سورة
الأَنْفال: مدنية 75
آية |
10.
c. |
Enfâl: 8 / 41 - 45. ayetler |
وَاعْلَمُوا
أَنَّمَا
غَنِمْتُمْ
مِنْ شَيْءٍ |
41. |
Savaş
gelirlerinin beşte
biri |
فَأَنَّ
ِللهِ
خُمُسَهُ
وَلِلرَّسُولِ
وَلِذِي
الْقُرْبَى |
|
Allah'a, resulüne,
yakınlara, |
وَالْيَتَامَى
وَالْمَسَاكِينِ
وَابْنِ
السَّبِيلِ |
|
yetimlere, yoksullara
ve yol mağdurlarına aittir. [1] |
إِنْ
كُنْتُمْ
آمَنْتُمْ
بِاللهِ
وَمَا أَنْزَلْنَا
عَلَى
عَبْدِنَا |
|
Eğer Allah'a ve
kulumuz Muhammed'e indirdiğimize inanıyorsanız, |
يَوْمَ
الْفُرْقَانِ
يَوْمَ
الْتَقَى
الْجَمْعَانِ |
|
Hele de iki
birliğin karşılaştığı o ana-baba gününe
şahit olduysanız, bu böyledir. |
وَاللهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ |
|
Allah her şeye
kadirdir
|
إِذْ
أَنْتُمْ
بِالْعُدْوَةِ
الدُّنْيَا وَهُمْ
بِالْعُدْوَةِ
الْقُصْوَى |
42. |
Bedir'de siz şehre yakın bir
noktada, düşman ise daha uzak bir noktada
konuşlanmıştınız. |
وَالرَّكْبُ
أَسْفَلَ
مِنْكُمْ |
|
Kervan ise sizden
daha aşağıda sahilde idi. |
وَلَوْ
تَوَاعَدتُّمْ
لاَخْتَلَفْتُمْ
فِي
الْمِيعَادِ |
|
Doğrusu önceden
sözleşmiş olsaydınız, zamanlamada bu kadar dakik
olamazdınız. |
وَلَكِنْ
لِيَقْضِيَ
اللهُ
أَمْرًا
كَانَ مَفْعُولاً |
|
Ne varki Allah,
olmuş bitmiş bir kader olayını tekrar edecekti. |
لِيَهْلِكَ
مَنْ هَلَكَ
عَنْ
بَيِّنَةٍ
وَيَحْيَى
مَنْ حَيَّ
عَنْ
بَيِّنَةٍ |
|
Yani, bu savaşta
ölen, gözler önünde ölecek kalan da, gözler önünde sağ kalacaktı. |
وَإِنَّ
اللهَ
لَسَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Allah elbette her
şeyleri duyup bilmekte idi
|
إِذْ
يُرِيكَهُمُ
اللهُ فِي
مَنَامِكَ
قَلِيلاً |
43. |
Allah, sana onları, rüyanda az
gösteriyordu. |
وَلَوْ
أَرَاكَهُمْ
كَثِيرًا
لَفَشِلْتُمْ
وَلَتَنَازَعْتُمْ
فِي
اْلأَمْرِ |
|
Eğer sana
onları çok gösterseydi, kendinizi bırakır birbirinize
düşerdiniz. |
وَلَكِنَّ
اللهَ
سَلَّمَ
إِنَّهُ
عَلِيمٌ بِذَاتِ
الصُّدُورِ |
|
Fakat Allah, işi
sağlama aldı. Çünkü, aklınızdan geçenleri biliyordu. |
وَإِذْ
يُرِيكُمُوهُمْ
إِذِ
الْتَقَيْتُمْ
فِي
أَعْيُنِكُمْ
قَلِيلاً
وَيُقَلِّلُكُمْ
فِي
أَعْيُنِهِمْ
|
44. |
Hatırlasana, tam
karşı karşıya geldiğiniz zamanlarda bile,
onları size; sizi de onlara hâlâ az gösteriyordu. |
لِيَقْضِيَ
اللهُ
أَمْرًا
كَانَ
مَفْعُولاً |
|
Çünkü Allah, tamamen
olmuş bitmiş bir kader olayını tekrar ediyordu. |
وَإِلَى
اللهِ
تُرْجَعُ
اْلأَمُورُ |
|
Çünkü her iş,
sonunda Allah' tan bitecekti
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِذَا لَقِيتُمْ
فِئَةً
فَاثْبُتُوا
وَاذْكُرُوا
اللهَ
كَثِيرًا
لَعَلَّكُمْ
تُفْلِحُونَ |
45. |
Sevgili müminler! bir düşman
saldırısına karşı ayağınızı denk
alır da, Allah adını dilinizden düşürmezseniz,
başarabilirsiniz. |
سورة
الأَنْفال: مدنية 75
آية |
10.
c. |
Enfâl: 8 / 46 - 52. Ayetler |
وَأَطِيعُوا
اللهَ
وَرَسُولَهُ
وَلاَ تَنَازَعُوا
|
46. |
Allah ve resulüne
itaat edin. Birbirinizle dalaşmayın, |
فَتَفْشَلُوا
وَتَذْهَبَ
رِيحُكُمْ |
|
sonra ruhsal dengeniz
bozulur, kaybedersiniz. |
وَاصْبِرُوا
إِنَّ اللهَ
مَعَ
الصَّابِرِينَ |
|
Sabırlı
olun. Çünkü Allah, sabredenlerin yanındadır. |
وَلاَ
تَكُونُوا
كَالَّذِينَ
خَرَجُوا
مِنْ
دِيَارِهِمْ
بَطَرًا وَرِئَاءَ
النَّاسِ
وَيَصُدُّونَ
عَنْ سَبِيلِ
اللهِ |
47. |
Şehirden,
nâralar atarak gösteri ve törenler düzenleyerek, Hak yolcularını
yolundan etmeye gidenler gibi olmayın. |
وَاللهُ
بِمَا
يَعْمَلُونَ
مُحِيطٌ |
|
Allah, onların
yaptıklarını her yönden yakın takibe
almıştır. |
وَإِذْ
زَيَّنَ
لَهُمُ
الشَّيْطَانُ
أَعْمَالَهُمْ
|
48. |
O gün şeytan,
onlara kendi yaptıklarını beğendirmek için: |
وَقَالَ
لاَ غَالِبَ
لَكُمُ
الْيَوْمَ
مِنَ
النَّاسِ
وَإِنِّي
جَارٌ
لَكُمْ |
|
" Ben,
yanınızdayım, Artık bugün hiç bir kuvvet sizi alt edemez
" diyor, |
فَلَمَّا
تَرَاءَتِ
الْفِئَتَانِ
نَكَصَ
عَلَى
عَقِبَيْهِ |
|
ama iki tarafın
savaş birlikleri, birbirilerini görme menziline geldi mi hemen çark
edip: |
وَقَالَ
إِنِّي
بَرِيءٌ
مِنْكُمْ
إِنِّي أَرَى
مَا لاَ
تَرَوْنَ |
|
" Artık
sizinle işim bitti, çünkü ben, sizin göremediğiniz birtakım
güçler görüyorum. |
إِنِّي
أَخَافُ
اللهَ
وَاللهُ
شَدِيدُ الْعِقَابِ |
|
Açıkçası
Allah'tan korkuyorum. Çünkü onun tokadı serttir " gibi bahaneler uyduruyordu. |
إِذْ
يَقُولُ
الْمُنَافِقُونَ
وَالَّذِينَ
فِي
قُلُوبِهِمْ
مَرَضٌ |
49. |
Münafıklar ise,
kötü niyetlilerle bir olup: |
غَرَّ
هَؤُلاَءِ
دِينُهُمْ |
|
" Yazık
bunları, dinleri mahvedecek " diyorlardı. |
وَمَنْ
يَتَوَكَّلْ
عَلَى اللهِ |
|
Halbuki işini,
sağlama bağladıkdan sonra Allah'a havale edenler, |
فَإِنَّ
اللهَ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
bilirler ki,
asıl güç ve egemenlik Allah'ın elindedir. |
وَلَوْ
تَرَى إِذْ
يَتَوَفَّى
الَّذِينَ كَفَرُوا
الْمَلاَئِكَةُ
يَضْرِبُونَ
وُجُوهَهُمْ
وَأَدْبَارَهُمْ
وَذُوقُوا
عَذَابَ
الْحَرِيقِ |
50. |
Resulüm! asıl
sen onları, melekler canlarını: " hadi bakalım
çekin cezanızı " diyerek sille tokat cehenneme postalarken
görmeliydin. |
ذَلِكَ
بِمَا
قَدَّمَتْ
أَيْدِيكُمْ
وَأَنَّ
اللهَ
لَيْسَ
بِظَلاَّمٍ
لِلْعَبِيدِ |
51. |
Bu kötü muamele,
tabiki yapılan yanlışa bir misillemedir. Herhalde Allah,
kullarına haksızlık edecek değildir
|
كَدَأْبِ
آلِ
فِرْعَوْنَ
وَالَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
52. |
Fıravunlar ile onlardan önceki toplumlar da
aynı yanlışı yaptılar. |
كَفَرُوا
بِآيَاتِ
اللهِ |
|
Onlar da Tanrı
kelâmını inkar ettiler. |
فَأَخَذَهُمُ
اللهُ
بِذُنُوبِهِمْ |
|
Allah onları da
bu hatalarından dolayı kıskıvrak yakalayıp
canlarına okudu |
إِنَّ
اللهَ
قَوِيٌّ
شَدِيدُ
الْعِقَابِ |
|
Çünkü Allah,
güçlüdür, cezayı anında bastırır. |
سورة
الأَنْفال: مدنية 75
آية |
10.
c. |
Enfâl: 8 / 53 - 61. ayetler |
ذَلِكَ
بِأَنَّ
اللهَ لَمْ
يَكُ
مُغَيِّرًا
نِعْمَةً
أَنْعَمَهَا
عَلَى
قَوْمٍ حَتَّى
يُغَيِّرُوا
مَا بِأَنْفُسِهِمْ
|
53.. |
İşin özü
şudur: Bir millet kendi öz değerlerini bozmadığı
sürece Allah, o millete verdiği yüksek notu değiştirmez. |
وَأَنَّ
اللهَ سَمِيعٌ
عَلِيمٌ |
|
Çünkü Allah, erişilmez bilgi gücüyle her
şeyi duyup bilmektedir
|
كَدَأْبِ
آلِ
فِرْعَوْنَ
وَالَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِهِمْ |
54. |
Fıravunlar ve daha önceki toplumlar da
benzer yanlışlar yaptılar: |
كَذَّبُوا
بِآيَاتِ
رَبِّهِمْ
فَأَهْلَكْنَاهُمْ
بِذُنُوبِهِمْ |
|
Rablerinin sözlerini
yalanladılar, biz de onları bu suçlarından dolayı helâk
ettik. |
وَأَغْرَقْنَا
آلَ
فِرْعَوْنَ
وَكُلٌّ كَانُوا
ظَالِمِينَ |
|
Fıravunların
hepsini suda boğduk. Çünkü zulümleri ayyuka
çıkmıştı. |
إِنَّ
شَرَّ
الدَّوَابِّ
عِنْدَ اللهِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
55. |
Allah'a göre ise
inkarcı, en tehlikeli yaratıktır. |
فَهُمْ
لاَ
يُؤْمِنُونَ |
|
Böyle kimseler
güvensiz olurlar. |
اَلَّذِينَ
عَاهَدْتَ
مِنْهُمْ ثُمَّ
يَنْقُضُونَ
عَهْدَهُمْ
فِي كُلِّ
مَرَّةٍ |
56. |
Bu gibilerle
sözleşme yapsan bile iki de bir ihlâl ederler. |
وَهُمْ
لاَ
يَتَّقُونَ |
|
Çünkü
sağlamcılığı önemsemezler. |
فَإِمَّا
تَثْقَفَنَّهُمْ
فِي
الْحَرْبِ فَشَرِّدْ
بِهِمْ مَنْ
خَلْفَهُمْ
لَعَلَّهُمْ
يَذَّكَّرُونَ |
57. |
Bu gibileri
savaşta canlı olarak ele geçirecek olursan, öyle bir korkut ki
geridekilere ders olsun. Mutlaka dikkate alacaklardır. |
وَإِمَّا
تَخَافَنَّ
مِنْ قَوْمٍ
خِيَانَةً
فَانْبِذْ
إِلَيْهِمْ |
58. |
Eğer bir
topluluğun ihanetinden korkuyorsan, sen de sözleşmeyi önlerine
fırlatabilirsin. |
عَلَى
سَوَاءٍ
إِنَّ اللهَ
لاَ يُحِبُّ الْخَائِنِينَ |
|
Bu şekilde
durumu eşitlemiş olursunuz. Çünkü Allah, hainleri sevmez. |
وَلاَ
يَحْسَبَنَّ
الَّذِينَ
كَفَرُوا سَبَقُوا
إِنَّهُمْ
لاَ
يُعْجِزُونَ |
59. |
İnkarcılar,
kendilerini ileri sanmasınlar, artık kimseyi sindiremezler. |
وَأَعِدُّوا
لَهُمْ مَا
اسْتَطَعْتُمْ
مِنْ
قُوَّةٍ |
60. |
Yine de siz onlara
karşı olabildiğince güçlü ve hazırlıklı olun. |
وَمِنْ
رِبَاطِ
الْخَيْلِ
تُرْهِبُونَ
بِهِ
عَدُوَّ
اللهِ
وَعَدُوَّكُمْ |
|
Her an, düşmana
göz dağı verebileceğiniz eğitimli atlarınız
olsun. |
وَآخَرِينَ
مِنْ دُونِهِمْ
لاَ
تَعْلَمُونَهُمْ
َاللهُ
يَعْلَمُهُمْ |
|
Allah'ın
gördüğü, sizin göremediğiniz gizli güçler için de
caydırıcı gücünüz olsun. |
وَمَا
تُنْفِقُوا
مِنْ شَيْءٍ
فِي سَبِيلِ
اللهِ يُوَفَّ
إِلَيْكُمْ |
|
Allah için
yaptığınız bütün harcamalar tekrar size dönecek ve |
وَأَنْتُمْ
لاَ
تُظْلَمُونَ |
|
size asla
haksızlık edilmeyecektir
|
وَإِنْ
جَنَحُوا
لِلسَّلْمِ
فَاجْنَحْ
لَهَا |
61. |
Sevgili resulüm! barış isterlerse sen
de iste. |
وَتَوَكَّلْ
عَلَى اللهِ |
|
İşini
sağlama al, gerisini Allah'a bırak. |
إِنَّهُ
هُوَ السَّمِيعُ
الْعَلِيمُ |
|
Çünkü, engin bilgi
gücüyle her şeyi duyup eden odur. |
سورة
الأَنْفال: مدنية 75
آية |
10.
c. |
Enfâl: 8 / 62 - 69. Ayetler |
وَإِنْ
يُرِيدُوا
أَنْ
يَخْدَعُوكَ
فَإِنَّ
حَسْبَكَ
اللهُ |
62. |
Resulüm! sana oyun
tezgâhlayanlara karşı, Allah sana yeter. |
هُوَ
الَّذِي
أَيَّدَكَ
بِنَصْرِهِ
وَبِالْمُؤْمِنِينَ |
|
Nitekim, vaktiyle
sana ve müminlere zaferi nasip eden Allah idi. |
وَأَلَّفَ
بَيْنَ
قُلُوبِهِمْ
|
63. |
Kalpleri
uzlaştıran da Allah idi. |
لَوْ
أَنْفَقْتَ
مَا فِي
اْلأَرْضِ
جَمِيعًا
مَا
أَلَّفْتَ بَيْنَ
قُلُوبِهِمْ |
|
Çünkü sen, dünya
kadar mal da harcasan, onların kalplerini böylesine
uzlaştıramazdın. |
وَلَكِنَّ
اللهَ
أَلَّفَ
بَيْنَهُمْ
إِنَّهُ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
Ama Allah, bu
uzlaşıyı sağladı. Çünkü o, erişilmez gücü ile
her şeye egemendi. |
يَا
أَيُّهَا
النَّبِيُّ
حَسْبُكَ
اللهُ وَمَنِ
اتَّبَعَكَ
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ |
64. |
Resulüm! Allah sana
da yeter, sana uyan müminlere de
|
يَا
أَيُّهَا
النَّبِيُّ
حَرِّضِ
الْمُؤْمِنِينَ
عَلَى
الْقِتَالِ
إِنْ يَكُنْ
مِنْكُمْ
عِشْرُونَ
صَابِرُونَ
يَغْلِبُوا
مِائَتَيْنِ
|
65. |
Sevgili resulüm! Müminleri savaşa
hazırla: Çünkü, sizin savaş eğitimli yirmi eriniz, iki yüz
düşman erini alt edebilir. |
وَإِنْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
مِائَةٌ
يَغْلِبُوا
أَلْفًا مِنَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
Aynı
şekilde yüz eğitimli eriniz, inkarcıların bin erini
mağlûb edebilir. |
بِأَنَّهُمْ
قَوْمٌ لاَ
يَفْقَهُونَ |
|
Çünkü
inkarcıların, kafası çalışmaz. |
اَ ْلآنَ
خَفَّفَ
اللهُ عَنْكُمْ
وَعَلِمَ
أَنَّ
فِيكُمْ
ضَعْفًا |
66. |
Ancak şu an
itibariyle Allah, notunuzu biraz düşürdü. Çünkü eğitimde bir
gevşeklik var. |
فَإِنْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
مِائَةٌ
صَابِرَةٌ
يَغْلِبُوا
مِائَتَيْنِ |
|
Şu haliyle sizin
yüz eriniz, ancak iki yüz eri mağlûp edebilir. |
وَإِنْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
أَلْفٌ
يَغْلِبُوا
أَلْفَيْنِ
بِإِذْنِ
اللهِ |
|
Aynı
şekilde sizin bin eriniz, Allah'ın izniyle iki bin erin hakkından
gelebilir. [2] |
وَاللهُ
مَعَ
الصَّابِرِينَ |
|
Allah ise, yüksek
dayanma gücü olanların yanındadır
|
مَا
كَانَ
لِنَبِيٍّ
أَنْ
يَكُونَ
لَهُ أَسْرَى
حَتَّى
يُثْخِنَ
فِي
اْلأَرْضِ |
67. |
Hiçbir Tanrı
elçisi, er meydanında galip gelmeden, tazminat için kimseyi esir
almamıştır. |
تُرِيدُونَ
عَرَضَ
الدُّنْيَا
وَاللهُ يُرِيدُ
اْلآخِرَةَ |
|
Sizler dünya
getirisini Allah ise ahireti istiyor. |
وَاللهُ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah, erişilmez
gücüyle her şeye hakimdir. |
لَوْلاَ
كِتَابٌ
مِنَ اللهِ
سَبَقَ
لَمَسَّكُمْ
فِيمَا أَخَذْتُمْ
عَذَابٌ
عَظِيمٌ |
68. |
Eğer
Allahın daha önce verilmiş, yazılı bir emri
olmasaydı, aldıklarınızdan dolayı size çok
ağır bir ceza gelirdi. |
فَكُلُوا
مِمَّا
غَنِمْتُمْ
حَلاَلاً
طَيِّبًا |
69. |
Ama bundan böyle,
savaşta ele geçirdiğiniz ganimetleri gönül rahatlığı
ile yiyebilirsiniz. |
وَاتَّقُوا
اللهَ إِنَّ
اللهَ
غَفُورٌ رَحِيمٌ |
|
Kendinizi Allaha
karşı sağlama alın. Allah, engin hoşgörülü bir sevgi
selidir. |
سورة
الأَنْفال: مدنية 75
آية |
10.
c. |
Enfâl: 8 / 70 - 75. ayetler |
يَا
أَيُّهَا
النَّبِيُّ
قُلْ لِمَنْ
فِي
أَيْدِيكُمْ
مِنَ
اْلأَسْرَى |
70. |
Sevgili resulüm! Elinizde bulunan savaş
esirlerine şunu söyle: |
إِنْ
يَعْلَمِ
اللهُ فِي
قُلُوبِكُمْ
خَيْرًا
يُؤْتِكُمْ
خَيْرًا
مِمَّا
أُخِذَ
مِنْكُمْ
وَيَغْفِرْ
لَكُمْ |
|
" Eğer
Allah, sizde bir samimiyet görürse size sizden alınandan daha iyisini
verebilir, hattâ sizi bağışlayabilir de. |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir." |
وَإِنْ
يُرِيدُوا
خِيَانَتَكَ
فَقَدْ خَانُوا
اللهَ مِنْ
قَبْلُ |
71. |
Eğer sana
hıyanet etmeye kalkışırlarsa ki vaktiyle, Allah'a da
hainlik etmişlerdi, |
فَأَمْكَنَ
مِنْهُمْ
وَاللهُ
عَلِيمٌ حَكِيمٌ |
|
ama Allah, onlardan
güçlü idi. Çünkü Allah, engin bilgi gücü ile her şeye hakimdi. |
إِنَّ
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَهَاجَرُوا
|
72. |
Müslüman olduktan
sonra göç etmek zorunda kalanlar, |
وَجَاهَدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنْفُسِهِمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla mücadele edenler ve |
وَالَّذِينَ
آوَوْا
وَنَصَرُوا |
|
göçmenlere kucak
açıp yardım edenler, |
أُولاَئِكَ
بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاءُ
بَعْضٍ |
|
birbirilerinin velisi
durumundadırlar. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَلَمْ
يُهَاجِرُوا
مَا لَكُمْ
مِنْ
وَلاَيَتِهِمْ
مِنْ شَيْءٍ
حَتَّى
يُهَاجِرُوا |
|
Müslüman olup da göç
edemeyenlere ise, göç etmedikleri sürece sizin velayetiniz söz konusu
değildir. |
وَإِنِ
اسْتَنْصَرُوكُمْ
فِي
الدِّينِ
فَعَلَيْكُمُ
النَّصْرُ |
|
Eğer onlar, dinî
konularda sizden yardım talep ederlerse, kendilerine yardım edin. |
إِلاَّ
عَلَى
قَوْمٍ
بَيْنَكُمْ
وَبَيْنَهُمْ
مِيثَاقٌ |
|
Ama bu yardım,
yaptığınız siyasî sözleşmeler çerçevesinde
olmalıdır. |
وَاللهُ
بِمَا
تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ |
|
Allah,
yaptıklarınızı görüp duruyor. |
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاءُ
بَعْضٍ |
73. |
İnkarcılar
da birbirilerine arka çıkarlar. |
إِلاَّ
تَفْعَلُوهُ
تَكُنْ
فِتْنَةٌ
فِي اْلأَرْضِ
وَفَسَادٌ
كَبِيرٌ |
|
Bu nedenle, siyasî
sözleşmeyi, siz ihlâl ederseniz, kargaşa çıkar, belirsizlik
başlar. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
وَهَاجَرُوا
وَجَاهَدُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
74. |
İnandıktan
sonra göç edenler, Allah yolunda mücadele edenler ve |
وَالَّذِينَ
آوَوْا
وَنَصَرُوا
أُولاَئِكَ
هُمُ
المُؤْمِنُونَ
حَقًّا |
|
göçmenlere kucak
açıp yardım edenler, dört dörtlük Müslümandır. |
لَهُمْ
مَغْفِرَةٌ
وَرِزْقٌ
كَرِيمٌ |
|
Onlar, hoşgörü
yanı sıra sımsıcak bir ilgi ve ikrama mazhar
olacaklardır. |
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
مِنْ بَعْدُ
وَهَاجَرُوا
وَجَاهَدُوا
مَعَكُمْ
فَأُولاَئِكَ
مِنْكُمْ |
75. |
Daha sonra Müslüman
olup göç edenler ve sizin saflarınızda mücadeleye devam edenler de
sizin kardeşleriniz olmakla beraber, |
وَأُولُوا
اْلأَرْحَامِ
بَعْضُهُمْ
أَوْلَى
بِبَعْضٍ
فِي كِتَابِ
اللهِ |
|
bundan böyle mirasta
öncelik, kan bağı olanlarındır. Bu bir Tanrı
fermanıdır. |
إِنَّ
اللهَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عَلِيمٌ |
|
Allah, her şeyi
tüm ayrıntısıyla bilir. |
سورة
التوبة:
مدنية 129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 1 - 6. Ayetler |
( Bir önceki surenin devamı mahiyetinde olduğu için
geçişte besmele çekilmez. Ama aralarda çekilir.)
بَرَاءَةٌ
مِنَ اللهِ
وَرَسُولِهِ
إِلَى الَّذِينَ
عَاهَدْتُّمْ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ |
1. |
Bu ferman, siyasî
sözleşme yaptığınız çoktanrıcı
müşriklere Allah ve resulünden bir uyarı bildirgesidir: |
فَسِيحُوا
فِي
اْلأَرْضِ
أَرْبَعَةَ
أَشْهُرٍ |
2. |
Bundan böyle
anlaşmalı topraklarda dört ay daha serbestçe dolaşabilirsiniz. |
وَاعْلَمُوا
أَنَّكُمْ
غَيْرُ
مُعْجِزِي اللهِ
وَأَنَّ
اللهَ
مُخْزِي
الْكَافِرِينَ |
|
Sakın ola bu
fermanı, Allahı dize getirdik gibi yorumlamayın,
bilakis Allah, inkarcıları rezil edecektir. |
وَأَذَانٌ
مِنَ اللهِ
وَرَسُولِهِ
إِلَى النَّاسِ
يَوْمَ
الْحَجِّ
اْلأَكْبَرِ
|
3. |
Ayrıca bu, hac
ibadeti esnasında Allah ve resulünden tüm insanlığa
yapılan açık bir duyurudur: |
أَنَّ
اللهَ
بَرِيءٌ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
وَرَسُولُهُ |
|
Bundan böyle Allah
ve resulü, çoktanrıcı müşriklerle tüm bağlarını
koparmıştır. |
فَإِنْ
تُبْتُمْ
فَهُوَ
خَيْرٌ
لَكُمْ |
|
Tövbe ederseniz,
iyiliğinize olur. |
وَإِنْ
تَوَلَّيْتُمْ
فَاعْلَمُوا
أَنَّكُمْ
غَيْرُ
مُعْجِزِي
اللهِ |
|
Kabul etmezseniz siz
bilirsiniz, ama şunu bilin ki Allahı
yıldıramazsınız
|
وَبَشِّرِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
بِعَذَابٍ
أَلِيمٍ |
|
Resulüm inkarcılara, kendilerini
büyük bir felaketin beklediğini haber ver. |
إِلاَّ
الَّذِينَ
عَاهَدْتُّمْ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
ثُمَّ لَمْ
يَنْقُصُوكُمْ
شَيْئًا
وَلَمْ
يُظَاهِرُوا
عَلَيْكُمْ
أَحَدًا |
4. |
siyasî sözleşme
yaptığınız çoktanrıcı müşrikler, size
değer vermiş, size karşı başkalarıyla
işbirliği içinde olmamışlarsa, |
فَأَتِمُّوا
إِلَيْهِمْ
عَهْدَهُمْ
إِلَى
مُدَّتِهِمْ |
|
sözleşmeyi
sonuna kadar devam ettirin. |
إِنَّ
اللهَ
يُحِبُّ
الْمُتَّقِينَ |
|
Çünkü Allah,
sağlamcıları sever
|
فَإِذَا
انْسَلَخَ
اْلأَشْهُرُ
الْحُرُمُ
فَاقْتُلُوا
الْمُشْرِكِينَ
حَيْثُ
وَجَدْتُمُوهُمْ
|
5. |
Resulüm! yasaklı aylar boyunca
kendilerine tanıdığın süre biter bitmez, artık
müşriklere acımayın. |
وَخُذُوهُمْ
وَاحْصُرُوهُمْ
وَاقْعُدُوا
لَهُمْ
كُلَّ
مَرْصَدٍ |
|
yakalayın,
kuşatın, belli noktalarda gözetleyin. |
فَإِنْ
تَابُوا
وَأَقَامُوا
الصَّلاَةَ
وَآتَوُا
الزَّكَاةَ |
|
Pişman olurlar,
namazı kılarlar ve zekatı verirlerse |
فَخَلُّوا
سَبِيلَهُمْ
إِنَّ اللهَ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
yol verin gitsinler,
çünkü Allah, engin hoşgörülü bir sevgi selidir. |
وَإِنْ
أَحَدٌ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
اسْتَجَارَكَ
فَأَجِرْهُ |
6. |
Hattâ
çoktanrıcı müşriklerden biri sana sığınmak
isterse hemen korumaya al. |
حَتَّى
يَسْمَعَ
كَلاَمَ
اللهِ |
|
En azından Allah
kelâmını dinlesinler. |
ثُمَّ
أَبْلِغْهُ
مَأْمَنَهُ
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ
قَوْمٌ لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Sonra onu kendi
güvenlik bölgesine ulaştır. Ne de olsa yol iz bilmezler. |
سورة
التوبة:
مدنية 129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 7 - 13. Ayetler |
كَيْفَ
يَكُونُ
لِلْمُشْرِكِينَ
عَهْدٌ عِنْدَ
اللهِ
وَعِنْدَ
رَسُولِهِ
إِلاَّ الَّذِينَ
عَاهَدْتُمْ
عِنْدَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ |
7. |
Allah ve resulünün, Kabe avlusunda
yapılan sözleşme dışında,müşriklere
verilmiş herhangi bir sözü yoktur. |
فَمَا
اسْتَقَامُوا
لَكُمْ
فَاسْتَقِيمُوا
لَهُمْ |
|
Resulüm! Kabede
sözleştikleriniz size dürüst olurlarsa siz de onlara dürüst olun. |
إِنَّ
اللهَ
يُحِبُّ
الْمُتَّقِينَ |
|
Çünkü Allah,
sağlamcıları sever. |
كَيْفَ
|
8. |
Acaba aksi
olsaydı n'olurdu: |
وَإِنْ
يَظْهَرُوا
عَلَيْكُمْ
لاَ
يَرْقُبُوا
فِيكُمْ إِلاَّ
وَلاَ
ذِمَّةً |
|
Yani müşrikler
sizi yenseydi, akrabayı gözetir yabancı hukukuna riayet ederler
miydi? |
يُرْضُونَكُمْ
بِأَفْوَاهِهِمْ
وَتَأْبَى
قُلُوبُهُمْ
|
|
Yoksa sizi yürekten
olmasa da lafla avutmaya mı çalışırlardı?
|
وَأَكْثَرُهُمْ
فَاسِقُونَ |
|
Resulüm! müşriklerin çoğu dik
kafalıdır. |
اِشْتَرَوْا
بِآيَاتِ
اللهِ
ثَمَنًا
قَلِيلاً
فَصَدُّوا
عَنْ
سَبِيلِهِ |
9. |
Allah kelâmına
zerrece değer vermezler, Hak yolcusunu yolundan ederler. |
إِنَّهُمْ
سَاءَ مَا
كَانُوا يَعْمَلُونَ |
|
Yaptıkları
ancak bu kadar berbat olabilir. |
لاَ
يَرْقُبُونَ
فِي
مُؤْمِنٍ
إِلاًّ وَلاَ
ذِمَّةً |
10. |
Ne bir
Müslümanın akrabalığını dikkate alırlar, ne de
yabancıya saygı gösterirler. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
المُعْتَدُونَ |
|
Hepsi
aşırı kaba ve acımasızdırlar. |
فَإِنْ
تَابُوا
وَأَقَامُوا
الصَّلاَةَ
وَآتَوْا
الزَّكَاةَ
فَإِخْوَانُكُمْ
فِي الدِّينِ |
11. |
Buna rağmen,
pişman olup tövbe ederlerse, namazı kılıp vergiyi
verirlerse, din kardeşiniz olabilirler. |
وَنُفَصِّلُ
اْلآيَاتِ
لِقَوْمٍ
يَعْلَمُونَ |
|
Biz bu açılımı
bilgi toplumu için yapıyoruz
|
وَإِنْ
نَكَثُوا
أَيْمَانَهُمْ
مِنْ بَعْدِ
عَهْدِهِمْ |
12. |
Sevgili resulüm! Eğer sözleşme
yaptığınız müşrikler yeminlerini bozarlarsa, |
وَطَعَنُوا
فِي
دِينِكُمْ
فَقَاتِلُوا
أَئِمَّةَ
الْكُفْرِ |
|
dininize dil
uzatırlarsa, o zaman siz de inkarcı başlarıyla
savaşın. |
إِنَّهُمْ
لاَ
أَيْمَانَ
لَهُمْ
لَعَلَّهُمْ
يَنْتَهُونَ |
|
Çünkü
inkarcıların yeminine güven olmaz. İnşallah bu
güvensizliğe bir son verirler
|
أَلاَ
تُقَاتِلُونَ
قَوْمًا
نَكَثُوا
أَيْمَانَهُمْ
|
13. |
Sevgili resulüm! Dikkat edin şimdi siz,
kendi yeminlerini hiçe sayan bir toplumla, |
وَهَمُّوا
بِإِخْرَاجِ
الرَّسُولِ |
|
hem de Tanrı
elçisini sürgün etmeye kalkışan bir toplumla mücadele ediyorsunuz. |
وَهُمْ
بَدَءُوكُمْ
أَوَّلَ
مَرَّةٍ
أَتَخْشَوْنَهُمْ |
|
Savaşı önce
onlar başlattılar. Onlardan korkuyor musunuz? |
فَاللهُ
أَحَقُّ
أَنْ
تَخْشَوْهُ
إِنْ كُنْتُمْ
مُؤْمِنِينَ |
|
Eğer yürekten
inanıyorsanız asıl korkulası olan Allah'tır. |
سورة
التوبة:
مدنية 129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 14 - 20. Ayetler |
قَاتِلُوهُمْ
يُعَذِّبْهُمُ
اللهُ
بِأَيْدِيكُمْ
وَيُخْزِهِمْ
|
14. |
Onlarla
savaşın, çünkü Allah, acıyı sizin elinizle
tattırarak onları aşağılamak istiyor. |
وَيَنْصُرْكُمْ
عَلَيْهِمْ
وَيَشْفِ
صُدُورَ
قَوْمٍ
مُؤْمِنِينَ |
|
Ayrıca Allah,
size sağladığı zaferle inançlı toplumların
yüreklerine su serpecek, |
وَيُذْهِبْ
غَيْظَ
قُلُوبِهِمْ
|
15. |
ve içlerinde biriken
öfkeyi sıfırlayacak, |
وَيَتُوبُ
اللهُ عَلَى
مَنْ
يَشَاءُ |
|
belki de Allah
değer bulduğu bir kulun tövbesini kabul edecektir. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü her şeye
engin bilgi gücüyle hakim olan sadece Allah'tır
|
أَمْ
حَسِبْتُمْ
أَنْ
تُتْرَكُوا
وَلَمَّا
يَعْلَمِ
اللهُ
الَّذِينَ
جَاهَدُوا
مِنْكُمْ |
16. |
Durun hele! Şimdi siz,
Allahın aranızdaki özverili kulları belirlemeden sizi
bırakacağını mı sanıyorsunuz? |
وَلَمْ
يَتَّخِذُوا
مِنْ دُونِ
اللهِ وَلاَ
رَسُولِهِ
وَلاَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَلِيجَةً |
|
Allah'tan, resulden
ve müminlerden başka bir yüz tanımayan kulları es
geçeceğini mi sandınız? |
وَاللهُ
خَبِيرٌ
بِمَا
تَعْمَلُونَ |
|
Allah,
yaptıklarınızı tüm ayrıntısıyla biliyor. |
مَا كَانَ
لِلْمُشْرِكِينَ
أَنْ
يَعْمُرُوا
مَسَاجِدَ
اللهِ
شَاهِدِينَ
عَلَى أَنْفُسِهِمْ
بِالْكُفْرِ
|
17. |
Çok tanrıcı
müşrikler, inkarcı olduklarını itiraf edip dururlarken,
kalkıp da Beytullahı tamir edemezler. |
أُولاَئِكَ
حَبِطَتْ
أَعْمَالُهُمْ
وَفِي النَّارِ
هُمْ
خَالِدُونَ |
|
Yaptıkları
boşunadır. Onlar sonsuza kadar ateş mahkumudurlar. |
إِنَّمَا
يَعْمُرُ
مَسَاجِدَ
اللهِ مَنْ آمَنَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ
وَأَقَامَ
الصَّلاَةَ
وَآتَى
الزَّكَاةَ
وَلَمْ
يَخْشَ
إِلاَّ
اللهَ |
18. |
Camileri, Allah'a ve
ahirete inanan, namazı kılan, temizlik vergisini veren ve Allah'tan
başka korku tanımayanlar tamir edebilirler. |
فَعَسَى
أُولاَئِكَ
أَنْ
يَكُونُوا
مِنَ
الْمُهْتَدِينَ |
|
Çünkü olsa olsa
bunlar doğru yolda olabilirler. |
أَجَعَلْتُمْ
سِقَايَةَ
الْحَاجِّ
وَعِمَارَةَ
الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ |
19. |
Ama hacı sulama
ve Kabe tamiri gibi işler, |
كَمَنْ
آمَنَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ
وَجَاهَدَ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
Allah'a ve ahirete
inanıp Allah yolunda mücadele etmekle bir tutulamaz. |
لاَ
يَسْتَوُونَ
عِنْدَ
اللهِ |
|
Allah'a göre bunlar
bir değildir. |
وَاللهُ
لاَ يَهْدِي
الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ |
|
Allah,
haksızlık yapan milletlere yol vermez. |
الَّذِينَ
آمَنُوا
وَهَاجَرُوا
وَجَاهَدُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنْفُسِهِمْ
|
20. |
Müslüman olduktan
sonra göç etmek zorunda kalanlar, Allah için mallarıyla canlarıyla
mücadele edenler, |
أَعْظَمُ
دَرَجَةً
عِنْدَ
اللهِ |
|
Tanrı
katında en büyük makama sahip olacaklardır. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الفَائِزُونَ |
|
Evet murat
başarı ise onlar murada erdiler. |
سورة
التوبة:
مدنية129
آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 21 - 26. Ayetler |
يُبَشِّرُهُمْ
رَبُّهُمْ
بِرَحْمَةٍ
مِنْهُ
وَرِضْوَانٍ
وَجَنَّاتٍ
لَهُمْ
فِيهَا
نَعِيمٌ
مُقِيمٌ |
21. |
Allah onlara
sevgisini, rızasını ve bitmez tükenmez nimetlerle dopdolu
cennetini vadediyor. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
أَبَدًا
إِنَّ اللهَ
عِنْدَهُ
أَجْرٌ
عَظِيمٌ |
22. |
Hem de sonsuza kadar
kalacakları. Artık Tanrı katında daha ne muhteşem
ödüller
|
يَا
أَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا |
23. |
Sevgili müminler! |
لاَ
تَتَّخِذُوا
آبَاءَكُمْ
وَإِخْوَانَكُمْ
أَوْلِيَاءَ إِنِ
اسْتَحَبُّوا
الْكُفْرَ
عَلَى
الإيمَانِ |
|
Eğer
inkarı, imana tercih etmişler ise babanız ve
kardeşleriniz bile olsa artık defterinizden silin: |
وَمَنْ
يَتَوَلَّهُمْ
مِنْكُمْ
فَأُولاَئِكَ
هُمُ
الظَّالِمُونَ |
|
Onlarla
sıkı fıkı olanlar, kendilerine ederler. |
قُلْ |
24. |
Resulüm şunu
söyle: |
إِنْ
كَانَ
آبَاؤُكُمْ
وَأَبْنَاؤُكُمْ |
|
" Eğer,
babalarınız, oğullarınız, |
وَإِخْوَانُكُمْ
وَأَزْوَاجُكُمْ
وَعَشِيرَتُكُمْ |
|
kardeşleriniz,
eşleriniz, hatta tüm sülaleniz, |
وَأَمْوَالٌ
نِاقْتَرَفْتُمُوهَا |
|
emek verip
kazandığınız mallar, |
وَتِجَارَةٌ
تَخْشَوْنَ
كَسَادَهَا
وَمَسَاكِنُ
تَرْضَوْنَهَا |
|
kötüye gitmesinden
korktuğunuz ticarî hayatınız,
hoşlandığınız evler, |
أَحَبَّ
إِلَيْكُمْ
مِنَ اللهِ
وَرَسُولِهِ
وَجِهَادٍ
فِي
سَبِيلِهِ |
|
eğer sizin
için, Allah'tan, resulünden ve hak yolunda mücadele etmekten daha
değerli ise, |
فَتَرَبَّصُوا
حَتَّى
يَأْتِيَ
اللهُ بِأَمْرِهِ |
|
Allah'ın ölüm
fermanı gelene kadar bekleyin." |
وَاللهُ
لاَ يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْفَاسِقِينَ |
|
Allah, asî ruhlu /
uyumsuz milletlere yol vermez
|
لَقَدْ
نَصَرَكُمُ
اللهُ فِي
مَوَاطِنَ
كَثِيرَةٍ |
25. |
Allah size birçok yerde yardım
etmiştir. |
وَيَوْمَ
حُنَيْنٍ |
|
Huneyn savaşında dahi
yardım etmiştir. |
إِذْ
أَعْجَبَتْكُمْ
كَثْرَتُكُمْ
فَلَمْ
تُغْنِ
عَنْكُمْ
شَيْئًا |
|
Hatırlarsın,
hani o gün kalabalıktan dört köşe olmuştunuz ama, hiçbir işe
yaramamıştı. |
وَضَاقَتْ
عَلَيْكُمُ
الأَرْضُ
بِمَا رَحُبَتْ
|
|
Onca
genişliğine rağmen dünya başınıza dar
gelmiş, |
ثُمَّ
وَلَّيْتُمْ
مُدْبِرِينَ |
|
gerisin geri
kaçıp gitmiştiniz. |
ثُمَّ
أَنْزَلَ
اللهُ
سَكِينَتَهُ
عَلَى
رَسُولِهِ وَعَلَى
الْمُؤْمِنِينَ
|
26. |
Bereket versin Allah,
resulüne ve müminlere sükûnet verip |
وَأَنْزَلَ
جُنُودًا
لَمْ
تَرَوْهَا
وَعَذَّبَ الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
üstünüze
göremediğiniz askerler indirdi de inkarcıların canlarına
okudu. |
وَذَلِكَ
جَزَاءُ
الْكَافِرِينَ |
|
İşte
inkarın sonu budur. |
سورة
التوبة:
مدنية
129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 27 - 31. Ayetler |
ثُمَّ
يَتُوبُ
اللهُ مِنْ
بَعْدِ
ذَلِكَ عَلَى
مَنْ
يَشَاءُ |
27. |
Buna rağmen
Allah yine de dilediği kulunun tövbesini kabul eder. |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Çünkü Allah,engin
hoşgörülü bir sevgi selidir
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا
إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ
نَجَسٌ |
28. |
Sevgili müminler! Müşrikler pis olurlar. |
فَلاَ
يَقْرَبُوا
الْمَسْجِدَ
الْحَرَامَ
بَعْدَ
عَامِهِمْ
هَذَا |
|
Artık bu
yıldan itibaren Kabeye yaklaşmasınlar. |
وَإِنْ
خِفْتُمْ
عَيْلَةً |
|
Geçim
sıkıntısından endişe etmeyin, |
فَسَوْفَ
يُغْنِيكُمُ
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ
إِنْ شَاءَ |
|
çünkü Allah isterse
sağladığı itibar sayesinde sizi zengin edecektir. |
إِنَّ
اللهَ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü Allah, her
şeye engin bilgi gücü ile hakimdir. |
قَاتِلُوا
الَّذِينَ
لاَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَلاَ
بِالْيَوْمِ
اْلآخِرِ |
29. |
Siz, Allah'a ve
ahiret hayatına inanmayanlarla savaşın, |
وَلاَ
يُحَرِّمُونَ
مَا حَرَّمَ
اللهُ وَرَسُولُهُ |
|
Allah ve resulünün
yasakladığı şeyleri yasak saymayanlarla savaşın. |
وَلاَ
يَدِينُونَ
دِينَ
الْحَقِّ
مِنَ
الَّذِينَ
أُوتُوا
الْكِتَابَ |
|
İslâmı
kabul etmeyen ehlikitap ile mücadeleyi ise, |
حَتَّى
يُعْطُوا
الْجِزْيَةَ
عَنْ يَدٍ وَهُمْ
صَاغِرُونَ |
|
azınlık
olmayı ve kelle vergisini / cizyeyi vermeyi kabul edene kadar sürdürün
|
وَقَالَتِ
الْيَهُودُ
عُزَيْرٌ نِابْنُ
اللهِ |
30. |
Yahudiler: " Üzeyr, Allah'ın
oğludur " diyor. |
وَقَالَتِ
النَّصَارَى
الْمَسِيحُ
ابْنُ اللهِ |
|
Hristiyanlar: " Mesih,
Allah'ın oğludur " diyor. |
ذَلِكَ
قَوْلُهُمْ
بِأَفْوَاهِهِمْ |
|
Ağızlarında
geveledikleri bu sözler, |
يُضَاهِئُونَ
قَوْلَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا مِنْ
قَبْلُ |
|
eski inkarcı
söylemlerinden aynen alıntıdır. |
قَاتَلَهُمُ
اللهُ
أَنَّى
يُؤْفَكُونَ |
|
Kahrolasıcalar
nasıl da kıvırtıyorlar. |
اِتَّخَذُوا
أَحْبَارَهُمْ
وَرُهْبَانَهُمْ
أَرْبَابًا
مِنْ دُونِ
اللهِ |
31. |
Yahudi ve
Hristiyanlar, haham ve rahiplerini, nasıl araya koyup Allahı
öteledilerse |
وَالْمَسِيحَ
ابْنَ
مَرْيَمَ |
|
Meryemoğlu
Mesîhi de aynı şekilde araya oturtup aratanrı
yapıverdiler. |
وَمَا
أُمِرُوا
إِلاَّ
لِيَعْبُدُوا
إِلَهًا
وَاحِدًا |
|
Halbuki kendilerine Tek
Tanrı'ya aracısız kulluk etmeleri emredilmişti. |
لاَ
إِلَهَ
إِلاَّ هُوَ |
|
Hem de kendisinden
başka tanrı tanımayan, |
سُبْحَانَهُ
عَمَّا
يُشْرِكُونَ |
|
ve müşriklerin
havsalasına sığmayacak kadar erişilemez bir Tanrıya. |
سورة
التوبة:
مدنية
129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 32 - 36. Ayetler |
يُرِيدُونَ
أَنْ
يُطْفِئُوا
نُورَ اللهِ
بِأَفْوَاهِهِمْ
|
32. |
Allah'ın
nurunu
ağızlarıyla söndürmek istiyorlar |
وَيَأْبَى
اللهُ
إِلاَّ أَنْ
يُتِمَّ
نُورَهُ
وَلَوْ
كَرِهَ
الْكَافِرُونَ |
|
ama Allah, inkarcıların
hoşuna gitmese de nurunu tamamlayacaktır. |
هُوَ
الَّذِي
أَرْسَلَ
رَسُولَهُ
بِالْهُدَى
وَدِينِ
الْحَقِّ |
33. |
Bir gün Allah,
resulün önderliğinde bu dini, |
لِيُظْهِرَهُ
عَلَى
الدِّينِ
كُلِّهِ وَلَوْ
كَرِهَ
الْمُشْرِكُونَ |
|
bütün dinlere egemen
kılacaktır. Çok tanrıcı / torpilci zihniyet çatlasa da
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا |
34. |
Sevgili müminler! |
إِنَّ
كَثِيرًا
مِنَ
اْلأَحْبَارِ
وَالرُّهْبَانِ
لَيَأْكُلُونَ
أَمْوَالَ
النَّاسِ
بِالْبَاطِلِ |
|
Birçok Yahudi
hahamı ve Hristiyan rahibi, halkın malını hapır
hupur yiyerek haksız kazanç sağlıyorlar, |
وَيَصُدُّونَ
عَنْ
سَبِيلِ
اللهِ |
|
insanları Allah
yolundan alıkoyuyorlar. |
وَالَّذِينَ
يَكْنِزُونَ
الذَّهَبَ
وَالْفِضَّةَ
|
|
Resulüm! Altın
ve gümüş depolayanlara, |
وَلاَ
يُنْفِقُونَهَا
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
bunları
halkın istifadesine sunmayanlara, |
فَبَشِّرْهُمْ
بِعَذَابٍ
أَلِيمٍ |
|
çok ağır
cezalar verileceğini haber ver. |
يَوْمَ
يُحْمَى
عَلَيْهَا
فِي نَارِ
جَهَنَّمَ |
35. |
Tedavüle sürülmeyen
bu paralar bir gün, cehennem ateşinde kızdırılacak, |
فَتُكْوَى
بِهَا جِبَاهُهُمْ
وَجُنُوبُهُمْ
وَظُهُورُهُمْ |
|
sahiplerinin
alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla
dağlanacak ve: |
هَذَا
مَا
كَنَزْتُمْ
لأَنْفُسِكُمْ
فَذُوقُوا
مَا كُنْتُمْ
تَكْنِزُونَ |
|
bunlar, kendi
şahsınız için topladıklarınız, tadın
şimdi bunların acısını denecek
|
إِنَّ
عِدَّةَ
الشُّهُورِ
عِنْدَ
اللهِ اثْنَا
عَشَرَ
شَهْرًا |
36. |
Allah'a göre ayların sayısı on
ikidir. |
فِي
كِتَابِ
اللهِ
يَوْمَ
خَلَقَ
السَّمَاوَاتِ
وَاْلأَرْضَ |
|
Yerler ve gökler
kuruldu kurulalı, Allah'ın kitabında bu, böyledir. |
مِنْهَا
أَرْبَعَةٌ
حُرُمٌ |
|
Bunlardan dördünde
savaşmak yasaktır. |
ذَلِكَ
الدِّينُ
الْقَيِّمُ
فَلاَ
تَظْلِمُوا
فِيهِنَّ
أَنْفُسَكُمْ |
|
Bu, Allah'ın
benimsediği bir yoldur. Ama bunu kendinize sorun etmeyin. |
وَقَاتِلُوا
الْمُشْرِكِينَ
كَافَّةً كَمَا
يُقَاتِلُونَكُمْ
كَافَّةً |
|
çok tanrıcı
müşrikler nasıl size karşı birlik olup
savaşıyorlarsa siz de öylece savaşacaksınız. |
وَاعْلَمُوا
أَنَّ اللهَ
مَعَ
الْمُتَّقِينَ |
|
Unutmayın ki
Allah, geleceğini sağlama alanların yanındadır. |
سورة
التوبة:
مدنية129
آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 37 - 40. Ayetler |
إِنَّمَا
النَّسِيءُ
زِيَادَةٌ
فِي الْكُفْرِ
|
37. |
Ancak, yasak
ayları gelişi güzel ileri geri almak, inkarı hortlatmak demek
olur. |
يُضَلُّ
بِهِ
الَّذِينَ
كَفَرُوا |
|
Unutmayın ki
inkarı hortlatan hep bu tür tavizlerdir. |
يُحِلُّونَهُ
عَامًا
وَيُحَرِّمُونَهُ
عَامًا |
|
Nitekim, Araplar,
yasaklı ayları kafalarına göre bir yıl haram bir yıl
helâl sayıyorlardı. |
لِيُوَاطِئُوا
عِدَّةَ مَا
حَرَّمَ
اللهُ فَيُحِلُّوا
مَا حَرَّمَ
اللهُ |
|
Allah'ın
yasakladığı süreye denk düşürmek için de, Allah'ın
yasakladığı kadarını helâl sayıyorlardı. |
زُيِّنَ
لَهُمْ
سُوءُ
أَعْمَالِهِمْ |
|
Böyle yapmak pek de
hoşlarına gidiyordu. |
وَاللهُ
لاَ يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْكَافِرِينَ |
|
Allah, gerçekleri göz
ardı eden toplumlara yol vermez
|
يَاأَيُّهَا
الَّذِينَ
آمَنُوا مَا
لَكُمْ
إِذَا قِيلَ
لَكُمُ انْفِرُوا
فِي سَبِيلِ
اللهِ
اثَّاقَلْتُمْ
إِلَى
اْلأَرْضِ |
38. |
Sevgili müminler! N'oldu da size: " Allah
için sefere çıkın " emri verildiği halde yere
çakılıp kaldınız! (30 bin askerle
Bizansa yapılan Tebûk Seferi) |
أَرَضِيتُمْ
بِالْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
مِنَ
اْلآخِرَةِ |
|
dünya
hayatını ahiretten daha çok mu sevdiniz? |
فَمَا
مَتَاعُ
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
فِي اْلآخِرَةِ
إِلاَّ
قَلِيلٌ |
|
Halbuki dünya
zevkleri, ahirettekilere oranla bir hiç sayılır. |
إِلاَّ
تَنْفِرُوا
يُعَذِّبْكُمْ
عَذَابًا
أَلِيمًا |
39. |
Eğer sefere
çıkmaz iseniz, Allah'ın size vereceği ceza pek ağır
olacaktır: |
وَيَسْتَبْدِلْ
قَوْمًا
غَيْرَكُمْ
وَلاَ
تَضُرُّوهُ
شَيْئًا |
|
yerinize başka
bir millet getirebilir hiçbir şey de yapamazsınız. |
وَاللهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ |
|
Çünkü Allah her
şeyi yapmaya kadirdir
|
إِلاَّ
تَنْصُرُوهُ
|
40. |
Eğer
Muhammed'e
yardım etmez iseniz, unutmayın ki |
فَقَدْ
نَصَرَهُ
اللهُ إِذْ
أَخْرَجَهُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
ثَانِيَ
اثْنَيْنِ |
|
inkarcılar onu
Mekke'den sürdüklerinde, Allah yanına birini vererek, ona yardım
etmişti. |
إِذْ
هُمَا فِي
الْغَارِ |
|
Hattâ mağaraya
sığındıklarında |
إِذْ
يَقُولُ
لِصَاحِبِهِ
لاَ
تَحْزَنْ إِنَّ
اللهَ
مَعَنَا |
|
yoldaşı Ebûbekir'e: "
sakın korkma. Allah bizimle " diyordu. |
فَأَنْزَلَ
اللهُ
سَكِينَتَهُ
عَلَيْهِ |
|
Allah bir yandan
resulünü bu şekilde teskin ederken, |
وَأَيَّدَهُ
بِجُنُودٍ
لَمْ
تَرَوْهَا |
|
bir yandan da ona,
sizin göremediğiniz güçler ile destek oluyor, |
وَجَعَلَ
كَلِمَةَ
الَّذِينَ
كَفَرُوا السُّفْلَى |
|
inkarcıların
inkarını ayaklar altına alıyordu. |
وَكَلِمَةُ
اللهِ هِيَ
الْعُلْيَا |
|
Çünkü en yüce söz,
Allah'ın sözüydü. |
وَاللهُ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
Çünkü Allah,
muhteşem gücü ile her şeye egemendi. |
سورة
التوبة:
مدنية129
آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 41 - 47. Ayetler |
اِنْفِرُوا
خِفَافًا
وَثِقَالاً
وَجَاهِدُوا
بِأَمْوَالِكُمْ
وَأَنْفُسِكُمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
41. |
Hafif piyade ve
ağır mühimmatlı olarak sefere çıkıp Allah için
malınızla ve canınızla kıyasıya mücadele edin. |
ذَلِكُمْ
خَيْرٌ
لَكُمْ إِنْ
كُنْتُمْ
تَعْلَمُونَ |
|
Eğer iyice
düşünürseniz, seferin sizin için daha hayırlı
olacağını anlarsınız. |
لَوْ
كَانَ
عَرَضًا
قَرِيبًا
وَسَفَرًا
قَاصِدًا |
42. |
Sevgili resulüm!
Eğer bu sefer, kısa mesafeli biraz da kazançlı bir sefer
olsaydı, |
لاَتَّبَعُوكَ |
|
hemen sana
katılırlardı. |
وَلَكِنْ
بَعُدَتْ
عَلَيْهِمُ
الشُّقَّةُ |
|
Fakat, uzun mesafeli
olması onlara zor geldi. |
وَسَيَحْلِفُونَ
بِاللهِ لَوِ
اسْتَطَعْنَا
لَخَرَجْنَا
مَعَكُمْ |
|
Neredeyse " gücümüz
olsa seninle sefere çıkardık " diye yemin bile edecekler. |
يُهْلِكُونَ
أَنْفُسَهُمْ |
|
Kendilerini harap
ediyorlar |
وَاللهُ
يَعْلَمُ
إِنَّهُمْ
لَكَاذِبُونَ |
|
ama Allah, yalan
söylediklerini pekâla biliyor. |
عَفَا
اللهُ
عَنْكَ لِمَ
أَذِنتَ
لَهُمْ حَتَّى
يَتَبَيَّنَ
لَكَ
الَّذِينَ
صَدَقُوا
وَتَعْلَمَ
الْكَاذِبِينَ |
43. |
Hay Allah
iyiliğini versin! doğru söyleyenler belli olmadan,
yalancıları ortaya çıkarmadan neden onlara izin verdin ki? |
لاَ
يَسْتَأْذِنُكَ
الَّذِينَ
يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ
أَنْ يُجَاهِدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنفُسِهِمْ
|
44. |
Allah'a ve ahiret
gününe inananlar, malları ve canları ile mücadele söz konusu olunca
senden izin istemez. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
بِالْمُتَّقِينَ |
|
Çünkü Allah,
sağlamcıları gayet iyi bilir. |
إِنَّمَا
يَسْتَأْذِنُكَ
الَّذِينَ
لاَ يُؤْمِنُونَ
بِاللهِ
وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ |
45. |
Senden, istese istese
Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar izin isteyebilirler, |
وَارْتَابَتْ
قُلُوبُهُمْ
فَهُمْ فِي
رَيْبِهِمْ
يَتَرَدَّدُونَ |
|
bir de kalpleri
şüphe içinde olanlar ve şüphe içinde bocalayanlar. |
وَلَوْ
أَرَادُوا
الْخُرُوجَ َلأَعَدُّوا
لَهُ
عُدَّةً |
46. |
Onlar, gerçekten
sefere katılmak isteselerdi, zaten sefer için gerekli
hazırlığı yaparlardı. |
وَلَكِنْ
كَرِهَ
اللهُ
انْبِعَاثَهُمْ
فَثَبَّطَهُمْ |
|
Fakat Allah,
davranışlarını beğenmedi ve onları
oyaladı: |
وَقِيلَ
اقْعُدُوا
مَعَ
الْقَاعِدِينَ |
|
" yaşlılar
gibi oturun " bakalım. |
لَوْ
خَرَجُوا
فِيكُمْ مَا
زَادُوكُمْ
إِلاَّ
خَبَالاً |
47. |
Zaten onlar sizinle
sefere çıksalardı, ortalığı
karıştırmaktan başka bir iş yapmazlardı, |
وَ َلأَوْضَعُوا
خِلاَلَكُمْ
يَبْغُونَكُمُ
الفِتْنَةَ |
|
aranıza sadece
kargaşa çıkarmak amacıyla sokulurlardı. |
وَفِيكُمْ
سَمَّاعُونَ
لَهُمْ |
|
Ama içinizde onlara
ilgi duyanlar da var. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
بِالظَّالِمِينَ |
|
Allah, bu
saygısızları da biliyor elbet. |
سورة
التوبة:
مدنية
129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 48 - 54. Ayetler |
لَقَدِ
ابْتَغَوُا
الْفِتْنَةَ
مِنْ قَبْلُ |
48. |
Resulüm! Bu adamlar daha önce Uhut 'ta
da huzursuzluk
çıkarıp |
وَقَلَّبُوا
لَكَ
اْلأُمُورَ |
|
seni zor durumda
bırakmışlardı. |
حَتَّى
جَاءَ
الْحَقُّ
وَظَهَرَ
أَمْرُ اللهِ
وَهُمْ
كَارِهُونَ |
|
Neyse ki o zaman
Allah imdadınıza yetişmiş de onlara rağmen Hak galip
gelmişti. |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَقُولُ
ائْذَنْ لِي
وَلاَ
تَفْتِنِّي |
49. |
Şimdi de: "
bana müsaade et, aman beni bu işe bulaştırma "
diyenler var. |
أَلاَ
فِي
الْفِتْنَةِ
سَقَطُوا |
|
Ne yazık ki tam
pisliğin ortasına düştüler. |
وَإِنَّ
جَهَنَّمَ
لَمُحِيطَةٌ
بِالْكَافِرِينَ |
|
Artık
inkarcılar, tam bir ateş çemberindedirler
|
إِنْ
تُصِبْكَ
حَسَنَةٌ
تَسُؤْهُمْ |
50. |
Resulüm! sana gelen iyilik, onlara
dokunuyor. |
وَإِنْ
تُصِبْكَ
مُصِيبَةٌ
يَقُولُوا
قَدْ
أَخَذْنَا
أَمْرَنَا
مِنْ قَبْلُ |
|
Senin
başına bir iş gelince de: " Valla biz önceden
tedbirimizi almıştık " diyerek |
وَيَتَوَلَّوا
وَهُمْ
فَرِحُونَ |
|
sevinçten deliye
dönüyorlar. |
قُلْ
لَنْ
يُصِيبَنَا
إِلاَّ مَا
كَتَبَ اللهُ
لَنَا هُوَ
مَوْلاَنَا |
51. |
Resulüm! onlara de
ki: " Allah'ın kaderinden kaçamayız, çünkü bizim Sahib'imiz
odur. |
وَعَلَى
اللهِ
فَلْيَتَوَكَّلِ
الْمُؤْمِنُونَ |
|
Müslümana
düşen, Allah'a güvenmektir. |
قُلْ
هَلْ
تَربَّصُونَ
بِنَا
إِلاَّ
إِحْدَى
الْحُسْنَيَيْنِ
|
52. |
Siz, bizim
başımıza iki güzelden başka bir şey
geleceğini mi sanıyorsunuz? |
وَنَحْنُ
نَتَرَبَّصُ
بِكُمْ |
|
Ama bizim, sizinle
ilgili beklentimizi merak ediyorsanız, söyleyelim: |
أَنْ
يُصِيبَكُمُ
اللهُ
بِعَذَابٍ
مِنْ
عِنْدِهِ
أَوْ بِأَيْدِينَا |
|
Siz
belânızı ya Allah'tan ya da bizden bulacaksınız. |
فَتَرَبَّصُوا
إِنَّا
مَعَكُمْ
مُتَرَبِّصُونَ |
|
Bekleyin, çünkü
sonucu sizin kadar biz de merak ediyoruz. |
قُلْ
أَنْفِقُوا
طَوْعًا
أَوْ
كَرْهًا
لَنْ
يُتَقَبَّلَ
مِنْكُمْ |
53. |
gönüllü gönülsüz
verdikleriniz de yarın makbule geçmeyecektir. |
إِنَّكُمْ
كُنْتُمْ
قَوْمًا
فَاسِقِينَ |
|
Çünkü siz, tamamen
asî bir milletsiniz." |
وَمَا
مَنَعَهُمْ
أَنْ
تُقْبَلَ
مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ
|
54. |
Aslında
onların yaptığı harcamaların makbule geçmemesi için
sebep yoktu, |
إِلاَّ
أَنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللهِ
وَبِرَسُولِهِ |
|
Ne var ki Allah ve
resulünü hiçe sayıyorlar, |
وَلاَ
يَأْتُونَ
الصَّلاَةَ
إِلاَّ
وَهُمْ
كُسَالَى |
|
namaza gönülsüz
geliyorlar, |
وَلاَ
يُنْفِقُونَ
إِلاَّ
وَهُمْ
كَارِهُونَ |
|
verdiklerini gönülsüz
veriyorlardı
|
سورة
التوبة:
مدنية129
آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 55 - 61. Ayetler |
فَلاَ
تُعْجِبْكَ
أَمْوَالُهُمْ
وَلاَ
أَوْلاَدُهُمْ
|
55. |
Resulüm! onların ne malları ne
çocukları seni imrendirmesin. |
إِنَّمَا
يُرِيدُ
اللهُ
لِيُعَذِّبَهُمْ
بِهَا فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا |
|
Allah,
varlıkları yüzünden bu dünyada onlara çok çektirecektir. |
وَتَزْهَقَ
أَنْفُسُهُمْ
وَهُمْ كَافِرُونَ |
|
Gerçek imana eremeden
can vereceklerdir. |
وَيَحْلِفُونَ
بِاللهِ
إِنَّهُمْ
لَمِنْكُمْ
وَمَا هُمْ
مِنْكُمْ |
56. |
Sizden
olmadıkları halde, sizden olduklarını söyleyerek yemin
billah ediyorlar ama, |
وَلَكِنَّهُمْ
قَوْمٌ
يَفْرَقُونَ |
|
sizden değiller,
takiye yapıyorlar. |
لَوْ
يَجِدُونَ
مَلْجَأً
أَوْ
مَغَارَاتٍ أَوْ
مُدَّخَلاً |
57. |
Eğer bir
sığınak, bir inemek ya da bir girinti bulabilselerdi, |
لَوَلَّوْا
إِلَيْهِ
وَهُمْ
يَجْمَحُونَ |
|
Çoktan oraya gidip
saklanırlardı... |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
يَلْمِزُكَ
فِي الصَّدَقَاتِ
|
58. |
Resulüm! bazıları sadaka
konusunda sana laf çıtlatıyor, |
فَإِنْ
أُعْطُوا
مِنْهَا
رَضُوا |
|
kendilerine pay
verilirse mutlu oluyor, |
وَإِنْ
لَمْ
يُعْطَوْا
مِنْهَا
إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ |
|
verilmezse, küplere
biniyorlar. |
وَلَوْ
أَنَّهُمْ
رَضُوا مَا
آتَاهُمُ
اللهُ
وَرَسُولُهُ
|
59. |
Halbuki onlar, Allah
ve resulünün verdiği ile yetinmeli ve |
وَقَالُوا
حَسْبُنَا
اللهُ
سَيُؤْتِينَا
اللهُ مِنْ
فَضْلِهِ
وَرَسُولُهُ
|
|
" Allah bize
yeter, Allah ve resulü bize daha neler neler verecek kim bilir, |
إِنَّا
إِلَى اللهِ
رَاغِبُونَ |
|
zaten biz Allah'a
muhtacız "
demeliydiler
|
إِنَّمَا
الصَّدَقَاتُ
لِلْفُقَرَاءِ
وَالْمَسَاكِينِ
وَالْعَامِلِينَ
عَلَيْهَا |
60. |
Sadaka / zekat: yoksullara, düşkünlere, vergi toplayan görevlilere, |
وَالْمُؤَلَّفَةِ
قُلُوبُهُمْ
وَفِي الرِّقَابِ
وَالْغَارِمِينَ |
|
kalpleri
kazanılacak olanlara, köle ve esirlere, ödeme güçlüğü çekenlere, |
وَفِي
سَبِيلِ
اللهِ
وَاِبْنِ
السَّبِيلِ فَرِيضَةً
مِنَ اللهِ |
|
Hak yolcularına,
yol mağdurlarına yapılacak zorunlu bir ödemedir. İlahî
bir fermandır. |
وَاللهُ
عَلِيمٌ
حَكِيمٌ |
|
Allah, engin bilgi
gücüyle her şeye hakimdir. |
وَمِنْهُمُ
الَّذِينَ
يُؤْذُونَ
النَّبِيَّ
وَيَقُولُونَ
هُوَ أُذُنٌ |
61. |
Kimileri de resulü:
" her şeye kulak kesiliyor " diyerek
rahatsız ediyorlar. |
قُلْ
أُذُنُ
خَيْرٍ
لَكُمْ
يُؤْمِنُ بِاللهِ
وَيُؤْمِنُ
لِلْمُؤْمِنِينَ
|
|
De ki: " evet
o, Allah'a inanan, müminlerin
güvencesi ve sizin en dikkatli dinleyicinizdir. |
وَرَحْمَةٌ
لِلَّذِينَ
آمَنُوا
مِنْكُمْ |
|
ayrıca
içinizdeki müminlerin sevgi ve ilgi odağıdır. " |
وَالَّذِينَ
يُؤْذُونَ
رَسُولَ اللهِ
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Allah resulüne eziyet
edenlerin cezası çok ağır olacaktır. |
سورة
التوبة:
مدنية
129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 62 - 68. Ayetler |
يَحْلِفُونَ
بِاللهِ
لَكُمْ
لِيُرْضُوكُمْ
|
62. |
Münafıklar, gönlünüzü alabilmek için, size yeminler
ediyorlar. |
وَاللهُ
وَرَسُولُهُ
أَحَقُّ
أَنْ يُرْضُوهُ
إِنْ
كَانُوا
مُؤْمِنِينَ |
|
Eğer gerçekten
inanıyorlarsa, önce Allah ve resulünü ikna etmeliler. |
أَلَمْ
يَعْلَمُوا
أَنَّهُ
مَنْ
يُحَادِدِ
اللهَ
وَرَسُولَهُ
|
63. |
Acaba bunlar, Allah
ve resulüne karşı gelenin, |
فَأَنَّ
لَهُ نَارَ
جَهَنَّمَ
خَالِدًا فِيهَا |
|
sonsuza kadar
yanacağını bilmiyorlar mı? |
ذَلِكَ
الْخِزْيُ
الْعَظِيمُ |
|
Bu çok ağır
ve aşağılayıcı bir cezadır. |
يَحْذَرُ
الْمُنَافِقُونَ
أَنْ
تُنَزَّلَ
عَلَيْهِمْ
سُورَةٌ
تُنَبِّئُهُمْ
بِمَا فِي
قُلُوبِهِمْ
|
64. |
Kendileri
hakkında bir sure inecek de, içlerindekini ortaya dökecek diye iki
yüzlülerin neredeyse ödü patlayacak. |
قُلِ
اسْتَهْزِئُوا
إِنَّ اللهَ
مُخْرِجٌ
مَا تَحْذَرُونَ |
|
De ki: " siz
alay ede durun. Çünkü, nasıl olsa korktuğunuz başınıza
gelecek." |
وَلَئِنْ
سَأَلْتَهُمْ
لَيَقُولُنَّ
إِنَّمَا
كُنَّا
نَخُوضُ
وَنَلْعَبُ |
65. |
Onlara bakarsan: "
biz sadece biraz laflayıp eğleniyorduk " diyeceklerdir. |
قُلْ
أَ بِاللهِ
وَآيَاتِهِ
وَرَسُولِهِ
كُنْتُمْ
تَسْتَهْزِئُونَ |
|
De ki: " Allah
ile, onun sözleri ve elçisini alaya alarak mı eğleniyordunuz ?
" |
لاَ
تَعْتَذِرُوا
قَدْ
كَفَرْتُمْ
بَعْدَ إِيمَانِكُمْ
|
66. |
Boşuna özür
dilemeyin. Önce inandık dediniz sonra da bal gibi inkar ettiniz. |
إِنْ
نَعْفُ عَنْ
طَائِفَةٍ
مِنْكُمْ
نُعَذِّبْ
طَائِفَةً |
|
Sizden bir
kısmınızı affetsek bile bir kısmınıza ceza
vermek zorundayız. |
بِأَنَّهُمْ
كَانُوا
مُجْرِمِينَ |
|
Çünkü, suçludurlar
|
الْمُنَافِقُونَ
وَالْمُنَافِقَاتُ
بَعْضُهُمْ
مِنْ بَعْضٍ |
67. |
Münafıklar hep aynı, al birini vur
birine. |
يَأْمُرُونَ
بِالْمُنْكَرِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ
الْمَعْرُوفِ
|
|
Bunlar, kötülüğü
yaygınlaştırıp, milleti millet yapan değerleri hiçe
sayıyorlar. |
وَيَقْبِضُونَ
أَيْدِيَهُمْ
نَسُوا اللهَ
فَنَسِيَهُمْ |
|
Elleri sıkı
mı sıkıdır. Allahı unuttukları için, Allah da
onları unutmuştur. |
إِنَّ
الْمُنَافِقِينَ
هُمُ
الفَاسِقُونَ |
|
Münafıklar
gerçekten asî ruhlu insanlardır. |
وَعَدَ
اللهُ
الْمُنَافِقِينَ
وَالْمُنَافِقَاتِ
وَالْكُفَّارَ
نَارَ
جَهَنَّمَ |
68. |
Allah,
münafıkları da cehennemlik saymıştır,
inkarcılar gibi, |
خَالِدِينَ
فِيهَا |
|
sonsuza kadar. |
هِيَ
حَسْبُهُمْ |
|
Artık cehennem
onların her şeyidir: |
وَلَعَنَهُمُ
اللهُ
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
مُقِيمٌ |
|
Allah, onları
huzurundan kovmuş ve sonsuz acılara mahkum etmiştir. |
سورة
التوبة:
مدنية 129آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 69 -72. Ayetler |
كَالَّذِينَ
مِنْ
قَبْلِكُمْ |
69. |
Tıpkı
sizden öncekileri mahkum ettiği gibi. |
كَانُوا
أَشَدَّ
مِنْكُمْ
قُوَّةً
وَأَكْثَرَ
أَمْوَالاً
وَأَوْلاَدًا |
|
Hattâ eskilerin,
malı mülkü ve asker gücü sizden çok çok fazla idi. |
فَاسْتَمْتَعُوا
بِخَلاَقِهِمْ
|
|
Onlar bu
dünyanın sefasını sürdüler. |
فَاسْتَمْتَعْتُمْ
بِخَلاَقِكُمْ
|
|
Siz de bu
dünyanın sefasını sürdünüz. |
كَمَا
اسْتَمْتَعَ
الَّذِينَ
مِنْ قَبْلِكُمْ
بِخَلاَقِهِمْ |
|
Hattâ en az onlar
kadar. |
وَخُضْتُمْ
كَالَّذِي
خَاضُوا |
|
Siz de onlar gibi
pisliklere belendiniz. |
أُولاَئِكَ
حَبِطَتْ
أَعْمَالُهُمْ
فِي الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ
|
|
Ama onların
dünya ahiret, bütün yaptıkları boşa gitti.. |
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
الخَاسِرُونَ |
|
Her şeylerini
kaybettiler
|
أَلَمْ
يَأْتِهِمْ
نَبَأُ
الَّذِينَ
مِنْ قَبْلِهِمْ
|
70. |
Acaba bunlar daha öncekilerin öykülerini hiç
duymadılar mı? |
قَوْمِ
نُوحٍ
وَعَادٍ
وَثَمُودَ
وَقَوْمِ إِبْرَاهِيمَ |
|
Nuh, Ad ve Semûd
halkının, İbrahim halkının, |
وَأَصْحَابِ
مَدْيَنَ
وَالْمُؤْتَفِكَاتِ |
|
Medyen gibi daha nice
yerebatan şehir öykülerini ? |
أَتَتْهُمْ
رُسُلُهُمْ
بِالبَيِّنَاتِ |
|
Hepsine de Tanrı
elçileri belgeleriyle gelmişti. |
فَمَا
كَانَ اللهُ
لِيَظْلِمَهُمْ |
|
Allah, onlara hiç
haksızlık etmemiş, |
وَلَكِنْ
كَانُوا أَنْفُسَهُمْ
يَظْلِمُونَ |
|
bilakis onlar
kendilerine saygısızlık etmişlerdi
|
وَالْمُؤْمِنُونَ
وَالْمُؤْمِنَاتُ
بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاءُ
بَعْضٍ |
71. |
Bay - bayan bütün Müslümanlar birbirilerine
yâr ve yardımcı olurlar. |
يَأْمُرُونَ
بِالْمَعْرُوفِ
وَيَنْهَوْنَ
عَنِ الْمُنْكَرِ
وَيُقِيمُونَ
الصَّلاَةَ
وَيُؤْتُونَ
الزَّكَاةَ
وَيُطِيعُونَ
اللهَ
وَرَسُولَهُ |
|
Hep milleti millet
yapan değerleri savunur, her türlü kötülüğü savar, namazı
kılar ve zekatı verirler, Allah'a ve resulüne itaat ederler. |
أُولاَئِكَ
سَيَرْحَمُهُمُ
اللهُ |
|
Allah onları,
sevgi halkasına alacaktır. |
إِنَّ
اللهَ
عَزِيزٌ
حَكِيمٌ |
|
çünkü, görkemli gücü ile
her şeye egemen olan sadece Allah'tır. |
وَعَدَ
اللهُ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُؤْمِنَاتِ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي
مِنْ
تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا |
72. |
Allah, bay bayan
inanan herkese çağlayanlı ve içinde sonsuza kadar kalacakları
bahçeler sözü vermiştir. |
وَمَسَاكِنَ
طَيِّبَةً
فِي
جَنَّاتِ
عَدْنٍ |
|
Güzelim köşkler,
hem de Adin bahçelerinde. |
وَرِضْوَانٌ
مِنَ اللهِ
أَكْبَرُ |
|
En önemlisi ise,
Allah'ın beğeni ifadesi. |
ذَلِكَ
هُوَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
İşte, zafer
dediğin budur. |
سورة
التوبة:
مدنية 129
آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 73 - 79. Ayetler |
يَاأَيُّهَا
النَّبِيُّ
جَاهِدِ
الْكُفَّارَ
وَالْمُنَافِقِينَ
وَاغْلُظْ
عَلَيْهِمْ |
73. |
Sevgili resulüm! İnkarcı ve ikiyüzlü
takımıyla kıyasıya mücadele et ve daha sert çık. |
وَمَأْوَاهُمْ
جَهَنَّمُ
وَبِئْسَ الْمَصِيرُ |
|
onların
varıp varacağı yer cehennemdir, aman ne yer. |
يَحْلِفُونَ
بِاللهِ مَا
قَالُوا
وَلَقَدْ
قَالُوا
كَلِمَةَ
الْكُفْرِ |
74. |
Münafıklar kimseye
küfredip sövmedik diye yemin ededursunlar ama ettiler. |
وَكَفَرُوا
بَعْدَ
إِسْلاَمِهِمْ
وَهَمُّوا
بِمَا لَمْ
يَنَالُوا |
|
Hem bunu Müslüman
kimliği ile yaptılar, altından kalkamayacakları bir
işe kalkıştılar.. |
وَمَا
نَقَمُوا
إِلاَّ أَنْ
أَغْنَاهُمُ
اللهُ
وَرَسُولُهُ
مِنْ
فَضْلِهِ |
|
Hem de Allah ve
resulü kendilerine o kadar değer vermiş iken onu öldürmeye
kalktılar. |
فَإِنْ
يَتُوبُوا
يَكُ
خَيْرًا
لَهُمْ |
|
Artık onlar için
en hayırlısı tövbe etmektir. |
وَإِنْ
يَتَوَلَّوْا
|
|
Eğer
suçlarını kabul etmezlerse, |
يُعَذِّبْهُمُ
اللهُ
عَذَابًا
أَلِيمًا
فِي
الدُّنْيَا
وَاْلآخِرَةِ |
|
Allah da onlara,
dünya-ahiret dayanılmaz acılar tattıracak, |
وَمَا
لَهُمْ فِي
اْلأَرْضِ
مِنْ
وَلِيٍّ وَلاَ
نَصِيرٍ |
|
kimseler de
kendilerine yâr ve yardımcı olmayacaktır. |
وَمِنْهُمْ
مَنْ
عَاهَدَ
اللهَ |
75. |
Kimileri de Allah'a
şartlı söz veriyor ve: |
لَئِنْ
آتَانَا
مِنْ
فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ
وَلَنَكُونَنَّ
مِنَ
الصَّالِحِينَ |
|
" Allah bize
bol bol versin biz de vergimizi verip, itibarlı olalım "
diyorlardı. |
فَلَمَّا
آتَاهُمْ
مِنْ
فَضْلِهِ
بَخِلُوا
بِهِ |
76. |
Ne gezer, Allah
kendilerine verdikçe daha da cimrileşiyor, |
وَتَوَلَّوا
وَهُمْ مُعْرِضُونَ |
|
yüzlerini
yıkıp gidiyorlardı. |
فَأَعْقَبَهُمْ
نِفَاقًا
فِي
قُلُوبِهِمْ
إِلَى
يَوْمِ
يَلْقَوْنَهُ
|
77. |
Sonunda Allah
onların kalbine ölünceye kadar sürecek bir huzursuzluk yerleştirdi.
|
بِمَا
أَخْلَفُوا
اللهَ مَا
وَعَدُوهُ
وَبِمَا
كَانُوا
يَكْذِبُونَ |
|
Neden mi? Çünkü
Allah'a verdikleri sözü tutmadılar. Çünkü hep yalan söylediler. |
أَلَمْ
يَعْلَمُوا
أَنَّ اللهَ
يَعْلَمُ سِرَّهُمْ
وَنَجْوَاهُمْ
|
78. |
Acaba bunlar
Allah'ın, her sır ve fısıltıdan haberi olduğunu
bilmiyor mu? |
وَأَنَّ
اللهَ
عَلاَّمُ الْغُيُوبِ |
|
Fizik ötesini bilme
gücünün sadece Allah'ta olduğunu da mı bilmiyorlar ? |
الَّذِينَ
يَلْمِزُونَ
الْمُطَّوِّعِينَ
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
فِي
الصَّدَقَاتِ
وَالَّذِينَ
لاَ
يَجِدُونَ
إِلاَّ
جُهْدَهُمْ |
79. |
Seferberlik
hazırlıkları sürerken el emeğinden başka bir
şey getiremeyen gönüllü özverili Müslümanlara dil uzatıyorlar: |
فَيَسْخَرُونَ
مِنْهُمْ |
|
onları alaya
alıyorlar ama, |
سَخِرَ
اللهُ
مِنْهُمْ |
|
aslında
kendileriyle alay eden Allah'tır. |
وَلَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ |
|
Daha kendilerini
kıvrandıran acılar bekliyor. |
سورة
التوبة:
مدنية 129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 80 - 86. Ayetler |
اِسْتَغْفِرْ
لَهُمْ أَوْ
لاَ
تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْ |
80. |
Resulüm! onlar için
Allah'a ne kadar yalvarırsan yalvar farketmez: |
إِنْ
تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْ
سَبْعِينَ
مَرَّةً فَلَنْ
يَغْفِرَ
اللهُ
لَهُمْ |
|
Onlar adına
istersen yetmiş kere özür dile, Allah onları yine de
affetmeyecektir. |
ذَلِكَ
بِأَنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللهِ وَرَسُولِهِ |
|
Neden mi? Çünkü Allah
ve resulünü inkar ettiler. |
وَاللهُ
لاَ يَهْدِي
الْقَوْمَ
الْفَاسِقِينَ |
|
Çünkü Allah, asî
ruhlu toplumlara yol vermez. |
فَرِحَ
الْمُخَلَّفُونَ
بِمَقْعَدِهِمْ
خِلاَفَ
رَسُولِ
اللهِ |
81. |
Bakıyorum da
Allah resulünün çabalarına inat oturma eylemini sürdüren gericiler pek
neşeli. |
وَكَرِهُوا
أَنْ
يُجَاهِدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنْفُسِهِمْ
فِي سَبِيلِ
اللهِ |
|
Bu adamlar, sefer
için, mallarıyla canlarıyla mücadeleye
yanaşmadıkları gibi: |
وَقَالُوا
لاَ تَنْفِرُوا
فِي
الْحَرِّ |
|
" Bu
sıcakta sakın sefere çıkmayın " diyorlar. |
قُلْ
نَارُ
جَهَنَّمَ
أَشَدُّ
حَرًّا لَوْ كَانُوا
يَفْقَهُونَ |
|
Sen de: " Cehennem
ateşi daha sıcak " deyiver, akılları
alıyorsa tabi. |
فَلْيَضْحَكُوا
قَلِيلاً
وَلْيَبْكُوا
كَثِيرًا
جَزَاءً
بِمَا
كَانُوا
يَكْسِبُونَ |
82. |
Artık bundan
böyle, işledikleri suçun sonucu hakkında kara kara
düşünsünler, az gülsünler çok ağlasınlar. |
فَإِنْ
رَجَعَكَ اللهُ
إِلَى
طَائِفَةٍ
مِنْهُمْ
فَاسْتَأْذَنُوكَ
لِلْخُرُوجِ
|
83. |
Allah seni onlarla
yüz yüze getirir, onlar da sefere katılmak için sana başvururlarsa,
|
فَقُلْ
لَنْ
تَخْرُجُوا
مَعِيَ
أَبَدًا
وَلَنْ
تُقَاتِلُوا
مَعِيَ
عَدُوًّا |
|
de ki: " Artık
benimle asla çıkamaz ve benim safımda asla düşmanla
dövüşemezsiniz. |
إِنَّكُمْ
رَضِيتُمْ
بِالْقُعُودِ
أَوَّلَ
مَرَّةٍ |
|
Çünkü siz ilk
başta oturmayı tercih ettiniz. |
فَاقْعُدُوا
مَعَ
الْخَالِفِينَ |
|
artık
ayrılıkçılarla birlikte keyfinize bakın
" |
وَلاَ
تُصَلِّ
عَلَى
أَحَدٍ
مِنْهُمْ
مَاتَ
أَبَدًا |
84. |
Resulüm! Onlardan biri ölürse, asla
cenaze namazını kılma, |
وَلاَ
تَقُمْ
عَلَى
قَبْرِهِ
إِنَّهُمْ
كَفَرُوا
بِاللهِ
وَرَسُولِهِ |
|
kabri
başında durma: çünkü onlar Allah ve resulünü inkar etmiş ve |
وَمَاتُوا
وَهُمْ
فَاسِقُونَ |
|
asî olarak
ölmüşlerdir. |
وَلاَ
تُعْجِبْكَ
أَمْوَالُهُمْ
وَأَوْلاَدُهُمْ
|
85. |
Onların
malı mülkü, çoluk çocuğu seni cezbetmesin. |
إِنَّمَا
يُرِيدُ
اللهُ أَنْ
يُعَذِّبَهُمْ
بِهَا فِي
الدُّنْيَا |
|
Çünkü Allah, dünya
malını onlara zehir edecektir. |
وَتَزْهَقَ
أَنْفُسُهُمْ
وَهُمْ
كَافِرُونَ |
|
Hepsinin
canını inkarcı olarak alacaktır
|
وَإِذَا
أُنْزِلَتْ
سُورَةٌ
أَنْ
آمِنُوا
بِاللهِ
وَجَاهِدُوا
مَعَ
رَسُولِهِ
اسْتَأْذَنَكَ
أُولُوا
الطَّوْلِ
مِنْهُمْ |
86. |
" Allah'a
inanın, resulünün yanında olun " şeklinde bir sûre
indirildi mi, biraz varlıklı olanları senden müsaade isteyip: |
وَقَالُوا
ذَرْنَا
نَكُنْ مَعَ
الْقَاعِدِينَ |
|
" bizi,
çağ dışı sayıver de oturalım " derler.
|
سورة
التوبة:
مدنية 129 آية |
10.
c. |
Tevbe / Berâe: 9 / 87 - 93. ayetler |
رَضُوا
بِأَنْ
يَكُونُوا
مَعَ
الْخَوَالِفِ
|
87. |
Yani geride,
karıları yanında olmak istiyorlar. |
وَطُبِعَ
عَلَى
قُلُوبِهِمْ
فَهُمْ لاَ
يَفْقَهُونَ |
|
Onların
ferasetleri köreltildi: bu yüzden kafaları çalışmıyor
|
لَكِنِ
الرَّسُولُ
وَالَّذِينَ
آمَنُوا
مَعَهُ جَاهَدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ
وَأَنْفُسِهِمْ
|
88. |
Allah ve resulü safında yer alarak
onunla birlikte, mallarıyla canlarıyla mücadele edenlere ne mi
olacak!? |
وَأُولاَئِكَ
لَهُمُ
الخَيْرَاتُ
وَأُولاَئِكَ
هُمُ
المُفْلِحُونَ |
|
Artık bütün
iyilikler onların emrindedir, artık hepsi kurtulmuştur. |
أَعَدَّ
اللهُ
لَهُمْ
جَنَّاتٍ
تَجْرِي مِنْ
تَحْتِهَا
اْلأَنْهَارُ
|
89. |
Allah onlar için,
şarıl şarıl derelerin çağladığı
bahçeler hazırladı. |
خَالِدِينَ
فِيهَا
ذَلِكَ
الْفَوْزُ
الْعَظِيمُ |
|
Hem de sonsuza kadar
kalmak üzere. İşte zafer değin böyle olur. |
وَجَاءَ
الْمُعَذِّرُونَ
مِنَ
اْلأَعْرَابِ
لِيُؤْذَنَ
لَهُمْ |
90. |
Mazereti Araplar
gelip senden izin rica ederken, |
وَقَعَدَ
الَّذِينَ
كَذَبُوا
اللهَ وَرَسُولَهُ |
|
Allah'a ve resulüne
yalancı diyenler ise çakılıp kaldılar. |
سَيُصِيبُ
الَّذِينَ
كَفَرُوا
مِنْهُمْ
عَذَابٌ أَلِيمٌ |
|
Bu Araplar içinde
bulunan inkarcılar ilerde kıvrandıran acılara maruz
kalacaklar
|
لَيْسَ
عَلَى
الضُّعَفَاءِ
وَلاَ عَلَى
الْمَرْضَى
وَلاَ عَلَى
الَّذِينَ
لاَ يَجِدُونَ
مَا يُنْفِقُونَ
حَرَجٌ |
91. |
Güçsüzler, hastalar, sarfedecek malı
olmayanlar savaşa katılmayıp beklemede kalabilirler. |
إِذَا
نَصَحُوا
ِللهِ
وَرَسُولِهِ
مَا عَلَى
الْمُحْسِنِينَ
مِنْ
سَبِيلٍ |
|
Allah ve resulü için
çalıştıkları sürece, temiz kalplilere, zaten kimsenin laf
edecek bir sebebi olamaz. |
وَاللهُ
غَفُورٌ
رَحِيمٌ |
|
Allah, engin
hoşgörülü bir sevgi selidir. |
وَلاَ
عَلَى
الَّذِينَ
إِذَا مَا
أَتَوْكَ لِتَحْمِلَهُمْ
قُلْتَ
لاَ أَجِدُ
مَا
أَحْمِلُكُمْ
عَلَيْهِ |
92. |
Kendilerine bir binek
aracı ayarlaman için sana gelip de senin: " sizi götürebilecek
bir taşıt bulamıyorum " dediğinde, |
تَوَلَّوا
وَأَعْيُنُهُمْ
تَفِيضُ مِنَ
الدَّمْعِ
حَزَنًا
أَلاَّ
يَجِدُوا
مَا يُنْفِقُونَ |
|
savaşa
sarfedecek bir şeyleri olmadığı için, duygulanıp iki
gözü iki çeşme dönenler de mazeretli sayılırlar. |
إِنَّمَا
السَّبِيلُ
عَلَى
الَّذِينَ
يَسْتَأْذِنُونَكَ
وَهُمْ
أَغْنِيَاءُ
|
93. |
Savaşa
katılmamak için senden izin talep etmenin bir yolu da zenginliktir. |
رَضُوا
بِأَنْ
يَكُونُوا
مَعَ
الْخَوَالِفِ |
|
Onlar geride
yaşlı kadınlarla oturmaya çoktan razıdırlar. |
وَطَبَعَ
اللهُ عَلَى
قُلُوبِهِمْ
|
|
Allah onların da
ferasetini köreltmiştir. |
فَهُمْ
لاَ
يَعْلَمُونَ |
|
Bu yüzden, ileriyi
göremiyorlar. |
[1] Ayette, milli
gelirden beşte birinin sahipleri sıralanıyor: Bu paylar
günümüz şartlarına göre, devletin yapması gereken: yol, su, aydınlatma,
ısınma ve sağlıkla ilgili alt yapı hizmetleri,
dul, yetim, kimsesiz, yaşlı, trafik ve doğal afet kurbanı
gibi kimselerin bakım, eğitim ve iaşesine yönelik toplumsal
hizmetler; kapsamında düşünülmesi gerekir. Beşte birin Allah'a
ait payı ise sigorta, teşvik, araştırma kapsamında
özel hizmet fonları olarak düşünülebilir. Bu ayette
zikredilmeyen beşte dörtlük pay ise kamu harcamaları olarak
yorumlanabilir.
[2] Bir önceki ayette
bire on derken, hemen ardından bire iki oranına düşülmesi ilk
bakışta çelişki gibi algılanabilir. Ancak ayette
çelişki yoktur. Durum farkı vardır: ayette galibiyet için,
yönetim yanı sıra askerî eğitim ve özellikle savaş öncesi
özgüvenin önemi vurgulanıyor.