَاقَا
الشَّجَرَةَ
بَدَتْ
لَهُمَا
سَوْآتُهُمَا
|
22. |
Kabara kabara onların önüne
düştü. Lakin ağacın meyvesini tadar tatmaz,
çırılçıplak ortada kalıverdiler. |
وَطَفِقَا
يَخْصِفَانِ
عَلَيْهِمَا
مِنْ وَرَقِ
الْجَنَّةِ |
|
Anî bir tepkiyle bahçedeki ağaç
yapraklarını üzerlerine çekip örtünmeye çalıştılar. |
وَنَادَاهُمَا
رَبُّهُمَا
أَلَمْ
أَنْهَكُمَا
عَنْ
تِلْكُمَا
الشَّجَرَةِ
|
|
Tam o sırada Rab'leri seslendi:
" ben size şu ağaca yaklaşmayın demedim mi? |
وَأَقُلْ
لَكُمَا
إِنَّ
الشَّيْطَانَ
لَكُمَا
عَدُوٌّ
مُبِينٌ |
|
şeytan sizin baş
düşmanınızdır demedim mi " diye kendilerini azarladı. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 23 - 30. Ayetler |
قَالاَ
رَبَّنَا
ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا
|
23. |
Adem ve Havva: " Aman Allah'ım! Biz ettik suç
bizim, |
وَإِنْ
لَمْ
تَغْفِرْ
لَنَا
وَتَرْحَمْنَا
لَنَكُونَنَّ
مِنَ
الْخَاسِرِينَ |
|
eğer bizi
bağışlamazsan, eğer bize merhamet etmez isen, mahvolduk
demektir. " |
قَالَ
اهْبِطُوا
بَعْضُكُمْ
لِبَعْضٍ
عَدُوٌّ |
24. |
Allah: " hadi bakalım
birbirinize düşman olarak inin aşağıya " dedi ve
devam etti: |
وَلَكُمْ
فِي
اْلأَرْضِ
مُسْتَقَرٌّ
وَمَتَاعٌ
إِلَى حِينٍ |
|
Artık yeryüzünde bir süre
yerleşim ve geçim derdiniz olacak. |
قَالَ
فِيهَا
تَحْيَوْنَ
وَفِيهَا
تَمُوتُونَ
وَمِنْهَا
تُخْرَجُونَ |
25. |
Orada yaşayacak, orada ölecek
ve yine oradan çıkarılacaksınız
" |
يَابَنِي
آدَمَ قَدْ
أَنْزَلْنَا
عَلَيْكُمْ
لِبَاسًا
يُوَارِي سَوْآتِكُمْ
وَرِيشًا
وَلِبَاسُ
التَّقْوَى
ذَلِكَ
خَيْرٌ |
26. |
Ey insanoğlu! Biz bedenin dış yüzünü
örtüp koruyacak elbiseler ve tüyler yarattık, ama en güzel örtü,
kişinin özünü koruyan örtüdür. |
ذَلِكَ
مِنْ آيَاتِ
اللهِ
لَعَلَّهُمْ
يَذَّكَّرُونَ |
|
Bunlar Allah kelâmıdır. Herhalde
üzerinde düşünüp taşınırsınız. |
يَابَنِي
آدَمَ لاَ
يَفْتِنَنَّكُمُ
الشَّيْطَانُ
|
27. |
Ey Ademoğlu! Sakın
şeytanın oyununa gelmeyin. |
كَمَا
أَخْرَجَ
أَبَوَيْكُمْ
مِنَ
الْجَنَّةِ |
|
Şunu unutmayın ki, ebeveyninizi
cennetten çıkaran şeytandı. |
يَنْـزِعُ
عَنْهُمَا
لِبَاسَهُمَا
لِيُرِيَهُمَا
سَوْآتِهِمَا |
|
Üzerlerinden giysilerini alıp
kendilerini çırıl çıplak ortada bırakan da
şeytandı. |
إِنَّهُ
يَرَاكُمْ
هُوَ
وَقَبِيلُهُ
مِنْ حَيْثُ
لاَ
تَرَوْنَهُمْ |
|
Çünkü şeytan sülalesi sizi,
göremeyeceğiniz kör noktadan vurur. |
إِنَّا
جَعَلْنَا
الشَّيَاطِينَ
أَوْلِيَاءَ
لِلَّذِينَ
لاَ يُؤْمِنُونَ |
|
Biz şeytanı, inanmayanlara dost
eyleriz. |
وَإِذَا
فَعَلُوا
فَاحِشَةً
قَالُوا
وَجَدْنَا
عَلَيْهَا
آبَاءَنَا |
28. |
Nitekim inkarcıların, bir
kabalık yapınca: " Biz atalarımızdan böyle
gördük. |
وَاللهُ
أَمَرَنَا
بِهَا |
|
Allah, böyle buyurmuş olmalı " demeleri bu dostluğun
eseridir. |
قُلْ
إِنَّ اللهَ
لاَ
يَأْمُرُ
بِالْفَحْشَاءِ
|
|
De ki: " Allah insanlara
kabalık emretmez. |
أَتَقُولُونَ
عَلَى اللهِ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
|
Bilmediğiniz şeyleri
Allah'ın üstüne atmayın! |
قُلْ
أَمَرَ
رَبِّي
بِالْقِسْطِ
وَأَقِيمُوا
وُجُوهَكُمْ
عِنْدَ
كُلِّ
مَسْجِدٍ
وَادْعُوهُ
مُخْلِصِينَ
لَهُ
الدِّينَ |
29. |
Allah bana doğruluğu
emretti. Camilerde dua ederken Allah'a yüreğinizi verin, ondan bir
şey isterken de bütün varlığınızla isteyin. |
كَمَا
بَدَأَكُمْ
تَعُودُونَ |
|
Çünkü nasıl olsa sizi yoktan
var edenin eline bakacaksınız " de. |
فَرِيقًا
هَدَى
وَفَرِيقًا
حَقَّ
عَلَيْهِمُ
الضَّلاَلَةُ
|
30. |
Ah şu insanlar! kimileri düze
çıktı, kimileri dışlanıp yalnızlığa
mahkum edildi. |
إِنَّهُمُ
اتَّخَذُوا
الشَّيَاطِينَ
أَوْلِيَاءَ
مِنْ دُونِ اللهِ |
|
Çünkü Allahı bırakıp,
şeytana yâr oldular, |
وَيَحْسَبُونَ
أَنَّهُمْ
مُهْتَدُونَ |
|
Çünkü kendilerini hep, doğru yolda
sandılar
|
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 31 - 37. Ayetler |
يَابَنِي
آدَمَ
خُذُوا
زِينَتَكُمْ
عِنْدَ
كُلِّ
مَسْجِدٍ |
31. |
Ey Ademin çocukları! Camilere gelirken dış
giysilerinize özen gösterin. |
وَكُلُوا
وَاشْرَبُوا
وَلاَ
تُسْرِفُوا
إِنَّهُ لاَ
يُحِبُّ
الْمُسْرِفِينَ |
|
Yiyin, için ama israf etmeyin. Çünkü
Allah, israf edenleri sevmez. |
قُلْ
مَنْ
حَرَّمَ
زِينَةَ
اللهِ الَّتِي
أَخْرَجَ
لِعِبَادِهِ
|
32. |
Resulüm: " Allah'ın
kulları için varettiği süsleri kimse yasaklayamaz. |
وَالطَّيِّبَاتِ
مِنَ
الرِّزْقِ |
|
Sağlıklı gıda
maddelerini de yasaklayamazlar. |
قُلْ
هِيَ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
خَالِصَةً
يَوْمَ الْقِيَامَةِ |
|
çünkü inananların dünya hayatında
kullandığı bu süsler ve takılar, ahiret hayatında
dahi geçerlidir. " |
كَذَلِكَ
نُفَصِّلُ اْلآيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ |
|
Biz, sözlerimizi, bu şekilde açarken
özellikle bilgi toplumunu hedefliyoruz. |
قُلْ
إِنَّمَا
حَرَّمَ
رَبِّيَ
الْفَوَاحِشَ
مَا ظَهَرَ
مِنْهَا
وَمَا بَطَنَ
وَاْلإثْمَ
وَالْبَغْيَ
بِغَيْرِ الْحَقِّ
|
33. |
De ki: " Allah, fuhşun
açığını da gizlisini de, gereksiz
taşkınlıklara varana kadar suçun her türlüsünü de
yasaklamıştır. |
وَأَنْ
تُشْرِكُوا
بِاللهِ مَا
لَمْ
يُنَزِّلْ
بِهِ
سُلْطَانًا |
|
Allah, onay vermediği
Tanrıları, kendisi ile bir tutmanızı
yasakladığı gibi, |
وَأَنْ
تَقُولُوا
عَلَى اللهِ
مَا لاَ تَعْلَمُونَ |
|
kendi bilgisizliğinizi, Allah
kelâmıyla bastırmaya çalışmanızı da
yasaklamıştır
" |
وَلِكُلِّ
أُمَّةٍ
أَجَلٌ |
34. |
Her milletin bir ömrü vardır. |
فَإِذَا
جَاءَ
أَجَلُهُمْ
لاَ
يَسْتَأْخِرُونَ
سَاعَةً
وَلاَ
يَسْتَقْدِمُونَ |
|
Vadesi gelen ömür de, ne bir saat ileri ne
de geri alınabilir. |
يَابَنِي
آدَمَ
إِمَّا
يَأْتِيَنَّكُمْ
رُسُلٌ
مِنْكُمْ يَقُصُّونَ
عَلَيْكُمْ
آيَاتِي |
35. |
Ey Ademoğlu! Tanrı elçileri,
size benim sözlerimi anlatmak üzere bir gün mutlaka geleceklerdir. |
فَمَنِ
اتَّقَى
وَأَصْلَحَ
فَلاَ
خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ
يَحْزَنُونَ |
|
İşte o zaman kendisine çeki
düzen verip geleceğini sağlama alanlar, korku keder yüzü
görmeyeceklerdir. |
وَالَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
وَاسْتَكْبَرُوا
عَنْهَا |
36. |
Ayetlerimizi yalanlayıp küçümseyenler
ise |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
النَّارِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
sonsuza kadar cehennemde
kalacaklardır. |
فَمَنْ
أَظْلَمُ
مِمَّنِ
افْتَرَى
عَلَى اللهِ
كَذِبًا
أَوْ كَذَّبَ
بِآيَاتِهِ |
37. |
Uydurduğu yalanı Allah'a mal
ederek Allah kelâmını ayaklar altına alandan daha zalim kim
olabilir? |
أُولاَئِكَ
يَنَالُهُمْ
نَصِيبُهُمْ
مِنَ
الْكِتَابِ |
|
Bir gün yazılı belgeler
kendilerine sunulacak: |
حَتَّى
إِذَا
جَاءَتْهُمْ
رُسُلُنَا
يَتَوَفَّوْنَهُمْ
قَالُوا |
|
Bir gün meleklerimiz onların
canlarını almaya gelecekler ve: |
أَيْنَ
مَا كُنْتُمْ
تَدْعُونَ
مِنْ دُونِ
اللهِ |
|
" Allaha rağmen
yalvardığınız öteki tanrılarınız nerede?
" diye soracaklar. |
قَالُوا
ضَلُّوا
عَنَّا |
|
" Bizi ekip gittiler "
diyecekler ve |
وَشَهِدُوا
عَلَى
أَنْفُسِهِمْ
أَنَّهُمْ
كَانُوا
كَافِرِينَ |
|
inkarcı olduklarını
dilleriyle itiraf edecekler. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 38 - 43. Ayetler |
قَالَ
ادْخُلُوا
فِي أُمَمٍ
قَدْ خَلَتْ
مِنْ
قَبْلِكُمْ
مِنَ
الْجِنِّ
وَاْلإنْسِ
فِي
النَّارِ |
38. |
Mahşerde bir ses: " Haydi
cehenneme! Hadi sizden önceki insanlar ve cinler arasına
katılın " diye gürleyecek. |
كُلَّمَا
دَخَلَتْ
أُمَّةٌ
لَعَنَتْ
أُخْتَهَا
|
|
Her giren, kendi şeytanına
lanetler savuracak. |
حَتَّى
إِذَا
ادَّارَكُوا
فِيهَا جَمِيعًا
قَالَتْ
أُخْرَاهُمْ
ِلأُولاَهُمْ |
|
Hepsi cehenneme doluşup da,
sonrakiler önden gidenleri görünce şöyle haykıracaklar: |
رَبَّنَا
هَؤُلاَءِ
أَضَلُّونَا
فَآتِهِمْ
عَذَابًا
ضِعْفًا
مِنَ
النَّارِ |
|
" Tanrım! İşte
bizi yoldan çıkaran bunlardı. N'olur onlara iki kat ceza ver.
" |
قَالَ
لِكُلٍّ
ضِعْفٌ
وَلَكِنْ
لاَ تَعْلَمُونَ |
|
Bir ses cevap verecek: "
Aslında herkesin cezası katlıdır fakat siz fark
edemezsiniz. " |
وَقَالَتْ
أُولاَهُمْ ِلأُخْرَاهُمْ
فَمَا كَانَ
لَكُمْ
عَلَيْنَا مِنْ
فَضْلٍ
فَذُوقُوا
الْعَذَابَ
بِمَا كُنْتُمْ
تَكْسِبُونَ |
39. |
Bu sefer öncekiler, sonradan gelenlere
karşılık verecek: " Sizin de bizden kalır yeriniz
yoktu. Siz de çekin yaptıklarınızın cezasını
"
|
إِنَّ
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
وَاسْتَكْبَرُوا
عَنْهَا |
40. |
Bizim sözlerimizi yalanlayıp horlayanlara,
|
لاَ
تُفَتَّحُ
لَهُمْ
أَبْوَابُ
السَّمَاءِ |
|
o gün semanın kapıları
açılmayacak. |
وَلاَ
يَدْخُلُونَ
الْجَنَّةَ
حَتَّى يَلِجَ
الْجَمَلُ
فِي سَمِّ الْخِيَاطِ |
|
Bunlar, deve iğne deliğinden
geçmedikçe, cennete giremeyecekler. |
وَكَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُجْرِمِينَ |
|
Biz, adî suçluları böyle
cezalandıracağız. |
لَهُمْ
مِنْ
جَهَنَّمَ
مِهَادٌ
وَمِنْ فَوْقِهِمْ
غَوَاشٍ |
41. |
Cehennemde cehennem döşeğine
yatıp, üzerilerine yorgan çekenler de vardır. |
وَكَذَلِكَ
نَجْزِي
الظَّالِمِينَ |
|
saygısızlık suçu
işleyenleri de bu şekilde cezalandıracağız. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ
لاَ
نُكَلِّفُ
نَفْسًا
إِلاَّ وُسْعَهَا
|
42. |
Tarafımızdan herhangi bir zorlamaya
maruz kalmadan inancı doğrultusunda yararlı faaliyetlerde
bulunanlar ise, |
أُولاَئِكَ
أَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
هُمْ فِيهَا
خَالِدُونَ |
|
sonsuza kadar cennette kalacaklardır. |
وَنَزَعْنَا
مَا فِي
صُدُورِهِمْ
مِنْ غِلٍّ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهِمُ
اْلأَنْهَارُ
|
43. |
Onlar, çağlayanlar arasında
kendinden geçerken içlerinde kin ve nefretten eser
bırakmayacağız: |
وَقَالُوا
الْحَمْدُ
ِللهِ
الَّذِي
هَدَانَا
لِهَذَا |
|
Bir yandan da: " Şükür
Allah'a ki bizlere bu günleri gösterdi. |
وَمَا
كُنَّا
لِنَهْتَدِيَ
لَوْلاَ أَنْ
هَدَانَا
اللهُ |
|
Yoksa Allah bize doğru yolu
göstermeseydi, bu güzelliklere nasıl sahip olurduk. |
لَقَدْ
جَاءَتْ
رُسُلُ
رَبِّنَا
بِالْحَقِّ |
|
Rabb'imizin elçileri doğru
söylemiş demek ki " diye söylenip sevinecekler. |
وَنُودُوا
|
|
Sonunda kendilerine sesli duyuru
yapılacak: |
أَنْ
تِلْكُمُ
الْجَنَّةُ
أُورِثْتُمُوهَا
بِمَا كُنْتُمْ
تَعْمَلُونَ |
|
" İşte cennetiniz! tam
yaptıklarınızın karşılığı."
|
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 44 - 51. Ayetler |
وَنَادَى
أَصْحَابُ
الْجَنَّةِ
أَصْحَابَ
النَّارِ
أَنْ قَدْ
وَجَدْنَا
مَا
وَعَدَنَا
رَبُّنَا
حَقًّا
فَهَلْ
وَجَدْتُمْ
مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ
حَقًّا |
44. |
Cennettekiler cehennemliklere seslenirler:
" Bizler, Rabb'imizin bize vadettiklerini aynen bulduk. peki size
söylenenler doğru çıktı mı? " |
قَالُوا
نَعَمْ |
|
Cehennemdekiler: " evet. " |
فَأَذَّنَ
مُؤَذِّنٌ
بَيْنَهُمْ
أَنْ لَعْنَةُ
اللهِ عَلَى
الظَّالِمِينَ |
|
İçlerinden biri haykırır: " Allah
kahretsin zalimleri! |
اَلَّذِينَ
يَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ وَيَبْغُونَهَا
عِوَجًا
وَهُمْ
بِاْلآخِرَةِ
كَافِرُونَ |
45. |
oh olsun Allah yolundan
alıkoyanlara, yorgunu yokuşa sürenlere, ahiret hayatına
inanmayanlara
" |
وَبَيْنَهُمَا
حِجَابٌ |
46. |
Cennetle cehennem arasındaki, kale |
وَعَلَى
اْلأَعْرَافِ
رِجَالٌ
يَعْرِفُونَ
كُلاًّ
بِسِيمَاهُمْ |
|
burçlarında nöbet tutan ve herkesi
yüzünden tanıyan görevliler, |
وَنَادَوْا
أَصْحَابَ
الْجَنَّةِ
أَنْ سَلاَمٌ
عَلَيْكُمْ
لَمْ
يَدْخُلُوهَا
وَهُمْ
يَطْمَعُونَ |
|
henüz cennete girmemiş ama,
gireceklerini tahmin ettiklerine: " sizler esenliktesiniz "
diye seslenirler. |
وَإِذَا
صُرِفَتْ
أَبْصَارُهُمْ
تِلْقَاءَ
أَصْحَابِ
النَّارِ |
47. |
Bu ön müjdeye rağmen, cehennemlikleri
gözucuyla süzen cennet adayları: |
قَالُوا
رَبَّنَا
لاَ
تَجْعَلْنَا
مَعَ الْقَوْمِ
الظَّالِمِينَ |
|
" Allah'ım n'olur bizi bu
zalimlerin yanına atma " diye için için dua ederler. |
وَنَادَى
أَصْحَابُ
اْلأَعْرَافِ
رِجَالاً
يَعْرِفُونَهُمْ
بِسِيمَاهُمْ
|
48. |
Burç görevlileri bir yandan,
sîmalarından tanıdıkları cehennemliklere: |
قَالُوا
مَا أَغْنَى
عَنْكُمْ
جَمْعُكُمْ وَمَا
كُنْتُمْ
تَسْتَكْبِرُونَ |
|
" yığdığınız
mallar, attığınız havalar işe yaramadı
herhalde" diye takılırlar, |
أَهَؤُلاَءِ
الَّذِينَ |
49. |
bir yandan da cehennemdekilere,
cennetlikleri işaret ederek: Sahi bunlar mıydı? |
أَقْسَمْتُمْ
لاَ
يَنَالُهُمُ
اللهُ
بِرَحْمَةٍ |
|
Yemin edip:' Allah bunların
yüzüne bile bakmaz ' dediğiniz adamlar derler, |
اُدْخُلُوا
الْجَنَّةَ
لاَ خَوْفٌ
عَلَيْكُمْ
وَلاَ
أَنْتُمْ
تَحْزَنُونَ |
|
bir yandan da: " hadi korkusuzca
buyurun cennete " diyerek cennetliklere yol verirler
|
وَنَادَى
أَصْحَابُ
النَّارِ
أَصْحَابَ الْجَنَّةِ
أَنْ
أَفِيضُوا
عَلَيْنَا
مِنَ
الْمَاءِ
أَوْ مِمَّا
رَزَقَكُمُ
اللهُ |
50. |
Cehennemdekiler, cennettekilere: " N'olur
üstümüze biraz su serpin, ya da Allah'ın size verdiği serinlikten
verin " diye yalvarsalar da: |
قَالُوا
إِنَّ اللهَ
حَرَّمَهُمَا
عَلَى الْكَافِرِينَ |
|
görevliler: " Allah
inkarcılara su ve serinliği yasakladı " deyip itiraz
ederler. |
اَلَّذِينَ
اتَّخَذُوا
دِينَهُمْ
لَهْوًا وَلَعِبًا
وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيَاةُ
الدُّنْيَا |
51. |
Dinlerini oyun eylence konusu yaparak
kendilerini dünyaya kaptıranlar, |
فَالْيَوْمَ
نَنْسَاهُمْ
كَمَا
نَسُوا
لِقَاءَ
يَوْمِهِمْ
هَذَا |
|
bugünkü büyük buluşmayı
nasıl unuttularsa, biz de bugün onları unutacağız. |
وَمَا
كَانُوا
بِآيَاتِنَا
يَجْحَدُونَ |
|
Zaten sözlerimizi inkar ediyorlardı
|
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 52 - 57. Ayetler |
وَلَقَدْ
جِئْنَاهُمْ
بِكِتَابٍ
فَصَّلْنَاهُ
عَلَى
عِلْمٍ |
52. |
Bizim, Mekkelilere sunduğumuz bu Kitap,
bir bilgi ürünüdür. |
هُدًى
وَرَحْمَةً
لِقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ |
|
Bu Kitap, inananların önünü açacak ve
sevgi aşılayacaktır. |
هَلْ
يَنْظُرُونَ
إِلاَّ
تَأْوِيلَهُ
|
53. |
Mekkeliler asıl bu kitabın,
sonunu merak ediyorlar. |
يَوْمَ
يَأْتِي
تَأْوِيلُهُ
يَقُولُ
الَّذِينَ
نَسُوهُ
مِنْ قَبْلُ |
|
Ama bir gün beklenen son geldiğinde,
daha önce Kitap geldiğini unutanlar: |
قَدْ
جَاءَتْ
رُسُلُ
رَبِّنَا
بِالْحَقِّ |
|
" Eyvah!. Tanrı elçileri
doğru söylemiş. |
فَهَلْ
لَنَا مِنْ
شُفَعَاءَ
فَيَشْفَعُوا
لَنَا |
|
Acaba torpil yapabilecek birini
bulabilir miyiz ? |
أَوْ
نُرَدُّ
فَنَعْمَلَ
غَيْرَ
الَّذِي كُنَّا
نَعْمَلُ |
|
hayata dönsek de
yaptıklarımızı tamir etsek. " |
قَدْ
خَسِرُوا
أَنْفُسَهُمْ
وَضَلَّ
عَنْهُمْ
مَا كَانُوا
يَفْتَرُونَ |
|
Artık işleri bitmiştir.
Hattâ uyduruk tanrıları bile kendilerini ekip gitmiştir
|
إِنَّ
رَبَّكُمُ
اللهُ
الَّذِي
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ
فِي سِتَّةِ
أَيَّامٍ
ثُمَّ اسْتَوَى
عَلَى
الْعَرْشِ |
54. |
Sizin gerçek sahibiniz olan Allah, gökleri ve
yeri altı zamanda yaratıp evreni dengesine oturtmuştur. |
يُغْشِي
اللَّيْلَ
النَّهَارَ
يَطْلُبُهُ
حَثِيثًا |
|
Eğer gece ile gündüz habire birbirini
izliyorsa, |
وَالشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ
وَالنُّجُومَ
مُسَخَّرَاتٍ
بِأَمْرِهِ |
|
güneş, ay ve yıldızlar onun
fermanına göre hareket ediyorsa bu, hep Allah'ın işidir. |
أَلاَ
لَهُ
الْخَلْقُ
وَاْلأَمْرُ |
|
Tüm yaratıklar onundur ve onun
fermanı ile hareket ederler. |
تَبَارَكَ
اللهُ رَبُّ
الْعَالَمِينَ |
|
Tüm iyiliklerin kaynağı, evrenin
sahibi olan Allah'tır
|
اُدْعُوا
رَبَّكُمْ
تَضَرُّعًا
وَخُفْيَةً |
55. |
Allah'a, sessiz ve derinden yalvarın. |
إِنَّهُ
لاَ يُحِبُّ
الْمُعْتَدِينَ |
|
Çünkü Allah, bağırıp
çağıranları sevmez. |
وَلاَ
تُفْسِدُوا
فِي
اْلأَرْضِ
بَعْدَ إِصْلاَحِهَا
|
56. |
Yeryüzündeki hazır kurulu dengeyi
bozmayın. |
وَادْعُوهُ
خَوْفًا
وَطَمَعًا |
|
Allah'a biraz korku biraz da umutla dua
edin. |
إِنَّ
رَحْمَةَ
اللهِ
قَرِيبٌ
مِنَ الْمُحْسِنِينَ |
|
Çünkü Allah'ın gönlü hep, gönül
yapanlardan yanadır
|
وَهُوَ
الَّذِي
يُرْسِلُ
الرِّيَاحَ
بُشْرًا
بَيْنَ
يَدَيْ
رَحْمَتِهِ |
57. |
Kullarına sevgisinin bir ifadesi olarak
bulutları serbest bırakan da Allah'tır. |
حَتَّى
إِذَا
أَقَلَّتْ
سَحَابًا
ثِقَالاً
سُقْنَاهُ
لِبَلَدٍ
مَيِّتٍ |
|
Zamanı gelince rüzgâr, ağır
bulutları kaldırır, biz de onu ölü topraklara doğru sevk
ederiz. |
فَأَنْـزَلْنَا
بِهِ
الْمَاءَ
فَأَخْرَجْنَا
بِهِ مِنْ
كُلِّ
الثَّمَرَاتِ |
|
Bulut vasıtasıyla suyu indirir,
bu suyla her çeşit ürünü yetiştiririz. |
كَذَلِكَ
نُخْرِجُ
الْمَوْتَى
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
|
Ölüleri de aynı şekilde
diriltiriz. Herhalde olup bitenler üzerinde düşünürsünüz. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 58 - 67. Ayetler |
وَالْبَلَدُ
الطَّيِّبُ
يَخْرُجُ
نَبَاتُهُ
بِإِذْنِ
رَبِّهِ |
58. |
Temiz toprağın bitkileri
Allah'ın izniyle sağlıklı çıkarken, |
وَالَّذِي
خَبُثَ لاَ
يَخْرُجُ
إِلاَّ
نَكِدًا |
|
bozuk toprağınkiler, seyrek
sepelek ve sağlıksız çıkar. |
كَذَلِكَ
نُصَرِّفُ
اْلآيَاتِ
لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ |
|
Bu dememizle biz, iyiliklere teşekkür
edebilen bir toplum hedefliyoruz
|
لَقَدْ
أَرْسَلْنَا
نُوحًا
إِلَى
قَوْمِهِ |
59. |
Kendi halkına görevli olarak
gönderdiğimiz |
فَقَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا لَكُمْ
مِنْ إِلَهٍ
غَيْرُهُ |
|
Nûh: " Sevgili milletim! Allah'a hizmet edin. Çünkü
sizin ondan başka tanrınız yok. |
إِنِّي
أَخَافُ
عَلَيْكُمْ
عَذَابَ
يَوْمٍ
عَظِيمٍ |
|
Çünkü ben, o büyük felaket gününde
sizin ceza yemenizden korkuyorum. " |
قَالَ
الْمَـَلأُ
مِنْ
قَوْمِهِ
إِنَّا
لَنَرَاكَ
فِي ضَلاَلٍ
مُبِينٍ |
60. |
Kodamanları ileri atıldılar: "
Sende biraz kaçıklık var gibi. " |
قَالَ
يَاقَوْمِ
لَيْسَ بِي
ضَلاَلَةٌ
وَلَكِنِّي
رَسُولٌ مِنْ
رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
61. |
Nuh: " Sevgili halkım!
Bende kaçıklık falan yok, ben, kainatın tek hakimi
tarafından gönderilmiş bir elçiyim. |
أُبَلِّغُكُمْ
رِسَالاَتِ
رَبِّي
وَأَنْصَحُ
لَكُمْ
وَأَعْلَمُ
مِنَ اللهِ
مَا لاَ
تَعْلَمُونَ |
62. |
Size Efendi'min emirlerini
duyuruyor ve öğütler veriyorum, ayrıca Allah'tan, sizin
alamayacağınız bilgiler alıyorum. |
أَوَعَجِبْتُمْ
أَنْ
جَاءَكُمْ
ذِكْرٌ مِنْ
رَبِّكُمْ
عَلَى
رَجُلٍ
مِنْكُمْ |
63. |
Yoksa içinizden tanıdık
biri aracılığı ile, Allah tarafından size bir
hatırlatma gelmesine mi şaşırdınız? Hiç
şaşırmayın, |
لِيُنْذِرَكُمْ
وَلِتَتَّقُوا
وَلَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ |
|
çünkü Allah sizi uyaracak siz de
kendinizi koruyacak belki de mutlu olacaksınız. " |
فَكَذَّبُوهُ
فَأَنجَيْنَاهُ
وَالَّذِينَ
مَعَهُ فِي
الْفُلْكِ |
64. |
Derken onu yalanladılar. Biz de onu,
yanındakilerle birlikte gemiye alıp kurtardık. |
وَأَغْرَقْنَا
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
|
|
sözlerimizi inkar edenleri ise sulara
gömdük. |
إِنَّهُمْ
كَانُوا
قَوْمًا
عَمِينَ |
|
Gerçekten körcahil bir millet idiler
|
وَإِلَى
عَادٍ
أَخَاهُمْ
هُودًا |
65. |
âd halkına kendi içlerinden
gönderdiğimiz |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ |
|
Hûd: " Sevgili milletim! Allah'a
hizmet edin, çünkü sizin ondan başka tanrınız yok. |
أَفَلاَ
تَتَّقُونَ |
|
Kendinizi sağlama almak
istemez misiniz?
" |
قَالَ
الْمَـَلأُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْ
قَوْمِهِ
إِنَّا لَنَرَاكَ
فِي
سَفَاهَةٍ
وَإِنَّا
لَنَظُنُّكَ
مِنَ
الْكَاذِبِينَ |
66. |
Kodamanları inkarcıydılar, ileri
atıldılar: " Sende biraz sakatlık var mı? Biraz
da yalancı gibisin sanki. " |
قَالَ
يَاقَوْمِ
لَيْسَ بِي
سَفَاهَةٌ |
67. |
Hûd: " Sevgili milletim! benim kafamda
sakatlık falan yok. |
وَلَكِنِّي
رَسُولٌ
مِنْ رَبِّ
الْعَالَمِينَ |
|
Ama ben, tüm evrenin tek sahibi
Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 68 - 73. Ayetler |
أُبَلِّغُكُمْ
رِسَالاَتِ
رَبِّي
وَأَنَا
لَكُمْ
نَاصِحٌ
أَمِينٌ |
68. |
Size Rabb'imin emirlerini
tebliğ ediyorum. Ayrıca sizin için güvenli bir nasihatçiyim. |
أَوَعَجِبْتُمْ
أَنْ
جَاءَكُمْ
ذِكْرٌ مِنْ
رَبِّكُمْ
عَلَى رَجُلٍ
مِنْكُمْ
لِيُنْذِرَكُمْ
|
69. |
İçinizden tanıdık
biri vasıtasıyla size, Allah tarafından bir hatırlatma
yapılmasına mı şaşırdınız?
Şaşırmayın çünkü sizi uyarıyor. |
وَاذْكُرُوا
إِذْ
جَعَلَكُمْ
خُلَفَاءَ مِنْ
بَعْدِ
قَوْمِ
نُوحٍ |
|
Allahın Nuh kavmi yerine
sizi lâyık gördüğü hep aklınızda olsun. |
وَزَادَكُمْ
فِي
الْخَلْقِ
بَسْطَةً |
|
sizi daha güçlü bir yapıya
kavuşturmasını da unutmayın." |
فَاذْكُرُوا
آلاَءَ
اللهِ
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
|
Artık kurtuluşunuz
Allah'ın verdiği ipuçları üzerinde düşünmenize bağlı.
" |
قَالُوا
أَجِئْتَنَا
لِنَعْبُدَ
اللهَ وَحْدَهُ
|
70. |
Halkı: " Sen şimdi bir tek
Tanrıya kulluk edelim diye mi bize geldin? |
وَنَذَرَ
مَا كَانَ
يَعْبُدُ
آبَاؤُنَا |
|
atalarımızın hizmet
ettiği putları bırakalım mı şimdi? |
فَأْتِنَا
بِمَا
تَعِدُنَا إِنْ
كُنْتَ مِنَ
الصَّادِقِينَ |
|
Açık olalım. sen bizi ne
ile korkutacaksın, onu söyle! " |
قَالَ
قَدْ وَقَعَ
عَلَيْكُمْ
مِنْ رَبِّكُمْ
رِجْسٌ
وَغَضَبٌ |
71. |
Hûd: " Rabb'inizin felaketi gelip
çatmış, üzerinize zehir yağmış, |
أَتُجَادِلُونَنِي
فِي
أَسْمَاءٍ
سَمَّيْتُمُوهَا
أَنْتُمْ
وَآبَاؤُكُمْ |
|
siz ise kalkmış, hâlâ
benimle atalarınızın yapıp uydurduğu putları
tartışıyorsunuz. |
مَا
نَزَّلَ
اللهُ بِهَا
مِنْ
سُلْطَانٍ |
|
Hem de Allah'ın, hiç onay
vermediği putları. |
فَانْـتَظِرُوا
إِنِّي
مَعَكُمْ
مِنَ الْمُنْـتَظِرِينَ |
|
Biraz bekleyin, yakında neler
olacak hep beraber göreceğiz. " |
فَأَنجَيْنَاهُ
وَالَّذِينَ
مَعَهُ بِرَحْمَةٍ
مِنَّا |
72. |
Biz Hûd'u ve beraberindekileri
tarafımızdan bir sevgi göstergesi olarak kurtardık. |
وَقَطَعْنَا
دَابِرَ
الَّذِينَ
كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا
وَمَا
كَانُوا
مُؤْمِنِينَ |
|
Ama, sözlerimizi yalanlayanların
kökünü kazıdık. Çünkü inanmadılar
|
وَإِلَى
ثَمُودَ
أَخَاهُمْ
صَالِحًا |
73. |
Semûd halkına görevli olarak
gönderdiğimiz |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ |
|
Salih: " Sevgili Milletim! Allah'a kulluk
edin. Çünkü sizin ondan başka tanrınız yok. |
قَدْ
جَاءَتْكُمْ
بَيِّنَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ |
|
Size Rabb'iniz tarafından bir
belge gönderildi: |
هَذِهِ
نَاقَةُ
اللهِ
لَكُمْ
آيَةً
فَذَرُوهَا
تَأْكُلْ
فِي أَرْضِ
اللهِ |
|
Allah'ın gönderdiği bu
deve bir simgedir. Onu bırakın Allah'ın topraklarına
otlasın. |
وَلاَ
تَمَسُّوهَا
بِسُوءٍ
فَيَأْخُذَكُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Ona bir zarar vermeyin. Aksi halde
başınız büyük belâya girecek. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 74 - 81. Ayetler |
وَاذْكُرُوا
إِذْ
جَعَلَكُمْ
خُلَفَاءَ مِنْ
بَعْدِ
عَادٍ |
74. |
Unutmayın! Ad Kavminin
helâkinden sonra Allah, onların yerine sizi getirdi. |
وَبَوَّأَكُمْ
فِي
اْلأَرْضِ |
|
Sizi yerleşik düzene geçirdi.
|
تَتَّخِذُونَ
مِنْ
سُهُولِهَا
قُصُورًا |
|
Ovalarda saraylar döktürdünüz. |
وَتَنْحِتُونَ
الْجِبَالَ
بُيُوتًا |
|
Dağları yontup evler
yaptınız. |
فَاذْكُرُوا
آلاَءَ
اللهِ وَلاَ
تَعْثَوْا
فِي
اْلأَرْضِ
مُفْسِدِينَ |
|
Şimdi Allah'ın bu
nimetlerini bir bir hatırlayın ve, yeryüzünün dengelerini
bozmayın." |
قَالَ
الْمَـَلأُ
الَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
مِنْ
قَوْمِهِ لِلَّذِينَ
اسْتُضْعِفُوا
لِمَنْ
آمَنَ مِنْهُمْ
|
75. |
Halkın burunları havada üs
yöneticileri, alt tabakadan maddî durumları zayıf olan inançlı
kesimine hitaben: |
أَتَعْلَمُونَ
أَنَّ
صَالِحًا
مُرْسَلٌ مِنْ
رَبِّهِ |
|
" Salih'in gerçekten
Tanrı elçisi olduğuna inanıyor musunuz? " |
قَالُوا
إِنَّا
بِمَا
أُرْسِلَ
بِهِ مُؤْمِنُونَ |
|
Halk: " Evet. Onun getirdiklerine
inanıyoruz " deyince |
قَالَ
الَّذِينَ
اسْتَكْبَرُوا
إِنَّا بِالَّذِي
آمَنتُمْ
بِهِ
كَافِرُونَ |
76. |
Üs düzey yöneticiler: " Biz zaten sizin
Tanrınızı kabul etmiyoruz " dediler, |
فَعَقَرُوا
النَّاقَةَ
وَعَتَوْا
عَنْ أَمْرِ
رَبِّهِمْ |
77. |
deveyi kesip Tanrı buyruğuna
karşı geldiler: |
وَقَالُوا
يَاصَالِحُ
ائْتِنَا
بِمَا تَعِدُنَا
إِنْ كُنْتَ
مِنَ
الْمُرْسَلِينَ |
|
" Sevgili Salih! Eğer
hakikaten Tanrı elçisi isen, söyleyip durduğun belâyı getir
de görelim hadi " dediler. |
فَأَخَذَتْهُمُ
الرَّجْفَةُ
فَأَصْبَحُوا
فِي
دَارِهِمْ جَاثِمِينَ |
78. |
Çok geçmeden patlamalı bir
sarsıntı oldu. Hepsi kendi evlerinin içinde büzüşüp
kaldılar. |
فَتَوَلَّى
عَنْهُمْ |
79. |
Salih, cesetlerden uzaklaşırken kendi
kendine söyleniyordu: |
وَقَالَ
يَاقَوْمِ
لَقَدْ
أَبْلَغْتُكُمْ
رِسَالَةَ
رَبِّي |
|
A kardeşlerim! Ben
Rabbimin özel haberini sizlere ilettim. |
وَنَصَحْتُ
لَكُمْ
وَلَكِنْ لاَ
تُحِبُّونَ
النَّاصِحِينَ |
|
Size nasihatler ettim, ama siz
nasihatçileri hiç sevmiyorsunuz ki. |
وَلُوطًا
|
80. |
Lûtu da unutmayın. |
إِذْ
قَالَ
لِقَوْمِهِ
أَتَأْتُونَ
الْفَاحِشَةَ
|
|
Halkına şöyle demişti:
Siz resmen fahişelik yapıyorsunuz. |
مَا
سَبَقَكُمْ
بِهَا مِنْ
أَحَدٍ مِنَ
الْعَالَمِينَ |
|
Hattâ sizin
yaptığınızın dünyada eşi benzeri olamaz. |
إِنَّكُمْ
لَتَأْتُونَ
الرِّجَالَ
شَهْوَةً
مِنْ دُونِ
النِّسَاءِ |
81. |
Yani siz, kadınlara
değil, erkeklere şehvetle yanaşıyorsunuz. |
بَلْ
أَنْتُمْ
قَوْمٌ
مُسْرِفُونَ |
|
Yoo siz, gerçekten
çıldırmış olmalısınız. |
سورة
الأعراف:
مكية 206 آية |
8. c. |
A'râf: 7 / 82 - 87. Ayetler |
وَمَا
كَانَ
جَوَابَ
قَوْمِهِ |
82. |
Halkının son sözü ise: |
إِلاَّ
أَنْ
قَالُوا
أَخْرِجُوهُمْ
مِنْ قَرْيَتِكُمْ
|
|
" Şehrinizden atın bu adamları! |
إِنَّهُمْ
أُنَاسٌ
يَتَطَهَّرُونَ |
|
Çünkü bunların hepsi
gerçekten temizlik budalası " demek oldu. |
فَأَنجَيْنَاهُ
وَأَهْلَهُ
إِلاَّ
امْرَأَتَهُ
كَانَتْ مِنَ
الْغَابِرِينَ |
83. |
Lût'u ve ailesini kurtardık,
karısını ise geride pislikler içinde bıraktık [1] |
وَأَمْطَرْنَا
عَلَيْهِمْ
مَطَرًا |
84. |
Sonra üzerlerine felaket
yağdırıp işlerini bitirdik. [2] |
فَانْظُرْ
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُجْرِمِينَ |
|
Pis suçluların sonu n'oldu gör bak
|
وَإِلَى
مَدْيَنَ
أَخَاهُمْ
شُعَيْبًا |
85. |
Medyen halkına gönderdiğimiz öz
kardeşleri |
قَالَ
يَاقَوْمِ
اعْبُدُوا
اللهَ مَا
لَكُمْ مِنْ
إِلَهٍ
غَيْرُهُ |
|
Şuayb: " Sevgili
kardeşlerim! Allah'a kulluk edin, çünkü sizin ondan başka
tanrınız yok. |
قَدْ
جَاءَتْكُمْ
بَيِّنَةٌ
مِنْ
رَبِّكُمْ |
|
Rabbinizden size bir
açıklama geldi. |
فَأَوْفُوا
الْكَيْلَ
وَالْمِيزَانَ |
|
Bundan böyle ölçü ve
tartının hakkını verin. |
وَلاَ
تَبْخَسُوا
النَّاسَ
أَشْيَاءَهُمْ |
|
İnsanları, kendi
mallarıyla aptal yerine koymayın. |
وَلاَ
تُفْسِدُوا
فِي
اْلأَرْضِ
بَعْدَ إِصْلاَحِهَا |
|
Yeryüzünün kurulu doğal
dengesini de bozmayın. |
ذَلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ إِنْ
كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ |
|
Eğer içinizde iman varsa
bunlar, sizin kendi iyiliğiniz içindir. |
وَلاَ
تَقْعُدُوا
بِكُلِّ
صِرَاطٍ
تُوعِدُونَ |
86. |
Köşe başlarını
tutup, Allah'a inananları tehdit etmeyin, |
وَتَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ مَنْ
آمَنَ بِهِ
وَتَبْغُونَهَا
عِوَجًا |
|
Hak yolcusunu yolundan etmeyin,
işlerini yokuşa sürmeyin. |
وَاذْكُرُوا
إِذْ كُنْتُمْ
قَلِيلاً
فَكَثَّرَكُمْ |
|
Azınlıkta iken,
Allah'ın sizleri çoğunluk durumuna getirdiği zamanları
hatırlayın. |
وَانْظُرُوا
كَيْفَ
كَانَ
عَاقِبَةُ
الْمُفْسِدِينَ |
|
bozguncuların sonu
n'olmuş iyi bakın. |
وَإِنْ
كَانَ
طَائِفَةٌ
مِنْكُمْ
آمَنُوا بِالَّذِي
أُرْسِلْتُ
بِهِ
وَطَائِفَةٌ
لَمْ
يُؤْمِنُوا |
87. |
Eğer bana gönderilen bilgi ve
belgelere içinizden bir kesim inanır, bir kesim inanmaz ise |
فَاصْبِرُوا
حَتَّى
يَحْكُمَ
اللهُ بَيْنَنَا |
|
Allah aramızda hükmünü verene
dek sabredin. |
وَهُوَ
خَيْرُ
الْحَاكِمِينَ |
|
Çünkü en isabetli kararı, o
verir. " |